The post ” HİLE ” – Uğur Akbaş appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Oynamayı çok sevdiğimiz bir bilgisayar oyununda, geride kalmamak için aşamaları bir çırpıda atlayıp daha ileri düzeye geçmek istemiş; bunun için de o oyunun hilelerine başvurmuşuzdur.
Hile, elbette bir bilgisayarı kandırmak içinse sıkıntı olmayabilir; ama bütün bir yaşamda farklı farklı biçimde karşımıza çıkan, bazen farkında olmadan bizi aldatan hile durumları için aynı masumlukta konuşmak biraz zor.
En basitinden, peynir almak için gittiğimiz bakkalın, domates almak için gittiğimiz manavın terazisinin ibresinin ne kadar doğru gösterdiğinden asla emin olamayız. Hele de pul bibere kiremit tozu konulduğunu az çok biliyorsak. Kokusuz-tatsız meyveler, şişirilmiş piliçler, su karıştırılan sütler… Pazarda, evde, markette kısacası her yerde yaşamımıza dahil olan ürünlerin çoğu, biz bilmesek de hilelidir. Bazen de hileyi açık açık gösterir mağaza ya da market sahipleri. Etiketlerde bir ürünün fiyatını, sonu 90 kuruş, 95 kuruş ya da 99 kuruşla bitecek şekilde hazırladıklarından, alıcılar üzerinde o ürünün fiyatının diğerlerine göre ucuz olduğu yanılsaması yaratılır bir güzelce.
En basit ve en yalın halde, bu gibi örneklerle hayatımıza girer hileler. Uygulandığı alanlara bağlı olarak, farklı kelimelerle birlikte ya da eş anlamlı olarak kullanılır. Aldatma, kandırma ve dolandırma gibi…
Günlük yaşamda sıkça kullanılan hile kelimesi sözlüklerde; “Birini aldatmak, yanıltmak için yapılan düzen, dolap, oyun, ayak oyunu, alavere dalavere, entrika” ve “çıkar sağlamak için bir şeye değersiz bir şey katma” olarak tanımlanıyor.
Hile ve hilekarlık geçmişte ender görülen davranışlar iken günümüzde çok sık karşılaştığımız bir durum. Hatta içinde yaşadığımız sistemin sürdürülebilmesini sağlayan yegane yapı taşına dönüştü. Eskiden utanılacak, yüz kızartıcı bir şey olan hile, günümüzde ise yapılmadığında şaşırılan bir olguya dönüşmekte. Makyaj bile bir hile sayılır. Siyah noktaları, kırışıklıkları, lekeleri kapatarak daha genç görünme isteği, makyaj malzemelerinin de desteğiyle belki de en sık kullanılan hile yöntemine dönüşüvermiş.
Sadece yoğun bir şekilde kapitalist tüketim kültürünün “güzellik” propagandasına maruz kalanlar değil; şirketler de makyaja gereksinim duyarlar. Bazen amaçları kendi varlıklarını daha değerli göstermek olabildiği gibi; bazen de, özellikle de vergi aylarında, zarar edermiş gibi göstermeye çabalarlar. Bunu da rakamlarda hile yoluyla elde ederler.
İzlediğimiz futbol oyunlarından ticaret yaşamına varıncaya dek her an bir hile örneğine rastlayabiliriz. O kadar yaygınlaşmıştır ki hile, internetten sipariş ettiğimiz bir şey elimize tastamam ulaşınca şaşırırız. Manavın selemize çürük elmaları değil de tazelerini koyması mutluluk verici bir hal alır. Sütçünün sütünün susuz olması ise adeta bir sürprizdir. Dürüstlük ise bir utanç kaynağına dönüşmüştür artık. Yoksul, hile kullanmayan dürüstlerin arkasından küçümseyici ve acıyan bir tonla “o da dürüst işte” denilir. Artık hile, çağımızın davranış biçimi haline gelmiştir. Hile yapanlar diskalifiye edilmek bir yana baş tacı edilirler. Kazanmanın da kaybetmenin de yolu hileden geçer. Yaparsanız kazanır, yapmazsanız kaybedersiniz.
Hileye her yerde ve her konuda başvurulması tesadüf değildir. Kapitalizm kendi varlığını da aldatma üzerinden kurduğu için, hile, kapitalizmin her açıdan sömürmek, metalarını tükettirmek, kendisini zenginleştirmek ve insanları yoksullaştırmak için kullandığı, en eski ve yaygın yöntemlerden biridir. Dolayısıyla, kapitalizm de kendisini var eden sömürüyü gizlemek için hile yapar.
İnsanların birbirlerine güveninin kalmadığı günümüz toplumlarında, hilenin, aldatmanın, kandırmanın bu denli yaygın olmasından daha normal bir şey de olamaz sanırız.
Uğur Akbaş
Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 27. sayısında yayımlanmıştır.
The post ” HİLE ” – Uğur Akbaş appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post ” SUBLİMİNAL ” – Büşra Cengiz appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>İletişim denilen şeyin var olabilmesi için, iletişime açık en az iki canlıya ihtiyaç vardır. İletişim bu iki kişi arasındaki “etkileşim”den doğar. Sağlıklı bir iletişimin anahtarı ise az önce bahsettiğimiz “etkileşim”in ta kendisidir. Eğer bu olmazsa ya iletişim ortadan kalkacaktır ya da bu münasebetin kendisi “tek yönlü iletişim”e dönüşecektir. Biz buna “telkin” ya da komut” diyebiliriz. Tıpkı günümüzde olduğu gibi yukarıdan aşağı doğru örgütlenen toplumlarda “tek yönlü iletişim” favori iletişim biçimidir. Dünyaya sahip olduğunu düşünenler tebaalarına farklı yöntemlerle telkinlerde bulunurlar. “Çalış”, “tüket” ve “itaat et”! Kimi zaman ve kimi yerlerde bunu doğrudan yapan efendiler kimi zamanda bunu gizli kapaklı yollarla yapmaya çalışırlar. Özellikle “Kitle İletişim Araçları” bu “tek yönlü iletişim” biçimini gizli kapaklı yöntemlerle uygulamak konusunda bir hayli ustadır.
Birden fazla yolla, başka bir deyişle, tekrara düşen telkinlerle yinelenen mesajlar, subliminal mesaj olarak adlandırılıyor. Akıllı ürün yerleştirmeden, çok hızlı görüntü verme yöntemine; resminin içine gizlenmiş kelimeler veya görüntülerden, alışılagelmiş sembollere kadar bir çok yöntemi olan subliminal mesaj gönderme, 1900’lü yıllardan bugüne kullanılagelmekte!
Gözümüzün gördüğü her görüntü, kulağımızın işittiği her ses ya da soluduğumuz her kokunun ancak çok sınırlı bir kısmını algılayabiliyoruz. Ancak tüm bu veriler beynimizin bir köşesinde kaydediliyor ve depolanıyor. Mesela, merdivenleri çıkarken kaç tane olduğunu saymasak bile, bu sayılıyor ve kaydediliyor. İşte subliminal mesajların hedefi, algılayamadığımız ama depolanan verilerin bölgesine yönelik oluyor.
Sübliminal mesaj denince akla gelen en önemli deneylerden biri, reklamcı James Vicary’nin takistoskop cihazıyla yaptığı deneydir. A.W Volkman tarafından geliştirilen takistoskop, bir saniyenin 1/3000’i gibi kısa bir sürede açılıp kapanan objektif kapağı sayesinde mesajlar (görüntü ya da resim) yansıtan bir film projektörüdür. Bir sinema salonunda gerçekleştirilen bu deneyde, projektörle yollanan “cola için ve mısır yiyin” mesajı salondaki mısır satışlarını % 57.8, cola satışlarını % 18.1 arttırmıştır. Günümüzde bu yöntem, filmlere gözümüzün algılamadığı ek kareler eklenmesine dönüşmüştür. 24 kareden oluşan videoya yerleştirilen 25. kare, gözün bu kareyi görmezden gelmesi yüzünden fark edilmez, ancak subliminal mesaj olarak algılanır
Hollanda Nijmeyen Üniversitesinden Johan Karremans‟ın bir çalışmasında susuzluğu gösteren konuları göstermiş ve bunlardan önce saniyenin binde biri sürede “Lipton” diye mesaj göndermiştir. Bundan sonra, deneklere bir içecek seçmeleri söylendiğinde, %80 oranında “Lipton” markasını seçmişlerdir
Bir diğer belirgin örnek ise “Kuzuların Sessizliği” filminin afişindeki kelebekte saklıdır! Kelebeğin baş kısmında çıplak kadın bedenlerinden oluşan bir kurukafa vardır. Korku ve arzuyu aynı anda içeren bu mesaj, bizde filme dair bir merak uyandırır. Özellikle reklam filmlerinde, içecek şişelerinin, dondurma, çikolata ya da sandviçlerin fallik imgeyle tanımlanması sık kullanılan bir tekniktir.
2000 yılında ABD seçimlerinde G. Bush’un ekibi, rakibi Al Gore’u hedef alarak bir reklam filmi yapıyor. Reklam filminin bir bölümünde geçen bureaucrats kelimesinin rats (sıçanlar) kelimesi Al Gore’un yüzünün üstüne gelecek şekilde yerleştiriliyor.
Bu mesajların büyük çoğunluğu görsel yollarla verilse de kimi zaman farklı duyu organlarına yönelik mesajlarda üretilebiliyor. Yaşadığımız topraklarda dört, dünyada on beş adet şirket, sadece tüketici davranışlarını değiştirecek kokular üzerine çalışıyor. Giyim mağazaları, süpermarketler, AVM’ler bu kokularla donatılırken, kimi ürünlerde cezbedici kokularla ürünün tüketimini arttırmayı başarabiliyor. Girdiğiniz bir süpermarketin, ısısı, ışıklandırılması, çalınan müzikler ve raf dizilimi dahi sizi tüketime daha doğrusu daha çok tüketime davet ediyor.
Fakat mesele subliminal mesajlar olunca komplo teorileri ile gerçekler birbirine karışıyor. Özellikle yaşadığımız topraklarda her görüntüden bir anlam çıkarma kaygısı, “allah diyen aslan” tadında karikatürize edilerek önümüz sürülüyor. Bu “niyetli” okumalar, subliminal mesajlar gerçeğinin ciddiyetini tartışılır hale getiriyor. Çizgi filmlere yerleştirildiği söylenen “sex” kelimeleri, herhangi bir görüntüdeki herhangi bir siluetin “kahve falına” bakarcasına “çıplak kadın”lara benzetilmesi açıkçası meseleyi sulandırıyor. Hele ki bütün bunların dünyanın ahlakını bozmak için masonlar, yahudiler ya da illuminati tarafından yapıldığının iddia edilmesi ise meseleyi büsbütün inandırıcılıktan uzaklaştırılıyor.
Fakat bu iddiaları bir kenara koyacak olursak, yıllardan beri insanları daha rahat kontrol altına almak için envai çeşit yol deneyen devlet adamlarının, kapitalistlerin ve reklamcıların bu ve benzeri yöntemleri kullanmadıklarını söylemek en hafif tabirle saflık olur. Yaşamımızın göbeğine yerleşmiş tüketim malları onların üzerine sürülmüş cinsel çağrışımlar, kulağımızın ardında “tüket tüket” diye fısıldayan dış sesler, kafamızı kaldırdığımız her noktada yüzümüze çarpan reklamlar, politikacıların, patronların durmadan ürettikleri yalanlar, her gün ve her dakika bilincimize saldırmaya devam ediyor. Saldırının kendisi bilinci alt – üst ederken, bedenlerimizi ve yaşamımızı da kontrol ediyor. Gerçekler ise tüm bu makyajın ve karmaşanın ortasında bizler tarafından bulunmayı bekliyor!
Büşra Cengiz
Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 27. sayısında yayımlanmıştır.
The post ” SUBLİMİNAL ” – Büşra Cengiz appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>