The post Başur Eylemlerinde 2. Gün: En Az 6 Kişi Yaşamını Yitirdi appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Bugün 2. gününe giren eylemler, bölge genelindeki diğer şehirlere de yayıldı. 3 binden fazla kişinin katıldığı eylemler, özellikle Germiyan, Hewlêr ve Halepçe’de etkisini gösterdi. Eylemcilere yapılan saldırılarda en az 80 kişi yaralandı. Gelen son bilgilere göre ise Raniye’de 6 kişi yaşamını yitirdi.
Devlet, eylemleri yayınlayan muhalif NRT kanalının binasına baskın düzenleyerek çalışanları gözaltına aldı ve yayını kesti. Irak hükümeti, aynı zamanda T.C ve İran devletlerini de ‘‘Kürt azınlıklara sahip olmalarından” dolayı, dikkatli olmaları konusunda ”uyardı”.
Yeni Nesil Hareketi (Neway Nwe) lideri Shaswar Abdulwahid, uçağı Süleymaniye Havalimanı’ na indiğinde gözaltına alındı. Aynı zamanda Kürdistan Bölgesi parlamenteri Rabûn Mehrûf’un da, Süleymaniye’de gözaltına alındığı söyleniyor.
Kifti, Takya ve Çemçemal’de saat 19:00’dan itibaren çarşambaya kadar sokağa çıkma yasağı ilan edildi. Darbandikhan ve Süleymaniye arasındaki yollar, büyük eylemlerin önüne geçmek amacıyla kapatıldı.
The post Başur Eylemlerinde 2. Gün: En Az 6 Kişi Yaşamını Yitirdi appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post Anarşistlerin Ekonomi Tartışmaları (24): “Sivil Toplum Vebası: Orta Sınıf Ve Orta Sınıf Memnuniyetsizleri” appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>İspanya’da 2008 küresel finansal kriziyle birlikte başlayan ekonomik kriz halen sürmektedir. Anarşist Ekonomi Tartışmaları başlıklı yazı dizimizin bu bölümünde, Miguel Amorós’un, ekonomik krizi ve kemer sıkma politikalarına karşı gelişen toplumsal hareketleri analiz ettiği, 30 Nisan 2015’te Murcia şehrindeki Cafetería Ítaca’daki konuşmasını aktarıyoruz. Bu metnin özellikle ekonomik krizi, krizin etkilediği sınıfları, sınıfların (özellikle orta sınıfların) ortaya koydukları siyasi yapıları ve ezilenlerin mücadelesinin tüm bunlarla ilişkilerini anlamak açısından önemli olduğunu düşünüyoruz. Miguel Amorós, kriz sonrasında ortaya çıkan, Syriza ve Podemos tarzı partilerin ekonomik alt yapısını ortaya koyuyor ve toplumsal mücadelenin nasıl manipüle edildiğini deneyimlerden yola çıkarak oldukça iyi yansıtıyor.
Miguel Amorós: Valencia’lı anarşist militan, tarihçi ve teorisyen, 1968’den itibaren Kara Bayrak, Özgür Dünya, Barikat, Kontrol Edilemeyenler, Özyönetimi ve Toplumsal Devrimi Savunan İşçiler gibi birçok anarşist grubun kuruluşunda yer aldı. Bir süre tutsaklıktan sonra sürgün gittiği Fransa’da işçi mücadelesinin ve endüstri karşıtı hareketlerin içinde yer aldı. Franco sonrası geçiş döneminde işçilerin öz örgütlülüğünü savundu. Özellikle 1936 İspanya Devrimi ile ilgili biyografi kitapları ile bilinen Miguel Amorós, aynı zamanda kalkınma karşıtı ve özgürlükçü dergi Argelaga’nın editörlüğünü yapmaktadır.
Ekonomi ve politikanın yakından ilişkili olduğu temel bir gerçektir. Bu ilişkinin mantıksal sonucu olarak, fiili politikaların temelde ekonomik olması gerekir: pazar ekonomisinin de bir pazar politikası vardır. Dünya pazarlarını yöneten güçler, hem iç hem dış politikalara ilişkin devlet üzerinde fiili baskı uygular. Bu baskı, ülke düzeyinde olduğu gibi yerel düzeyde de aynı şekilde uygulanır. Bu baskıyı uygulayabilmelerini sağlayan şey şudur: ekonomik büyüme, kapitalizmin politik istikrarı için gerek ve yeter şarttır. Kapitalizmdeki parti sistemi, ekonomik gelişme hızıyla uyumlu olarak serpilir. Gelişme vites artırdığında politika genelde iki-partili sistem biçimini alır. Gelişme durakladığında politik panorama, sanki bir homeostatik mekanizmaya bağlanmışçasına çeşitlenir.
Kökeni emeğin sömürülmesine dayanan, toplumsal bir ilişki olan kapital, insanın tüm eylemlerini ve her alanını gasp etti: kültür, bilim, sanat, günlük hayat, dinlence, politika… Toplumun köşe bucak nesi varsa metalaştırılmış olması, hayatın kendisinin, her yönüyle ticari standartlara göre işlemesi demektir, başka bir deyişle, hayatın her yönü kapitalizmin mantığıyla yönetiliyor demektir. Bu özelliklere sahip bir pazar toplumunda, kelimenin klasik anlamıyla sınıf (çatışma halindeki ayrı dünyalar) yoktur. Birbirinden farksız ve uysal bir kitlenin içinde, sermaye sınıfının -burjuvazinin- sınırının nerede başladığı belirsizdir. İdeolojisi ise genele yayılmıştır ve sınıf farklarına rağmen bütün davranışlar buna göre düzenlenir. Sınıflar arasındaki sınırların bulanık olması, bu özel durumda, toplumsal eşitsizliğin azalması nedeniyle değildir; Tam tersine, toplumsal eşitsizlik daha da artmasına karşın paradoksal bir şekilde algılardaki netliği azalır ve bunun sonucunda gerçek mücadelecilik seyrekleşir. Burjuva yaşam tarzı, burjuva olmayan sınıflara sızdı ve radikal değişim arzusunu sulandırıyor. Ücretli çalışanlar başka bir yaşam şekli ya da başka tür bir toplum istemiyorlar, ya da istedikleri en fazla, var olan toplumun içinde daha iyi bir pozisyon yani daha fazla alım gücü. Şiddetli çatışma hali, uç bölgelere taşındı: artık en büyük çelişkilerin temelinde sömürü değil, dışlama var. Tarihsel ve toplumsal dramın oyuncuları artık pazarda sömürülenler değil, kovulanlar ya da pazardan ayrılmayı seçenler: “sistemin” dışında konumlanan ve genelde ona zarar verecek şekilde hareket edenler.
Kitle toplumu standart ama son derece hiyerarşik bir toplumdur. Onun hakim tepelerindeki kadrolar, bir mülk ve rant sahipleri sınıfı değil, tam bir idareciler sınıfı oluşturan üst düzey yöneticilerdir. Yani güç, kişinin sahip olduklarından değil kişinin görevinden gelir. Karar süreci, toplumsal hiyerarşinin en yüksek kademelerinde yoğunlaşırken; baskılar, genelde güvencesiz iş ve dışlanma yoluyla, toplumsal hiyerarşinin en alt kısmını ezer. Ara kademeler ne ezilmenin acısını hissederler, ne de bununla ilgilenirler, sadece kabullenirler. Fakat ekonomik kriz dönemlerinde ezici güçler toplumsal terazide yükselirken onları aşağı çeker. Daha sonra, orta sınıflar denilen bu tabakalar, parti sisteminin temelini oluşturan duyarsızlıklarından uyanırlar, toplumsal hareketleri kirletirler ve yeni ittifaklar ve partiler biçiminde politik girişimlerde bulunurlar. Amaçları hiç kuşkusuz, proletaryanın kurtuluşu, ya da özgür üreticilerden oluşan özgür bir toplum değildir. Çok daha yavan hedefleri vardır, çünkü elde etmek istedikleri şey sadece orta sınıfı kurtarmaktır, yani onu proletaryalaşmaktan kurtarmak.
Kapitalizmin coğrafi ve toplumsal genişlemesi, üretim sürecinin örgütlenmesiyle ilişkili ücretli emek sektörlerinin genişlemesine, ekonomide üçüncü sektörün gelişmesine ve toplumsal yaşamın profesyonelleşmesine ve devletçi bürokratikleşmeye yol açar: memurlar, danışmanlar, uzmanlar, teknisyenler, beyaz yakalı idari kadrolar, gazeteciler, serbest meslek sahipleri, vb. Statüleri, üretim araçlarının sahipliğinden değil, akademik eğitimlerinden gelir. Klasik sosyal demokrasi, bu yeni “orta sınıfları”, ılımlı reformcu politikaları mümkün kılan bir denge unsuru olarak algıladı ve tabii ki bu sınıfların daha da gelişmesi, küreselleşme sürecinin çok zorlukla karşılaşmadan en yüksek düzeyine erişmesine izin verdi. öğrenci sayısının katlanarak artması bu sınıfların gelişiminin anlamlı bir göstergesiyken; üniversite mezunları arasındaki işsizlik eğitimlerinin değer kaybettiğini ortaya koydu ve birdenbire proletaryalaştıklarını gösterdi. Buna verdikleri cevap, tabii ki, doğalarına tamamen yabancı olan, anti-kapitalist bir karakter değil, geçmişteki sosyal demokrat reformculuğa ateşli bir bağlılıkla birlikte politik sahnenin ılımlı bir revizyonu oldu.
Orta sınıf, modern bilinçsizliğin tam ortasında dururken, bu haliyle, kendi özel durumuna kafa yormuyor; kendi gözünde, durumu evrensel. Her şeyi, krizin etkisiyle numarası artan gözlüğünden görüyor. Onun anlayışında herkes orta sınıf ve herkes kendini ifade etmek için düşünürlerinin (Negri, Gramsci, Foucault, Deleuze, Derrida, Baudrillard, Mouffe, vb.) onlara sağladığı prefabrik dili kullanmak zorunda. Politikası ise, herkes vatandaştır, yani bir seçmen toplumunun üyesidir ve herkes coşkuyla, seçimlere ve seçmen katılımını mobilize eden teknik mekanizmaya katılmalıdır: bir yanda post-modern ideolojik az gelişmişlik, diğer yanda teknolojik-donanımlı parlamenter az gelişmişlik. Dünya görüşü, taraftarlarının toplumsal çelişkileri sınıf mücadelesi olarak görmesini engeller; onlara göre, böylesi çelişkiler varlıkların hatalı dağıtılmasından kaynaklanır; bu sorunun çözümü devletin elindedir ve bu yüzden orta sınıfı en iyi temsil eden siyasi oluşumların politik hegemonyasına bağlıdır. Orta sınıf politik kimliğini kapitalizme karşı değil, “kast”a, yani devleti babasının çiftliği yapan siyasi oligarşiye karşı yeniden oluşturur. Diğer çürümüş kesimler, bankerler, emlak müteahhitleri ve sendika liderleri ikinci seviyeye düşer. Orta sınıfın özelliği korkak olmasıdır; onu hareket ettiren korkudur; kendinden emin ve sakin olmasının yanı sıra, hırs ve gösteriş özellikleri de bulunur. Sınıf coşkusu parlamentarizm içinde tamamen tükenir; vermeyi düşündüğü tek kavga seçim kavgasıdır çünkü planlarında, korkularının kaynağı olan iktidarla karşılıklı cepheleşmeye yer yoktur ve ilk önceliği 2008 öncesi statüsünü geri kazanmaktır.
İşçi sınıfı toplumları sermaye tarafından yok edildiğinde, “vatandaşlık” kavramı yedek bir kimlik sunar. Vatandaş, oy hakkına sahip bir varlıktır ve görünüşte düşmanları ne sermaye ne de devlettir. Onun düşmanları, çaresizlikle kuşatılmış orta sınıfın devlet kurumlarına doğru yürüyüşünün önünde duran en büyük engel olan eski çoğunluk partileridir. Fakat küresel pazarın kötü davrandığı orta sınıfın ideolojisi olan sivil toplum ideolojisi, sadece Stalinist işçiciliğin bir çeşidi olmanın ötesinde; burjuva radikalizminin post-modern çeşididir ve bu yüzden toplumsal gerilemenin öncü koludur. Toplumsal imajı yararına bile olsa, modası geçmiş kabul ettiği anti-kapitalizm içinde yer almaz, onun yerine az çok popülist türde bir sosyal liberalizmi benimser. Çünkü her ne kadar, dışlanma riski olan ama otonom hareket edemeyecek kadar yönlerini şaşırmış kitleleri ve sivil toplumun ekonomi ve devletin dışında yeniden örgütlenmesini dayatamayacak kadar zayıf toplumsal hareketleri desteklemek onların yararına olsa da, sivil toplum ideolojisinin özü, orta sınıfların düşüşü ve orta sınıfın gerçek arzularıdır. Bu anlamda, IU, MC ve IC1 ile başarısızlığa uğrayan neo-Stalinizm’inin halefi ve mirasçısı olan sivil toplum ideolojisi; kendine özgü bazı otoriter antikalıkları koruyup kimlik oluşturmak için şu ya da bu sembolü kullanmasına karşın yok olmayan aşağılık komplekslerine ve liderlik arzularının hüsrana uğramasına rağmen devam etmekte. Sivil toplum programı, bir sonradan görme programıdır: son derece esnektir, ilkelerin önemi yoktur; stratejisi bilinçli bir şekilde çıkarcıdır, çünkü neredeyse bütün işsiz siyasi maceracıları kullansa da, saflarını dolduranlar genelde siyaset sahnesinde yeni, sadece kısa vadeli hedefleri olan kariyer sahipleridir.
Sivil toplum programlarının hiçbirinde, yaşamın araçlarının toplumsallaşması, öz-yönetimin genelleşmesi, siyasi uzmanlaşmanın engellenmesi, mahalle meclisleri, komünal sahiplik ya da bölge nüfusunun dengeli dağılımı çağrıları yok. Sivil toplum partileri ve ittifakları basitçe, kemikleşmiş tabanını genişletecek şekilde, “zenginliğin” yeniden dağıtılması çağrısı yapıyor, yani güvencesiz işçiliğin önüne geçmek ve işsiz üniversite mezunlarının büyük kısmının iş gücüne katmak için belli kurumlara bütçeden pay ayrılması konusunda ajitasyon yapıyor; bu niyetler hiçbir şekilde geçmişle bağını koparma tehdidi içermiyor. Siyaset arenasına düşman olarak bile girmiyorlar; [Ç.N. faşist diktatör Franco’nun ölümünden 3 yıl sonra yapılan referandumla kabul edilen] 1978 anayasasını değiştirmek konusundaki söylemleri samimi değil. Daha ringe ayak basmadılar ama bolca gerçekçilik ve ılımlılık gösteriyorlar, küfür ettikleri “kast”a köprüler kuruyor, partilerinin bazılarıyla anlaşma bile yapıyorlar. Örgütler olarak birleşip medyada yeterince etki sahibi oldukları zaman, bir sonraki adımda, var olan sistemi eskisinden daha net ve etkili şekilde yönetecekleri gerçeğinin farkındalar. İstikrarı bozacak hiçbir önlemi onaylamıyorlar çünkü sivil toplum hareketinin liderleri, devlet gemisinde dümene geçtikleri zaman ekonominin daha düzgün gelişeceğini göstermek istiyorlar. Kendilerini ekonominin kurtuluşu için umut olarak sunmak zorundalar ve bu yüzden projeleri, ilerlemeyi üretkenlik olarak tanımlıyor, yani kalkınmacı. Bu yüzden, vergi sistemindeki reformlar ya da çevresel kaynakların yoğun sömürüsü yoluyla elde edilecek bile olsa, istihdam yaratacak, gelir dağılımını yeniden düzenleyecek, ihracatı artıracak olan endüstriyel ve teknolojik büyümeyi savunuyorlar. Bu öneriler söylenebilecek en hafif şey, yaratılacak olan işlerin toplumsal olarak faydasız olacağı ve gerçek ihtiyaçları karşılamayacağı. Politik gerçekçiliklerini tamamlayan ekonomik gerçekçiliğin buyruğu altındalar: politikanın dışında hiçbir şey ve pazar dışında hiçbir şey — her şey pazar için.
Ulusalcı türleri dâhil, sivil toplum hareketinin görece yükselmesi, ekonomik krizin şiddetlendiğini gösteriyor. Ancak bu yükseliş, toplumsal ayrışmayı derinleştirerek örgütlü protesto hareketine yol açmak şöyle dursun, ezenleri saklayıp örtbas ederek yalancı bir muhalefetin ortaya çıkıp gelişmesini sağladı. Bu muhalefet, tahakküm sistemini sorgulamak bir yana, onu destekleyip güçlendiriyor: yarı yolda durdurulan bir kriz. Yine de, toplumun ezilmesi ve yabancılaşmayı çok şiddetli ve uzun vadede politik meseleler olarak kamufle edemeyip toplumsal meseleler olarak ortaya çıkacaklar. Toplumsal meselelerin patlaması, gerçek toplumsal mücadelenin geri dönüşüne bağlıdır. Medyaya ve politikaya yabancı olan bu mücadele, yerinden yurdundan en çok koparılan kesimlerin içinden doğan inisiyatiflerle doludur. Bu kesimler, kendilerini orta sınıfın gemisine bağlayan ipleri kesmeye ve doğayla ilgili burjuva ön yargılarını bir kenara bırakmaya karar verdiklerinde kaybedecek pek bir şeyi olmayanlardır. Fakat bugün, potansiyel olarak sistem karşıtı kesimler tükenmiş ve otonom olarak örgütlenemiyor gibi görünüyor. Bu yüzden sivil toplum hareketi alt kademelerde at koşturuyor ve mevcut kurumların kapısını tıklatarak girmek için izin istiyor.
1) IU: Izquierda Unida—Birleşik Sol — kuruluşu 1986.
MC: Movimiento Comunista—Komünist Hareket—kuruluşu 1971.
IC: Iniciativa per Catalunya—Catalonia İçin İnisiyatif—kuruluşu 1987.
Yazar tarafından sağlanan ingilizce çeviri: https://libcom.org/library/civil-society-plague-middle-class-its-discontents-%E2%80%93-miguel-amor%C3%B3s
Miguel Amorós
Çeviri: Özgür Oktay
Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 36. sayısında yayınlanmıştır.
The post Anarşistlerin Ekonomi Tartışmaları (24): “Sivil Toplum Vebası: Orta Sınıf Ve Orta Sınıf Memnuniyetsizleri” appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post ” Yunanistan’da Erken Seçim ve Syriza ” – Alp Temiz appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>
Ekonomik kriz, kemer sıkma politikaları, referandum, meclis oylamaları derken Çipras’ın istifası Yunanistan’ı son bir yılda ikinci kez seçime götürüyor.
Yunanistan halkı ekonomik krizle birlikte Çipras’ın imzaladığı kemer sıkma politikaları yüzünden can çekişirken Çipras çoklu fayda gözeterek erken seçimin yolunu açıyor.
Seçimden önceki beyanları ile popülerlik kazanan ve Yunanistan halkına iyi bir yaşam vaat eden Syriza’nın seçimden sonra yaptıklarıyla düzene karşıt politikalar uygulayıp uygulamadığı ve toplumsal muhalefeti evrilttiği konum tartışılıyor.
Krizin Umudu, Radikal Sol: Syriza
2008’deki ekonomik krizden sonra Yunanistan halkının yaşadığı ekonomik sıkıntılar çözülemeyince toplumsal muhalefet yükselişe geçmiş, halk sokaklara çıkmıştı. Yükselen toplumsal muhalefetin bir bölümünü, Troykanın önerdiği ekonomik paketlere boyun eğmeyeceği yönündeki söylemleriyle seçimlerde yanına çeken Syriza, bir türlü çözülemeyen ekonomik krize umut olacağı düşüncesiyle seçimlerden birinci parti olarak çıktı.
Ocak ayının sonundaki genel seçimde 149 milletvekili çıkaran Syriza tek başına hükümet kuramayınca 13 sandalyeye sahip sağ parti ANEL ile koalisyon kurarak iktidara gelmişti.
Syriza İktidarda
Halkı ekonomik sıkıntılardan kurtaracağı umuduyla iktidara gelen Syriza, iktidara gelişiyle birlikte eleştirdiği kemer sıkma politikalarıyla uğraşmak zorunda kaldı. Bir yanda kemer sıkma politikalarına karşı seçimden önceki radikal ve düzen karşıtı söylemleri, diğer yanda Avrupa Birliği’nden ve Avro Bölgesi’nden ayrılmayı düşünmeden, Avrupa’dan yardım talep eden düzen içi çözüm arayışlarına girmenin çelişkisindeki Syriza, kendisini Avrupalı kreditörlerle anlaşma yapmaya çalışırken buldu.
Görüşmeler esnasında kendisine sunulan kemer sıkma paketinin ağırlığının ve seçimlerden önce verdiği sözlerin farkında olan Syriza, büyük bir politik hamle ile kemer sıkma paketini referanduma götürerek siyasi sorumluluğu üzerinden atmaya çalıştı.
Bu sert kemer sıkma paketine “Hayır” kampanyasıyla karşı çıkan Syriza, Avrupa’ya hiçbir zaman kapıları kapamayan tavrıyla da “Hayır”ın gerçekte “Evet” olduğunu gösteriyor. Paket her ne kadar reddedilmiş olsa da, Syriza’nın Troykayla, yani Avrupa Birliği, Uluslararası Para Fonu (IMF) ve Avrupa Merkez Bankası’yla ilişkileri kesmeyecek olması, kemer sıkma paketinin referandumla halka onaylatılması anlamına geldi.
Yürüttüğü “Hayır” kampanyası, aşırı sağ partilerin de desteğiyle beraber yüzde altmış oy oranına ulaşan Syriza, seçimden sonraki kazandığı ikinci “zafer”le birlikte, kendisine sunulan, ağır maddeleri içeren pakete karşı çıkıyor gözükerek, sözde daha hafif bir pakette anlaşmak üzere Troykayla görüşmelerine son hızla devam etti.
Paketin referandum sonucunda reddedilmesinin ardından görüşmeler kimi çevrelerin beklentilerinin aksine anlaşma ile sonuçlandı. Kemer sıkma paketine “Hayır” denilen referandumdan 10 gün sonra Yunanistan Parlamentosu, taahhüt edilen 86 milyar avroluk kurtarma paketi karşılığında kemer sıkma önlemlerini onayladı.
Bu durum, referanduma götürülen kemer sıkma paketi ile uzlaşma görüşmelerin ardından mecliste kabul edilen paket arasındaki farkların sorgulanmasını da beraberinde getirdi. Hayır denen ve kabul edilen paketler arasındaki farklar yok denecek kadar az. Peki, kemer sıkma politikalarının uygulanmasının birkaç ay ertelenmesinin bütçeye sağladığı katkı(!), referandum ve erken seçim için yapılan masrafları karşılamaya yetecek mi?
Kemer Sıkma Politikalarının Uygulamaya Başlanmasıyla Gelen İstifa ve Erken Seçim
Çoklu fayda gözetilerek alınan erken seçim kararı öncelikle, Ocak’ta yapılan seçimlerde koalisyon kuran Syriza’nın, bu kez güçlü ve tek başına bir hükümet kurma isteğiyle alakalıydı.
Gerek Syriza’nın içinde, gerekse toplumsal muhalefette pakete karşı çıkan kesimlerin varlığı göz önünde bulundurulduğunda, üçüncü kurtarma paketinin parlamentoda onaylanmasının ardından istifasını veren Çipras’ın ayrıca, tekrar seçim kazanarak, kemer sıkma politikalarının halk tarafından desteklendiği ve meşruiyete sahip olduğu iddiasını güçlendirmeyi amaçladığı gözüküyor.
Erken seçimin bir başka hedefi ise, kemer sıkma politikalarının oylanması sırasında ortaya çıkan, Syriza içerisinde pakete karşı çıkanlar. Syriza içindeki bu muhalif kesimin Halkın Birliği partisini kurarak ayrışmasıyla iyice gözler önüne serilen bu durum, erken seçimde partide tasfiyelerin gerçekleşeceğinin sinyallerini veriyor.
Radikal Sol: Syriza, Ne Kadar Radikal?
Yaşanan ekonomik krize düzen dışı söylemlerle yaklaşıp, ismindeki “Radikal” nitelemesiyle seçimlere giren ve hükümet kuran Syriza, seçimlerden sonraki politikalarıyla ne kadar radikal olduğunu sorgulattı.
Gerek halkın yaşadığı ekonomik krize rağmen uyguladığı politikalar, gerekse kemer sıkma paketlerine ve madenlere karşı sokağa çıkan eylemcilere yapılan polis saldırıları, düzen partilerinin uygulamalarını aratmayan cinstendi. Dahası Halkidiki bölgesinde altın madeni projelerine karşı direnen köylülere uygulanan devlet terörü ve polis şiddetinde radikal olmak bir yana hiçbir değişiklik görülmedi.
Ancak Syriza’nın radikalliği, başbakan Çipras’ın İncil’e el basmaması üzerine kurulu bir gösteriyle ve maliye bakanının Avrupa’yla yapılan ekonomik toplantılara motosiklet ve deri ceketle gitmesiyle zaten hafızalara kazınmış durumda.
Söylemlerinde devrimci bir rol takınmasına karşın reformist politikalar üreten ve uygulayan Syriza, şüphesiz toplumda devrimcilik ve devrimciler hakkındaki olumsuz önyargılara yenilerini ekliyor.
Alp Temiz
Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 28. sayısında yayımlanmıştır.
The post ” Yunanistan’da Erken Seçim ve Syriza ” – Alp Temiz appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>