kültür – Meydan Gazetesi https://meydan1.org Anarşist Gazete Sat, 24 Apr 2021 09:23:13 +0000 tr hourly 1 https://wordpress.org/?v=5.3.13 Şubat Ayı’nda Fotoğrafçıların Kameralarına Yansıyanlar https://meydan1.org/2018/02/20/29601/ https://meydan1.org/2018/02/20/29601/#respond Tue, 20 Feb 2018 18:59:45 +0000 https://seninmedyan.org/?p=29601 Şubat ayında AFP ve EPA fotoğrafçılarının kameralarına yansıyanlar. Valle del Cauca, Kolombiya Quinamayo’daki “Adoraciones al Nino Dios” kutlamalarına katılmış melek kostümlü bir çocuk… 138 yıldır her şubat ayında yapılan bu kutlamalar, köle sahiplerinin siyahlara aralık ayında yapılan Noel Kutlamalarını yasaklaması sonucu kutlanır hale gelmiş. Afro-Kolombiyalı Halklar tarafından bir gelenek haline getirilen kutlamalar bu tarz güzel […]

The post Şubat Ayı’nda Fotoğrafçıların Kameralarına Yansıyanlar appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
Şubat ayında AFP ve EPA fotoğrafçılarının kameralarına yansıyanlar.

Valle del Cauca, Kolombiya

Quinamayo’daki “Adoraciones al Nino Dios” kutlamalarına katılmış melek kostümlü bir çocuk… 138 yıldır her şubat ayında yapılan bu kutlamalar, köle sahiplerinin siyahlara aralık ayında yapılan Noel Kutlamalarını yasaklaması sonucu kutlanır hale gelmiş. Afro-Kolombiyalı Halklar tarafından bir gelenek haline getirilen kutlamalar bu tarz güzel karelere ev sahipliği yapıyor.

 

Haydarabat, Hindistan

Bir sanatçı Hindistan’ın geleneksel halk danslarından “Theyham” isimli dansı sergiliyor.

 

Floransa, İtalya

Caravaggio’nun Medusa’sının tozu alınırken… Uffizi Galerisi’nde sergilenen çalışma, bu kare ile temizlenmekten korkan Medusa’nın görüntüsünü taşıyor.

 

Granada, Nikaragoa

Granada’da 15. Şiir Festivali’nden bir kare… Her ne kadar ismi şiir olsa da geleneksel bir dans yarışması olan kutlamada farklı kostümler giyen insanlar, bu kostümlerle dans ediyor. Bu farklı kostümlerden birini giyen çocuğun kaçamak bakışı kameralara yansıyor.

 

Oaxaca, Mexica

Anarşizm tarihinin önemli yerellerinden biri olan Oaxaca, aynı zamanda zengin bir kültüre sahip. San Martin Tilcajete karnavalı boyunca tüm sokaklar renkli görüntülere sahne olur. Bu renkli görüntülerden birisi de “küçük şeytanlar”… Sokaklarda, bu şeytanların bağırarak koşturması festivalin en ilgi çeken sahnelerinden biri.

 

 

 

 

 

The post Şubat Ayı’nda Fotoğrafçıların Kameralarına Yansıyanlar appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2018/02/20/29601/feed/ 0
Bilginin, Paylaşma ve Dayanışmayla Özgürce Öğrenimi Mümkün! https://meydan1.org/2017/11/13/bilginin-paylasma-ve-dayanismayla-ozgurce-ogrenimi-mumkun/ https://meydan1.org/2017/11/13/bilginin-paylasma-ve-dayanismayla-ozgurce-ogrenimi-mumkun/#respond Mon, 13 Nov 2017 08:37:01 +0000 https://test.meydan.org/2017/11/13/bilginin-paylasma-ve-dayanismayla-ozgurce-ogrenimi-mumkun/ Devletin resmi ideolojisini kabul ettirmek ve kapitalizmin kendi çarkını döndürmek için manipüle ettiği bilgi, aslında yaşamın içinden çıkmıştır. Dolayısıyla bilgiyi arayacağımız yer de yaşamın kendisidir. Edindiğimiz “yaşamın bilgisi”ni elden ele, dilden dile yaymaya… İktidarın Araç Olarak Kullandığı Bilgiye Karşı: Bilgiyi hapseden kapitalizm ve devletler; bütün iktidarlar, kurdukları her türlü eğitim merkeziyle sisteme uyumlu köle yetiştirme […]

The post Bilginin, Paylaşma ve Dayanışmayla Özgürce Öğrenimi Mümkün! appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>

Devletin resmi ideolojisini kabul ettirmek ve kapitalizmin kendi çarkını döndürmek için manipüle ettiği bilgi, aslında yaşamın içinden çıkmıştır. Dolayısıyla bilgiyi arayacağımız yer de yaşamın kendisidir. Edindiğimiz “yaşamın bilgisi”ni elden ele, dilden dile yaymaya…

İktidarın Araç Olarak Kullandığı Bilgiye Karşı:

Bilgiyi hapseden kapitalizm ve devletler; bütün iktidarlar, kurdukları her türlü eğitim merkeziyle sisteme uyumlu köle yetiştirme alanları açıyor. Her an gözetlenen ve denetlenen, dört bir yanını sivil ya da üniformalı polislerin, özel güvenlik görevlilerinin sardığı bu alanları, özgürlük alanları olarak göstermeye çalışıyor. Tek bir kesimin tekelinde toplanan bilgi, bu özgürlük alanı olarak gösterilen üniversitelere hapsedilerek bir anlamda elitize ediliyor. Herkesin ulaşamayacağı kampüs duvarlarının ardına saklanıyor. Öğreten ve öğrenen ayrımının keskinliğiyle, hiyerarşi ve itaati içselleştirmemiz sağlanıyor.

İktidarların değiştirdiği, manipüle ettiği ya da ortadan kaldırarak yerine yenisini koyduğu bilgiyle, gerçekle yalanı ayırt edemez hale geliyoruz. Beyinlerimiz, ezberci eğitimle öyle bir hal alıyor ki, farklılık ve yaratımdan gittikçe uzaklaşıyoruz. Böylece bilgi birey için ulaşılamaz bir iktidar aracına dönüşüyor.

Yaşamın Bilgisi İçin:

Yaşamın bilgisini aramak, var olanın tüm ayrıntılarıyla yeniden keşfine yapılan keyifli bir yolculuk gibidir. Bilgiyi edinen, bilmeyene aktarır. Diller, kültürler aktarılır. Farklılıkların zenginliğiyle bilgi paylaştıkça yayılır. Bütün bunlar, aktarılmayınca, bilinmeyince kaybolur.

Bizlere düşense hapsedilen, elitize edilen, tahakküm ve iktidar aracına dönüştürülen, bazen de yok edilmeye çalışılan bilgiyi dayanışmayla yeniden keşfederek, paylaşmayla çoğaltmaktır. Bu koşullarda ihtiyacımız olan, bilginin özgürce aktarımı sürecinin gerçekleşebileceği alanlar yaratmaktır.

Bilgiyi bir kesimin tekelinde bıraktığımız, itaatin aracı haline getirilmesine göz yumduğumuz, hapsedilmesine duyarsız kaldığımız bir durumda; bilgi ne kadar “yaşamdan” olabilir ki?

26A Atölye: Vazgeçmeyenler Oldukça!

26A Kolektifi, kurulduğu yıldan bu yana, yaşamın bilgisini esas aldı. Yaşamsal bilgiyi aradı, yeniden keşfe çıktı, birlikte üreterek ve uygulayarak yol aldı.

O günden bu güne kolektif deneyimini büyüten 26A, 2016 yılında, tam bir yıl önce, bu bilgiyi çoğaltmak ve yaygınlaştırmak için yeni bir alan daha yarattı. İçerisinde kütüphane ve kitap okuma bölümleri, kesme biçme atölyesi, bilgi paylaşımı için farklı konulardaki aktarımların gerçekleşeceği kara tahtası ile birlikte üretmek ve yeni deneyimler oluşturmak için 26A Atölye’nin kapısını açtı. Devlet ve kapitalizmin rantsal dönüşümlerinin baskısıyla sıkıştırılan Taksim’de, serüvenin ilk başladığı yerde 26A Taksim’in üst katında.

Atölyede bir yıl içerisinde farklı diller ve farklı kültürlerden anarşizmin tarihine, kadın mücadelesinden halkların özgürlük mücadelelerine ve ekolojiye, tiyatrodan sinemanın ötekilerine, şiirden türküye, spordan oyuna, ritüel ve performansa, geçmişten günümüze devlet anlayışlarından alternatif öğrenim metodlarına, felsefeden arkeolojiye hatta mitolojiye dair yüzü aşkın aktarım gerçekleştirildi.

Bilginin her yerde, yaşamın her alanında olduğu farkındalığıyla, yaşamın her alanından, en ince detaylardan seçilen konu başlıklarıyla gerçekleştirilen aktarımlar, 26A Atölye’nin “Kara Tahta” bölümünde yapıldı. Kara tahta, çoğunluğun okulundan hatırladığı bilginin otoriter biçimde zorla empoze edildiği bir araç olarak görünebilir. Ancak atölye katılımcılarına bir dersliği, bir sıkışmışlığı, bir korkuyu, bir bilememe cezasını hatırlatmıyordu artık; tüm bunlara karşı koymanın bir yolu olmuştu. Tebeşirle yazılıp silindi ve bilgi sohbetle elden ele, dilden dile yayıldı.

Aktarıcı, seçtiği konuda akademisyen, yetkili, otorite olduğu için değil; o konuyu merak ettiği, araştırdığı, deneyimlediği ve paylaşmak istediği için aktarıcıydı. Eksik bıraktığı konu, başka bir aktarımda başka bir aktarıcı tarafından tamamlandı. Aktarımlara isteyen herkes, ücretsiz bir şekilde katıldı ve katılanlar, sadece dinlemek, o alanı tüketerek terk etmek için katılmadı; aktarılan bilgiye kendi bilgilerini de kattı.

Kolektif 26A senelerdir yarattığı anlayışı “Önce pratikle ve sonra o pratikte teoriyi bul!” sözüyle oluşturmuştur. Bir yıldır yine yeni bir pratikle, bilginin paylaşma ve dayanışmayla özgürce aktarımının mümkün olduğunu gösteren 26A Atölye, kapısını aralayan herkesi birlikte düşlemeye, düşünmeye, düşündüğünü de beraberce eylemeye çağırıyor. Kasım ayı itibariyle yeniden açtığı kapısının ardında, 200’ü aşkın kitaptan oluşan anarşizm kitaplığını okumaya ve tartışmaya, kesme biçme atölyesinde birlikte üretmeye, kara tahtasında özgür bilgi paylaşımlarına çağırıyor herkesi.

Dünyada alternatif olabilecek farklı modellerin yer aldığı gazetemizin bu sayısında, özgürlüğün yaratıldığı böyle zeminlerin ne kadar önemli olduğunu bir kez daha vurgulamak istiyoruz. Bizler de Meydan Gazetesi olarak, herkesi bu zeminlere davet ediyoruz.

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 41. sayısında yayınlanmıştır. 

The post Bilginin, Paylaşma ve Dayanışmayla Özgürce Öğrenimi Mümkün! appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2017/11/13/bilginin-paylasma-ve-dayanismayla-ozgurce-ogrenimi-mumkun/feed/ 0
“Galaksiler Arasında Kaybolmuş Karıncalar” – Merve Arkun https://meydan1.org/2017/02/24/galaksiler-arasinda-kaybolmus-karincalar-merve-arkun/ https://meydan1.org/2017/02/24/galaksiler-arasinda-kaybolmus-karincalar-merve-arkun/#respond Fri, 24 Feb 2017 10:20:03 +0000 https://test.meydan.org/2017/02/24/galaksiler-arasinda-kaybolmus-karincalar-merve-arkun/ Göçmenler ya da mülteciler… Onları sürekli bir grup olarak adlandırıyoruz. Sınırı geçenler, “yakalananlar”, geri gönderilenler ya da boğulanlar; kara kuru olanlar ve fakir coğrafyaların insanları… Onların kendi varlıklarını düşünmeden hepsini aynılaştırsak da yaşadıkları yeri, ailelerini, kültürlerini, geçmişlerini bırakıp daha iyi bir yaşam hayalinin peşinden yollara düşenler için yaşam çoğu zaman sözcüklerle ifade edebileceğimiz cinsten değil. […]

The post “Galaksiler Arasında Kaybolmuş Karıncalar” – Merve Arkun appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>

Göçmenler ya da mülteciler… Onları sürekli bir grup olarak adlandırıyoruz. Sınırı geçenler, “yakalananlar”, geri gönderilenler ya da boğulanlar; kara kuru olanlar ve fakir coğrafyaların insanları…

Onların kendi varlıklarını düşünmeden hepsini aynılaştırsak da yaşadıkları yeri, ailelerini, kültürlerini, geçmişlerini bırakıp daha iyi bir yaşam hayalinin peşinden yollara düşenler için yaşam çoğu zaman sözcüklerle ifade edebileceğimiz cinsten değil. Bilmedikleri ve tanımadıkları insanlar arasında, kimi zaman hiç konuşamadıkları bir dilin konuşulduğu yerlere mecbur bırakılanlar için anlatılanlar nafile.

Peki onları “göçmen” ya da “mülteci” kitleselliğinden ya da bir “tanım”a sıkıştırılmaktan çıkaran ne diye düşündünüz mü hiç? Aşmaya çalıştıkları sınırların “güvenlikleri” tarafından alıkonulmaları ve sonrasında “geri gönderilmeleri”, bindikleri botun devrilmesi, kaçakçıların ağzına kadar doldurduğu teknelerinin denizin ortasında batması, trajik ölümleri ya da maruz kaldıkları toplu katliamlar mı?

Alan Kurdi’yi unuttunuz mu?

Pateh Sabally, son iki sene içerisinde Afrika’dan İtalya’ya göçen 200 binin üzerindeki göçmenden yalnızca biriydi. Sabally’nin ismini eğer böyle okuyorsak, onun ölümünün trajikliğinden duyduğumuz bir kaygımız elbette yok demektir.

Pateh Sabally, geçtiğimiz ay Venedik’te bulunan Büyük Kanal’a atladıktan sonra görüntülendi ve onun henüz canlıyken kaydedilen görüntüleri birçok yerde yayınlandı. Yani söz konusu görüntünün kaydedildiği süre içerisinde Pateh aslında hayattaydı. Peki sonra ne oldu?

Pateh nehre atladıktan sonra kaydedilen görüntülerde boğulmakta olan Gambiyalı bir gencin dışında dikkat çeken başka şeyler de vardı. O boğulurken çekilen görüntülerde Pateh’e seslenenlerin konuştukları da açıkça duyuluyordu; “aptal ölmek istiyor”, “devam et, ülkene geri dön”…

Kaydedilen bu görüntü, Pateh’in gözden kaybolmasıyla son buldu. Ama hemen ardından, onun ölümüyle ilgili tartışmalar başladı.

Pateh boğulurken yanından geçen bir turist vapurundan kendisine atılan can simitlerini yakalayamadığından, ölümünün pek tabii “intihar” olabileceği belirtildi. Yani o da bugüne değin yaşamını yitiren sayısız göçmen gibi, içinde bulunduğu “büyük trajedi”nin kurbanı oldu. O boğulurken, birçok kişinin gözleri önünde yaşamını yitirirken, ölümü elbette yine kendi suçu oldu; Pateh’in yaşadığı bu “mağduriyet”i izleyenler ise tabi ki masumdu.

Daha iyi yaşamın peşinde bilmedikleri bir yola çıkan ve bu yolda çoğu kez yaşamını yitiren sayısız göçmen için yaşananları anlatabilecek sözcükler ya da yazılacak yazılar yok. 1995 yılında çekilen La Haine filminin o meşhur sahnesinde, gettolarda yaşayan göçmenler Vinz ve Hubert arasında geçen bir diyalog dışında; “Kendimi galaksiler arasında kaybolmuş bir karınca gibi hissediyorum”…

Merve Arkun

[email protected]

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 36. sayısında yayınlanmıştır.

The post “Galaksiler Arasında Kaybolmuş Karıncalar” – Merve Arkun appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2017/02/24/galaksiler-arasinda-kaybolmus-karincalar-merve-arkun/feed/ 0
” Soykırımı Tanımak” – İlyas Seyrek https://meydan1.org/2016/06/20/soykirimi-tanimak-ilyas-seyrek/ https://meydan1.org/2016/06/20/soykirimi-tanimak-ilyas-seyrek/#respond Mon, 20 Jun 2016 12:43:42 +0000 https://test.meydan.org/2016/06/20/soykirimi-tanimak-ilyas-seyrek/ “Osmanlı Devleti tarafından gerçekleştirildiği 1915’te, farklı  devletlerin de dahil olduğu politikaları doğrultusunda hayata geçirilen Ermeni Soykırımı, içinden geçtiğimiz süreçte de devletlerin pazarlık politikalarında “önemli bir başlık” oluşturuyor. “Soykırım” sözcüğünün telaffuz edilip edilmeyeceği, haftalardır tartışma konusu olurken, yaşamını yitiren yaklaşık 1.5 milyon insanın ve geride kalanların acısı, yine bu politikalar sonucu toplumsal hafızada belirsizleştiriliyor. Devletlerin soykırımı […]

The post ” Soykırımı Tanımak” – İlyas Seyrek appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>

Meydan Gazetesi- Soykırımı Tanımak İlyas Seyrek

“Osmanlı Devleti tarafından gerçekleştirildiği 1915’te, farklı  devletlerin de dahil olduğu politikaları doğrultusunda hayata geçirilen Ermeni Soykırımı, içinden geçtiğimiz süreçte de devletlerin pazarlık politikalarında “önemli bir başlık” oluşturuyor. “Soykırım” sözcüğünün telaffuz edilip edilmeyeceği, haftalardır tartışma konusu olurken, yaşamını yitiren yaklaşık 1.5 milyon insanın ve geride kalanların acısı, yine bu politikalar sonucu toplumsal hafızada belirsizleştiriliyor. Devletlerin soykırımı tanımasına ve bu “tanımadan” kendilerine politik fayda devşirmelerine dair, yazarlarımızdan İlyas Seyrek’in gazetemizin 34. sayısında yer alan “Soykırımı Tanımak” başlıklı yazısını, “güncelliğini koruması” bağlamında, Ermeni Soykırımı’nın 106. yıl dönümünde tekrar paylaşıyoruz.” 

Modern devlet, sahip olduğu topraklar üzerindeki hakimiyetini, kendisinin ürettiği ve biçimlendirdiği bir “ulus” üzerinden meşrulaştırır. Siyasi, kültürel, dini ve ekonomik anlamda bu ulusun egemenliği oluşturulmaya çalışılır. Bu amaç için de hakim ulusla aynı dil, kültür ve dine sahip olmayan toplumları/halkları hakim “ulus”a ve onun değerlerine entegre etmek, onları asimile etmek veya katliama/soykırıma tabi tutmak, ulus devletin başlıca uğraşlarıdır.

Devletlerin ulus devlet modeliyle yaptıkları katliam ve soykırımlar o devletlerin kanlı tarihlerinin birer parçasını oluşturur. Günümüzdeki iktidarlar ise miras aldıkları siyasi yapının coğrafyadaki meşruluğunu ve hakimiyetini koruyup koruyamadığına göre kanlı tarihi kabullenir ya da reddederler. Ayrıca devletlerin uyguladığı bu katliamlar/soykırımlar, başka ulus devletlerce iç ve dış politikalardaki çıkarlar bağlamında bir hamle olarak kullanılmak üzere kınanır, soykırım olarak kabul edilir ya da reddedilir.

İktidarların ve devletlerin kendi siyasi öncüllerinin tarihini kabullenmek ya da başka devletlerin katliamlarını kınamak gibi hamleleri kuşkusuz 2. Dünya Savaşı ile gelen yıkımın acılarını sarma maksatlı “barışçıl” politikalar yürütme -daha doğru ifadeyle, daha sessiz, görünmez sömürü ve savaş politikası yürütme- amacı da taşımaktadır.

Uluslararası Politik Hamle Olarak Soykırımı Tanımak

Devletlerin parlamentolarında başka coğrafyalarda gerçekleşen katliamları/soykırımları tanıması konusu son olarak Alman Federal Meclisi’nin 1915’de gerçekleşen Ermeni Soykırımı’nı tanımasıyla konuşulmaya devam ediyor. Açıkçası, Almanya Başbakanı Merkel TC’ye sürekli gelip gidiyorken, TC ile göçmen konusunda anlaşmaya çalışıyorken TC’nin vize serbestisi ve göçmenlerin TC’ye kabulü konusunda Avrupa’ya yönelik sert açıklamalar yapıyorken gerçekleşen bu hamle, zamanlamasıyla birlikte dikkat çekiyor.

Alman Federal Meclisi’nin aldığı karar sonrası TC yetkilileri ise Ermeni Soykırımı üzerine tartışmaktan ziyade, Almanya’nın yaptığı katliamlar üzerinden tartışmalara girişiyor. Aynı tepkiyi daha önce de gösteren TC, Fransa’nın 2006 yılının Ekim ayında Ermeni Soykırımı’nın inkarını suç sayan bir yasa tasarısını görüşmesine karşı olarak Fransa’nın Cezayir’de yaptığı katliamları hatırlatmıştı. CHP Bolu milletvekili Tanju Özcan Fransa’daki yasa tasarısına karşı hamlede bulunarak “Cezayir Soykırımı’nı inkar edenlere 1 yıl ile 5 yıl arası hapis öngören” yasa tasarısını TBMM’ye sunmuştu.

Soykırımlar konusunda uygulanan bu ve benzeri politik hamleler sadece Almanya ve TC’ye özgü değil elbette. Başka devletlerin başka katliamlarla/soykırımlarla ilgili, zamanlaması oldukça manidar, buna benzer hamlelerini de görmek mümkün.

Ukrayna Parlamentosu’nun 1944’teki Kırım Tatar sürgününü 12 Kasım 2015 tarihinde soykırım ilan etmesi, 2014’te Rusya ile Kırım konusunda yaşanan gerilimin ve Kırım’ın Rusya’ya katılmasının bir karşı hamlesi olarak sayılabilir.

Srebrenitsa kentinde yaşayan Bosnalıların Sırp Cumhuriyet Ordusu tarafından 1995 yılında katledilişi, 8 Temmuz 2015’te BM Güvenlik Konseyi’nce görüşülmüşse de Rusya’nın kararı veto etmesiyle, katliam, soykırım olarak kabul edilmemişti. Rusya’nın aldığı bu karar Sırbistan devleti ile kurduğu iyi ilişkiler ve o dönem Batılı devletlerle Kırım konusundaki giriştiği tartışmalarla birlikte düşünüldüğünde dış politikaların bir parçası olmuştu.

1915 Ermeni Soykırımı’nın 23 Nisan 2015 tarihinde Suriye Parlamentosu’nca tanınması ise 2011’den beri süregelen Suriye’deki savaşla ilgili TC’nin uyguladığı politikalar, “Kardeşim Esad” ilişkisinden “katil Esed” hitabına geçiş ve muhaliflere olan açık desteğiyle doğrudan ilişkili.

Ermeni Soykırımı’nın tanınmasıyla ilgili bir başka ilgi çeken örnekse ABD’den. 1987’de ABD’de Temsilciler Meclisi ve Senato’nun aldığı soykırım kararı, dönemin ABD Başkanı Ronald Regan tarafından veto edilmişti. Bu politik nedenler, ABD ve TC arasında gelişen ilişkiler ve Reagan’ın o dönemki TC Başbakanı Turgut Özal ile benzer neo-liberal ve muhafazakar politika ve ekonomi anlayışı oluşturmaktaydı.

Soykırımların tanınmasıyla ilgili bu olaylar, birer rastlantının çok ötesinde ve bu soykırımların tekrar yaşanmasını önlemek ve küresel anlamda barışın sağlanması için atılan adımlar olmanın aksine, devletlerin güncel çıkarları ve politikalarıyla oldukça ilintili hamleler olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu anlamda, devletlerin birbirlerinin soykırımlarını karşılık verircesine tanıması; tanımaların sembolikliği ve dönemsel çıkarların güdülüyor oluşunun birer göstergesi olarak değerlendirilmeyi hak ediyor.

Devletlerin birer politik araca dönüştürdüğü soykırımların tanınması ya da tanınmaması, yapılan soykırımların gerçekliğini değiştiremez. Soykırımlar devletlerin parlamentolarınca onanarak değerli hale gelecek, ya da değersizleşecek; tanınmalarla anılmaya başlanacak ya da halkların hafızalarından silinebilecek olaylar değildir.

İlyas Seyrek

[email protected]

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 34. sayısında yayımlanmıştır.

The post ” Soykırımı Tanımak” – İlyas Seyrek appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2016/06/20/soykirimi-tanimak-ilyas-seyrek/feed/ 0
Tüketim Kültürüne Karşı Yükselen Bir Barikat: “Rozbrat Kolektifi” https://meydan1.org/2015/09/13/tuketim-kulturune-karsi-yukselen-bir-barikat-rozbrat-kolektifi/ https://meydan1.org/2015/09/13/tuketim-kulturune-karsi-yukselen-bir-barikat-rozbrat-kolektifi/#respond Sun, 13 Sep 2015 10:22:07 +0000 https://test.meydan.org/2015/09/13/tuketim-kulturune-karsi-yukselen-bir-barikat-rozbrat-kolektifi/ Polonya’nın en uzun işgal deneyimlerinden biri olan Rozbrat, Poznan bölgesinde 21 yıldır bencilliğe karşı paylaşmanın, dayanışmanın sesi olmaya devam ediyor. Tüketim kültürüne karşı yükseltilen barikatlardan biri olarak varlığını sürdüren Rozbrat 1994 yılında özgür komünlerin konut sorunu karşısında yarattığı bir yaşam alanı olarak ortaya çıktı. Başlangıçta özgür komünlerin bir aradalığı şeklinde örgütlenen ev, şimdilerde parasız çalışan […]

The post Tüketim Kültürüne Karşı Yükselen Bir Barikat: “Rozbrat Kolektifi” appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
Rozbrat_biblioteka

Polonya’nın en uzun işgal deneyimlerinden biri olan Rozbrat, Poznan bölgesinde 21 yıldır bencilliğe karşı paylaşmanın, dayanışmanın sesi olmaya devam ediyor. Tüketim kültürüne karşı yükseltilen barikatlardan biri olarak varlığını sürdüren Rozbrat 1994 yılında özgür komünlerin konut sorunu karşısında yarattığı bir yaşam alanı olarak ortaya çıktı. Başlangıçta özgür komünlerin bir aradalığı şeklinde örgütlenen ev, şimdilerde parasız çalışan bir dükkanı, herkesin kullanımına açık bir kitaplığı, kolektif mutfağı ve toplantı, konser gibi etkinliklere ev sahipliği yapan sahnesiyle dev bir yaşam alanı.

Rozbrat’ın bulunduğu ıssız bölge 1995 yılına gelindiğinde bir çok konserin düzenlendiği, yaşanılan bir yer haline geldi. Bir sene sonra ise Rozbrat, bağımsız bir kültür merkeziydi. Politik belirginliği artan kolektif üyeleri, 1997 yılında Anarşist Federasyon’a katıldılar ve bir anarşist kütüphane kurdular. 2000 yılında ise artık, haftalık toplantılarda hem Rozbrat işgal evi, hem de Anarşist Federasyon’un anarşist karar alma süreçleri işletiliyordu.

Rozbrat gönüllüleri, Polonya’da yoğunluklu olarak 2009 ve 2010 yıllarında yaşanan kentsel dönüşüm projelerine karşı eylemler örgütlediler bunun sonucunda da devlet şiddetinin ilk hedeflerinden biri oldular. Gözaltılar, tutuklamalar ve yıldırma operasyonları Rozbrat’ın sesini kısmaya yetmedi.

Anarşist Federasyon’ın internet sitesinde Rozbrat şöyle tanıtılıyor:

“Rozbrat, Ponzan’da hatta bütün Wielkopolska bölgesinde kendine özgü bir bağımsız kültür merkezidir. Burada yürütülen faaliyetleri ticarileşmiş bir dünyada düşünmek bile zordur. Bu mekandaki bütün sosyal ve kültürel faaliyetler bağımsızdır: bağış, ödenek, sponsor olmadan; sistemin dışında, kendimiz için ve özgür düşüncemizi propagandası için, toplumsal farkındalığı dönüştürmek için.

Rozbrat böylece sistemin dışına çıkarken Poznan çevresine de uyum göstermiştir. Bazıları için iyi bir rastlaşma, başkaları için bir diken olmuştur. Kolektifin muhalif karakteri cezbedici olmuş ve bugün hala, kültürel ya da sosyal-politik düzeyde bağımsız eylem kültürünü yaratmak isteyen insanları çekmektedir.”
Rozbrat, devletten ve kapitalizmden arındırılmış, özgür yaşam alanları yaratma arzusunda birleşen insanların bir araya gelerek bu tahayyülleri gerçekleştirdiği alanlardan biri. Kolektif, üzerinde yaşadığımız dünyanın her yerinde egemen tüketim kültürünün tektipleştirdiği yaşamlara bir alternatif sunarken, bir yandan da ortaklaştığı düşüncelerin mücadelesini veren, üstelik bunu, sistemin yok edip terk ettiği bir alanda inşaa etmiş ve bu güne kadar sürdürmüş. “İster radikal olun, ister konformist, bu plastik pop kültürünün içinde olduğunuz sürece özgür olamazsınız” diyen Rozbrat, özgür havayı solumak isteyen ziyaretçilerini bekliyor.

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 28. sayısında yayımlanmıştır.

The post Tüketim Kültürüne Karşı Yükselen Bir Barikat: “Rozbrat Kolektifi” appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2015/09/13/tuketim-kulturune-karsi-yukselen-bir-barikat-rozbrat-kolektifi/feed/ 0
“Erk”ek Şiddeti Tedavi Edilemez https://meydan1.org/2015/03/04/erkek-siddeti-tedavi-edilemez/ https://meydan1.org/2015/03/04/erkek-siddeti-tedavi-edilemez/#respond Wed, 04 Mar 2015 15:00:36 +0000 https://test.meydan.org/2015/03/04/erkek-siddeti-tedavi-edilemez/ Kadın cinayetlerinin, kadına yönelik şiddetin, tecavüzlerin ve tacizlerin sebebini arayıp, neden sorusunun cevabını da, suçun faili kendisi olmasına rağmen, tıp biliminde arayan devlet; erkek güdülü uygulamalarıyla kadına şiddeti ve cinsel şiddeti önemsizleştirilerek, tecavüzü ve şiddeti gerçekleştiren erkekleri patolojik ya da psikiyatrik vaka olarak incelemenin üzerinde durmaktadır. Devlet; kendi eliyle şiddet eğilimli erkek yetiştiriciliğini göz ardı […]

The post “Erk”ek Şiddeti Tedavi Edilemez appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>

IMG_1863

Kadın cinayetlerinin, kadına yönelik şiddetin, tecavüzlerin ve tacizlerin sebebini arayıp, neden sorusunun cevabını da, suçun faili kendisi olmasına rağmen, tıp biliminde arayan devlet; erkek güdülü uygulamalarıyla kadına şiddeti ve cinsel şiddeti önemsizleştirilerek, tecavüzü ve şiddeti gerçekleştiren erkekleri patolojik ya da psikiyatrik vaka olarak incelemenin üzerinde durmaktadır. Devlet; kendi eliyle şiddet eğilimli erkek yetiştiriciliğini göz ardı ederek, tecavüz eden ve şiddet uygulayan erkeklerin tümünü, çoğunlukla psikiyatrik vakalara uyarlayarak “hastalık” algısı içine sıkıştırılmaktadır.

Araştırmalarını tutuklu tecavüzcü ve şiddet uygulayan erkekler arasında yapan devlet uygulamaları, yalnızca %2’lik bir kısmı oluşturan tutukluları dikkate alarak bir algı oluşturmaya çalışmaktadır. Hiçbir dayanağı olmayan bu uygulama ve çıkarsamaların; tecavüzcünün kendisinden intikam alacağı, kendisine inanılmayacağı, duruşmada rezil olacağı korkusu, kendini suçlama ya da arkadaşlarını ve ailesini koruma isteği, ya da onların da öğrendiklerinde uygulayacakları şiddetten korunmak istemesi gibi çeşitli sebeplerden dolayı tecavüz ve şiddeti bildirmeyen kadını gittikçe önemsizleştirmektedir. Şikayette bulunan kadınlar ise yine tanıdıkları ya da tanımadıkları kişiler tarafından uygulanan şiddetin aynıyla veyahut ailesinin ve toplumun eliyle yeniden şiddete uğramış, yargılama esnası ve sonrasında ise yaptırımların gereği gibi olmaması sebebiyle aynı cinsel saldırı ve şiddeti yeniden yaşamıştır.

Devletlerin genel olarak benimsedikleri yaklaşımda; psikopatoloji ya da hastalık üzerinde yoğunlaşmanın cinsel şiddeti kültürel faktörlere bağlayan zengin kanıtları ve tecavüzün de tüm davranışlar gibi öğrenilmiş, aktörü belli bir amaca hizmet eden bir davranış olduğu gerçeği göz ardı edilmektedir. Hastalık modeli yaklaşımlar, şiddete ve cinsel saldırıya genel bir açıklama getirme çabalarını geciktirmiş ve sonunda şu anda genel algıda yaratıldığı gibi şiddeti ve cinsel saldırıları “erkek sorunu” olarak görülmesi gerekirken, kaçınılması gereken bir “kadın sorunu” olarak görülmesine yol açmıştır.

Fail Devlet, Tecavüzcüyü Nasıl Korur?

Tecavüz gibi davranışlara hastalığın yol açtığı, yani kökenlerinin biogenetik faktörlerde aranması gerektiği kabul edilince; tıp, giderek meşru toplumsal denetim ajanı olarak görülmeye başlanmıştır. Böylece tıp mesleği uygun olmayan tedavi ve müdahale yöntemleri uygulama yetisi de doğrudan hekimlere bırakılmıştır. Hekimlerin kontrolünde sözde tedavi gördükleri ileri sürülen %2’lik tecavüzcü ve kadına şiddet uygulayan erkeklerin tutuklu olanları ile yapılan terapilerle bu sonuca varıldığı iddia edilmekte ve toplumun algısı buna göre şekillendirilmeye çalışılmaktadır. Oysa ki; tutuklulardan psikiyatride terapi yolunu seçenlerin bunu iyi hal indirimlerinden faydalanmak, yargıyı yanıltmak maksadıyla kabul ettikleri aşikardır. Üstelik tutuklu; karşısındakinin bir devlet memuru olduğu fikrinden kendini asla soyutlamadan, menfaati doğrultusunda hareket edecektir. Tüm bunlara rağmen bu faydasız psikopatolojik yaklaşımlara devam edilmektedir.

Devletin, suçun faili olduğu kadına şiddet ve tecavüz olaylarında üzerinden atılı suçu yok etmeye çalışması sebebiyle uydurduğu bu yaklaşım faydasızdır. Toplumun köklerinde, kültür, yaşayış, inançlar ve yönetimde aranması gereken kusur, tecavüzcünün ve şiddet gösterenin hastalığına sıkıştırılmıştır.

“Tedavi Edilebilir Hastalıklar” Olarak Taciz, Tecavüz ve Kadına Yönelik Şiddet

Kurban bilim olarak anılan viktimoloji de suçluyu över nitelikte yaklaşımların içinde bırakılmış, yönetenler bundan yine fayda sağlamıştır. Geleneksel olarak tecavüzü kadınların davet ettikleri yollu iddia; desteğini, kriminolojinin bu alt dalından almaktadır. Kurban bilimciler; yalnızca kurbanın harekete geçirdiği ısmarlama olaylarla, ihmal sonucu meydana gelen tecavüz olaylarını birbirinden ayırmaktadır. “Ismarlama” tecavüz davranışı “cinsel ilişkiden son anda cayma” ya da “bir yabancıyla kendi isteği ile bir içki içme ya da arabasına binmeyi kabul etme” gibi örnekleri içermektedir. “İhmal” davranışı ise önleyici önlemleri alamama, örneğin cinsel davete gerekli cevabı vermekte başarısız kalma, ya da “tecavüze ve şiddete uğrayan kadının dış görünümünün saldırgana adeta davetiye çıkardığı” durumlar için söz konusudur. Dolayısıyla kurban bilimcilerin birçoğuna göre; üzerinde asıl durulması gereken konular kurban-saldırgan ilişkisidir.

Kurban bilimcilerin bu saldırgan yanlısı yaklaşımı ile psikoanalitik teorinin kadını kötülemekte kullanabileceği teorik dayanağı da sağlamaktadır. Bu apaçık yanlı erkek yaklaşımı, erkeğin cinsel yönden saldırgan davranışını haklı kılmak için uğraşmaktadır. Yaşadığımız coğrafyada da sıklıkla görülen inanılması imkânsız, kot pantolonu, mini etek indirimi, eş indirimi, gönül ilişkisi olduğundan beraat, kadının ağır hakaretler ile tahrik ettiğine dair cezai indirimlerin tek sebebi yukarıda anlatmış olduğumuz gibi bilimin üzerinde dahi etkili olan devlettir. Devletin yönetim anlayışının baskı ve güç oluşturarak orantısız hükmetmesi, erkeklerin de kadınlar üzerinde yine kendi uydurmaları olan, cinslerin güç dengesizliğinden faydalanıp kadını şiddete maruz bırakması sonucunu doğurmaktadır.

Tecavüz ve kadına şiddet bir hastalık olarak görüldüğünde, saldırganın hasta olduğu kabul edilir. Saldırgan davranış, bireyin kontrolü dışında gerçekleştiğinden, hasta olduğu sonucuna varılan saldırgana tıbbi yardımda bulunulması gerektiği ortaya çıkar. Kadınların bilinçli ya da bilinçsiz olarak kendi kendilerini kurban konumuna sokmalarıyla ilgili açıklamalar da benzer sonuçlar doğurur. Çünkü bu durumda da dikkatler saldırgandan çok kadın üzerine yoğunlaşır. Böylece sorumluluk da; saldırgandan kadına aktarılır. Tecavüzün ya da cinsel şiddetin kadının kendisi tarafından kışkırtıldığı yollu açıklamalarda öne sürülen gerekçeler, ideolojinin toplum üzerinde ne denli etkili olduğuna en iyi örnektir. Bu sözde bilimsel- tarafsız “hastalık” önermelerinin kimin çıkarına hizmet ettiği konusunda en ufak bir şüphe yoktur.

Sonuç olarak; mahkemelerde yargılanan tecavüzcü, şiddet gösteren erkek değil, kadındır. Tecavüzün, kadına şiddetin, bilim kisvesi altında normal dünyanın dışına itilerek özel bir davranış türüymüş gibi nitelendirilmesi; tecavüzcü, öldüren, şiddet uygulayan erkeği “istisna” sayarak; “normal” erkeklerle herhangi bir ortak yanları ya da benzerlikleri olması ihtimali saf dışı bırakılmaktadır. Cinsel şiddet ve kadına şiddet bir hastalık değildir. Kadın suçun faili, azmettirici değildir, ancak bu politikaların kurbanı da asla olmayacaktır. Direnen kadınlarla, hasta Devletlerin erkeklikleri ellerinden alınacaktır.

 

Duygu Üyetürk
[email protected]

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 25. sayısında yayımlanmıştır.

The post “Erk”ek Şiddeti Tedavi Edilemez appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2015/03/04/erkek-siddeti-tedavi-edilemez/feed/ 0
Kültürlü Komiklik Kültürsüz Kitle – Alp Temiz https://meydan1.org/2013/08/07/kulturlu-komiklik-kultursuz-kitle-alp-temiz/ https://meydan1.org/2013/08/07/kulturlu-komiklik-kultursuz-kitle-alp-temiz/#respond Wed, 07 Aug 2013 14:34:08 +0000 https://test.meydan.org/2013/08/07/kulturlu-komiklik-kultursuz-kitle-alp-temiz/ İnsanların sokaklara döküldüğü politik süreçlerde, bizim için bir başka iletişim aracı da duvarlar olmuştur. Düşündüklerini slogan halinde duvarlara yazanlar, bilirler ki yazılarının yanına bir yazı daha yazılır ve düşünceler duvarları doldurdukça toplumsallaşır. Taksim isyanı ve direnişi boyunca, sloganlar sadece Taksim’e çıkan sokakları doldurmakla kalmadı. İsyanın yayıldığı her yerde, isyanın ruhuyla özdeşleşmiş sloganların yaratıcılığı çok konuşuldu. […]

The post Kültürlü Komiklik Kültürsüz Kitle – Alp Temiz appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
İnsanların sokaklara döküldüğü politik süreçlerde, bizim için bir başka iletişim aracı da duvarlar olmuştur. Düşündüklerini slogan halinde duvarlara yazanlar, bilirler ki yazılarının yanına bir yazı daha yazılır ve düşünceler duvarları doldurdukça toplumsallaşır.

Taksim isyanı ve direnişi boyunca, sloganlar sadece Taksim’e çıkan sokakları doldurmakla kalmadı. İsyanın yayıldığı her yerde, isyanın ruhuyla özdeşleşmiş sloganların yaratıcılığı çok konuşuldu. Sloganlardaki insanı gülümseten yaratıcılık, isyanın en büyük motivasyonuydu.

Gülebilmek için gerekli olan malzeme, isyan sürecinde oldukça fazlaydı. Kimi zaman biber gazıyla dalga geçiliyordu, kimi zaman TOMA’yla… Bazen Vali Mutlu konu oluyordu süreçle ilgili bir espriye, bazen de Belediye Reisi Melih Gökçek!

Bu isyandaki mizah, sürecin en önemli kazanımlarından biriydi. Ama mizah her zaman çok komik olmaz, komik olan her şey de mizah değildir.

Kültürlü Komiklik

Mayıs sonu haziran başında, benim açımdan ilk komiklik ve mizah ayrımı üzerine tartışmalı malzeme açığa çıkmıştı: Polis kalkanının önünde kitap okuyanlar, polise kitap okuyanlar, polisin okuması için kitap açanlar… İnsanların algısında bu eylemler, polis şiddetine karşı oluşmuş gerginlikten beslenerek komik olarak değerlendirilmişti.

Oysa ki birinin kitap okuyup okuyamaması, pratikleriyle teorik seviyesinin aynı olduğunu göstermez. Kaldı ki, zaten kitap okumayı referans alan yani insani davranışların cahillik ve bilgelikle alakalı olduğunu düşünen bu anlayış, hiç okuma yazma bilmeyen annenin ya da babanın veya “cahil” olduğu her halinden belli olan birisinin “faşist hükümet” demesine de şaşırarak komik buldu.

Devletin, polis aracılığıyla halka karşı uyguladığı orantısız güç, pek çok zırhsız, kasksız, kalkansız, gaz maskesiz insanı öldürdü ve kayıtlara geçemeyecek kadarını yaraladı. Bu karşılaşmadaki adaletsizliğe bir eleştiri mahiyetinde bir pankart, Gezi Parkı içerisinde dikkat çekmekteydi: “Orantısız Zeka Kulübü”. Pankart önünde Gezi Parkı direnişçileri ve isyancıları, satranç oynayarak yaptıkları bu eylemle polisin orantısız güç uygulamasına karşı orantısız zeka uyguladıklarını kastederek orantısızlığı komikleştiriyorlardı. Ama bu komikleştirmeyle de orantısızlık meşrulaşmıyor muydu?

İşte çirkin mizaha denk düşürdüğüm komiklik, orantısızlığı meşrulaştıran bu komikliktir. Bu komiklik sayesinde orantısızlığın meşrulaşması, kime yaradığı belli olmayan bir saçmalık yaratmıyor mu?

Kültürsüz Kitle

Sosyal medyada çığ gibi büyüyen “Başbakan’ın götünün kılıyım” ve “Hüloğ” videoları da AKP mitinglerindeki insanlar üzerinden AKP’ye gösterilen tepkinin bir aracı haline geldi, yürüyüşlerde “hüloğ” çığlıkları atılır oldu.

Bu kitlenin alay konusu olduğu şakaların, son derece komik olduğunu kabul etmek gerekir. Ancak mizah, sadece komik olanla kısıtlı değildir. Cem Yılmaz adlı Profesyonel Komik’in öncülerinden olduğu komikçilik algısı, gülerken düşünmeyi bayağı bir klişe olarak görüp yadsır. Profesyonel Komik’ler çizgili pijama üstüne atletle dolaşan göbekli kirli sakallı tiplemeler yaratarak, A-B sosyoekonomik statü grubundaki tüketiciye, komiklikler sunarlar. Tüketici hunharca gülerken mizahın “yoksunluklarla alay etmeme” ilkesi, bu zanaatkârlarca gerek maddi gerek magazinsel çıkarlarla unutulur.

Bu komiklikleri tüketenlerin algılarına yerleşen alaycılık ya da farkındalıklarından silinen duyarlılık, sokaklardaki yazılamalarda da kendini gösterdi: “Kahrolsun bağzı şeyler”e dek uzanan depolitizasyonun yarattığı “slogan bulamama”larla, yandaş medya için penguenlerden sonra ilgi çekici bir diğer alan daha belirmiş oldu.

Alay edilen tüm bu olaylar, çoğunlukla eğitimsiz, cahil yani kandırılmış olanları faşist olmakla niteliyordu.

Dahası bu anlayış içerisinde entelektüalizm öyle yükseldi ki, tartışmalarda faşizmin okuma yazma oranı düşüklüğü ve eğitimsizlikle alakalı olduğu ve aydınlanmayla üstesinden gelineceği iddia edilmeye başlandı.

“Cahil” insanların cahil hükumetinin ve onun cahil polisinin tavrının nedeni olarak görülen şiddet, iradenin yok sayılması, özgürlüklerin baskı altında tutulması; neye karşı mücadele ettiğimizi bulanıklaştırabilir. Aslında neye karşı mücadele ettiğimizi görmek çok önemli. “Eğitim şart” sloganlarını anımsatan komiklikler ve bu komiklikler üzerinden bir algı yükseltilirken şunu unutmamak gerekir ki; 1930’ların sonlarıyla Avrupa’da başlayan faşizm, eğitimli, sosyal ve kültürel konumu yüksek insanlarca uygulanıyordu.

Kullandığımız dilin, kimin tarafında olduğunu düşünmemiz gerekir. Keza komiklik ile mizahı ayıran durum budur.

Alp Temiz
[email protected]

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 11. sayısında yayımlanmıştır.

The post Kültürlü Komiklik Kültürsüz Kitle – Alp Temiz appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2013/08/07/kulturlu-komiklik-kultursuz-kitle-alp-temiz/feed/ 0
Özgürlük İsteyenler İçin Paçavra İktidar İçin Bayrak Kavgası – Ozan Şahin https://meydan1.org/2013/07/20/ozgurluk-isteyenler-icin-pacavra-iktidar-icin-bayrak-kavgasi-ozan-sahin/ https://meydan1.org/2013/07/20/ozgurluk-isteyenler-icin-pacavra-iktidar-icin-bayrak-kavgasi-ozan-sahin/#respond Sat, 20 Jul 2013 10:39:00 +0000 https://test.meydan.org/2013/07/20/ozgurluk-isteyenler-icin-pacavra-iktidar-icin-bayrak-kavgasi-ozan-sahin/ Topluluk halinde yaşayan bireyler, ortak yaşamı yapılandırmada belirli bir anlam sistemi kullanırlar. Yani bu ortak yaşamda olan/yapılan herşeyden “ortak anlam” çıkarabilmek adına soyut bir anlam dünyası oluştururlar, yani kültürü. Bu anlam sistemi soyut gibi görünebilir. Ancak kültürle ilişkili araçlar, ihtiyaçlarla da ilişkilidir. Bundan dolayı bu “ortak anlam” bu yaşam alanını paylaşan herkese kendini hissettirir. Bu […]

The post Özgürlük İsteyenler İçin Paçavra İktidar İçin Bayrak Kavgası – Ozan Şahin appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>

Topluluk halinde yaşayan bireyler, ortak yaşamı yapılandırmada belirli bir anlam sistemi kullanırlar. Yani bu ortak yaşamda olan/yapılan herşeyden “ortak anlam” çıkarabilmek adına soyut bir anlam dünyası oluştururlar, yani kültürü. Bu anlam sistemi soyut gibi görünebilir. Ancak kültürle ilişkili araçlar, ihtiyaçlarla da ilişkilidir. Bundan dolayı bu “ortak anlam” bu yaşam alanını paylaşan herkese kendini hissettirir.

Bu kültürün bir alanı da siyasaldır. Siyasal kültür de, politik insanın ortaya çıkışından bu yana yaşamın farklı alanlarında kendini hissettirir. Politik simgeler, bu siyasal kültürün en somut araçlarıdır. Kimi zaman herhangi kültürü simgeleyen bir “şey” politik bir ifade biçimi alırken, kimi zaman bu siyasal kültür kendi simgelerini kendisi yaratır.

Bu kültürü anlamlandırmada, kuşkusuz ki devletin rolü büyüktür. Simgelerin taşıdığı anlamı manipüle edici araçlar kullanarak, devlet, sadece soyut bir anlam dünyası yaratmaz, bu anlam dünyasını beslediği kurumları da yaratır. Bütün bunların hepsi devletin varlığının meşruiyetinin, kuşaktan kuşağa kültür gibi aktarılmasını sağlayacaktır.

Devletin bu kültürel yönlendirmesi açıktır ki politiktir. Varlığını yegane hale getirecek, bireyleri birarada tutacak, “milli” bir hafıza, “milli” bir bilinç taşıtmak üzere simgelere anlamlar yüklemek tüm devletlerin başvurduğu yöntemlerdendir.

Bu sembollerden en büyüğü, bayraktır. Bayrak birliği, ortak geçmişi, toplumsal beraberlik mantığını sembolize eder; bazen dinsel bir kutsiyet barındırır sembol olduğu anlamda, bazen de “akılsal” bir çerçevede bütünleşmiş insanların birlikteliğini… Hangisi olursa olsun, var olmayan ülkelerin var edimidir bayrak.

Baskın siyasi anlamlandırmayı kendisi yaptığından, kendi varlığına tehdit herhangi anlamlandırmaya müsaade etmez devlet. Bununla ilişkili olarak o sembolizme de…

Taksim direnişi ve isyanı, kendiliğinden karakterini karşılayacak sembolleri de kendisi yarattı. Yaratılan sembollerin, şu ana kadarki sembolizmden farkı şuydu; biraraya gelen insanların özgür iradeleriyle oluşması. Direniş ve isyanın karakterini anlamak için AKM’ye bakmak yeterliydi. Farklı siyasi partiler, politik grupların sembolleri bu “yeni siyasi kültürü” gözlemek ve anlamaya çabalamak açısından önemliydi.

Önceden olumlu görünmeyen birçok siyasi simge, bu devlet terörüne karşı gönüllü biraradalıkta bir sürü “akıl kırdı”. Toplumun farklı kesimlerince (devletin sürekli ve ısrarlı manipülasyonu sonucu oluşmuş) olumsuz değerlerle ilişkilendirilen simgeler yeniden anlam kazandı. “eylemci” olmak, “gaz maskesi”, “barikat”, “pankart”, “direniş” gibi birçok kavram insanların algısında bu devlet manipülasyonundan kurtuldu.

İşte bu “akıl kırılması” çok önemliydi. Bu bir anlam dünyasının yıkılması, yerine yeni ve iradi olanın ikame edilmesiydi. Açıktır, devlet bu anlam dünyasındaki “şiddetli” ısrarında kaybetmiştir.

Marjinallikten Paçavra Edebiyatına

Bu kaybediş, siyasi iktidar konumunda bulunanları, isyanın kendiliğinden oluşan anlam dünyasına saldırıya yöneltmiştir. Devlet kaygılıdır ve bu kaygısını artık devletin yüzü konumunda bulunan Tayyip Erdoğan’ın ve takım arkadaşlarının her cümlesinde bulmak mümkündür. Bu kaygının kendini belli ettiği alan sadece mitinglerdeki nefrete bulanmış konuşmalar değil, aynı mantığın emrinden çıkan saldırılar ve bu emir komuta zinciridir de aynı zamanda.

Erdoğan’ın “paçavra” tabiri önemlidir. Marjinal söyleminin gerçekliğini yitirdiği yerde, yani marjinallik toplumun önemli bir kısmına yayılıp bu ithamı hem kelime anlamı hem de iktidarın yüklediği politik anlamı yıktığında; Tayyip Erdoğan’ın nefret içeren “paçavra”lar ve paçavraların yok edilmesine ilişkin söylemleri “marjinal”i ikame etti.

Erdoğan, bu “paçavra”ların politik simgeler olduğunun farkındalığıyla, paçavraların yok edilmesi gerektiğini ısrarla vurguladı. Yani hedefine aldığı şey (sadece Erdoğan’ın değil, Erdoğan’ın kişiliğinde açığa çıkmış devlet zihniyetinin hedefine aldığı şey) bu direnişi ve isyanı yaratanlardı.

Paçavra Operasyonu, Gezi Parkı’na operasyon yapılmadan önceki en büyük saldırıydı. Saldırıyla beraber barikatlar kaldırıldı, meydan yeniden devlet tarafından işgal edildi. Pankartları ve bayrakları, AKM’den indiren zihniyet, sadece “alan kazandım” hamlesi yapmıyordu. Herkesin gözü önünde iktidarını tekrar göndere çekmenin gururunu yaşamak istiyordu. Erdoğan’ın “paçavra” dediği pankartlar indirildi, polisin; yani devletin tüm yaşananlarda somut anlamıyla ifadesi olan polisin tuttuğu ritimle; “vatan-sana-canım-feda” ritmiyle AKM’ye TC ve Mustafa Kemal bayrağı açıldı.

Olanları Geri Sarmak

AKM’de mevzubahis pankartlar arasında bu iki bayrak da mevcuttu aslında. Devletin paçavra operasyonu ile planladığı bu iki bayrak dışındaki tüm pankartlar olduğu anlaşılmış oldu. “Bu işte bir yanlışlık var.” diyenler oldu belki de. Direnişin belirli dönemlerinde iyice belirginleşen bu iki bayrak AKM’ye tekrar asılmıştı.

Siyasi sembollerin barındırdığı anlamlar, bu siyasi sembolleri sahiplenenler tarafından iyi belirlenmiştir. Siyasi sembol taşıdığı anlamıyla birden çok şeyi ifade etmez (en azından aynı anda). Belki bu anlam belli süreçler içerisinde dönüşüme uğrayabilir, ancak nihayetinde ifade ettiği anlam, ilk anlamdan çok da uzak değildir.

TC’nin mevcut iktidarına karşı, bu iki sembolü sahiplenenlerin düştüğü durumu karşılayacak tek terim futbolla ilgili; kontrpiyede kalmak. Futbolcunun bir harekete başlaması, ancak o an başka hareket yapması gerektiğini fark etmesi ve ne yapacağını bilemeden öylece kalması…

Kontrpiyede kalınan bir başka durum, hükümetin Kazlıçeşme mitingindeki “bayrak asın” telkini. Evine bayrak asanların hükümet yanlısı mı, ya da karşısında mı olunacağı nasıl anlaşılacak?

Sembollerin İfade Ettiği Anlam

Bu iki sembolün yarattığı anlam karmaşasının siyasi iktidarların(sadece mevcut siyasi iktidarın değil, siyasi iktidarların) bilinçli bir politikası olma ihtimali olsa da, bunları sahiplenmekte olan insanların anlam dünyasında, bu sembollerin aynı bilinçte bir yerleri yok. Devletin zorunlu eğitimini almış, her zorunlu vatandaşın sahiplenmekte zorunlu olduğu bu iki sembol, aslında devletin AKP’lilikten de, CHP’lilikten de bağımsız varlığını simgeliyor. Herhangi bir değer gözetmeksizin devletin, bireylerin varlığına tehdit unsuru oluşturmasını simgeliyor. Tomayı, polisi, miti, gaz bombasını, sıkılan kurşunları, insanların keyfi bir şekilde vurulabileceğini simgeliyor. Şu anki “akıl kırılması”nın yarattığı farkındalıkla ifade etmek gerekirse, yıllardan beri uygulanan benzer politikaları, savaşları, katliamları, zorunlu göçleri, faili meçhulleri simgeliyor; bunların tarihselliğinde yükseliyor bu iki sembol.

İki karşıt siyasi ifadenin aynı sembolü kullanması iki şeyin göstergesidir; ya aslında bu iki karşıt görüş aslında karşıt değildir, ya da bu iki görüş aslında başka temel bir görüşün/hedefin farklı görünümleridir.

Direnişin ve isyanın yarattığı koşullarda şunu anlamaya ısrar etmekten çekinmemek gerekir; muhafazakar, kemalist, liberal vs. devlet iktidarındaki koltuk değişikliğini hedefleyenlerin uygulamaları asla değişmeyecektir. Bugün bu toplumsal hareketi, türlü siyasi cambazlıkla referandum ve sonrasında seçim propagandasının arka bahçesine dönüştürmeye çalışanlar, iktidarın siyasi sembollerini kullanmaktan vazgeçmediler, vazgeçemezler. Çünkü onların arzuladıkları aynı siyasi mekanizmanın iktidar dümenini çevirmektir.

İsyanın özgürleştirici ruhuyla kendi anlam dünyamızı, kendi kültürümüzü, kendi geleneğimizi yaratmak, devletin siyasi simgelerinden (dolayısıyla onun yarattığı siyasi anlamdan) kurtulmak adına; devletsiz zihinlerin örgütlediği bir dünyada özgürlüğün ne olduğunu deneyimleyebilmek için gereklidir.

 

Ozan Şahin

[email protected]

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 11. sayısında yayımlanmıştır.

The post Özgürlük İsteyenler İçin Paçavra İktidar İçin Bayrak Kavgası – Ozan Şahin appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2013/07/20/ozgurluk-isteyenler-icin-pacavra-iktidar-icin-bayrak-kavgasi-ozan-sahin/feed/ 0