The post Ceren Özdemir’i Katleden Özgür Arduç’un İfadesi Açığa Çıktı appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Katil Özgür Arduç’un tam ifadesi şu şekilde:
“Üzerimdeki montu bir mağazadan çaldım. Ses çıkartan aparatı kopartıp, üzerime giydim. Bıçağı bir av malzemecisinden çaldım. Param olsa silah alacaktım ama param yoktu. Katliam yapmak istiyordum. Zıpkın çalmayı da düşündüm ama ancak bıçak çalabildim. ‘Bıçağın karşısında kim durabilir bir bakayım’ dedim. Bir bıçak darbesinde öldürebileceğim kişiler aradım gözlerimle. Ceren’e daha fazla darbe vuracaktım ama etrafta birileri vardır diye korktum. Ceren’i farklı noktalarda öldürmek istedim. Ama birisinde yaşlı bir adam çıktı karşıma öldüremedim. Kız az daha beni fark ediyordu. Ben hemen büfeye daldım. ‘Hapisteyken mutlaka birilerini öldürmeliyim’ diye kafamda tasarladım. Cinayetten sonra inşaatta sabahladım. Sabah kendime yeni avlar aradım ama fırsat bulamadım.”
The post Ceren Özdemir’i Katleden Özgür Arduç’un İfadesi Açığa Çıktı appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post İki Kızını Av Tüfeğiyle Katletti appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Maltepe’de av tüfeği ile kızları Elif (4) ve Hira (3)’yı katlettikten sonra baba Ali Yardım (29) intihar etti.
Yaşamını yitiren çocukların annesi Dilek Yardım ile boşanma sürecinde olan katil baba, eşini sürekli tehdit ettiği için aralık ayında nezarete girip çıktıktan sonra, çocuklarla vakit geçirme bahanesiyle evine götürdü ve evde katletti.
The post İki Kızını Av Tüfeğiyle Katletti appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post Kötü İktidardır – Hüseyin Civan appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Felsefi önermeleri net bir şekilde ortaya koyabilmek; bu budur diyebilmek hiçbir zaman kolay olmamıştır. Genellikle doğru ya da yanlış olarak kabul gören önermeler dahi, doğru değil mi, yanlış değil mi sorgulamasından kaçınamaz. Bu felsefenin bir gerekliliğidir. Ortaya konulan önermenin doğruluğunu ya da yanlışlığını etraflıca tartışır. Sadece bilimsel verilere uygun ya da uygun değil demek, felsefe için tarihin hiçbir döneminde yeterli olmamıştır ve olmayacaktır. Bu düşünce ve düşünmenin kendisiyle ilgilidir. Daha önce ele alınan bağlamlardan farklı bağlamlar zaman içerisinde belirginleşebilir. Bu da bazen aynı meseleleri, aynı kavramları, aynı önermeleri hiç bitmeyen bir şekilde felsefi düşünce ve düşünmenin konusu yapmaktadır.
Felsefe düşünce tarihi boyunca bu şekilde ele alınan kavramlardan birisi de kötülüktür.
Neden Kötülüğü Tekrar Sorguluyoruz?
Kötülüğün kaynağını bulmaya yönelik sorgulama, içerisinde onunla mücadele etme ve böylelikle onu ortadan kaldırma isteğini de taşır. Özellikle aydınlanma etkisiyle, metafizik nedenlendirmelerden ziyade daha maddi temelde nedenlerle açıklanmaya çalışılan kavram, bu isteğin mümkün olduğundan hareket eder. Yani kötülük, bilimsel bir şekilde açıklanabilirse, onu oluşturan etmenler yok edilebilir. Ancak bu tarz düşünme sadece bireye odaklanır. Bu anlayış kötülüğü suçla eşitler, yok etmenin yolu iyi bir ceza sistemi yaratmaktır. Bugün suç ve ceza sisteminin, kötülüğün engellenmesinde işe yaradığının düşünülmesi bir yana, tam tersi bir etkiye sahip olduğu açıktır. Öte yandan, “eylemi” suç diye niteleyenin de ceza verme yetkisine sahip olanın da varlığı tartışılmadan kötülüğü bu basitlikte ele almak açık bir indirgemeciliktir. Ve tabi ki bunu yapmak birilerinin işine gelir!
Kötülüğe yönelik farklı felsefi yaklaşımlar, hep deneyimlenmiş bir kötülükten yola çıkar. “Kötü olan eylem” i eyleyen ve bu eylemden muzdarip olan… Dolayısıyla mesele (kendi eylemi üzerine düşünebilen) birey, eylemlerini gerçekleştirmesindeki iradesi ve eylemlerinin sorumluluğu üzerinden şekillenir.
Bu tarz örneklendirmelerin farklılığı, kötülüğü ele alırken sadece kötülüğü eyleyen ve bundan etkilenen ikiliğinden çıkarmaya yardımcı olmuş, meselenin daha geniş bir perspektiften ele alınmasını sağlamıştır. Ancak yine de bu daha geniş perspektif, toplumsal olan ile eşitlenmiş, kötülük ve buna kaynaklık eden nedenler etraflıca konuşulmadan bir oldu bittiye getirilmiştir. Ya da bu (ortaya çıkan kötü durumun toplumsal ve psikolojik değerlendirmeleriyle sağlanan) daha geniş perspektif kötülüğün kurumsallaşmış hallerini soyut bir biçimde ele almaya meyletmiştir.
Kötülük Probleminin Siyasallaştırılması
Kötülük probleminin siyaset ile ilişkilendirilmesindeki en büyük örneklerden birisi II. Dünya Savaşı olmuş; bu süreçte yapılan katliam benzeri toplu kötülük örneklerine referanslı birçok yazı kaleme alınmıştır. II. Dünya Savaşı’ndaki “Rasyonalize edilmiş katliamlar”, kötülük meselesinin sadece dinsel kökenlerinden kurtarılmasının yetmeyeceğini açık bir şekilde göstermiştir. Bu durumu açık bir şekilde ifade eden birçok düşünür, böylelikle kötülük problemini başka toplumsal durumlarla ilişkilendirmeye çalışmıştır.
Ancak burada bir başlangıç noktası sorunu vardır. Keza insanlık, II. Dünya Savaşı öncesinde de katliamlar yaşamıştır. II. Dünya Savaşı’nda yaşanan “büyük kötülükler” rasyonel bir şekilde nedenlendirilerek felsefi düşünmenin bir konusu yapılıyorken; bundan önceki “büyük kötülükleri” metafizik motivasyonlarla nedenlendirip, başka boyutlarla ele almamak bir çelişkidir. Dinsel ya da rasyonel nedenlendirmeler, açığa çıkan bu toplu kötülük durumlarını açıklamada güdük kalıyorsa; bunlar arasında bağ kurabilmek, durumu açıklayabilmek için başka bir dayanak noktasına ihtiyaç vardır.
Kropotkin ve Anarşist Ahlak
“Büyük kötülükler”in henüz toplumsal ve psikolojik ilişkilendirmelerle ele alınmadığı; ortada ne eleştirel teoricilerin ne postyapısalcıların olduğu; kötülüğe ilişkin örneklendirmelerin ne Arendt’in Nazi Subayı Eichmann örneğine ne de Foucault’nun Riviere örneğine referans verilerek yapıldığı bir dönemde; 19. yüzyılın sonlarında Pyotr Kropotkin Anarşist Ahlak’ı kaleme alıyordu. Ve sanıldığının aksine metafizik nedenlendirmelerle ya da dogmatik ilkelerle ahlaka konu olan kavramları değerlendirmiyordu.
Daha önce bahsettiğimiz gibi kötülüğe ilişkin yazılanlar deneyimlenmiş kötülük örneklerinden yararlanırlar. Anarşist Ahlak’ta bu örnek, dönemin en ünlü seri katillerinden Karındeşen Jack’tir.
İşlenen cinayetler üç ayrı çerçevede ele alınır. İlki Jack ve katlettiği kişi arasındadır. İlk değerlendirme doğrudan iki birey arasındaki eyleme odaklanır. Bir birey diğerinin yaşamına son vermiştir. Eylemde bulunanın davranışı diğer bireyin varlığını ortadan kaldırmaya yöneliktir.
İkincisi, Jack’i cinayetlere yönelten nedenlerdir. Bunda içinde yetiştiği kültürden okuduğu kitaplara, düşüncesini şekillendiren “dış etmenler” vardır. Bu noktada birey ve içinde bulunduğu nesnellik ve deneyimleri söz konusudur. Şüphesiz bu çerçeve önemlidir. Çünkü bireyin içerisinde yaşadığı sistem söz konusudur.
Ama tam da bu aşamada bir üçüncü çerçeve belirir. Bu üçüncü çerçeve yine “dış etmenler” ile ilişkilidir. Üçüncü çerçevede Kropotkin, “Jack ve bütün Jacklerin katlettiğinin on katından da fazla sayıda kadın, erkek ve çocuğu soğukkanlılıkla katletmiş bir yargıç” sorunsalını ortaya koyar.
Bireyin düşüncesini şekillendirebilen, hareketlerini belirleyebilen “dış etmenler”, Kropotkin’in Anarşist Ahlak’ında nesnel bir veri ya da kaçınılmaz bir gerçeklik değildir. Öte yandan birbirinden bağımsız da değildir. Sistematik bir şekilde işleyen kötülük söz konusudur üçüncü aşamada. Bu ilişkisellik “dış etmenler”in politik bir çözümlemesiyle anlaşılabilir.
Kötü Olan İktidardır, İktidarlıdır
Daha önce vurguladığımız gibi, bu alt başlıkta olduğu gibi iddialarda bulunmak o kadar kolay değildir. Anarşizm nasıl mevcut düzene ilişkin bir eleştiri, özgür bir toplumu gerçekleştirmek için bir ideoloji ve hareket, bu topluma ulaşmak için bir yöntem ve örgütlenme biçimiyse aynı zamanda felsefi bir bakış açısıdır. Ve bu bakış açısının temelinde iktidar ve iktidarlı olanı incelemek önemli yer tutar.
Kötülüğü sadece birey, iradesi ve sorumluluğu üzerinden ele almak bir alanı görünmez kılacaktır. O da bireyin içerisinde bulunduğu nesnel gerçekliktir. Ancak burada gözden kaçan, nesnel gerçekliğin içindeki iktidarın ya da kötülüğün kurumsallaşmış halleridir. Önemli olan, nesnel veri gibi kabul edilen kurumsallaşmış iktidara/kötülüğe odaklanmaktır. Kropotkin’in yapmaya çalıştığı, kötülük meselesinde, bireyin eylemlerini gerçekleştirdiği, eylemlerini gerçekleştirirken etkilendiği, eylemleriyle etkilediği, onun dışındaki dünyada doğal gibi anlaşılan, ancak hiç de öyle olmayan iktidar ve iktidar ilişkilerine odaklanmaktır.
Hobbesçu Varsayım
Ahlak felsefesinin konusu gibi görünen kötülük meselesi, aslında siyaset felsefesi açısından da önemlidir. Bir doğal durumda kaçınılmaz olarak ortaya çıkan Hobbesçu evrensel savaş düşüncesi, insanın özünde kötülük olduğu varsayımına dayanır. Seçimlerinde özgür olan bireyler, kötülüğe meyilli olduklarından ve böyle bir durumda birbirlerine kötülük yapacaklarından dolayı bu özgürlüğü kısıtlayacak bir kuruma ihtiyaçları vardır. Bu devlettir. “Kötü insan” oldukça devlete ihtiyaç vardır. Devlet toplumsal çatışma temelinde kurulduğu için, ontolojik olarak kötülüğe ihtiyaç duyar. Hem de bu kötülüğün ebedi olması lazımdır ki, devlet de varlığını sürdürebilsin. İnsan doğasına kötülük yüklenmesinin sebebi işte budur.
Sözde özünde kötü olanı kontrol altında alan bu kurumsallaşma, yine sözde meşruluğunu bireylerin “varlılığını” devam ettirebilme kaygısıyla kazanır. Ancak ne pahasına? Özgürlük! İktidar ve kurumsallaşmış bir iktidar biçimi olarak devlet “özgürlük” yiyen canavarlardır.
Anarşist felsefe, iktidarı, ister bireyler arasındaki ilişkilerde ortaya çıkmış olsun, isterse de kurumsallaşmış biçimleri olan devlet ve kapitalizm olsun; özgürlüğün tezatı olarak ele alır. İktidar ve iktidarın biçimlerinden kurtulmadan özgürlüğün gerçekleşebileceğini düşünmez.
Burada özgürlük meselesine ilişkin bir ayrımı ortaya koymak, hem “kötüyü eyleme özgürlüğü” gibi bir çelişkiyi fark etmeye olanak sağlayacaktır hem de kötüyü ısrarlıca insan doğasına yıkmaya çalışan bir iktidar fikrinin de altını boşaltacaktır. Bu ayrım özgürlüğün toplumsallığı fikridir.
Özgürlüğün Toplumsallığı
Bakunin’in “insanın sadece özgür insanlar arasında özgür olacağı” önermesi tam da bu duruma odaklanır. Bir kişinin bile özgür olmadığı bir toplumda iktidar ilişkileri devam ediyordur ve bu yüzden, doğrudan ya da dolaylı bu iktidar ilişkisinin sürdürülmesi sağlanıyordur. İşte, özgürlüğün tam da bu kolektif niteliği, onu önümüze “bireyin her istediğini yapma serbestliği” olarak değil de “kolektif bir sorumluluk” olarak çıkarır. Dolayısıyla, Hobbesçu doğal durumda birbirini öldürmeye odaklanan insanlar fikri, özgür olmayan insanları zorunlu kılar.
Bunun nedeni açıktır; özgürlüğün olduğu bir durumda iktidarın varlığı anlamını yitirir. Özgürlük gerçekleşmeden kötü ve kurumsallaşmış kötülükten kurtulunamaz.
Kötülük probleminde, Kropotkin’in üzerinde durduğu işte tam bu meseledir. İktidar ve iktidar ilişkilerinin var olduğu toplumda, dolayısıyla özgürlüğün olmadığı bir toplumda kötülük zorunludur. Ancak burada Kropotkin’in bireyi ve bireyin toplumsal olan ile ilişkisini es geçmeden üstünde durduğu mesele, iktidar kurumları meselesidir. Yöneticiler ve halk, mülk sahipleri ve mülksüzler gibi zorunlu olarak dayatılan ikiliğe dayalı siyasi ve ekonomik sistemler yok edilmediği takdirde “kötülüğün sürdürüleceği”ni savunur. Bu, tabi ki bir öncelik sonralık ilişkisi değildir. Bireyler arasındaki iktidarlı ilişkilerin değişmesi için mücadeleyi, kurumsallaşmış kötülüklerden kurtulma mücadelesiyle eş zamanlı kılar.
Kötü, kötülük gibi kavramlar tartışılırken; varlığının sebebini bu kötülükten alan kurumsallaşmaların es geçilmemesi; bu kavramların özgürlükle ilişkisinin açıkça ortaya konması; ve meselenin sadece psikolojik, toplumsal açılardan değil de siyasal bir perspektifle ele alınması, kötülüğün kaynağını sorgulamakta bize iyi bir çerçeve sağlayacaktır. Tabi anarşist bir bakış açısıyla bu üçünün ilişkisi kurulduğu sürece…
Hüseyin Civan
[email protected]
Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 40. sayısında yayınlanmıştır.
The post Kötü İktidardır – Hüseyin Civan appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post Cumartesi Anneleri Galatasaray Meydanı’ndaydı! appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>1980 Faşist darbesinin baş karakteri Kenan Evren için düzenlenen cenaze töreni sıralarında Cumartesi Anneleri ve yaşam savunucuları Galatasaray Meydanı’nda “Evren’i nasıl bilirdiniz?” diye haykırdı.
12 Eylül faşist darbesini yapan, eski Genelkurmay Başkanı, 7. Cumhurbaşkanı Kenan Evren için cenaze töreni düzenlendiği sıralarda İstanbul’da Galatasaray Meydanı’nda Cumartesi Anneleri ve yaşam savunucuları basın açıklaması yaptı.
Eyleme Cumartesi Anneleri’nin ve yaşam savunucularının yanı sıra Devrimci Anarşist Faaliyet (DAF) ve birçok siyasi kurum, Sivil Toplum Kuruluşları (STK) milletvekilleri ve sanatçılar katılım gösterdi. Eylemde Kenan Evren’in ismi her geçtikçe “yuhlama”, “katil, faşist” sesleri yükseldi.
‘Faşist olarak bilirdik’
Eylem’de 1980 darbesinde gözaltında kaybedilen Hayrettin Eren’in ağabeyi Faruk Eren, 12 Eylül sürecinde binlerce insanın işkenceden geçirildiğini, katledildiğini söyleyerek, “Bunlardan bazıları işkenceden hiç çıkamadı. Biri de ağabeyim Hayrettin Eren’di” dedi. Evren ile ilgili sahte bir yargılama yapıldığını belirten Eren, 12 Eylül darbesinin iktidarda halen sürdüğünü söyledi. Eren, “Nasıl bilirdiniz?” sorusunu, “Faşist katilin teki olarak bilirdik” diyerek yanıtladı.
‘Cani olarak bilirdik’
Ardından devletin darbesiyle katledilen Nurettin Yedigöl’ün kardeşi Muzaffer Yedigöl sözü aldı. Yedigöl, Evren için “35 yıldır çektiğimiz acıların sorumlusu, adını bile anmak istemiyorum bize yaptıklarının bedelini ölüm döşeklerinde can vererek ödedi” diyerek sözüne devam etti, ve “Biz bu dünyada ondan hesap soramadık ama analarımız öbür dünyada ondan hesap soracak” dedi. Yedigöl, “Nasıl bilirdiniz?” sorusuna da şu yanıtı verdi: “İnsanlık suçu işlemiş bir cani olarak bilirdik.”
‘İnsanlık suçlusu olarak bilirdik’
Ardından söz alan 12 Eylül’ün ilk kayıplarından Cemil Kırbayır’ın kardeşi Mikail Kırbayır ise Evren için “Cemil Kırbayır’ın yaşam hakkını elinden aldığı gibi onun mezarını da hapsetmiştir. Bizim mezarına gidip karanfil koyma hakkımızı da elimizden almıştır” dedi. Darbeci Evren’in, Maraş, Çorum ve Sivas katliamlarından da sorumlu olduğunu belirten Kırbayır, buna rağmen Evren’e devlet töreni yapılmasına “Korkumuz insanlık suçu işlemiş olanlara devlet töreninin gelenek halin getirilmesi. Kaygımız budur” sözleriyle isyanını haykırdı.
Açıklama, “Kenan Evren öldü ama fikirleri hala iktidarda. Bu iktidar anlayışı yok olmadığı süre içerisinde Kenan Evren’ler yaşayacak” denilerek eylem sonlandırıldı.
Bu haber Meydan Gazetesi’nin 27. sayısında yayımlanmıştır.
The post Cumartesi Anneleri Galatasaray Meydanı’ndaydı! appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post Devlet Katili Aklar Tecavüzcüyü Korur appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Bu topraklarda kadınların yaşamları, babaları, abileri, sevgilileri, erkek kardeşleri ve hiç tanımadığı erkekler tarafından çalındı yıllar boyu. Tacizle, tecavüzle, cinayetle bastırıldı kadınların sesi; yok sayıldı kimlikleri; görünmez kılındı varoluşları. Erkek taciz etti, devlet akladı; erkek tecavüz etti, devlet izin verdi; erkek katletti, devlet meşrulaştırdı.
“Ailenin ve Nüfusun Korunması Paketi” adı altında devlet, kadını “korumaya” kalkışıyormuş gibi görünse de son zamanlarda, kadının ev içi köleliğine hapsedilmesinin, iradesinin yok edilmesinin yasal zemini sağlanıyor meclis salonlarında. Daha fazla çocuk doğuran kadına yapılacak olan daha fazla para yardımı; doğuran kadına, ücret kesintisi olmasın diye, devlet tarafından ödenecek maaş; doğurulacak çocuk sayısıyla doğru orantılı uzayan izin süreleri… Kadının özgürleşmesinin önünde, devletin inşa ettiği duvarlar giderek yükseledursun; “erk”ek devletin çıkardığı her bir yeni yasa, bu topraklarda adı zaten ölümle kazınmış kadının yok oluşu oluyor, dikiliyor karşımıza.
Geçtiğimiz yıl boyunca, erkekler tarafından 294 kadın katledildi. %46’sı kocaları, %10’u sevgilileri tarafından katledilen bu kadınların %9’u, daha önce şiddet gördüğü erkeklerden şikayetçi olsa da koruma alamadı. 2014 yılı içerisinde, kadın cinayetlerinde %59 oranında ateşli silah, %30 oranında kesici alet kullanıldı; kadınların %11’i ise dövülerek, boğularak ya da yüksekten atılarak katledildi. Kadınları katleden erkeklerin %4’ü daha önce “şiddet”ten yargılanmışsa da, denetimli serbestlikle, beraatle ya da afla serbest bırakılmıştı. 1090 erkek şiddeti haberinin yayınlandığı 2014 yılında kadın katliamı, 2013’e göre %31 artmıştı.
Tüm bu rakamlarla, geçtiğimiz yıl boyunca katledilen kadınlar, tıpkı daha öncekiler gibi istatistiklere hapsedildi; yalnızca birer “rakam” olarak devletin veri tabanlarına girildi.
Bütün bir yıl boyunca, yaşanan her bir kadın cinayetinin ardından işleyen dava süreçleri, adaletsizliği de yine beraberinde getirdi. 2014’ün Ekim ayında, aldatıldığından şüphelenip Huriye Kara’yı katleden Halil Kara’nın yargılandığı davada, mahkeme katili aklama yolunda, Halil Kara’nın akıl sağlığının yerinde olup olmadığına dair bir rapor istedi. Adana’da 16 yaşındaki kız çocuğu H.P.’ye tecavüzle suçlanan iki polisin de aralarında olduğu dört kişi, tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakıldı. Bu ve benzeri birçok örneğin daha yaşandığı 2014 yılında da, kadın cinayeti davalarındaki adaletsizlik ortadan kalkmadı; kadın tacizcisi-tecavüzcüsü-katili erkek, devletin adaletiyle her defasında yine aklandı.
“Haklı” Katilin Kalkanı: Haksız Tahrik İndirimi
TCK’nın 29. maddesinde düzenlenmiş olan ve “suç işleyenin psikolojik durumuna etkili olarak kusurluluğun azalmış olacağı”nın zeminini kabul eden haksız tahrik hali, kadınları katleden erkeklerin en büyük yasal dayanaklarından.
“Boşanmak istedi”, “aldatıldım”, “erkeklik gururuma hakaret etti”, “sevişmek istemedi”… açıklamalarıyla kendisi savunan her erkeğin işlediği cinayeti meşrulaştırmasına yarayan haksız tahrik indirimi, kadına yönelik şiddet-cinayet davalarında “erk”ek adaletin en büyük timsali niteliğinde. Kadının beyanının aksine, erkeğin haksız tahrike yönelik beyanının esas alındığı bu uygulama dahilinde, mahkeme eğer tahrik unsuru olduğunu kabul ederse, sanığın cezasını ¼ oranından ¾ oranına kadar düşürebiliyor. Cezasını hafifletmek isteyen erkeğinse herhangi bir sebep öne sürmesi, haksız tahrik indiriminden yararlanması için yeterli kabul ediliyor.
Kadın hareketi içerisinde aktif bir şekilde mücadele ederken, eski eşi tarafından vurularak katledilen Sevim Zarif’in davası, kadın cinayeti davalarında uygulanan haksız tahrik indiriminin ilk gerçeği oldu bu toprakların yargı sisteminde. 2007 yılında katledilen Sevim Zarif’n davası, 2008 yılında sonuçlanmış, Zarif’in katili olan eski eşi Yaşar Özcan iki kez ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına çarptırılmıştı. Ancak eski bir avukat olan katil, tüm yargılama süreci boyunca hukukun erkeği koruduğunun farkında bir şekilde haksız tahrik indiriminden yararlanmak için çırpınmış ve bu çaba yıllar boyu sürecek kadın cinayeti davalarında da katil erkekler için, erkek yargıyla yapılabilecek eşsiz bir işbirliğine dönüşmüştü.
Sevim Zarif’in katilinin açtığı yolda ilerleyen birçok katil oldu yıllar içerisinde. Ayşe Paşalı’yı katletmeden önce, kaç yıl ceza alacağının araştırmasını internetten yapan İstikbal Yetkin, yoğun kamuoyu baskısı oluşan dava sürecinde başaramamış olsa da, haksız tahrik indiriminden yararlanabilmek için çok uğraştı.
Zarif ya da Paşalı davaları kadar gündem olamayan birçok kadın cinayeti davasında ise haksız tahrik indirimi katillerin kurtuluşu oldu. 2010 yılında, Nazlı Umakoğlu’nu katleden İmadettin Umakoğlu’nun “bana kadınlık yapmıyordu ve yatak odasına almıyordu” beyanı, mahkeme tarafından ağır tahrik olarak kabul edildi. 2011’de Hülya Kalkan’ı katleden Hakan Kalkan “aldatıldım” diyerek erkek adalete sığındığında cezasını ağırlaştırılmış müebbetten, 20 yıllık hapis cezasına düşürmeyi başardı. 2014 yılında ise, boşanmak istediği Vedat Tanış tarafından katledilen Canan Tanış’ın davasında, katil eşinin kendisini aldattığını söyledi; mahkeme ise Canan Tanış’ın “evlilik birlikteliği içinde sadakat yükümlülüğüne aykırı hareket ettiği”ni söyleyerek katilin haksız tahrik indiriminden faydalanmasını sağladı.
İyi Giyinen Katilin Kalkanı: İyi Hal İndirimi
TCK’nın 62. maddesinde düzenlenen iyi hal indirimi de, katleden erkekler için, yargıda aklanma yolunda, haksız tahrikten sonra, kullanılacak ikinci yöntem. Bu yöntem, kadın cinayeti davaları dışında da kullanılıyor olsa da, özellikle kadına yönelik şiddet ve cinayet davalarındaki uygulanış biçimiyle, katledeni her defasında 1/6 oranında aklıyor ve kadına yönelik şiddetin türlü biçimlerini meşrulaştırıyor.
İyi hal indirimi, 2013 yılının ilk kadın cinayeti olarak kayıtlara geçen Gülşah Sarcan’ın davasında görülmüştü daha önce. Eski eşi Sinan Seven tarafından, çocuğunun gözleri önünde önce bıçaklanan, yaşamını yitirdikten sonra da cansız bedeni TEM otoyoluna bırakılan Gülşah Sarcan’ın katledilmesinin ardından Seven’in yargılandığı davada, katilin “pişmanlığı” göz önünde bulundurularak iyi hal indirimi uygulanmıştı. Yine 2013 yılında, Kezban Doğan’ı, başına poşet bağlayarak ve ağzına zorla soktuğu hortum tüpüyle boğarak katleden Adem Çıraç’ın yargılandığı dava süreci boyunca mahkeme heyetine “saygıda kusur etmemesi”, her duruşmaya takım elbiseyle çıkması sonucu yararlandığı “iyi hal indirimi”, mahkemeye saygı indirimi olarak çokça yer aldı haberlerde. Aynı yılın Aralık ayında boşanmak istediği Durmuş Ali Özdoğan’ın boğarak katlettiği Halime Özdoğan’ın davasında da “erk”eğin adaleti değişmedi: Katil iyi hal indiriminden yararlandı.
Devletin Kalkanı: 6284 Sayılı Koruma Kanunu
1998 yılında çıkartılan ve kadının şiddetten korunmasına dair ilk özel yasa niteliğini taşıyan “Aile İçi Şiddete Karşı Koruma Kanunu”, yalnızca evli olan kadınların eşlerinden korunmasını öngörüyordu ve bu sebeple de baba, abi, kardeş, sevgili ya da herhangi bir erkekten kaynaklanan şiddetin önlenmesi konusunda yetersiz kalıyordu. Bahsi geçen kanunun yetersizliği 2012 yılınca gündeme getirilince, devlet koruması medeni ayrım yapılmaksızın tüm kadınlara yönelik öngörüldü.
Ama olmadı.
2014 yılında 23 kadın koruma tedbiri uygulanırken katledildi. 21 kadın ise haklarında çağrılı koruma kararı varken, İçişleri Bakanlığı Emniyet Genel Müdürlüğü’nden Tarıkhan Çetiner’in açıklamasına göre “ani gelişen olaylar sonrasında çağrıda bulunamadığı için” yaşamını yitirdi.
Geride bıraktığımız yıl, 6284 sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanunun ilgili maddesi kapsamında, 124 kadın kimliğini değiştirdi. Erkek şiddetinden korunmak için isim değiştirmek yetmeyince, mahkeme şiddet gören kadına, tedbir olarak, estetik ameliyatla yüzünü değiştirmesini önerdi.
Yani aslında, 2012 yılında çıkartılan 6284 sayılı kanun da cinayetleri engelleyemedi, aksine kadına yönelik şiddet, kanun çıkarıldığından bu yana 2.5 kat daha artarak devam etti.
“Erk”in Adaleti, Kadın Katlinin Sebebi
Kadına yönelik taciz davalarında ertelenen cezalar; tecavüz davalarında açıklanması geriye bırakılan hükümler, para cezasına çevrilen hapis cezaları; katleden erkeklerin yargı süreçlerindeki haksız tahrik ve iyi hal indirimleri…
Katledilen her kadının ardından “derin elem”lere dalan devlet yetkilileri, her defasında “bu işin peşini bırakmayacağız” nidalarıyla boy gösteriyorlar gazetelerde, televizyonlarda. Katledilen her bir kadının acılarını yüreklerinde hissettikleri yalanlarının ardına gizliyorlar kan kokan adalet saraylarını, katili koruyan adaletlerini. İndirimle sonuçlanan her cezayla yeni katillerin güvencesi pekiştirilir, erkek şiddeti meşrulaştırılırken; katledilen her bir kadının hayalleri, yaşamları gömülüyor “erk”ek adaletin kanunlarıyla.
Kadının bedenini, kimliğini, varoluşunu yok sayan; kendisi erkek olan ve bunun üzerinden devamlılığını sağlayan hiçbir adalet sarayında sorulmayacaktır katledilen kadınların hesabı. Yok edilen hayallerin, yitirilen yaşamların hesabı, erkek devletin erkek adaletiyle ödenemeyecektir. Çünkü katledilen her bir kadının ardından büyüyen öfke ne adalet saraylarına sığabilir; ne de kaybettiklerimizin acısı, hapishanelere kapatılanlarla dindirilir.
Merve Arkun
Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 25. sayısında yayımlanmıştır.
The post Devlet Katili Aklar Tecavüzcüyü Korur appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post Polis Dayağının Tanığı Mahkemede“Ben Olsam Ölmüştüm” dedi appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Taksim Polis Merkezi’nde maruz kaldığı şiddet nedeniyle patlayan dalağı alınan 35 yaşındaki Mehmet Nezir Çirik’e işkence ettikleri iddiasıyla 12 polisin yargılandığı davada tanık olarak dinlenen Murat A., “Öldüresiye dövdüler. Kafasına ve değişik bölgelerine vurdular. Ben olsam ölmüştüm “dedi.
Davada Kemal A. ve Murat A. tanık olarak dinlenirken, Murat A. ifadesine şunları söyledi:
“Çirik ve arkadaşı bulunduğum nezarethaneye getirildi. Adam sigara içmek istediğini söyledi fakat zorla nezarete soktular. Bu defa bütün polisler gelip şahsı tekme tokat öldüresiye dövdüler. Hatta kafasına ve değişik bölgelerine vurdular. Ben olsam ölmüştüm. Bu arada dövülüp nezarete konan şahıs polislere ‘Kürt olduğumdan dolayı bunları yapıyorsunuz’ diye bağırdı.”
“Polis Türkçe konuşmaları için ikaz etti”
Diğer tanık Kemal A. ise ifadesinde şöyle dedi: “İki kişinin Kürtçe konuştuğunu duydum. Polis Türkçe konuşmaları için ikaz etti. Sonra o iki kişi bizim bulunduğumuz nezarethaneye geldi. ‘Kürtçe konuştuğumuz için bunlar oldu’ dediler. Polisler geldi. Ellerinde biber gazı vardı. Korunmak için yüzümü kapattım. Polislerin biber gazını kimlere sıktığını görmedim.”
The post Polis Dayağının Tanığı Mahkemede“Ben Olsam Ölmüştüm” dedi appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>