The post Deşifre| ABD’li Petrol Şirketleri Hem Talan Ediyor Hem Katilleri Fonluyor appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Şirketlerin Karından Halkların Payına Kanser Düşüyor
ABD’de siyah nüfusun yoğunluklu olarak yaşadığı Louisiana eyaletinde Mississippi Nehri’nin Baton Rouge ve New Orleans şehirleri arasındaki hat boyunca bulunan 200’den fazla rafineri, yaklaşık 65 yıldır bölge halkını kansere mahkum ediyor. Kölelerin çalıştırıldığı şeker tarlalarından ve ilk rafinerinin kurulduğu 1955 yılından beri endüstriyel bir bölge olan hat, yerel-ve siyah- halkın 1987 yılında kansere yakalanma oranlarının çok yoğun olduğunu keşfetmeleriyle beraber “Kanser Geçidi” olarak anılmaya başlandı.1)
Bölge halkının Siyah, Latin ve düşük gelirli halklardan olması, nüfus yoğunluğunun diğer şehirlere göre daha az olması; eski bir köle ticareti merkezi olan Louisiana’yı petrol şirketleri için adeta bir sömürü cenneti kılıyor.
Sömürüdeki payını arttırmak isteyen şirketlerden biri olan Tayvanlı plastik şirketi “Formosa Plastics”, Kanser Geçidi’nde yeni bir rafineri kompleksi yapma girişiminde. Üstelik bu kompleks, sömürgeciler tarafından şeker tarlalarında çalışmaya zorlanmış siyah kölelerin yeni keşfedilmiş toplu mezarlarının üstüne inşa edilmek isteniyor. 2)
Yapılmak istenen kompleksin arazisi, ABD Federal Yasası “Patriot Act”de belirlenmiş “kritik öneme sahip altyapı hizmeti”3) statüsünde ve koruma altında.
Louisiana siyah toplulukları, proje başladığından beri eylemler ve kampanyalar düzenliyor. Siyah halkın kendilerine karşı mücadelesinden rahatsız olan şirket, yaptığı lobi çalışmalarıyla eyalet meclisinden yeni bir yasa geçirerek kendilerine karşı yapılacak her eylemi kriminalize edip, siyahları da mücadele dışında bırakmaya çalışıyor.4)
Eyalet Meclisi’ne önerilen yeni değişiklikler, normal durumlarda rafineri kompleksi arazisine yapılacak her izinsiz girişe, 5 yıla kadar hapis ve 1000 dolara kadar para cezası istiyor. Olağanüstü hal durumlarında ise bu ceza 3 yıldan az olmamak şartı ile 15 yıla kadar “ağır çalışma” altında hapis cezası ve 5 bin dolara kadar para cezası öngörüyor. 5)
Eyaletin, Korona Krizi’nden beri olağanüstü halde olması ve yakın zamana kadar çıkmayacak olması göz önüne alındığında şirketin, halkı bastırmak için nasıl büyük bir çabaya giriştiği görülebiliyor. Eyalet Valisi John Bel Edwards, 12 Haziran günü kendisine sunulan bu yeni düzenlemeyi, senato ve eyalet temsilciler meclisinden oy çokluğuyla geçmesine rağmen “muğlaklıklar” olduğu gerekçesiyle usülen veto etti. Ancak verdiği veto ile ifade özgürlüğünü “savunan” bir görüntü çizse de, kendisi açık açık projeyi desteklediği için ekolojik ve ırkçılık karşıtı bir görüntü oluşturamıyor.6)
Enerji şirketlerinin yarattığı ekolojik yıkımdan sadece Louisiana sakinleri etkilenmiyor. ABD’nin dört bir yanında Shell Exxon vb için enerji üreten, petrol, gaz, kömür vb. rafinerileri zehir saçmaya devam ediyor. Üstelik bu talandan en çok -yine- siyahlar ve beyaz olmayan bütün ABD’liler etkileniyor. 7)
Geçtiğimiz sene Washington ve Stanford üniversitelerinin yapığı bir araştırmaya göre, fabrika ve rafinerilerin yarattığı hava kirliliği ve zehirli hava partikülleri sebebiyle çeşitli solunum yolu hastalıkları ve bunlara bağlı ölümler en çok, düşük gelirli siyahlar ve beyaz olmayan ABD’liler arasında yaygın.8) Gelir seviyesi arttıkça ölüm ve hastalık oranında bir azalmaya rastlanıyor. Ancak yüksek gelire sahip olsalar bile, siyahlar, düşük gelirli beyaz topluluklarına göre dezavantajlı kalmaya devam ediyor. Araştırma, gelir düzeyine bağlı sınıfsal bir eşitsizliği gösterdiği gibi, en “ayrıcalıklı” toplulukların bile düşük gelirli beyaz – ve ırksal olarak ayrıcalıklı topluluklara oranla, ekolojik talandan daha fazla etkilendiğini gözler önüne seriyor.9)
“ABD’de yaşayan siyah nüfusun yaklaşık %70’inin yaşadığı yerin 50 km yakınında en az bir petrol rafinerisi bulunuyor.” 10)
Katil Şirket Katil Polisle El Ele
Devletin ve şirketlerin ortaklaşa gerçekleştirdiği ekolojik talanlara, katliamlara, yok sayılmalara karşı mücadele eden siyahlar, karşılarında devleti bulmalarının yanı sıra devleti adeta bir paramiliter güç gibi kullanan şirketleri de buluyor.
Polis vakıfları, yerel polis departmanlarına önemli miktarda fon sağlayan endüstriyel gruplardır. Ancak kâr amacı gütmeyen kuruluş statüsünde -STK- oldukları için kamusal denetim prosedürlerinin çoğundan muaf tutulurlar. Bu muafiyet, para akışının yarattığı olanaklarla polisin daha fazla militarize olmasının yolunu büyük ölçüde açıyor.
ABD Kamu Hesap Verme Girişimi’nin yaptığı bir araştırmaya göre dünyanın büyük petrol şirketleri, bir yandan siyahların yoğunlukta olduğu bölgelerde ekolojik talanlarını sürdürürken bir yandan da onları öldüren polislere katkı sağlayan polis vakıflarında yönetici ve destekçi konumlarında yer alıyorlar.11)
Shell gibi büyük petrol şirketlerinin bulunduğu liste, özel kamu kurumları ve fosil yakıt endüstrisini finanse eden büyük finans kurumlarına kadar uzanıyor. Bu kurumlar, faaliyet gösterdikleri bölgelerde belirgin politik aktörler olduklarından dolayı, yasaların kendi çıkarları için düzenlenmesi adına çeşitli lobi faaliyetleri gerçekleştiriyorlar. Louisiana Eyalet Meclisi’nden geçirilmek istenen yasa bu çalışmaların en son örneklerinden.
Lobi faaliyetleri bir yana, gerçekleştirdikleri talana karşı mücadele eden halklara karşı da kendilerini kollamak zorunda kalan şirketler, bunun için çareyi polis vakıflarına para akıtmakta buluyor.
Doğayı en çok talan eden şirketlerin başında gelen Shell, uzun zamandır bir “alternatif” olarak kaya gazı çıkartmakla12) uğraşıyor. Kanser Geçidi’nin de en büyük talancısı olan Shell, Pensilvanya’nın Apalaş bölgesinde kurulumu devam eden etan gazı çıkartma tesisleri ile bölgeyi yeni Kanser Geçidi’ne çevirmekte ısrarcı.13)
Shell, New Orleans polis vakfının “öne çıkan ortağı” ünvanına sahiptir ve kurumsal ortağıdır 14). Shell aynı zamanda Houston atlı polis devriyelerinin de sponsorudur15). Mesele “ortaklık” olduğunda Shell’in geçmişi bayağı karanlık.
25 yıl önce Shell’in Nijerya’daki faaliyetlerine karşı çıkan yerel Ogoni halkından biri olan yazar ve yaşam savunucusu Ken Saro-Wiwa, onunla beraber mücadele eden 8 diğer Ogoni ile beraber Nijerya Ordusu tarafından idam edilerek katledildi.16) Shell’in orduyu ve polisi fonladığı, katliamdan önce de biliniyordu ama Shell bunu 9 kişinin katledilmesinden 1 yıl sonra kabul etti, daha doğrusu kabul etmek zorunda kaldı. Savunma olarak ise polis ve orduyu fonlamalarının, “çalışanlarını korumak için bir zorunluluk” olduğunu açıkladılar. Sonuç olarak 9 yaşam savunucusu katledilmiş oldu.
Petrol ve gaz şirketi Chevron, ABD’de en çok benzen salınımı yapan 6 fabrikadan ikisine sahip. Şirketin California’nın Richmond şehrinde bulunan rafinerisi günde 250 bin varil ham petrol üreterek büyük bir ekolojik talan gerçekleştiriyor. %80’i siyahlardan ve beyaz olmayan halklardan oluşan Richmond, yıllardır Chevron’a karşı mücadele ediyor.17) Tıpkı ağabeyi Shell gibi Chevron’da aynı yıllarda Nijerya Ordusu’nu kendi paramiliter gücü olarak kullanmış ve halka saldırtmıştır.18)
Chevron, New Orleans polis vakfının kurumsal sponsoru olmasının yanı sıra Houston polis vakfının yönetim kurulu üyesi ve Houston atlı devriyelerinin de sponsorudur. Ayrıca Salt Lake City polis vakfı yönetim kuruluna hem bağışta bulunup hem de kurulda hizmet veriyor.
Valero Energy ise ABD’nin en büyük ikinci petrol şirketi konumunda. Yoğun olarak faaliyet gösterdiği Teksas eyaletinin Corpus Christi şehrindeki rafinerileriyle eyaletin en çok benzen salınımı yapan şirketi ünvanına sahip.19) Corpus Christi’de faaliyet gösteren bütün rafinerilerin ortak özelliği ise alışkın olduğumuz gibi siyah ve azınlık mahallelerinin dibinde faaliyet gösteriyor olmaları.
Yine Teksas’da yoğun faaliyet gösteren Hilcorp, diğer şirketlerin artık sömürmediği petrol ve gaz sahalarını alıp “sömürebildiğin kadar sömür”20) stratejisi güderek ekolojik talanın yanı sıra faaliyet bölgelerinde çok ciddi güvenlik sıkıntıları da yaratıyor. Alaska’da çalışmaya başladığı 2012 yılıdan itibaren kayda geçen 25 farklı ihlal gerçekleştiren Hilcorp, 21) tamir edilene kadar üretimi durdurmak yerine borulardan sızan metan gazının atmosfere karışmasına izin vermiştir. 22) Ayrıca Louisiana’daki rafinerilerinden sızan petrol yüzünden Mississippi Nehri’ni kirletmiş23) ve pek çok istiridye yatağını yok etmiştir.24) Hilcorp’un kurucu ortağı ve eski CEO’su Jeffery Hildebrand, Houston Polis Vakfı’nda heyet başkanı 25) ve vakfın bütün yardım etkinliklerinde boy gösteriyor.
Kısacası ABD’de yoğun baskılara maruz kalan, kriminalize edilen, katledilen siyahların ve ezilen halkların karşı karşıya kaldıkları şiddet sadece devlet kaynaklı olmuyor. Yaşam alanlarının talan edilmesiyle birlikte kansere ve ölüme mahkum edilmeye çalışılan siyahlar, yerli ve ezilen halklar, bu saldırılara karşı mücadele etmek istediklerinde ise yine bu şirketler tarafından fonlanan polisleri ve orduyu karşısında buluyor.
Petrol şirketlerinin polisi ve orduyu fonlaması, tıpkı 19.yy.’da ABD devletinin yükselen işçi hareketini bastırmak, grevleri kırmak ve kara propaganda yapmak için paramiliter bir güç olarak kullandığı Pinkerton’ları26) hatırlatıyor.
“Pinkerton ruhu”, ekonomik ve siyasi çıkarlarını siyahlara ve ezilenlere yönelik baskı yoluyla korumaya çalışan devlette; ve devletin, şiddetini uygulamak için adeta bir taşeron olarak kullandığı şirketlerde yaşamaya devam ediyor.
Emircan Kunuk
Kaynakça
The post Deşifre| ABD’li Petrol Şirketleri Hem Talan Ediyor Hem Katilleri Fonluyor appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post Hindistan’da Maden Karşıtı Eylemlerde Yaşamını Yitirenlerin Sayısı 13’e Yükseldi appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Hindistan’ın Tamil Nadu eyaletinde İngiltere merkezli maden şirketi Vedanta’ya bağlı Sterlite Copper’ın maden ocağına karşı düzenlenen eylemlerde kolluk güçlerinin açtığı ateş sonucu yaşamını yitirenlerin sayısı 13’e yükseldi.
İngiliz maden şirketi Vedanta’ya bağlı Sterlite Copper’ın maden ocağına karşı önceki gün başlayan eylemler dün ve bugün de devam etti. Madene karşı eylem yapan halk bu yıl içinde tesisten sızan gaz nedeniyle yüzlerce kişinin hastalandığını belirterek, maden tesisinin büyütülmesine karşı eylemler yapıyor.
The post Hindistan’da Maden Karşıtı Eylemlerde Yaşamını Yitirenlerin Sayısı 13’e Yükseldi appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post Berta Caceres Cinayetinde Şirket Yöneticisi Tutuklandı appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Orta Amerika ülkesi Honduras’ta Desa elektrik şirketinin yapmak istediği baraj projesine karşı mücadele eden yaşam savunucusu eylemci Berta Caceres 2 Mart 2016 gecesi evinde vurularak katledilmişti. Cinayet sonrası gözler, bu baraj projesinin sahibi Desa elektrik şirketinin başındaki Roberto David Castillo’ya çevrilmişti. Honduras ordusunun eski bir istihbarat elemanı olan Castillo, cinayeti planladığı gerekçesiyle tutuklandı.
Tam iki yıl önceki cinayetten bu yana ordu güçleri ve Desa yöneticilerinin de aralarında olduğu sekiz kişi daha yargılandı. Caceres’in ailesi, kadının aylarca polis, siyasetçiler ve inşaat şirketleri tarafından tehdit edildiğini söylemişti. Kasım 2017’de de uluslararası uzmanlar, enerji şirketi ve devlet yetkililerinin, Caceres’in katledilmesinde sorumlulukları olduğuna ilişkin 92 sayfalık bir rapor hazırladı.
Caceres, Agua Zarca Barajı’nın yerli Lenca halkının yaşadığı bölgelerde sele neden olacağı, bunun sonucunda da su, gıda ve sağlık olanaklarının da kesileceği sebebiyle eylemler ve kampanyalar örgütlüyordu. Honduras’ta son 10 yılda 100’den fazla yaşam savunucusu, benzer projelere karşı çıktıkları için Caceres gibi katledilmişti.
The post Berta Caceres Cinayetinde Şirket Yöneticisi Tutuklandı appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post Şeker Fabrikaları Özelleştirmesi: Küresel Şirket Raporladı, “Yerli ve Milli Devlet” Onayladı appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Şubat ayı sonlarında şeker fabrikalarını özelleştirmek için harekete geçen TC devleti, 14 şeker fabrikasının satış yöntemiyle özelleştirilmesi için ihale açmıştı. İhalelerin nisan ayında yapılacağı duyurulmuştu.
Şeker-İş Sendikası Başkanı İsa Gök ise, şeker fabrikalarının satılması halinde çoğunun işletme maliyeti nedeniyle kapatılacağını, , hem yerli şeker sanayisi hem de şeker tarımını olumsuz etkileyebileceğini, üretimin düşmesi nedeniyle, kanser,kalp rahatsızlıkları başta olmak üzere, sağlığa zararlı olduğu tescillenen Nişasta Bazlı Şekere (NBŞ) mahkum olunacağını belirtmişti.
Nitekim bu iddialar paralelinde devletin, 14 şeker fabrikasının satış yöntemiyle ayrı ayrı özelleştirilmesine karar vermesinden sonra, ABD menşeli, nişasta bazlı şeker (NBŞ) üreticisi küresel şirket Cargill’in Şeker Kurulu’nun kapatılması ve şeker fabrikalarının özelleştirilmesine yönelik yönlendirme yaptığına dair haberler çıkmıştı. Cargill’in bu söylentileri yalanlamasına rağmen, şirketin ocak ayında bu yönde yayınladığı “yönlendirme” raporu ortaya çıktı.
Cargill ‘Şeker Piyasası, Mevcut Durum ve Değerlendirme Raporu- Ocak 2018’ adlı raporunda, kotaların kaldırılmasını, şeker fabrikalarının özelleştirilmesini ve kamunun yapacağı her türlü çalışmaya paydaş olarak katılmayı talep ederek, eğer böyle olursa Türkiye ekonomisinin daha hızlı büyüyeceğini, üretim, istihdam ve ihracatın artacağını, hükümetin de daha fazla vergi toplayacağını vaad ediyor. Aynı raporda özelleştirme halinde, halen yüzde 10’la sınırlanan NBŞ üretiminin yüzde 50’lere yaklaşacağı da ayrıca belirtiliyor.
Özellikle son 1.5 yıldır oluşturduğu baskı rejimini “yerli ve milli” şeklinde tanımlayan, iç politikaya oy devşirmek için “anti-ABD, anti-emperyalist jargonu” dilinden düşürmeyen TC devletinin ise, NBŞ tüketimi nedeniyle toplumu kanser başta olmak üzere birçok sağlık sorunu ile karşı karşıya bırakacak olan katil şirketin bu raporu karşısında nasıl “yerli ve milli” bir yanıt vereceği merak konusu.
The post Şeker Fabrikaları Özelleştirmesi: Küresel Şirket Raporladı, “Yerli ve Milli Devlet” Onayladı appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post “3-5 Bin Liraya da” Şıklık Mümkünmüş appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Yaşadığımız coğrafyada, Sinop Gerze’de termik santral, Giresun’da ise HES projeleriyle yaşamları yok etmek isteyen, Coca-Cola, McDonald’s gibi küresel şirketlerin Türkiye’deki ortağı Anadolu Grubu Holding’in patronlarından İzzet Özilhan’ın eşi Yasemin Özilhan medyaya “önemli açıklamalarda” bulundu. Özilhan, pazara gitmeyeli 10 yıl olmuştur dediği açıklamasında, “şıklık konusunda da” oldukça “gözü tok” ifadeler kullandı. Yasemin Özilhan, pahalılık-ucuzluk gibi kavramlara kendi sınıfsal konumundan bakarak, bu kavramlara oldukça izafi anlamlar yüklediği açıklamasında, “pahalı kıyafetler şart değil, 3-5 bin liraya da şıklık mümkün” dedi. Ancak geçtiğimiz günlerde açıklanan açlık ve yoksulluk sınırı rakamları gösteriyor ki, pahalılık-ucuzluk gibi kavramlar Yasemin Özilhan ve onun gibi kapitalistlerin gözünden bakılamayacak kadar gerçek.
The post “3-5 Bin Liraya da” Şıklık Mümkünmüş appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post 5 Yaşındaki Muhammed Yaşamını Yitirdi, Şirket ve Belediye Birbirini Suçladı appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Muhammed Karabakan’ın, Konya Karatay’da annesi ve üç kardeşiyle markete giderken üzerine reklam panosu düştü. Beş yaşındaki Muhammet Karabakan 16 gün yoğun bakımda kaldıktan sonra yaşamını yitirdi. Açık ihmal olduğu ortada olan cinayet sonrası belediye ve şirket karşılıklı birbirlerini suçladı.
The post 5 Yaşındaki Muhammed Yaşamını Yitirdi, Şirket ve Belediye Birbirini Suçladı appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post Röportaj: Maldonado Yaşıyor! appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Aylık anarşist gazete Meydan, Arjantin ve Şili’de, şirketlere ve devletlere karşı ekoloji mücadelesi verirken kaçırılarak katledilen Santiago Maldonado’nun yoldaşı Juan C. ile bir röportaj gerçekleştirdi. Meydan Gazetesi’nin 42. sayısında yayınlanan röportajı paylaşıyoruz.
Meydan Gazetesi: Öncelikle Santiago Maldonado kimdi? Hayatı ve mücadelesinden bizlere biraz bahsedebilir misiniz?
Juan C.: Santiago ile yaklaşık 3 yıl önce Buenos Aires’te tanıştım. Ülkenin ve Latin Amerika’nın pek çok bölgesini gezen bir gezgindi Santiago. Şili’de çiftçilerin toprağına göz diken Monsanto karşıtı eylemlere katıldı. 1 yıl önce Güney Arjantin’de Mapuçe yerlileri ile iletişime geçti. Santiago Maldonado, kendisini toprak ve dünya için mücadele eden bir anarşist olarak tanımlardı.
Arjantin’deki ekoloji mücadelesinden bahsedebilir misin? Ayrıca devletin bölgede yaşayan yerlilere ve örgütlenmelere karşı izlediği strateji nasıl?
Arjantin’de IRSA (Inversiones y Representaciones Sociedad Anónima) isimli çok büyük bir şirket var. Devlet ve şirket ortaklığında “Plan IRSA” adı verilen; Uruguay, Şili ve Arjantin arasında ticareti kolaylaştırmayı amaçlayan bir ticaret yolu projesi var. Devlet bu projeyi bitirdiği takdirde, Pasifik Okyanusu’na da rahatça açılabilecek. Böyle büyük bir proje için, bölgede yüzlerce yıldır yaşayan insanlara yapılan baskı da büyük oluyor. Şirket, yeni yollar ve limanlar yapmak için insanlara evlerini terk etmelerini söylüyor. Bölgede pek çok insan bu tarz projelere karşı mücadele ediyor. Bundan 5 yıl önce ekoloji mücadelesi veren örgütler, bölgede gerçekleşen bir Monsanto tesisinin inşaatını 2 yıl boyunca işgal etti. Bölgede, halkı sömüren zengin insanlara karşı doğrudan eylemler gerçekleştiren RAM (Resistencia Ancestral Mapuche) gibi yerel ekoloji örgütleri var. RAM üyelerinden biri, Şili’de yerlilerin toprağına çiftlik evi kuran ve neredeyse ülkenin yarısının sahibi olan bir şirket sahibinin evini yaktığı için Arjantin’de gözaltına alındı. Santiago, Mapuçe yerlilerinin gözaltına alınmasına karşı gerçekleşen eylemlerle dayanışma göstermek için gittiği Chubut bölgesinde, 1 Ağustos’ta bölgeye polisin gelmesinin ardından aynı gün kaybedildi.
Bu duruma yönelik halkın tepkisi ne oldu?
Başlangıçta olay gizlenmeye çalışıldı. Ancak olaydan 4 gün sonra anarşistler, Chubut’taki elçilik binasına saldırıp eylem yaptı. Medya, Santiago Maldonado olayını daha fazla saklayamadı. Sosyalist örgütler ve insan hakları örgütleri, Santiago Maldonado için eylemler düzenlediler. 2 hafta sonra kongre seçimleri vardı ve sol partiler Maldonado olayını seçim politikaları için kullanmak istiyordu. Anarşist yoldaşları kara bayrakları dalgalandırıp sokak eylemlerinin seçim propagandasına dönüşmesini engelledi. Onun bir anarşist olduğunu haykırdılar. Polis bu eylemlere saldırdı ve çatışmalar gerçekleşti. Devlet medyası saldırıyı “anarşistler olay çıkardı” şeklinde lanse etti.
Peki, bu sürecin Arjantin’deki siyasal sürece etkisi ne oldu?
Bizce Santiago Maldonado eylemleri Arjantin için önemli ve büyük bir süreçti. Arjantin’de Santiago Maldonado sürecine göre nispeten daha küçük eylemler örgütleniyor, başta da bahsettiğimiz gibi medya bunları umursamıyor ve görünürlük azalıyor. Ama muhalif haber siteleri ve kanallar da var, bunlar aktif yayın yapıyorlar. Bu iletişim kanalları dışında büyük bir devlet manipülasyonu sürüyor. Bu durum, toplumsal tepkilerin örgütlenmesi noktasında yıpratıcı oluyor.
Maldonado’ya yapılanlar bizim gündemimizde olmaya devam edecek. Muhtemelen yerel ekoloji mücadelesi veren herkes için de öyle olacak. Ancak bunun dışındaki insanlar ve gruplar için durum böyle olmayabilir. Seçim benzeri gündemlerle, halkın asıl gündemi maniple ediliyor.
Arjantin tarihinde daha önce Santiago Maldonado’nunki gibi bir kaçırılma hikayesi var mı peki?
Bunlardan en bilineni faşist cunta tarafından ’76 ve ’82 yılları arasında kaybedildikten sonra devlet tarafından katledilen çocukları için mücadele eden Plaza de Mayo ailelerinin hikayesidir elbette. Yaklaşık 30 bin muhalif ve devrimci “Kirli Savaş” dönemi boyunca kaybedilmiştir. Yakın tarihe baktığımızda ise karşımıza 31 Ocak 2009’da polis tarafından gözaltına alındıktan sonra kaybolup 17 Ekim 2014’te cansız bedenine ulaşılan Luciano Arruga çıkar. Ailesi “hırsızlık” suçlamasıyla gözaltına alınan Luciano’nun akıbeti için pek çok çabaya girişmiş ancak devlet her seferinde taleplerini reddetmişti. Yapılan çalışmalar sonucunda bir mezarlıkta “NN” ismiyle gömüldüğü keşfedildi.
Son olarak eklemek istediğiniz bir şey var mı?
Devletin Santiago Maldonado ve onun gibi, ezilen insanlarla dayanışma gösteren, onların mücadelesinin bir parçası olanlara karşı uyguladığı şiddet ve baskı, az önceki örneklerde de vurguladığımız gibi ne bir ilkti, ne de devlete karşı mücadele edenler var oldukça son olacaktır. Devletin Santiago Maldonado ve onun gibi, ezilen insanlarla dayanışma gösteren, onların mücadelesinin bir parçası olanlara karşı uyguladığı şiddet ve baskı, az önceki örneklerde de vurguladığımız gibi, ne bir ilkti ne de devlete karşı mücadele edenler oldukça son olacaktır. Bizler de onun yoldaşları olarak, devlete karşı mücadelemizi, ondan aldığımız dayanışma ateşiyle birer Santiago olarak sürdürmek konusunda ısrarcılığımızı koruyacağız.
Röportaj: Murat Çıkrıkçıoğlu & Emircan Kunuk
Bu röportaj Meydan Gazetesinin 42. sayısında yayınlanmıştır.
The post Röportaj: Maldonado Yaşıyor! appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post Loç Vadisi’nden Or-Ya Enerji’ye: “Sarı Yazma İsyanda, İsyana Devam” appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Loç Vadisi halkının ve yaşam savunucularının direnişi sonrası geri adım atmak zorunda kalan şirket Or-Ya Enerji, -OHAL’i de fırsat bilerek-, vadiye yapmak istediği HES projesini tekrar gündeme getirmeye çalışıyordu. Loç Vadisi Koruma Platformu tarafından bugün yapılan eylemde şirketin bu tavrı protesto edildi.
Yoğun bir katılımın ve coşkunun olduğu eylemde basın açıklamasını Loç Vadisi Koruma Platformu adına okuyan Erdinç Ay şunları söyledi : “Cide HES ve Orya Enerji’ye karşı mücadelemiz hukuksal zeminde ve sosyal zeminde 2009 tarihinde başlamıştı. 232 kişi ile Kastamonu İdare Mahkemesi’ne ÇED İptal davası açtık. Aynı zamanda kaçak HES yapıldığını kamuoyuna duyurabilmek için, Orya enerjinin İstanbul Fındıklı‘daki binasının önünde 28 gün analarımız ile birlikte oturduk. Böylece Cide HES projesini vadimizden çıkardık. O günden 2016 yılına kadar, Orya enerji hem Kastamonu idare mahkemesine hem Danıştay’a itirazlarını yaptı. İki kez bilirkişi değişti. Her seferinde Cide HES’in hukuka uygun olmadığı ilgili mahkemelerce onandı. En son olarak Danıştay 14. Daire Başkanlığı Cide HES için “itiraz yolu kapalı olarak” bir daha Loç Vadisinde 10 farklı nedenden dolayı HES yapılması hukuka uygun değildir kararını verdi”
Bugün bu kararların uygulanmadığını belirten Ay bundan sonrada mücadelelerini büyüterek sürdüreceklerini belirtti.
Eylem “Loç Vadisi Darda, Sarı Yazma İsyanda, Sarı Yazma İsyanda, İsyana Devam” sloganlarıyla bitirildi.
Kaynak: Patika Ekoloji Kolektifi
The post Loç Vadisi’nden Or-Ya Enerji’ye: “Sarı Yazma İsyanda, İsyana Devam” appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post Loç Vadisi Halkı Or-Ya Enerji’ye Karşı Eyleme Çağırıyor appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Kastamonu- Cide’de bulunan Loç Vadisi’nde yapılmak istenen HES projesini, direnişleri sonucu durduran Loç Vadisi halkı, yargı kararlarına rağmen vadiye HES yapma girişimlerinden vazgeçmeyen şirket Or-Ya Enerji’ye karşı bugün Beşiktaş Kartal Heykeli önünde bir eylem gerçekleştirecek. Loç Vadisi Koruma Platformu tarafından çağrısı yapılan eylem saat 14:00’te başlayacak.
Loç Vadisi halkının 2010 yaz aylarında, Or-Ya Enerji’ye bağlı Ümran Boru şirketine karşı başlattığı direniş, vadide iş makinelerinin fiilen durdurulması ve vadide tutulan nöbetlerle başlamış, aynı yılın Aralık ayında şirket önünde yapılan oturma eylemi sonrası şirketin geri adım atmasıyla sonuçlanmıştı. Daha sonrasında alınan yargı kararları ile birlikte HES şantiyesi mühürlenmişti.
The post Loç Vadisi Halkı Or-Ya Enerji’ye Karşı Eyleme Çağırıyor appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post Finikeli Çiftin Cinayetinde Şirketin İzi Bulundu appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Antalya-Finike’de geçtiğimiz günlerde katledilen Ali Ulvi ve Aysin Büyüknohutçu çiftinin katili Ali Yumaç, savcılık ve mahkeme ifadelerinde, kapatılan mermer ocağında çalışan ‘Çirkin’ lakaplı kişinin cinayetler için 50 bin TL teklif ettiğini, 3 bin TL’sini ödediğini söyledi.Katil, ifadesinde Büyüknohutçu çiftinin hukuki mücadelesi sonucu kapatılan mermer ocağı şirketini suçladı ve azmettirici olarak gösterdi.
Katil ifadesinin devamında şunları söyledi:
“Mermer ocağında çalışan, adını bilmediğim, 65-70 yaşlarında, siyah cip kullanan, beyaz saçlı, sürekli kirli sakalla gezen, 1.65 boylarında ‘Çirkin’ lakaplı adam 8 Mayıs günü yanıma geldi. Bana ‘Cebinde paran var mı?’ dedi. ‘Yok’ dedim. ‘Sana bir iş teklif edeceğim’ dedi. Cebinden 3 bin TL çıkarıp verdi. ‘Bizim ocak bunlar yüzünden kapandı, sen bunları hallet, şu 3 bin TL’yi al, 47 bin TL’yi de olaydan sonra vereceğim’ dedi. ‘Silah nasıl olacak’ dedim. ‘Silahı kendin bilirsin’ dedi, başka bir şey konuşmadık.”
Ali Ulvi ve Aysin Büyüknohutçu çifti, asırlık sedir ve çam ağaçlarının da bulunduğu Alacadağ, Gökçeyaka, Kızılcık ve Adala gibi bölgelerdeki taş ve mermer ocaklarına karşı bölge halkının da desteğiyle yaklaşık 6 yıldır mücadele ediyordu.
The post Finikeli Çiftin Cinayetinde Şirketin İzi Bulundu appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post 21. yy’da Teslimiyet Teorileri ve Pratikleri: Katil Şirketleri Yeşile Boyamak – Nergis Şen appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Hepsi ilgili reklamlara milyonlarca dolar harcıyor. Ancak bu tüketilen elektriğin hangi deredeki HES’ten, hangi nükleer, termik santralden geldiğinden bahsetmedikleri gibi lobicilik faaliyetlerinde verdikleri rüşvetlerden, kuruttukları su havzalarından, talan edilen yağmur ormanlarından, hayvanlar üzerine yaptıkları deneylerden, Nijerya’da paralı ordusuyla saysız işkence ve toplu katliamlar yapmalarından da bahsedilmiyor.
Interbrand adlı 1974 yılından bugüne “marka değeri yaratmak ve yönetmek” diye özetlediği işi yapan şirket, büyük markaları halkı nasıl daha kurnazca kandırabilecekleri yönünde desteklemekle kalmıyor, düzenli olarak en kurnaz şirketi de belirleyerek şirketlerin marka değerlerini de yükseltiyor. Interbrand aynı zamanda greenwashing denilen, şirketlerin çevreci hamlelerini de gündemleştirip onları doğaya zararsız, yaşama duyarlı gibi göstererek yaşamı yok eden projelerini örtbas etmeye çalışıyor. Ne yazık ki markaların bu yollarla logolarına iliştirdiği yeşil bir arka Katil Şirketleri Yeşile Boyamak plan görseli ya da yaprak sembolü, yeryüzündeki katliamlarını biraz daha meşrulaştırmalarını sağlayacak müşteri kitlesini de kendine çekiyor.
Ancak şirketlerin yaptıkları pek çok katliam, şirketlerin gerçek yüzünün gizlenmesini imkansızlaştırıyor. 2013 yılının en yeşil küresel şirketlerini belirleyen interbrand’ın listesinden birkaç örnek dahi gerçeklerin gün yüzüne çıkmasını sağlama
Toyota
Lobicileri; toyota mühendislerinin verimlilik standartlarının nasıl artırılacağını dahi bilmediğine inansa bile Toyota, arabalarını yeşille kaplatmak için, milyarlarca dolar rüşvet veren bir şirkettir. Ürünlerinin ve şirketin imajını yükseltmek için bir yılda 3 milyar dolardan fazla harcadı. Aynı yıl, kanun yapıcılara para aktaran lobi çalışmalarına, en az 7,7 milyon dolar harcadı.
Mc Donald’s
Yağmur ormanı olan toprakları meralaştırdığını ve bu alanların yeniden ormanlaşmasını engellediğini itiraf etmiştir. McDonalds fabrikalarında yetiştirilen hayvanlar temiz hava, gün ışığı ve hareket serbestisinden mahrum bırakılıyor. Kârı yüksek ve ücret giderlerini düşük tutma kaygısıyla şubelerde az sayıda işçi uzun mesailerle çalışmaktadır, dolayısıyla çalışanların daha çok ve daha hızlı iş yapmaları gerekmektedir.
Coca cola
Sinop-Gerze’de Termik Santral projesi için 5 Eylül 2011 günü sondaj çalışması yapmak için alana giren iş makineleri halkın büyük tepkisini çekti. İş makinelerini Gerze’ye sokmak istemeyen halk yollarda bekleyerek makinaların geçişlerini engelledi. Şirketin özel isteğiyle olaya Kolluk Kuvvetleri müdahele etti. Gaz Bombası ve Joplarla saldıran eden jandarma ve polis birçok köylüyü yaraladı. Kolombiya ve Guatemaladaki coca-cola işçileri sendikalaşarak haklarını elde etme çabasına giriştiler. 5 aralık 1996′da paramiliterler kolombiya carepa bölgesindeki “bebidas y alimientos” şişeleme fabrikasında sendika temsilcisi isidro segundo gil’i öldürdüler. Diğer sendika üyeleri de paramiliterler tarafından yakalanarak infaz edildi. Paramiliterler sendika bürolarını ateşe veriyor işçilerin ailelerini kaçırma ve öldürme ile tehdit ediyorlardı. Kolombiya Bogota’da 50 bin hektar alan son 50 yılda kirlilik nedeniyle işlevsiz hala geldi. 49 bin hektar sulak alansa Coca-Cola tarafından kurutuldu. Guatemala City’deki Coca-Cola şişeleme tesislerinde çalışan 450 işçi dokuz yıl boyunca işleri için, sendikaları için ve yaşamları için mücadele etti. İşçiler üç kez tesisi işgal etti, son işgal on üç ay sürdü. Sendikalarının üç genel sekreteri ve beş işçi öldürüldü. Dörtten fazlası kaçırıldı ve kayboldu. 2005 yılında, Türkiye’de Coca-Cola’nın İstanbul’daki şişeleme tesisinde çalışan 105 işçi sendikaya üye oldu ve işten çıkarıldı. Bazı işçiler, şirketin üst yönetimi ile görüşme halindeyken, şirket çevik kuvvetin, eşleri ve çocukları ile birlikte direnişteki diğer işçilere saldırmasını emretti. Yaklaşık 200 kişi kapalı alanda gaz bombasına maruz kalarak kötü bir şekilde darp edildi ve birçoğu hastaneye kaldırıldı.
Apple
2005-2009 yılları arasında, fabrikalardaki kötü koşullara dayanamayan Apple taşeronu 50 Foxconn işçisi intihar etti. 2010 yılında yatakhanelerinin çatısından atlayarak hayata veda eden 14 işçinin ardından, 4 işçi daha aynı yöntemi deneyip başarısız oldu.
Mercedes
Arjantin’deki 1976 darbesini silah ticareti ile destekledi. Fransa savunma bakanlığı ile M51 Nükleer füze projesi üretim ortaklığı kurdu.
Ford
Arjantin’deki 1976 darbesine silah sağladı. 1998 yılında Amerika’daki Ford fabrikalarında Güney Amerika kökenli ya da siyahi kadın işçilere düşük ücret uygulaması yapıldı.
Nestle
2006 yılında Fildişi sahillerinde kakao tarlalarında köleleştirilen çocuk işçileri çok düşük ücrete çalışmaya zorladı. Ülkedeki iç savaşı daha fazla kar için körükledi. 2005’te Afrika ve Güney Asya’da ücretsiz dağıttığı bebek mamalarını kirli suyla hazırlayarak 1.500.000 çocuğun ölümüne yol açtı. Sony Çin’in Dongguan şehrinde Lite-On Xuji Electronics şirketi bünyesinde gösterdiği 3000 kadar taşeron işçisini günde 12 saat çalıştırıyor. L’Oreal Asarak ve zincirleyerek etkisiz hale getirdiği hayvanlar üzerinde yeni ürettiği kozmetik ürünlerini test ediyor.
Shell
Nijerya Çevik Kuvvet Polisi, Rivers Eyaletinin Umuechem bölgesinde gençlerin yoğunlukta olduğu Shell karşıtı bir yürüyüşe müdahale ederek 80 kişiyi katletti ve 500 evi yerle bir etti. Ogoni bölgesinde; Shell karşıtı, kendi kaderini belirlemeye yönelik düzenlediği kampanya süresince 9 yerliyi idam edili. Bu süreçte polis 2000 kişiyi katletti, tecavüz edilen, işkence gören, sakat bırakılanların sayısı bilinmiyor.
Nergis Şen
Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 12. sayısında yayımlanmıştır.
The post 21. yy’da Teslimiyet Teorileri ve Pratikleri: Katil Şirketleri Yeşile Boyamak – Nergis Şen appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post Ekolojik Uyum Yaşamın Kurtuluşudur appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Bugün, yaşadığımız coğrafyada da devlet ve kapitalizmin saldırısına maruz kalan toprağın, suyun, havanın; devasa rüzgar panellerinde ölen kuşların, denize bırakılan kimyasal atıklarla ölen balıkların, bitmek tükenmek bilmeyen tüketim anlayışı için öldürülen tavukların, ineklerin, balinaların, yakılan ormanlardan ovalara indiği için öldürülen ayıların, otoban diye kesilen ağaçların, enerji diye boruların içine sıkıştırılan derelerin, maden diye kazıla kazıla talan edilen toprağın, kazan-kazan için yapılan üretimin atıklarıyla kirlenen havanın; devletlere piyonlaştırılan, şirketlere köleleştirilen, betonla sıkıştırılan insanların kurtuluşudur ekolojik uyum. Bu uyumun tek bir parçası bile eksikse, uyum tam değildir; yani hepimiz eksiğizdir. Ve kurtuluş asla tek başına değil, beraber bu uyum için mücadelededir.
İnsanın düşlediğini eyleme durumudur özgürlük. Fakat düşlediğini eylerken bir başkasının özgürlüğünü de önemsemektir. Bu, yaşamın uyumunun bir yansımasıdır aslında. Bu uyumdan yoksunluk demek, özgürlüğü kaybetmek demektir. Bu kayboluşta başlar tüm tahakküm ilişkileri. İnsanın insana olan tahakkümü, insanın diğer canlılar ve varlıklarla kurduğu ilişkilerde de kendini belirginleştirmiştir. Binlerce yıldır sürmekte olan iktidarlı ilişkiler bireyin bir başka birey üzerindeki tahakkümünü olağanlaştırırken diğer canlılar ve varlıklar üzerindeki tahakkümünü de olağanlaştırmıştır. Bu tahakküm ilişkilerinin paralelinde belirginleşen mülkiyetçi anlayış ise insanın kendi dışındaki canlıların ve varlıkların üzerinde de mülkiyetçi davranmasıyla beraber ekolojik uyumsuzluğu daha da arttırmıştır.
Ekolojik uyumdan yoksunlaşan insan, ihtiyaçlarını karşılamakta çeşitli sıkıntılarla karşı karşıya kalmıştır. İhtiyaçların karşılanmasında, iktidar ilişkileri içerisinde belirginleşmeye başlayan tahakküm, iktidarın kolaycılığı bir yöntem olarak benimsemesini sağlamıştır. Hem birey hem de topluluk kullandığı bu kolaycı yöntemle ihtiyaçlarının karşılanmasında sıkıntıları, ihtiyaçları biriktirerek ve mülkiyetine geçirerek aşmak istemiştir.
Biriktirme eylemi esnasında, ekolojik uyumdaki dayanışma, topluluk içi görevlendirmeye dönüşürken; ekolojik uyumdaki paylaşma ise iktidar tarafından mülkiyetine geçirilenlerin dağıtımına dönüşüyor. Toplulukta pozisyonu farklılaşmış kişi ya da kişiler, yani iktidar tarafından yapılan bu dağıtım topluluk içi ceza ve ödüllendirmelerin de temelidir.
İnsan dışındaki canlılarda bulunmayan bu eylem yani biriktirme, biriktirileni mülkiyetine geçirme, uyumun uyumsuzluğa dönüşmesinde ve insanla insan dışı yaşamın ayrışmasında en önemli ayraçtır. Bu iktidarlı anlayış beraberinde insan, insan dışı canlıları ve varlıkları da mülkiyetine geçirmiştir. İnsan diğer canlıların ve varlıkların enerjisinden faydalanmak için o canlıyı ve varlığı mülkiyetine geçirerek, özgürlüğünü kısıtlamış ve böylece tutsaklığı da ilk defa deneyimlemiştir. İktidarlı anlayış içerisinde oluşmaya başlayan olumsuz eylemlere, özgürlüğün kısıtlanması yani tutsaklığın meşruluğu da eklenmiştir.
İnsanın mülkiyet eylemi, insan dışı canlılarda yoktur. Herhangi bir başka canlı ihtiyacından fazlasını biriktirmez. Herhangi bir avcı avladığı bir başka canlıdan sadece ihtiyacı kadarıyla beslenirken, ihtiyacının karşılanması sonrasında beslenmeyi bırakır. Arı ve karıncalarla ilgili biriktirme tahlillerinde ise bu hayvanların toplayıcılık yapamayacakları dönemler için geçici biriktirme yaptıkları anlaşılmalıdır. Kaldı ki bu biriktirmeler, ihtiyacından fazlasını biriktirmesi değil, ihtiyacı kadarının saklanmasıdır. Ekolojik uyumda olmayan bir başka belirgin iktidar özelliği ise, bir canlının başka bir canlının enerjisinden yararlanmasıdır. Böylesi bir yarar ilişkisi içinde olmayan canlılar, diğer hiçbir canlıyı mülkiyetine geçirerek özgürlüğünü kısıtlayıcı bir eylem içerisinde bulunmaz.
Mülkiyetçiliği bulamadığımız tüm canlıları kapsayan bu ekolojik uyum iktidarla bezenen insanı bir nevi dışlamıştı. İktidar ve türevleri, bu ekolojik uyum içerisinde kendini bulamazken, insan ekolojik uyumdan yoksunlaşarak karşısında kaldığı yaşamın tümünü mülkiyetine geçirmek istiyordu. Kriter olarak “insanlığa yararı” esas alınarak yapılan değerlendirmelerle, tüm canlılar ve varlıklar adeta insanlık için birer araca dönüşüyor; yaşam üzerinde kurulacak hâkimiyet ise insanlığın amacına dönüşüyordu.
Bütünüyle karşıtlaşan bu iki karakter arasında bir tarafta sömürücü saldırısıyla “iktidarlı insan” diğer tarafta ise bu saldırıya karşı ısrarla direnen ama gün geçtikçe bir bileşenini daha kaybederek uyumunu yitirmekte olan bir yaşam var. Bu karşıtlık insan ve yaşam arasındaki bir karşıtlık olarak belirginleşiyor gibi olsa da bu görünümün yanılgısına düşmeden karşıtlığın iktidar ve yaşam arasında olduğunu anlamalıyız. Çünkü bu karşıtlığın bir parçası da bu iktidardan mustarip olan insanın ta kendisidir. Karşıtlığı insan ve yaşam olarak görürsek, insanın insan üzerindeki iktidarını, ezenin ezilen üzerindeki tahakkümünü görmez oluruz. Direniş, yaşamın iktidara uyumsuzluğudur. İktidar yaşam üzerindeki tahakkümü ne zaman ve nerede uygularsa uygulasın, orada yaşam bir direniş olmuştur. İktidar karşılaştığı bu direnişler sonrasında kendisini yenilemiş ve geliştirmiştir.
İktidarlı ilişkilerin belirli kalıplarla daha da
örgütlü bir yapıya dönüşmesi, devletsi ilişki
biçimlerinin artması, devletin algılarda olağanlaşması, iç içe bir evrilme süreciyle oluşmuştur. Devlet varlığının belirginleşmesi, devletin bireyler ve toplum üzerindeki tahakkümünün artması, onları belgeleyerek vatandaş yapmasıyla sürmüştür. Bu başka bir anlamda devletin insanları mülkiyetine almasıdır. Mülkiyetindeki vatandaşlarının tüm yaşamsal kararlarını belirleyen, vatandaşlarının sosyal ve ekonomik statülerini dağıtan devlet, böylece ezen ezilen ilişkisini belirginleştirmiş ve vatandaşlarının sömürü hiyerarşisini oluşturmuştur. Bu hiyerarşi içerisinde hiçbir pozisyonu olmayan diğer canlılar ve varlıklar ise devletin daha planlı ve programlı sömürüsüyle karşı karşıya kalmaktadır.
İnsandan hayvana, sudan toprağa oluşan bu sömürü sözde “insanlığın yararına” yapılarak, sömürünün içselleştirilmesi istenmiştir. “İnsanlığın yararına” dogmasının oluşmasıyla artık geriye dönülemeyecek bir ilerleme saplantısı, devletin ve beraberindeki sömürü sisteminin en önemli karakteristik özelliğine dönüşmüştür. Deneyimin bilgiye dönüşmesi ve bilginin ilerleme için kullanılması, insanın bilgiyle olan ilişkisini de çarpıtmıştır. İnsanın, deneyimini aktararak bilgiye dönüştürme eylemi, bilgiyi paylaşma ve dayanışmayla özgürleştirmekte ve ekolojik uyumun insandan insana aktarılmasını sağlamaktaydı. İktidar ise bilginin erişimini kısıtlayarak bilgiyi kendi tekelinde bir tahakküm aracına dönüştürdü. Bu, bilginin iktidarın ilerlemeci anlayışını uygulamasını kolaylaştırdı.
Devlet ve sömürü sistemleri, kapitalizmde bilginin erişimini kısıtlarken, tekelleşmesini ister. İnsanlığa entegre edilmiş bu ilerlemeci anlayış, tüm yaşamı sömürmeyi, bir “insanlık yararı şov”a dönüştürerek uygulamaktadır. İnsanın yiyecek ve giyecek ihtiyaçlarının hayvan endüstrisiyle karşılanmasında ilerleyen tekniklerle yapay gün ışığıyla daha fazla yumurtlatılan tavuk çiftlikleri adeta şov gibi gösterilmekte, bunun tavuklar için bir işkence olduğu gerçeği yok sayılmaktadır. Ya da kürkünden kıyafet yapılmak istenilen bir fokun katledilişinin bir katliam olduğu gerçeği de görmezden gelinmektedir. Bir litre asitli içecek için en az yirmi litre temiz suyun kullanıldığı kapitalizmde “temiz su” tüketilmeye devam ederken, suyun önemi de gittikçe artmaktadır. Ekolojik uyumun çok önemli bir bileşeni olan suyun, kapitalizm için karlı bir meta olan asitli içecek üretiminde bir araç olarak önem kazanması, çok da şaşılacak bir hal almamaktadır. “Temiz su kaynakları tükeniyor” söyleminin sakladığı bu gerçek, bugün suyu yani dereleri şirketlerin talanıyla karşı karşıya bırakmaktadır. Bu talan, aslında bir AVM’nin bile enerjisini karşılayamayacak olan Hidro Elektirik Santral bahanesiyle, derelerin şirketlerin mülkiyetlerine geçirilmesidir. HES projeleri, birincil olarak enerji üretimi için suyun borulara sıkıştırılması gibi gözükse de ikincil olarak suyun satılmak için kapaklanmasıyla sürecektir ve suyun sömürücü patronun ya da katliamcı şirketin mülkiyetine geçmesiyle tamamlanacaktır. Dere yataklarının kurutulması suyun aktığı dere yatağındaki ekolojik yaşamı bitirecek ve bu bitişin neden olacağı etkileşimin sonucunda tüm ekolojik sistem gün be gün artan bir yitişle bozulacaktır.
Bir şekilde isteyerek ya da istemeyerek dahil olduğumuz bu tahribatın hangi tarafında olduğumuz çok önemlidir. Devletlerin piyonu, şirketlerin işçisi olarak yaşadığımız bu kapitalist sistem içerisinde işleyişine ikna olalım ya da olmayalım, ekolojik uyumun yitirilmesinden hepimiz etkileneceğiz. Bugün yaşamlarımızda devletin, kapitalizmin ve iktidarlı ilişkilerin, ilerlemeci anlayışın tartışmasız tarafıysak şunu da bilmeliyiz; yarın ekolojik uyumu tümden kaybetmemiz hepimizin sorunudur. Ekolojik uyumun yavaş yavaş yitirilmesiyle açığa çıkan ekolojik sorunlar, gündelik yaşamda belirginleşmektedir. Sorunların bir bir görülmesi, sorunları çözmek isteyen bir direnişi de beraberinde örgütlemektedir. Devlet ve kapitalizm iktidar geleneği sayesinde direnişin oluşum aşamasında önlemlerle direnişi yönlendirme becerisine sahiptir. Bu sahip olduğu beceri sayesinde yönlendirebildiği direnişleri, özellikle ekolojik uyumun tümü için yapılacak bütünsel bir mücadele olmasından uzaklaştırır. Uzaklaştırarak bütünsel olan ekolojik uyum sorununun sadece bir parçasına yoğunlaştırdığı direnişi, kendisi için sakıncalı olmayan bir anlayışa yakınlaştırır. Kapitalist sistemin bir parçası olan insan, aslında kendisinin de bir etken olduğunun farkındadır. Bu farkındalığı zamanla bir vicdan rahatsızlığına dönüşmüştür. Ekolojik uyumun bütünsel sorununu çevre sorununa indirgeyen “çevreci bir ekolojik anlayış”, sorunun bütünsel olduğunu anlayamamıştır. Bu bütünsellik insanın insanla ve diğer tüm canlı ve varlıklarla olan ilişkisini kapsar. İnsanın insanla olan ilişkisinde, yani toplumsal ilişkisinde açığa çıkan tüm sorunlar ekolojik uyumsuzluğun bir yansımasıdır. Erkeğin kadınla, yaşlının gençle olan tahakküm dolu ilişkisinden, bilenin bilmeyen üzerindeki tahakkümüne ve emeğin tahakkümüne kadar birçok adaletsizliği içinde barındıran toplum kendi toplumsal devriminin gerekliliğini ekolojik uyumun yaratılmasında aramalıdır. Toplumsal devrimin gerçekleşmesi, ekolojik uyumun yaratılmasıyla bir bütünlüğün göstergesidir.
Herhangi bir şirkete ait fabrikanın atık sorununu bir çevre sömürüsü olarak algılayan çevreci anlayış, aynı fabrikanın işçileriyle olan emek sömürüsü sorununun birbirleriyle alakalı olduğunu anlayamaz. Ekolojik uyumu önemsemeyen fabrikadan, atığıyla canlıların yaşamını önemsemezken, çalıştırdığı işçilerin yaşamını önemsemesini de bekleyemeyiz.
Ekolojik uyumun hiçbir bileşeni arasında önem hiyerarşisi olmaksızın kurulacak bütünlükçü bir mücadele yaratılmalıdır. Hayvanın özgürlüğünden suyun, toprağın, havanın özgürlüğüne, tüketim mabetlerine yetmeyecek enerji üretim santrallerin talanından kentsel dönüşümün rant talanına, bu sömürü sisteminin iktidar merkezli anlayışından mülkiyetçi anlayışına, yani kapitalizme karşı topyekûn oluşturulacak bütünlüklü mücadele ile yeniden yaratacağımız hiyerarşisiz, statüsüz, otoritesiz, mülkiyetsiz, iktidarsız yaşam yani ekolojik uyum kurutuluşumuz olacaktır. Bu kurtuluş, yaşamın tutsaklıktan kurtuluşudur. Yani özgürlüktür.
Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 12. sayısında yayımlanmıştır.
The post Ekolojik Uyum Yaşamın Kurtuluşudur appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>