The post ” Akdeniz Anarşist Toplantısı ve Ankara Değerlendirmesi” – Alp Temiz appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Şubat 2015’te başlayan (IFA) Uluslararası Anarşist Federasyonları tarafından da desteklenen uluslararası anarşist dayanışma kampanyası “3 Gefires” (3 Köprü) projesi, 9-18 Ekim arasında Yunanistan’ın farklı şehirlerinde düzenlenen bir dizi etkinlik ile sona erdi.
Yunanistan’ın çeşitli kentlerinde mücadele veren anarşist örgütlenmelerin birbirleriyle uyumlu; ortak ya da bağımsız olarak yürüttükleri eylemlikler şu üç başlık altında örgütleniyordu:
Güney Avrupa’da dayanışma köprüsü
Doğu Akdeniz yayında dayanışma köprüsü
Balkanlar’da dayanışma köprüsü
Bu köprüler aracılığıyla proje yürütücüsü örgütlenmeler proje başlangıcından itibaren dünyanın pek çok farklı bölgesindeki anarşist örgütlenme ve federasyonla iletişime geçmişlerdi.
Devrimci Anarşist Faaliyet’i temsilen katıldığımız CRIFA (Anarşist Federasyonlar Uluslararası İlişkiler Komisyonu) son toplantısına katılan “Liberter Komünistler Grubu” içinde bulundukları projeyi detaylarıyla açıklamış ve DAF’ın da dayanışma göstermesini istemişti.
Akdeniz Anarşist Toplantısı
Atina, Selanik, Patra, Larissa, Heraklio, Rethimno ve Hanya kentlerinde toplamda 10 gün süren eylemler, açık ve kapalı toplantılar, sunumlar, kitap fuarı, kolektif yemekler ve konserler gerçekleştirildi.
9 Ekim günü Atina Ekonomi Üniversitesi’nde gerçekleştirilen Balkan Yarımadası’nda Uluslararası Dayanışma başlıklı etkinlikte devletlerin milliyetçilik politikaları ve toplumsal yansımaları tartışıldı. Panel ve tartışmaların ardından 17 Kasım direnişinin mekanı olan Politeknik bahçesinde, anarşist tutsaklarla dayanışma konseri düzenlendi.
10 Ekim günü Atina Manastır Meydanı’nda savaşa, milliyetçiliğe ve faşizme karşı bildiri dağıtımı gerçekleşti. Bu esnada Ankara Katliamı’na ilişkin gelen haberler doğrultusunda Yunanistan Parlementosu önündeki Syntagma Meydanı’na eylem çağrısı yapıldı. Syntagma Meydanı’nda başlayan yürüyüş TC Büyükelçiliği önünde son buldu. Yürüyüşte Yunanca ve Türkçe “Unutulamaz Affedilemez” yazılı DAF imzalı pankart taşındı. Gerçekleştirilen protestoların ardından oldukça geç başlayan, “Günümüzde anarşist örgütlenmelerin yapıları ve faaliyet alanları” başlıklı panel gerçekleştirildi. Panelde DAF, CNT, Francophone Anarşist Federasyon, FAI İtalya ve 3 Gefires temsilcisi konuşmacılar kendi örgütlenmelerinin yapısını ve işleyişini anlatarak faaliyet alanlarına değindiler. Sunumların ardından karar alma süreçleri hakkında oldukça verimli tartışmalar gerçekleştirildi.
11 Ekim günü ise Atina’daki son etkinlik olan “Günümüz dünyasına anarşist bakış ve incelemeler” başlıklı panel ve tartışmalar gerçekleştirildi.
11-14 Ekim tarihleri arasında Selanik Aristoteles Üniversitesi fizik bölümünde ve anarşist sosyal merkez SABOT’ta “Balkan Anarşist Toplantısı” kapsamında çeşitli bölgelerden katılımcı grup, örgüt ve federasyonlar bir araya geldi. 12 Ekim günü, Ankara Katliamı’nı protesto etmek için Kamara Meydanından başlayan bir yürüyüş gerçekleştirildi. Yürüyüşte Türkçe ve Yunanca “Unutmak Yok Affetmek Yok” yazılı DAF imzalı pankart taşındı. Binlerce kişi Selanik’teki TC konsolosluğuna yöneldi. Burada polis otobüslerinin tampon tampona yapışarak büyükelçiliği koruma altına aldığı görüldü.
“Antimilitarizm, Antifaşizm, Antinasyonalizm” başlıklı panelde Ioannina’dan “Barefoot Battalion”, Selanik’ten “Ruthless Critique”, Bulgaristan’dan “Antifa Action”, Sırbistan’dan “Antifa Action Nis”, Makedonya’dan “Bitola” gruplarından katılımcılar sunumlar yaptı.
“Sermaye kendi çıkarları için göçmenleri yaratır ve onları kullanır. Balkanlarda dayanışmayı örgütleyelim!” başlıklı panelde ise “No Border Sırbistan”, “No Border Zagreb” ve “No Border Bulgaristan”, Kilkis’ten Otonom Mekan, Selanik’ten No Lager, Lesvos Adası’ndan ise Musaferat grupları konuştu.
“Sosyal direniş ve öz örgütlenme” başlıklı panelde de Romanya’daki “Barınma Hakkı Cephesi” tahliyelere karşı mücadele hakkında deneyim aktardı. Ljubljana “A-infoshop”tan konuşmacılar Slovenya’daki 2013 ayaklanmasını anlattı. Belgrad’dan “Infoshop Furija”, “Koko Lepo” otonom kreş deneyiminden bahsetti. Selanik’teki öz yönetimli VIOME fabrikasından işçiler bilgilendirme yaptılar. Ve son olarak “3 köprü” ittifakından yoldaşlar 2008-2015 sürecindeki sosyal mücadeleleri, seçim kandırmacasını ve öz örgütlülüğü tartıştılar.
14 Ekim günü Heraklio kentinde Ekoloji gündemli bir panel gerçekleştirildi. Evagelismos işgal evi gönüllülerinden bir yoldaşımız petrol boru hatları ve Kıbrıs çevresi kıta sahanlığındaki petrol yataklarının hangi şirketlerce paylaşıldığı, deniz alanlarının nasıl ticarileştirildiği hakkında bir sunum yaptı. Biz de Patika Ekoloji Kolektifi olarak mücadele alanlarımızdan ve deneyimlerimizden bahsettik. Bölgede kurulu olan ve kurulması planlanan rüzgar tribünleri nedeniyle yoğun bir RES karşıtı mücadelelerini aktaran yoldaşlarımız en çok yerellerle kurulan iletişimin öneminden bahsettiler.
15 Ekim günü Rethymno kentinde gündüz saatlerinde Ankara Katliamı’nı protesto yürüyüşü gerçekleştirildi. Yürüyüşte Türkçe ve Yunanca “Unutmak Yok Affetmek Yok” yazılı DAF imzalı pankartın yanı sıra “3 Gefires” den yoldaşlarımız da Türkçe “Bütün Devletler Katildir” yazılı pankart taşıdı. Gerçekleşen eylemin ardından Üniversite Kültür Merkezi’nde “Hareket, örgütlenme ve direniş” başlıklı bir panel gerçekleştirildi. Etkinlikte Rethymno ve Kıbrıs’tan yoldaşlarımız mücadele deneyimlerini aktardılar. Biz de DAF olarak mücadele alanlarımız ve perspektifimiz hakkında kısa bir tanıtım yaptıktan sonra Pirsus ve Kobanê’deki dayanışmanın örgütlenişini konuştuk ve Rojava Devrim sürecini tartıştık.
16-18 Ekim günlerinde Hanya’da Akdeniz Anarşist Toplantısı ve yeni süreçlerin örgütlenmesi hakkında toplantılar gerçekleştirildi. 16 Ekim günü “Savaşa, sınırlara ve Ankara Katliamına Karşı” bir protesto yürüyüşü gerçekleşti.
17 Ekim günü “Kürt Coğrafyasında Demokratik Özerklik” başlıklı bir panel gerçekleştirildi. Demokratik özerklik üzerine çalışmaları bulunan Ercan Ayboğa, demokratik özerklik fikrinin altyapısı ve uygulama alanları hakkında bir konuşma gerçekleştirdi. Ardından DAF adına gerçekleştirdiğim, “Rojava Devrimi ve Kobane Direnişi” başlıklı sunumda; Osmanlı döneminden bugüne Pirsus ve Kobanê’nin ortak geçmişinden başlayarak devletlerin yapay sınırlarıyla parçaladığı bölgenin yapısından bahsettim. 2012 yılından itibaren Rojava Devriminde çeşitli alanlarda ve ölçeklerde gerçekleşen toplumsal dönüşümü özetledim. Kobane Direnişindeki TC ve IŞİD arasındaki organik bağın kanıtlarını ortaya koyarak bu bağın gerekçelerini analiz ettim. Bölgedeki yoğun devlet terörüne karşı yerel halkın özsavunma güçleri ile direnişini ve sınırın her iki tarafındaki dayanışma ilişkisini anlattım. TC, Esad, ÖSO, ABD, Koalisyon Güçleri, Rusya arasındaki anlaşmaları ve pazarlığı, tampon bölge senaryolarını, güncel değişimlerle aktarıp bu eksende bir tartışma zemini oluşturmaya çalıştım. Son olarak da Avukat Deniz Gedik, Nusaybin Ablukasını, son günlerdeki sokağa çıkma yasaklarını anlatarak bölgedeki deneyimlerinden bahsetti. Etkinlik çok sayıda soru ve uzun süreli tartışmalarla son buldu.
18 Ekim günü “Kırım’daki dayanışma ve uluslararası dayanışmanın önemi” başlıklı son panel gerçekleştirildi. Kırım bölgesinde etkinliği giderek artan Neonazilerin ve faşist toplulukların saldırıları ve toplumda yarattığı etkiler konuşuldu.
Ankara Katliamı’nın Dünya Gündemine Etkisi
Atina’ya vardığım ilk gün olan cuma günü akşamında yediğimiz yemekte İtalya Anarşist Federasyonu’ndan Bolonya’lı bir yoldaşımın “Türkiye’deki durum şu anda nasıl?” sorusuna verdiğim, vermek zorunda kaldığım cevap ertesi günkü felaketin kehaneti gibiydi: “Seçim dönemi Türkiye’de sadece sandıktan ve oylardan ibaret değil, geçtiğimiz seçimde Amed’de bir katliam yaşandı, yine sonrasında Suruç katliamı gerçekleşti. Rusya’nın füzeleri Esad’ı güçlendiriyor. Şu an çok gergin bir ortam var her an bir yerlerde bir bomba patlayabilir…”
10 Ekim öğle saatlerinde bildiri dağıtırken Liberter Komünistler Grubu’ndan bir yoldaşın yüzünde endişeyle yaklaşıp “Ankara’da ne olmuş?” sorusuna “Ne zaman ne olmuş?” diye cevap verdim şaşkınlıkla. Yoldaşın yüz ifadesinin ürkütücülüğüyle bildiri dağıttığımız meydanın köşesindeki kahve dükkanına girdim internet şifresi alabilmek için. Anarşi Haber’de gördüğüm ilk haber “Bu meydan kanlı meydan videosu” idi.
İçinde bulunduğumuz koşulların aktif savaştan başka bir şey olmadığını bir kez daha hissettim. Ama belki de hissettiğim en çirkin duygu da bu durumun olağanlaşmasıydı. Üzüntüm, öfkem, çaresizliğim ile uzakta ve yapayalnızdım. Yalnızlığım uzun sürmedi. Sağolsun yoldaşlar hemen yanıma geldiler, biraz sonra eyleme son verdiler ve Excarhia mahallesine döndük. Hemen akşamına Syntagma’da bir protestoya hazırlandık.
Sonraki günlerde gittiğim Selanik’te, Rethymno’da, Hanya’da tıpkı Atina’daki gibi Yunanistan sokaklarında “Katil Devlet Hesap Verecek”, “Faşizme Karşı Omuz Omuza”, “Bütün Devletler Katildir” sloganları yankılandı. Sadece Türkler ve Kürtler değil Yunanlılar, İtalyanlar, Slovenyalılar, herkes çat pat söyleyebildiği kadar…
Gün geçtikçe daha fazla maruz kaldığımız devlet terörünün dünyanın başka bölgelerindeki yoldaşlarımızca nasıl tepki bulduğunu gördüm. Yoldaşlarımız sadece pankartlarında değil gözlerinde, yüreklerinde de gösteriyorlardı:
DAYANIŞMA SİLAHIMIZDIR!
The post ” Akdeniz Anarşist Toplantısı ve Ankara Değerlendirmesi” – Alp Temiz appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post Özgür Bilgi Paylaşımı ve Kolektif Alan appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>
Fransa’daki Paris 8 Saint-Denis Üniversitesi’nde, özgür bilgi seminerleri düzenleyen ve Anarşist Gençlik’in davetlisi olarak İstanbul’a gelen Béatrice Rettig ve Jean Mary, “Görevli, akademisyen veya öğrenci olmadan özgür bilgi paylaşımı nasıl yapılır?” konulu bir panel gerçekleştirdiler.
Meydan Gazetesi Taksim irtibat bürosunda gerçekleştirilen panelde konuşan Béatrice Rettig ve Jean Mary , Fransa’da yürüttükleri özgür bilgi seminerlerinden edindikleri deneyimleri dinleyicilerle paylaşarak, bilgi paylaşımının yeni bir ilişki yaratımındaki önemine değindi.
Anarşist Gençlik adına konuşma yapan Didem Deniz Erbak ise, iktidarın tekeline aldığı bilgi karşısında, kolektif bilgi paylaşımının nasıl gerçekleştirileceğinden ve bu bilgi paylaşımlarının yaşanabilmesi için oluşturulacak olan kolektif alanların inşa sürecinden bahsetti.
Devletin ve kapitalizmin kontrolündeki üniversitelere karşı oluşturulacak kolektif alanların etkisinden bahseden Erbak, kamusal ve kolektif alan karşılaştırmasına da değindi.
Etkinlik soru-cevap bölümünün ardından sonlandırıldı.
Bu haber Meydan Gazetesi’nin 26. sayısında yayımlanmıştır.
The post Özgür Bilgi Paylaşımı ve Kolektif Alan appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post Kamusal Alana Karşı Kolektif Alan appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Gezi Parkı, Central Park olsun diye manşet atan gazeteler bile olmuştu Taksim Direnişi süresince. Dünya üzerinde sayısız metropolün merkezinde ağaçlarla dolu büyük bir park vardı ne de olsa. Parkı, Maçka’dan Gümüşsuyu’na uzatırsak bizim de bir Central Park’ımız olur, bu kadar büyük “tantana” da kopmamış olurdu!
Muhtemeldir ki mimari bir proje önerelim diye manşet attırmadı bu plan. Gerçi, projenin hayata geçme potansiyeli birkaç mühendise tescil bile ettirildi. Yine de manşetin atıldığı tarihlerde aynı gazetede, Taksim Direnişi’ne giden süreçte direnişçilere, “tamam arkadaşlar haklısınız, ama biraz makul olun, sakin olun” yazıları kaleme alınmadı değil. Direnişin kararlılığı karşısında ana akım medyanın geri adım attığı süreçte dilde bir değişme oldu elbet. Ancak, bu seferde “Gezi Parkı, Central Park olsaydı, bütün bunlar yaşanmazdı; halkı anlamak gerekir.” tonuna dönüştü genel söylem.
Kamusal Alan ve Sınırları
Kamusal Alan meselesi, kamuoyu gündeminde daha önce de yer etmişti. Uzun yıllar gündemden düşmeyen türban tartışmasıyla. Bu alanın “sınırları”nın ne olduğu üzerinden konuşulması Kamusal Alan’ın ne olduğunu anlayabilmek açısından önemliydi.
Kamusal Alanlara türbanla girmek yasaktı. Tartışmanın bir boyutu buydu. Örneğin üniversite, hastane, devlet dairleri “sınırları”nda bu şekilde hizmet alınamazdı. Diğer boyut, kavramın içeriğini düşünmemiz açısından oldukça büyük bir soru işareti oluşturuyordu. Otobüs beklenilen durak, otobüs, sokaklar vb. bu mekanlar kamusal alan değil miydi? Eğer öyleyse, türban takan herhangi bir bireyin sokağa çıkma ihtimali yoktu.
TC’nin kurucu unsuru olan elit kesim, devletin modernleşme sürecinde aktif rol oynadıklarından dolayı, Kamusal Alan’ı ve kavramın anlattığı bir sürü şeyi manipüle etme şansına sahipti. Türban tartışmalarında bu bürokrat-elitler, kamusal alanın sınırlarını kendi ideolojik eğilimleri doğrultusunda belirlemişlerdi. Ancak gerçek, kamusal alan kavramının anayasada kullanılmamış olmasıydı. Öyleyse ortada bir sorun vardı.
Var olan sorun, bu kez daha güncel bir haliyle önümüze çıkıverdi birden. Toplumsal muhalefetin dilinden düşmeyen bu kavramla ilgili akıl yürütmelerimizi yapmadan önce kavramın Batı’da nasıl kullanıldığına bakmak önem taşıyor.
Habermas’ın Kamusal Alanı
Jürgen Habermas, modern anlamda “kamusal alan” tartışmalarının başlatıcısı konumunda. 1962’de Kamusal Alanın Yapısal Dönüşümü adlı çalışmasında, kavrama bizim “kamu” sözcüğünden anladığımızdan çok daha farklı bir anlam yüklüyor. Bizdeki “kamu” kavramı devletle ne kadar ilintiliyse, Habermas tam tersi bir ilişki üzerinden kamuyu tasarlıyor. Toplumsal yaşamın bir parçası olarak gördüğü Kamusal Alan, kamuoyuna benzer bir alan. Buradaki “alan” illaki mekansal bir tanımlama olmak zorunda değil. Bu nokta, Kamusal Alan tartışmalarında önemli rol oynuyor.
Vatandaşlara açık, herkesi ilgilendiren sorunlar hakkında herkesin birbiriyle etkileşim halinde bulunduğu alan. Toplum ve devlet arasında bir araç. Bu bakımdan Kamusal Alan ve devletin kesiştiği bir alan yoktur. En basit ifadesiyle, “özel alan” dışında kalan tüm alanı ifade eder. Yani bizim sıklıkla anlamaya alışkın olduğumuz biçimiyle, devletin hakim bulunduğu bir alanı ifade etmez Kamusal Alan.
Yaşadığımız coğrafyadaki kamusal alan tartışmalarında, Kamusal Alan’ın gerekliliğini savunanların en sık eleştirdiği noktalardan biri TC’de resmi ideolojinin toplumu, devlete eklemlemiş olduğudur.
Bürokrasi öncülüğünde bir modernleşmeden kaynaklı Kamusal Alan’ın, dar bir kutup içerisinde ele alınması da ısrarla belirttikleri nedenler arasındadır.
Bu durum, yani Kamusal Alan’daki unsurların sivil olmasındaki ısrar, sadece yaşadığımız coğrafyadaki değil, küresel Kamusal Alan tartışmalarında Habermas’ın takipçileri tarafından savunulan bir durum.
Habermas, Kamusal Alan ve kamuoyu ile ilgili kavramların 18. yüzyıldan beri oluşan tarihçesini yazar. Bu rastlantı değildir. Çünkü kamusal-özel ayrımı, dolayısıyla burjuva toplumunun gelişmesi bu tarihlerde kendini göstermeye başlamıştır. Entelektüeller, sanatçılar, mülk sahipleri gibi grupların edebiyat çevrelerinde, ders halkalarında, fikir kulüpleri çerçevesinde, cafeler ve kadınların da girebildiği salonlarda siyaset dışı okuma ve tartışma yapabildikleri mecraları sürecin başlangıcına koyar Habermas.
Habermas’ın “Kamusal Alan” kavramını ısrarlı bir şekilde liberal kamusal alan şeklinde kullanmasının altında yatan neden bu tarihsel kökendir. Bu tartışmalar, belli bir süre sonra siyasallaşır. Kamusal topluluk olarak bir araya gelmiş özel şahısların kamu erkini, kamuoyu önünde meşrulaştırmaya, zorlamaya yönelir. Çünkü devlet kararlarını etkilemek isterler, siyasal düşünce üretirler ve kendi çıkarlarını toplumun çıkarları olarak sunarlar.
İşte tam da bu tarz bir siyasal işlev, burjuva toplumunun kendi ihtiyaçlarına uygun düşen bir devlet erki amaçlar. Bu tarz bir kamusallığın şartı, toplumsal alandaki ilişkileri, özel şahısların kendi aralarındaki bir sorun haline getirmektir. Kamusal Alan, devletin yasalarının pazarın yasalarına uyum göstermesi için işlerliktedir. Bu işlerlik kamusal bir akıl yürütme sürecidir. Yasalar, bu sürecin sonunda “meşruluk” kazanır.
Kamusal Alan Söylemi ve Toplumsal Muhalefet
Küresel iktidarların mekan politikaları, başka birçok politikanın somutluk kazanabilmesi açısından önemli bir yerde duruyor. İskan politikaları, ev yıkımları, alışveriş merkezi projeleri, köprü projeleri, 2b araziler, HES projeleri, çevre düzenlemesi ve planlamalar… Son dönemde somut anlamıyla yaşadığımız alanlara saldırılar, doğrudan mekan üzerinden gerçekleşiyor. Bu saldırıların artması, toplumsal muhalefetin söylemini belirliyor.
Şirketlerin kapitalist projelerine karşı, halkın kendi yaşam alanlarını savunması ve bunun üzerinden söylem belirliyor olması kadar doğal bir durum yok. Ancak sıkıntı, bu söylemin “Kamusal Alan” üzerine kuruluyor oluşu, bu karşı koyuşu hem içerik olarak hem de yöntemsel açıdan sıkıntıya sokuyor.
Kamusal Alan söylemine sıkıştırılmış bir muhalefet, meşruluğunu Habermas’ın Kamusal Alan’ındaki meşruluk kaynağından alır, yani liberal hukuk devleti. Söylemi Kamusal Alan’a sıkıştırmak, rasyonel bir nedenlendirme ile iktidarların mekan üzerindeki politikalarını eleştirmek, devletin baskısına, şiddetine karşı çıkarken liberal değerleri savunmaya dönüşebilir.
Evrenselleştirilmeye çalışılan Kamusal Alan, yani burjuva kamusu, sanılanın aksine “halkın ortak alanları”nı savunmaz. Çünkü Kamusal Alan dışlayıcıdır, kapalı bir alandır. Toplumun ötekileştirilmiş kesimleri Kamusal Alan’ın aktörleri değildir. Burjuva bireylerle ilişkilendikleri ölçüde Kamusal Alan’a dahil olabilirler. Kaldı ki bu ilişki, burjuva bireyin çıkarlarıyla doğru orantılıdır. Kamusal Alan, oluşma sürecinde önce mutlakiyetçi bir devlete karşı bir özgürlük alanı olarak tasvir edilse de, sonrasında burjuva kültürünün egemenlik alanına dönüşür. Totaliter bir devlete karşı, serbest piyasanın vicdanına sığınmaktır.
Devletsiz-Şirketsiz Kolektif Alanlar
Batılı devletlerdeki liberal değerlerle bütünleşmiş “sivil” hakları, varılması gereken bir radde olarak algılayan zihniyet, iktidar odaklarının mekan politikaları karşısında verilen mücadeleyi “hukuksal” bir sınır içine sokarak, aslında mücadeleyi bilinçli ya da bilinçsiz bir şekilde yıpratır.
ABD’de ve Avrupa’daki parklarla varlığı anlamlandırılmaya çalışılan Gezi Parkı, tüm mücadele süreci sanki bir kenara atılmış gibi, park hakkındaki projenin durdurma kararıyla haklılık kazanmış gibi gösterilmiştir. Bu tarz bir hukuksal bağlayıcılık, tam da Kamusal Alan talepçilerinin yapacağı iştir. Oysa Taksim’in meşruiyeti falanca mahkemenin kararına bağlı değildir.
Bu direniş ve mücadele süreci boyunca, asıl mekansal anlamını yakalayan park, devletten arındırılmış bir şekilde bütün öznelerin kendisini ifade edebileceği bir alan haline gelmiştir. Bu kolektivite içerisinde, mekanın kullanımı farklı ekolojik kaygılar da gözetilerek, oradaki birey ve örgütlerin inisiyatifinde gelişmiştir. Liberal kaygıların, gücünü devlet hukukundan alan bir kamusallığın yerine, gücünü Kolektif Alan haline gelmenin devletsiz ve kapitalizmsiz bir mekan olma durumuna koymuştur.
Gelinen bu durumda, yükseltilmesi gereken Kamusal Alanlar değil, devletten-şirketten arındırılmış, bireylerin kolektifliği üzerinden belirginleşen Kolektif Alanlardır.
Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 12. sayısında yayımlanmıştır.
The post Kamusal Alana Karşı Kolektif Alan appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>