The post Kayı İnşaat İşçileri Kadıköy’de Eylemde appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Kayı İnşaat işçileri 2 senedir alamadıkları maaşları için mücadele etmiş ve iflas eden şirket konkordato için anlaşmıştı. Ancak şirket, satış işlemlerini gerçekleştirmeyerek işçilerin haklarını ödemedi. İşçiler, hakları için Kadıköy’de eylem gerçekleştirildi.
The post Kayı İnşaat İşçileri Kadıköy’de Eylemde appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post Konkordato İlanının İşçiye Temel Etkileri appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Kapitalist işleyiş içerisinde zaman zaman kullanılabilecek ama paylaşma ve dayanışmayla örülü özgür dünyada hiçbir şeye yaramayacak bilgiler…
Ekonomik kriz, yoksullar için sofrasındaki yiyeceklerin azalması anlamına gelirken patronlar için fırsat demek. Her ekonomik krizde patronları her türlü ihtimale karşı koruyan, bizim hiç duymadığımız kanun maddeleri açığa çıkar. İçinden geçtiğimiz zamanlarda gündemden düşmeyen fırsatın adıysa “konkordato”.
Konkordatodan önce patronların en çok kullandığı imdat çekici iflasın ertelenmesiydi. İflasın ertelenmesi demek, hakkında iflas erteleme kararı verilen şirketin alacaklılardan korunması anlamına geliyor. İflas erteleme kararıyla birlikte icra takipleri duruyor ve bunun sonucunda alacaklılar iflas erteleme süresince icra dairelerinde haciz yoluyla borçlunun mallarını paraya çevirtip alacaklarını tahsil edemiyorlardı.
OHAL döneminde çıkan 669 sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile iflasının ertelenmesi OHAL süresince kaldırılmıştı. Geçtiğimiz Şubat ayı içerisinde meclisten geçen kanunla bu süre sınırı da kaldırılarak iflasın ertelenmesi kurumu kaldırıldı. Buna sebep olarak da 4 yıl gibi sürebilen iflasın ertelenmesi kararıyla şirketlerin haciz yoluyla satılamayan malların el değiştirmelerinin sağlanması yani şirketlerin içinin boşaltılması gösterildi. Yerine 2 yıl sürebilen konkordato hakkındaki düzenlemelerde değişiklikler yapıldı.
İflasın ertelenmesi kaldırılınca patronlar bu sefer yönünü konkordatoya çevirdi. Peki konkordatonun, iflasın ertelenmesinden farkı nedir? Konkordatoda, borçlu şirketlerin alacaklılarıyla anlaşarak borçlarını yapılandırmalarına ilişkin bir anlaşma anlamına gelmektedir. Yani iflasın ertelenmesi kararında sürece pek dahil olamayan alacaklılar konkordato kurumunda sürece daha fazla dahil olabiliyorlar. Konkordatoda borçlu borçlarının en az yarısını ödemek, kalan borçlarını da bir ödeme takvimine bağlamak konusunda alacaklılarının üçte ikisiyle anlaşma yapmaya çalışmaktadır.
Peki bu durumun işçi alacaklarına etkisi ne olacak? Öncelikle şunu söylemek gerekir ki, konkordato ilanının işçi sözleşmeleri üzerinde doğrudan etkisi bulunmamaktadır. Yani işçilerin sözleşmeleri konkordato ile birlikte bitmemiştir ve patron ya da işçi, konkordato ilanı nedeniyle haklı sebeple iş sözleşmesini feshedemez.
Konkordato öncesi son bir yıl içinde doğan işçi alacakları İcra İflas Kanunu’nun 206. maddesine göre imtiyazlı alacaklardan sayılır. İşçiler ücret, kıdem ve ihbar tazminatı alacaklarının tamamı için icra takibi yapabilir veya yapılmış icra takiplerine devam edebilirler. Ama bunun için mahkeme ilgili şirket hakkında konkordato kararı verirken işçilerin alacağının mahkemeye bildirilmiş olması yani konkordatoya yazılmış olması gerekmektedir. Bu nedenle konkordato kararları takip edilmeli, işçi alacakları mutlaka konkordatoya yazdırılmalıdır. Bu durumda işçi, alacağını tam olarak alır.
Konkordatoya yazılmamış işçi alacaklarının imtiyazsız alacaklar gibi konkordato şartlarında ödeneceği kabul edilmiştir. Yani konkordato şartları neyse ona göre alacak alınabilir, sonuç olarak alacağın tamamı alınamayacaktır. Ve sırası da imtiyazlı alacaklara göre daha geride olduğu için işçi, alacağını alamama tehlikesi içinde olacaktır.
Peki imtiyazlı alacak ne demek? İmtiyazlı alacak, bir borçludan alacağı olan birden fazla kişinin olması durumunda belirlenecek sırada başta yer alan alacaklı anlamına gelir. İşçi alacakları bu durumda tehlikede değil gibi durmaktadır ancak uygulamada durum böyle değildir. Rehinle teminat altına alınmış alacaklar için de icra takibine bir engel yoktur. Ticaret hayatında genelde alacaklarını bankalar rehinle teminat altına aldığı için öncelikle bankalar alacağını alacak, işçiye gelirse sıra daha sonra gelecektir. Sonuç olarak işçinin, kendisinin ve yakınlarının hayatını idame ettirebilmesi için mücadele edeceği “enflasyon canavarı”nın yanına bir de “konkordato canavarı” eklenmiştir.
NOT: Konkordato ilan eden patrondan alacağı bulunan işçilerin İŞKUR’a başvurarak Ücret Garanti Fonu Talep Dilekçesi vererek ödenmeyen en fazla üç aylık ücretini talep edebilmektedir, bunu da bir kenara not etmemiz gerekir. Ana akım medyanın iddia ettiği gibi işçi alacaklarının güvende olması gibi bir durum söz konusu değildir, istenilen şartları taşıması halinde ödenmemiş olan en fazla 3 maaş ödenecektir.
Kullan At
Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 47. sayısında yayınlanmıştır.
The post Konkordato İlanının İşçiye Temel Etkileri appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post Keskinoğlu’nda İflas Ertelemeyi Erteleme! appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Yaşanan ekonomik kriz sebebiyle farklı sektörlerden birçok şirket iflas ederken, nakit sıkışıklığı nedeniyle iflas erteleme yerine konkordato son dönemde birçok şirketin iflas etmeme görüntüsü vermek için kullandığı yollardan birisi.
Haziran başında konkordato başvurusu yapan tavukçuluk şirketi Keskinoğlu’nun konkordato süresi 1 yıl daha uzatıldı. Şirket “11 Haziran 2018 tarihinde ticari faaliyetlerimizi aralıksız devam ettirebilmek adına başvurduğumuz konkordato için şirketimize tanınan 5 aylık geçici mühlet, finansal tablolarımızın incelenmesinin ardından Akhisar 1. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin takdiriyle kesin süre olarak 12 ay daha uzatıldı.” açıklamasında bulundu.
Yakın zamanda, iflası ertelenen şirketlerin korkordato uzatmaları gündeme damga vuracak. Devletin “kriz yok” görüntüsü vermek adına, özel şirketlerin iflasına başka ne kalıplar bulacağı, iflas ertelemenin ertelemesinin ertelemesine nasıl bir isim konulacağıysa merak konusu!
The post Keskinoğlu’nda İflas Ertelemeyi Erteleme! appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post İşte Kriz: 6.000.000 İşsiz – Halil Çelik appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Kriz tamtamları çalıyor: “Kriz gelecek!”, “Kriz Teğet Geçecek!”, “Kriz geldi!”, “Kriz var mı yok mu?”, “Kriz varsa sonucu ne olacak?”, “Krizin bize etkisi nedir?”… İki yıldan fazla bir süredir hep aynı şeyi duyuyoruz; konuşuyoruz; tartışıyoruz. Ancak şimdi hepimizin varlığını çok net bir şekilde hissettiği KRİZ’i yaşamaya başladık. Kriz bir iktisat tanımı olmak ile beraber ezilenler tarafından denklemleri anlaşılmaz kılınan, devletin diğer dönemlere göre farklı bir ekonomi politikası güttüğü veya gütmek zorunda kaldığı bir süreçtir. Bir devletin ekonomisinin dünya ekonomisi denen piyasada durgunlaşmasıyla veya şahit olduğumuz gibi çok ciddi bir şekilde gerilemesiyle oluşan -veya oluşturulan- ekonomik yaşayamama halidir. Devletler için kriz, siyasi sebeplere, devlet iktidarına sahip olanların kişisel hırslarına, yakın veya uzak coğrafyalardaki savaşlara, devletin hükmettiği coğrafyaların şirketler için yatırım yapılamayacak kadar “güvensiz” bir yer halini almasına kadar bağlanabilir. İş işten geçmiş olsun veya olmasın uzun uzadıya bu sebepler araştırılır, tartıştırılır. İki yıl diyoruz ya daha da fazla bir zamandır televizyonlarda, gazetelerde kriz konusu çeşitli şekillerde konuşuldu, tartışıldı, yazıldı, çizildi. Şimdi artık yaşıyoruz. Her ne kadar devlet cephesinden konuşanlar “kriz mıriz yok, sakın ha bunlara aldırmayın” dese de artık kriz çalıştığımız iş yerinde, bindiğimiz metrobüste, yürüdüğümüz yollarda, evimizin içinde, her an bizimle.
İflas Ertelemenin Adı Konkordato Oldu
Yaşadığımız krizi öncekilerden ayıran en önemli özellik devlet iktidarını elinde bulunduranlar ile beraber onları destekleyenlerin krizin olmadığını söyleyerek kendi kendilerini kandırmalarıdır. Kriz ile ilgili her şeyi devlet, bypass yöntemi ile farklı bir yoldan göstermeye çalışıyor. Ekonomistlerin çok uzun bir zamandır yaptığı analizler, geleceğe dair tahminler, hükümetin hep başka bir yerden alıp tıkanıklığı aşma şeklindeki yöntemi ile boşa düşüyordu. Artık bugün hükümetin bypass yapacak kaynağı kalmadığı için şirketler tamamen batma aşamasına geldi. Devletleri krizden kurtaracak olanlar yatırım yapacak şirketler iken bugün bu şirketler de bir bir iflas ediyor. Her ne kadar OHAL dönemi KHK’ları ile artık şirketlerin iflas ertelemeleri konkordato yöntemine bağlanmış olsa da iflas kaçınılmaz oluyor. Ancak iflas erteleme yasaklandığı için uygulanan konkordato yöntemi de devletin başına bela olmaya başlıyor. Her güne yeni bir konkordato ile uyanıyoruz.
Yıl Sonunda Konkordato 10.000’i Bulacak
Hangi şirketlerin konkordato ilan ettiği veya edeceğine kapitalistler in açısından tahmin etmesi zor olmamakla beraber şaşırtıcı da olmuyor. Ancak ezilenler için durum farklı. Her konkordato bizler için “Vaay o da mı battı?” denecek düzeyde. Mesela Yörsan Gıda var yakın zamanda konkordato ilan edenler arasında. Yörsan’ı boykot süreçlerinden biliriz. 2007 yılının sonunda Balıkesir Susurluk’ta süt ve süt ürünleri üreten Yörsan fabrikasında 400 işçiyi sendikalı olduğu için işten çıkaran Yörsan’a karşı işçiler büyük bir direniş başlatmıştı. İşçilerin direnişi toplumsallaşmış, her kesimden insanın dayanışmasıyla Yörsan’a karşı bir boykot örgütlenmiş ve direniş kazanmıştı. Yine konkordato ilan eden şirketler arasında Yeşil Kundura, Beta Ayakkabı, Hotic gibi ayakkabı üreten şirketlerin yanı sıra 50 yıllık ambalaj üreticisi Eminiş Ambalaj, inşaat sektöründe yarım asra yakın bir süredir faaliyet gösteren Ankara merkezli Aker İnşaat, Fikirtepe ve Kartal’da kentsel dönüşüm ihalesi alan Ceylan İnşaat ile beraber 200’e yakın inşaat şirketi yer alıyor. Binlerce şirket konkordato ilan etmiş durumda. Sadece geçtiğimiz ekim ayında konkordato ilan ederek mahkemeye başvuran şirket sayısının yüze yakın olduğunu kaydeden araştırmalara göre, ağustos ayından bu yana konkordato başvuru sayısı 3000 civarında. Yıl sonuna kadar ise konkordato ilan etmiş olan şirket sayısının 10.000 civarında olması bekleniyor.
İşçiler İşsiz Kalıyor
Konkordato ilan eden şirketlerde ezilenler açısından en önemli mesele, işçi alacaklarının ödenmemesi oluyor. Şirketler, bırakın işçilerin tazminatlarını, çıplak ücretlerini dahi ödemeden konkordato ilan ediyor. Şirket, işçiye iflası öne sürüp ödeme yapılamayacağını söyleyerek işçilerin alacaklarının üstüne yatıyor. İşçi hem alacaklarını alamamış hem de işsiz kalmış oluyor. Bu durum çoğu şirkette böyle yaşanıyor. İŞKUR tarafından en son açıklanan Eylül 2018 dönemi verileriyle, işsizliğin aldığı boyut gözler önüne serilmiş oluyor. Ağustos 2018’de 2 milyon 752 olan kayıtlı işsiz sayısı bir ayda 381 bin artarak Eylül 2018 döneminde 3 milyon 133 bine ulaştı. Eylül 2017 döneminde 2 milyon 575 bin olan kayıtlı işsiz sayısı, Eylül 2018’de 558 bin artmış oldu.
Kayıtlı işçilerde bile göze çarpan bu yüksek oran, işsizliğin aldığı boyutu gösteriyor. Yine TÜİK verilerine dayanarak yaptığı incelemede DİSK-AR (DİSK – Araştırma Dairesi) geniş tanımlı işsizlik sayısı olarak gerçek işsiz sayısını 6.3 milyon olarak hesapladığını açıkladı.
Kriz Ezilenlerin Yaşamına Mal Oldu
Yani 6 milyondan fazla insanın işsiz olduğu bir krizi yaşıyoruz. Devletler için kriz bir ekonomi politikası veya politikasızlık anlamına gelirken ezilenler bunu yaşamın her anında hissetmek zorunda kalıyor. İşsiz olmak sadece herhangi bir yerde çalışıp emeğini satamamak anlamı taşımıyor. İşsiz kalmanın tabi ki en başta ekonomik etkilerini yaşayan ezilenler, bu durumun bireysel psikolojik etkileri ve toplumsal etkileri ile boğuşmak zorunda kalıyorlar. İşsizlik kadın, erkek, genç, tüm işçiler için yaşamın her alanında tek başlarına altından kalkılamayacak ağır bir yüke dönüşüyor. Yükü kaldıramayan binlerce ezilen sayısız sorunla boğuşuyor. 15 yıl boyunca inşaatlarda çalışıp da işsiz kalan Sıtkı Aydoğmuş’un TBMM önünde bedenini ateşe vermesi, üniversitenin coğrafya bölümünden mezun olup iş bulamayan İbrahim Yeşilbağ’ın işsizlik yüzünden intiharı, İsmail Devrim’in “Çocuğuma okul pantolonu bile alamıyorsam yaşamamın ne anlamı var?” diyerek intihar etmesi ezilenlerin bu yükü kaldıramadığının en açık göstergelerindendir. İşsizliğin ezilenleri intihara kadar sürüklemesi her ne kadar manipüle edilerek yok sayılmak istense de son aylarda oldukça ciddi boyut almış durumdadır. Devletlerin siyasi veya ekonomik çıkarlarının çatışması sonucu yaşadığımız sürecin faturasını ezilenler, işçi olsalar da işsiz olsalar da kanlarıyla canlarıyla ödemek zorunda kalıyor.
Devlet Krizi Atlatır
Ekonomik krizlerden kurtulmanın yollarını devletler iyi bilirler. Daha önce defalarca yaşamışlardır. Mesela 2001’de “Kara Çarşamba” olarak bilinen ekonomik kriz, coğrafyamızda yaşanmış büyük krizlerden biridir. Şubat 2001’de hiç öngörülmedik bir şekilde ekonomik daralmalar yaşanmış, ihracat azalmış hatta tamamen bitme noktasına gelmişti. Hatta dönemin başbakanı Bülent Ecevit, “Ülkede kriz var” açıklamasıyla dönemin Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer ile MGK toplantısında gerginlik yaşamış ve TL dünya para piyasasında resmen dibi görmüş, piyasalar alt üst olmuştu. Çözüm olarak ne mi yapılmıştı? Devlet ekonomisi Kemal Derviş’e teslim edilmiş, o da devletin ekonomisini rayına sokmuştu. Şu an devlet iktidarını ellerinde bulunduranların da yine bu 2001 krizinin sonucunda ortaya çıkarak devlet iktidarını aldıkları düşünülür. Şu an yaşadığımız kriz, 2001 krizi gibi öngörülemez değildi elbette ve bu süreçte devletin yönetim biçimi de değişiklik gösterdi. Ancak yine de devlet iktidarını elinde bulunduranlar “kriz var” diyemediler diyemiyorlar. Bugün devletin yaşadığı ekonomik ve siyasi krizin Kemal Derviş’i olarak McKinsey görülmüş ve şirketle anlaşmaya varılmışsa da hakkında çeşitli yorumlar yapılabilecek şekilde bu anlaşma bir anda bozulmuştu. Eskiyen “yeni ekonomik plan”ların yenilerini, onun da eskimesi durumunda ise yine yeniden yenilerini yapacaktır devlet yetkilileri!
Ezilenler Örgütlenmek Zorundadır
Devletin krize yaklaşımını değerlendirmek bir kenara, ezilenler için krizin devletsi denklemleri sohbet konusu olmaktan öteye gidebilecek bir nitelikte değildir. Bir kesim, devletin ve devletin başkanı Tayyip Erdoğan’ın sözüne bakarak ekonomik yaşamın gerçekliğine gözlerini kapatırken geriye kalanlar bu krize karşı koyamamanın çaresizliğini yaşamak zorunda kalıyorlar. Çaresizlik içerisindeki ezilenler bireysel kurtuluş yolları ile süreci kotarmanın derdiyle ve iş bulabilme umuduyla bir başka coğrafyada göçmen olmayı kurtuluş olarak görebiliyor. Ezilenlerin işçi olarak çalıştıkları şirketlerdeki pozisyonu; şirketi ayakta tutan, işlemesini sağlayan temel işleri yapmasıdır. Bu işi yaparken de emeğinin ücreti patronun kıstasları ile belirlenir. Emeğini satan ve işsiz kalmadan önce toplumsal işleyişte rolü bu şekilde belirlenmiş olan ezilenlerin, tekrar eski pozisyonunu kazanmak için ısrar etmesi elbette düşünülemez. Aslolan, öz örgütlülükle bir araya gelişlerin birer umut ışığı olmasıdır. İşsiz kalan ezilenler için yaşam, gündelik market ihtiyaçlarını dahi karşılayamamaya evrilmiş durumdadır. Bu sebeple yaşamın gündelik işleyişine müdahil olabilecek bir örgütlülük şarttır. Kapitalizmin dayattığı üretim dağıtım ve tüketim ağında bir gedik açmayı hedefleyen komün, kolektif ve kooperatifler ezilenlerin yaşamının paylaşma ve dayanışma temelinde dönüşümünde önemli rollere sahiptir. Krizin yaşamsal etkilerine karşı, bireysel kaçış/kurtulma stratejilerinden ziyade bir araya gelerek böylesi kolektif örgütlenmelerdir ihtiyacımız olan.
Halil Çelik
Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 47. sayısında yayınlanmıştır.
The post İşte Kriz: 6.000.000 İşsiz – Halil Çelik appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post Ekonomide “Karar Anı” – İlyas Seyrek appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Metaforlar kullanmak anlatımı kolaylaştırır, etkileyici olur. Bu nedenledir ki devlet yöneticileri de metaforları sıkça kullanmaktadır. Yöneticiler, güçlü olduklarında “ayaklar baş olamaz” gibi meydan okuyucu; kriz dönemlerinde ise “hepimiz aynı gemideyiz” gibi popülist, beylik cümlelere başvurur. Şimdi hep birlikte, yöneticilerin bu metaforlardan ikincisini kullandığı, güçlü olduğunu söyleyip tedirgin olduğu bir dönemi, “ekonomik kriz” dönemini yaşıyoruz.
Döviz kurlarının oranı, enflasyonun- işsizliğin yükselip yükselmeyeceği, hangi ürünlere ne kadar zam geldiği, hangi ürünlere gelebileceği… Bugünlerde sıkça sorulan ve belirsizliğini koruyan meseleleri oluşturuyor. İç ve dış siyasi gelişmelere, ekonomik politikalara ve piyasa hareketlerine bağlı bu belirsizlikler günler geçtikçe yeni soru ve sorunlarla büyüyor.
Adı Konulmamış Kriz
Kriz, teknik olarak, iki veya daha fazla çeyrek periyotlarda (6 ay ve üzeri) üst üste yaşanan ekonomik daralma şeklinde tanımlansa da TC ekonomisinde yaşanan kötü gidişatın bir kriz olarak sınıflandırılmamasında TÜİK’in ekonomik verilere ilişkin istatistiklerde hesaplama değişikliğine gitmesi ve borçlanmayla birlikte gelişen balon büyüme rakamları etkili. Her ne kadar inkar edilse de var olan ancak adı konulmayan (kabullenilmeyen) bu kriz, gün geçtikçe gözle görünür hale geliyor.
2013’ten bu yana yaşanan, Taksim Gezi Direnişi’nden 17-25 Aralık yolsuzluk operasyonlarına, şehir savaşlarından darbe girişimine, Suriye topraklarında yapılan saldırılardan ABD ile yaşanan Halk Bankası, S-400 füzeleri ve papaz krizlerine kadar pek çok gelişme, siyaset ve ekonomi arasındaki ilişkinin girift bir hal aldığı günümüzde, TC’nin ekonomik gidişatının siyasi temellerini oluşturuyor. Üretimin ithalata bağımlılığı, ABD’nin 2013’te faizleri arttırmasına rağmen TC’nin (enflasyonu ve işsizliği düşük seviyede tutarak popülist politikalar yürütebilmek için) düşük faizde diretmesi, şirketlerin dövizle borçlanması, alınan borcun ağırlıklı olarak inşaat sektörüne yönlendirilmesi ve global fonların TC’den çekilmesi ise krizin ekonomik temellerini kuruyor.
Uzun bir dönemde pek çok siyasi ve ekonomik nedene bağlı bir biçimde temellenen, fakat kısa bir sürede etkisini oldukça fazla hissettirmeye başlayan krizin, nasıl ve ne kadar süreceği belirsizliğini koruyor. Ekonomik krizler -farklı coğrafyalarda ve zamanlarda da deneyimlendiği üzere- ekonomik ve siyasi büyük değişimlere neden olabildiği için krizin etkilerinin ortaya çıktığı ilk dönemi iyi gözlemlemek gerekiyor.
Kriz Büyüyor Endişe Sürüyor
Papaz kaynaklı dolar krizi ya da sadece ekonomik nedenlerle gelişen bir belirsizlik hali olarak tanımlanamayacak krizin etkilerini hep birlikte yaşıyoruz. Kriz, Ağustos ayında aniden yükselen döviz kurları ve TL’de %24.6’lık değer kaybı ile ciddi bir gündeme dönüşerek konuşulmaya başlanmıştı. Şimdi ise tuvalet kağıdından şalçaya kadar pek çok farklı ürüne, elektrik ve doğalgaz fiyatlarına gelen büyük zamlar, Ağustos ayına ait açıklanan %17.9’luk enflasyon oranı* ve son olarak %6.25 oranında gerçekleştirilen faiz arttırımı, krizin özellikle yoksulların yaşamlarını etkileyecek şekilde büyüyeceğinin sinyallerini veriyor.
Siyasi iktidar, “kriz, mıriz yok” söylemleriyle kriz yokmuş gibi davransa ve yaşananları son dönemde ABD ile yaşanan gerilimlere, dış güçlere bağlasa da aynı zamanda krizin ciddi olduğunun farkında olarak önlemlerini almaya çalışıyor. Hiçbir derde deva olmayacak Yeni Ekonomi Programı açıklanırken bakanlıklar tarafından sanayicilere destek ve önlem paketleri hazırlanıyor. Devletin önlemleri, krizin nedenlerini ortadan kaldırmak yerine krizi kabullenilebilir bir seviyede tutmaya odaklanıyor.
Kriz: “Karar Anı”
Kriz kelimesinin kökenine baktığımızda, kelime Eski Yunanca’da karar verme filinden türeyerek “karar anı”nı tanımlıyor. Şimdi devlet de bir kararın eşiğinde. Vereceği kararla piyasaların gidişatını etkileyecek ama köklü bir değişiklik sağlamayacak olan hükümet, ekonominin gidişatını iktidarını kaybetmeyeceği bir zeminde tutma niyetinde.
Bu amaçla, toplumun büyük bir çoğunluğu geçimini sağlama derdinde iken patronların ve şirketlerin yöneticilerinin de kar oranlarının düşmesi, zarar etme ya da iflas etme tedirginliğini yaşadıkları gündem ediliyor, şirketlerin art arda konkordato (iflas anlaşması) açıklaması üzerinde duruluyor. Gemi metaforu tam da bu sebepten, “ekonomik gidişat her kesimi etkileyecek” söylemi üzerinden kullanılıyor. Fakat patronlar, büyük zararlar etseler de hükümet tarafından kollanacaklarını ve kayırılacaklarını biliyorlar ya da kayırılabilmek için gidişata yönelik tartışma açmıyorlar. Bu sebeple de koca koca şirketlerin sahipleri “üniversitede bir ara (ekonomi) dersini almış” bir bakana (damada) güvendiklerini açıklıyor.
Kısacası, devletin kurumları krizin maliyetini çıkarmanın kısa, orta, uzun vadede ekonomide kim zararlı çıksın kim çıkmasın, kimi bu krizden kurtaralım kimi kurtarmayalım hesaplarını yapıyor; her olumsuz duruma karşı yeni “kararlar verme”ye çalışıyor. Fakat, aslında krizi tümden çözecek kararları, bütün “zenginliğin” gerçek yaratıcıları oldukları halde kriz dönemlerinden en çok etkilenenlerin, yani biz ezilenlerin vermesi gerekiyor. Ve bizim kararımız: “Krizi yaratan tüm mekanizmaları yok etmek ve üretimde, dağıtımda, yaşamı ilgilendiren her alanda tüm kararları kendimiz vermek.”
*Gazetemizin matbaada olduğu sürede Eylül ayı enflasyonu % 24,52 olarak açıklandı.
İlyas Seyrek
Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 46. sayısında yayınlanmıştır.
The post Ekonomide “Karar Anı” – İlyas Seyrek appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post Konkordatoya Giden Şirket İşçi Alacaklarını Ödemiyor appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Yaşanan ekonomik kriz nedeniyle şirketler arka arkaya konkordatoya gidiyor. Bu şirketler arasında, devlet iktidarının siyasi-ekonomik bekasının sembolleştiği sektör olarak kabul edilen inşaat alanında faaliyet gösterenler de bulunuyor. Nuhoğlu İnşaat’ın konkordato için başvurduğu, şirketin İzmir’de bakanlıkla birlikte yürüttüğü kentsel talan projesi kapsamında inşa ettiği konutlarda çalışan 1000 civarında işçinin alacaklarını ödemediği öğrenildi.
Şirketin İzmir Karabağlar, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı ve İller Bankası ile birlikte yürüttüğü kentsel dönüşüm çalışmaları kapsamında sürdürdüğü Yenitepe İzmir şantiyesindeki çalışmalar önce durma noktasına geldi, sonra da şantiyede çalışan işçi sayısı 1000’den 100’e düşürüldü. Çıkarılan işçilerin maaşları ile tazminatlarının 3 Eylül’de ödeneceği taahhüt edilmesine rağmen alacakların ödenmediği belirtildi.
Döviz kurlarındaki artışla başlayan ekonomik krizde şimdiye dek 3000’den fazla şirketin konkordato ilan ettiği belirtiliyor.
The post Konkordatoya Giden Şirket İşçi Alacaklarını Ödemiyor appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>