The post 21. YY. Teslimiyet Teorileri ve Pratikleri: “Savaşı Görmeyip “Barışa Bak”anlar” – Merve Arkun appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>“Hükümetten bağımsız” ve “sivil” bir oluşum olarak ortaya çıktığı iddia edilen projenin yankıları sürerken, “Barışa Bak”ın amaçlarını, imzacılarını ve “ne yöne baktığı”nı tartışmakta fayda var.
Başlatılan bu projeyle “barışa bak”ma iddiasını taşıyanlar, yaşadığımız coğrafyada on yıllardır yaşanan savaşın, topraklarından edilen binlerce insanın, kaybedilen ve katledilen bir halkın hesabını yapmanın da ötesinde yaşamını savunmak için direnenleri -tıpkı iktidarın yaptığı gibi- “provakasyon”larla ve “darbe girişimleri”yle suçlarken; projeyle çizilmek istenen “barış”, tam da hükümetin Yeni Türkiye şablonuna bakarak çiziliyor. Devletin çözüm adı altında Kürt halkına yönelik işlettiği inkâr ve imha politikasına karşı girişilmiş mücadeleyi, barıştan uzaklaştırma olarak ilan eden “barışsever”lerin barıştan anladıklarının ne olduğu açık. AKP hükümetine yönelik müteşekkirliklerini her fırsatta dillendiren “Barışa Bak”çılar, kardeşlik altında devletin gizli stratejilerinin sürdürücüsü konumunda. Meşruluklarını, “biz ne o taraftanız, ne bu taraftanız” diyerek dayandırdıkları pozisyonlarıyla; devletçi algıyı farklı bir yerden zihinlere kazımaya, Kürt halkının mücadelesinin altını boşaltmaya çalışıyorlar.
Genellikle iktidar yanlısı akademisyen, yazar ve gazetecilerden oluşan “Barışa Bak” çağrıcıları toplam 69 imzadan oluşuyor.17 Aralık sürecinde iktidar paydaşları arasında belirginleşen AKP-Cemaat ayrışmasında, safını “paralel yapıya karşı seçilmiş hükümetten yana” koyan Barışa Bak projesi çağrıcılarından bazılarının, “iktidar yanlısı performanslarıyla” kısa özgeçmişleri şöyle:
Yıldıray Oğur
ODTÜ Siyaset Bilimi mezunu olan Yıldıray Oğur, 2003 yılında Genç Siviller hareketinin kurucuları arasında yer aldı. Radikal, Taraf gazeteleri ile Birikim dergisinde yazılar yazan Oğur, 2013 yılında, iktidarı açıktan destekleyen Türkiye gazetesinde yazmaya başladı. Türkiye’de yazmaya başladıktan sonra Erdoğan’ın fiili danışmanı haline gelen Oğur’un köşe yazıları, Erdoğan’ın bazı mitinglerinde tarihsel alıntılar yaptığı temel kaynak oldu.
Kobanê Direnişi süresince yazdığı köşe yazılarında, “çözüm süreci”nin muhataplarından Kürt hareketini eleştirmiş; devletle aynı perspektifte, devlet-polis şiddetinden kaynaklanan ölümlerden, hareketi sorumlu tutmuştu. Bu beyanlar, Yıldıray Oğur’un iktidarla yaşadığı söylemsel uyumun daha da belirginleşmesini sağladı. Meydan Gazetesi’nin yine aynı bölümünde “akil heyeti”ni deşifre ederken yer verdiğimiz Oğur, devletin “barış” söyleminin en önemli yaratıcılarından.
Oral Çalışlar
Aydınlık çevresinden eski bir sosyalist olan Oral Çalışlar bugüne dek Cumhuriyet, Taraf, Radikal gibi siyasi yelpazenin farklı kulvarlarından birçok gazetede köşe yazıları yazdı. “Akil İnsanlar” heyetinde yer almasının ardından iktidarla olan ilişkisini belirginleştiren TESEV üyesi Çalışlar, şimdilerde de liberal yazarların kendilerine yer bulduğu “serbestiyet.com” sitesinde yazıyor.
Orhan Miroğlu
1970’li yıllarda Kürt hareketi içerisinde yer alan; 1980 yılında girdiği cezaevinden 1988 yılında tahliye olan Miroğlu, Ülkede Özgür Gündem, Özgür Politika, Birgün ve Taraf gibi gazetelerde köşe yazarlığı yaptı. 2010 yılındaki Anayasa Referandumu sürecinde iktidara yakınlaşan Miroğlu, bu yakınlaşmayı ilerleyen yıllarda öylesine içselleştirdi ki; kendi geçmişini bile inkâr etmeye başladı. 12 Eylül döneminde, tutsak kaldığı Diyarbakır Cezaevi’nde sistematik işkenceye maruz kalan Miroğlu, yakın dönemde katıldığı bir TV programında “Devlet eliyle sistematik işkence kesinlikle yoktur!” diyerek, bu içselleştirmeyi somutluğa kavuşturdu.
Yaşadığı “politik değişiklik”in ardından, sınırlı sayıda gazetecinin binebildiği Erdoğan’ın uçağında kendisine yer buldu ve 2012 yılından itibaren iktidara yakınlığıyla bilinen Star Gazetesi’nde yazmaya başladı.
Nagehan Alçı
Boğaziçi Üniversitesi siyaset bölümü mezunu olan Nagehan Alçı, Hürriyet, Milliyet, Akşam gibi gazetelerde köşe yazarlığı ve Kanal D, Fox, CNN Türk gibi kanallarda da programlar yaptı. “Akil” heyette yer alan Alçı da, Barışa Bak projesi içerisindeki çoğu isim gibi, “zaman içerisinde saf değiştiren”lerden.
2009 yılında yazdığı “Bir Delikanlılık Portresi: Tayyip Erdoğan” yazısında Erdoğan’ı çokça eleştiren Nagehan Alçı; özellikle 17 Aralık sonrası, iktidarın hararetli savunucularından biri haline geldi.
Etyen Mahçupyan
Liberalliğiyle bilinen Etyen Mahçupyan, başbakan Davutoğlu’nun başdanışmanlığını yürütüyor.1996 yılına kadar kendi şirketlerinin yöneticiliğini yapan Mahçupyan, 1997’de Radikal’e, 2001’de ise Zaman’a geçti; siyasal çizgisinin “ne hızla” değiştiğini açıkça gösterdi.
TESEV Demokratikleşme Programı’nın 2012’den beri başkanı konumunda bulunan Etyen Mahçupyan, Hrant Dink’in 2007 yılında öldürülmesinden sonra Agos gazetesine geçmişti. Geçtiğimiz Mayıs ayından bu yana ise, iktidar yanlısı patron Ethem Sancak’ın gazetesi Akşam’da yazıyor.
Sinan Çetin
“Hiçbir düşünce kutsal değildir, her düşünce değişir ve gelişir, embesillerinki hariç” şeklindeki konuşmalarıyla, bir sosyalistten bir kapitaliste dönüşümünü rasyonalize eden Sinan Çetin; Plato adlı şirketinin patronluğunu yaparken, aynı zamanda emlak sektörüne de el atmış durumda. Cihangir’de sahip olduğu çok sayıda gayrimenkul üzerinden emlak ticaretine girişen Çetin, sektördeki “rant dostları”ndan Ali Ağaoğlu’nun da reklamlarını çekiyor.
Barışa Bak projesinin imzacılarından Atilla Yayla ile birlikte de bir yayınevinin patronluğunu yürüten Sinan Çetin, katıldığı her programda iktidar güzellemesi yapmaktan geri durmuyor.
Markar Esayan
AKP-Cemaat kavgası öncesi Taraf gazetesinde yazarlık ve yayın koordinatörlüğü yapan Markar Esayan, yaşanan ayrışma sonrasında Yeni Şafak’ta yazmaya başladı. Cumhurbaşkanlığı seçimleri öncesinde “Affedersiniz benim için de çok çirkin bir şekilde Ermeni dediler” şeklinde konuşan Erdoğan’ı, “Biz Ermeniyiz, tecrübe ile sabit, hakiki ırkçıları gözünden tanırız; merak edilmesin. 12 yıldır AK Parti’ye destek veren bir Türkiyeli olarak, bu pazar da Yeni Türkiye için Erdoğan’a oy vereceğim.” sözleriyle aklamıştı. %10 barajı tartışmalarında AKP’nin yanında yer alarak, barajın kaldırılmasına yönelik tepkisini gösteren Esayan, HDP’den de bağımsız adaylarla seçimlere girmesini istemiş. İstikrar sürsün diye…
Rasim Ozan Kütahyalı
“Havuz medya” grubu gazetelerinden Takvim ve Sabah’ta köşe yazarlığı yapan Rasim Ozan Kütahyalı, Melih Gökçek’in sahibi olduğu Beyaz TV’de de futbol yorumcusu. Nagehan Alçı ile olan evliliğinden doğan çocuklarının “isim babalığı”nı Erdoğan’a yaptıracak kadar iktidarla “içli dışlı” olan Kütahyalı, kendi jenerasyonundan birçok yazar gibi, devrimcilere ve devrimci mücadeleye olan kinini kusmaktan geri durmuyor. “Ben bu devlet için kellemi ortaya koyanlardanım!” diye ifadelerini dillendirmekten geri durmayan Kütahyalı, futboldan siyasete engin bilgi birikimlerini, hükümetin ona sunduğu tüm olanaklardan yararlanarak anlatmaktan geri durmuyor.
Cengiz Alğan
“Barışa Bak” projesinin fikir sahibi denilebilecek Cengiz Alğan, eski bir DSİP yöneticisi. 2010 referandumunda “Yetmez Ama Evet” diyenlerden biri olan Alğan, 17 Aralık Yolsuzluk Operasyonu’ndan sonra, iktidar tarafındaki duruşunu iyice belirginleştirmiş; yolsuzluk operasyonun bütününü “seçilmiş hükümete darbe” şeklinde tanımlamıştı. Şimdilerde açıkça sürdürdüğü bu iktidar destekçiliğini Taksim-Gezi Direnişi sürecinde başlatan Cengiz Alğan, ortaya çıkan videolarda polisin sıktığı mermiyle katledildiği açıkça görülse de, Ethem Sarısülük’ün “karanlık güçlerce” öldürüldüğünü söylemişti.
Halil Berktay
“Barışa Bak” projesinin bir başka çağrıcısı, Oral Çalışlar gibi Aydınlık hareketinden olan eski sosyalist Halil Berktay, şimdilerde liberal bir akademisyen olarak tanınıyor. Çeşitli üniversitelerde öğretim üyeliği yaptı, bir dönem Taraf gazetesinde köşe yazıları yazdı, son dönemlerde ise iktidarı destekleyen isimlerin bir araya geldiği serbestiyet.com’da yazmaya başladı. Kendini anti-anti AKP’ci diye tanımlayan Halil Berktay, Taraf gazetesinde yazdığı dönemde 1 Mayıs 1977 katliamına ilişkin ortaya attığı bir iddia ile de gündeme gelmişti. Devlet tarafından gerçekleştirilen ve 36 kişinin yaşamını yitirdiği 1 Mayıs 1977 katliamına ilişkin Halil Berktay, “devrimci iki grubun çatışması” yorumunda bulunmuş; dolayısıyla bu katliamda kendince “devleti aklamıştı.”
Merve Arkun
Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 23. sayısında yayımlanmıştır.
The post 21. YY. Teslimiyet Teorileri ve Pratikleri: “Savaşı Görmeyip “Barışa Bak”anlar” – Merve Arkun appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post Dünyanın Bir Ucundan Diğer Ucuna – Direnen Kadınlar Özgürleşiyor appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Dünyanın birçok yerinde kadınlar farklı şekillerde ancak benzer şeylere karşı direniş gösteriyorlar. Bu direnişlerin birçoğunda ise anarşist nüveleri görmek mümkün. Bahsettiğimiz sadece herhangi bir şeye karşı koşulsuz direnmek değil, yaşamı savunarak dönüştürmek aynı zamanda. Bu yüzden de hepsinin en önemli ortak noktası yaşamlarını devrime çevirmiş olmaları. Bu devrim, içindeki kadınları özgürleştiren bir devrim
Meksika’nın Kadın Futbolcuları Zapatistas Hermanas: Bu Oyunda Bizde Varız!
Zapatistas Hermanas futbolun erkek işi olmadığını düşünerek keyif olsun diye buluşarak top koşturan Meksikalı kadınlar. Futbol bir oyundur onlar için ve elbette erkeklerin oyunudur. Ama belirli bir yaşa kadar bu keskinlik o kadar belirgin değildir. Genellikle onlar çocukluk döneminde sokak aralarında erkeklerin bu gizemli alanına dâhil olurlar. Oyunlar; ilişkileri, kuralları, kural koyucuları, içeridekileri ve dışarıdakileri belirler. İçeride olmak taraf olmanın bazen koşulu bazen sonucudur. Dışında kalanın içinse oyunu düşünmeye, içerdekileri görmeye ve en hakiki eleştiriye adeta hakkı olmuştur. Sokaklarda beliren bu ilişkiler içine doğulan sosyo-politik kültürün bir yansımasıdır. İşte oyunun kurallarını ve taraflarını da “genellikle” bu kültür belirler. Yani tesadüfî, istisna olarak tercihen bir takımı tutmak, taraftar olmak ve pek tabi futbolu sevmek.
Ancak bu kadınlar için durum biraz farklı. Futbol yaşamın bir parçası ve bir oyun neticede. Bu oyunda kazanan kaybeden yok. Rekabet yok. Ödül yok. Zapatistas Hermanas kadınları sırtlarında çocuklarıyla, çıplak ayaklarıyla top koştururlar. Onlar için futbol oynamak, yemek yapmak, toprağı ekmek gibidir. Paylaşmaktır aynı zamanda. Bu, Meksika’daki kız çocuklarının bir çatlak bulup erkeğin alanına sızmasıdır. Yani kadınca bir direniştir. Pekâlâ, futboldan anlayıp, güzel pas verip, iyi çalım atıp gol atabilmektir. Aynı zamanda belki bilmeseler de “yaygın kadınlık ve erkeklik” algısını iki taraftan da bozmaya niyet etmişlerdir.
Mujeres Libres: Kadının Özgürlüğü Anarşizmde!
1936’da anarşist devrim İspanya’nın topraklarını sarmalamış, mücadele beraberlik ruhunu pekiştirmişti ve anarşistler herkes için özgürlük istiyordu. Aynı zamanda bu özgürlük arayışı tarihte derin izler bırakacak olan anarşist bir kadın hareketini doğurdu: “Mujeres Libres”
İspanya’da her yaştan ve her kesimden kadın kendi kurtuluşlarının kendi hayalleriyle, akıllarıyla ve bedenleriyle olabileceğinin farkındaydı. Ancak anarşist de olsa devrim de olsa kadın erkek arasındaki farklılıklar göz ardı edilebilirdi, bunu biliyorlardı. Onlar için, kadınların ezilmesinin kaynakları evde ya da işyerindeki sömürüden daha geniş ve daha derindi. Kadınların ezilmesinin ekonomik ve sosyal olduğunu, kadınların aşağılanmasının otoriter ve hiyerarşik mekanizmalar olduğunu, aile ve kilise gibi ahlakçı kurumlar aracılığıyla geliştirildiğini söylüyorlardı. Böylesi bir dönemde söyledikleri kadar radikaldiler. Örgütlendiler ve cephede savaştılar. Aynı zamanda doğum kontrolü, evlilik ve aile planlaması gibi konularda mücadele ettiler. Onlar İspanya’da içsel devrimin, yani kendi devrimlerinin, peşinden yürüdüler. Anarşizmin devrim fikrinde bütünleştiler; Her gün özgürleşerek ve yaşamlarını özgürleştirerek bugünlere uzanan bir mirasın taşıyıcıları oldular. Tıpkı şimdi olduğu gibi!
Karadeniz Kadını; Ben Doğayım, Doğam Yoksa Ben de Yokum!
Karadeniz’in kadını doğayla bir bütündür. Deresi, ağacı, toprağı, ineği hepsi onun yaşamının bir parçasıdır. Bir tanesi bile elinden alındığında iklimi gibi hırçınlaşır Karadeniz kadını. Doğada yaşam sürmenin güçlüğünden, yaptığı işten değil doğa gibi özünden alır gücünü. Direnişi de, mücadelesi de doğası ve yaşamı içindir. Uzun zamandır Karadeniz’de bir yıkım ve saldırı var. Devletin ve şirketlerin HES (Hidro Elektrik Santral), termik, nükleer, sahil yolu, taş ocağı gibi projeleriyle Karadeniz kadını özünden koparılmak isteniyor. Tüm bu projeler şirketler daha çok kazansın, devlet daha çok yatırım yapsın diye. Ne olursa olsun dereye, toprağa, ağaca ve canlılara yapılan bu saldırı, Karadenizli kadınların direnişiyle yanıt buluyor. Ellerinde sopaları ve taşlarıyla, yaşlı nineleri ve genç kadınlarıyla inatçı, hırçın ve kararlı bir direniş. Karadeniz’in bir ucundan bir ucuna; Loç’un sarı yazmalı kadınları, Senoz’da şantiye taşlayan Gürgenli Nineler, “Vadimize gelmesunlar yoksa vururus onlari” diyen Hemşinli kadınlar, yoğun gaz bombaları ve jandarma-polis şiddetine rağmen termik santrale karşı direnen Gerzeli kadınlar, nükleer santralleri şehirlerine sokmamaya kararlı Sinoplu kadınlar hepsi yaşamları için direniyorlar. Çünkü Karadeniz kadını için, doğanın ve tüm canlıların özgürlüğü aynı zamanda onların da özgürlüğü demek.
Brezilya’nın Topraksız Kadınları (MST): Yaşam İçin İşgal Et!
Brezilya’da yıllar önce karınlarını doyurmak için yerli halk büyük toprak sahiplerinin topraklarını işgal etmeye başladı. Geçimlerini sürdürebilmek için kolektif bir şekilde ekolojik tarım yaptılar. Mevcut olana alternatif tıp ve eğitim konusunda çözümler üreterek yaşamlarını dönüştürdüler. Bu özgürleşme hareketinin tohumlarını eken köylüler giderek yayıldılar, çoğaldılar ve parçalandılar. Brezilya’da büyüyen bir halk hareketine dönüştüler ve kendilerini “Topraksızlar” olarak tanımladılar. Belirli sayıları kadar sınırları var. Küçük otonomlar halinde yaşıyorlar. Onları yönetecek bir lidere ihtiyaçları yok. Tüm ekonomik ve yaşamsal kararlarını birlikte oluşturdukları komitelerde alıyorlar; o yıl ne ekecekleri, okul müfredatı içinde ne yapacakları, ortak paralarını nasıl harcayacakları, nasıl bölüşecekleri gibi. İhtiyaçları kadarını üretiyor ve kooperatifleri aracılığıyla kendi yediklerini satıyorlar. Kadınlar tüm bu işleyişin birer parçası ve aktif katılımcıları. Ancak yine de sorunlarını fark ederek kendi mücadele alanlarını yaratmışlar. Kadın olmanın zorluğu karşısında erkeksiz yeni bir direniş alanı oluşturmuşlar.
Kürt Kadınları: Özgür Toplum İçin Kadın Özgürlüğü!
Sorxwin, Rozerin, Viyan, Berwar, Rojbîn, Zilan… Onlar yıllardır yaşadığı topraklarda istenmeyen, kendi dilini konuşamayan, kendi kültürünü yaşayamayan kadınlar. Devletin sömürgeleştirmek için, birer Kürt olduklarını unutturmak için, yaşadığı yerden sürdüğü, katlettiği, savaş açtığı bir coğrafyanın kadınları. Acıyı ve öfkeyi içlerinde barındıran ancak yaşamakta ve mücadele etmekte ısrar eden kadınlar.
Kürt halkı yıllardır mücadele ediyorlar. Ancak Kürt kadını sadece yaşamını çalan ve yok eden devlete ve kapitalizme karşı değil, aynı zamanda erkek egemen ve cinsiyetçi tüm baskılara karşı özgür bir kadın hareketi yaratarak mücadelesini sürdürüyor.
Mezopotamya’nın kadınları doğdukları andan itibaren sadece kadın olmanın değil aynı zamanda Kürt kadını olmanın baskısıyla karşı karşıya kalıyorlar. Modern olmanın kalıplarına sığamayan ve doğdukları andan itibaren yüreklerinde yeşeren direnişle mücadeleye koşulsuz sarılıyorlar. Çünkü biri ya da birileri sizin yaşamlarınız üzerinde birer tehdit oluşturuyorsa sizin yaşamak için mücadele etmekten başka şansınız yoktur. Bu mücadele eğer yaşam için veriliyorsa her şeyi göze alırsınız. İşte bu yüzdendir ki Kürt kadınlarının mücadelesi yaşadığımız toprakların en örgütlü mücadelelerinden biridir. Yaşamların üzerinde en büyük otorite olan devlet varken, devletin emirleri sorgulanmazken, aynı devlet katlederken, şiddet uygularken, yok sayarken ve aslında bir devletin varoluş amacı bu iken, siz artık devlete inanmazsınız. Bu toplumda ise ancak kadınlar özgürleşirse, toplum gerçek anlamda özgürleşebilir.
The post Dünyanın Bir Ucundan Diğer Ucuna – Direnen Kadınlar Özgürleşiyor appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post Müzakereye Suikast appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>14 yıldır kapatılmış olup da halen Kürt halkının tek muhatap olarak işaret ettiği ve Kürt özgürlük mücadelesinin bütününde etkisinin halen kaybolmadığı bir isim Abdullah Öcalan. Devlette zaten bu gerçekten kaçamazdı ve kaçamadı da. Bugün gelinen nokta devlet nezdinde bir müzakere olarak düşünülebilir. Ancak BDP kanadında ve Kürt özgürlük mücadelesinin bütününde hükümetin başlattığı bu müzakerenin oluşturacağı koşullar son derece önemli. Kürt halkının yıllardır onurlu bir barışın koşulları noktasında dillendirdiği taleplerin sağlanması ve bu konuda somut adımların atılması konusundaki ısrarı oldukça net. Bu net olan talepler karşılanmadıkça müzakere gerçekliğini bulamaz.
Daha dün bir bugün iki deme den Fransa’nın Paris şehrinde katledilen üç Kürt kadının ölüm haberi müzakere dışı bir gündem yarattı. Öyle ki katledilen bu kadınlar Kürt özgürlük mücadelesi için hem mücadeledeki konumları, hem de müzakeredeki pozisyonları açısından son derece önemli kadınlardı. Yani bu sıradan bir cinayet değil. Belli ki böylesi bir süreçte siyasi anlamda karışıklık yaratmak isteyen biri ya da birileri var. Hükümet, beklenildiği gibi yaşanılan bu katliamı PKK’ye indirgemek isteyerek “iç infaz” şeklinde yorumladı. BDP kanadından “derin devlet”, “dış güçler” açıklamaları gelirken, PKK ise katledilen yoldaşlarını “şehit” ilan ederek iç infaz iddialarını çürüttü. Zaten PKK “İmralı görüşmeleri” sürecini izlemeyi ve müzakerenin sürmesi gerektiğini vurguluyordu. Yaşanılan bu katliam ancak yine devletin kendi içerisindeki “müzakere sürecini” hazmedemeyen kanadından gelmesi olasılığını taşıyor.
Yıllardır Kürt halkının onurlu bir barış koşullarının gerçekleşebilmesi hazmedilemeyerek halk türlü propagandalarla, inkar ve imha politikalarının içerisinde eritiliyordu. Bu inkar ve imha aynı zamanda hareketin de bütününe yönelikti. KCK operasyonları ve tutuklanmalar son sürecin en önemli yıpratma politikasıydı. Siyasetçiler, gazeteciler, sendikacılar, akademisyenler, öğrenciler olmak üzere 3558 Kürt tutuklandı, cezaevlerine kapatıldı.Kürt siyasetçilerine yönelik karalama kampanyaları, BDP milletvekillerinin dokunulmazlıklarının kaldırılmasına ilişkin meclis tezgahları birer birer oluşturuldu. Yani son süreçte Kürt özgürlük mücadelesinin bütününe ilişkin topyekün bir saldırı sürmekteydi.
TC bir değil bin hesap peşinde
TC’nin aynı zamanda bir Ortadoğu stratejisi var. Bölge de kendisini belirginleştirme derdinde. Hükümetin bölgedeki küresel hesapları son süreçte TC’yi Iraklı Kürtlere, Iraklı Kürtleri de TC’ye zorunlu kılmış gözüküyor. Irak merkezi hükümeti ile köprüleri atmış durumda. TC, Irak, Suriye, İran ekseninde sünni politikaları sahiplenen bir ülke olarak algılanıyor. Irak’taki gerginlik doğrudan TC’yi ilgilendirmiyor gibi görünse de, TC, Irak Merkezi Hükümeti ile Iraklı Kürtler arasındaki çekişmenin merkezinde. Yani bugün Irak’lı Kürtlerle el sıkışan bir hükümetin kendi ülke sınırları içerisindeki Kürtlerle olan ilişkisi önemli bir sorun olarak karşısına çıkıyor. Bu sorunu çözmek zorunda olan TC bölgedeki karmaşık denklemlerde kendini güçlendirmek istiyor. Senelerdir inkar ettiği ve önemsiz “üç beş serseri” gibi göstermeye çalıştığı PKK’nin ise önemli bir güç olduğunun farkında.
Ve ayrıca müzakere süreciyle birlikte artık fazlaca önemsemediği Avrupa Birliği kriterleri gibi Demokratik devlet görüntüsü yaratmada Kürt sorunu gibi önemli bir engeli aşmak istiyor.
TC, İmaralı görüşmelerinden hem Ortadoğu politikalarındaki strateji ve hem de batılılaşma politikalarındaki kabulü açışından medet umuyor. Müzakerelerin diğer tarafında Kürt hareketi ise senelerdir verdikleri özgürlük mücadelesinin taleplerinin karşılanmasını istiyor. Ve bu taleplerin karşılanması sürecinde Kürt halkının onurunun incilmemesinin gerektiğinin çok önemli olduğunu defelarca söylediler. Ayrıca şunun da farkındalar, bu müzakereler sonucunda taleplerinin karşılanması sadece TC’yi değil tüm dünya devletlerini bağlayıcı olacaktır.
Ancak Kürt hareketinin taleplerinin ve hassasiyetlerinin önemsenmemesi halinde silah bırakmanın teslim olmak anlamına geleceği aşikardır. Yıllardır akan kanın, akıtılan gözyaşının ve acının dinmesi, artık savaşın sonlanması taraflarca hem gerekli hem de zorunlu ise bu ancak TC’nin tüm sosyal ekonomik ve siyasi baskısını Kürt halkının üzerinden çekmesiyle mümkündür.
The post Müzakereye Suikast appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>