The post Sokak Sanatçısı Banksy ve Kaptan Klemp “Louise Michel” ile Mültecilere Dayanışma Gösteriyor appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Banksy’nin, eserlerinden elde ettiği gelir ile satın aldığı,eski bir Fransız Donanması gemisi olan ve adını Paris Komünü’nün anarşist devrimcisi Louise Michel’den alan gemi 18 Ağustos’ta İspanya’dan denize açıldı. Gemi içinde yatay bir örgütlenme modeli kullanılarak iktidarsız ve otoritesiz bir işleyiş sağlanıyor.
Bugüne kadar en az 220 mülteciyi kurtaran gemi, hiç bir Avrupa devletinden geri dönüş alamıyor. Gemideki mülteciler geminin kısıtlı kapasitesi sebebiyle, bir başka mülteci kurtarma gemisi olan “Sea Watch 4″a nakledildi ve yardım çağrısı yapıldı. Çağrıya cevap veren İtalyan Sahil Güvenlik Birimi, yalnızca durumu kötü olanları kabul edeceklerini söyleyerek 49 mülteciyi İtalya’ya nakletti.
“MV Louise Michel” ve “güvertesinde 350 mülteciyi ağırlayan “Sea Watch 4″un Akdeniz’de bekleyişleri sürüyor.
“Louise Michel”in kaptanlığını, daha önce Akdeniz’de mahsur kalan binlerce mülteciyi de kurtarmış olan Alman Kaptan Pia Klemp üstleniyor. Klemp, kurtardığı binlerce mülteciye karşılık olarak ise, İtalya’da “insan kaçakçılığı” yaptığı öne sürülerek 20 yıla kadar hapis cezası ile karşı karşıya.
“Anarşistler, düşünce özgürlüğünün her yerde tanındığı bir çağda sınırsız özgürlüğü savunmayı hak ve görev olarak bilen insanlardır… Özgürlükten yanayız ve bunun, kökeni ve biçimi ne olursa olsun, ister dayatılmış, ister seçilmiş olsun, kralcı ya da cumhuriyetçi olsun herhangi bir iktidarın varlığıyla bağdaşmayacağına inanıyoruz… Eşitlik olmadan özgürlük olamaz!… Bizim istediğimiz eşitlik, özgürlüğün ön koşulu olan fiili eşitliktir. Herkesten yeteneği kadar, herkese ihtiyacı kadar, diyoruz!” – Louise Michel
The post Sokak Sanatçısı Banksy ve Kaptan Klemp “Louise Michel” ile Mültecilere Dayanışma Gösteriyor appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post Komünün Karası Louise Michel – Zeynep Tan appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Paris Komünü’nde barikatlar ardında devletlere, otoriteye olan öfkesi ve yeni bir dünyaya olan inancıyla tanıdık Louise Michel’i. 9 Ocak 1905 günü 75 yaşındayken yaşamını yitirdi Louise Michel. Bugün onun anısına Anarşist Karala Dergisinden ‘Komünün Karası Louise Michel’ başlıklı yazıyı paylaşıyoruz.
Louise Michel anarşist mücadeleye, özellikle de Paris Komünü’ne yaşam veren kadınlardan biridir. 29 Mayıs 1830’da Fransa’da Vroncourt şatosunda dünyaya geldi. Annesi şatonun hizmetçilerinden biriydi. Babası ise Louise dünyaya geldikten kısa bir süre sonra ortadan kaybolmuştu. Louise dede ve büyükanne diye çağırdığı şatonun sahiplerinin yanında büyüdü, okuma yazmayı dedesinin gayretleriyle öğrendi.
Öğretmenlik eğitimi aldı ama göreve başlamak için imparatora yemin etmesi gerekiyordu, bunu reddetti. Resmi okullar yerine özel okullarda çalışmak zorunda kaldı, hatta 1853 ocağında Yukarı Marne bölgesinde Audeloncourt’da özgür bir okulu bizzat kendisi açtı. İki yıl sonra da aynı bölgede bir başka okulda “fikirlerini çocuklara aşıladığı gerekçesiyle” ilk kez emniyetin dikkatini çekti, Paris’e taşınmaya karar verdi. Paris Komünü’nün önde gelen isimlerinden Varlin, Eudes, Valles, Rigault, Theophile Ferre’yle; onlarla katıldığı tartışmalarda ise anarşizmle tanıştı.
“İktidar lanetlidir, ben bu yüzden anarşist oldum!”
Louise Paris’te 1871’in Ocak ayında teslimiyetçi hükümete karşı yapılan eylemlere ulusal muhafız üniforması ile katıldı ve ilk silahlı eylemine katılmış oldu. Komünle taçlanacak olan 18 Mart ayaklanmasında Louise mantosunun altında sakladığı karabinası ile yer aldı.
Sadece eylemde değil söylemde de sivriliyordu gün geçtikçe. Kaleme aldığı Anarşistler Bildirisi’ndeki “Anarşistler, düşünce özgürlüğünün her yerde tanındığı bir çağda sınırsız özgürlüğü savunmayı hak ve görev olarak bilen insanlardır… Özgürlükten yanayız ve bunun, kökeni ve biçimi ne olursa olsun, ister dayatılmış, ister seçilmiş olsun, kralcı ya da cumhuriyetçi olsun herhangi bir iktidarın varlığıyla bağdaşmayacağına inanıyoruz… Eşitlik olmadan özgürlük olamaz!… Bizim istediğimiz eşitlik, özgürlüğün ön koşulu olan fiili eşitliktir. Herkesten yeteneği kadar, herkese ihtiyacı kadar, diyoruz!” sözleri, komünün ruhunu yansıtıyordu.
Komün’le beraber başlayan değişim, halkın kendi yaşama biçimini kendisinin belirleme kararlılığı, elbette herkesi memnun etmedi. Louise Michel’in de yazdığı gibi “Giderek çürüyen iktidarlar, güçlerini özgür olmak isteyen bütün halkalara karşı birleştiriyordu.”
2 Nisan sabahı Paris top sesleriyle uyanmıştı. Komün’ü hazmedemeyen Versailles Sarayı, büyük bir ordu ile iki koldan Paris’i kuşatmıştı. Hemen ertesi gün, 3 Nisan 1871’de Komün, öz savunmaya girişti.
Barikatlardan Zindanlara Kadınlar Her Yerde
Paris Komünü’nde başlangıçta kadınlar sürekli geri tutulmaya çalışılmış, toplantılara katılmaları önlenmek istenmişti; kadınların savaşamayacakları düşünülüyordu. Parisli kadınlarla birlikte Louise Michel bunun tersini kanıtladı.
17-18 Mart gecesi General Vinoy’un birlikleri, Parislilerin ellerinden toplarını almakla görevlendirilmişti. Kadınlar bu bilgiyi ulaştırmak üzere gereken zamanı bulmuşlardı. Louise Michel ve Ferre’nin yönettikleri Onsekizinci Bölge Güvenlik Komitesi bunun üzerine Montmartre tepesine gitti. Tepeye giden kadınlar, çocuklar ve federe muhafızlar askerlerle ilişki kurup onlarla neşeli ve kardeşçe bir ilişki geliştirdiler. Generaller askerlerine Parisliler üzerine ateş edilmesi emrini verdiğinde artık çok geçti, askerler emre uymadı. Emri veren iki general tutuklanarak kurşuna dizildiler.
Daha sonra Komün’e yönelik saldırılar sırasında petrolöz denen ve ellerindeki gaz bidonlarıyla burjuva ordularına kabuslar yaşatan kadınların öyküleri dilden dile dolaştı. Barikatlarda, idam mangalarının karşısında, zindanlarda; kadınlar her yerdeydiler.
Louise Michel, kadının özgürleşmesini savunmanın hiç de basit olmadığı bir dönemde özgürlüğü yanlızca söylemde ya da belirli ayrıcalıklara sahip olarak yaşamakta aramadı. Bu mücadeleyi genel ve sınıflar üstü bir zeminde değil “baldırı çıplakların” yanında, Komün barikatlarında aradı. Kota vb. yoluyla değil ellerinde silahlarıyla, gaz bidonlarıyla, barikatların üzerinde yaşamlarını ortaya koyarak erkeklerin kadınlara kapatmak istediği siyaset dünyasına girenlerin arasında yer aldı.
Komün Yaşıyor!
71 gün boyunca pek çok yoldaşını kaybeden, tüm baskılara rağmen barikatlarda direnen ve Komün’ü savunan Paris halkı, Thiers’in ordusunun saldırılarına daha fazla dayanamamıştı. Louise Michel’in sözleriyle _“Komün ölmüştü, kendisiyle birlikte binlerce isimsiz kahramanı toprağa gömerek.” _
O “öldü” diyordu ama Komün yenilmemişti. Bir çok kayba rağmen sayısız deneyimle beraber etkilerini sürdürmeye devam edecekti. Louise Michel’i birçok suçlamayla yargılamaya başladılar; generallerin tutuklanmasında rol almak, kışkırtıcılık yapmak ve öldürülmeleri eylemine katılmak, birçok mahalleyi silahlandırmak, Komün’ün ilan edilmesinden sonra “Kadın İşçilerin Çalışarak Ahlaklı Yaşaması Komitesi” sekreteri olarak “Kadınlar Birliği Merkez Komitesi” kurmak, Komün’ü Versailles güçlerine karşı savunmak için kadınlardan oluşan ve komünarlara sağlık hizmeti veren ambulansçı birimleri; barikatlarda dövüşecek savaşçı birlikleri; yangınlar çıkarmak üzere kundakçı (petrolöz) bölükleri örgütlemek, Devrim Kulübü başkanı olarak 18 Mayıs’ta alınan mahkemelerin kapatılması; rahiplerin tutuklanması gibi kararlara katılmak…
Louise Michel’i yargılayan mahkeme ona idam cezası verememiş, sürgüne yollamayı seçmişti. Generallerin infazına katılmak ve kundakçılık yapmakla suçlandığı mahkemeye cüretkar cevabı, onun anarşizme ve özgürlüğe olan tutkusundan geliyordu: “Bütün eylemlerimin sorumluluğunu üstleniyorum. Onlar halkın üzerine ateş açmak istedi, onların üzerine ateş açmakta tereddüt etmezdim. Madem ki özgürlük için çarpan her yüreğe bir parça kurşun nasip oluyor, ben de hakkımı isterim. Eğer yaşamama izin verirseniz intikam diye haykırmaktan usanmayacağım.” Bu sözlerin ardından Yeni Kaledonya’ya sürgüne gönderildi. Sürüldüğü coğrafyada o dönemde sokak hareketi yükselişteydi, Louise Michel bu hareketi daha da yükseltmek için elinden geleni yaptı; orada bulunduğu süre içinde sömürgeciliğe başkaldıran halklaydı. Paris’e döndükten sonra da mücadeleyi bırakmadı. Defalarca tutuklandı, baskının ve zulmün binbir biçimine maruz bırakıldı; yine de yaşamının son anına dek yılmadı; 1904 yılında zatürre sebebiyle yaşamını yitirdi.
Yükseltmek için çabaladığı anarşizm mücadelesinde özgürlük için Paris barikatlarını ateşe veren kadının haykırışı hala yoldaşlarının kulaklarında çınlıyor:
Şimdi suskun olan yığınlar
Okyanus gibi gürlediğinde;
Yığınlar ölmeye hazır olduğunda
Komün tekrar ayaklanacak.
Sayılamayacak bir kalabalık olarak geleceğiz,
Bütün yollardan geleceğiz.
Ve karanlıklardan sıyrılan intikamcı hayaletler gibi gelirken
Yumruklarımızı sıkacağız.
Bayrağı ölüm taşıyacak;
Al kanlara boyanmış kara bayrağı!
Ve alev alev göğün altında
Özgürleşen toprak,
Mor çiçekler açacak!
Bu yazı Karala Dergisi’nin 2. Sayısından alınmıştır.
The post Komünün Karası Louise Michel – Zeynep Tan appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post Ezilenlerin “Ortak Lüks”ü İktidarlara Karşı Mücadeledir! – İlyas Seyrek appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Bir kültür tarihçisi olan Kristin Ross’un Ortak Lüks: Paris Komünü’nün Siyasi Muhayyilesi adlı kitabı tam da bu anlayışın bir yansıması olarak kaleme alındığı için ortak düşmana karşı ortak mücadele vermek isteyenlerin dikkatlerini çeken bir kitap. Paris Komünü’nü “komünal bir örgütlenme yani bütün enerji ve zekalar arasındaki dolaysız işbirliği” olarak tanımlayan Ross, Komün’ün pek dillendirilmeyen yanlarını ortaya koyduğu gibi Komün’ün yarattığı ortaklığın düşünceler ve eylemler üzerinden izini sürüyor.
Bir İlkenin Tezahürü Olarak Komün
Komünarların kendilerine “yurtsever” demediğini, Komün’ün “evrensel bir cumhuriyet” fikriyle hareket ettiğini söyleyen Ross, Komün’ü milliyetçi ulusal bir anlatı veya resmi (SSCB) komünist tarih yazımı içerisinde sıkıştırarak boğmak yerine evrensel bir ufku olan, ulus devlet ve sermaye ile örtüşmeyen noktalara dikkat çekiyor: “Paris Komünü’nün bize bıraktığı muhayyile ne ulusal bir cumhuriyetçi orta sınıfa ne de devlet güdümlü bir kolektivizme aittir. Ortak lüks, ne onun etrafını kuşatan (Fransız) burjuva lüksüdür ne de ondan sonra ortaya çıkıp yirminci yüzyılın ilk yarısına hakim olan faydacı devletçi kollektivist deneylerdir”.
Komünarların yıktığı devlet kurumlarının ve gündelik yaşamın organizasyonu için oluşturduğu örgütlerin bir devleti betimlememesi ve yaratmaması önemli bir olgu olarak karşımıza çıkıyor. Komün için savaşanların toplumsal işleyişin tamamını örgütleyenler olması yani bireysel ve toplumsal boyutlarda gerçek anlamıyla özgürlüğü deneyimleye yönelik istek ve pratikler böylesi bir olguyu yaratıyor. İşte Ross da kitap boyunca çoğu kez bu olguya dikkat çekiyor: “Komün sırasında Paris Fransa’nın başkenti değil, evrensel bir halklar federasyonu içindeki özerk bir kolektif olmak istiyordu. Bir devlet olmak değil, son kertede uluslararası ölçekli bir komünler federasyonu içerisindeki bir unsur, bir birim olmak istiyordu”.
“Siyasi ve toplumsal bir mecra olarak Komün’ün sunup da fabrikanın sunamadığı şey kadınları, çocukları, köylüleri, yaşlıları ve işsizleri de içeren daha geniş bir toplumsal kapsamdı.” sözleriyle kitapta Komün’ün bir işçi hükümeti niteliğine sahip olmadığı aksine ezilenlerin özyönetimi olduğunu anlatılmaya çalışılıyor. Ayrıca Ross’a göre yanlış bir biçimde yorumlanarak olup bitmiş, başarısız olmuş bir tarihsel olay olarak görülen Komün’den dersler çıkarmak yerine Komün’ün öncesinde, sırasında ve sonrasında oluşan birlikteliğin ve ortak kültürün bugünü örgütlemede ne kadar önemli olduğunu anlamak gerekiyor. Ona göre günümüzün eğitim, sanat, emeğin özgürlüğü ve ekoloji gibi sorunlarının çözümü de komünarların kendi yarattıkları düşünce ve pratiklerinin ışığında yaratılabilir.
Komünün “Ortak” Değerleri
Ross Komün’ün okumasını yaparken Komün’ü oluşturan ve komünarların yaşadığı olaylardan sık sık yararlanıyor. Papa Muhafızları’ndan Afrikalı bir siyah ile elbisesinin altına eski asker botlarını giymiş eski bir öğretmen olan Louise Michel’in gecenin geç vaktinde beraber tuttukları nöbeti anlatıyor. Tam da bu kesişim üzerinden Komün’ün özgün yanını ortaya koyuyor ve “birbirinden farklı deneyimlerle, kişinin kendi siyasi özneleşmesiyle ilişkisinin ne kadar farklı yollardan yaşanabileceğini gösteriyor.” Paris Komünü’nün, yıllar sonra gerçekleşen İberya Devrimi ve Rus Devrimleri gibi süreçlerde de tekrarlanan uluslararası devrimci dayanışma örneklerine kaynaklık ettiğini görmemizi sağlıyor.
Ross farklı arka planlara birden yer vererek Çernişevski’nin Nasıl Yapmalı? romanında öngörülen “uzak hayallerden gündelik gerçeklikle doğrudan yüzleşmeye yönelten bir sosyalizm yolu”na dikkatleri çekmeye çalışıyor.
Komün’ü yaratan sürecin Fransa-Prusya savaşından sonra birden patlak veren bir isyanla başlamadığı, imparatorluğun son dönemlerindeki, 1860’lardaki halk toplantılarıyla, bunlardan üreyen çeşitli birlik ve komitelerle ve kuşatma döneminin devrimci kulüpleriyle başladığı çeşitli referanslarla ve hikayelerle anlatılıyor.
Paris halkının, devrimcilerinin toplumsal dönüşümü sağlayacak şekilde toplumsal yaşamı yeniden organize etmeye yönelik sohbet ve tartışmalarının gerçekleştirildiği bu kulüplerin Paris Komünü için önemi çok büyük. Bu kulüpler ve toplantı mekanları ayn zamanda “halk okulları” görevini de görüyordu. Toplantılar mülkiyeti, kadın emeğini ve akla gelebilecek politik pek çok meseleyi gündemine alıyor, tartışıyordu. Buralar Habermas’ın kamusal alan kavramını anlatırken tarif ettiği, burjuvaların sanatsal ve politik meseleleri konuşmak için gerçekleştirdiği toplantılar gibi değildi. Özellikle Paris’in kuzeyindeki toplantılar “vive la Commune” sloganı ile başlatılıyor ve kapatılıyordu.
Komünü destekleyen ve selamlayan çok sayıda düşünürün de bu deneyimden etkilendiğini anlatan Ross, komünist William Morris, anarşist Elisee Reclus ve Kropotkin’in komünü destekleyen düşüncelerine örnek veriyor. Bizzat komünde yerini almış Elisee Reclus’un “şiarımız artık yaşasın evrensel cumhuriyet” sözünü de komünün ilkesi olarak aktarıyor.
Ross’un dönemin güncel sorunlarıyla mücadeleye yani pratiğe verdiği değeri hatırlattıktan sonra Komün’e destek açıklaması yapan ve Komün’ün ortak değerlerine işaret eden düşünürlerin sözlerine değinmek gerekiyor. Ross, Marx’ın Paris Komünü hakkında olumlu olarak söylediği cümleleri cımbızladıktan sonra Pyotr Kropotkin’in “Modern sosyalizmin fikirlerinin gerçekleştirilebileceği mecranın bundan böyle özgür Komün olduğunu anlamışlardı” ve “Bize devrim için gereken ortamı ve onu gerçekleştirmenin aracını bir tek komünler verebilir.” sözlerinin yanı sıra, William Morris’in “Siyasi birimler olarak milletler artık var olmayacak; medeniyet büyüklü küçüklü çeşitli toplulukların federalleşmesi anamına gelecek” sözlerini Komün’ün pratikten çıkan Ortak Lüksü’nün işaretleri olarak selamlıyor. Kitabın son “Dayanışma” bölümünde ise bugünün ortak lüksü yaratılırken ortaya koymamız gereken pratiğin arka planını Komün’ün ortak değerlerine, ilkelerine sadık kalabilmiş olan Morris, Kropotkin ve Reclus gibi komünist/anarşist kişilerin ilkelerini ve düşündüklerini anlatarak ortaya koyabiliyor.
Öncelikle Ross’un üzerinde durduğu gündelik yaşamın, pratiğin ortaklaştırıcı yönüne ve ezilenlerin ortak bir dünyayı nasıl yaratabileceğine dair özellikle son bölümde gösterdiği adreslerin yerinde olduğunu belirtmek geliyor. Ardından da Komün’den sonra Komün’ün işaret ettiği ilkeleri (sermaye, devlet ve ulusun aynı anda çözülmesi) pratikleyebilmiş deneyimlere de yani Kronştad, Ukrayna ve İberya’yı da selamlamak gerektiğini unutmamak!
Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 51. sayısında yayınlanmıştır.
The post Ezilenlerin “Ortak Lüks”ü İktidarlara Karşı Mücadeledir! – İlyas Seyrek appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post Ayağa Kalkın Yeryüzünün Lanetlileri Dünyayı Kökünden Değiştireceğiz – Furkan Çelik appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Yüce kurtarıcılar değil onlar:
Ne tanrı, ne sezar, ne de devlet
Üretenler biziz
kendi kendimizi kurtarırız!
Ambalaj işçisi, kumaş desencisi, nakliye işçisi, şair, besteci, Paris Komünarı ama her şeyden önce devrimci ve anarşist Eugène Pottier, 4 Ekim 1816 Fransa’da bir sandık imalatçasının oğlu olarak doğdu. Yaşamak için emeğini satmak zorunda kalan milyonlardan biriydi. Genç yaşında siyasi yaşantısını şekillendirecek olaylar yaşadı. 1830’da Bourbon’lar iktidardan devrilirken, Fransız halkının dilinde onun “Yaşasın Özgürlük” şiiri dolaşıyordu. 1848 devrimlerinde de mücadeledeydi, devrimlerin örgütlendiği yerlerde krallara, memurlara, din adamlarına yönelik öfkeyi dile getiren şarkıları söyledi durdu. 1851 darbesinden sonra kavgaya dört elle sarıldı. Çalıştığı kumaş üstüne desen yapan işçiler arasında Enternasyonal’in örgütlenmesini yaptı, 1867’de La chambre Syndicale des Ateliers de Dessin’nin (Resim Atölyeleri Sendika Odası) kuruluşunda yer aldı. Dünya işçilerini ilk kez tek bir çatı altında toplayan örgütlenmenin emekçilerindendi. 26 Mart’ta Komün üyesi seçildi, Louise Michel’le aynı birliğin, Ulusal Muhafız Birliği’nin militanlarından biriydi. Paris Komünü’nde son ana kadar barikatların başındaydı Pottier. Mücadelesini edebiyatla, şiirle birleştirdi. Komün’ün sanatın gelişimine katkı sağlaması için kurulan Le Fédération des Artistes (Sanatçılar Federasyonu) için çalıştı. Siyasi yaşantısı, hakkında idam emrinin verilmesinin ardından sürgünle devam etti. Kuzey Amerika’da ezilenleri örgütlemeye devam eden, Paris Komünü’nden çıkarılacak derslerle yola devam edilmesi gerektiğini anlatan Eugène Pottier, geçirdiği felç sonucu 6 Kasım 1887’de yaşamını yitirdi. Cenazesi, yaşadığı ve mücadele ettiği topraklarda Père-Lachaise mezarlığına kaldırıldı. “Yaşasın Komün” sloganları ve polisle girilen çatışmalarla bir eylem gibi geçen cenaze, duvarları önünde vahşice katledilen devrimcilerin anısına bir saygıydı.
Pottier, Komün’ün hatırasını canlı tutmak, mücadeleyi her yere yayacak sözler yazmak için kolları sıvadı. Bir efsaneye göre Kanlı Hafta sırasında, bir çatı katına sıkışmışken bir diğerine göre Fransa’da Cumhuriyet’in ilân edildiği 4 Eylül 1870’in ertesi günü Enternasyonal’in sözlerini kaleme aldı. Komün’ün kanlı bir şekilde bastırılmasının ardından bugün eylemlerde, etkinliklerde hep bir ağızdan söylenen Enternasyonal Marşı’nın sözleri mücadelenin içinde doğdu. Sadece Enternasyonal değil, 1871’in hatırasını Le Mur Voilé (Lekeli Duvar) ve Le Monument des Fédérés (Federeler Anıtı) gibi başka şiirleriyle de yaşatmaya çalıştı.
Yaşadığımız coğrafyada da işçi hareketinin ilk örgütlenmeye başladığı günlerden beri, çeşitli sendikaların, örgütlenmelerin benimsediği bir marş haline gelen Enternasyonal, dilimizde yoğunluklu olarak bestelenmek için uyarlanmış bir versiyonuyla biliniyor. Ancak orijinal Enternasyonal şiiri 6 kıtadan oluşuyor. Ezilenlerin örgütlü mücadelesini, her parçasıyla anlatan bu şiir önce “yeryüzünün lanetlilelerine” yani işçilere, ezilenlere yönelik bir isyan çağrısıyla başlar. “Ayağa kalkın! Açlığın tutsakları/Geçmişi masadan kazıyalım/Köle toplulukları, kalkın!/Dünya kökünden değişecek”
Sonrasında, Bakunin’in Hıristiyanlığa ve otoriter sosyalizme ilişkin sert eleştirilerini barındıran kitabına verdiği isimdeki gibi “Ne tanrının, ne de devletin” bizleri kurtarabileceğinden bahseder, “biz ancak kendi kendimizi kurtarırız”. Pottier’in şiiri, teorik bir kitaptan hallicedir; “Devlet ezer ve yasa hile yapar/Vergi yoksulun kanını emer/İktidar altında yaşayıp durmaya artık yeter” diyerek işçilerin devletsiz bir şekilde örgütlenmesi gerektiğine vurgu yapar.
Yine aynı şekilde, çevirilerinden dolayı pek bilinmese de bir o kadar anti-militaristtir Enternasyonal;
“Efendiler bizi dumanlarla sarhoş ediyor
İşçilere barış, zalimlere karşı mücadele!
Ordularda grev!
Silahlar havaya, safları bozalım
Vazgeçmezlerse eğer bizlerden
Kahramanlar yapmaktan
Öğrenecekler, kurşunlarımız
Kendi generallerimizi vuracak!”
Aradan geçen onca yıla rağmen, enternasyonal bütün gücüyle ezilenlerin, işçilerin en derin özlemlerinin ifadesi, daha adaletli bir dünyaya olan inancın marşı olmaya devam ediyor.
Furkan Çelik
Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 46. sayısında yayınlanmıştır.
The post Ayağa Kalkın Yeryüzünün Lanetlileri Dünyayı Kökünden Değiştireceğiz – Furkan Çelik appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post Eylemde Anarşi appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Anarşistlerin Brest-Litovsk Protestoları
Bolşevik hükümetin 1918 yılında Alman devletiyle imzaladığı Brest-Litovsk Anlaşması’na, dönemin birçok devrimci örgütlenmesi tepki gösteriyordu. Anarşistler de anlaşmayı protesto eden taraftaydı. Kurdukları yeraltı örgütleriyle özellikle Ukrayna ve çevresinde Beyaz Orduya, Kızıl Orduya ve Almanlara karşı savaşıyor; köylerde ayaklanmalar örgütlüyorlardı. Moskova’da ise işçiler arasında anarşizm propagandası yaparak devrimi büyütüyorlardı. Ancak özyönetimle işleyen özgür komünleri kendi merkeziyetçi iktidarına bir tehdit olarak gören Bolşevik hükümet, Rusya’da çalışma yürüten 40 anarşist devrimciyi katletti. 500 yoldaş ise eli kanlı Çeka örgütü tarafından gerçekleşen dernek/büro baskınları ve gözaltılar sırasında yaralandı. Bundan sonra ise yoldaşların “Üçüncü Devrim” diye adlandırdığı ayaklanmalar süreci başlayacaktı.
Amerika’da Savaş Karşıtı Hareket ve Zorunlu Askerliğe Karşı Birlik
9 Mayıs 1916 yılında kurulan Zorunlu Askerliğe Karşı Birlik, ABD’nin Birinci Dünya Savaşı’na katılması ve bütün erkekleri askere çağırmasıyla birlikte askere gitmeyi vicdanen reddedenlerin sesi olmuş; “Ellerinde bulunan her türlü araçla zorunlu askerliğe karşı koyacağını” ilan etmişti. Onbinlerce anti-militaristin bir araya geldiği ve savaşa karşı yaşamı haykırdığı eylemler, kısa zamanda devletin kontrol etmekte zorlandığı büyük bir savaş karşıtı harekete dönüştü. Zorunlu Askerliğe Karşı Birlik’in bir toplantısında yaklaşık 35.000 kişilik bir insan grubunu bir araya getirmesinin ardından birliğin kurucuları Alexander Berkman ve Emma Goldman “Seçici Taslak Yasası’nı” ihlal ettikleri gerekçesiyle tutuklandılar ve sürgüne gönderilmek üzere tutsak edildiler.
Kara Bayrağın Dalgalandığı İlk Eylem
1883 yılında Louise Michel, Joseph Tortelier ve Émile Pouget’in örgütlendiği işsizlerle gerçekleştirdiği eylem sonrası Komün’ün yaratımında önemli paya sahip bu yoldaşlar, halihazırda dozunu artırmış devlet şiddetinin birincil muhattabı haline geldiler. Eylem kara bayrağın kullanıldığı ilk eylem olarak tarihe geçti. Eylemden birkaç hafta sonra tutuklanan Louise Michel, 3 yıl hücre hapsine mahkum edildi. Özgürlüğüne kavuştuğu 1886 yılı, Kropotkin’in de cezasının sona erdiği yıla tekabül ediyordu. Louise Michel’in etkileyici ajitasyonlarıyla ezilen halkları patronlarla kavgaya çağırmaya devam ettiği için özgürlüğü çok uzun sürmeyecekti.
1918 yılında Brezilya’nın Rio de Janerio kenti ülkedeki işçi hareketinin en önemli olaylarından birine şahit olacaktı. 1917’den itibaren özellikle Sao Paolo ve Rio de Janerio kentlerinde örgütlenen işçiler, genç bir ayakkabıcı olan Antonio Martinez’in polis kurşunuyla katledilmesi sonucu bir isyan başlattılar.
São Paulo’da başlayan isyanda dört gün boyunca sokak çatışmaları yaşandı. Bu eylemlerde devletin kolluk güçlerinin saldırısı sonucu çok sayıda işçi yaşamını yitirirken birçok militan da gerçekleştirilen operasyonlarda tutsak edildi.
Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 33. sayısında yayımlanmıştır.
The post Eylemde Anarşi appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post Anarşist Yayınlar Dizisi (3) : Fransa’da Anarşist Yayınlar – Zeynel Çuhadar appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Bence devrimci bir gazetenin asıl yapması gereken şey, her alanda yeni toplumsal ilişkilerin doğmakta olduğunu, eski kurumlara karşı giderek bir öfkenin büyümekte olduğunu haber veren belirtileri toplamak ve sayfalarında bunlara yer vermektir. (…)
İnsanlara, arkalarında tüm insanlığın güm güm atan yüreğinin bulunduğunu, yüzyıllar süren haksızlıklara karşı bir isyan ve yepyeni bir yaşam biçimi oluşturma girişimlerinin başlatıldığını hissettirmek gerekir; budur devrimci bir gazeteye düşen iş.
Pyotr Kropotkin
Anarşist Yayınlar isimli yazı dizimizin üçüncü bölümünde Paris Komünü’nün beşiği, anarşist devrim mücadelesinde sembol isimlerin mücadele ettiği Fransa topraklarında yayınlanmış anarşist yayınları inceleyeceğiz.
Fransız İhtilali sırasında işçiler arasında yayılmaya başlayan anarşizm, Fransa’daki tarihinde ülkenin hemen her dönemine derin etkileri olan bir düşünce ve hareket haline geldi.
1840’larda yoldaş Pierre Joseph Proudhon’un yazılarıyla ve temelini attığı projelerle kendini yaratan hareket Komün’ün örgütlenmesinden Enternasyonal’e, oradan sendikal harekete dek birçok alanda etkisini artırdı. Sadece bu kadarla sınırlı değildi elbet. Anarşist devrim mücadelesinde adeta sönmeyen birer meşale olmuş sayısız yoldaş geldi geçti Fransa tarihinden. Alevler içinde yanan barikatların ardında bir militan, Yaralıların Bakımı İçin Kadınlar Birliği’ni kurduğunda bir şifacı olan Louise Michel’den, Bakunin’in yoldaşı, Birinci Enternasyonal’in başarılı propagandisti James Guillaume’e, Eylemle Propaganda Kuşağı’nın cesur temsilcileri Emile Henry ve Jules Bonnot Çetesi’nden Fransa zindanlarında beş yıl tutuklu kalan Kropotkin’e kadar sayısız anarşistin mücadelesine ev sahipliği yaptı bu topraklar.
Yazı dizimizin bu ayki bölümünde işte bu devrimci tarihin yazılı belgelerinin üzerine incelemeler yaptık.
L’Anarchie
Bu isimle yayınlanan ilk yayın 1850 yılında Anselme Bellegamigue tarafından yayınlandı. Gazete formatındaki L’Anarchie, “anarşist” adını benimseyen ilk yayın organıydı. Sadece iki sayı çıktı. Daha sonra 1905’in Nisan ayında, bireyci çizgideki Albert Libertad isimli bir anarşist tarafından yeni bir versiyonu yayınlanan Paris merkezli gazetenin destekçileri arasında Emile Armand, Andre Lorulot, Emilie Lamotta, Raymond Callemin ve Victor Serge gibi isimler bulunuyordu. 13 Nisan 1905’ten 22 Temmuz 1914’e kadar 484 sayısı yayınlandı. Sonra 1926 yılında Louis Couvet gazetenin üçüncü neslini yayınlanmaya başladı. Bu versiyonu ise 3 yıl sürdü. İlk kez yayınlandığı 1800’lü yıllardan beri bazen kısa, bazen uzun periyotlarda yayınlanan gazetenin etkisi sınırlı oldu.
Le Revolte
Pyotr Kropotkin’in İsviçre’ye sürüldüğü yıllarda, François Dumartheray ve Georges Herzig ile birlikte çıkardığı anarsişt-komünist çizgideki Le Revolte (İsyan) gazetesinin ilk sayısı, 1879 yılında İsviçre’nin Cenevre kentinde yayınlanmaya başladı. İlk sayısı 2000 adet basılan gazete, Kropotkin’in yoldaşı olan, aynı zamanda yayın ekibine de katılan Élisée Reclus tarafından finanse ediliyordu. Gazetenin çıkarıldığı sıralarda Reclus ve Kropotkin, Cenevre gölü yakınlarındaki Clarens köyünde yaşıyorlardı. Daha sonra, Kropotkin İsviçre’den sınır dışı edilip Fransız Lyon mahkemesince mahkum edildiğinde, Le Revolte gazetesinde yeni bir editöre ihtiyaç duyuldu. Reclus bu iş için başta tereddüt etmesine rağmen yoldaşı Jean Grave’i önerdi. Grave, Reclus’un önerisini kabul etti ve 1883 yılında bu vesileyle Cenevre’ye taşındı. İki yıl sonra Grave gazete için Fransa’ya geri döndü. 1887 yılında gazetenin adı artık La Revolte olmuştu. La Revolte’nin son sayısı 14 Mart 1885 tarihinde yayınlandı. La Revolte Mayıs 1886’ya kadar ayda iki kez, sonrasında ise haftalık 4 sayfa olarak yayınlandı. Gazetenin 1886’da 4000 olan tirajı 1889’da 6000’e kadar yükseldi. İlk çıktığı İsviçre ve yayınlandığı Fransa topraklarında büyük toplumsal etkileri olan La Revolte, işçi hareketlerini doğrudan etkiledi. Paris Komünü’nün ardından büyük bir darbe alan anarşizmi, güçlü bir şekilde ayağa kaldıran sürecin temellerini atan bir yayın organı olarak hafızalara kazındı.
L’En Dehors
Fransızca yayınlanan gazete, 1891 yılında Zo d’Axa tarafından yayınlanmaya başladı. Yayın ekibinde sayısız anarşist eylemcinin yer aldığı gazeteye Zo d’Axa ile yakın ilişkideki Albert Libertad ve eylemle propaganda kuşağının öne çıkan isimlerinden Emile Henry gibi isimlerin yanı sıra Jean Grave, Bernard Lazare, Octave Mirbaeu, Saint-Pol Roux, Tristan Bernard, Georges Darien, Lucien Descaves, Sebastian Faure, Felux Feneon, Camille Mauclair, Emile Verhaeren, Adolphe Tabarama gibi çok sayıda anarşist katkıda bulundu. Anarşist basını susturmak için açılan Trinity davasında Zo d’Axa ve birçok arkadaşı tutuklandı ve L’En Dehors projesi bir süreliğine sona erdi.
1922 yılında bir başka L’en Dehors, Emile Armand takma ismini kullanan Ernest Juin Armand tarafından yayınlanmaya başlandı. Armand, bireysel özgürleşme, kadın özgürlüğü ve anarşizmin savunulduğu metinler yayınlıyordu. Gazetenin bu versiyonu İkinci Dünya Savaşı’nın başlamasıyla sona erdi. Ekim 1939’da ise yayını durdu. Bu versiyonundan yıllar sonra 2002 yılında L’en Dehors projesi tekrar başladı. Gazetenin yeni versiyonu Amerika’da yayımlanan Green Anarchy ile yapılan işbirliği ve birkaç destekçinin (Lawrence Jarach, Patrick Mignard, Thierry Lode, Ron Sakolsky, Thomas Slut) katkısıyla yayına tekrar başladı. Kapitalizm, özgür aşk, insan hakları ve sosyal mücadeleler gibi konu başlıklarındaki istikrarını korudu. L’En Dehors şimdilerde internet sitesiyle olarak sanal ortamda yayınına devam ediyor.
L’Unique
Zo d’Axa’nın tutuklanmasına karşı gösterdiği dayanışmayla adı öne çıkan Fransız anarşist Emile Armand’ın gazetesi L’Unique, 1945 ve 1956 yılları arasında toplam 110 sayı yayınlandı. Diğer yazarlar arasında Gerard de Lacaze-Duthiers Manuel Devaldes, Lucy Sterne, Teheresa Gaveher gibi isimler yer alıyordu. Gazetenin illüstrasyonlarını ise Armand’ın yakın dostu Louis Moresu yapıyordu.
Xin Shiji
Çin anarşizminin iki kanadından biri olan Paris grubu tarafından yayınlanan Xin Shiji, Fransa’da yaşayan Çinli anarşistlerin yayın organıydı. İlk sayısı Haziran 1907’de yayınlanmaya başladı. Yazar ve destekçileri arasında Wu Zhihui, Chu Minyi, Li Shizeng, Zhang Renjie yer alıyordu. Kendilerine göre farklı bir çizgide yer alan Tokyo grubu ise, o sıralarda yerli özelliklere ve Asya geleneklerine daha çok vurgu yapıyordu. Xin Shiji’de yapma bir dil olan Esperanto kullanıyordu. Gazetenin yazarları, Mihail Bakunin ve Pyotr Kropotkin’in düşüncelerinden ilham aldılar. 1920 yılının Mayıs ayına kadar yayınlanan Xin Shiji, finansman sorunları nedeniyle dağılana dek 121 sayı yayınlandı ve Avrupa coğrafyasında sürdürülen anarşist mücadeleye farklı bir bakış açısı getirdi. Dergi yayınlandığı onca yıl boyunca Çince’ye çevrilmiş pek çok kaynak bıraktı. Bakunin, Kropotkin, Proudhon ve Malatesta’nın temel eserlerinin Çince’ye kazandırılmasında ve mücadelenin toplumsallaştırılmasında büyük etkileri oldu.
Le Monde Libertaire
Anarşist Federasyon’un 1858 yılında kurulan yayın organı Le Monde Libertaire’in temelleri, Joseph Dejacque tarafından atıldı. İlk yayınlandığında adı Le Libertaire olan gazetenin yayın ekibinde Louise Michel’den Sebastian Faure’ye birçok yoldaş yer aldı ve 100.000 tiraja kadar ulaştı. 1953 yılında federasyonda yaşanan ayrışma sonucunda, Le Libertaire ismini Liberter Komünist Federasyon kullanmaya başladı.
Le Monde Libertaire, 2004 yılının Ekim ayında ellinci yıldönümünü kutladı ve bunun şerefine 400 sayfalık bir koleksiyon sayısı hazırladı. 2002 yılında gazete formatından dergi formatına geçen Le Monde Libertaire, şimdilerde haftalık periyotta yayınlanmaya devam ediyor.
…………….
Zeynel Çuhadar
Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 28. sayısında yayımlanmıştır.
The post Anarşist Yayınlar Dizisi (3) : Fransa’da Anarşist Yayınlar – Zeynel Çuhadar appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post “Simsiyah Bir Bayrak : Kara Bayrak” – Emre Gündüz appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>“Kara”ya Boyanan Avrupa
1881’de Londra’da I. Enternasyonal’den ayrılan anarşistler tarafından gerçekleştirilen Kara Enternasyonal’de, bayrağın rengini aldığı “kara” kelimesi ideolojik bir anlam yüklenerek kullanılmıştır. 1882 ve 1883 yıllarına gelindiğinde “kara” kelimesi Fransa ve İspanya’da anarşistler tarafından çeşitli örgütlenmeleri isimleri olarak kullanıldı. Özellikle İspanya’daki Mano Negra( Kara El)’nın 1936 İspanya Devrimi’nin yaratımında önemli bir payda olduğu söylenebilir. Yine bu dönemde, Fransa’da anarşistler tarafından “Kara Bayrak” isimli bir çıkarılmıştır. Artık ideolojik literatürde yerini alan “kara”nın bayrak olarak sembolize edildiği yer ise, devrim ateşinin yükseldiği ve yeni bir yaşamın tohumlarının yeşerdiği Paris Komünü‘dür.
Kara bayrak George Woodcock’un tanımlamasına göre ilk kez Paris’te, 1883’te gerçekleşen bir işçi ayaklanmasında, Paris Komünü’ne hayat veren anarşist kadın Louise Michel tarafından dalgalandırılmıştır. Louise Michel, Paris Komünü’nün bastırılmasından sonra tutuklu bulunduğu hapishanede yazdığı şiirinde kara bayrağın mücadelesindeki anlamını şu sözlerle anlatmıştır:
“Bütün yollardan geleceğiz
Ve karanlıklardan sıyrılan intikamcı hayaletler gibi gelirken
Yumruklarımızı sıkacağız
Bayrağı ölüm taşıyacak
Al kanlara boyanmış kara bayrağı
Ve alev alev göğün altında
Özgürleşen toprak
Mor çiçekler açacak”
Amerika’daki Kıvılcım
Paris Komünü ile beraber dünyanın birçok yerinde daha da yükselen işçi ayaklanmalarında anarşistler kara bayrak kullanmaya devam etmişlerdir. Bunun en önemli örneklerinden biri ise 27 Kasım 1884 yılında Chicago’da gerçekleşen işçi grevinde kara bayrağın kullanılmasıdır. Haymarket isyanında katledilen işçilerden August Spies, gerçekleşen işçi grevinde kara bayrağın kullanılmasının Amerika topraklarında bir ilk olduğunu özellikle belirtmiştir. Spies’ın da katledildiği 1 Mayıs 1886 ayaklanması, devletin komplosuyla, sekiz anarşist işçinin tutuklanması ve dördünün idam edilmesiyle bastırılmıştır. İdam edilen anarşist işçilerden Louis Lingg’in, 1886’da yaşananları şöyle özetlemiştir: “Burada bir kıvılcımı yok edeceksiniz, ama orada, önünüzde ve arkanızda her yerde başka kıvılcımlar çakacaktır. Bu, içten içe yanan bir ateş. Bu ateşi söndüremezsiniz” Bugünse, milyonlarca ezilenin sokaklara taştığı 1 Mayıslar, işte bu ateşin devamıdır.
“Otorite Varsa Özgürlük Yok”
1917’de Rusya’da, çarlığın yıkılmasıyla beraber gerçekleşen halk devriminde de dalgalanır kara bayrak. Bunun öncesinde “kara”nın ve aynı zamanda anarşizmin, daha sonrasında Rusya’nın birçok bölgesinde yayılacak olan temellerinin 1905’te Cherneo Zhania ( Kara Pankart) hareketiyle atıldığı
düşünülebilir. Rusya’da kara bayrak diğerlerinden farklı olarak sadece faşist güçlere ve kapitalizme karşı değil, halk devrimini gölgelemeye başlayan Sovyet iktidarına karşı, iktidarsız ve özgür bir yaşamın yaratıldığı Ukrayna’da Mahnovist hareketin örgütlülüğüyle beraber bölgedeki tüm işçi ve köylülerce dalgalandırılmıştır. Özellikle Mahnovist partizanlarca “Özgür Ukrayna” vurgusu yapmak amacıyla taşınmıştır. 13 Şubat 1921’de anarşist mücadelenin önemli ismi Pyotr Kropotkin’in cenazesi on binlerce insanın yoğun katılımıyla gerçekleşmiş, yoldaşları onu kara bayraklar ve iktidar karşıtı sloganlarla anmışlardır. Bu durum giderek diktatörleşen Bolşevik iktidarını korkutmuş ve bu korku, kara bayrağın Rusya’da yasaklamaya sebep olmuştur.
Neden Kara Bayrak?
Kara bayrak tarihi boyunca ezilen işçi ve köylüler tarafından, açlığa ve yoksulluğa karşı kullanılmıştır. Kara bayrağı diğerlerinden ayıran temel farklardan biri, bayrağın üstünde sembol olmamasıdır.
Bunun yanı sıra ezilenler için kara bayrağın teslim olma ve boğun eğmeyi sembolize eden beyaz bayrağa bir tepki olduğu da düşünülebilir. Beyaz bayrak genel literatürde kendinden daha büyük bir güce boyun eğmeyi simgelerken, kara bayrak bunun tam aksine bir başkaldırıyı sembolize eder.
Kara bayrak, sınıfla yönetilen topluma karşı öfkenin ve iktidarsızlığın bir simgesi olarak yedi denize yelken açmış özgür ruhlu insanların; patronlara karşı meydanları dolduran ve “Ekmek, Adalet, Özgürlük” diye haykıran işçilerin; ezenlere ve iktidarlara karşı toprak ve yaşam kavgası veren köylülerin yani tüm ezilenlerin mücadelesinin bir sembolü olmuştur.
Çünkü kara bayrak kendi tarihi boyunca ezenler ve kapitalizm için bir korku iken, ezilenler ve tüm ötekiler için özgür bir yaşamın umudu ve simgesidir.
Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 12. sayısından yayımlanmıştır.
The post “Simsiyah Bir Bayrak : Kara Bayrak” – Emre Gündüz appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>