The post 46 Kürt Müzisyen Tutsaklar İçin Söyledi: “Zindana Diyarbekîr” appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Bu marş 1980’li yıllarda hapisane direnişleri döneminde Koma Agirî tarafından bestelenmiş ve seslendirilmişti.
MED Müzik TV Koordinatörü Merdan Zirav, amaçlarının, hapisanelerde ve sokaklarda gelişen haklı taleplere destek vermek olduğunu söyledi. Zirav, “Koranavirüs salgını nedeniyle on binlerce politik tutsak büyük bir tehlikeyle karşı karşıya. Hem tutsak yakınları hem de bir bütün halk bir an önce serbest bırakılmaları talebini dile getiriyor. Biz de Kürt sanatçılar olarak var olan bu haklı sesi yükseltmek istiyoruz” diye konuştu.
Projede 17 müzisyen, 29 solist yer aldı. Projede yer alan solist ve müzisyenler şöyle: Xemgîn Bîrhat, Vîyan Awazê Çiya, Nesrîn, Cömerd, Önder Deniz, Xanemîr, Zozan Zûdem, Yeşim İncedursun, Bengî Agirî, Tîtal, Xelîl Xemgîn, Tülay, Seher Stran, Roj, Nuarîn, Arya Şahin, Fehed Şengalî, Serhat Awazê Çiya, Ali Gecimli, Jîyan Arjîn, Rojînda, Deniz Deman, Sîpan Xelat, Farqîn Azad, Ronî Erez, Zeyno Durar, Nûdem, Berfîn Mamedova, Berbag; Mordem Awazê Çiya, Ciwan Ayaz, Delîl Awazê Çiya, Hogir Göregen, Nurullah, Memet Taş, Sultan, Lewend Yûsiv, Hozan Derwîş, Merdan Zirav, Mazlum Rewşen, Murat Bakrak, Nure Dilovan, Sefkan, Emrah Öztürk, Memo Yapıştıran, Dilvan Ronî.
The post 46 Kürt Müzisyen Tutsaklar İçin Söyledi: “Zindana Diyarbekîr” appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post Kürt Partilerinden Ortak Newroz Çağrısı appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Bu yıl “Ji bo azadî, yekîtî, demokrasî” ve “Demokrasi, adalet, özgürlük için” şiarıyla yapılacak Newroz için biraraya gelen Kürt siyasi partilerinin başkanları, “21 Martta alanlara Newrozu barış içinde, özgürlükleri dile getirerek, barışı dillendirerek kutlamaya davet ediyoruz” dedi.
Newroz’un zulme karşı direnişin sembolü olduğunu hatırlatan Azadî Partisi Genel Başkan Ayetullah Aşiti “Bugün Kürt partilerinin bir araya gelerek Newroz alanında vereceği mesaj aynı zamanda Kürtler arası birliğin kilometre taşıdır” dedi.
Özgürlük ve İnsan Partisi (PİA) Genel Başkanı Mehmet Kamaç ise bu ortak çağrının çok önemli olduğunu söyleyerek Newroz’un anlamına vurgu yaptı. 2020 Newroz’unda yeni bir yaşamı inşa etmenin yolunun, birbirimizi anlamaktan, tanımaktan ve birbirimizle empati kurmaktan geçtiğini söyledi.
The post Kürt Partilerinden Ortak Newroz Çağrısı appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post Çözüm Süreci’nde Kurulan “Yaşayan Diller Enstitüsü” Kapatılıyor appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Mardin Artuklu Üniveritesi’ne bağlı Yaşayan Diller Enstitüsü için üniversite senatosu kapatma kararı aldı. Karar onay için YÖK’e gönderildi
Mardin Artuklu Üniversitesi’nde çözüm süreci döneminde kurulan Yaşayan Diller Enstitüsü için üniversite senatosu kapatma kararı aldı. 2009 yılında eğitime başlayan enstitüde Kürt Dili ve Kültürü anabilim dalı kurulmuş, sonraki yıllarda Süryanice ve Arapça yüksek lisans dalları açıldı. Zaman içerisinde Kürtçe geri planda kalmış ve Arapça popüler hale gelmişti. Üniversite senatosu son toplantıda Enstitü’nün kapatılması kararı aldı ve karar onay için YÖK’e gönderildi.
2019-2020 yılı için öğrenci alma duyurusu yapılmıştı.
The post Çözüm Süreci’nde Kurulan “Yaşayan Diller Enstitüsü” Kapatılıyor appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post Kürtler Camii oldu Türkler Camii appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post Kürtler Camii oldu Türkler Camii appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post Paris’te Kürtlerin Yaptığı Eyleme Polis Saldırdı appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Paris’te ABD Büyükelçiliği’nin önünde Kürtlerin düzenlediği eylemler dün gece geç saatlere kadar devam etti. Fransa polisi eyleme saldırdı, 35 eylemciyi gözaltına aldı. Polisin kullandığı göz yaşartıcı gaz nedeniyle eylemcilerin çoğunun bayıldığı öğrenildi. Saldırı da en az 10 kişi yaralandı.
Kürtlerin Paris’te gerçekleştirdiği eylemler birkaç gündür devam ediyor. Eyleme katılanların bu baskılar devam ettikçe eylemlerin de devam edeceğini söylediler.
The post Paris’te Kürtlerin Yaptığı Eyleme Polis Saldırdı appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post Garo Paylan: “Avrupa’daki Alevilere, Ermenilere, gazetecilere suikast yapılacak” appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Saldırıları Planlayan Yapı Türkiye’den
İleri Haber’den Tuğba Özer’ın haberine göre; “Geçtiğimiz hafta sonu çeşitli kaynaklardan doğrulanan bir istihbarat aldım” diyen Paylan “Başta Almanya olmak üzere Avrupa’da yaşayan Türkiyeli Alevi ve Ermeni toplumları temsilcileri ve devlet baskısından gitmek zorunda kalan gazeteciler, yazarlar, akademisyenlere yönelik eylem hazırlığı içinde olan grupların, ses getirecek bir eylem için harekete geçtiği bilgisi tarafıma ulaştı” dedi.
Paylan istihbaratın vahim tarafının saldırıları planlayan yapının Türkiye kaynaklı olduğu yönündeki bilgi olduğunu da sözlerine ekledi.
Suikastler Yapacak Cinayet Birimlerinden Bahsediyoruz
“Türkiye’den karanlık ellerin organize ettiği silahlı suikastler yapacak cinayet birimlerinden bahsediyoruz” diyen Paylan şunları söyledi:
“Özellikle sansasyon yaratacak isimlere yönelmiş açık bir tehdit ile karşı karşıya olduğumuzu gösteren duyumlar aldım. Avrupa’daki emniyet birimleri, bu istihbari bilgiler sonucunda ciddi tedbirleri devreye soktular. Bu ciddi tehlike ile ilgili olarak, Avrupa’daki vatandaşlarımızın güvenliğinin sağlanması için hükümeti ve ilgili kurumları, gerekli tedbirleri almaları ve Avrupalı mevkidaşlarıyla ilişkiye geçmeleri konusunda uyardım.
Türkiye’den karanlık ellerin organize ettiği silahlı suikastler yapacak cinayet birimlerinden bahsediyoruz. Geçmişte yaşanan bu tür cinayetlere bir yenisini daha eklememek, kalabalık bir cenazeyi daha bu ülkenin sırtına yüklememek için hükümet üzerine düşeni yapmalıdır.
Derin Güçler mi Harekete Geçti?
Kendi ülkesinde özgürce yazamayan, konuşamayan aydınlarımıza, gazetecilerimize ‘Siz nerede olursanız olun, size susturmayı biliriz’ mi denmek isteniyor? Yoksa yine bu iklimden faydalanmak isteyen derin güçler mi harekete geçti?
Bütün bu gelişmeler sonrası Avrupa’da yaşayan Türkiyelileri hassas ve dikkatli olmaya, hükümeti ve ilgili kurumları sorumluluk almaya davet ediyorum.”
The post Garo Paylan: “Avrupa’daki Alevilere, Ermenilere, gazetecilere suikast yapılacak” appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post Suriye Savaşı’nın 7. Yılı appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Yaşadığımız coğrafya da dahil olmak üzere geniş coğrafyaları etkisi altına alan Suriye Savaşı 7.yılına girdi. Suriye’de halen süren savaşın hazırlayıcı süreci, 2010 sonlarında Tunus’ta başlayan ve “Arap Baharı” olarak adlandırılan eylemlerdi. Eylemler 2011 başlarında önce Mısır’a yayılmış, 30 yıllık Hüsnü Mübarek iktidarı devrilmişti. Ortadoğu’nun ve Arap coğrafyasının önemli bir kısmını etkisi altına alan gösteriler 15 Mart 2011’de kalabalık eylemler şeklinde Suriye’de de kendisini göstermeye başladı.
Suriye’de ilk protestolar ocak ayı sonlarında başlasa da bunlar basında fazla yer bulmadı. Oysa bu ilk protestolardan birinde 26 Ocak’ta Hasan Ali Akleh adlı kişi tıpkı Tunus’ta Muhammed Bouazizi’nin yaptığı gibi kendini yakmış ve yaşamını yitirmişti. Şubat ayı boyunca 15-20 kişilik katılımlarla süren eylemlere sosyal medya üzerinden yapılan çağrılarda da katılım bu sayıları aşmadı.
Mart ayına gelindiğinde, ülkede beklenen ayaklanma Suriye Devleti’nce kimlikleri tanınmayan Kürt bölgelerinde ya da yine Suriye Devleti’nin katliamlar yaptığı Sünnilerin yaşadığı yerlerde değil, Ürdün sınırına yakın Dera’da başladı. 6 Mart’ta duvarlara “Halk Rejim’in Yıkılmasını İstiyor” yazan, yaşları 9-14 arası değişen 13 çocuk gözaltına alındı. Önceleri, gözaltına alınan bu çocuklarla ilgili olarak 15 Mart’ta başlayan “reform talepli” eylemler günümüze, devletlerin ve onlar tarafından üretilmiş terörizminin dahil olduğu bölgesel bir savaşa evrilirken, kronolojik olarak şu tarihsel kesitleri içeriyor:
18 Temmuz 2012 Şam’da Güvenlik Toplantısına Saldırı
Şam’ın merkezindeki, Ulusal Güvenlik Toplantısı’nın olduğu binada gerçekleşen bombalı saldırıyı ÖSO üstlendi. Başkanlık Sarayı’na 150 metre mesafedeki binaya, toplantı sırasında yapılan saldırıda Suriye Savunma Bakanı Davud Raciha ve yardımcısı, İçişleri Bakanı Muhammed İbrahim El-Şeher ve yardımcısıyla Rejim’in istihbarat birimi El-Muhaberat’ın üst düzey sorumluları öldü. İntihar eylemcisinin içeriden ÖSO adına çalışan bir bakan koruması olduğu, Beşar Esad’ın saldırı sırasında binada olduğu açıklandı.
Şam saldırısı, TC-Katar-Suud ittifakının Suriye’de yürüttüğü vekalet savaşını yükseltmesine neden oldu. Bu olay sonrası Suriye’deki savaşta bu ittifakın desteklediği cihatçı çetelerin yürüttüğü savaş Suriye sınırlarını da aşan, farklı devletlerin de müdahil bölgesel bir savaş ve terörizme evrildi.
19 Temmuz 2012 Rojava Devrimi
Rojava’da 2012 başlarından itibaren kurulan Halk Meclisleri fiilen yönetimi sürdürüyordu. 19 Temmuz 2012’de Kobanê Halk Meclisi bu modelin tüm Rojava’ya yayılacağının ilk işaretini verdi. Diğer taraftan ise tam bir yıl önce kurulan öz savunma örgütlenmesi YPG Rojava’da yaşayan halkların, süren çatışmalardan etkilenmemesini sağlamaya çalışıyordu.
2013 Ağustos Doğu Guta Katliamı
21 Ağustos 2013’te Şam’ın Doğu Guta bölgesinde sivillere yönelik, sarin gazıyla yapılan kimyasal saldırıda 1000’i aşkın sivil yaşamını yitirdi. Saldırının yapıldığı bölgenin muhaliflerin kontrolünde olması, gözleri Esad Rejimi’ne çevirdi. Ancak bu iddia kanıtlanamadı. Katliam sonrası TC ve Suudi Arabistan, katliamı gerekçe göstererek ABD’ye müdahale çağrısı yaptı. Ancak Rusya’nın, Suriye’nin kimyasal silah envanterini açacağını garanti etmesi üzerine ABD geri adım attı. Katliamdan 8 ay sonra gazeteci Seymour Hersh sarin gazi saldırısında TC’nin rolü üzerine, laboratuar bulgularının olduğu bir makale yayınladı.
Doğu Guta Katliamı ABD’nin Suriye’de rejim değişikliği politikasından da vazgeçtiğinin ilk işareti oldu.
15 Ocak 2014 Rakka’nın IŞİD’in Eline Geçmesi
Yaklaşık 2 hafta süren çatışmalar sonrası Nusra ve ÖSO’dan, Suriye’nin 6. büyük kenti Rakka IŞİD’in eline geçti. Bu tarihten itibaren savaşta adını en çok duyacağımız cihatçı çete, Rakka’yı, ileride gerçekleştireceği katliamlar için askeri ve lojistik üs haline getirdi. Rakka ile birlikte ilk kez bir kent cihatçıların eline geçerken, aynı yılın Haziran ayında IŞİD bu kez Irak’ta Musul’u işgal etti. 2014 Ağustos’unda ise ABD öncülüğünde 18 devlet tarafından IŞİD Karşıtı Koalisyon oluşturuldu.
Eylül-Ekim 2014: Kobanê Kuşatması ve Direnişi
Kobanê Kantonu’na yönelik Ağustos’ta başlayan IŞİD saldırıları Eylül’de kuşatmaya dönüştü. Rakka ve TC sınırındaki Cerablus üzerinden saldırılarını yoğunlaştıran IŞİD, Ekim başında Kobané’nin, merkezi hariç önemli kısmını işgal etmişti. IŞİD saldırılarına karşı Bakur Kürdistan’ın ve TC metropollerinin bazılarında gerçekleşen dayanışma eylemlerinde 50’den fazla insan kolluk güçlerince katledildi. Bu katliam ve direniş, Suriye Savaşı’ndaki bazı dinamiklerin farklı coğrafyalara etkisiydi. Bu etkiler, ileriki süreçte yine IŞİD terörü üzerinden Suruç ve 10 Ekim Ankara katliamlarıyla kendini gösterecekti. Devletlerin üretilmiş şiddeti IŞİD ve ona karşı direnen Rojava öz savunma güçlerinin direnişi, Suriye Savaşı’nın farklı dinamikleri içerdiğinin kanıtı oldu. Kobanê’deki IŞİD kuşatması, YPG/YPJ güçlerince 25 Ocak 2015’te tamamen kırıldı.
20 Mayıs 2015 Antik Kent Palmira IŞİD’in Eline Geçti
Suriye’deki 2000 yıllık antik kent Palmira IŞİD’in eline geçti. Savaşın ilerleyen süreçlerinde Rejim ile IŞİD arasında iki kez daha el değiştiren Palmira’yla, ilk kez bir bölge, direkt Rejim’den IŞİD’in eline geçti. Palmira’da, daha önce Musul’da yaptığı gibi tarihi eserleri yıkan IŞİD, 2014 Haziran’ında değiştirdiği ismiyle “İslam Devleti” adına uygun davranarak artık bir devlet olduğunun izlenimlerini veriyordu.
Halep’te Büyük Kaybeden:TC
Aralık ayı boyunca Halep’e yönelik saldırılarını yoğunlaştıran İran-Rejim-Rusya ittifakı ayın sonunda kenti cihatçılardan tamamen aldı. Halep’te yaşanan bu sonuç,Rejim tarafından bir zafer olduğu kadar, Suriye Savaşı’ndaki politikaları resmen çöken TC açısından da hezimetti.Bu hezimetin en somut göstergesi ise savaş boyunca sınırlarını da kullanarak kente cihatçıları yerleştiren TC’nin, Rusya ile olan “rehine politikası” nedeniyle, bizzat kendi eliyle bu çeteleri Halep’ten çıkarmasıydı.
30 Eylül 2015 Rusya, Suriye Savaşına Dahil Oldu
Rusya’nın deniz ve kara üsleriyle savaşa dahil olması savaşı, Fetih Ordusu saldırıları karşısında zor durumda kalan Rejim lehine değiştirdi. Bu süreçten sonra savaşta dengeler, Rusya, Suriye ve bu ittifaka Halep’teki savaşla daha belirgin dahil olan İran’a döndü.
19 Aralık 2016: Düşen Bir Uçaktan Fazlası
1950’den bu yana, Soğuk Savaş dahil ilke kez bir NATO devletinin düşürdüğü uçak olayı TC’nin, bu süreçten itibaren önce Rusya ile gerilim, ilerleyen süreçte gelen özür ve 2016 Aralık’ında öldürülen Rus elçisiyle, Suriye politikasının Rusya’ya rehin olması sonucunu doğurdu. TC, ilerleyen süreçte başlatılan ve bitirilen Fırat Kalkanı dahil Suriye’de Rusya’ya icazetli bir politika izlemek zorunda kaldı.
ABD ve Rusya’nın Düşürdüğü Kalkan:Fırat
Osmanlı’nın 500 yıl önceki Suriye işgaline atfen başlatılan Fırat Kalkanı, 29 Mart 2017’de bitirilmek zorunda kaldı. Fırat Kalkanı’nın, ABD’nin de bir safhasına destek verip, sonra desteğini çekmesi ve 9 Ağustos’ta yapılan Putin-Erdoğan zirvesi sonrası başlatılması işgale Rusya’dan ve ABD’den verilen şartlı izne dair somut göstergelerdi. IŞİD’e karşı askeri, YPG’ye karşı siyasi hedefleri olan Fırat Kalkanı, IŞİD’e karşı amaçlanan (TC sınırından uzaklaştırılması) hedefine ulaşması ve El-Bab sonrası IŞİD ile cephenin kalmaması sonucu bitirildi.
Bu Yazı Meydan Gazetesi’nin 38. sayısında yayınlanmıştır.
The post Suriye Savaşı’nın 7. Yılı appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post “Terörist” Diyemezse “Kaza” Der – Şeyma Çopur appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Ömer Barış’ı geçtiğimiz hafta tanıdık. Polis tarafından ensesinden vurularak katledildiğinde… Haberlerde ve katil polisin yaptığı savunmada “kaza” olarak yer aldı ölümü. Polis havaya ateş etmiş, sonrasında, bir anda Ömer’in ensesine isabet eden mermi, kovandan çıkıvermişti. Tıpkı mendil satan Bülent Çalıkıran zabıtadan kaçarken, ona çarpıveren araba gibi. 4 yaşındaki göçmen Alan Kurdi’yi kıyıya taşıyan botun “kazayla” devrilerek Alan’ın bedeninin kıyıya vurması gibi. İnşaattan düşerek iş “kazasında” yaşamını yitiren 15 yaşındaki Ahmet gibi…
Devlet Katliamı Sever
Devlet katliamdan çekinmez, katletmeyi sever. Yüzyıllardır süregelmiş devletlerin her birinin tarihinde katliam geleneği vardır. Yapılan her katliam, devleti kanla beslemiş ve kendinden olmayanı yok etmeye yönelmiştir. Kürt diyerek, Ermeni diyerek, teferruattır diyerek… Ancak her katliamı yapan kılıfını hazırlar. Devlet de çoğu zaman “düşman” diyerek toplumun hassasiyetlerini kurcalar, savaşların ve katliamların hepsini meşrulaştırır.
Bir Kürt, devlet için düşmandır. Devlet Roboski’de yaptığı katliamı savunmaktan çekinmez. Bir aileyi, bir şehri, bir halkı katleder böylelikle.
Devrimciler devlet için düşmandır, işkencehanelerde, hapishanelerde, ölülerine bile yapılanları savunur devlet hiç tereddütsüz.
Ancak her zaman işler devletin planladığı gibi gitmez, Gezi İsyanı gibi katliamın meşruluğunun hiç kimse tarafından kabul edilmediği dönemlerde devletin tek çaresi, şiddeti herkese yönelterek herkesi korkutmaktır. “Tabi yapacaktık, iyi yaptık, size de yaparız” gibi kendinden emin konuşarak, herkesi susturmaya çalışır.
“Berkin ekmek almaya gitmiyordu, eyleme gidiyordu, ondan vurduk” diyerek kendi meşruluğunu, manipülasyonlarla, anlamsızlıklarla tekrar ve tekrar yaratmayı çabalar.
“Terörist” Diyemezse “Kaza” Der
Ne yapsa ne etse devlet bazı katliamları kılıfına uyduramaz. Çünkü toplumun hassasiyetlerine ulaşamadığı, vicdanına hitap edemediği, arasına sızamadığı bazı çatlaklar vardır. Bu tür durumlarda sığınabileceği en iyi bahanesi “kaza”dır. Devlet açıklayamadığı katliamları sevmez. Çünkü toplumun vicdanını uyandırmak tehlikelidir.
Devlet 16 yaşındaki Ömer’in katledilmesinin bir tarifini yapamaz. Çünkü toplumda yarattığı hassasiyetlerde bile Bülent’in hiçbir “suç”u yoktur. Ömer de Berkin gibi katliam kelimesinin karşılığı olmasına rağmen devlet ona “kaza” diyerek katliamın üstünü örterken Berkin’in katledilmesinin emrini kendisinin verdiğini açıkça belirtmişti.
Bir işçinin şantiyede düşerek yaşamını yitirmesinin, toplumda karşılığı vicdandır. Bu vicdanı susturmak için ona da “kaza” der devlet. Soma’da katledilen madencilere de… Hatta bazen “sorumluları” işten atar, açığa alır, savcılığa verir. Kendini tatmin etmek için değil, toplumun vicdanını tatmin etmek ister.
Ne Yapsalar Katliam Ne Söyleseler Yalan
Toplumsal hareketleri ve kendine karşı olan her şeyi yakıp yıkmaya çalışan devletin tek çıkar yolu daha çok baskı, daha çok yalan ve daha çok katliamdır. Yoluna taş koyanı da, yolundan etmek ister. Ancak kim olursak olalım, nerede yaşarsak yaşayalım bilmeliyiz ki; onların yaptıkları katliam, söyledikleri yalandır.
Şeyma Çopur
Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 37. sayısında yayınlanmıştır.
The post “Terörist” Diyemezse “Kaza” Der – Şeyma Çopur appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post ” Rehabilitasyon mu Asimilasyon mu? ” – Serhat Budak appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>2015 yılının Temmuz ayından bu yana Kürdistan’da süren devlet saldırıları, yeni tartışmaları da beraberinde getiriyor. Gazetemizin 31. ve 33. sayılarında yayınladığımız bazı yazılarda da değindiğimiz Kürdistan’a yönelik imar planları halen tartışılırken; Kürdistan’da asimilasyonun zemini olacak başkaca planlar dillendirildi devlet yetkilileri tarafından. Yakın zamanda Bakanlar Kurulu toplantısında alınan bir kararla, Başbakan Yardımcısı Tuğrul Türkeş’in, Kürdistan’da yürütülecek “inşa ve ihya” sürecinin koordinatörlüğünü yürüteceği duyuruldu.
“Toplumsal ve sosyal bir rehabilitasyon çalışması” olarak açıklanan bu süreçle birlikte devlet, devletin Kürdistan’ı yeniden dizayn etme politikalarına yenisini ekledi. Peki, bölgeyi rant alanına dönüştürmenin paralelinde işleyecek olan toplumsal bir Türkleştirme projesi olarak rehabilitasyon ne anlama geliyor?
Sağlığına kavuşturma ya da tedavi edip bir işe alıştırma olarak tanımlanan rehabilitasyonun, devlet tarafından Kürdistan’da yürütülecek bir “iyileştirme” projesi olarak sunulması aslında bir savaş stratejisi olarak karşımızda.
Uyguladığı baskıcı politikalarla toplumun ruh sağlığında kalıcı hasarlara neden olan devlet, sonrasında, bu “hastalıkları” “iyileştirmek” için uğraşır. Bu durumun kendisi “rehabilite etme” olarak tanımlansa da, bu iyileştirme sürecinde, var olan durum geri dönüşü mümkün olmayacak bir şekilde “kötüleştirilir”. Devlet; kendinden olmayanı ya da onun dayattığına biat etmeyeni “hasta” ilan edip, çeşitli projeleriyle bu “hastalıkları tedavi etmek” isterken aslında bu tedavinin ardında başka bir savaş yöntemini uygulamaya koyar: Asimilasyon
MHP’nin kurucusu Alparslan Türkeş’in oğlu Tuğrul Türkeş’in MHP’den ayrılarak AKP’ye geçmesi, MHP kanadında tartışmalara neden olmuştu. Türkeş, 1 Kasım seçimlerinden sonra edindiği başbakan yardımcılığı pozisyonunu Binali Yıldırım döneminde de sürdürerek kendine yönelen eleştirileri de bertaraf etmişti.
Savaş stratejisinin bir uzantısı olarak bölgede gerçekleştirilecek “rehabilitasyon” çalışmasının koordinatörlüğünde, Tuğrul Türkeş gibi ırkçı geçmişi aşikar olan bir ismin görevlendirmesi, savaşın psikolojik yönünü açıkça gösterir nitelikte. Kendi siyasi varlığını babası Alparslan Türkeş’in siyasi varlığı üzerinden sağlayan ve bu geleneğin savunucusu olan Türkeş’in koordinatörlüğünün, denk düştüğü yeri iyi görmek gerek.
Türklük konusunda Nazi ırkçılığına varan bir ırkçılığı savunan; işçilere ve devrimcilere karşı ülkücü grupları silahlandıran; sendikacıların ve devrimcilerin katledilmesi emrini veren; Alevilerin ve Kürtlerin katledilmesinde aktif rol oynayan bir geleneğe sahip olan Türkeş’in, Kürdistan’da ne gibi çalışmaları koordine edeceğini bugünden tahmin etmek zor değil.
Batman Valiliği’nden Diyarbakır Valiliği’ne uzanan baskıcı ve katliamcı özgeçmişiyle bilinen Efkan Ala’nın, Kürt halkının yaralarını deşmek istercesine Başbakanlık Müsteşarlığı’ndan İçişleri Bakanlığı’na getirilmesi ile Tuğrul Türkeş’in rehabilitasyon koordinatörlüğünün benzerliği açık.
Devletin rehabilitasyon adı altında amaçladığı; bölgede yıllardır uyguladığı asimilasyon politikasını farklı bir boyutta sürdürebilmektir. Bu asimilasyon politikasının hedefi, babası Alparslan Türkeş’in sözünü hatırlatan Tuğrul Türkeş’in açıklamasında da oldukça nettir: “Biz ne kadar Türksek onlar da o kadar Türk, biz ne kadar Kürtsek onlar da o kadar Kürttür.”
The post ” Rehabilitasyon mu Asimilasyon mu? ” – Serhat Budak appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post Kitap: “Karanlık Vardiya” appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Köyler boşaltılıyor, elleri arkadan kelepçeli insanlar yüzükoyun yerlerde yatırılıyor, askeri araçların içerisinden çocukların üzerine kurşunlar yağdırılıyor, uçaklar köyleri bombalıyor, evler basılıyor, yargısız infazlar yapılıyor, ormanlar yakılıyor…
Televizyonda “Bizimkiler” dizisi yok, tetris oyununun modası çoktan geçti, o yılların fenomen yarışması “Hugo’nun yerinde yeller esiyor, Eurovision şarkı yarışmaları artık eskisi kadar popüler değil, çünkü 90’lardan bahsetmiyoruz. 2015’teyiz.
Ali Yılmaz, hazırladığı “Karanlık Vardiya” kitabında, sanki 90’ları değil de günümüzü anlatıyor. Kitap temel olarak, Antonio Gramsci’nin devletin zora başvurmadan ‘nasıl yönetebildiğini’ açıklamak için kullandığı “hegemonya” kavramını ele alıyor. Devletin, baskı aracılığıyla politik iktidar egemenliğini sağlamasının yanı sıra, kültürel iktidarı aracılığıyla da ideolojik bir hegemonya kurduğundan söz ederken; insanların kendini ve çevresini yanılsama içinde algılamasını sağlayan bu gücü sorguluyor.
Kitapta hegemonya, rızanın örgütlendiği yani şiddet ya da zora başvurmadan inşa edilen süreçler olarak tanımlanıyor. Devletin kendi varoluşunu sürekli ve vazgeçilmez kılabilmek için, bazen baskıya bazen de rıza üretmeye başvurmasının örnekleri sıralanıyor bir bir. Toplumun genelinin nasıl olup da kendilerine doğrudan hiç de faydası olmayan, hatta zarar veren ekonomik, politik, sosyal ve kültürel söylemleri -kimi zaman toplumsal huzur adına, kimi zaman eskiye dönme korkusuyla, kimi zaman da din ya da laiklik elden gidiyor paranoyasıyla- can-ı gönülden destekleyebildiklerini açıklamaya yarıyor.
Karanlık Vardiya, Brezilya’da 1964 seçiminden sonra yapılan darbenin ardından “ölüm filoları”nın binlerce kişiyi öldürmesinden, Vietnam’da tarım arazileri ve ormanların kimyasal silahlarla bombalanmasına kadar birçok rıza üretme örneğinden söz ediyor. 1980 darbesinin de rıza üretme amacıyla yapıldığına değinirken, o yıllar boyunca, spor salonlarının, depolar ve kışlaların, nasıl sorgu ve işkence merkezlerine çevrildiğini anlatıyor.
Devletin tüm bu zorbalık ve dayatmalarına karşı, 90’lı yıllarda cezaevlerinden başlayarak, üniversitelerde, fabrikalarda ve özellikle Kürt coğrafyasında karşı koyuşlar ve direnişler engellenemedi ve etkisi günümüze kadar devam eden isyanlara dönüştü. Tüm yasaklamalara karşın 1 Mayıs’ta sokağa çıkılmaktan vazgeçilmedi. Grev yasağına rağmen 1986’da Netaş’ta iş bırakan işçiler bu süreç boyunca hem patrona hem de devlete meydan okudu. Sonraki yıllarda “işçi baharı” olarak ivme kazanan işçi eylemleri 1990’lı yılların özelikle ilk yarısında kamu işçilerinin de katılımıyla büyümeye başladı. Cezaevlerindeki tek tip kıyafet dayatması ise, açlık grevleri ve ölüm oruçları ile yanıt buldu ve devlete geri adım attırdı. Üniversitelerde de örgütlenmeyi engellemek için dayatılmak istenen, üniversite yönetimlerinin kontrolündeki “tek tip” öğrenci dernekleri sistemine karşı direnişe geçilerek işgaller gerçekleştirildi.
Tüm bu ve benzeri direniş ve karşı koyuşlar, devletin 80 darbesiyle birlikte sarsılmaz gibi gösterdiği hegemonyasını kırmaya başlayınca; devlet, bu kez de resmi kolluk ve istihbarat güçlerinin yanı sıra koruculuk sistemi gibi para-militer güçlerle ve JİTEM gibi, varlığını hep inkar ettiği kontrgerilla örgütlenmeleriyle tüm toplum kesimleri üzerindeki baskısını daha da arttırmaya koyuldu. Bir yandan da faşist baskı uygulamalarının gün yüzüne çıkmasını engellemek amacıyla diyaneti, hukuk ve eğitim sistemlerini seferber etti; özellikle medyayı bu psikolojik savaşın özel bir silahı olarak kullanmayı ihmal etmedi.
Polisin sokak eylemlerine yaptığı saldırılarda katlettiği insanlar, infazlar, ev baskınları, soruşturmalar, polis sayısının artırılması, gözaltında tecavüz ve ölüm, okullara çevik kuvvetin girişi, basına uygulanan sansür, gazetelerin kapatılması, birçok gazetecinin silahlı ya da bombalı saldırıda ya da işkencede öldürülmesi, JİTEM tarafından öldürülenlerin cesetlerinin ayaklarından iple tanka bağlanarak sürüklenmesi ve çırılçıplak teşhir edilmeleri, köy baskınları, köylülere dışkı yedirme, korucuların tehditleri, ceset kuyuları, Kürt siyasetçilerin öldürülmesi, partilerin kapatılması, yeni hapishanelerin inşaası, yeni karakolların yapımı, arazilerin mayınlanması, yaylaların yasaklanması, olağanüstü hal, köy boşaltmalar, ilçelere giriş çıkışın yasaklanması yalnızca Karanlık Vardiya kitabında sıralanan olaylar ya da 90´lardaki bir televizyon kanalındaki haberlerden aklımızda kalanlar değil, günümüzde de aktörleri değişmiş olsa da, benzer biçimde sürdürülen, devletin hegemonya politikası.
Mine Yılmazoğlu
Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 28. sayısında yayımlanmıştır.
The post Kitap: “Karanlık Vardiya” appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post Unutmayacağız Affetmeyeceğiz appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>
Arkadaşlarımız Kobanê’ye geçemedi, ama onların düşünceleri, hayalleri, umutları hiç bir zaman son bulmayacak. Oyuncaklar başka başka çantalarda, hayaller başka başka yüreklerde Kobanê’ye akmaya devam edecek.
Efrin, Kobanê ve Cizire kantonlarının oluşumunun ardından Rojava Devrimi’nin gerçekleşmesi ve Kürt halkının öz örgütlülüğü, bölgede çıkarları olan devletleri rahatsız etti. IŞİD, bu devletlerin de desteğiyle saldırı gerçekleştirince Kobanê’yi ortadan kaldırabileceklerini düşündüler. Ancak IŞİD, bölgede yaşayan halkların öz savunma birlikleri olan YPG ve YPJ güçleri tarafından önce duraklatıldı, ardından da geri püskürtüldü. Şimdi de uzaklaştırılıyor. Sonunda kaybeden, savaş boyunca IŞİD’i desteklemeyi sürdüren TC devleti oldu.
Savaşın sonlarına doğru, ağır silahlar ve bombalarla yıkıntıya dönen Kobanê’ye bakıp “düştü, düşecek” diyenler, orada yıkılanın yalnızca binalar olduğunu, halkların öz örgütlülüğüyle örülen yaşamın ise bu saldırılarla yok edilemez olduğunu anlamakta zorlandılar.
Ellerine geçirdikleri kazma kürekle direnenleri, ilerlemiş yaşlarına rağmen ellerine silah alıp nöbet tutanları, okullarını bırakıp direnişe katılmak için sınırdan geçmeye çalışırken askerlerce vurulanları anlamadıkları gibi. Kobanê’nin sesini dünyaya duyurmak için tüm sokakları eylem alanına çevirenlerin, üzerlerine gerçek mermiler yağdırılmasına rağmen geri çekilmemelerini de anlayamadılar. Tüm dünyadan devrimcilerin Kobanê için bir şeyler yapmak isteğiyle Suruç’a akın etmelerini de.
Parayla maaşa bağladıkları, sahte cennet vaatleriyle beyinlerini yıkadıkları IŞİD’in, bir nevi cihattaymış gibi saldırarak, boğaz keserek, kadınlara tecavüz ederek ya da köle gibi pazarda alıp satarak ortaya koyduğu manzara, bir süre sonra değişti. Değişmek zorundaydı. Çünkü aslında Kobanê, IŞİD’in işgal etmek istediği herhangi bir yerden farksız, ama Kobanêliler için, Rojava Devrimi için yaşamsal. Yaşamla ölümün, yaşatmakla katletmenin savaşıydı bu. Ve yaşam mutlaka kazanacaktı. Kobanê’de bu oldu, yaşam kazandı.
Sıra Kobanê’nin yeniden inşasına gelmişti. Bu konuda herkes neler yapabileceğini konuşmaya başlamıştı. Öncelikli olarak hastaneye ihtiyaç vardı, bir sağlık ocağına en azından. Konuta da.
Hemen herkesin yapabileceği bir şeyler muhakkak olmalıydı. Gençler de bu inşaya bir yerinden dahil olmak istiyorlardı. Onlar da çocuklar için bir şeyler yapmayı planladılar. Bu savaşın en ağır yüklerinden biri çocukların omzundaydı. Belki oyun oynama yaşındaydılar. Ama savaşın ortasındaydılar. Buldukları mermileri bilye gibi oynamak olmuştu oyunları. İşte şimdi, hiç tanımadıkları insanlar onlara oyuncak getirecekti.
Gençlerin kimisi oyuncak alabilmek için harçlıklarını biriktiriyor, kimisi kapı kapı dolaşıp oyuncak topluyordu. Çantalar, oyuncaklarla beraber umutlarla da doldurulmuş ve yola çıkılmıştı. Ama devlet yine devletliğini göstermiş, patlattırdığı bir bomba ile bu yolculuğu Kobanê’ye varmadan sonlandırmıştı.
Eylem alanlarında, direnişlerde yan yana durduğumuz, omuz omuza mücadele ettiğimiz, arkadaşlarımız, kardeşlerimiz, yoldaşlarımız, devletin sinsi bir planı sonucu katledilmişti. Kader’leri, Bedrettin’leri, Suphi’leri, Arin’leri katledenler bu kez 33 arkadaşımızı aldı aramızdan. Polen’i, Büşra’yı, Ezgi’yi, Çağdaş’ı, ellerinde kara bayraklarıyla iktidarlara, devletlere öfkesini dillendiren Alper’i, Vatan’ı, Evrim Deniz’i, Med Ali’yi… Çünkü devlet, Kobanê devrimini istemediği gibi şimdi de Kobanê’nin yeniden inşasına tahammül edememiş, dayanışmayı engellemek üzere bombasını bu kez de Suruç’ta patlatmıştı.
Oysa anlamadığı bir şey daha vardı devletin. O da, ölümle bizi korkutamayacakları gerçeği. Evet, arkadaşlarımız Kobanê’ye geçemedi, ama onların düşünceleri, hayalleri, umutları hiç bir zaman son bulmayacak. Oyuncaklar başka başka çantalarda, hayaller başka başka yüreklerde Kobanê’ye akmaya devam edecek. Çünkü her birimiz, yüreğimizde yeni bir dünya taşıyoruz. Ta ki özgür bir yaşamı yaratana kadar.
Anarşist Gençlik’in Suruç Katliamı’nda yaşamını yitiren arkadaşlarının anısına yazmış oldukları yazıdır.
Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 28. sayısında yayımlanmıştır.
The post Unutmayacağız Affetmeyeceğiz appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post “Devletin Hayvan Katliamları” – Günce Akpınar appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Tıpkı insanlara karşı olduğu gibi; insan dışı varlıklara yönelik saldırıların da bir hayli arttığı bir dönemden geçiyoruz. Bu saldırı öylesine bir saldırı ki, ağacından kent hayvanlarına, yaban hayvanlardan cansız varlıklara kadar her şeyi hedef alabiliyor. Fakat açığa çıkan bu “şiddet” öylesine uygulanan kör bir şiddet olmanın ötesinde, son derece planlı ve sistematik saldırıların bir parçası olarak hayata geçiriliyor.
Toplama Kampları
Son dönemlerde sokak hayvanlarına yönelik saldırıların bilançosuna bakarsak eğer, tüm bu saldırıların ortak bir algıdan beslendiğini görürüz. Bu algı kendisi dışında hiçbir canlının “biricik” olarak varlığını sürdürmesine tahammül edemeyen “devlet ve kapitalizmin” algısıdır. Bugün kent hayvanlarına Kısırkaya Toplama Kampı ile yapılmak istenen şey, bu algının ürünüdür. Kentler, zenginlerin, elitlerin soylulaştırılmış mekanları olmalıdır, bu yüzden “sokak hayvanlarının, seks işçilerinin, eşcinsellerin, yoksul insanların kent merkezinde işi yoktur; “ötekiler” efendilerin nezdinde gönülden ıraktır, gözden de ırak olmalıdırlar!” Efendiler bu kıyıcı algının en önemli aracına kısaca Kentsel Dönüşüm derler, biz ezilenler ise “soykırım” ya da en iyi ihtimalle “sürgün” deriz!
Gösterişli Spor Organizasyonlarının, Gizleyemediği Gerçekler
Bu “soykırım” ya da sürgün politikasını hayata geçirmenin en elverişli koşulları ise, büyük spor organizasyonlarının arifesinde oluşuyor. Çünkü böylesi dönemlerde her şeyi yapmak mübah oluyor. Mahallenizin ortasına kocaman bir stadyum kurulabilir, eviniz yıkılıp yerine bir AVM ya da otel yapılabilir ya da geçtiğimiz günlerde Bakü’de olduğu gibi “2015 Avrupa Olimpiyatları” bahane edilerek, şehirdeki tüm sokak hayvanları toplanıp yakılarak katledilebilir!
Hem Kürt, Hem Kaçakçı, Üstüne Üstlük Hayvan
Bu katliamlar sadece rant projeleri ile değil, devletin siyasi ve militarist hamleleriyle de kesişebiliyor. Geçtiğimiz yıllarda Roboski’de “kaçakçılık” yaptıkları bahanesiyle 34 insan ve 50 katır katledilmişti. Bu katliam, devletin Kürdistan coğrafyasında uyguladığı sistematik şiddetin bir parçasıydı. Fakat anlaşılan devlet hızını alamamış olacak ki, yakın zamanda, bu köydeki diğer katırları da katletmeye başladı. Devletin Kürtler üzerinde yoğunlaşan ezilenden nefret etme geleneğinden, doğası gereği Kürt ya da Türk olmayan katırlar da nasipleniyordu. Fakat bu hayvanların katledilmesi sadece Kürdistan coğrafyasında yaşamaları ile açıklanamaz. Bu katliam biraz da devletin lügati ile alakalıdır. Çünkü bu lügatte, “yaşam” ya da “yaşayan” yoktur. Bu lügatte “araçlar” vardır. Şöyle ki, eğer borcunuzdan dolayı, evinize icra gelirse, sizinle beraber yaşayan bir hayvan borcunuza karşılık tıpkı bir buzdolabı ya da çamaşır makinesi gibi alınıp “yeni sahibi” gelip kendisini ucuza kapatana dek, yediemine kaldırılabiliyor! Devlet Roboski’de de benzer bir refleks gösteriyor. Devletin kast ettiği kaçakçılık eylemi sırasında eşyaları taşıyan katır son derece soğukkanlı bir şekilde “itlaf” ediliyor. Eğer burada katırların yerinde, araba ya da motosiklet olsaydı, emin olun ya el konulacak ya da “imha” edilecekti. Biz buna katliam ya da en iyi ihtimalle özünden kopartıp araçsallaştırma diyoruz, devlet ise “itlaf” ya da “el koyma”!
Bütün bunlar göz önüne alındığında, artık katlanılmaz boyuta gelen bu saldırıların, insanın diğer türlere uyguladığı alelade bir şiddet olmanın ötesinde, devletin ve kapitalizmin doğasındaki kıyıcılıktan ve “ötekine” olan tahammülsüzlüğünden kaynaklanan bir şiddet olduğunu söyleyebiliriz. Buradan bize kalan şey ise, bu kurumların bütünlüklü saldırılarına karşı bütünlüklü bir mücadele vermek olmalıdır. Yaşam insanıyla hayvanıyla ağacıyla bu kıyıcılığa karşı koymalı, eğer özgürlük isteniyorsa, bu özgürlük yaşamın içindeki canlı-cansız her “şey” için istenmelidir!
The post “Devletin Hayvan Katliamları” – Günce Akpınar appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>