The post Limak Grubu’nun Hedefi Sonsuz Sömürü İçin Sonsuz Katliam appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Limak Enerji Üretim Grubu Genel Müdürü Taner Ercömert, “Santrallarımızın kurulu gücü 3 000 MW’ı geçti, elektrik üretim kapasitemizi 5.000 MW’a çıkaracağız. Üretimdeki kurulu gücümüzü 5 000 MW’a çıkarmak ve ayrıca mevcut HES-Doğal Gaz-Kömür bazlı elektrik üretim portföyümüze güneş, jeotermal vb. yenilenebilir kaynaklı santralları da dahil ederek üretim portföyümüzü çeşitlendirmek yolunda faaliyetlerimizi sürdürüyoruz.” dedi. Limak’ın hedeflerinde yeni Botan Çayı katliamları var. Dersim’de yeniden halka ateş açmalar, paramilter güçlerle saldırmak var. Yeni köprüler, otoyollar havalimanları, yine doğal varlıkların yaşam alanına saldırı var, yok etme var. Sürdürülebilir, yenilenebilir yalanlarıyla, temiz enerji yalanlarıyla yeni ekolojik yıkımlar var, talan var, rant var. Tüm bu katillere, kapitalizme karşı isyan var, direniş var, direnişi örgütlemek var.
Bu haber Meydan Gazetesi’nin 27. sayısında yayımlanmıştır.
The post Limak Grubu’nun Hedefi Sonsuz Sömürü İçin Sonsuz Katliam appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post “Çaldağı’nda KATLiAM” -Özgür Erdoğan appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>İşte böyle bir iklimde, Yırca köylüsünün zeytinlikleri yağmalandıktan hemen sonra internet sitelerine ve televizyonlarına bir haber düştü: “Turgutlu’nun Çaldağı bölgesine yapılmak istenen Nikel madeni için 2 milyon ağaç kesilecek.” Her ne kadar bölge insanı 2000’li yılların başından beri meseleden haberdar olup, bu konu hakkında çalışmalar yürüttüyse de; yaptıkları, muhalif ve yerel basın dışında çok karşılık bulamamıştı. Son olaylardan sonra meselenin bilinirliliğinin artmasıyla, ana akım medya, meseleyi daha fazla duymazlıktan gelemedi. Fakat ne yazık ki, 2 milyon ağacın kesilmesi gibi ciddi bir ekolojik yıkım, buz dağının yalnızca görünen yüzü. Buz dağından aşağıya doğru indiğimizde ise, belki de Çernobil faciasıyla kıyaslanabilecek boyutta başka bir ekolojik yıkımla karşı karşıya kalıyoruz.
2 Milyon Ağacın Gölgesinde Kalanlar
Çaldağı’nda yapılmak istenen şey, 750 bin metrekarelik ormanlık bir araziye, açık maden işletmesi olarak bir nikel madeni kurmak. Bu bile başlı başına bir felaketken, nikelin çıkartılmasında uygulanacak yöntem için felaket demek emin olun “iyimserlik”e denk düşüyor. Sülfürik asit liç yöntemi, dünyada henüz denenmemiş -daha doğrusu, uygulanmak istenen yerellerde halkların büyük direnişleri ile karşılaştıktan sonra denenememiş- bir yöntem.
Bu yöntemin bölgedeki canlı yaşamını, ekonomik ve sosyal yaşantıyı nasıl etkileyeceğini anlamak için, bu alanda çalışma yürüten yerellerin ortaya koyduğu verilere bakmak yeterli olacaktır: Bu açık maden işletmesinde, 15 yıl boyunca günde 8.000 ton nikel cevheri toprak delinerek, kazılarak ve patlatılarak çıkarılacak. Bu süre zarfında her gün, 24 saat boyunca ve her 3 dakikada bir, 15 tonluk bir kamyon dolusu cevher madenden tesise gönderilecek ve yaklaşık 100 milyon ton cevher 1600 dönümlük sahaya depo edilecek. Burada kullanılacak sülfürik asit liç usulu için, bölgeye yılda 1 milyon ton asit üretecek bir tesis açılacak.
Madenin Yol Açacağı Hasarlar
Peki bütün bunlar neye yol açacak? Kanserojen etkisi olan nikel tozları, bütün bir Gediz Ovası’na yayılacak. Sülfürik asit liç yönteminden kaynaklanan asit buharlaşmasından dolayı, çok geniş bir alanda asit yağmurları yağacak. Dünyanın her yerinde sadece çöllere kurulmasına izin verilen asit fabrikalarının belki de en büyüğü, Gediz Ovası’nın göbeğine kurulacak. Yapılan madencilik faaliyetinden ötürü, yeraltı ve yerüstü suları talan edilecek, geri kalanıysa kullanılamayacak derecede kirletilecek. Başta 300 bin ağaç olmak üzere, 15 yıl boyunca 2 milyon ağaç kesilecek. Açık maden olduğu için uzaydan bile seçilebilecek olan dev bir çukur açılacak. İki adet zehirli atık dağı oluşturulacak. 10 milyon ton Kükürtdioksit doğaya yayılacak… Bu liste, emin olun, daha da uzatılabilir.
Paravan Şirketler Yığını ve “Büyük Patron”a Giden Yol
Şu anda madende faaliyet yürütecek olan şirketin ismi VTG Holding. ODTÜ mezunu üç genç tarafından kurulduğu söylenen şirket, 2011 yılında, aslında madende çalışma yapma yetkisini elinde bulunduran Sardes Madencilik A.Ş’yi nasıl olduysa “madencilik sektörü” için oldukça cüzi bir miktara satın almış. Fakat işin ilginç yanı, Sardes Madencilik A.Ş’nin, bir süre önce bu topraklarda Bosphorus Nikel A.Ş olarak faaliyet yürüten İngiltere kökenli European Nickel PLC (ENK PLC) şirketi tarafından satın alınmış olması. Bahsi geçen firmaya yakından bakmak, bizi götüreceği “Büyük Patron”a ulaşmak açısından önemli. Balkanlar’da 1999 yılında, sülfürik liç yöntemiyle maden çıkarmak amacıyla kurulmuş. ENK PLC, Türkiye’de Bosphorus Nickel Madencilik, Arnavutluk’ta Adriatic Nickel Resources, Bosna Hersek’te Dinara Nickel, Kosova’da Morovo Nickel isimleri ile faaliyet yürütmektedir. Şirketin yönetici kadrosunda yer alan Sir David Logan, tanıdık bir isim. Kendisi 1997 – 2001 yılları arasında İngiltere’nin T.C Büyükelçiliği yapmış bir zat. Bu zattın, uygulanmak istendiği her yerde büyük direnişlerle karşılaşan ve uygulanamayan Sülfürik liç yönteminin bu topraklarda uygulanabilmesi için, devletle aracılık yaptığı biliniyor. Ne büyük bir tesadüftür ki, yine aynı zattın Karadeniz’deki HES katliamlarından sorumlu olan Anadolu Efes grubunun sahibi olduğu Efes Breweries International şirketinin yönetiminde -genel müdürlük de dahil olmak üzere- çeşitli pozisyonlarda yer aldığı görülüyor. ENK PLC’nin yönetim kurulundaki dikkat çekici bir diğer isim ise Paul Lush. Lush, dünyadaki en büyük maden şirketi olan ve yaptığı ekolojik yıkımlarla girdiği her yerde adından çokça söz ettiren, dünya üzerinde farklı isimlerle beraber 462 yan kuruluşu olan BHP BİLLİTON firmasının önemli şahsiyetlerinden biri.
Şirketin bugüne kadar neler yaptığına geçmeden önce, Bu şirketin ENK PLC ile ortak yanlarının olmasının ötesinde, ENK PLC’nin bu dev şirketin apaçık taşeronu olduğunu göstermek gerekiyor. BHP BİLLİTON, bir çok madeni çıkarmak için en ucuz yöntem olan sülfürik asit liç yöntemini bulan ve bunun patentini alan dünya devidir. Şirket bu yöntemi, sahibi olduğu, ortağı olduğu olduğu ya da teşvik verdiği bir çok şirketle uygulatmaya çalışmıştır. Bu şirketler, Kolombiya’da Cerro Matoso S.A., Balkanlar, Filipinler ve Finlandiya’da Talvivaara, Balkanlar ve Türkiye’de European Nickel PLC’dir. Adı geçen hiçbir ülkede bu yöntem uygulanamamış, bu topraklarda ise devletin onay vermesi ile şirket çalışmalarına başlamıştır. Ayrıca, BHP BİLLİTON’un ENK PLC ile yaptığı anlaşmada, şirkete 3.33 Milyon sterlin ödeyerek üretilecek ürünün yarısını almak ve diğer yarısı için de ilk alıcı olmak konusunda mutabakata varmışlardır. Yani bugün VTG holding adıyla bilinen şirketin asıl patronunun, bir sürü paravanın ardına saklanmış olan BHP BİLLİTON olduğunu söyleyebiliriz.
Yaşam Düşmanı Şirket: BHP BİLLİTON
BHP BİLLİTON, Avustralya kökenli bir şirket. Özellikle kömür, nikel, uranyum ve alüminyum gibi madenlerle, ayrıca petrol ve doğalgazla da ilgileniyor. Bazen bizzat kendisi, bazen de taşeronları aracılığıyla, bu rezervlerin olduğu her yere eli uzanıyor. Yaşama karşı saldırıları da şirketin büyüklüğüyle paralel olarak inanılmaz boyutlarda. Burada bir kaç örnek vermek, bu konuyu daha anlaşılır hale getirecektir. 1984 yılında Papua Yeni Gine’de, Ok Tedi Bakır Madenleri’ni işletmeye başlayan şirket, maden atıklarının toplanması için yapılması gereken barajı çeşitli bahanelerle yapmayarak, tüm atıklarını, (bugüne kadar 500 milyon tona yakın) Ok Tedi nehrine boşaltmıştır. Bu kirlilik, 50.000 insan ve 120 yerleşim yerini etkilemiş; bölge halklarının geçimini sağladığı balıkçılık ve tarımı ise adeta felce uğratmıştır. Kolombiya’da La Guajira yarımadası üzerine kurulu olan ve dünyanın neredeyse en büyük açık madeni olan Cerrejon kömür madenleri, yarımadadaki canlı yaşamını adeta silip süpürmüştür. La Guajira’daki Tabaco köyünden tüm halkı kaba kuvvetle kovan şirket, çevrede bulunan 5 ayrı köydeki insanları da, etrafa yaydığı kirlilik yüzünden göç etmeye zorlamıştır. Şirketin uranyum üretimi yaptığı bölgelerde ise, birçok radyoaktif sızıntı olduğu söylenmektedir. Şirketin iş yürüttüğü bir çok alanda, bu ve buna benzer -yazının kapsamını çok çok aşan- daha birçok vaka yaşanmıştır. (Bkz. bhpbillitonwatch.net)
Bütün bunlarla beraber, bu katil şirketlerin ellerinin uzandığı her yerde, ciddi direnişlerle karşılaştıklarını da belirtmek gerekir. European Nickel’in özellikle Sırbistan ve Arnavutluk’ta işletmek istediği fakat işletemediği madenlerin akıbetini belirleyen şey, devletlerin onlara izin vermemesi değil; bölge halklarının geri adım atmadan, kararlı direnişlerini sürdürmeleri oldu. Turgutlu’da da devlet, yapılmak istenen talana ortak olup tüm yasal izinleri bölgedeki canlı yaşamını hiçe sayarak çıkarmış, katil şirketin çalışması için uygun koşulları hazırlamıştır. Buna karşılık, burada bölge halkına ve yaşam savunucularına düşen sorumluluk; devletten ya da şirketten bir şey beklemeksizin, şirket kovulana, maden kapatılana kadar direnişlerini sürdürmek olmalı!
Kaynakça:
http://www.sourcewatch.org/index.php/BHP_Billiton
http://powerbase.info/index.php/BHP_Billiton
http://bhpbillitonwatch.files.wordpress.com/2012/06/carnival-of-freaks-bhp.jpg
http://www.metalurji.org.tr/dergi/dergi142/d142_3338.pdf
http://www.caldagi.com/?Bid=488876
http://www.caldagi.com/?Syf=15&cat_id=28&baslik_name=TmFzxLFsIGJpciDDp2V2cmUgZmVsYWtldGkgYmVrbGl5b3I/
The post “Çaldağı’nda KATLiAM” -Özgür Erdoğan appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post Maden İşçisi Soma Katliamını Anlattı appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Soma’da katledilen işçilerin üzüntüsü hala yüreklerimizdeyken, bu katliamın bir ilk olmadığını hatırlatmak, katillere duyduğumuz öfkeyi daha da büyütmek için röportajı sizlerle paylaşıyoruz.
Siz hangi madende çalışıyorsunuz? Katliamdan önce de, bölgedeki madenlerde benzer durumlar yaşanıyor muydu?
Soma Holding dışında, aslında üç tane daha holding var o bölgedeki madenlerde. Birisi İmbat, benim de çalıştığım. Bir tanesini Ciner grubu almıştı patlamadan önce. Olaylardan sonra, Ciner almaktan vazgeçti.
Buna benzer ölümler daha önce de yaşandı. Arkadaşlarımızı kaybettik. Bize yaralı diyorlar, baygın diyorlar. Bir gün sonra öldüğünü öğreniyoruz. İşe gelmemek için bahane uyduruyorsun diyorlar ve arkadaşlarımızın cenazesine bile göndermiyorlar bizi. Ölen arkadaşı yer üstüne taşıyoruz. Revirde nabzına bakılıyor, ölmüş. Ancak “yerüstünde ölmüş diyeceksiniz” diyorlar. Böyle yapmayınca bizi ağır işlere veriyorlar, tokmakla taş kırmaya, demir malzeme taşımaya… Bu şekilde caydırmaya çalışıyorlar.
Çalışma koşullarınız nasıldı?
Normalde dört saat çalıştıktan sonra yemek hakkımız var. Ama yemek yiyecek yerimiz yok. Kumanya istiyoruz yukarıdan, ancak kumanya yok diyorlar.
Toz maskelerimiz kötü, normal ameliyat maskesi gibi. Ağzımıza bir maske veriyorlar, hiçbir faydası olmuyor. Normalde toza karşı daha duyarlı, koruyucu bir maske olması gerekiyor. Bir de patlamalar ve yangınlarda kullanabileceğimiz maskeler verdiler. Bir kere nasıl takacağımızı gösterdiler yarımyamalak. Beş seneden beri aynı maske…
Herkesin yapabileceği bir iş kapasitesi var. “O niye yirmi kasa yaptı sen niye yapamadın” diye soruyor. Bazen yer bozuk oluyor. Çalışırsan yıkılabilir, altında kalabilirsin. Ancak amir ben yukarıda bunun hesabını nasıl veririm derdinde. Niye yetiştirmedin diye hesap soruyor, çarpık falan yapsaydın, direğini yamuk yapsaydın diyor. Yapamadım deyince, yevmiye cezası.
Yedi bine çıktı üretilen kömürün tonu. Üç bin beş yüzden, yedi bine. Ama yedi bin de yetmiyor. “400 lira prim yazarız bu mesai için” diyerek sekiz saatten sonra bir de bir saat fazla mesai verdiler. Her vardiyadan 500 kişiyi, ellişer-yüzer kişilik gruplara ayırdılar. İki ay bir sorun çıkmadan işledi, üçüncü ay paralarımızın yatırılmadığını gördük. Gittik sorduk, bize “Kaç çıkardın sen bu ay?” dediler. 25 çıkardım dedim, iki eksik dediler.
Açık başlıyor ondan sonra. Açık başladıkça mecburen sürekli gideceksin. O açığı kapatmak zorundasın. Kapanmıyor da. İşçiye yüklendikçe yüklendiler. Yevmiye cezası korkusundan kimse yemeğe gidemedi. 5 dakika erken çıktın diyelim, o günkü yevmiyen yok.
Katliamın olduğu gün, yaşananlardan nasıl haberiniz oldu?
O gün, aşağı ocakta patlama olduğunu söylediler. “Ana kablo patlamış, duman yapmış, fazla bir şey yok, içeride 20 kişi varmış, onlar da kurtarılmış” dediler. Biz yukarı çıkmıştık ama amirin biri geldi “Siz ne yapmaya çalışıyorsunuz, insenize aşağıya” diye bağırdı.
Sonra haber geldi; ölüm var diye. Herkes amire yüklendi, bir sürü insan ölmüş orada diye. “Bir şey yok. Öyle bir şey olsa, biz de oraya giderdik” dediler. Patlamayı bizden saklıyorlardı. Bindik servislere. Yolda bir baktık bir sürü ambulans geliyor. Dedik bu işte başka bir şey var.
Ben eve gittim, ama orada ne olduğu belli değildi ve ikinci vardiyada kardeşim vardı. Atladım arabaya gittim. Kardeşim Allahtan madene inmemiş. Patlamayı duyunca inmemeye karar vermiş.
Biz yukarıda beklerken cesetler birikmeye başlamış zaten. Hiç canlı çıkmıyordu. Canlı çıksa, bu saate kadar çıkması lazım diye düşündüm. Gittim sordum, kurtarmaya çalışıyoruz dediler. Çizmeyi, bareti, lambayı aldım, maskemi taktım “Ben aşağıya ineceğim” dedim.
Sonra? Madene indikten sonra karşılaştığınız manzara neydi?
İnmez olsaydım. Böyle bir vahşet, böyle bir katliam olamaz. Bantların üzeri, yerler, revirler… Kurtulan yok. Gittiğimiz yer ceset dolu, kurtulan yok. Seksen kişi sadece bir bantın önünde kalmış üst üste. Sanki paketlemişler gibi, yığılmış kalmışlar. Kimini bant parçalamış… Kimisi tutunup kalmış, lambası açık; herhalde yaşıyor diyorsun, yanına gidiyorsun ölmüş. Duman ileride yoğunlaşınca ileriye geçemedik, hepimizi dışarı çıkarttılar.
Yönetici ve amirler geldi. Bize sadece “İşçiler aşağı girecek, o yüzden işçiler beklemede kalsın. Eğer yaralı olursa işçiler alıp gelecek” dediler. İçeriden bir arkadaş çıktı geldi. Ona sordum, ilerisi nasıl diye. “Hepsinin üstüne basıp geçtim. Sakın gitmeyin, gaz arttı, siz de kalırsınız. Maskelere de güvenmeyin” dedi.
Yaşamını yitirenlerin sayısıyla ilgili bir yanlış bilgilendirme de oldu katliam sonrasında. Madende yaşamını yitirenlerin gerçek sayısı neydi?
Normalde 780 kişi yeraltına iniyor o gün. 301 kişi öldü diyorlar, hiç inandırıcı değil. Kaç ölü olduğunun üstünü kapattılar. Kimini yolda öldü gösterttiler, kimine yaşıyor dediler… Biz ilk başta 201 kişi çıkardık. Gerisini sonra çıkardılar. Ölen işçiyi çıkarıyorlar. Ağzına maskeyi takıyorlar, sonra da “ölü” yazılı kâğıdı takıyorlar. Dışarı çıkan 201 işçiye de aynısını yaptılar.
Evime geldim. Televizyondaki sayıya baktım, 148’de bekliyor. Ama ben çıkardım onları. Nasıl bu sayı böyle duruyor? Sabah geri gittim. Yeraltına indim. S panosuna ulaşmışlar. 27 kişi daha geldi. Artık cesetler şişmişti, yüzlerinden kim oldukları tanınmıyordu. Yüzlerine maske takmak istediler. Görevliler takıyor, doktor da var, AFAD da var. Maske taktıklarında baktım derileri yüzülmeye başlıyor.
Bu sürede cesetler de gelmeye devam ediyor. Hepsinde farklı ölüm, vücutları harap olanlar, zehirlenenler…
O zaman sadece zehirlenmeden dolayı ölüm yaşanmadı?
Bir sürü şey yaşandı. En son 18 kişi kaldı dediler ya, o 18 kişinin tamamı yanık çıktı. 301 kişi son rakam dediler, 227’den sonrası zaten yanık çıkmaya başlamıştı. Banda yakın olan yerlerde kalan cesetlerin tamamı yanmaya başlamış. En son madene inen 3-4 kişi, “Kalan cesetleri biraz geri çekelim, orada torbaya koyar öyle taşırız” demişler. Ama bir arkadaş cesetlerden birine uzanmış, kolunu tutmuş, kolu kopmuş. O şekilde çürümüş artık cesetler.
Soma Holding’in patronu Alp Gürkan katliam sonrası düzenlenen basın toplantısında, “Denetimlerimiz tamdır, bu konuda bir sıkıntı yok, devlet denetleyicileri de böyle kaydetti” demişti. Ama anlattıklarınızla da görüyoruz ki, durum böyle değil…
Değil. Katliamdan önce madende çalışan arkadaşlar, anayolda demire değdiklerinde, sıcaklıktan dolayı ellerini geri çekiyorlarmış. Kardeşim de orada çalışıyordu, o ocaktaki demire değemediklerini söylüyor. Demirler iyice ısınmaya başlamış, 20 gün öncesinde aslında durum zaten belliymiş. Ama sensörleri kapatmışlar, derecelerini yükseltmişler; normalde 80 derecede patlayacak sensörleri 120-130’a çıkartmışlar. Denetlemeci geliyor, ama tam madenin derinine inmeden geri dönüyor. Şirket açıklamasında da gördük ki, denetlemeciler de zaten patronun akrabasıymış. Bunu da bilmiyorduk, açıklamayla öğrendik, iyi oldu.
O zaman danışıklı dövüş gibi bir şey bu. Şirket-devlet işbirliği var…
Aynen. Hatta sendika da bunun içinde. Sendika şirkete diyor ki; bize üye olursanız, size saha ayarlarız.
Burada devletin, taşeron sisteminin ve sendikanın katliamda birlikte rol oynadığını görüyoruz. Peki, taşeronun katliamın yaşanmasındaki etkisi ne?
Normalde kömürü devlet alıyor. Taşı, toprağı, kömürü çıkar bana diyor. Taş-kömür fark etmiyor. Devlet hafriyatı da parayla alıyor, kömürü de. Bu sefer şirket ne olursa olsun, çıkar diyor.
Madenden çıkanları devlete satan taşeron şirketler, amirlere pirim veriyor. Bu yüzden amir de komple taşerona yükleniyor. Onlara ödül veriliyor yani… Sonra yarış başlıyor. Madene inme saati üç buçuktan üç çeyreğe, oradan da üçe çekiliyor…
Az işçi, çok kömür. Üretim hızlanıyor, yarış başlıyor. Sırtındaki atleti çıkarıyorsun, sıkıyorsun tekrar giyiyorsun; sıkıyorsun, tekrar giyiyorsun. Bu şekilde bir sıcaklık var. Eve varıyorsun, yorgunluktan bitiyorsun. Oranın bütün gazı, pis havası senin içinden geçiyor.
O zaman devletin 1900’lü yılların başından maden örnekleri vermesi de boşuna değil. Devlet hep daha fazlasını istiyor, bunu da bugün taşeronuyla yaptırıyor.
Aslında madende değişen bir şey yok.
Şirket normalde kömürü 100 liraya alıyorsa; devlet ben sana sahayı da vereceğim sen bana kömür çıkar diyor. Ama yalnızca kömür değil, taşı da, toprağı da çıkar diyor. Ben o şekilde alacağım senden diyor. Kömürü durduruyorlar, taşı basıyorlar, daha ağır olsun, üretim fazla görünsün diye. Geride kalan kömür ne olacak? Yanmaya başlıyor. Kül de basmıyorlar, o da zahmetli ve masraflı geliyor.
Oksijen girdikçe madene, geride kalan kömür yanmaya başlıyor. Bir yerde kömür bitmeden başka yere indiğinde, oradan da sıcak kömür çıkmaya başlıyor. Üstün cayır cayır yanıyor yani.
Şirket aç bırakıyor, sıfır masraf istiyor, çok üretim istiyor… Aslında maden patlamış patlamamış o saatten sonra da fark etmiyor, şirket seni bir şekilde öldürüyor…
İş yerinden çıkıyoruz, kurs var diyorlar, daha girişte hiçbir şey okutmadan önümüze bir evrak koyuyorlar, imzala diyorlar. Okumak isteyince de “Seninle mi uğraşacağız” diyorlar. İmzayı at geç, imzayı at geç… Ne imzaladığımı bilmiyorum.
“Ben bu maskenin eğitimini aldım, kullanmasını biliyorum” diye imza attırıyorlar. Ama ben bu maskeyi kullanmayı bilmiyorum. Sözde eğitim veriyorlar ama biri geliyor maske şöyle kullanılır, böyle takılır anlatılıyor; maskeyi işçiye takmıyor bile. Ondan sonra o adam madende ölüyor.
Madende çalışan işçilere verilen maskelerin çalışmadığı ya da zaten böyle bir katliamda işçiyi koruyamayacağı haberleri sonradan geldi. Madencilere verilen maskeler gerçekte nasıldı peki?
Çalışan maskeden de adam ölüyor. Kullanmayı bilmedikten sonra o maskenin hiçbir anlamı yok. Çünkü burnundan nefes almaya başladığın andan itibaren o maske artık bir işe yaramıyor. Havayı çekmeye başladığın takdirde bir uyku çöküyor, halsizlik başlıyor, kalp atışların hızlanıyor, olduğun yere yığılıp kalıyorsun.
Maskenin 45 dakika süresi var deniyor. Ama benim Karaçam’dan çıkardığım bir arkadaşım, maskeyi 15 dakika takmış, daha sonra yürüyememiş. Maskeyi çıkarsa ölecek, ama çıkarmasa da ölecek. Bir bakıyor, önünde ustası düşüyor. Ustası düşününce, bir bakıyor yan tarafta oksijen tüpü. Sonra tüpü çekiyor ustasına da uzatıyor, o şekilde tüpü sürüyerek 80 metre geliyorlar. 80 metreyi geldikten sonra, temiz hava geldiğini fark ediyorlar. Ben madene inerken onu görüyorum ama o bana “Abi hiç gitme. Arkadaşlarımın hepsi komple öldü” diyor. Sen nasıl kurtuldun deyince, anlatıyor oksijen tüpünü, yani maskelerin işçiyi kurtarma ihtimali sıfır.
Aslında maskeler geçici çözüm. Peki, yaşam odaları?
Yaşam odası diye bir yer yok bizim orada. Onların yaşam odası dedikleri yer, sadece revir. Orası anayolun yanında açılmış bir oda, kurtulma şansın yüzde sıfır, çünkü oraya da pis hava giriyor.
Soma’da oraya girmiş işçiler ama biz orada, revirde üst üste 17 kişiyi ölü bulduk. Yaşam odası dedikleri yeri biz de bilmiyorduk, televizyonda gördük. Konteyner gibi bir şeymiş.
Açıklamada anlatıyor şirket yetkileri “Yaşam odamız var, ama onun altında patlama olduğu için oraya geçiş yapılamadı” falan filan. Hep hikaye bunlar.
Şirket işçileri katletmeden önce de aslında her şekilde, anlaştığı hastaneyle, sendikayla… işçileri daha fazla sömürüyor ve aslında olası katliamların da önünü açıyormuş. Madende çalışan işçiler ne tür ihlallerle karşı karşıya?
Haklarımız çok yeniyor. Haberimiz olmadan toplantı yapılıyor, iş güvenliği için bize ceza yazılabileceği kararı alınıyor. Mesela malzeme atmak yasak kararı çıkmış, amir geliyor “Sen bunun yasak olduğunu bilmiyor musun” diyor. Bilmiyorum deyince, “Biz toplantıda aldık karar” diyor. Haberim olmadığını söyleyince, “Haberin olması mı lazım” diyor ve 2 yevmiye ceza veriyor. Bir de hafta tatili gidiyor.
Normalde şirket çocuk yardımı yapmak zorunda. Ama kaç çocuğun olursa olsun, bordroda çocuk sıfır gösteriliyor.
Yıl sonunda, bir maaş ikramiye vermek zorunda. Arkadaşlarımız bankaya bunu araştırmaya gitti, banka “Biz bilgi veremeyiz, siz sendika ile toplu sözleşme yapıyorsunuz, bilgiyi onlardan alın” demiş. Yani sendika kendine alıyormuş parayı. Gitmiş Denizbank’la anlaşmış. 4 TL kalmış ATM’de kalıyor, 15 TL kalıyor, ama çekemiyorum. Eksik evrak var diyorlar, ATM’den maaşımızı çekemiyoruz. Bütün madenciler Soma’ya bankaya gidiyor, evrak imzalıyor. üç gün sonra postacı kredi kartı getiriyor evimize. “Biz başvurmadık” diyoruz, postacı “Siz imzalamışsınız” diyor.
Sonra… Mesela ben şalterci değilim ama beni şaltere yolluyor. Oldu ki orada bir şey oldu da ben öldüm, kendi alanım dışında bir yerde çalıştığım için de yine beni suçluyor.
Katliamdan sonra, yeraltında ve yerüstünde ölmek arasındaki fark konuşulmaya başlandı. Bu durum tam olarak nedir, biraz bahsedebilir misiniz?
Yeraltında ölürsen 350-400 milyar tazminat veriyorlar. Yerüstünde 70-80 milyar lira falan. Dinamit patlıyor yeraltında, etlerin komple duvara yapışıyor. Ama anlaşmalı doktorlarla, ambulanslarla bu arkadaşları yerüstünde ölmüş gösteriyorlar.
Soma’daki katliamda battaniyelerle çıkarılanların hepsi aslında ölüydü. Yeraltında dinamit patladı, adamın gırtlağı koptu, boynu parçalandı… Yeraltında öleni, yerüstünde ölmüş gösteriyorlar. Hastanede götürürken yolda öldü diyorlar. Soma Devlet Hastanesi doktorları da bunlara imza atıyor.
Patrondan kurtulsan sendikaya takılıyorsun, oradan çıkarken doktora, doktordan bankaya takılıyorsun. En son bankadan temiz çıkacağım derken bir patlama, ölüm oluyor… Gene devam ediyor.
Bu adamlar öldürdükçe güçleniyor. Zaten başta en büyük katil devlet, çünkü her şeye izin veren de devlet. Özelleştiren de devlet. Önce devleti yıkmak lazım.
Katliam boyunca ana akım medyadan gelen bilgi, her zaman yanlış bilgi oldu. Yaşamını yitirenlerin sayısı, madende kalanların durumu manipüle edildi. Bu durumu anlatabilir misiniz?
Orada, hepsi bizim önümüzde canlı yayın yaptılar. Ölü sayısını şaşırttılar. Televizyonda 48 ceset çıktı diyor, ama ben aşağıya indim, kendi gözümle gördüm. Düşündüm, acaba rakamı mı yanlış gördüm dedim. Ama her kanal aynı rakamı yazıyordu. Sadece ben, 227 tane cenaze çıkardım.
1 tane canlı çıkıyor, arkasından 10 tane ölü çıkıyor. “Siz bu insanların yaşamasını istemiyor musunuz? Yolu açın!” diye insanları azarlıyorlar. Göstermelik bir şeyler takıyorlar göğsüne kalp masajı yapılmış gibi, yüzüne bir maske takıyorlar ama hortumları açıkta. Ölenlerin kollarını göğsünde birleştirip üzerlerine battaniye örtüyorlar, kolları sağa sola düşmesin diye. Çıkana “Bu yaralı, helikopterle İzmir’e gidiyor” diyorlar. Ama helikopterle götürdüklerinin hepsi ölü.
Peki, katliamın ardından neler oldu?
Ben katliamdan sonra televizyonu izleyince, arkadaşlarla konuştum, biz de bir şeyler yapalım dedim. Önce olmaz dediler, ben de tek başıma gittim. Ama sonra arkamdan gelenler de oldu. Gittim meydana tek başıma oturdum, gücümün yettiği kadar bağırmaya başladım, üç kişi beş kişiye haber verdi, beş kişi on kişiye haber verdi derken 300 kişi olduk orada.
Sonra ertesi gün bir yürüyüş oldu, 500 kişi. Ama hani nerede diğerleri? Onca insanın ölümü bile örgütleyemedi. Orada halk sokağa çıksaydı, Soma’ya giden yolları kapatsaydı böyle olmazdı. TOMA bile gelse, yolu açamazdı. Traktörleri koyardık yola, keserdik yolları…
Bu söyleşi Meydan Gazetesi’nin 19. sayısında yayımlanmıştır.
The post Maden İşçisi Soma Katliamını Anlattı appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post “Fakirlere Dağıtılan Kömürü Zenginler mi Çıkarsın?” – Özgür Erdoğan appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Taner Yıldız, son 10 yılda yardıma muhtaç ailelere yapılan kömür yardımı hakkında 1 Mart 2014 yılında yaptığı açıklamayla ne kadar kömürün dağıtıldığını belirtmişti. Açıklama 2003-2013 yılları arasında dağıtılan toplam kömür miktarının 17,2 milyon ton olduğu yönündeydi. Açıklamaya göre bu süre içerisinde yılda yaklaşık 1,7 milyon ton kömürün dağıtıldığı görülmektedir.
Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı resmi internet sitesi www.enerji.gov.tr’de 2012 yılında yayınlanan raporda 2011 yılında üretilen linyit kömürünün sektörlere göre kullanım oranları açıklanmaktadır. Rapora göre 2011 yılında 72,5 milyon ton linyit üretilmiştir. Bu miktarın %81,5’i elektrik üretimi amacıyla termik santrallerde %9’u sanayi sektörlerinde tüketilirken toplam üretimin sadece %9,4’ü konut ve işyerlerinde tüketilmektedir.
Bakanın yaptığı açıklamadaki 1,7 milyon tonluk kömür ise üretilen kömürün %2,3 ünü oluşturmaktadır.
Enerji Kimin İçin?
Enerjiye ihtiyacın kaçınılmaz olduğu tartışmaları muktedirler tarafından sıkça gündem ediliyor. Neredeyse her katliamın ardından halkın ortaya koyduğu tepkileri karşılamada devletin ve kapitalizmin asıl argümanı “bu katliamları sizin için yapıyoruz”’a çıkıyor. Nükleer, Termik, Hidrolik, Rüzgar, Güneş, Jeotermal dahil, yaşamı yok etmesi kaçınılmaz tüm enerji üretim tesislerinde, bunların “hammadde” ya da “kaynak” olarak nitelediği, yaşamın tüm bileşenlerinin işlenmesinde ve dönüştürülmesinde meydana gelen katliamlar bugün kömür madeninde yeniden belirdi.
Pek çok örnekte olduğu gibi Soma’da da insanların yıllardır yaşamlarını sürdürdükleri yaşam alanlarında, geçimlik tarım ve hayvancılık uygulamaları artık ihtiyaçlarını karşılayamaz hale geldi. İhtiyaçlarını karşılamak için zenginleri daha da zengin edecek fabrikalarda, inşaatlarda, santrallerde ve madenlerde yaşamak zorunda kalanların ölümü sözde “vatanın, milletin” refahı için olduğundan devlet tarafından “şehit” ilan edilmişler. Peki “şehit” ilan edilmek yeter mi kalkınma, ilerleme, büyüme, gelişme yanlısı siyasal ve ekonomik iktidarların yalanlarını örtmeye?
Özgür Erdoğan
Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 18. Sayısında yayımlanmıştır.
The post “Fakirlere Dağıtılan Kömürü Zenginler mi Çıkarsın?” – Özgür Erdoğan appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>