Kumsal – Meydan Gazetesi https://meydan1.org Anarşist Gazete Thu, 05 Sep 2013 13:37:48 +0000 tr hourly 1 https://wordpress.org/?v=5.3.13 “Bukalemunlaşmak” – Merve Arkun https://meydan1.org/2013/09/05/bukalemunlasmak-merve-arkun/ https://meydan1.org/2013/09/05/bukalemunlasmak-merve-arkun/#respond Thu, 05 Sep 2013 13:37:48 +0000 https://test.meydan.org/2013/09/05/bukalemunlasmak-merve-arkun/   Sürüngenler sınıfından omurgalı bir canlı olan bukalemun, renk değiştirme özelliğiyle bilinir. Belli etmek istedikleri duygulara göre renk değiştirebilen bu hayvanlar, bu özellikleri sayesinde bulunduğu ortamın rengini kolayca alarak bir taraftan av olmaktan sıyrılıp diğer taraftan da tehlikeli birer avcıya dönüşebilir. Bukalemunun renk değiştirme özelliği, sanılır ki insan üzerinde de bir etki yaratmış ve insan […]

The post “Bukalemunlaşmak” – Merve Arkun appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
 

Sürüngenler sınıfından omurgalı bir canlı olan bukalemun, renk değiştirme özelliğiyle bilinir. Belli etmek istedikleri duygulara göre renk değiştirebilen bu hayvanlar, bu özellikleri sayesinde bulunduğu ortamın rengini kolayca alarak bir taraftan av olmaktan sıyrılıp diğer taraftan da tehlikeli birer avcıya dönüşebilir.

Bukalemunun renk değiştirme özelliği, sanılır ki insan üzerinde de bir etki yaratmış ve insan da yaşamı boyunca ten rengiyle ilgili değişiklikler yaparak, rengini değiştirerek içine girdiği ortamlara daha hızlı entegre olmayı amaçlamış. Yüzlere sürülen beyazlatıcılardan bronzlaşmayı hızlandıran güneş kremlerine, güneşten koruyan giysi ve şapkalardan yılın her mevsimi bronzluğu getiren solaryumlara…

Yazın sıcağında, uçsuz bucaksız sahillerde sere serpe uzanmak, sıcacık güneş altında boylu boyunca uzanıp, tenin güneşten kavrulana kadar güneşlenmek. Yaz sonu kavuştuğun o bronz tenle, dosta düşmana “ben de bu yaz tatilimi yaptım” mesajını vermek.

Moda haline geldiğinden bu yana bronzluk, yaz tatilleri sonrası hedeflenen nihai amaçlardandır. Tüm bir yılın yorgunluğunu, mutsuzluğunu, huzursuzluğunu bir yaz tatiliyle geride bırakabileceklerine aldananlar için tatil sonunda kavuşulan bronz bir ten, bir avuntu olmaktan öte gidememektedir.

Bronzlaşmanın Tarihi

Antik Mısır piramitlerini inşa ederken Mısır’ın kavurucu sıcağında güneşten yanıp kapkara olan köleler için sahip oldukları ya da olmak zorunda bırakıldıkları ten rengi, onlar için köleliğin simgesiydi. Rahipler sınıfı ve burjuvalar “para da, asalet de, güzellik de bizde” diyerek vücutlarını sarı bir aşıboyasıyla altın birer heykel görünümüne kavuşturduklarında, yüzyıllar sonrasını muhtemelen tahmin bile edemezlerdi.

Eski Yunan’ın soluk benizli tanrıçaları güneşten kaçan bir güzelliğin devamcısı olduğunda, bembeyaz olmak bir gereklilik, çalışmak zorunda kaldıkları için güneşten yanan kölelerle tanrılar arasındaki en büyük farktı. Beyaz hatta çoğu zaman solgun beyaz tenleriyle güzelleştiklerine inanan Yunan kadınları ve erkekleri Helenistik Dönem’de güneşten kaçmakla da yetinmeyip, zaten beyaz kalan tenlerini daha da beyazlatmak için alçı ve tebeşir gibi sayısız yöntemlere başvurmuşlardı.

Gelenek ilerleyen yüzyıllarda da bozulmamış, Ortaçağ’ın da en önemli güzellik ölçütü, güneş görmemiş solgun tenler olmuştu. Güzelliğin matematiksel formüllere bağlandığı Rönesans’ta da, cildi beyazlatmak uğruna türlü yöntemler denenmişti. Geniş kenarlı şapkalar, gündüz gezilerinde güneşten korunmak için yüzlere takılan maskeler, uzun kollu elbiseler… Solgun benizli Ortaçağ kadınları, dönem ressamlarının en gözde modelleri olmuş, güneşten kavrulmaksa tabi ki yine tarlalarda, sokaklarda, güneşin altında çalışanların payına düşmüştü.

Sanayi Devrimi’nin ardından bir kısmı fabrikalara, bir kısmı madenlere kapatılan milyonlarsa, güneşten değil ama hapsedildikleri maden ocaklarından, çalıştıkları makinenin yağından kapkara olmuş, güneş yüzü görmeye hasret bırakılmışlardı. Bazıları güneşe hasret çalışmak zorunda bırakılırken, bazıları ise “değişen dünya düzeni” ile yüzlerini güneşe dönmüşlerdi

Bronzluk İkonu Coco Chanel

20. yüzyıla gelindiğinde, her şey gibi güzellik kıstaslarında da köklü değişimler yaşandı ve yüzyıllar boyunca yoksulların, ezilenlerin, sömürülenlerin bedenlerinin kılıfı olan güneşten kavrulmuş bir ten rengi, moda tarihinde bir milat yaşadı. Şimdinin en bilinen moda şirketlerinden olan Chanel’in kurucusu Coco Chanel’in bir tatil dönüşü sergilediği güneşten kavrulmuş teni, yıllar boyu kaçılan güneşi, modanın dönüm noktası haline getirdi.

Tatil dönüşü kavuştuğu “çikolata renkli” tenini, Fransız Rivierası’ndaki yeni dükkanının açılışına denk getirmek, Cahanel için muhtemelen bir tesadüf değildi. Paris müşterilerini “bronzluk” vaadiyle çağıran Chanel’in planı tuttu ve asılarca güneşten sakınanlar, kendilerini güneşin kavurucu sıcağına teslim etti. Sanayi Devrimi’nden sonra çalışma ortamlarında yaşanan büyük değişimin de etkisi oldu bu “moda”ya. Yıllar yılı beyaz ve solgun ten renklerinin güzelliğiyle övünen burjuvalar, fabrikalara, madenlere, atölyelere hapsedilen ve dolaysıyla güneşten ve onun “yakıcılığı”ndan mahrum kalan işçiler gibi “beyaz” kalmayı hazmedemediler. Ve sömürdükleri, baskıladıkları, tükettikleri bu sınıfla aynı olmamak için, Chanel’in yarattığı akımı kolayca benimsediler. Önceleri güneşten ölesiye kaçanlar, bu kez kendilerini ölesiye bıraktılar güneş altına.

Çalışanlar Artık Bronzlaşmak İstiyor

Kötü koşullarda, uzun saatler boyunca çalışanlar, patronun baskısıyla bütün bir yılı zehir olanlar için alınacak bir nefes, bir mola olur tatil. Ve her tatilin sonunda kavuşulan bronz bir ten, o yılın avuntusu. Bütün yıl boyunca çalışıp yıllık izinleriyle güneyin en sıcak sahillerine inenlere bir ödüldür “çikolata renkli” bedenlere sahip olmak.

Patronun emri altında ezilip büzülenler, patronuyla aynı güneşin kızgınlığında kavrulduklarında unuturlar her şeyi. Hayatları boyunca asla yetinmeyip daha fazlası için didinenler, daha fazlası için çalışanlar, sahip olamadıklarını yaz sonu kavuştukları bronzluklarıyla unuturlar. Tatil bitip yeniden işbaşı olduğunda, o bronzlukla “eşitlenir” her şey.

Yaşamın hiçbir alanında “eşit olmayanlar” ve asla olamayacaklar için, koca bir yanılsamadan ibarettir bronzluk. Sosyal, ekonomik ya da kültürel hiçbir alanda aynı olamayanlar, aynı “fırsatları değerlendiremeyenler”in ortak noktasıdır. Yaşamın hiçbir alanında olamasa da en azından, “bir tatil yapabilmenin ve tatilde bronzlaşabilmenin” ortaklığından haz duyanlar için bronzluk, emirlerle, azarlarla, maaş kesintileriyle, işten atmalarla geçecek yeni bir yıla hazırlık olur yaz sonunda.

Tarlalarda, sokaklarda, inşaatlarda çalışmaya ve güneşin alnında kavrulmaya devam edenler ise asla dahil olamazlar bu “eşit”lik yanılsamasana. Çünkü “amele yanıkları”nın, sınıf atlama çabasında olup renk değiştirmeye ayak uydurmaya çalışanların yanında yeri yoktur.

Her Şeye Rağmen Hala Beyaz

Ancak bir de tüm moda akımlarına, kozmetik dayatmalara karşı hala beyaz kalmayı tercih edenler de vardır elbette. Tüm zenginlikleri ve asaletleri ile var olmaya devam eden aristokratlar için durum hala aynıdır. Ne modanın “en hit” akımları, ne güzellik algıları, ne de artık “daha çekici olmanın” önkoşullarından olan bronzluk… Her şeye rağmen saraylarından çıkmayan, güneşe yüzünü dönmeyenler, kendi beyazlıklarıyla var olmaya devam ediyorlar.

Kraliyet ailelerin beyaz tenleri, köklü aristokratların solgun benizleri… Kendileriyle “asla eşit olamayacakların” yarattığı bu akımı sahiplenmek, herhalde onlara kalacak en son şey olabilir.

Merve Arkun

[email protected]

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 12. sayısında yayımlanmıştır.

The post “Bukalemunlaşmak” – Merve Arkun appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2013/09/05/bukalemunlasmak-merve-arkun/feed/ 0
Haydi Tatile! – Özgür Erdoğan https://meydan1.org/2013/07/21/haydi-tatile-ozgur-erdogan/ https://meydan1.org/2013/07/21/haydi-tatile-ozgur-erdogan/#respond Sun, 21 Jul 2013 20:43:00 +0000 https://test.meydan.org/2013/07/21/haydi-tatile-ozgur-erdogan/ Thomas Cook 1841’de yaşadığı şehir Leicester’a 20 km uzaklıktaki bir festivale 571 kişilik bir kafileyi taşıyarak, tarihte bilinen ilk turistik hareketi gerçekleştirmiştir. Bu hareketin ardından bu işin çok karlı olduğunu fark eden Cook, mesleği marangozluğu bırakıp bir taşımacılık şirketi kurmuştur. Bu Şirket yani Thomas Cook, şimdi dünyanın en büyük tur operatörü haline gelmiştir. 1841’den günümüze […]

The post Haydi Tatile! – Özgür Erdoğan appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
Thomas Cook 1841’de yaşadığı şehir Leicester’a 20 km uzaklıktaki bir festivale 571 kişilik bir kafileyi taşıyarak, tarihte bilinen ilk turistik hareketi gerçekleştirmiştir. Bu hareketin ardından bu işin çok karlı olduğunu fark eden Cook, mesleği marangozluğu bırakıp bir taşımacılık şirketi kurmuştur. Bu Şirket yani Thomas Cook, şimdi dünyanın en büyük tur operatörü haline gelmiştir.

1841’den günümüze kadar bir çok şey değişmiş, iki dünya savaşı, onlarca devrim, ölüm yıkım ve zafer yaşanmış, teknoloji inanılmayacak boyutlara erişmiş;  Türkiye – Amerika arası aylarla, haftalarla ölçülürken, saatlerle hesaplanmaya başlanmış, tabii bu arada da, turizm boş durmamış Leicester’dan kalkan tren, özellikle dünyanın en ücra en yoksul köşelerine kadar ulaşıp  oraları “turizm cenneti” haline getirmiş, önceleri bir zengin uğraşı ya da “divane” işi   diye bilinen seyahati adına “tatil” diyerek  hayatımıza sokmuştur.

Öldüresiye Çalıştıranlar, Ölümüne Dinlenmek İsterler..!

Bütün bir senesini  belki de ömrünü bir bilgisayar karşısında, bir torna tezgahının başında ya da bir ütü masanın önünde  geçiren… Sabah 6’da bir otobüste tıkış tıkış,  fabrikada ustabaşının önünde eciş büçüş, kocanın gölgesi altında paramparça,  yüzlerce ders notunun arasında karmakarışık olan; bir haftalığına da olsa bütün bunlardan “kaçmak”. Başka bir “hayat” yaşamak istemez mi?

Tabi ki ister, bu yüzden çekebiliyorsa eğer maaşının iki katı kadar kredi çekip, bütün bir yıl yapmadığı yapamadığı her şeyi yapmak için yola koyulur. Gün görmemiş solgun bedeni esmerleşinceye kadar havuz kenarında uzanmak, sadece hafta sonları yapabildiği  cumartesi çılgınlıklarını bütün bir haftaya yayarak, sonsuz tane bira içebilmek, otelin  denize nazır geniş verandasında  kitap okumak. Aylar boyunca tıpkı onun gibi, müşterilerinin etrafında fır dönen kibar çalışanların onun da tüm zevklerini yerine getirmek için kendini paralamasını seyredip, bir kral kraliçe tatmini yaşamak ister.

Ey Yoksullar, “Rüya Gibi Bir Tatil”i Ancak Rüyanızda Görürsünüz!

Aslında kaçılan şey kapitalizmin ta kendisidir. Fakat kaçış, illetin başka bir duvarına çarpıp geri döner. Turizm nihayetinde bir endüstridir ve tüm endüstriler de olduğu gibi çemberine aldığı herkesin tüketmesini,  dolayısıyla turistik eyleme dahil olan herkesin tükenişini işaret eder. Sektör tabi ki karla işler; aylık 1000 lira kazananla, 6.000 lira kazanan aynı yerde tatil yapmaz, yapamaz. Bu kapitalizmin ruhuna aykırıdır!

İstanbul’dan Ankara’dan üçüncü sınıf otobüslerle, sektörün “bacasız” bir şekilde sanayileştirdiği, merkezden çevreye bir talan çiçeği gibi genişleyen sahil kasabalarına gidenler; turkuaz deniz boyunca uzanan sık ormanları ve kasabanın kahvesinde oturan sıcakkanlı güneyli insanları görmek yerine, şehirden tanıdık bir manzarayla karşılaşırlar: Deniz kenarına kurulmuş beton bloklar yığını; şehirdeki alışveriş merkezlerinin, güneydeki kuzenleri olan tüketim mabetleri: Yani devasa tatil köyleri ve otellerle…

Turizmde çalışanların, her  şey dahil sistemini uygulayan ucuz  oteller için kullandığı bir deyim vardır “Her şey dahil; ama bulursan!” Ama bunu genellikle  bu tatili satan seyahat acentelerinde pek dillendirmezler. Onlar dilediğiniz gibi tüketebileceğiniz, senenin bütün stresini atarak, yeni seneye dinlenmiş ve dinçleşmiş olarak tekrar başlayabileceğinizi  ima ederek güç bela denkleştirdiğiniz tatil parasına konma peşindedirler. Tıpkı kapitalizmin çok çalışırsan zengin olursun, biat edersen sorunsuz yaşarsın yalanını söyleyerek tüm yaşamımıza konduğu gibi.

O yüzden, o kasabaya girenler kendi otellerini göremeyeceklerdir. Çünkü onların kalacağı yer, aylık 6.000 kazananların kaldıkları yerin gölgesinde kalmıştır. Çalışanlar bitkindir. Odalardaki örümcek ağları, otelle yaşıttır. Yüzme havuzu küçüktür. Hem de o kadar küçüktür ki içindeki bakteriler, insanları “bu havuz bize dar, ya sen ya ben..” diyerek tehdit ederler.  Tuvalet sırası, Çin Seddi’ni kıskandıracak kadar uzundur. Biralar sulu, meyve suları imitasyondur. Açık büfelerin başında bekleyen çalışanlar, zalimdir ve çıkan köfte sayılıdır. İkinci köfteyi almaya kalkanlar, çalışanlar tarafından azarlanmak suretiyle savuşturulurlar.

Senaryo genelde böyle işler. Yoksulların kapitalizmin içerisinde ki kaçış arayışları hemen hemen her zaman bir duvara çapar ve geri döner. Peki, o zaman insanlar neden ısrarla tatile çıkmak isterler ya da bu saçmalıklardan keyif aldıklarını iddia ederler? Çünkü nihayetinde bir şezlong bulup, denizde güneşlenebiliyor, imitasyonda olsa o meyve suyundan içip, bir tane de olsa o köfteden yiyyebiliyor ya da Parasailing yapamasa da, onu yapan zengin adam ve sevgilisini izleyerek, izleyici konumunda olsa dahi bu gösterinin bir parçası olabiliyor.  Ve sonunda her şey bitip de evine ve işine döndüğünde şunu görüyor: Bir eşitlik; hayatı boyunca belki de hiç bir şeyinin eşit olmadığı patronu, ev sahibi ya da müdürüyle aynı şeyi yaşamanın tatmini. Çünkü güneş karşısında aynı şekilde yanan bedenler esmerlik düzeyinde olsa bile bir an için ezenle ezileni  eşitleyebiliyor!

Kaçacak Bir Kumsal  mı Arıyorsun?

Birde tatile gitmeyenler/gidemeyenler vardır: Akşamüstü, mahallenin kuytu serin bir köşesinde buluşan amcalar, kapı önlerinde toplaşan kadınlar, üzerinde “bu havuzda yüzmek yasaktır” tabelası asılı olan belediye havuzunda yüzen çocuklar… Küçüklüğünde bu manzarayı hatırlayan ya da hala “mahalle” kalabilen yerlerde bunları görenler, mahallecek toplanılıp gidilen pikniklerde yaşanan paylaşma ve dayanışmanın tadını yaşadıkları hiç bir tatilde alabilmişler midir acaba?

Ha; illaki deniz, kumsal diye tutturanlar varsa da… Onlara, kaldırım taşlarının altını işaret etmek lazım. Değil mi ki, Devletin Ankara’ya getiremediği denizi, direnişçiler Ankara’ya getirip, bu şehirde deniz gözlüğüyle dolaşmışlardır.

Asıl Kumsal Kaldırım Taşlarının altındakilerdir!

Haydi tatile!

Özgür Erdoğan

[email protected]

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 11. sayısında yayımlanmıştır.

The post Haydi Tatile! – Özgür Erdoğan appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2013/07/21/haydi-tatile-ozgur-erdogan/feed/ 0