The post Zorunlu Askeri Başçavuş Değil ”Nar” Öldürmüş appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Olayın ardından tutuklanan Osman Hancı’nın avukatları, Kılıç’ın nöbet arkadaşı Ahmet Kızılcan ile karşılıklı nar atıp şakalaştıklarını iddia ederek, “Atılan narlardan kafasına isabet etmiş olabileceği şüphesi doğmaktadır” gibi gülünç bir açıklama yaptı. Avukatlar Kılıç’ı uyuşturucu kullanma ve satmakla da suçlayarak bu konuların araştırılmasını istedi.
Gökhan Kılıç ile aynı kışlada kalan zorunlu askerler Osman Hancı’nın, askerlere sürekli şiddet uyguladığını ve yanlış gördüğü her davranışı sorgusuz sualsiz cezalandırdığını açıkladı.
Kaynak: GazeteDuvar
The post Zorunlu Askeri Başçavuş Değil ”Nar” Öldürmüş appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post Rant Şirkete, Zehir Askere – Merve Arkun appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>TC devletinin 600.000’e varan asker sayısıyla en kalabalık yapılanması olan ordu, her üç ayda bir, “vatanı koruma” diyerek evlerinden kopardığı ve “zorunlu askerlik hizmeti” diye askere çağırdığı yeni yeni gençleri bünyesine katıyor. Her üç ayda bir, kendisi nöbet tutarsa ailesinin evlerinde rahat uyuyacağı iknasıyla ellerine silah tutuşturduğu gençleri 15 aylığına kışlalara doluşturuyor.
Ama daha kışladan adım atar atmaz kendilerini bekleyen militarizm kendisini en şiddetli biçimiyle gösteriyor. En ufak bir farklılığa tahammülü olmayan ordu, gençleri zorla tektipleştirmeye, birer kurşun asker haline getirmeye çalışıyor. Uymayanları döverek, disko denen işkence odalarına atarak dönüştürmeye çalışıyor. Karşı çıkanları ise eğitim zayiatı adı altında ya da intihar etti bahanesiyle katlediyor.
Zaten savaşta ilk kurban edilecek olanlar olarak görülen bu gençleri diğer zamanlarda da düşünen yok. Hatta günde üç öğün verdikleri yemekler kötü ve besin değerleri düşük. Bu nedenle kışlalardan çok sık zehirlenme haberleri geliyor.
İşte daha geçtiğimiz günlerde Manisa’daki 1. Piyade Er Eğitim Tugay Komutanlığı’nda tutulan 500’den fazla asker, kışlada yedikleri yemekten zehirlenerek hastaneye kaldırıldılar. Hastaneye kaldırıldılar, ama hala asker sayıldıkları için rahat konuşamıyorlar. Bir asker “Zehirli yemeği önümüze koyuyorlar. Memleketimizi bırakıp geliyoruz biz. Analarımız ağlıyor orada.” diyebiliyor sadece. İşin daha da çarpıcı kısmı “Konuşursak döndüğümüzde bizi döverler” diyor olmaları. Nasıl bir dayakmış ki, zehirlenip ölmekten değil rütbelilerden dayak yemekten korkuyor bu insanlar!
Ama gazetelere baksan, televizyonlara baksan kimse bu zehirlenme olayının aslı astarı ile ilgilenmiyor. Hayatları emanet edilen bu gençlerin sağlıklarını zerre düşünmeden yemek işini ihaleyle yandaş şirketlere veren ordu komutanları ya da daha çok kar uğruna sağlıksız, bayat ve bozuk yiyecekleri yemek diye veren yemek şirketinin patronları, bu haberlerde nedense hiç görünmüyor.
Bu zehirli yemek olayının sorumlusu şirketin hastanelerin yemek ihalelerini de aldığı ortaya çıktı. Başka bir kışlada ya da bir hastanede her an yeni bir zehirlenme yaşanabilir. Geçmişte kışlalarda yaşanan kimi ölüm olaylarının bu tarz bir zehirlenme ile ilgili olup olmadığı hala bilinmiyor.
Yandaş medya ise, bu yalan ve taraflı haberleriyle gerçeği çok iyi gizlemesini biliyor. Dahası operasyonlar, görselleriyle süslediği “kahraman mehmetçik” edebiyatıyla okuyucusunu ya da izleyicisini bir anlamda zehirliyor. Bu, yemeklerin askerleri zehirlemesinden daha tehlikeli!
Bu gençlerin sağlıklarını zerre düşünmeden yemek işini ihaleyle yandaş şirketlere veren ordu komutanları ya da daha çok kar uğruna sağlıksız, bayat ve bozuk yiyecekleri yemek diye veren yemek şirketinin patronları, bu haberlerde nedense hiç görünmüyor.
Merve Arkun
The post Rant Şirkete, Zehir Askere – Merve Arkun appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post Kitap: “Karanlık Vardiya” appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Köyler boşaltılıyor, elleri arkadan kelepçeli insanlar yüzükoyun yerlerde yatırılıyor, askeri araçların içerisinden çocukların üzerine kurşunlar yağdırılıyor, uçaklar köyleri bombalıyor, evler basılıyor, yargısız infazlar yapılıyor, ormanlar yakılıyor…
Televizyonda “Bizimkiler” dizisi yok, tetris oyununun modası çoktan geçti, o yılların fenomen yarışması “Hugo’nun yerinde yeller esiyor, Eurovision şarkı yarışmaları artık eskisi kadar popüler değil, çünkü 90’lardan bahsetmiyoruz. 2015’teyiz.
Ali Yılmaz, hazırladığı “Karanlık Vardiya” kitabında, sanki 90’ları değil de günümüzü anlatıyor. Kitap temel olarak, Antonio Gramsci’nin devletin zora başvurmadan ‘nasıl yönetebildiğini’ açıklamak için kullandığı “hegemonya” kavramını ele alıyor. Devletin, baskı aracılığıyla politik iktidar egemenliğini sağlamasının yanı sıra, kültürel iktidarı aracılığıyla da ideolojik bir hegemonya kurduğundan söz ederken; insanların kendini ve çevresini yanılsama içinde algılamasını sağlayan bu gücü sorguluyor.
Kitapta hegemonya, rızanın örgütlendiği yani şiddet ya da zora başvurmadan inşa edilen süreçler olarak tanımlanıyor. Devletin kendi varoluşunu sürekli ve vazgeçilmez kılabilmek için, bazen baskıya bazen de rıza üretmeye başvurmasının örnekleri sıralanıyor bir bir. Toplumun genelinin nasıl olup da kendilerine doğrudan hiç de faydası olmayan, hatta zarar veren ekonomik, politik, sosyal ve kültürel söylemleri -kimi zaman toplumsal huzur adına, kimi zaman eskiye dönme korkusuyla, kimi zaman da din ya da laiklik elden gidiyor paranoyasıyla- can-ı gönülden destekleyebildiklerini açıklamaya yarıyor.
Karanlık Vardiya, Brezilya’da 1964 seçiminden sonra yapılan darbenin ardından “ölüm filoları”nın binlerce kişiyi öldürmesinden, Vietnam’da tarım arazileri ve ormanların kimyasal silahlarla bombalanmasına kadar birçok rıza üretme örneğinden söz ediyor. 1980 darbesinin de rıza üretme amacıyla yapıldığına değinirken, o yıllar boyunca, spor salonlarının, depolar ve kışlaların, nasıl sorgu ve işkence merkezlerine çevrildiğini anlatıyor.
Devletin tüm bu zorbalık ve dayatmalarına karşı, 90’lı yıllarda cezaevlerinden başlayarak, üniversitelerde, fabrikalarda ve özellikle Kürt coğrafyasında karşı koyuşlar ve direnişler engellenemedi ve etkisi günümüze kadar devam eden isyanlara dönüştü. Tüm yasaklamalara karşın 1 Mayıs’ta sokağa çıkılmaktan vazgeçilmedi. Grev yasağına rağmen 1986’da Netaş’ta iş bırakan işçiler bu süreç boyunca hem patrona hem de devlete meydan okudu. Sonraki yıllarda “işçi baharı” olarak ivme kazanan işçi eylemleri 1990’lı yılların özelikle ilk yarısında kamu işçilerinin de katılımıyla büyümeye başladı. Cezaevlerindeki tek tip kıyafet dayatması ise, açlık grevleri ve ölüm oruçları ile yanıt buldu ve devlete geri adım attırdı. Üniversitelerde de örgütlenmeyi engellemek için dayatılmak istenen, üniversite yönetimlerinin kontrolündeki “tek tip” öğrenci dernekleri sistemine karşı direnişe geçilerek işgaller gerçekleştirildi.
Tüm bu ve benzeri direniş ve karşı koyuşlar, devletin 80 darbesiyle birlikte sarsılmaz gibi gösterdiği hegemonyasını kırmaya başlayınca; devlet, bu kez de resmi kolluk ve istihbarat güçlerinin yanı sıra koruculuk sistemi gibi para-militer güçlerle ve JİTEM gibi, varlığını hep inkar ettiği kontrgerilla örgütlenmeleriyle tüm toplum kesimleri üzerindeki baskısını daha da arttırmaya koyuldu. Bir yandan da faşist baskı uygulamalarının gün yüzüne çıkmasını engellemek amacıyla diyaneti, hukuk ve eğitim sistemlerini seferber etti; özellikle medyayı bu psikolojik savaşın özel bir silahı olarak kullanmayı ihmal etmedi.
Polisin sokak eylemlerine yaptığı saldırılarda katlettiği insanlar, infazlar, ev baskınları, soruşturmalar, polis sayısının artırılması, gözaltında tecavüz ve ölüm, okullara çevik kuvvetin girişi, basına uygulanan sansür, gazetelerin kapatılması, birçok gazetecinin silahlı ya da bombalı saldırıda ya da işkencede öldürülmesi, JİTEM tarafından öldürülenlerin cesetlerinin ayaklarından iple tanka bağlanarak sürüklenmesi ve çırılçıplak teşhir edilmeleri, köy baskınları, köylülere dışkı yedirme, korucuların tehditleri, ceset kuyuları, Kürt siyasetçilerin öldürülmesi, partilerin kapatılması, yeni hapishanelerin inşaası, yeni karakolların yapımı, arazilerin mayınlanması, yaylaların yasaklanması, olağanüstü hal, köy boşaltmalar, ilçelere giriş çıkışın yasaklanması yalnızca Karanlık Vardiya kitabında sıralanan olaylar ya da 90´lardaki bir televizyon kanalındaki haberlerden aklımızda kalanlar değil, günümüzde de aktörleri değişmiş olsa da, benzer biçimde sürdürülen, devletin hegemonya politikası.
Mine Yılmazoğlu
Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 28. sayısında yayımlanmıştır.
The post Kitap: “Karanlık Vardiya” appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post Kışlalarda Şüpheli Şekilde Yaşamını Yitiren Askerlerin Aileleri Ankara’da appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Kışlalarda şüpheli şekilde öldürülen askerlerin aileleri 18 Kasım günü mecliste bir basın toplantısı düzenleyerek, kışlalardaki cinayetlerin aydınlatılmasını istedi.
CHP Tunceli Milletvekili Hüseyin Aygün ile birlikte basın toplantısı düzenleyen yaklaşık otuz aile, cinayetlerin açıklığa kavuşturulmasını, faillerin bulunmasını ve konuya ilişkin bir komisyon oluşturulmasını isteyerek, kışlalardaki cinayetlerin tarafsız yargılanmasına engel olan askeri mahkemelerin kapatılması gerektiğini vurguladı.
Aralarında 2009’da Tunceli Hozat’ta askerliğini yaparken intihar ettiği iddia edilen Murat Oktay Can’ın ve yine 2009 yılında Ağrı Eleşkirt’te askerliğini yaparken boğazından kurşunlanmış halde bulunan Volkan Kamalak’ın vicdani retçi babası Hayri Kamalak’ın, 24 Nisan 2011’de öldürülen Ermeni asker Sevag Şahin Balıkçı’nın ailelerinin de bulunduğu aileler, çocuklarının katillerinin ortaya çıkartılmasını istedi.
Düzenlenecek basın toplantısı konusunda daha önce Cumhurbaşkanlığı’na ve Başbakanlık’a dilekçe yollayan Oktay Can ise, hakkında “yasak” olduğu belirtilerek meclis girişinde engellendi ve düzenlenen basın toplantısına alınmadı.
Vicdani Ret Hakkı Görmezden Geliniyor
Basın toplantısına katılan Vicdani Ret Derneği Eşbaşkanı Merve Arkun ise 1992-2012 yılları arasında 2221 askerin yaşamını yitirdiğini belirttiği konuşmasında, kışlalarda yaşanan şüpheli ölümlerin kaza ya da eğitim zayiatı olmadığını, bu ölümlerin faili belli cinayetler olduğunu vurguladı. Şüpheli asker ölümlerinin son bulması için katillerin askeri değil sivil mahkemede yargılanması gerektiğine dikkat çeken Arkun, bu ölümleri sonlandırmanın bir yolunun da vicdani ret hakkının tanınması olduğunu belirtti. Devlet eliyle “elverişlidir” raporu verilerek askere alınan genç insanların niçin kışlalarda intihar ettiğine vurgu yapan Merve Arkun, “Bu ölümler eğer intiharsa bile, bu insanları intihara sürükleyen sebepler nelerdir?” diyerek, kışlalarda yaşanan hak ihlallerine ve kötü muameleye dikkat çekti.
Basın toplantısının ardından AKP ve CHP genel merkezlerine giden aileler CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu ve AKP Genel Başkan Yardımcısı Salih Kapusuz ile görüşerek kışlalarda yaşanan ölümlere dikkat çekti. Bu görüşmelerde söz alan VR-DER Eşbaşkanı Arkun, zorunlu askerliğin bir insan hakkı ihlali olduğunu ve kışlalardaki ölümlerin son bulması için bir insan hakkı olan vicdani ret hakkının yasal olarak tanınması gerektiğini, bu hakkı tanımayan TC Devleti’nin uluslararası anlaşmaları ihlal ederek ve anayasanın 90. maddesini çiğneyerek bir hukuksuzluk uyguladığını belirtse de ne Kılıçdaroğlu ne de Kapusuz bu konuya ilişkin konuşmadı.
Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 15. sayısında yayımlanmıştır.
The post Kışlalarda Şüpheli Şekilde Yaşamını Yitiren Askerlerin Aileleri Ankara’da appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post Şüpheli Asker Ölümleri Sürüyor appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>“Şakalaşma, kaza, intihar” denilerek ört bas edilmeye çalışılan şüpheli asker ölümleri devam ediyor. Nerdeyse her gün kışlalardan bir ölüm haberi gelirken devlet, yaşanan ölümleri yok sayımayı sürdürüyor.
Muğla’nın Marmaris İlçe Jandarma Komutanlığı’nda askerlik yapan 21 yaşındaki Okan Akdoğan, 17 Haziran’da, gece nöbeti esnasında kalbine dayadığı tüfekle intihar etti. Kışlalarda yaşanan dayak, hakaret, kötü muamele ve işkence halen devam ederken; Akdoğan’ın askerliğinin bitmesine 5 ay kala intihar ederek yaşamına son vermesinin, “hangi sebeple intihar ettiği”nin bilinmediği açıklandı.
Diyarbakır Lice Jandarma Komutanlığı’nda askerliğini yapan Muhammet Sıddık Çintimar’ın, 22 Haziran’da ölüm haberi geldi. Nöbet esnasında arkadaşıyla tartışmaya başlayan Çintimar’ın, tartışma sonucu arkadaşının G-3 tüfeğiyle vurulduğu iddia edildi. Hastaneye kaldırılan Çintimar’ın, yapılan tüm müdahalelere rağmen kurtarılamadığı bildirildi.
Mardin Dargeçit’te asker olan Faysal Genç, 23 Haziran günü, askerliğini yaptığı birlikte intihar etti. Nöbet esnasında kendini vuran Genç, kaldırıldığı hastanede yaşamını yitirdi. Faysal Genç’in ölümünün ardından, olayla ilgili soruşturma başlatıldığı iddia edildi.
Bingöl’ün Yayladere İlçesi 2’nci Komando Tabur Komutanlığı’nda askerlik yapan Adem Kalkan, 24 Haziran tarihinde, önce çevreye rastgele ateş açtığı, sonra silahını çenesine ateş ederek intihar ettiği iddia edildi. Askeri yetkililer, olay hakkında Kalkan’ın ailesine bilgi vermekten kaçınırken, Adem Kalkan’ın ailesi kendilerine bilgi vermek isteyen askerlere baskı yaptığını açıkladı.
Askeri yetkililerin oğullarının yarasını görmelerine ve oğullarını yıkamalarına engel olduğunu söyleyen aile, Adem’in ölümünden devleti sorumlu tutarken; “Kars’ın elektriği, yolu, suyu olmayan bir köyünde yoksul bir aile çocuğu olan Adem neyin borcunu ödemiştir? Vatan borcunu ödemek klişesi ile zorla askere aldığınız, yoksullara ve Kürtlere reva gördüğünüz bu mudur? Bunun hesabını kim verecektir?” diyerek olayın takipçisi olacaklarını açıkladı.
Rize İl Jandarma Komutanlığı’nda görevli, açık kimliği açıklanmayan B.G.’nin, 27 Haziran’da, gece nöbeti sırasında kalbine dayadığı tüfeği ateşleyerek intihar ettiği iddia edildi. B.G.’nin, nöbet kulübesinde tüfeği kalbine dayayarak ateşlediği ve yapılan tüm müdahalelere rağmen kurtarılamadığı iddia edildi.
The post Şüpheli Asker Ölümleri Sürüyor appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>