The post ” SANAL GERÇEK ” – Ece Uzun appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Her geçen gün oynayıcı sayısı binlere, on binlere hatta milyonlara ulaşan oyunlar… Sims, Second Life, Dota 2 ve nicesi. Matrix filminin sahnelerinden öte hayatımıza giren bilgisayar oyunları, gerçek yaşantının dışında duyuları harekete geçirmeyi, bireylerin kendilerine yepyeni bir yaşantısının kapılarını açmayı amaçlıyor.
İkinci Hayat mı, Gerçeklerden Kaçış mı?
Second Life, Snow Crash adlı bilim kurgu romanından esinlenerek geliştirilmiş bir simülasyon ortamıdır. Oyunun en önemli kuralı ise, sınırlarının olmaması. Kullanıcının yapacakları ise kendi hayal dünyası ve bu hayal dünyasının sınırlarını zorlaması üzerine kurulu.
Gerçek yaşantısından tamamen farklı olarak kurgulayabileceği bu dünyada birey, kendine bir avatar yaratır. Yarattığı bu karakter ile arkadaş edinebilir, sosyalleşebilir. Oyunun diğer kullanıcıları ile (oyundaki avatarlar ile) iletişime geçebilir, iş kurabilir, para kazanabilirler. Oyunda kullanılan para birimi ise Linden doları. 262 Linden doları 1 dolara denk düşer. Ayrıca kullanıcılar oyunda kazandıkları parayı gündelik yaşantılarında kullanabilir, hatta bu sayede “zenginleşebilir”.
Başlangıçta ABD, İngiltere Brezilya gibi devletlerde kullanıcı sayısı milyonları aşan oyunun; şimdi ise dünya genelinde yaklaşık on milyon kullanıcısı bulunmaktadır. Bir oyun kullanıcısı “Eğer akıl sağlığınız yerinde değilse, her anlamda bir yetişkin değilseniz, bu oyun sizi çok çabuk etkisi altına alır ve gerçeklik iskemlenizi altınızdan çeker.” diyerek tanımlıyor Second Life’ı.
Bir oyundan ziyade sanal gerçeklik olarak tanımlanan bu simülasyon sistemleri sayısı milyonları aşarken sanal gerçek ve “gerçeklik” kavramları, sorgulamak gereken bir durum olarak karşımıza çıkıyor.
Sanal Gerçeklik Nedir?
Sanal gerçeklik, gerçek dünyaya özgü bir durumun bilgisayarlar tarafından yaratılmış üç boyutlu simülasyonudur. Kullanıcı, yaratılan bu simülasyon ortamını üzerine giydiği çeşitli aygıtlarla duyusal olarak da algılar. Ve bu aygıtlar sayesinde simülasyon ortamını denetler. Bu sistemin tümü, sanal gerçeklik (virtual reality) olarak tanımlanır.
“Gerçeğin yeniden inşası” olarak tanımlanan bu sistemler yoğunluklu olarak 90’lı yıllarda kullanılmaya ve geliştirilmeye başlanmıştır. Simülasyon sistemlerinin gelişiminden önce, 1940’ta ilk denemeleri başlayan yapay zeka, II. Dünya Savaşı sırasında Nazilerin Enigma makinesinin algoritmasını çözmek amacıyla kullanılmaya ve geliştirilmeye başlanmış, 70’li yıllarda Microsoft, Apple, IBM gibi büyük şirketler, bu sistemleri geliştirmeye devam etmiştir.
2000’li yıllara gelindiğinde özellikle bilgisayar oyunlarında rastladığımız sanal gerçeklik “ikinci dünyanın vaadi” olarak bireylere sunulurken, yaşamın her alanında kullanımının artması üzerine çalışmalar sürdürülmektedir. Özellikle eğitimde kullanılması, “yeni dünya”nın ayak seslerine kulak vermek adına kritik bir noktada durmaktadır.
Eski Dünya, Yeni Dünya
Medya felsefesine ilişkin teorileri ve sosyolojik tespitleriyle nam salan Jean Baudrillard simülasyon sistemlerine farklı açıdan bakabilmek adına önem taşıyor. Simülasyonların sadece bilgisayarlar tarafından yaratılmadığını söylerken, bugün televizyonlarda sürekli reklamlarını gördüğümüz Disneyland’den yola çıkarak simülasyonlara dair teorilerini ortaya koyuyor. Ona göre; korsanlar, canavarlar gibi gerçek dünyada olmayan şeylerden oluşan bu büyük oyun, aslında sistem içerisindeki görevini başarıyla yerine getirmektedir. İnsanları Disneyland’e çeken şey, Amerika’nın minyatürleştirilmiş şekline benziyor oluşudur. Disneyland’de otomobil otoparka park ediliyor ve birey kendini bin bir çeşit oyuncağın karşısında buluyor. Bu oyuncakların verdiği hazzın yanı sıra dışarıdaki hayatın aksine, içeride büyük bir sıcaklık, sevecenlik ve gülümseyen suratlar olmasıdır. İçerdeki kalabalıkla otopark ise büyük tezatlık içerisindedir. İçerideki binlerce çeşit oyuncak; insanları nehir gibi oradan oraya sürüklerken, dışarı çıkan insan yalnızlığına, gerçek yaşamdaki oyuncağına, yani otomobiline dönmektedir.
Öncede halüsinasyon olarak tanımlanan sanrı, sanal gerçekliğin “gerçekliğini” yoğunluklu olarak açıklayabilmek adına oldukça etkili bir kavram. Sanrı “dış gerçekliğe ilişkin hatalı bir çıkarımın gerçekte varlığını iddia etme ve aksini kabul etmeme durumu” olarak tanımlanır. Sanal gerçekliğin bireyler ve toplumlar üzerindeki etki alanı da gerçekte var olmayan durumları varmış gibi göstermek, hissettirmek ve yeni bir gerçeklik yaratmak üzerine kuruludur. Sanal gerçeklik yalın gerçekliğe ne kadar yakınlaşırsa o kadar başarılı sayılır. Gerçekleştirilmek istenen düşler, durumlar mevcut olan gerçekliğe sığmaz. Bu yüzden hep mükemmele ulaşma, mükemmeli hayal etme güdüsü taşır. Ve bitmek bilmeyen bir döngü oluşmuş olur.
Bireylere “ikinci bir hayat” vadeden sanal gerçekliğin yaptığı; bireyleri mevcut gerçeklerden uzaklaştırmak, mevcut gerçekleri görmezden gelecek hale getirmektir. Sistemin yarattığı dünyada, sistem içerisinde görmek istediklerini gören birey; gittikçe mevcut gerçeklikten uzaklaşmakta, kopmakta ve yalnızlaşmaktadır. Böylelikle de sistem kendini koruma altına almakta ve bireylerin düş dünyasına saldırarak yaşayamadıkları gerçekliğin bir tesellisini sunmaktadır.
Bireyin kendini kaptırdığı bu yeni dünya; var olan dünyadan, yani eski dünyadan kurtuluş değil, sistemin sağladığı seçenekleri takiben yapılan sahte bir kaçıştır.
Ece Uzun
Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 27. sayısında yayımlanmıştır.
The post ” SANAL GERÇEK ” – Ece Uzun appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post Kitap: “Erdemin Simya Formülü Korsanlık” – Mine Yılmazoğlu appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Kitap, müzik, film… Korsana hayır! Korsan alma, suça ortak olma!
Devletin yasasında korsan satmak da almak da suç sayılmasına rağmen, yüksek fiyatlarla satılan bir kitabı edinmek için korsan yöntemi sıkça kullanılıyor. Kitabın yazarla okuyucu arasındaki yolunu kesen basım ve dağıtım şirketleri, kitap için emek harcayan yazardan baskıcısına, ciltçisine, hamalından tezgâhtarına kimsenin emeğini önemsemezler. Bu şirketler fiyatları yüksek tutarak, daha fazla kazanmak için yol kesen haramidirler adeta. Korsan ise aradaki bu kazancın seviyesini oldukça “makul” bir seviyeye indiren üretenle, satanın ve alanın arasında özel bir ilişkinin kurulduğu sihirbazlıktır.
Yazar, kitabının hakkını şirketlere verdiğinde -ki vermek zorunda- şirketler kitabın fiyatını kitapla hiçbir alakası olmayan formüllerle belirlerler. Bu nedenle korsan kitap, kitabın hak sahibi olan şirketin daha fazla kazanmasını engeller. Bu, şirketler için büyük bir sorundur. Çünkü kapitalist sistemin bir parçası olan şirket, daha fazla ve daha fazla kazanma refleksiyle oluşmuştur. Günümüzde, bir şirket için kitap korsanlığının anlamı, 1500’lerdeki sömürgeci devletlerin -şirketlerin- sömürge dolu gemilerini, kara bayraklı korsanlara kaptırmalarıyla aynıdır.
Peki, bu nasıl bir sihirbazlık ki eski bir fotokopi makinasında ya da köhne bir matbaada basitçe çoğaltılan bir kitabın okuyucusu, devlet ve şirketler için nasıl bir korsana dönüşür? “Korsan kitap alma, aldırma” kampanyaları korsan kitap alanların açıkça korsan ilan edilmesi değil mi?
Çoğaltılması ve satılması kadar basit bir eylem olan korsan kitabı almak, bizi de sistemin algısında korsan yapıyor. Yazarın kitap başına aldığı %20’yi, kitabın basılmasından raflara dizilmesine kadar çalışan tüm işçilerin aldığı %5’i ve falanı filanı, yani tüm sömürüyü çıkardığımızda, şirketlere kalan %70’i ödemeyi istememek bir suç mu? Bu suç korsanlıksa, bizler de en azından dolaylı korsanlar olmalıyız.
Bütün bu basım ve dağıtım sömürüsüne karşı bizlerin dolaylı korsanlığının yanı sıra doğrudan korsanlaşan bir yazar olursa nasıl olur?
Brazilya-Rio de Janeiro’da doğmuş ve doğduğu bu “sıradan ülkeye” rağmen dünyanın “elit ülkelerinde” bile bilinen bir yazara dönüşmüş Paulo Coelho, bu rant sistemine doğrudan karşı koyan bir korsan yazardır. Bizim gibi “sıradan coğrafyalarda” bile bilinen en ünlü kitabı Simyacı’dır.
Paulo Coelho bu kitapta demiri altına çevirmek için simyacıyı arayan Santiago’nun yolculuğunu anlatır. Santiago’nun yolculuğu boyunca yolunu birçok “harami” keser. Her şeye rağmen simyacıyı arayan genç adam, günün birinde simyacıyı bulur. Simyacı, Santiago’nun beklediği gibi çıkmazken; onun söyledikleri de beklediği gibi çıkmaz. Simyacı ona, demiri altına çevirmenin önemsiz olduğunu; önemli olanın istediği gibi yaşaması yani düşlediklerini eyleyebilmesi olduğunu anlatır. Santiago’ya erdemden bahsederken; simyacı, paylaşma ve dayanışmanın, özgürlüğün önemini anlatır. Bizlerin de korsan tezgâhlardan bildiği bu kitap, belki de dünya üzerinde korsanı en çok basılan kitaptır. Paulo Coelho da Hindistan’da turistlere simyacının İngilizcesini satan korsan bir genç için şunu demiştir: “Bu genç ile onur duyuyorum. Bu çok onurlu bir iş.” Hindistan’daki bu genç belki de kitaplarını on senedir internetten indirilebilir formatta yayınlayan bu yazarın kendisi için düşündüklerini bilmiyordur. Hatta kitapları indirdiği Pirate Coelho internet sitesini de korsan bir site sanıyordur. Genç korsanın, Paulo Coelho’nun bizzat kendine ait olan bu siteyi korsan sanması ise bir sanının ötesinde, kapitalizm için korsanlıktır zaten.
İspanyol Endülüslü Santiago, simyacı kitabının sonunda zengin olmak isteyen İngilizle beraber çıktığı yoldan yine fakir bir çoban olarak döner. Fatıma’nın yanına döndüğünde demiri altın yapan formülleri öğrenememiş olsa da, simyacının ona anlattığı erdemin simya formülleriyle dönmüştür. Düşünmek ve düşlediğini eylemeyi öğrenen Santiago, özgür bir insan olmuştur. Paulo Coelho 1988’de yazdığı kitaptan kendi de etkilenmiş olacak ki zenginliğin kazanmak, daha fazla kazanmak olduğu kapitalizmin simya formüllerinden az biraz da olsa uzaklaşmıştır.
Şimdi Delhi’de ya da Rio de Janeiro’da ya da İstanbul’da bir korsan tezgâhtan alacağınız -ki artık yoktur- Simyacı kitabının korsanları arasında şirketlerle anlaşmayan yazar, polisten saklanan matbaacı, zabıtadan kaçan tezgâhçı ve siz varsınız. Ve belki de bu erdemli korsanlığın simyacısı bir Santiago.
Mine Yılmazoğlu
Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 26. sayısında yayımlanmıştır.
The post Kitap: “Erdemin Simya Formülü Korsanlık” – Mine Yılmazoğlu appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>