The post “Davutoğlu’ndan Yeni Kitap Stratejik Rezillik” – Hakan Gültürk appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Yakın koruma ekibinden Mehmet Çiftçi Amedli imiş, buna da vurgu yaptı konuşmasında: “Canım ona emanet. Canımız Diyarbakır’a emanet.”, lütfetti canını…
“Kürtçe eğitim şeytana uymaktır!” diyen anayasa profesörü vekil Burhan Kuzu’ya rağmen “Biraz vakit bulsam güzel Kürtçemizi de güzel Türkçemiz kadar öğrenmek istiyorum.” diyen Davutoğlu, bununla da yetinmedi. Cumhurbaşkanının “Düştü düşecek” deyip her gün başka bir hakaret ettiği, yine kendi partisinden Yasin Atay’ın “Sivil halk kalmadı, iki terörist grup çatışıyor.” dediği Kobanê’nin kazandığı zaferi de, “Kobanê’deki her kardeşimin alnından öpüyorum.” sözleriyle selamladı.
Kafa karışıklığı mıdır, iyi polis rolünden midir yoksa halkın gerçekten bu kadar saf olduğunu, safsatalarına kanacağını düşündüğünden mi bilinmez ama; Davutoğlu kelimenin tam anlamıyla saçmalıyor!
Anlaşılan 2001 yılında yazdığı “Stratejik Derinlik” adlı kitabının güncelliğini yitirdiğini farkeden Davutoğlu serisinin ikinci kitabı için kolları sıvamışa benziyor: Kürt hareketi, Kobanê ve komşularla ilişkiler konusunda tutarsız açıklamalarla Davutoğlu, kitabının reklamına başlıyor:
“Stratejik Rezillik” pek yakında seçkin kitapçılarda…
Hakan Gültürk
Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 24. sayısında yayımlanmıştır.
The post “Davutoğlu’ndan Yeni Kitap Stratejik Rezillik” – Hakan Gültürk appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post “Paket Demokrasi” – Hüseyin Civan appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Türkiye siyasal sistemi gittikçe garip bir hal alıyor. Bunda yeni bir siyaset tarzına uyum gösteremeyen eski siyasal yapıların büyük etkisi var. Ancak mevzu bahis “garip”liğin ortaya çıktığı durumlar, sadece bu uyuşamama sorunu değil.
Tayyip Erdoğan’ın ekonomiden sorumlu baş danışmanı Yiğit Bulut, katıldığı bir panelde “Bu ülkede gerçek bir sosyalist varsa o da Recep Tayyip Erdoğan.” demiş. Hem de bunu hükümetin “işçi haklarına duyarlılığı”, “yerleşik sermaye gruplarının menfaatlerinin karşısında duran” tavrıyla açıklamaya çalışmış. Yiğit Bulut’a taşeron sisteminin hangi hükümet eliyle ve hangi sermaye gruplarının menfaatleriyle ilintili bu coğrafyaya yerleştirildiğini sormak anlamsız. Keza Bulut’un Erdoğan ve AKP sevgisi sadece gözlerini değil, dimağını da köreltmiş. Kapitalizmin ideolojik savunucusu bu zat’ın, kalkıp sosyalistin kim olduğuna karar verecek kudreti kendinde buluyor olması daha da garip.
Bir başka garipliği de 30 Eylül’de sabah saat 11:00’de yaşadık. Uzun süredir beklenen paket açıklandı. Paket içinde sunulan demokrasinin ne olacağını bekliyordu herkes. Gazetecisinden siyaset analizcilerine, politikacısından akademisyenine paketteki demokrasinin kapsamı herkesi meraklandırmıştı. Öncesindeki yorumlar, paketle ilgili köşe yazıları… Paket üstünden çokça malzeme çıktı medyaya.
Ve paketi açtı Tayyip Erdoğan. Kendinden emin ve demokratik sorumluluğunu yerine getirmenin, Türkiye’yi muasırlaştırmanın verdiği o garip keyifli ifadesiyle…
Bir üniversiteye Hacı Bektaş Veli ismi verildi, Roman Enstitüsü kuruldu, Mor Gabriel Manastırı arazisi vakfa verildi, öğrenci andı kaldırıldı, kamuda başörtüsü yasağı kalktı, köy isimlerinin eski isimlerine dönüş için yasal engel kalktı, partilerde eş başkanlığın önü açıldı. Pakete sığdırılan demokrasi demek ki bu kadar oluyormuş. Medyada tabi ki eski sistemle kıyaslamalar üzerinden güzellemeler, güzellemeler… Bu garip demokrasiye, teşekkür eden garip insanlar olmadı değil.
Kürtçe ve seçim barajı meselesini bu garipliğin biraz dışında tartışmak gerekiyor. Aslında demokratik açılım sürecinin, devletin “Kürt sorunu” diye adlandırdığı süreçle ne kadar ilintili olduğu biliniyor. Demokratik açılım sürecinin bir devamı bu paket. Bu süreçte Kürt hareketinin en son “geri çekilmesi”nin karşılığında açıklanan bu paket, devletin “barış”tan anladığının birebir yansıması. Bu minvalde paketten çıkan, anadil meselesine ilişkin önemli bir adım değil. Kürtçe’nin, özel dershanelerde ders olarak eğitiminin yapılmasının biraz daha genişletilerek, özel okullarda da yapılacak olması “geri çekilme”nin karşılığı.
Devletin sürecin ciddiyetini anlamak istemediği aşikar. “Bunlar önemli ilk adımlardır” politikasını uzun süreden beri işleten devlet de, kıyaslamayı eski yapıyla ilişkilendirip “TC tarihinde bir ilk” değerlendirmesini yapan “paket” yanlıları da süreçte oyalama politikası işletip, süreci uzatma peşinde.
Paketin uluslararası yansımaları da, devlet sınırları dahilindeki yansımaları da olumlu. Aslında paketten hükümet istediğini aldı. Daha fazla zaman… İktidarını daha kalıcı bir hale getirmek isteyen AKP için “zaman” en gerekli olan şey.
İşler sürece yayılmışken, seçim sitemine ilişkin paket içindeki öneriler AKP iktidarının da geleceğini garanti alması anlamına geliyor. Daha demokratik bir seçim sistemi için öne sürülen dar bölge ve daraltılmış bölgeli seçim sistemlerinin her halükarda kime yarayacağı açık. Paket demokrasi yanlılarının seçim sistemine yönelik getirilmiş bu öneriyi, başkanlık sistemiyle beraber tekrar okuması gerekiyor.
Demokrasiyi pakete sığdıranlardan daha fazlası beklenemezdi normal olarak. Oyalama politikasını garip bir şekilde demokrasiyle ilişkilendirenler, siyasal iktidarın her geri adımındaki ana muhalefetin değil, toplumsal muhalefetin etkisini görmelidir. Zira demokrasi-demokrasi diye bakılması gereken, iktidarın paket içinde sunduğu temsiliyet alanları değildir. İktidar, tarihin hiçbir döneminde demokrasiyi paket içinde sunmamıştır. Demokrasi doğrudan bir şekilde, iktidara karşı mücadele edenlerin deneyimleriyle hayat bulmuştur.
Hüseyin Civan
Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 13. sayısında yayımlanmıştır.
The post “Paket Demokrasi” – Hüseyin Civan appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post Em Pergala Perwedeh Ya Devleté Red Dikin – Devletin Eğitim Sistemini Reddediyoruz appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Benim hayalim doğduğum köyde bir okul yaptırmak. Kendi çocuklarımın ve köyde yaşayan diğer kürt çocuklarının kültürüne, diline ve aslına yabacılaşmadığı özgür öğrenimin özgürce sağlanacağı, gönüllü öğretmenlerin bulunduğu bir okul hayal ediyorum. Çocukların bir bayrak altında sıralandığı, her sabah “Ne mutlu Türk’üm diyene” sözleriyle and içtiği, tarih ve milli güvenlik gibi derslerle devletleri, savaşmayı ve öldürmeyi öğrendiği, hiyerarşik yapısıyla hayat boyunca bir başkası önünde eğdirilmek için hayatının en güzel yıllarının elinden alındığı bir okul istemiyorum. Devletin eğitim sistemini reddediyorum ve çocuklarımı bu yüzden T.C Devleti’nin okullarına göndermiyorum.
“Kürtçe eğitim istiyoruz”
11 çocuklu bir Kürt ailesinin devletin eğitim sistemine karşı verdikleri mücadeleyi özetliyor bu satırlar. Mardin’de yaşayan Ercan ailesi 2002 yılında çocukları için “Kürtçe eğitim” talebiyle, ilgili makamlara başvuruyorlar. Valiliğe bu konuda dilekçe veren baba Hıdır Ercan gözaltına alınıyor, tehdit ediliyor. Kürtçe eğitim istediği için yazmış olduğu dilekçeden ötürü 3 ay cezaevinde tutuluyor. Tutukluluk gerekçesi “terör örgütüne yardım ve yataklık etme”. Cezaevinde bulunduğu süreçte “çocuklarını kaybederiz, öldürürüz” şekilindeki psikolojik baskılar artarak, sürüyor. Ve aile yaşamlarını sürdürdükleri Mardin Kızıltepe’den hiç bilmedikleri İstanbul’a göçe zorlanıyor. Ancak Ercan ailesi İstanbul’a geldiklerinde de aynı kararlılıkla devletin eğitim sistemini reddetmeyi sürdürüyorlar. Meydan Gazetesi olarak görüştüğümüz ailenin hikâyesini ve eğitim sistemine yönelik sürdürdükleri bu mücadeleyi siz okurlarımızla paylaşıyoruz.
“Okula gitmemek! Yaptığımız şey sivil itaatsizlik”
“Mahatma Gandhi sivil itaatsizlik olarak bilinen eylem biçimiyle Hindistan’ı İngiliz sömürgesinden kurtarmıştır. Böylece halk özgürlüğüne kavuşmuştur. Bunda sivil itaatsizliğin büyük payı vardır. Bizler de kimliğimizi ve dilimizi inkâr ederek böylelikle yaşamlarımızı da imha eden devletin eğitim sistemini kabul etmemeliyiz. Biz ailece bu yolu seçtik. Sivil itaatsizlik eylemimizle barış ve kardeşlik temelinde eşit bir şekilde yaşama talebimizin bir gün mutlaka sonuç alacağına inanıyoruz. Kürt halkı olarak bizler, özgürlüğümüz için devletin eğitim sistemini reddetmeliyiz.”
“Devlet herkesi Türkleştirmek istiyor”
“Ben bir Kürdüm ve doğduğum andan itibaren Kürt dilini konuşuyorum, biliyorum. Benim gibi eşim ve çocuklarım da ve köyümde yaşayanlar da aynı şekilde Kürtçe konuşuyorlar. Kürt halkı, devletin asimilasyonuyla Kürt dilini konuşmuyor, dilimiz bizlere unutturulmak isteniyor. Okullar asimilasyon karargâhlarıdır. Kürt çocukları okullarda eğitime değil, kültürel soykırıma zorlanıyorlar. Zorunlu eğitim de bu kültürel soykırımı tamamlamak üzere uygulanıyor. Tabi ki çocuklarımız okula gitmelidir, öğrenmelidir. Ancak kendi dilini de kültürünü de tarihini de öğrenebilmelidirler. Devletin eğitim sistemi “Varlığımı Türk varlığına armağan ediyorum” dedirterek herkesi Türkleştirmek derdindedir. Üç yıldır kendi imkânlarımla çocuklarıma Kürtçe eğitim veriyorum. Çocuklarıma hiç Türkçe eğitim vermesem de onlar hem Kürtçe hem de Türkçe okuyabiliyorlar.“
“Çocuklarımıza Kürtçe isimler vermek istedik. Birçoğu 1928 tarihinde kabul edilen 1353 sayılı “Türk Harflerinin Kabul ve Tatbiki” hakkındaki yasanın 3. maddesi “nüfus kayıtları Türk harfleri ile yazılacaktır” hükmü ile kabul edilmedi. Welat Şervan isminde ki “w” harfi Türk alfabesinde olmadığından çocuğumuza bu ismi veremedik. Uzun süre kimliksiz kaldı.”
“Ben de Kürdüm ama sen bırak bu işleri, vazgeç”
“Dilekçeler yazdım. Milli Eğitim Bakanlığı’na, TBMM İnsan Hakları Komisyonu’na, Başbakanlığa kadar. Başbakanlığa dava açtım, reddedildi. Bugün bana, aileme ve mücadelemize “Siz şov yapıyorsunuz. Çocuklar cahil kalacak, bir gülden bahçe olmaz, bir aile bu işten sonuç alamaz, vazgeç” diyorlar. Kürtçe’nin okullarda seçmeli ders olması, bir haftalık okul boykotları, yılda bir kutlanan anadil günüyle* devlet zaten bunu istiyor. Devlet, Kürt çocuklarının asker olup kardeşine kurşun sıkmasını, öğretmen olup Kürtçe ders yaptırmamasını, memur olup yoksulun devlete vergi ödemesini, polis olup halkın önünde durmasını istiyor. Ben karakolda işkence gördüğümde orada Kürt bir polis vardı ve dedi ki; “Ben de Kürdüm ama sen bırak bu işleri, vazgeç”. Bugün barış ortamı yıllardır sürdürülen mücadeleden vazgeçmeyenlerin sayesinde kurulmuştur. Ben de hiçbir yerden destek almayarak sadece kendi fikirlerimle başlattığım ve tüm ailemle birlikte sürdürdüğüm bu mücadeleden vazgeçmeyeceğim.”
“Rojava’dan bu topraklara ‘özgürce’ yaşamak”
“Rojava’da Kürt halkı kendi okullarını yaptı. Bizler de yapabiliriz. Rojava’da yaşayan Kürt halkının mücadelesini bu topraklarda Kürdistan’da da gerçek kılmalıyız. Bu mücadelede herkesin büyük emeği vardır. Celadet Ali Bedirxan ve arkadaşları çıkarmış oldukları Hawar ve Ronahi dergileriyle ve Kürt alfabesiyle Kürt dilini yaşattılar. Son yıllarda Abdullah Öcalan başta olmak üzere, KCK Dil Komitesi, Kürt Enstitüleri ve Kürt basını kürt dilinin yok olmaması için büyük çaba harcıyorlar. Benim talebim aynı zamanda Kürt halkının mücadelesi için çaba harcayan herkes için özgürlük talebidir. Bu özgürlük mücadelesinde yaşamını kaybetmeyi göze alan Kürt devrimcilerinin isimlerini çocuklarıma verdim. Onlar gibi özgürce yaşasınlar diye. “
“1997 Dersim Ercan, 18.06.1999 Mazlum Doğan Ercan, 15.08.2000 Öcalan Ercan, 04.04.2002 Mahsum Korkmaz Ercan, 25.06.2005 Bahoz Erdal Ercan, 15.08.2006 Şoreşger Beritan Ercan”
“Devlete ihtiyaç duymadan kendi kendini yönetmek”
“Şimdi Kürt halkı için barış ortamı söz konusu. Belli taleplerin kabul edilmesi söz konusu. Barış ortamıyla Kürdistan’da devlet ekonomik kazanç sağlamak istiyor. Kürt halkı ve Kürt çocukları için iş imkânı demek bu. Ama bir yandan da daha beter bir asimilasyon. Devletin sistemine daha da entegre olacağız böylece. Bizler Kürt halkı olarak Kürdistan’da kendi okullarımızı yababileceğimiz gibi, kendi ekonomimizi de kendimiz oluşturabiliriz. Kendi kendimizi yönetebilir ve devlete ihtiyaç duyulmayan bir yaşamı halk olarak sürdürebiliriz. Gerçek demokrasi bence budur.”
*Kürt dilbilimci Celadet Ali Bedirxan ve arkadaşları, 1932 yılının 15 Mayıs gününde Şam’da Kürtçe edebiyat, sanat ve felsefe dergisi Hawar’ı yayınlamaya başladılar. Dergi kurmanci yayınlanmış olsa da Sorani ve Zazaki yazılar da bulunuyordu. Hawar, toplamda 57 sayı ile 1943 yılına kadar yayın hayatını sürdürdü O günden bugüne 15 Mayıs, Kürt Dil Bayramı olarak kutlanıyor.
Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 10. sayısında yayımlanmıştır.
The post Em Pergala Perwedeh Ya Devleté Red Dikin – Devletin Eğitim Sistemini Reddediyoruz appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>