The post “Çekirdek Koalisyonun Komplo Teorisi IŞİD” – Emrah Tekin appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>ABD’nin Suriye politikasında değişiklik olacağını, Ağustos’un başında IŞİD’e yönelik bombalamadan anlamıştık. Sürecin başından bu yana, savaştan imtina eden ABD, Ağustos aynın başından bu yana özellikle Batılı müttefikleriyle yan yana gelmiş ve onlardan “IŞİD terörü”nü bitirmek için destek almıştı.
YEŞİL KUŞAK DOKTRİNİ NEDİR?
1945 Sonrası ABD ile SSCB arasında başlayan ve 1980’lerin sonlarına SSCB’nin ortadan kalkışına dek süren “Soğuk Savaş Dönemi”nde ABD’nin komünizm tehdidine karşı “panzehir tedbiri” olarak bölgesel taktik anlamında İslami akımları ve hareketleri desteklemesidir.
1977’de dönemin ABD başkanı Jimmy Cater’in ulusal güvenlik danışmanı Zbigniev Brzezinski tarafından geliştirilen projeye göre, SSCB’nin Basra Körfezi petrollerine ulaşmasını engellemek için Körfez ülkelerindeki İslami rejimler desteklenirken, aynı yıllarda gerçekleşen SSCB’nin Afganistan işgali karşısında, İslamcı mücahit güçler CİA denetimde, Pakistan topraklarında eğitildi. Diğer taraftan Afganistan’da ekilen haşhaşın, eroin olarak dünya piyasasına sürülmesine göz yumuldu ve elde edilen gelirle mücahit gruplara yoğun silah satışı yapıldı.
SSCB’nin güneyinden Afganistan, Pakistan, Şah döneminde İran, Irak ve hatta Türkiye’yi içine alan bölgede SSCB karşıtı yönetimler desteklendi. Başarısız olmuş bir proje olarak değerlendirilen “Yeşil Kuşak Doktrini”nin fiilen sona erdiği tarihin, eski bir Afganistan mücahidi Usame bin Ladin’in lideri olduğu El-Kaide tarafından ikiz kulelere intihar saldırılarının yapıldığı 11 Eylül 2001 olduğunu söyleyebiliriz.
11 Eylül saldırılarının yıldönümünde Suudi Arabistan’ın Cidde şehrindeki toplantı bu açıdan önemliydi. “Terörle mücadele” başlıklı toplantıya, Mısır, ABD, Irak, Ürdün, Lübnan, Katar, Kuveyt, Bahreyn, Birleşik Arap Emirlikleri, Umman, Türkiye, Suudi Arabistan dışişleri bakanları katıldı. Toplantının hedefi, IŞİD’e yönelik hava saldırılarını yoğunlaştırması noktasında bu devletlerin desteği, muhalifleri eğitmek ve silahlandırmaktı. Davutoğlu hükümetinin yeni Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu’nun “çekirdek koalisyon”a imza atmaması üzerine ABD Dışişleri Bakanı John Kerry Ankara’ya ziyarette bulundu.
ABD’nin stratejisine ilişkin bu mesafeli yaklaşımın arkasında Musul’da rehin alınan diplomatlar olduğu söylense de, temel mesele TC’nin bölge üzerindeki hesaplarıyla uyuşmama sorunu gibi görünüyordu. TC gibi toplantıya mesafeli yaklaşan bir başka devlet de İran’dı. İran genelkurmay başkan yardımcısının açıklamaları İran’ın net tavrını gözler önüne serdi; “İran ve ABD’nin IŞİD konusunda işbirliği yapması asla mümkün olamaz. Çünkü IŞİD’i kuran ABD’dir.”
İşlerin Karıştığı Yer
İranlı genelkurmayın sözleri işleri biraz karıştırmıştı. Öncelikle söz konusu devletlerarası ilişki ise, net tavır diye bir şey yoktur. Bunun en belirgin örneğini kendi devlet başkanları Ruhani’nin ılımlı politikalarında görmek mümkün.
Öte yandan, mevzu bahis coğrafya Ortadoğu’ysa, komplo teorisi ve gerçeklik arasındaki çizgi gittikçe incelir. Yani IŞİD’in ABD eliyle kurulması…
IŞİD ve ABD arasında ne olup bittiğini anlamak için, ABD’nin, kendisine bölgesel ya da küresel çapta oluşabilecek bir tehdit karşısında İslami unsurlara oynadığı yakın ve uzak tarihten örneklere bakmak yeterli olacaktır. 1979’da, SSCB’nin Afganistan’ı işgali sonrası ABD’nin, döneminin komünizm tehdidine karşı “Yeşil Kuşak Doktrini” uyarınca, Sovyet destekli hükümete karşı Afgan mücahitlere desteği biliniyordu. Şimdilerde konuşulmaya başlanan ve oluşturduğu tehditle Batı’yı oldukça tedirgin eden “Küresel Cihatçı” akımın varoluşsal çıkış noktasının Sovyet işgaline karşı savaşan Afgan mücahit hareketi olduğunu söyleyebiliriz.
Geçtiğimiz günlerde Edward Snowden’in ABD, İngiltere ve İsrail istihbaratları hakkındaki açıklamaları, eski senatör John Mccain’in IŞİD lideri Ebubekir El-Bağdadi ile aynı karedeki fotoğrafları, ABD eski başkan yardımcılarından Dick Cheney’in açıklamalarına komplo teorisi demezsek, ABD’nin (ya da sadece ABD’nin değil aynı zamanda küresel iktidarların) IŞİD’le nasıl bir gönül bağı olduğunu anlamak için adım atmış olabiliriz!
IŞİD Şeytanı
Batılı gazetecilerin kafasını kesip Batı’ya meydan okuyan IŞİD’in mesajı, küresel kamuoyunda oldukça yer etti. Bunun arkasından gelen ABD hamlesi çok şaşırtıcı değil. Hatta bu hamlenin 11 Eylül’ün yıldönümünde gerçekleşiyor olması, komplo teorisyenleri için oldukça verimli bir mecra gibi gözüküyor.
Batılı müttefikler, IŞİD’e ilişkin hava saldırısı ve yerel güçlerin desteklenmesi kararını her ne kadar yakın bir zamanda almış olsalar da, Batı’nın algısal saldırısı bundan çok önce başladı. IŞİD’in şeytan olarak ilan edilmesinin ardından, şeytanı yok edecek özne ihtiyacını karşılamak üzere yola çıktı küresel iktidarlar.
Uluslararası Kamuoyu IŞİD’i Sonunda Keşfetti(!)
Almanya Başbakanı Angela Merkel, Alman parlamentosunda yapılan ve bölgeye silah yardımının oylandığı oturumdaki konuşmasında IŞİD’in bölgedeki varlığının ve ilerlemesinin Almanya ve Avrupa için bir güvenlik tehdidi oluşturduğunu söyledi. Bu çerçevede Irak ve Güney Kürdistan bölgesel yönetimlerine askeri destekte bulunulacağını belirtti.
Fransa Cumhurbaşkanı Françoise Hollande ise yakın dönemde bölgeye yaptığı ziyarette, Fransa hava kuvvetlerinin askeri operasyonlarda aktif biçimde yer alacağını açıkladı. Bu durum ise, Libya’da 2011 yılında yapılan NATO saldırısında, Fransa’nın oynadığı rolü akıllara getiriyor.
Diğer Avrupa Birliği ülkelerindeki genel eğilim ise, IŞİD’e karşı savaşmak üzere gönderilecek silahların bölgedeki başka güçlerin eline geçme ihtimalinin yarattığı kaygı nedeniyle, bölgeye NATO kapsamında bir müdahale gerçekleştirilmesi noktasında. Eylül ayı başında Galler’de gerçekleştirilen NATO zirvesinde bu seçenek masaya yatırıldı.
Uluslararası siyasette komplo teorisi ile tarif edilene itibar her ne kadar düşük olsa da, komplo kelimesi bu alanda sık kullanılan kavramlardan biri. Komplo, bir kimseye ya da bir kuruluşa karşı alınmış gizli karar, gizli düzen, gizli plan ve tuzak anlamına geliyor. Aslında küresel iktidarlar arsındaki ilişkilerin dengesi bu gizli anlaşmalara, planlara dayanıyor. Küresel siyaset arenasında de facto olarak işleyen durum bu.
IŞİD’in “kötü”yle ilişkilendirilmesi, kafa kesen “şeytan” imajıyla yaratılan durumda saldırı, IŞİD’e olmaktan çok, sonrasında IŞİD adı altında Ortadoğu’ya yapılacak müdahaleyi meşru kılmak adına bize yapılıyor. Küresel iktidarların algısal saldırısının hedefinde, Ortadoğu’ya yapılacak saldırının karşısında duracaklar yer alıyor.
Yaratılan “şeytan”ın yaptıkları “kötü”nün de ötesinde olması, bu “şeytan”ı ortadan kaldırmak için girişilecek her saldırıyı, bu saldırıların hazırlandığı gizli planları meşru kılmaz.
Ortadoğu’da yerel siyasi ve ekonomik iktidarlar aracılığıyla da onaylanan bir müdahale, bu algısal saldırıyla meşru kılınmaya çalışılırken, şeytanı yok etmeye gelecek, melek rolüne soyunanların kim olduğunu iyi görmek gerekiyor.
Hele hele ABD ve IŞİD arasındaki ilişkinin ne olduğuna ilişkin konuşulanlar bu kadar güncelken, küresel iktidarların “melek” olmadıklarını söylemek komplo teorisi olmasa gerek…
Süren ABD Operasyonları, NATO’nun Çekirdek Koalisyonu ve TC’nin “İsteksizliği”
Irak’ta IŞİD’e karşı kaybedilen, stratejik öneme sahip bölgelerin geri alınması için Temmuz ayı başlarından itibaren ABD tarafından 200’e yakın hava saldırısı gerçekleştirildi. ABD’nin “şer ekseni” olarak ilan ettiği ülkelerden biri olan Suriye’den, IŞİD’in bu ülkedeki varlığına yönelik olarak da benzer askeri operasyonlar olduğu beklentisi dillendirildi. Suriye Dışişleri Bakanı Velid Muallim, ülkelerindeki IŞİD varlığına karşı “uluslararası toplum”un desteğine ve işbirliğine açık olduklarını belirtirken, ABD ise, Suriye’de “kendilerine karşı bir tehdit oluşturduğu noktada” IŞİD’e karşı bir operasyon olabileceği mesajı verdi. Nitekim bir süre sonra ABD özel kuvvetleri, örgütün elindeki ABD’li rehineleri kurtarmak amacıyla başarısız bir operasyon gerçekleştirdi.
ABD’nin operasyonları “şimdilik” Irak ile sınırlı olarak sürerken, NATO zirvesinden çıkan karara göre oluşturulması planlanan çekirdek koalisyonun ayrıntıları da ortaya çıkmaya başladı. ABD, İngiltere, Almanya, Fransa, Avustralya, İtalya, Danimarka, Kanada ve Polonya’dan oluşan 9 ülkeye, artı bir olarak özellikle ABD’nin “ısrarlı çağrıları” sonucu Türkiye’nin de eklenmesi gündeme geldi. “Çekirdek Koalisyon”daki ülke sayısının 9 mu 10 mu olduğu tartışmaları sürerken TC tarafından apar topar toplanan güvenlik zirvesi ve Kerry’nin sürpriz Türkiye ziyareti sonrası, koalisyonda aktif olarak yer alınmayacağı, ”insani yardım” ve istihbarat paylaşımı yapılacağı açıklandı.
Kerry, Türkiye ziyareti sonrası yaptığı açıklamada, “Çekirdek Koalisyon”un IŞİD’e karşı müdahale planını da ayrıntılandırdı. Buna göre NATO güçleri IŞİD’e kara operasyonu yapmayacak, hava operasyonları ağırlıklı bir politika izleyecek. Koalisyonun izleyeceği bir diğer yol ise bölgede IŞİD’e karşı mücadele eden Irak ordusu, Güney Kürdistan Bölgesel Yönetimi peşmergeleri ve diğer silahlı unsurlara askeri destek sağlanması.
Bazıları Selefi-Vahhabi İslam düşüncesine sahip Müslüman ülkeleri, IŞİD’e karşı harekete geçiren ABD, bir diğer taraftan, Obama’nın da vurguladığı, “gerçek İslam”ı temsil etmeyen IŞİD’in Somali’deki versiyonu denebilecek, El-Kaide bağlantılı Eş-Şebab örgütüne gerçekleştirdiği saldırıda örgüt lideri Ahmed Gudani’yi öldürerek, bu noktadaki kararlılığının, IŞİD’in var olduğu Ortadoğu coğrafyasıyla sınırlı olmadığını da ortaya koyuyordu.
Emrah Tekin
Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 21. sayısında yayımlanmıştır.
The post “Çekirdek Koalisyonun Komplo Teorisi IŞİD” – Emrah Tekin appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post “Devletten Hilafete IŞİD’den İslam Devleti’ne” – Emrah Tekin appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>IŞİD’in bu hilafet ilanını, radikal islamcı örgütlerin söylemsel ve eylemsel bütünlüğüyle doğru orantılı bir sonuç olarak değerlendirmekle birlikte, bu sonucun ileriki süreçlerde bölgeye nasıl bir etkisi olacağını görmek gerek. Bununla birlikte, örgütün azımsanamayacak bir coğrafyada ilan ettiği hilafet ve özellikle internetten propaganda amaçlı yayınladığı vahşi infaz videoları, kamuoyunda ılımlı İslam-radikal İslam ve buna bağlı olarak “Gerçek İslam nedir?” tartışmalarını beraberinde getirdi. Tüm bu tartışmalar süredursun, IŞİD zaten söz konusu bölgedeki defacto durumda her devlet gibi kan ve katliamlarla varlığını adım adım inşaa ediyordu. IŞİD’in katliamlarla inşa ettiği devlet son olarak, aslında çok da şaşırtıcı olmayan bir sonuçla “hilafet devleti”ne dönüştü.
Irak’ta Şeriat ve Hilafete Giden Yol
Irak’ta 2003 yılındaki ABD işgali sonrası, IŞİD’in şimdiki kadrolarının önemli bir kısmını oluşturan militanlar, işgale karşı direniş amacıyla, ama asıl önemlisi, yine ABD’lilerin iktidara taşıdığı Şiilere karşı mücadele için, iktidardan düşen BAAS kadrolarıyla işbirliği yaptılar. Bu işbirliğinin temelinde ise, iktidardaki Şiilere karşı bir Sünni isyanı örgütlemek yatıyordu. Bu doğrultuda Ninova, Diyala ve Anbar illerinden oluşan Sünni üçgeninde kurtarılmış bölgelerde şeriat devleti ilan etmeyi amaçlıyordu. Örgüt, Irak ve Suriye’deki bu hakimiyet savaşından dolayı, bağlı olduğu El-Kaide ile ters düştü. 2012 yılında El-Kaide lideri Eymen el Zevahiri’nin, örgütün elinde bulundurduğu ve Suriye’deki en zengin petrol kaynaklarına sahip kentlerden biri olan Rakka’dan çekilme çağrısına IŞİD’in olumsuz yanıt vermesi, yani “biat etmemesiyle” bu ayrılık gün yüzüne çıkmıştı. Bu süreç sonrası örgüt, 2013 yılı başlarında Irak Şam İslam Devleti ismiyle Irak ve Suriye’de, kuzeyde TC sınırındaki Tel-Abyad’dan, güneyde Irak’ın Felluce kentine ve doğuda Musul’a kadar olan bölgede hakimiyet kurdu. Ayrıca bu bölgelere çok yakın olan ve Kürtler, Araplar ile Türkmenler arasında tartışmalı bir statüye sahip olan Kerkük kenti de, IŞİD’in hilafeti yaymak istediği bölgeler arasında.
IŞİD’in Halifesi el-Bağdadi Hakkında: IŞİD’in halife ilan ettiği Ebu Bekir el-Bağdadi ile ilgili bilgiler örgütün hilafet ilanına dek aslında kısıtlıydı. Örgüt içerisinde Ebu Dua olarak da bilinen el-Bağdadi’nin, hilafetin ilan edildiği gün Musul’daki camide yaptığı konuşma sırasındaki görüntüsü dışında yayınlanmış bir fotoğrafı bulunuyordu. Ancak örgütün hilafet devleti ilan etmesinin ardından el-Bağdadi’nin etrafında yaratılan tüm bu “gizem” ortadan kalkmaya başladı. Örgüt, belki de halifeliğin mantığına uygun bir meşruluk amacıyla, el-Bağdadi’nin aslında İslam peygamberi Muhammed’in soyundan geldiği yönünde bilgiler vermeye başladı. Örgüte yakın internet sitelerinde el-Bağdadi’nin tam ismi İbrahim bin Avad bin İbrahim el-Bedri el-Radavi el-Hüseyni el-Samarrai olarak verilirken, Peygamber Muhammed’in soyundan geldiğine dair şeceresi yayınlanarak, kendisinin Kureyşi, Haşimi ve Hüseyni kökenli olduğu iddia ediliyordu. İslam kaynaklarına göre Peygamber Muhammed, Kureyş kabilesine mensup ve Haşimi soyundan geliyor. Torunu olan Hüseyin’in soyundan gelenler ise Seyyid yani Muhammed’in günümüzdeki devamcısı olarak görülüyor.
IŞİD’in sözkonusu hilafet ilanıyla, Suudi Arabistan topraklarındaki Müslümanların kutsal kentlerinden Mekke’yi de içine alan bölgeyi Dar-ül Harp (Savaş Bölgesi) ilan ettiği, hatta hilafet ilanını izleyen günlerde örgüt sözcüsü Ebu Muhammed el Adnani’nin İstanbul’u da ileriki süreçte “fethedeceklerine” dair açıklamalar yaptığı medya organlarında yayınlandı.
IŞİD gerek Irak’ta, gerekse Suriye’de kontrol ettiği bölgelerde şeriat devleti uygulamaları gerçekleştiriyordu. Tekfirci bir selefi dünya görüşüne sahip olan, kendisi gibi düşünmeyeni kafir yani düşman gören örgüt; canlarını bağışlama karşılığında, müslüman olmayanlardan “cizye” adında ağır vergiler alıyor. Ayrıca zina, hırsızlık gibi olaylarda söz konusu bölgedeki kadıları aracılığıyla, adı geçen “suçların” Kuran’daki karşılığı ceza infazları uygulatıyor. Ayrıca yine bir şeriat devletinden bekleneceği gibi alkol ve sigarayı yasaklarken, kadınların da eşleri yanlarında olmadan evlerinden dışarı çıkmalarını yasaklıyor.
Yine Kuran kaynaklarına dayandırılarak, gerek Suriye, gerekse Irak’ta, savaş halinde olunan Şiilerin-Alevilerin canları ve mallarının (tabi ki eşleri ve kız çocukları da dahil olmak üzere!) IŞİD militanlarına “helal” olduğu yollu fetvalar çıkarılıyor.
IŞİD’in tavizsiz bir şekilde cezalandırdığı “suçlardan” biri de, örgütün isminin telaffuzu konusu. Bu konuda son derece hassas olan militanlar, örgütün ismini “Devlet” ya da “İslam Devleti” yerine, kısaltmasıyla ya da açılımıyla telaffuz edenlere 75 kırbaç cezası uyguluyor.
Aslında örgüt, tüm bu ve buna benzer şer-i devlet uygulamalarını 1,5 yılı aşkın bir zamandır sürdürüyordu. 29 Haziran’daki hilafet ilanından sonra ise, örgütün bölgedeki benzer tüm uygulamaları sosyal ve yazılı medyada daha çok yer almaya başladı.
Suriye’de 2011 yılından bu yana süren iç savaşta, seküler BAAS rejimine karşı bölgede rejime karşı savaşan ya da kendilerinden daha az cihatçı olarak gördükleri unsurları düşman ilan eden selefi örgütlerin varlığını ve IŞİD’in söz konusu tekfirci anlayışını göz önüne aldığımızda; haziran ayı sonunda gerçekleşen hilafet ilanını da beklenen bir gelişme olarak değerlendirebiliriz.
Hilafet Nedir, Halife Kimdir?
Hilafet ve halife kavramları, İslami siyasi terminolojide, İslam toplumu ve devletini vurgulamak için kullanılagelmiştir. Kuran’da da çeşitli bölümlerde Adem, Davut gibi dini şahsiyetlere atfen kullanılan halifelik kavramı, bu anlamıyla Allah’ın yeryüzündeki temsilcisini işaret eder. Halifeler; yetkilerini kullanmaya, İslam toplumunun, yani ümmetin “biatı” ile başlar. Arapça sözcük anlamı ile ise, “hak ettiği için Allah’ı adaletle temsil eden yetkili kişi”dir.
Hilafet ve halifelik kavramları bu anlamlarıyla dini bir içeriğe sahipmiş gibi görünse de, fiiliyatta dünyevi bir karşılık bulmuştur. Bu dünyevi karşılığı, IŞİD’in söz konusu hilafet ilanında açıkça görmek mümkün. Örgüt; cizye vb. İslami argümanlarla, insanlardan paralar toplarken ve savaş ganimetleri statüsüne sokarak silah vb. gereçlere el koyarken, Kuran’daki ilgili ayetlere göndermelerde bulunuyor.
IŞİD gibi küresel cihadı benimsemiş bir örgütün öznesi olduğu söz konusu hilafet ilanında da, örgüt lideri el-Bağdadi, bu özelliklere sahip olduğu atfedilerek tüm dünya müslümanlarının halifesi ilan edildi. Bağdadi, örgütün hilafet ilan ettiği, Müslümanların kutsal ayı ramazanın ilk günü Musul’daki cami hutbesinde yaptığı konuşmada, hilafet ilanını “Allah’ın Vaadi” başlığı altında yaptı.
Genel olarak İslam kaynakları, hilafetin meşruluğunu tüm ümmetin rızası ve bir şuranın (kurulun) oluruna dayandırsa da; her dini uygulamada olduğu gibi yoruma son derece açık bir durumla IŞİD, hilafet ilanında da farklı İslamı kaynakların farklı yorumlarını kıstas almış durumda. Tüm ümmetin rızası ve yetkili bir kurulun onayı olmaksızın “İslam toplumu ve devletinin istikrarı” adına ikrah, yani zorlama yoluyla bir hilafet ilanının meşruluğunu salık veren kimi İslami kaynaklar, bu noktada IŞİD’in esin kaynağı olmuştur.
Özellikle Irak’taki ABD işgali sonrası ve Suriye’de yaklaşık 4 yıldır süren iç savaş sonrası bu bölgelerde halihazırdaki Şii ve seküler iktidarlar karşısında savaşan selefi-cihatçı örgütlerden son dönemlerde adı ön plana çıkan IŞİD’in, güçlenerek hilafet devleti ilan etmesi, beklenen bir sonuç olarak görülebilir. 2013 yılı 3 Temmuz’u da yaşanan bu sonucun bir miladı olarak yorumlanabilir. Mısır’daki darbe sonrası Mısır ve Suriye’de yasadışı ilan edilen Müslüman Kardeşler militanlarının önemli bir kısmının “cihat bölgesi” Suriye’ye geldikleri biliniyordu. Bu faktörlerin, IŞİD’i bölgede güçlendiren ve son olarak hilafet devleti ilanına giden süreçte etkilediği söylenebilir. Bunların haricinde hilafet devleti ilanı sonrası bazı lokal El-Kaide unsurlarının (Libya El-Kaidesi ve Suriye’deki bazı El-Nusra unsurları) IŞİD’e biat etmesiyle de; IŞİD ve “dünya müslümanlarının yeni halifesi” el-Bağdadi’nin, bir kaç yıl önce ölen Usame bin Ladin’in yeni varisi mi olacağı sorusu kafalarda beliriyor.
El-Kaide bağlantılı, “bölgenin yerlisi” El-Nusra’dan farklı olarak IŞİD, dünyanın çok farklı ülkelerinden militanları bünyesinde barındırıyor. Küresel cihadı benimsemiş bu militanların örgüte katılımlarından sonra, vatandaşı oldukları devletin pasaportlarını yakma videolarını sitelerinde propaganda amaçlı yayınlarken örgüt; küresel cihada olan yaklaşımına dair önemli ipuçları da veriyor. IŞİD’in hilafet ilanıyla, “küresel cihadın ve dünya müslümanlarının lideri”, yani halifesi Ebu Bekir el Bağdadi’ye biat etmesi beklenen “milletten soyutlanarak ümmetleşmiş” müslüman bir dünya mı tahayyül ettiği, önümüzdeki dönemde cevap bekleyen soru olarak önümüzde duruyor.
Emrah Tekin
Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 20.sayısında yayımlanmıştır.
The post “Devletten Hilafete IŞİD’den İslam Devleti’ne” – Emrah Tekin appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>