The post Sınıf Mücadelesi mi Sınıf Kini mi? – Errico Malatesta appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Sınıf Mücadelesi mi Sınıf Kini mi?
Milano’daki jüriye sınıf mücadelesi ve proletarya ile ilgili eleştiri ve şaşkınlığı yükselten bazı fikirlerimi anlattım. Bu fikirlerin üstünden tekrar geçsem iyi olur.
Kindarlığı kışkırttığıma dair suçlamalara öfkeyle karşı çıktım; propagandamda her zaman toplumsal yanlışların bir efendinin ya da bir başkasının, bir yönetici veya başka bir yöneticinin zayıflığına dayanmadığını, daha ziyade bir kurum olarak efendiler ve hükümetlere dayandığını göstermeye çalıştım. Dahası, çare birey olarak yöneticileri değiştirmekte değildir, insanın insan üzerinde tahakküm kurduğu sistemin kendisini ortadan kaldırmak gereklidir. Ayrıca bir işçinin, hele bir de kazara zenginliğe ve otoriteye sahip olduğu bir konuma gelmişse, tıpkı sıradan bir burjuva gibi davrandığı gerçeğini göz önüne aldığımızda, işçilerin birey olarak burjuvaziden daha iyi olmadığını da her zaman vurguladım.
Bu gibi açıklamalar burjuva basını tarafından karalanmış, bozulmuş, değiştirilmiştir; sebebi de gün gibi ortadadır. Polislerin ve sahtekârların çıkarlarını korumak için para alan basının görevi, anarşizmin gerçek doğasını halktan gizlemek ve anarşistlerin kinle dolu, yakıp yıkan kimseler olduğuna dair hikâyelere inandırmaya çalışmaktır. Bu, basının görevidir fakat kabul etmemiz gerekir ki bunu çoğunlukla iyi niyetle salt cahilliklerinden yapmaktadırlar. Bir zamanlar bir tutku olan gazetecilik çürümüş bir mesleğe dönüştüğünden beri, gazeteciler yalnızca ahlâki algılarını değil bilmedikleri şeyler hakkında konuşmaktan kaçınmanın entelektüel dürüstlüğünü de kaybettiler.
Niteliksiz yazarları şimdilik bir kenara bırakalım ve çoğunlukla yalnızca kendilerini ifade etme biçimlerinden kaynaklı olarak düşünceleri bizimle ters düşen, fakat bizimle samimi bir şekilde aynı şeyi hedeflediği için dostumuz kalan yazarlar hakkında konuşalım.
Bu insanların şaşkınlığı tamamen sebepsizdir, öylesine sebepsizdir ki bu şaşkınlığın yapmacık olduğunu düşünmeye başlayacağım. Benim bunları elli senedir söyleyip yazdığımı ve yüzlerce, binlerce anarşistin de şimdi veya geçmişte aynılarını söylediği gerçeğini görmezden gelemiyorlar.
Biraz bu ayrışmadan bahsedelim.
Nasırlı elleri göze alarak tüm erdemlerle ve dürüstlükle kutsalca dolup taşan “işçi zihinli” insanlar vardır; proletaryanın kutsal ismi üzerine yemin etmeden halkla ve insanoğluyla ilgili konuşmaya cüret edecek olursan sana karşı çıkarlar.
Pekala, tarihin proletaryayı gelecek toplumsal devrimin ana aracı yaptığı bir gerçektir; tüm insanların özgür olduğu ve özgürlüklerini kullanabilecekleri tüm imkânlara sahip olduğu bir toplumun kurulması için mücadele edenler, daha çok işçi sınıfı üzerinde durmalıdır.
Günümüz itibariyle, tüm toplumsal yanlışların ve kitlelerin bağımlılığının ana sebebi, doğal kaynakların biriktirilmesi ve geçmişte olduğu gibi şimdiki jenerasyonların da çalışmasıyla oluşturulmuş sermayedir. Bu, hiçbir şeye sahip olmayan kişiler için normaldir ve zorunlu kamulaştırmanın öznesi olmak için daha doğrudan ve açıkça üretim araçlarının paylaşımıyla ilgilenmektedirler. Propagandamızın özellikle -hayat şartları ayaklanmayı ve nihai bir hedefe ulaşmayı imkânsız kılan- işçilere hitap etmesinin sebebi budur. Yine de yoksulu sırf yoksul olduğu için ne saplantı hâline getirmeye, ne de onu doğası itibariyle üstün olduğuna inandırmaya gerek vardır; bu koşulun erdemden kaynaklanmadığı ve ona kendine yanlış yapanlara yanlış yapma hakkı veren iradesinden gelmediği kesindir. Nasırlı ellerin tiranlığı (pratikte, zamanında olsa bile, artık nasırlı elleri olmayan bir kaç kişinin tiranlığı) diğer tiranlıklardan daha zayıf ya da güçlü olmayacaktır ve eldivenli ellerin tiranlığından daha az kalıcı kötülüklere yönelmeyecektir. Muhtemelen daha az aydınlanmış ve daha vahşi olacaktır, o kadar.
Yoksulluk, nesilden nesile uzadığında, maddi zarar ve fiziksel bozulmanın yanı sıra ahlaki yabanileşme de üretmeseydi, bu kadar korkunç bir şey olmazdı. Yoksulların hataları, onlardan daha iyi olmayan, fakat ayrıcalıklı sınıfta iktidar ve zenginlikle yetişmiş olanlardan farklıdır.
Burjuvazi, büyük fatihlerden açgözlü ve kan emici patronlara, Giolitti ve Graziani’nin ve insanoğlunun diğer işkencecilerinin hoşlandığı şeyleri ürettiği gibi Cafiero’nun, Reclus’nün, Kropotkin’in ve tarihte sınıf üstünlüklerini bir ideal uğruna feda eden herkesin hoşlandığı şeyleri de üretiyor. Proletarya insanlığın kefareti için nice kahramanlar, şehitler verdiği gibi burjuvazinin yokluğunda bir gün bile dayanamayacak katilleri, kendi kardeşlerine ihanet edenleri, beyaz muhafızları da veriyor.
Kötülüğün her yerde olduğu, bireysel iradeyi ve sorumluluğu aşan sebeplere dayandığı ortadayken kin nasıl olur da istek ve ihtiyaçları karşılamanın en iyi yolu olan adaletin bir ilkesi olmaya yükselebilir?
Birisinin sınıf mücadelesinden kastı ezilenlerin ezenlere karşı -ezilmişliğin ortadan kaldırılması için- verdiği mücadeleyse, bırakın istediği kadar sınıf mücadelesi olsun. Bu mücadele ahlâki yükselmenin ve maddi iyileşmenin bir yoludur; güvenilebilecek asıl devrimci güç budur.
Fakat kine geçit vermeyin çünkü sevgi ve adalet kinden yükselemez. Kin, intikama yol açar; yani düşmanından yukarıda olma isteğine, bir tarafın üstünlüğünü pekiştirmeye yol açar. Kin olsa olsa, ezenler kazanırsa yeni hükümetlerin bir kurumu olabilir, ama asla anarşinin bir kurumu olamaz.
Maalesef bedenleri ve düşünceleri toplum tarafından kiralanan ve eziyet edilen zavallıların kinini anlamak kolaydır: Ne de olsa yaşadıkları cehennem bir idealin ateşiyle tutuştuğunda kin kaybolur ve yerini iyi olan için mücadele etmenin ateşli isteği alır.
Bu yüzdendir ki gerçek kindarlar yoldaşlarımız arasında bulunamaz, her ne kadar kinin sözcülüğünü yapan bir çok yoldaş olsa da. Bu yoldaşlar, onlara güzel -belki de kötü- dizeler besteleyebilme fırsatı verdiği için bu kinin şarkısını söyleyen fakat iyi ve barışçıl ozanlar gibidirler. Kinden bahsederler ama onların kini sevgiden yapılmıştır. Bu yüzden onları severim, her ne kadar benim için yalnızca isimden ibaret olsalar da.
Çeviri: Umut Adnan Aydemir
The post Sınıf Mücadelesi mi Sınıf Kini mi? – Errico Malatesta appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post Napoli’deki Kolera Salgınında Malatesta ve Anarşistler appeared first on Meydan Gazetesi.
]]> “Halk artık yiyecek bir şey bulamadığında zenginleri yiyecek.”
– La Révolte
1884 yılında Napoli, tüm Avrupa’da görülen, yüzyılın en etkili salgınıyla karşı karşıyaydı. Avrupa’nın tüm büyükşehirlerinde görülen kolera salgını Napoli’de bu büyükşehirlerin tamamından daha büyük bir etki yaratacak, sonrasında şehrin mimarisini yeniden yapılandırmaya girişip labirentleri yıkarak büyük bulvarlarda kesişen caddelere sahip yeni merkezi bulvarlar yapacak kadar kalıcı etkiler bırakacaktı. Yaklaşık 2 milyon nüfusu bulunan Paris’te 1884 yılı boyunca kolera salgını kaynaklı yaşamını yitirenlerin sayısı 986 iken ortalama 550 bin nüfuslu Napoli’de kolera 14 bin kişiyi etkilemiş, 7 bin kişi salgın nedeniyle yaşamını yitirmişti. (1)
Henüz 14 yaşındayken İtalya Kralı’na bölgesel bir adaletsizlikle ilgili olarak yazdığı şikayet mektubu nedeniyle hapis cezası ile tanışan Errico Malatesta, yaşamı boyunca defalarca tutuklandı veya İtalya dışına çıkmak zorunda kaldı. Tıp öğrencisiyken bir eyleme katıldığı için okuldan atılmıştı. 1884 yılına gelindiğinde, “La Questione Sociale”de yazılan yazılar gerekçe gösterilerek hakkında 3 yıl hapis cezası verilmişti. Cezanın temyiz duruşması 14 Kasım’da görülecek ve Malatesta bu süre boyunca tutuksuz yargılanacaktı. Hapis cezasının kesinleşeceği tahmin edildiği için İtalya’dan ayrılmayı planlayan Malatesta, aynı dosyadan ceza alan yoldaşlarıyla birlikte karantina altında olan Napoli’ye gitmeyi tercih etti. Kolera salgınına yakalanan hastaların tedavi edilebilmesi ve karantina altına alınmış bir şehirde yaşayan ezilenlerle dayanışma göstermek için Napoli’ye giden anarşistler, salgın bittikten sonra “Kolera salgınının nedenleri içerisinde sefillik var, sefil yaşamlar salgının yayılmasını hızlandırdı, bu bir adalet sorunudur.” diyerek şehirden ayrılacaklardı.
Napoli’de devlet kolera salgınına büyük bir baskıyla karşılık verdi; sıkıyönetim altına alınan şehre giriş çıkışlar yasaklandı, sokağa çıkma yasağı uygulandı. Devrimcilerin yaklaşımı ise bambaşka oldu. Errico Malatesta, Galileo Palla, Fransesco Pezzi, Luisa Minguzzi, Fransesco Nata, Cesare Agostinelli, Antonio Valdre, Rocco Lombardo ve Massimiliano Boschi Napoli’deki ezilenlerle dayanışmak için şehre gelen anarşistlerden bazılarıydı. Hızlıca gönüllü grupları oluşturdular. Napoli’ye gelir gelmez uzun yıllardır burada yaşayan anarşist Florentine Lombard ile bir araya geldiler. Lombard aynı zamanda bir hemşireydi, salgın boyunca yürütülen dayanışma faaliyetlerini örgütleyenlerin arasında önemli bir rolü vardı. Kolera, yasaklı Napoli sokaklarında ezilenlerle dayanışmaya koşan devrimciler için de ölümcüldü. Bu süreçte anarşist gazete Proximus Tuns’tan Antonio Valdre, Rocco Lombardo ve Massimiliano Boschi koleraya yakalanarak yaşamını yitirenler arasındaydı. (2)
1884 yılında Fransızca yayınlanmakta olan anarşist gazete La Révolte, Napoli’de yaşananları şöyle aktarıyor:
“Kolera İtalya’da etkisini gösterdiğinde haliyle proleter ailelerden çok fazla kurban vardı çünkü onlar hijyen lüksüne para ayırabilecek durumda değillerdi. Hijyen de diğer bütün ayrıcalıklar gibi sadece burjuvaziye aitti. Halk artık yiyecek bir şey bulamadığında zenginleri yiyecek.” (3)
La Révolte Napoli’de dayanışma için bulunan yoldaşlardan da haber veriyordu:
“Napoli’deki kolera salgını bildiğiniz gibi işçiler arasında büyük bir sıkıntıya yol açtı. Bu süreçte hastaları iyileştirmek üzere Napoli’ye giden yoldaşlarımız döndüklerinde koleranın gerçek sebebini anlatan bir manifestoyu -sefalet ve bunun tek çözümü olan toplumsal devrimin vurgulanacağı- yayınlayacaklar. Bugünlerde gazeteler, doğal olarak dindar gazeteler ‘insanların rahatça ölmesine izin vermeyen acımasız anarşistlerin’ üzerine polis kalabalıklarını göndermeye çalışmadan edemiyor. Ama bunlar bizi durduramayacak.
Anarşistler hasta insanları iyileştirmek pahasına yaşamlarını yitirdiler. Lombardo, Boschi ve diğer yerlerdeki yoldaşlar da ölenler arasındaydı. 2 Kasım tarihinde kaybettiğimiz yoldaşlarımız için bir anma töreni örgütledik. Devlet bu anmayı engellemeye çalıştı fakat biz pes etmedik.” (4)
Errico Malatesta, Napoli’de bulunduğu süre boyunca bir hasta grubunun sorumluluğunu üstlenmişti. Bu hasta grubu, en yüksek iyileşme oranının yakalandığı gruplardan biri olacaktı. Tüm gönüllülerin devlet tarafından ödüllendirildiği Napoli’de, Malatesta ve -bir çoğu çoktan İtalya’dan ayrılmış- yoldaşlarının payına düşen ödül, karantinadan önce verilen hapis cezasının temyiz duruşmasına gitmedikleri gerekçesiyle çıkarılan yakalama kararı olmuştu.
Malatesta da hakkında yakalama kararı çıkmasından sonra Floransa’ya geçti. Floransa’da yoldaşlarıyla kaldığı bina polis tarafından kuşatıldı. Hızlıca bir kaçış planı hazırlandı. Bir dikiş makinası kutusunun içerisine saklanarak yoldaşları tarafından binanın önünde bekleyen yük arabasına taşınacaktı. Bu sırada kapıda bekleyen polislerden biri, Malatesta’nın içinde olduğu kutunun yük arabasına taşınmasına yardım edecek, Malatesta aynı gece Buenos Aires’e doğru yola çıkacaktı. (5)
Yaşamının büyük bölümünü ezilenlerin özgürlük mücadelesi pahasına hapiste ve sürgünde geçiren Malatesta, doğrudan ezilenlerin yaşamlarını tehdit eden bir salgın söz konusu olduğunda, yoldaşlarıyla birlikte kuşkusuz dayanışmaya koştu. Devletin saldırıları, kolerayla boğuşan ezilenlerle dayanışmasına da özgürlük mücadelesini başka coğrafyalara taşımasına da engel olamadı. La Révolte’yle kolera bölgesinden seslenen anarşistler, bölgede yaşadıkları engellemelere rağmen “Bunlar bizi durduramayacak!” demişti. Malatesta’yı, dayanışmayı, anarşizmi durduramadılar.
Şamil Parlak
Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 53. sayısında yayınlanmıştır.
1) Frank M. Snowden: Naples İn The Time of Cholera 1884-1911.
2) Max Nettlau: Errico Malatesta, The Biography of An Anarchist.
3) La Révolte, Yıl: 6 Sayı: 15, 14 Eylül 1884.
4) La Révolte, Yıl: 6 Sayı: 21, 7 Aralık 1884.
5) Luigi Fabbri: Life of Malatesta.
The post Napoli’deki Kolera Salgınında Malatesta ve Anarşistler appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post POLİTİKA? – İlyas Seyrek appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Politika, tarihsel süreç içerisinde toplumsal ilişkilerin ve mekanizmaların değişimiyle birlikte dönüşüme uğramış, oldukça farklı biçimlerde tanımlanmıştır.
Belirli bir yerleşim alanında nüfusları giderek artan topluluklar farklı istek, arzu ve ihtiyaçları yaratmış ve politikanın, toplumsal ihtiyaçların ortaklaşa giderilebilmesinin yolu olduğu giderek ortaya çıkmıştır.
İnsanın toplumsal yapısının işleyiş yolu olarak politikanın önemi kimi düşünür ve filozoflar tarafından dile getirilmiştir. Aristoteles’in insanı “zoon politikon/politik hayvan” olarak tariflemesi de politikanın insan toplumsallığına ilişkin olduğuna dair bir görüşün yansımasıdır.
Politika temel olarak, zihinsel ve fiziksel alanlarda çeşitlenmiş ihtiyaçların toplumsal çapta giderilmesi için kararlar alma, kararların uygulanmasını sağlama çabası olarak tanımlanabilir.
Toplumsal yaşam biçimlerinin hemen hepsi için geçerli olabilecek bu işleyiş, iktidarlı yapılar ile birlikte yozlaşmış ve dönüşüme uğramıştır. Toplumsal yapıyı ve onun ürettiği avantajları kontrol altına almaya çalışan iktidarlar, baskı ve manipülasyon yoluyla politika yapma biçimini değiştirmiştir. Bu biçim bir kişi, grup ya da sınıfın/zümrenin hakimiyetine geçmiştir. Politika toplumsal bir uğraş olmaktan çıkıp ya tamamen iktidarların hakimiyetinde kalarak sadece “yönetim” olarak anlaşılmış ya da iktidarların izin verdiği ölçüde, sınırlarını iktidarın çizdiği bir çerçeve içerisine hapsedilmiştir.
Siyaset Yapmak
Toplumsal bir sorumluluk içerisinde tek tek bireylerin düşlediklerini eyleyebilmeleri olarak tanımlayabileceğimiz özgürlük halinin yolu toplumsal yaşamı sürdürmekten ve dolayısıyla politika yapmaktan geçerken iktidar ve mülkiyet ilişkileriyle sarılı otoriter mekanizmaların varlığı ile birlikte yeni politika yapma yolu köleliğe neden olmuştur.
Politika sözcüğü Türkçe’de “siyaset” olarak karşılık bulmaktadır. Arapça kökenli bir kelime olarak siyasetin “hayvan ve reayayı keyfi yönetme” anlamına sahip olması da yukarıda bahsedildiği gibi politikanın yozlaştırılmış biçiminin günümüzde kabul gören anlamını işaret etmektedir.
Günümüzde devlet, politika sahnesini tamamıyla kendisi doldurmaya çalışmaktadır. Politika toplumsal yaşamı tümüyle düzenleme iddiasına sahip devletli sistemin sınırlarına sıkıştırılmıştır. Günümüzde politika denildiğinde akıllara partiler, seçimler, anayasa vs. gelmesinin nedeni de iktidarlı mekanizmaların son üç yüz elli yılda politika alanını domine etmiş olması ve devletli bir işleyişin konusu dışındakileri politikanın dışına itmiş olmasıyla alakalıdır.
Politika ve Anarşizm
Bilimde, teknolojide ve ekonomide büyük gelişmelerin yaşandığı ve aynı zamanda büyük toplumsal sorunların ve dönüşümlerin yaşanmaya başlandığı modern dönemle birlikte toplumsal yaşamın kim tarafından ve hangi temellerle inşa edileceğine dair de önemli düşünce ve hareketler gelişmiştir.
Politikanın sınırlarının tekrar tartışıldığı, politika yapma hakkının tek bir kişi ya da zümrenin elinden alınmak istendiği dönemle birlikte siyasi hareketler ve ideolojiler “politik” arenaya etkide bulunmuştur.
Toplumsal dönüşümü öngören hareket ve ideolojilerin politikanın alanının genişlemesine dair talep ve mücadeleleri, politikanın tanımı ve uygulanmasına dair önemli tartışmaları ve çatışmaları yaratmıştır. Halkın, temsilcileri yoluyla politikaya dahil olmasını isteyen teori ve ideolojilerin yanında toplumsal üretimi sağlayan ve halkın büyük çoğunluğunu oluşturan işçi sınıfının devleti kontrol ederek toplumsal yaşamı düzenlemesi gerektiğini düşünen teori ve ideolojiler ortaya çıkmıştır.
Politikayı devletli arenada konumlandıran, yönetsel bağlama sokan düşüncelerin karşısında ise anarşizm belirmiştir.
Toplumsal yaşamı düzenlemek politikanın konusu ise anarşizm de toplumun iktidarsız bir biçimde yeniden organize edilmesini savunduğu için politik bir ideoloji olarak ortaya çıkmıştır. Hem tek bir kişi ya da grubun uğraşı olan eski iktidarlı politika yapma biçimine hem de halkın temsilcileri yoluyla icra edilen politika yapma biçimine karşı çıkarak halkın tamamının toplumsal yaşamı düzenleyebilmesi için etkin birer özne olacağı politika yapma biçimini amaçlamıştır.
Toplumsal yaşamın radikal dönüşümünü, bir devrimi amaçlayan ve buna göre politika yapma biçiminin değişmesini isteyen anarşizmin bu güçlü iddiası ile birlikte, Birinci Enternasyonal, Paris Komünü, 1917 Rus Devrimi, 1921 Mahnovşçina deneyimi ve 1936 İberya Devrimi başta olmak üzere, dünyadaki toplumsal hareketlerde önemli etkileri bulunan bir hareket ve ideoloji olduğunu görmek mümkündür.
Anarşizm, toplumsal anlamda etkisi yüksek bir hareket ve ideoloji olarak politika yapma biçimlerinin tartışılmasında da oldukça büyük katkılarda bulunmuştur. Liberal politika yapma biçiminde deneyimlenen, temsili demokrasinin çıkmaza girmesi durumu ve işçi sınıfını otoriter araçlardan ayrı düşünemedikleri için politikanın tek partinin çıkar ve söylemlerine terk edildiği örnekleri yerel, bölgesel veya küresel çapta açlık, göç, savaş, sömürü gibi toplumsal adaletsizlik ve baskı pratiklerine neden olmuştur.
Tüm bu toplumsal sorunların çözümü olarak da liberal veya marksist teori ve hareketler özgürlükçü düşüncelerden beslenmeyi tercih etmektedir. Devletli toplumsal yaşama itirazı, birey ve toplum analizleri gelişmiş olan anarşist teori ve pratikten yeni politika yapma araçları ödünç alınmaya çalışılmıştır. Özörgütlenme, özyönetim gibi kavramlar bu yöntem ve araçlardan sadece birkaçıdır.
Günümüzde liberal ve marksist teorilerin etkilendiği bu kavramların kökenleri pek tabi ki klasik anarşist döneme kadar gitmektedir. Ayrıca bugün bu kavramların kökenlerini ve bir ideoloji olarak anarşizmin politikadan ne anladığını klasik anarşist düşünürlerin politikaya bakış açısına bakarsak anlayabiliriz.
Bakunin ve Anarşist Politika
Klasik, devrimci anarşizmin politika ile ilişkisini kurabilmek için yüzümüzü dönmemiz gereken kişilerden biri Bakunin’dir. Bakunin’in devrimci mücadele, anarşizm ve politika konusundaki düşüncelerini en net anlayabileceğimiz metinler ise I. Enternasyonal’e dair yazdıklarında ortaya çıkmaktadır.
Bakunin, dönemindeki politika yapma biçimini analiz etmiş ve politikayı “bugüne kadar, gerçek bir halk politikası olmadı. Bugüne kadar var olan biricik politika, sonu gelmez üstünlük mücadelesinde birbirlerini devirip birbirlerinin yerine geçmek için işçilerin fiziksel yiğitliğini kullanan ayrıcalıklı sınıfların politikası oldu.” sözleriyle eleştirmiştir.
Fransız Devrimi’nde olduğu gibi bir önceki döneme göre politikanın çerçevesinde büyük değişikliklerin meydana geldiği zamanları da yetersiz ve eksik bulmuştur: “Fransız Devrimi bile halkın konumunu esaslı bir şekilde değiştirmedi. Yalnızca yerine burjuvaziyi geçirmek üzere, soylular sınıfını ortadan kaldırdı”.
Bakunin’in, bu anlayışla birlikte, I. Enternasyonal esnasında yürütülen “Enternasyonal’deki işçilerin politik mücadele verip vermemesi” tartışmasında politika karşıtlığı yapmasını iyi anlamak gerekmektedir: “Kurtuluş söz konusu olduğunda, her türlü politika, gerici unsurlar tarafından belirlendiği için, Enternasyonal’in öncelikle kendisini bir bütün olarak politikadan arındırması ve ardından da burjuva toplumsal düzenin yıkıntıları üzerinde Enternasyonal’in yeni politikasını oluşturması gerekiyordu”.
Enternasyonal örgütlenme Bakunin’e göre sadece ekonomik nitelikte de değildir. Bu kurtuluş aynı zamanda toplumsal, felsefi ve ahlakidir. Ayrıca tüm devletleri ve sınırlarını ortadan kaldırma anlamında da negatif bir politiklik taşımaktadır. Mevcut politik düzeni yıkmak oldukça politik bir niteliktir.
Malatesta ve Politik Mücadele
Anarşist mücadele içerisinde pek çok teorik ve pratik tartışmada yer almış, anarşizmi örgütlemeye çalışmış ve politik örgütlenmelerin içerisinde bulunmuş biri olan Errico Malatesta’nın politika hakkındaki düşüncelerine bakmak da politika yapmanın anarşizm içerisinde nasıl anlaşıldığını görmek açısından önemlidir.
Malatesta politik mücadele sözüyle, devlete karşı mücadeleyi kastetmektedir ve ona göre devlet, yasaları yoluyla politika yapma meşruluğunu kendi elinde tutan bir yapıdır. Herkesi ilgilendiren tüm konularda, herkesin onayı alınmalıdır; bu nedenle Malatesta insanları yeni bir politika tarzına çağırmaktadır.
“Politik özgürlük sağlanmadan ekonomik özgürlüğe, ekonomik özgürlük sağlanmadan da politik özgürlüğe ulaşılamaz” derken de politik özgürlükten kastı -toplumun kendi yaşamını organize edebilmesi için- devletin politik arenadan silinmesidir.
Politika alanını kendi çıkarları doğrultusunda domine eden devletin karşısında halkın yaşamsal acil ihtiyaçlarının karşılanması doğrultusunda verilen hak mücadelelerini de “mücadele ederken de bir şeyler öğrenileceğine ve biraz olsun özgür olmak için başlanan mücadelenin, özgürlüğün tadına varıldığında tamamen özgür olmak için verilen bir mücadeleye dönüşeceğine inanıyoruz.” ifadesiyle politik mücadele kapsamında değerlendirmiştir.
Politik Mücadele ve Devrimci Anarşizm
Bugün her türlü bireysel ve toplumsal özgürlüğün karşısında, toplumsal yaşamın tamamını kontrol etmeye çalışan iktidar mekanizmaları tarafından icra edilen “politika” tarzı, devrimci anarşizmde kullanılacak bir yöntem değildir. Aksine devrimci anarşistlerin, toplumların bütünlüklü özgürlüğü için devletlerin politikasına karşı kendi yaşam alanlarını kurup büyütme ve nihai olarak tüm iktidar mekanizmalarını yok etme mücadelesi kendi politikalarının özünü oluşturmaktadır.
İlyas Seyrek
Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 52. sayısında yayınlanmıştır.
The post POLİTİKA? – İlyas Seyrek appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post İtalya Napoli’de 1884’deki Kolera Karantinası ve Malatesta ile Anarşist Yoldaşlarının Dayanışması appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>1884 sonbaharının başlarında aralarında Malatesta’nın da olduğu anarşistler, koleranın başladığı Napoli’ye gittiler. Üç yıl hapis cezası olduğu halde İtalya’dan ayrılmayan Malatesta kolera salgınının olduğu karantinadaki Napoli’ye gitti. Malatesta’nın amacı Napoli’deki dayanışmalara katılmaktı. Anarşistler Napoli’deki hastanelerde hastalarla dayanışma gösterdiler.
Bu süreçte anarşist gazete Proximus Tuns’tan Antonio Valdre ve Rocco Lombardo, koleraya yakalanarak yaşamlarını yitirdiler. Dayanışmaların örgütlenmesinde hemşire Florentine Lombard’ın pozisyonu önemliydi. Malatesta ve arkadaşları fedakarlıkları ve enerjileri ile alakalı, tanınmış anarşist Galileo Palla tarafından ziyaret edildiler. Bir tıp öğrencisi olan Malatesta’nın ilgiyle tedavi ettiği birçok hasta iyileşti. Malatesta ve birçok anarşist gönüllünün Kolera karantinası ile ilgili yorumları şöyleydi: “Kolera salgınının nedenleri içinde sefillik var. Sefil yaşamlar salgının yayılmasını hızlandırdı, bu bir adalet sorunudur.”
Tüm gönüllülerin ödüllendirildiği Napoli’de kolera karantinasının azalmaya başladığı günlerde cezalarından dolayı Malatesta ve arkadaşları Güney Amerika’ya kaçtılar.
The post İtalya Napoli’de 1884’deki Kolera Karantinası ve Malatesta ile Anarşist Yoldaşlarının Dayanışması appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post Anarşist Yayınlar (22) : Peru’da Anarşist Yayınlar appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Anarşizmin, bir düşünce ve hareket olarak örgütlendiği dünyanın bütün topraklarındaki yayıncılık faaliyetlerini bölge bölge incelediğimiz yazı dizimizin 22. bölümündeyiz. Söz konusu topraklardaki mücadelenin tarihi paralelinde bir anarşist yayınlar belleği oluşturmaya çalıştığımız yazı dizimizin bu bölü-
münde Peru’yu ele alacağız. Güney Amerika’da anarşist yayınlar üzerine daha önce yayınladığımız Küba, Brezilya gibi örneklerde de görüldüğü üzere, coğrafyanın toplumsal mücadeleler tarihinde yerli halkın direnişiyle olan organik ilişkisinden dolayı anarşist ideoloji her zaman bir adım öne çıkıyor.
“Özgürlük, kan ve gözyaşı içinde doğmuştur. Haklar ve özgürlükler asla bahşedilmez, onların alınması gerekir.”
Manuel González Prada
Peru halklarının tarihi, devletlerin ve merkezi yapıların olmadığı yıllardan günümüze conquistadore’lere* karşı direnişin bir tarihi olageldi. Bağımsızlık ve özgürlük, yerli halkların efsanelerinde, modern devrimci figürlerin sözlerinde ve Peru tarihini oluşturan sözlü geleneği aşarak literatürde yaşamaya devam etti.
Peru’da anarşizm; özelde ise anarko-sendikalizm, tüm dünyada olduğu gibi 20. yüzyılın başlarında yaygınlaşmaya başladı. Özellikle Peru kıyılarında sanayileşmenin artışıyla beraber şehirlerdeki çeşitli zanaatkarlar, fabrika ve ulaştırma işçileri, iç kısımlarda ise kırsal üretim yapan köylüler arasında bir etki sağlamaya başladı. Peter Marshall’ın kitabında aktardığı gibi, Birinci Dünya Savaşı sonrası dönemde işçi sınıfının örgütlenmesi arttı, 1918’den itibaren anarşistlerce örgütlenen günde sekiz saat mücadelesiyle beraber grevler, direnişlerle kapitalistler için hızlıca bir tehdit haline geldi. Bu dönemde kurulan Bölgesel İşçi Federasyonu, “kapitalizmden kurtulmak ve onun yerine bir özgür üreticiler toplumu kurmak” için faaliyete geçti.
İşçi mücadelesinin ortaya çıktığı 1910-20’li yıllarda, Peru’nun Lima-Callao bölgesinde Proudhon, Bakunin, Kropotkin ve Malatesta’nın fikirlerinden derinden etkilenen işçiler, hareketi anarşist ilkelere ve mücadele deneyimine paralel bir şekilde örgütlediler. Peru anarşist tarihi, İspanyol anarşizminin tarihiyle önemli bağlara sahipti. Örneğin özgür öğrenim üzerine yazın ve pratik üretme noktasındaki ilk akla gelen isim olan Francesco Ferrer i Guàrdia’nın anarşist kimliği sebebiyle İspanya devleti tarafından idam edilmesine karşı ilk eylem Peru’da gerçekleşmişti.
Peru’da Anarşist Yayıncılık
Peru’da anarşist yayınların tarihini anlatırken bir isim özellikle öne çıkmaktadır. Peru’lu edebiyat eleştirmeni, çevirmen, kütüphaneci ve anarşist Manuel González Prada, bölgedeki ilk anarşist gazete olan Los Parias’ın (Parya) yayıncısıydı. Valparaiso’da bir İngiliz okulunda eğitim gören Prada aslen, burjuva bir ailenin çocuğuydu. Tanıştığı Fransız ve İspanyol anarşistlerinin onun düşüncelerine etki etmesi sonucu sürgün yıllarında anarşist fikirleri benimsemişti. Yazar ünlü kitabı Free Pages’de (Özgür Sayfalar) dinin ve devletin toplum üzerindeki olumsuz etkilerini anlatıyordu. Yerel otoriteler tarafından tepkiyle karşılanan kitap Katolik Kilisesi’nin aforoz tehditlerine maruz kaldı. Peru’daki anarşist hareketin kolonyalizm karşıtı hareketle organik bağından bahsetmiştik Manuel González Prada aynı zamanda İspanyol işgaline karşı duran Ricardo Palma, Juana Manuela Gorriti, Clorinda Matto de Turner ve Mercedes Cabello de Carbonera’nın aralarında olduğu bir yazarlar grubunun parçasıydı.
Los Parias, 1904 yılında yayın hayatına başladı. Peru’nun kuzeyindeki Lima, Trujillo ve güneydeki Arequipa’da düzenli takipçileri vardı. Prada gazeteden işçi kardeşlerine şöyle sesleniyor ve grev çağrısı yapıyordu. “Grevler işçilerin zihnini uyandırır, bir insan olarak varoluşuna değer verir, bu absürd ve egoist toplumda bütün işçilerin kaderiyle bir bağ kuran en geniş ve güçlü sosyal unsur, üretimin bir faktörü olarak kendilerini eğitmelerini sağlar.”
Sonrasında sırasıyla 1905 ve 1907 yılları arasında yayınlanan La Simiente Roja (Kızıl Tohum), 1905/10 yıllarında El Hambriento (Açlık), 1906/07 Humanidad (İnsanlık), 1907/09 arasında El Oprimido (Ezilenler) gibi yayınlar Güney Amerika anarşist yayıncılık tarihine geçti. Gün geçtikçe örgütlenmelerini güçlendiren işçiler, Manuel González Prada’nın ölümüne kadarki süreçte her sektörde kendi anarşist yayınlarını çıkartacak kadar örgütlenmişti. Ayakkabı üreticilerinin yayını El Sindicalista (Sendikalist), tekstil işçileri federasyonunun yayını El Obrero Textil (Tekstil İşçisi), fırıncılar birliğinin yayını La voz del Panadero (Fırıncının Sesi) ve elektrik işçileri sendikasının yayını El Electricista (Elektrikçi) bu dönemde çıkan gazetelere örnekti. 1918-19 yıllarında iki yeni sendika da Peru’da anarşist hareketi büyütmek için örgütlenme çalışmalarına başlıyordu: Basın Yayın İşçileri Sendikası, Tekstil İşçileri Sendikası.
Büyüyen hareket eylemlilik süreçlerini de hızlandırdı. Dünyanın dört bir yanında alevlenen sekiz saatlik iş mücadelesinin etkisiyle, dönemin Peru devlet başkanı Pardo, kadınlar ve çocuklar için sekiz saatlik iş günü uygulamasını kabul etti. Devletin sekiz saati bütün işçiler için uygulamaya sokmasını talep eden işçiler, 1919’un Ocak ayında,
Lima’nın bütün sektörlerinden işçiler ve üniversitelerden öğrencilerle bir grev başlattılar. Anarşist grevcilerin tutuklanması ve işkence görmesi eylemleri bitirmeye yetmedi. Genel Grev üç gün süren sokak çatışmaları ve iş bırakma eylemleriyle sürdü. 15 Ocak günü, anarşist Delfín Lévano’nun işçiler için “vazgeçilmez” olarak tanımladığı sekiz saat iş günü, mücadelenin gücüyle kazanılmış oluyordu.
1920’lerin başında Peru’nun güney kesiminde de anarşist etkiler hızla genişliyordu. Peru’da yün ticaretinin gelişmesiyle birlikte bu alanda çalışan işçiler arasında da anarko sendikalist fikirler yaygınlaşmaya başladı. Lima’daki anarşist örgütlenmeler, göçmen işçilerin gelişi ve uluslararası anarşist hareketle olan ilişkiler bu bölgede anarşist örgütlenmelerin gelişimine katkıda bulundu. Mariano Lino Urieta, Manuel Mostajo, Modesto Malaga ve Armando Quiroz Perea gibi yazarların çıkarttığı yayınlar bu döneme damgasını vurdu. El Ariete (Koçbaşı), Bandera Roja (Kızıl Bayrak), El Volcán (Volkan), Defensa Obrera (İşçi Savunması), La Federación (Federasyon) bu dönemde Peru’nun güneyinde yayınlanan anarşist yayınlara birer örnek olarak verilebilir.
Yakın geçmişte ise öne çıkan bir anarşist yayın olarak anarşist dergi Qhispikay’den bahsedebiliriz. Lima-Peru’dan Grupo Qhispikay Llaqta’nın resmi dergisi olan Qhispikay yayın ve mücadele anlayışını “örgütlü ve devrimci anarşist hareket içerisindeki fikir ve eylem çizgilerini koruyarak, mevcut toplumsal ve politik bağlam içerisinde toplumsal mücadeleyi desteklemeye ve harekete geçirmeye çalışıyor.” şeklinde açıklıyor. Güney Amerika yerelinde mücadeleye ilişkin yorumlar, hapishanelerden haberler, anarşist bir gözle genel-yerel seçim analizleri, evsizlik vb. pek çok konuda yazıların yayınlandığı dergiye [email protected] mail adresinden ulaşmak mümkün. Aynı şekilde yayın hayatına devam eden USL’nin yayın organı (Özgürlükçü Sosyalist Sendika) Avancemos ve Lucha Libertaria gibi dergiler de güncel anarşist yayınlar olarak Peru’da anarşizm mücadelesini büyütmeye devam ediyor.
*İspanya İmparatorluğu ve Portekiz İmparatorluğu’nun askerlerine verilen bu isim Peru’yu işgal eden, sömürgeleştiren iktidarların yaptıklarıyla özdeşleşmişti.
Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 51. sayısında yayınlanmıştır.
The post Anarşist Yayınlar (22) : Peru’da Anarşist Yayınlar appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post Anarşistlerin Teori ve Pratik Tartışmaları (5): Suç ve Ceza Üzerine Mektuplaşma-Malatesta, Venturini appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Gazetemizin “Anarşist Teori ve Pratik Tartışmaları” bölümünde 40. sayıda başladığımız “Suç ve Ceza” tartışmalarına anarşistler arası bir tartışmayla devam ediyoruz. 1921 yılında Umanita Nova’nın kapatılmasından kısa bir süre önce Errico Malatesta imzasıyla yayınlanan bir yazıyla başlayan, Malatesta ve Aldo Venturini arasında geçen bir mektuplaşmaya yer veriyoruz.
Aldo Venturini’in Mektubu
Sevgili Malatesta,
Geçenlerde Umanità Nova’da çıkan, önemli ve her zaman tartışmaya değer bulduğum suç konusundaki iki makaleni, büyük bir ilgiyle okudum.
Kuşkusuz, biz anarşistlerin bu meseleye ilişkin yaptığımız çözümlemesini destekleyen argümanların, tartışmasız olarak net ve etkili. Yine de bazı bakış açılarını düzelten ama çok genel ve soyut ya da fazlasıyla ayrıntılı bazı düşüncelerin üzerinde durmak istiyorum.
Örneğin, dediğin gibi: “Bizim için toplumsal görevlerin başarısı gönüllülük esasına dayanmalıdır ve bireyin güç kullanmaya hakkı, sadece başkalarına isteyerek saldırarak, barış içinde, toplum olarak bir arada yaşamamıza engel olanlara karşı vardır. Güç ve fiziksel kısıtlama ancak ve ancak, fiziksel şiddet içeren bir saldırıya karşı, doğrudan savunma ihtiyacı için kullanılabilir.”
Akıl yürütmenin ikinci kısmında, geleceğin toplumunda temel alınan adalet ilkesini bozabilecek olan tek şeyin “fiziksel şiddet içeren bir saldırı” olduğu varsayılıyor.
Fiziksel şiddet eylemi olmadan da ciddi bir hasar gerçekleşemez mi? Neden güç ve fiziksel kısıtlama, doğrudan savunma gereksinimiyle sınırlanmış ve bundan ilham almış olsa dahi, böylesi durumlar için de kullanılmıyor? (Ne yazık ki bunlar, yeni toplumsal yaşamın suça yönelik ahlaki bakış açısı olacaktır.)
Birisinden bir şey çalmak için ona fiziksel şiddet uygulama eylemi ile aynı soygunu herhangi bir şiddet kullanmadan gerçekleştirme eylemi birbirine eşdeğer değil mi?
Üstelik, birini vahşice öldürmekle, aldatıcı ve canice bir ikna ile onu ölüme sürüklemek arasında ne fark vardır? Bu sadece bir örnektir ve saldırının fiziksel şiddet olmadan, kişinin yaşamına zarar verdiği başka yüzlerce durumdan bahsedilebilir.
Öte yandan, doğru şiddet ayrıdır, yanlış şiddet ayrı. Bu nedenle adaletsizlik, onu ortaya çıkaran dışsal eylemden çok, birinin hainliği ve acımasızlığı yüzünden başkasının mağdur olması gerçeğinde yatar.
Bu konuda şunları söylüyorsun: “Kararı, durumun içinde olanların, halkın eline bırakmaktan başka bir çözüm göremiyoruz. Halk, koşullara ve kendi uygarlık derecesine göre farklı davranacaktır.”
Fakat, “halk” burada çok genel bir ifade olduğu için mesele çözümsüz kalıyor.
Bu akıl yürütme, her şeyi halkın yapması gerektiğini düşünen Kropotkin’in hatasının tekrarı gibi görünüyor ve Kropotkin’e göre halk, yalnızca genel bir çokluktur.
Saverio Merlino, Kropotkin’in anarşizm düşüncesindeki bu ve diğer hataları iyi bir şekilde eleştirdi ve “Kolektivist Ütopya” kitabında seninle tartışarak, konumuzla alakalı olan toplumsal savunma meselesine ilişkin şu öneride bulundu: “Mevcut sistem ve suçun sona ereceği varsayımı arasında bir yerde, toplumsal savunmanın bir devlet işlevinden farklı olan çeşitli ara biçimlerinin olduğuna inanıyorum. Böylesi bir toplumsal savunma, tıpkı sağlık, ulaşım vb. gibi toplumsal hizmetlerde olduğu gibi her yerde halkın gözü önünde ve denetimi altında olacaktır. Bu yüzden yozlaşarak bir baskı ve tahakküm aracı haline gelmeyecektir.”
Biz anarşistler neden bu anlayışa varmayalım? Sözde adalet denilen mevcut işleyişi, bütün acı verici ve insanlık dışı yönleriyle ortadan kaldırmak istiyoruz ama bunun yerine bireysel özgürlük ya da kalabalığın acele yargısını koymak istemiyoruz. İnsanların adalet anlayışının gelişmesi, onu ifade etme ve savunma biçimleri üzerinde çalışılması gerekiyor.
Bu mütevazi itirazlarımın nedeni, size böylesine önemli ve tartışılması gereken bir konuya geri dönebilme fırsatını vermektir.
Dikkate alman dileğiyle…
Sevgilerle,
Aldo Venturini
Bologna, 8 Eylül 1921
Malatesta’nın Yanıtı
Arkadaşımız Venturini’nin eleştirileri çok doğru: Fakat, yalnızca karmaşık suç meselesi üzerine bazı düşüncelerimi ifade ettiğimi ve bütün olası durumlar için geçerli bir çözüm sunma niyetinde olmadığımı belirttim.
İnanıyorum ki suçla mücadele için söylenen ve yapılan her şey; olayların yaşandığı zamana, mekana ve hepsinden önemlisi çevrenin ahlaki gelişimine bağlı olarak, sadece beli bir oranda değerli olabilir. Suç sorunu, gerçek anlamda yeterli ve nihai çözümüne ancak… suç tamamen ortadan kalktığında kavuşacaktır.
En acı toplumsal sorunların çözümü için getirdiğimiz önerilerin, muğlaklık ve belirsizlikle suçlandığını biliyorum. Ve anarşistlerin; günümüzdeki ahlak ve kurumların yıkıcı eleştirisinde hemfikir, gelecekteki yaşamın yeniden yaratılması ve günlük yaşam sorunları ile uğraşırken ise çok çeşitli okullara ve eğilimlere ayrıldığının bilincindeyim.
Ne var ki, bu bana kötü görünmüyor. Aksine, niyeti geleceğe giden yoldaki taşları şimdiden dizmek değil, sadece toplumsal evrim için gereken özgürlük koşullarını garantiye almak olan anarşizmin gerçek karakteri ve değerinin bu olduğunu düşünüyorum: Toplumsal evrim, herkesin en iyi maddi, manevi ve entelektüel gelişimini eninde sonunda sağlayacaktır.
Yasaları koyan ve dayatmak isteyen otoriteler ve yöneticiler, ya şaşmaz bir formüle sahip olduklarına inanıyorlar ya da buna sahiplermiş gibi görünmek zorundalar. Ancak bütün bir tarih gösteriyor ki yasanın tek işlevi, kurulduğu dönemdeki çıkarları ve önyargıları savunmak, güçlendirmek ve sürdürmek olmuştur. Böylece yasalar, insanlığı devrimden devrime, şiddetten şiddete ilerlemeye zorlamıştır.
Biz aksine, mutlak gerçeğe sahip olduğumuzu iddia etmiyoruz. Toplumsal doğruluğun sabit, her dönem için iyi, evrensel olarak uygulanabilir ya da önceden belirlenebilir bir şey olmadığına; ancak özgürlük sağlandığı sürece, insanlığın git gide, keşfederek ve eyleyerek gelişeceğine ve bu süreçte en az sayıda çalkantı ve en az sürtüşme olacağına inanıyoruz. Böylece çözümlerimiz her zaman, farklı ve belki de daha iyi çözümlere açık kapı bırakır.
Gerçek şu ki, insan sürekli daha iyisini bulmayı bekleyerek, hiçbir şey yapmadan yaşayamaz, belirli bir eylem yapmak zorundadır. Bununla birlikte, yalnızca tarihte belirleyici olan tek faktörün idealler olmadığını bilsek bile, bugün peşinde koşabileceğimiz tek şey bir idealdir. Hayatta, ideallerin çekim gücünün yanında, yaşamsal koşullar, alışkanlıklar, ilgi ve irade farklılıkları, kısaca gündelik yaşamın yürütülmesinde insanın uymak zorunda olduğu, hangisinden başlayacağımı bilemediğim sayısız gereklilik vardır. Pratikte, insan ne yapabiliyorsa onu yapar: Yasal yaptırımlar ile oluşan ve devletin gücü, yani bazılarının hizmetinde olanların toplam gücü ile kalıcı hale getirilen kusurları, muhtemel adaletsizlikleri engellemek ya da engellemeye çalışmak ve devletsiz ideallerine doğru ilerlemek, her halûkarda anarşistlerin bağlı kalması gereken misyondur.
Suç konusuna geri dönelim.
Venturini’nin doğru bir şekilde belirttiği gibi, özgürlüğe ve adalete zarar vermenin, fiziksel şiddet kullanmaktan daha kötü yolları vardır ve bunlara karşı fiziksel sınırlama gerekli ve acil olabilir. Bu nedenle, öne sürdüğüm ilkenin, yani bireyin fiziksel güç kullanma hakkını yalnızca fiziksel güç kullanarak başkasının hakkını ihlal etmek isteyenlere karşı kullanabileceğinin, olası tüm durumları kapsamadığını ve mutlak bir ilke olarak görülemeyeceğini kabul ediyorum. Fiziksel şiddete karşı olduğu gibi, sonuçları ve uygulama biçimi fiziksel şiddetle eşdeğer olan davranışlara karşı zorla kendini savunma hakkını savunarak, belki de daha kapsamlı bir formüle yakınlaşacağız.
Bu şekilde, farklı durumların taramasını gerektiren ve bin farkı çözüme yol açan, olay bazında bir analize giriyoruz, ama meselenin en büyük zorluğuna dokunmuyoruz: kimler yargılayacak ve kararı uygulayacak olan kim?
Karar verme yetkisini durumun içinde olanların, halkın, yani toplumsal kitlenin, eline bırakmanın gerekli olduğunu savundum.
Venturini, “halk”ın fazlasıyla genel bir ifade olduğuna işaret ediyor, onunla aynı fikirdeyim. Kropotkin’in yaptığı gibi “halk”a hayran olmaktan uzaktayım. Gerçi, bir yandan da Kropotkin kalabalıklara, sadece doğru davrandıklarında “halk” dediği için, Merlino’nun savı haksız bir suçlama oluyor. Halkın her şeyi yapabileceğini biliyorum: Bugün vahşi, yarın cömert, bir gün sosyalist olur, başka bir gün faşist, zaman gelir rahiplere ve Engizisyon’a karşı ayaklanır, başka bir zaman Giordano Bruno’nun kazıkta yakılmasını seyrederken dua edip alkışlar, bir anda fedakarlık ve kahramanlık için hazırdır, başka bir anda ise en kötü biçimiyle korku ve aç gözlülüğün etkisindedir. Bu konuda ne yapılabilir? Mevcut malzeme ile çalışmak ve bundan en iyisini çıkarmaya çabalamak gerekir.
Venturini gibi, bireysel özgürlük ya da kalabalığın acele yargısını istemiyorum. Bununla birlikte, suçlulara karşı toplumsal savunmayı, sağlık, ulaşım vb. gibi herhangi bir sosyal hizmet gibi örgütlemek isteyen Merlino tarafından önerilen çözümü de kabul edemem, çünkü polis teşkilatının bütün kusurlarını edinecek ve onun bütün tehlikelerini barındıracak olan silahlı bir grup oluşturmaktan korkuyorum.
Bir sosyal hizmet açısından, örneğin demiryolu işçisinin mesleğinde uzmanlaşması, doktorların ve öğretmenlerin tamamen kendilerini sanatlarına adaması yararlıdır; fakat belki teknik açıdan avantajlı olmasına rağmen, birisinin meslek olarak polis ya da hakim olmasına izin vermek tehlikelidir ve yozlaştırır.
Toplumsal afetler yaşandığında herkes nasıl hemen yardım ediyorsa, aynı biçimde, toplumsal savunmayı herkesin ele alması gerekir.
Benim için polis bir suçludan, en azından küçük, sıradan suçludan daha kötüdür. Bir polis memuru toplum için çok daha tehlikeli ve zararlıdır. Fakat, insanlar halk tarafından yeterince korunduklarını hissetmediklerinde, şüphesiz hemen polisi ararlar. Bu nedenle, polisin var olmasını engellemenin tek yolu, halk için gerçek bir koruma oluşturan işleyişlerin yerine getirilmesi ve onun gereksiz hale getirilmesidir.
Venturini’nin sözleriyle bitiriyorum: “İnsanlarda adalet duygusunun gelişmesi, onu ifade etme ve savunma biçimleri üzerinde çalışılması gerekiyor.”
Çeviri: Zeynel Çuhadar
Bu yazılar Meydan Gazetesi’nin 42. sayısında yayınlanmıştır.
The post Anarşistlerin Teori ve Pratik Tartışmaları (5): Suç ve Ceza Üzerine Mektuplaşma-Malatesta, Venturini appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post Devlet ve Kapitalizm Hırsızlıktır – Hüseyin Civan appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>İnsanların ihtiyaçlarını karşılamak bir kenara, yaşamlarını idame ettirme noktasında dahi sıkıntılar içerisinde oldukları bir zamanda; sadece kapitalizmin vahşiliği ile değil, devletin zorbalığı ile uğraşıyor olduğu bir çağda; 19. yüzyılın ilk yarısında, Pierre Joseph Proudhon’un “Mülkiyet hırsızlıktır” önermesi sadece içinde bulunulan yüzyıla değil, önceye ve sonraya yönelik bir tespitti.
Önceye yönelik bir tespitti, çünkü kapitalizm ulaştığı aşamaya uzun bir tarihsel süreç içerisinde gelmişti. Ve bu geliş yıkımın, sömürünün ve katliamın tarihiydi. Sonraya yönelik bir tespitti, çünkü kapitalizmin varlığı ve büyümesi arasında doğrudan bir ilişki vardı. Büyümeden, yani daha çok yıkmadan, sömürmeden ve katletmeden varlığını devam ettiremezdi.
Proudhon’un şiarı kapitalist düzene ilk karşı çıkış değildi ve sözü önceki yüzyılların kapitalizm karşıtı mücadele geleneğini de içinde barındırıyordu. Ama şiarı radikaldi, mülkiyeti ve mülkiyet sisteminin ekonomisini tarihsel bir zorunluluk olarak gören tüm “muhalefete” bir yanıttı.
Proudhon mülkiyeti “zorunlu bir tarihsel aşamanın gereklilikleri” diye meşrulaştırmadı. Tarihsel bir olumsuzlamaydı. Tıpkı, bu sözle beraber yer alan “Kölelik cinayettir.” şiarında olduğu gibi… Kıta Avrupa’sında liberaller ve sosyal-demokratlar, toplumsal refahlarının kaynağı olan köleliğe ve mülkiyete tarih yazmakla, felsefik köken aramakla meşgulken; o, her zaman ve her mekan için genelleştirmekten kaçınmadığı siyasal düşünceleri toplumsallaştırmaya çaba gösteriyordu.
“Mülkiyet hırsızlıktır” bir iddia ya da tez değil, bir tespittir. Sadece modern kapitalist bir ekonomik işleyişe yönelik değildir. Mülkiyet ilişkilerinin ilk ortaya çıkışından başlayan ve içinde bulunulan dönemde karmaşıklaşan bu ilişkileri kendine sorun edinir. Mantıksal önermelerle, iddia kanıtlamaya çalışan “bilimcilik oyunu” değil, ezilenlerin içerisinde bulunduğu koşullardan kurtulmaya yani özgürleşme sürecine yönelik bir şiardır.
Kapitalizm Hırsızlıktır
“Mülkiyet yoksun bırakma hakkıyla eşitliği, despotizmle özgürlüğü ihlal eder ve hırsızlıkla tam bir özdeşliği vardır.”
“Mülkiyet Nedir?”- Proudhon
Kapitalizm ve mülkiyet arasındaki ilişki, sadece ücretli emeğin ortaya çıktığı bir dönemle sınırlandırılamaz. Bunun bir öncesi vardır. Ancak modern kapitalizm ve mülkiyet arasındaki ilişkiyi irdelemek, bu önceki kısmı anlamak açısından da kullanışlıdır. Modern kapitalizmden önceki ilişkileri değerlendirmeyi sonraya bırakıp, kapitalizmin modern kısmına baktığımızda bir nedensellik gözümüze çarpar.
Ücretli emeğin yani işçinin varlığını zorunlu kılan nedensellik özel mülkiyet (ve devlet mülkiyeti) ile kavranır. Mülkiyete sahip olan ve mülksüz arasındaki ayrım, sadece üretim araçlarının mülkiyetinin sahipliği ile açıklanamaz. Çünkü üretim araçlarının özel (veya devlet) mülkiyeti, şiddet mekanizmaları ve zor yöntemleri kullanılmadan var olamaz. Özel mülkiyete dayalı bir ekonomi, ekonomik iktidarı elinde bulunduran sınıfın ayrıcalığının kaynağıdır. Bu ayrıcalık sadece baskıcı ve otoriter bir şekilde kendini var edebilir. Bu baskı ve otoriter yöntemden, modern kapitalizm öncesi dönemden bahsederken değineceğiz.
Özel Mülkiyet Devletin Özel Biçimidir
“Bugünkü biçimiyle mülkiyet nedir, sermaye nedir? Kapitalist ve mülk sahibi açısından bunlar, devletçe güvence altına alınmış, çalışmadan yaşama gücü ve hakkı demektir. Bir başkasının çalışmasını sömürerek yaşamını sürdürme gücü ve hakkı…”
Kapitalist Sistem, Bakunin
Özel mülkiyet, mülk sahibinin kendi mülkiyeti üstünde bir yönetici olarak davrandığı küçük bir devlet gibidir. İşçi onların mülkiyetini kullanırken onların emirlerine, yasalarına ve kararlarına itaat etmek zorunda olan kapitalistin vatandaşları gibidir.
Özel mülkiyet, devletin özel biçimidir. Sahip olan kişi “sahip olduğu” alan dahilinde neler olduğunu belirler. Bu nedenle bunun üzerinden iktidar tekeline sahiptir.
Ancak bu durum, yani liberallerin “iradi iş sözleşmeleriyle” olumladıkları ilişki biçimi, tam anlamıyla özgürlüğün reddidir. Aynı liberallerin, özel mülkiyeti “mutlak bir hak” olarak tanımlayarak yaptıkları, ihtiyaçların karşılanması hususunda adaletsizliklere neden olmaktır. Ekonomik adaletsizlikler, özel mülkiyet aracılığıyla meşrulaştırılmış olur. Ve aynı adaletsizlikler yüzünden mülksüzler, mülk sahiplerinin emrinde çalışmaya zorlanır.
Mülkiyet bir iktidar kaynağıdır. Proudhon “Mülk sahibi ya da hırsız” der, “kendi iradesini yasa olarak dayatır; yani hem yasama hem de yürütmeymiş gibi davranır.” Böylece mülkiyetin despotizmi ortaya çıkardığını vurgular. Yani mülk edinmek için, zor kullanma, diğerlerinin iradelerini yok sayma yöntemleri kapitalizmi bir zorbalık ve hırsızlık olarak tanımlamamıza olanak verir.
İlk Tartışma
Mülkiyet ve ekonomik sistemi olan modern kapitalizmin bu zora dayalı ilişkiler ağı, temellerini ilk mülkiyet ilişkilerinin ortaya çıktığı zamanlarda ve coğrafyalarda bulur. Bunları nasıl isimlendirirsek isimlendirelim (erken kapitalizm, ilkel kapitalizm, mülkiyet ilişkilerinin ilk çıktığı zamanlar), ortada olan durum Errico Malatesta’nın “Jandarma olmadan, mülk sahibi var olmaz.” diye altını çizdiği bir ikiliktir. Biri olmadan diğeri var olamaz.
Tam da bu kısım, tarihsel okumalar açısından önemli bir yerde duruyor. Tüm tarihsel okumayı mülkiyet ilişkilerinin gelişimi üzerinden yapan liberalizm ve sosyalizm; iktidarı ekonomik sömürünün, toplumsal adaletsizlikleri ve siyasal şiddetin merkezine koyan ve buna bağlı tüm gelişimlerde iktidar ve onun merkezileşmesinin önemini vurgulayan anarşizm…
Mülkiyetin mi yoksa iktidarın mı önce var olduğu sorusuna ilişkin verilecek bir cevabın, muhakkak iyi bir tarihsel verilendirme yapması gerekecektir. Öte yandan, Malatesta’nın ortaya koyduğu zorunlu ikilik; “mülkiyet sahibi olduğunu” iddia edenin, “her şeyin herkesin olduğu” bir durumda, meşruluğunu sağlayabileceği yegane unsurun şiddet ve zor olabileceğini göstermek açısından önemlidir.
Keza, M.Ö. 4000’lerin hem mülkiyete dayalı merkezi bir ekonominin ortaya çıktığı hem de siyasal iktidarın merkezileştiği dönemler olması rastlantı değildir. Mülkiyete dayalı ilişkilerin sistematikleştiği coğrafyaların ilk devletlerin ortaya çıktığı coğrafyalar olması da bize “meşru şiddet tekelini” elinde tutan güç olmadan mülkiyet ilişkilerinin ortaya çıkamayacağını göstermektedir.
Bu açıkça şu demektir; mülkiyet ve ilişkilerinin siyasalı belirlemesindeki rolü, siyasi iktidarın mülkiyet ilişkilerinin belirlenmesindeki rolünden daha azdır. Dolayısıyla tarihin bu dönemindeki en büyük hırsızlar da mevcut siyasal iktidarlarını, yani şiddet kullanma tekelini emirlerinde bulunan kolluklarla uygulayarak mülkiyet sistemini yaratanlardır. Üretim-tüketim-dağıtım ağını kontrol eden merkezi devlet yapılanmalarıdır.
Sömürgecilik ve Çitleme
Tarihteki özellikle iki büyük sürecin mülkiyet ilişkilerinin şimdiki altyapısını oluşturmasında önemli etkisi olmuştur.
15. yüzyılda başlayan sömürgecilik hareketleri, bir yanda devletlerin siyasi sınırlarını genişlettiği ve sömürge altına alınan coğrafyanın bir merkez tarafından kontrol edildiği yeni bir uluslararası siyaset ortaya çıkarırken; öte yanda sömürgeleştirilen coğrafyalardaki tüm varlıklar sömürülmüş ve modern kapitalizmin en büyük birikimi elde edilmiştir. Avrupa dışında kalan neredeyse tüm coğrafyalar, bu süreçte bu siyasi ve ekonomik saldırıya maruz kalırken sömürü, köleliğin yaygınlaştığı ve her şey gibi insanın da metalaştığı bir biçim halini almıştır. Yüzyıllar boyunca devam eden (ve hala daha etkilerini sürdüren) bu süreç, Sanayi Devrimi’ne ilk kaynaklık eden sermayenin oluşturulmasında kullanılmıştır.
Modern kapitalizmin oluşmasında bir milat niteliğinde bulunan Sanayi Devrimi’ne etki eden diğer büyük gelişme, 18. yüzyılda İngiltere’de başlayıp yaygınlık kazanan topraksızlaştırma hareketi; çitlemeydi.
“Çitleme kanunları, tarımsal nüfusu sefalete itti ve onları toprak sahiplerinin insafına terk etti; işçiler olarak imalatçıların insafına terk edilecekleri kentlere büyük sayılarda göç etmeye zorladı.”
Pyotr Kropotkin
Çitleme hareketi, toprağın yeniden örgütlenmesi süreciydi. Ortak kullanımda olan topraklar, krallık tarafından özel şahısların mülkiyetine verildi ve toprağa dayalı ekonominin zora girmesine yol açtı. Yani köylülerin ihtiyaçlarını karşılamak için kullandıkları toprakları ellerinden alındı. Çitleme hareketi sadece zengin toprak sahipleri yaratmadı, aynı zamanda bir süre sonra ihtiyaç hissedilecek olan işçilere topraksız köylülerden hammadde sağlandı.
Toprak, ihtiyaçlarını karşılamak için kullananların elinden alındı ve toprak sahipleri tarafından kar için üretim yapacak şekilde kullanıldı. İnsanları, ihtiyaçlarını karşılamak için kullandıkları topraklardan “yasal” olarak men edebilen toprak sahibi bu sınıf, modern hırsızların kökeni konumunda.
Tarihteki tüm bu zor girişimleri, yaratılan “zenginlik”in temelini oluşturan önemli olaylar. Bu tarihsel süreçlerin yarattığı yeni sınıf tarih sahnesine çıktı ama, tabi ki devlet korumasında. Kapitalizmin gelişim süreci, bu kaba hatlarıyla bile düşünüldüğünde şu sonuca ulaşmak çok da yersiz değil: Kapitalizm hırsızlıktır.
Devlet Hırsızlıktır
Devletin, mülkiyet ilişkilerinin kapitalist evrimi içerisindeki rolüne yukarıdaki bölümlerde değinmeye çalıştık. Mülk sahipleri ve mülksüzler arasındaki ekonomik ilişkide, mülk sahipleri lehine kurucu ve koruyucu rolünün yadsınamayacağının altını çizmeye çalıştık. Devlet mekanizmasının bu rollerinin dışında, doğrudan ekonomik sömürüde özne olarak yer aldığı, yani hırsız rolünü oynadığı; kapitalizmle ilintili unsurların (burjuvazi vb.) devre dışı kaldığı ekonomi modellerini irdelemek bir başka açıdan önemli.
Bu önem, kapitalist sömürü sisteminin alternatifi olarak gösterilen “devletli” çözümleri doğru değerlendirmekle ilgili. Özel olanın karşısına “kamusallığı”; kapitalizmin karşısına “sosyalizmi” koyanların ısrarlıca üstüne düşünmesi gereken, ekonomik artığı (yani emeği) yağmalamak için muhakkak kapitalizmin özel biçiminin gerekmediğidir.
“Yaşam devam ediyor, her gün duygu ve düşüncelerime yeni çelişkiler ekleniyordu. Beni en çok etkileyen ise çevremde tanık olduğum açık eşitsizlikti. Petro-Sovyet Birinci Sınıf Konukevi (Astoria) ahalisine ayrılan pay fabrikalarda çalışan işçilerinkine oranla çok fazlaydı. Emin olun, bu işçiler yaşamlarını sürdürmelerini sağlayacak oranda bile pay almıyorlardı. Astoria’daysa durum çok farklıydı. Burada öbeklenen ve Smolni’de çalışmalarını yürüten Komünist Parti üyeleri, Petrograd’ın en iyi imkanlarına sahipti.” ve ekliyor Emma Goldman Bolşeviklerin Devrime İhanetinin Öyküsü’nde; “Bu adaletsizliği haklı kılan tek bir gerekçe göremiyordum. Mutfak ziyaretlerimde hizmetçilerin sayısız memur, yoldaş ve müfettişler tarafından denetlendiğine tanık oluyordum. Hizmetçilerin yemeklerinin hazırlandığı ayrı, küçük bir mutfak daha mevcuttu ve burada hengameyi aratmayan yemek kavgaları yaşanıyordu. Komünizm böyle bir şey miydi?”
Elbette komünizm böyle bir şey değildi, olamazdı. Ama komünizm adı altında devlet kapitalizmi programını uygulayanların kaçınamayacağı ya da kaçınmak istemediği şey, mülkiyet sisteminin ortaya çıkardığı “ekonomik artığa” el koymak olacaktı.
Dün ve bugün, sosyalizmin pratiğe geçtiği tüm coğrafyalarda, ekonomik adaletsizliklere ilişkin bir türlü bulunamayan çözüm, tam da özel mülkiyet ilişkilerinin devlet mülkiyeti altında devam ettiriliyor oluşudur. Ortaya çıkan yeni hırsızlar, o devlet yapılarının korumasında mülkiyet ilişkilerini yeniden üreten bürokratik sınıf olmuştur.
Özel mülkiyetin devlet mülkiyetine dönüştürülmesi (kamulaştırma ya da millileştirme), mülkiyet ilişkilerini değiştirmez. Değiştirdiği sadece patronların yerine geçen bürokratlardır. Mülkiyet ilişkilerinden özgürleşmek, mülk sahiplerinin değişmesi değildir.
Yeniden Düşünmek
Mülkiyet ve hırsızlık arasındaki ilişkiyi yeniden düşünmek, her zaman olduğu gibi bugün de önemli. Karşısında mücadele ettiğimiz ekonomik, siyasi ve toplumsal yapıyı anlamak ve yaratacağımız yeni dünyanın tüm bu biçimlerden uzak bir şekilde inşa edilmesi için önemli. Ama en önemlisi, asıl hırsızların ve asıl hırsızlığın, kim ve ne olduğunu anlamak ve anlatmak…
1840’tan bu yana “Mülkiyet hırsızlıktır” şiarı, coğrafyadan coğrafyaya, toplumsal devrim mücadelelerinde yayılmakta. Bugün birilerinin unutturmaya çaba gösterdiği bu şiarı, şimdi dillendirmekten daha uygun zaman yok. Kapitalizm hırsızlıktır, devlet hırsızlıktır.
Hüseyin Civan
Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 42. sayısında yayınlanmıştır.
The post Devlet ve Kapitalizm Hırsızlıktır – Hüseyin Civan appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post “EYLEMDE ANARŞİZM” appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>İtalya’da Kızıl Hafta, Grev ve Çatışmalar
İtalya’da faşizmin yükselişinden önceki son büyük işçi eylemleri İtalyancada “settimanarossa” diye nitelendirilen Kızıl Hafta sürecinde gerçekleşti. 1914’te Ancona bölgesindeki anti-militarist eylemcilerin devlet tarafından vurulmasından sonra, Amsterdam Anarşist Federasyonu genel grev çağrısı yapmaya karar verdi. Marches’de birçok bölge,özyönetimli kasabalar olduklarını ilan etti. Hareketin İtalya genelinde gittikçe güçlenmesini, sokak çatışmalarıyla devam eden süreç izledi. 1915’te İtalya’nın savaşa girmesiyle sendikalistler hareketten ayrıldı. Birkaç hafta içinde aralarında Errico Malatesta ve Armando Borghi’nin de bulunduğu grevciler topluca gözaltına alınıp tutuklandı.
1898 Iquique Genel Grevi
Şili’de “Francisco Bilbao İşçi Partisi”nin etkisiyle birçok yayın çıkarıldı, sendikal örgütlenme gerçekleştirildi ve ilk kez 1 Mayıs eylemi düzenlendi. Francisco Bilbao İşçi Partisi, bir yıl sonra anarşizmin ilkelerini benimsemeye başladı. Bu tarihten itibaren mücadele alanları çeşitlendi, hareket Şili’de toplumsallaşmaya başladı.
1898’de Iquique kentinde bir genel grev örgütlendi. Şehirdeki bütün işçiler, artık katlanılamayan ekonomik adaletsizliklere karşı sokaklara döküldü. Dayanışma her yeri sarmıştı.
Grevciler Santa Maria Okulu’nu koordinasyon merkezi olarak seçti. Yaklaşık 4500 grevci işçi ve dayanışmaya gelen 1500 civarında eylemci, okulun bulunduğu meydanı işgal etti. Patronların orduyu araması üzerine, devlet alelacele çıkarttığı terörle mücadele yasasını gerekçe göstererek meydandaki dükkanları kapattırdı ve katliama hazırlanmaya başladı. Askerler meydana geldiğinde önce eylem komitesine saldırdı. Şilili, Arjantinli, Bolivyalı, Perulu ve Avrupalı göçmen işçilerden oluşan eylemci gruba ateş açıldı. Sadece meydandaki saldırıda 3600 işçi; eşleri, çocukları ve dayanışmaya gelen dostlarıyla birlikte vahşice katledildi.
Katledilen Michalis Kaltezas için Yapılan Eylemler
Yunanistan’da 1980’lerin ortasında pek çok anarşist yayın, örgüt ve sendika faaliyet yürütmekte ve yenileri kurulmaktaydı. Yine bu dönemde devletin baskılarına karşı anarşistler pek çok eylem düzenlemekte, polislerle neredeyse her gün çatışmaktaydı.
19 Kasım 1985’te, Atina Exarchia’daki çatışmalarda, 15 yaşındaki MichalisKaltezas’ın polisler tarafından katledilmesinin ardından anarşistler, Atina ve Selanik şehirlerinde binlerce kişinin katıldığı eylemler düzenledi. Atina Üniversitesi kimya bölümünde gerçekleştirilen işgal eyleminin ardından devletin baskısı giderek arttı, anarşistler geniş çaplı direnişlerle bu süreci geçirdi.
Aynı dönemde anarşistler Yunanistan’da “Caravel” isimli bir otelde Fransa eski Cumhurbaşkanı Jean-Marie Le Pen’in de katıldığı, aşırı sağcılar tarafından düzenlenen konferansa karşı eylemler düzenledi ve bu süreçte gerçekleşen eylemler dizisi 1980’lerde Yunanistan’daki anarşist hareketin yükselmesini sağladı.
Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 35. sayısında yayımlanmıştır.
The post “EYLEMDE ANARŞİZM” appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post Anarşist Yayınlar Dizisi (3) : Fransa’da Anarşist Yayınlar – Zeynel Çuhadar appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Bence devrimci bir gazetenin asıl yapması gereken şey, her alanda yeni toplumsal ilişkilerin doğmakta olduğunu, eski kurumlara karşı giderek bir öfkenin büyümekte olduğunu haber veren belirtileri toplamak ve sayfalarında bunlara yer vermektir. (…)
İnsanlara, arkalarında tüm insanlığın güm güm atan yüreğinin bulunduğunu, yüzyıllar süren haksızlıklara karşı bir isyan ve yepyeni bir yaşam biçimi oluşturma girişimlerinin başlatıldığını hissettirmek gerekir; budur devrimci bir gazeteye düşen iş.
Pyotr Kropotkin
Anarşist Yayınlar isimli yazı dizimizin üçüncü bölümünde Paris Komünü’nün beşiği, anarşist devrim mücadelesinde sembol isimlerin mücadele ettiği Fransa topraklarında yayınlanmış anarşist yayınları inceleyeceğiz.
Fransız İhtilali sırasında işçiler arasında yayılmaya başlayan anarşizm, Fransa’daki tarihinde ülkenin hemen her dönemine derin etkileri olan bir düşünce ve hareket haline geldi.
1840’larda yoldaş Pierre Joseph Proudhon’un yazılarıyla ve temelini attığı projelerle kendini yaratan hareket Komün’ün örgütlenmesinden Enternasyonal’e, oradan sendikal harekete dek birçok alanda etkisini artırdı. Sadece bu kadarla sınırlı değildi elbet. Anarşist devrim mücadelesinde adeta sönmeyen birer meşale olmuş sayısız yoldaş geldi geçti Fransa tarihinden. Alevler içinde yanan barikatların ardında bir militan, Yaralıların Bakımı İçin Kadınlar Birliği’ni kurduğunda bir şifacı olan Louise Michel’den, Bakunin’in yoldaşı, Birinci Enternasyonal’in başarılı propagandisti James Guillaume’e, Eylemle Propaganda Kuşağı’nın cesur temsilcileri Emile Henry ve Jules Bonnot Çetesi’nden Fransa zindanlarında beş yıl tutuklu kalan Kropotkin’e kadar sayısız anarşistin mücadelesine ev sahipliği yaptı bu topraklar.
Yazı dizimizin bu ayki bölümünde işte bu devrimci tarihin yazılı belgelerinin üzerine incelemeler yaptık.
L’Anarchie
Bu isimle yayınlanan ilk yayın 1850 yılında Anselme Bellegamigue tarafından yayınlandı. Gazete formatındaki L’Anarchie, “anarşist” adını benimseyen ilk yayın organıydı. Sadece iki sayı çıktı. Daha sonra 1905’in Nisan ayında, bireyci çizgideki Albert Libertad isimli bir anarşist tarafından yeni bir versiyonu yayınlanan Paris merkezli gazetenin destekçileri arasında Emile Armand, Andre Lorulot, Emilie Lamotta, Raymond Callemin ve Victor Serge gibi isimler bulunuyordu. 13 Nisan 1905’ten 22 Temmuz 1914’e kadar 484 sayısı yayınlandı. Sonra 1926 yılında Louis Couvet gazetenin üçüncü neslini yayınlanmaya başladı. Bu versiyonu ise 3 yıl sürdü. İlk kez yayınlandığı 1800’lü yıllardan beri bazen kısa, bazen uzun periyotlarda yayınlanan gazetenin etkisi sınırlı oldu.
Le Revolte
Pyotr Kropotkin’in İsviçre’ye sürüldüğü yıllarda, François Dumartheray ve Georges Herzig ile birlikte çıkardığı anarsişt-komünist çizgideki Le Revolte (İsyan) gazetesinin ilk sayısı, 1879 yılında İsviçre’nin Cenevre kentinde yayınlanmaya başladı. İlk sayısı 2000 adet basılan gazete, Kropotkin’in yoldaşı olan, aynı zamanda yayın ekibine de katılan Élisée Reclus tarafından finanse ediliyordu. Gazetenin çıkarıldığı sıralarda Reclus ve Kropotkin, Cenevre gölü yakınlarındaki Clarens köyünde yaşıyorlardı. Daha sonra, Kropotkin İsviçre’den sınır dışı edilip Fransız Lyon mahkemesince mahkum edildiğinde, Le Revolte gazetesinde yeni bir editöre ihtiyaç duyuldu. Reclus bu iş için başta tereddüt etmesine rağmen yoldaşı Jean Grave’i önerdi. Grave, Reclus’un önerisini kabul etti ve 1883 yılında bu vesileyle Cenevre’ye taşındı. İki yıl sonra Grave gazete için Fransa’ya geri döndü. 1887 yılında gazetenin adı artık La Revolte olmuştu. La Revolte’nin son sayısı 14 Mart 1885 tarihinde yayınlandı. La Revolte Mayıs 1886’ya kadar ayda iki kez, sonrasında ise haftalık 4 sayfa olarak yayınlandı. Gazetenin 1886’da 4000 olan tirajı 1889’da 6000’e kadar yükseldi. İlk çıktığı İsviçre ve yayınlandığı Fransa topraklarında büyük toplumsal etkileri olan La Revolte, işçi hareketlerini doğrudan etkiledi. Paris Komünü’nün ardından büyük bir darbe alan anarşizmi, güçlü bir şekilde ayağa kaldıran sürecin temellerini atan bir yayın organı olarak hafızalara kazındı.
L’En Dehors
Fransızca yayınlanan gazete, 1891 yılında Zo d’Axa tarafından yayınlanmaya başladı. Yayın ekibinde sayısız anarşist eylemcinin yer aldığı gazeteye Zo d’Axa ile yakın ilişkideki Albert Libertad ve eylemle propaganda kuşağının öne çıkan isimlerinden Emile Henry gibi isimlerin yanı sıra Jean Grave, Bernard Lazare, Octave Mirbaeu, Saint-Pol Roux, Tristan Bernard, Georges Darien, Lucien Descaves, Sebastian Faure, Felux Feneon, Camille Mauclair, Emile Verhaeren, Adolphe Tabarama gibi çok sayıda anarşist katkıda bulundu. Anarşist basını susturmak için açılan Trinity davasında Zo d’Axa ve birçok arkadaşı tutuklandı ve L’En Dehors projesi bir süreliğine sona erdi.
1922 yılında bir başka L’en Dehors, Emile Armand takma ismini kullanan Ernest Juin Armand tarafından yayınlanmaya başlandı. Armand, bireysel özgürleşme, kadın özgürlüğü ve anarşizmin savunulduğu metinler yayınlıyordu. Gazetenin bu versiyonu İkinci Dünya Savaşı’nın başlamasıyla sona erdi. Ekim 1939’da ise yayını durdu. Bu versiyonundan yıllar sonra 2002 yılında L’en Dehors projesi tekrar başladı. Gazetenin yeni versiyonu Amerika’da yayımlanan Green Anarchy ile yapılan işbirliği ve birkaç destekçinin (Lawrence Jarach, Patrick Mignard, Thierry Lode, Ron Sakolsky, Thomas Slut) katkısıyla yayına tekrar başladı. Kapitalizm, özgür aşk, insan hakları ve sosyal mücadeleler gibi konu başlıklarındaki istikrarını korudu. L’En Dehors şimdilerde internet sitesiyle olarak sanal ortamda yayınına devam ediyor.
L’Unique
Zo d’Axa’nın tutuklanmasına karşı gösterdiği dayanışmayla adı öne çıkan Fransız anarşist Emile Armand’ın gazetesi L’Unique, 1945 ve 1956 yılları arasında toplam 110 sayı yayınlandı. Diğer yazarlar arasında Gerard de Lacaze-Duthiers Manuel Devaldes, Lucy Sterne, Teheresa Gaveher gibi isimler yer alıyordu. Gazetenin illüstrasyonlarını ise Armand’ın yakın dostu Louis Moresu yapıyordu.
Xin Shiji
Çin anarşizminin iki kanadından biri olan Paris grubu tarafından yayınlanan Xin Shiji, Fransa’da yaşayan Çinli anarşistlerin yayın organıydı. İlk sayısı Haziran 1907’de yayınlanmaya başladı. Yazar ve destekçileri arasında Wu Zhihui, Chu Minyi, Li Shizeng, Zhang Renjie yer alıyordu. Kendilerine göre farklı bir çizgide yer alan Tokyo grubu ise, o sıralarda yerli özelliklere ve Asya geleneklerine daha çok vurgu yapıyordu. Xin Shiji’de yapma bir dil olan Esperanto kullanıyordu. Gazetenin yazarları, Mihail Bakunin ve Pyotr Kropotkin’in düşüncelerinden ilham aldılar. 1920 yılının Mayıs ayına kadar yayınlanan Xin Shiji, finansman sorunları nedeniyle dağılana dek 121 sayı yayınlandı ve Avrupa coğrafyasında sürdürülen anarşist mücadeleye farklı bir bakış açısı getirdi. Dergi yayınlandığı onca yıl boyunca Çince’ye çevrilmiş pek çok kaynak bıraktı. Bakunin, Kropotkin, Proudhon ve Malatesta’nın temel eserlerinin Çince’ye kazandırılmasında ve mücadelenin toplumsallaştırılmasında büyük etkileri oldu.
Le Monde Libertaire
Anarşist Federasyon’un 1858 yılında kurulan yayın organı Le Monde Libertaire’in temelleri, Joseph Dejacque tarafından atıldı. İlk yayınlandığında adı Le Libertaire olan gazetenin yayın ekibinde Louise Michel’den Sebastian Faure’ye birçok yoldaş yer aldı ve 100.000 tiraja kadar ulaştı. 1953 yılında federasyonda yaşanan ayrışma sonucunda, Le Libertaire ismini Liberter Komünist Federasyon kullanmaya başladı.
Le Monde Libertaire, 2004 yılının Ekim ayında ellinci yıldönümünü kutladı ve bunun şerefine 400 sayfalık bir koleksiyon sayısı hazırladı. 2002 yılında gazete formatından dergi formatına geçen Le Monde Libertaire, şimdilerde haftalık periyotta yayınlanmaya devam ediyor.
…………….
Zeynel Çuhadar
Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 28. sayısında yayımlanmıştır.
The post Anarşist Yayınlar Dizisi (3) : Fransa’da Anarşist Yayınlar – Zeynel Çuhadar appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post Anarşist Yayınlar Dizisi(2)- İtalya’da Anarşist Yayınlar – Zeynel Çuhadar appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Anarşist Yayınlar isimli yazı dizimizde bu ay, İtalya’da yayınlanmış ve halen yayınlanmakta olan dergileri, gazeteleri inceliyoruz. Hem yazılarıyla hem de yaşamıyla anarşist devrim mücadelesine büyük katkıları olmuş Malatesta’nın kurduğu Umanita Nova gazetesiyle yaptığımız röportajı da sayfalarımızda okuyacaksınız.
19. yüzyılın başında İtalya’da; toplumsal muhalefet yarımadada süren ulusal mücadeleden bir hayli etkilenmiştir. Dönemin cumhuriyetçi hareketine öncülük eden Mazzini ve Garibaldi’nin temelini attığı Yeni İtalya Hareketi, ulusların bağımsızlığı fikrinden hareket ediyordu.
Belki de bu sebepledir ki anarşizmin İtalya’ya gelişi çok uzun sürmedi. İtalya, Garibaldi ve Mazzini’nin etkilendiği Proudhon’un yanında, Bakunin’in fikirleriyle de tanışıyordu. 1864’te Bakunin’in İtalya ziyareti orada bulunan diğer anarşistleri derinden etkiledi. 1865 ve 1867 yılları arasında Napoli’de bulunan Bakunin, bu süreçte bir grup gençle tanıştı. Giuseppe Fanelli, Carlo Gembuzzi, Saverio Friscia, Alberto Tucci, Stefano Caporusso gibi isimlerin yer aldığı bu grup 1867 yılının Şubat ayında kuruldu. Liberta e Giustizia (Freedom and Justice) ismiyle anılan grup, aynı yılın Ağustos ayında kendileriyle aynı adı taşıyan dergilerini yayınlamaya başladı.
1869 yılında Napoli’de Enternasyonal’in ilk İtalya seksiyonu kuruluyordu ve aynı yıl kendini enternasyonalist olarak tanımlayan La Campana (The Bell) yayınlanmaya başladı. La Campana büyük oranda Bakunin’in fikirlerinden hareket ediyordu. 1872 yılında St. Imier Kongresi’nde; Kara Enternasyonal olarak da anılan Anarşist Enternasyonal’in kurulmasıyla anarşizm, İtalya’da daha spesifikleşiyor ve örgütlü bir hareket olarak belirginleşmeye başlıyordu. Anarşizm, İtalya’da dünya anarşizmiyle aynı döneme tekabül eden bir zamanda başlasa da ilerleyen süreçte İtalya dışına yayılan bir yol izledi. Anarşizm düşüncesini İtalya topraklarında toplumsallaştırmaya çalışan devrimciler ülke dışına sürgün edildi, bunun haricinde İtalyan işçiler de dünyanın farklı yerlerine ekmeklerini kazanmak için topluca göç ettiler. İşte bu sebeple İtalya’da incelediğimiz anarşist yayınların bir bölümü İtalya’nın dışında yazılan ve dağıtılan yayınlar oldu.
Umanita Nova
Kurucuları arasında Errico Malatesta, Antonio Cieri, Camillo Berneri, Armando Borghi, Carlo Frigeria gibi isimlerin yer aldığı İtalya’nın en eski ve en köklü anarşist gazetesi olan Umanita Nova, 1920 yılında yayın hayatına başladı. Gazete, 1922 yılında faşist Mussolini’nin önderliğindeki rejim tarafından kapatılana dek, günlük periyotta yayınlandı. 1945 yılında faşist iktidarın çöküşü ile birlikte haftalık olarak yayın hayatına geri döndü. İtalya Anarşist Federasyonu (FAI)’nun sözcüsü olan gazetenin editör ekibi de yine federasyonun doğrudan demokrasiyle aldığı kararlarla belirleniyor.
95 yıldır, anarşist devrim mücadelesini inatla sürdüren Umanita Nova, tarihinden ödünç aldığı mücadeleyi büyütmeye devam ediyor.
Diğerleri…
1870’li yıllar anarşist yayıncılık açısından önemli bir dönemdi. Bu yıllarda anti-otoriter fikirler yerel bültenler ve gazeteler aracılığıyla ülkenin her yerine yayıldı. 1873 yılında Il Risveglio (The Awakening) ve Il Comunardo (The Communard) yayın hayatına girdi. 1876’da Il Martello (The Hammer), 77’de ise Jesi’de L’Anarchia (The Anarchy), 1877’de Bolletino Socialista Anarchico Rivoluzionario yayınlanmaya başladı. 1878 yılında Modena bölgesinde ise L’Avvenine (The Future) yayınlanıyordu. Görüldüğü gibi İtalya’nın farklı noktalarında anarşist yayıncılık yerellerdeki güçlü etkisiyle on yıllarca süren bir yayıncılık ve örgütlenme faaliyetine dönüştü.
Errico Malatesta’nın editörlüğündeki ilk yayın olan La Question Sociale (The Social Question), 1884 yılında Firenze’de yayına girdi. Dergide yayınlanan Enternasyonalist Program daha sonra Malatesta’nın Anarşist Program’ına evrildi. Gazete o tarihlerde enternasyonalist etiketini kullanıyordu, yazarlardan Andrea Costa, parlementarist bir çizgiye kayıp ayrılınca gazetenin anarşist çizgisi de netleşmiş oldu. 1889’da Malatesta, İtalya’dan sürgün edildi, Fransa’ya gittiğinde L’Associazione (The Association) isimli yayını Nizza kentinde yayınlamaya başladı. Ancak Fransa’nın Malatesta’yı sınır dışı etme kararı hala aktif olduğundan gazeteyle birlikte Londra’ya geçti. L’Associazione, toplamda 7 sayı yayınlandı. 1895’te bireyci çizgide yayın yapan L’Avvenine Sociale, 1897’de ise Malatesta ve Luigi Galleani tarafından L’Agitazione isimli gazete yayınlandı. 1 yılda 52 sayı yayınlan L’Agitazione’un temel gayesi işçilerin birlikteliklerini artırmak ve işçi hareketini desteklemekti.
A Rivista Anarchica
Şubat 1979’da ilk sayısını yayınlayan dergi, aylık olarak yayımlanmakta ve yayın hayatına halen devam etmektedir. İtalyan müzisyen Fabrizio de Andre’nin de destekçilerinden biri olduğu dergi, bugüne kadar yayınlanmış tüm konularını tek bir online arşivde toplamıştır.
1900’lü yıllara gelindiğinde Milan kentinde, Oberdan Gigli ve Giovanni Gavilli tarafından Il Grido della Forra’nın yayınlandığını görüyoruz. 1903’te anarşist komünist eğilimlerin bir propagandası olan Il Libertario (The Libertarian), Pasquale Binazzi tarafından yayınlandı. 1903’te Pietro Gori ve Luigi Fabbri tarafından yayınlanan Il Pensiero (The Thinking) kültürel tartışmalarda anarşizmi savunmayı ve saygınlık kazandırmayı amaçlıyordu. On yıldan fazlasını zindanlarda geçirmiş Errico Malatesta ve eğitim, doğum kontrolü, militarizm konularında çalışmalar yapmış Luigi Fabbri tarafından çıkarılan Pensiero e Volanta da devlet baskısından ve yasaklardan nasibini almıştı. 1924 ve 1926 yılları arasında yayınlanan dergi, iki haftada bir yayınlanıyordu. Dergiye Malatesta ve Fabbri’nin dışında Camillo Berneri, Luce Fabbri (Epichars takma adıyla), Carlo Molaschi gibi isimler de katkıda bulundu.
İtalya dışında, fakat İtalyan anarşistleri tarafından İtalyanca yayınlanan gazetelere ise Amerika’da 1895 ve 99 yılları arasında Malatesta’nın editörlüğünde yayınlanan La Question Sociale ve 1903 yılında Barre Vermont’ta Luigi Galleani tarafından yayınlanan Cronaca Sovversiva’yı örnek gösterebiliriz. Bunların dışında İtalyan anarşistlerin yayınladığı Fra Contadini, L’Internazionale, Fronte Libertaria, Per l’Azione Diretta, Bolletino d’Informazione Anarcosindicalista gibi yayınların da varlığını bilmekteyiz.
Zeynel Çuıhadar
Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 27. sayısında yayımlanmıştır.
The post Anarşist Yayınlar Dizisi(2)- İtalya’da Anarşist Yayınlar – Zeynel Çuhadar appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post Anarşist Yayınlar Dizisi (1): Kuzey Amerika’da Anarşist Yayınlar – Zeynel Çuhadar appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Toplumsal bir hareket olarak anarşizm, ortaya çıktığı ilk günden bu yana meydana çıkardığı yazınsal çabayla da toplumsallaşmaya çalışmış ve bu vesileyle farklı yazınsal deneyimlere girişmiştir. Anarşist hareketin etkili olduğu farklı coğrafyalarda yayınlanan gazeteler ve dergiler aracılığıyla düşünce kendini geliştirmiş, farklı yorumlara kavuşmuştur. Meydan Gazetesi’nin bu sayısıyla beraber giriş yaptığımız anarşizmin yayıncılık tarihini, bölge bölge, yayın yayın inceleyecek, anarşist yayıncılık geleneğini inatla yaşatan yoldaşlarla yaptığımız röportajlara yer vereceğiz.
İlk bölümde, 1 Mayıs’ta Haymarket’te devletin katlettiği yoldaşlarımızın mücadelesinden süzülen metinleri inceleyebilmek adına, bu ay Kuzey Amerika’da çıkan yayınlara öncelik verdik. İlk bölümde Mother Earth’ten The Blast’a, ABD tarihinde ön plana çıkmış süreli yayınlara yer verirken, bir sonraki bölümde yine ABD’deki anarşist hareketin tarihiyle özdeşleşmiş IWW’nin (International Workers of the World) yayın organı olan International Worker gazetesi editörlerinden Diane Krauthamer’le yaptığımız röportajı sizlerle paylaştık.
The Alarm
Haymarket’te devlet tarafından katledilene kadar, editörlüğünü Albert Parsons’un yaptığı gazetenin ilk sayısı, 1884’ün Ekim ayında, Amerika’nın Chicago kentinde yayınlandı. Gazete “Kara Enternasyonal” olarak bilinen, Haymarket’te katledilen yoldaşların da bir parçası olduğu The International Working People’s Association (IWPA) isimli örgütlenmenin sözcülüğünü yapıyordu. Dört sayfa yayınlanan ve sürekli devlet baskısıyla mücadele eden gazete, 15.000 tiraja kadar ulaştı. The Alarm, yayında kaldığı süre boyunca kendini zor finanse ediyordu. Albert Parsons ve üç yoldaşı idam edildikten bir sene sonra, gazetenin yazarlarından Dyer D. Lum, Nisan 1888’e kadar ara vermeden gazeteyi yayınlamaya devam etti.
Amerika’nın emekçileri!
Ekmek için mücadele, yaşam için mücadele etmektir. Erkekleri, kadınları ve bin bir zahmetle büyütülen çocukları köleleştiren, onları ezen sisteme ve yardakçılarına ölüm!
The Alarm’dan
Freiheit İngiltere’de sürgündeyken anarşist olan Johann Most ve yoldaşı Wilhelm Hasselmann tarafından yayınlanan Freiheit (Özgürlük), 1879 yılında yayın hayatına başladı. The Alarm gibi Freiheit’da da eylemle propagandanın koyu savunuculuğunu yapıyordu. Gazete ajitatif diliyle, yayınlandığı her yerde, işçileri en çok etkileyen yayınların başında yer aldı. Özgürlük şiarını yükselten her yayında olduğu gibi, Freiheit’ın da sesi sürekli kısılmaya çalışılıyordu. Büroları basılıyor, gazete sürekli kapatılıyordu. Çar II. Alexander’a karşı gerçekleştirilen suikastı öven başyazı nedeniyle, Johann Most on altı ay hapis cezasına çarptırıldı. Most, Amerika’ya sürgün edildiğinde de Freiheit’ı çıkarmaktan vazgeçmedi. 1882 yılından itibaren New York’ta yayınlanmaya başlanan gazete, daha çok Almanya ve Avusturya’dan göç eden işçiler üzerinde etkili oldu. Freiheit, Emma Goldman’ın anarşist olmasında oynadığı rol ile de ABD’deki önemli anarşist yayınlardan biridir. Goldman’ın yoldaşı ve hayat arkadaşı Alexander Berkman’ın işadamı Henry Clay Frick’e düzenlediği suikast girişiminin ardından, Most ve Goldman fikir ayrılığına düşene dek Freiheit gazetesinin yayınlanması için en çok çaba sarf eden isimlerden olmuşlardır. Adeta kendisiyle özdeşleşen gazetenin en büyük emektarı Johann Most öldükten sonra Freiheit’ın da enerjisi tükenmiş, Most’un ölümünden 4 sene sonra, yani 1910 yılında son sayısını yayınlamıştır.
Liberty
Josiah Warren ve Pierre Joseph Proudhon’un fikirlerinden etkilenip kendi anarşizm düşüncesini oluşturan Benjamin Tucker’ın, Ağustos 1881’de yayınlamaya başladığı Liberty, o yıllarda bireyci anarşizmin temel yayın organıydı. Proudhon’un “Özgürlük düzenin anası değil, kızıdır” sözünü logosunun altında barındırmış, kadın özgürlük mücadelesinin önemli isimlerinden Voltairine de Cleyre’i derinden etkileyerek, onun anarşist olmasını sağlamıştır. Liberty gazetesinin eylemle propagandayı eleştiren yönü, onu The Alarm ve Freiheit’dan ayırıyordu. 1907’de Tucker’ın matbaası yanana kadar yayında kalan Liberty, Laurence Labadie’nin 1974’te diriltme çabasıyla “The Revival of Liberty” ismiyle devam ettirilmeye çalışılsa da başarılı olamadı.
Free Society
Henry Addis ve Isaak ailesi tarafından çıkarılan gazete, 1895-97 yılları arasında Free Society, 1897-1904 yılları arasında ise The Firebrand ismiyle yayınlandı. Yoğunluklu olarak anarşist-komünist bir çizgide duran gazetede kadın hakları, özgür aşk gibi meselelerin üzerinde durulan yazılar da yayınlandı. Amerikalı şair Walt Whitman’ın “A Woman Waits For Me” (Bir Kadın Bekliyor Beni) isimli şiirinin gazetede yayınlanması sonucunda Firebrand yasaklandı. Gazetenin emekçilerinden A.J. Pope, Abe Isaak ve Henry Addis tutuklandı. Gazetenin destekçileri arasında Emma Goldman, Voltairine de Cleyre gibi isimler de yer almaktaydı.
Mother Earth
İlk sayısı 1906’nın Mart ayında yayınlanan Mother Earth dergisi, ABD’nin en ünlü anarşist yayınlarından birisiydi. Sıklıkla cinsiyet özgürlüğü, doğum kontrolü konuları üzerine propagandanın yürütüldüğü dergide, anarşist fikirler ve tartışmaların yanı sıra Ibsen, Strinberg, Hauptmann, Thoreau, Nietszche ve Oscar Wilde gibi yazarların tanıtıldığı yazılar da bulunuyordu. Editörlüğünü Alexander Berkman’ın yaptığı Mother Earth; Emma Goldman ve yoldaşları için sadece bir dergiden ibaret değildi. 9 Mayıs 1916’da askere gitmeyi vicdanen reddedenleri bir araya getirmeyi amaçlayan “Zorunlu Askerliğe Karşı Birlik”in temelleri, Mother Earth dergisinin bürosunda atılmıştı. Mother Earth, doyurucu içeriğiyle geniş bir okuyucu kitlesine ulaşmıştı. Bunun sebebi Gorki, Tolstoy gibi edebiyatçıların eserlerinin yanında Magon kardeşlerden Malatesta’ya, Elisée Reclus’tan Rudolf Rocker’a kadar anarşist devrim mücadelesine katkıda bulunmuş birçok yoldaşın dergiye katkıda bulunması olmuştu belki de.
Mother Earth, dergiye emek veren herkes için büyük anlamlar ifade ediyordu kuşkusuz ama Emma Goldman’ın fırtınalı yaşamında yelken oluşuyla, kalbinde ayrı bir yer edinmişti. Ondan “hiçbir anne çocuğunu benim onu emzirdiğim gibi emzirmemiştir” diye bahsediyordu. Mother Earth projesi, Alexander Berkman ve Emma Goldman sınır dışı edilene dek sürdü.
The Blast
Köklerini Mother Earth’ten alan The Blast’ın ilk sayısı, 1916’nın Ocak ayında yayınlandı. Önceden Berkman tarafından “devrimci işçi gazetesi” olarak tasarlanan The Blast, sonradan tamamen anarşist bir karaktere büründü. Haftalık olarak çıkan dergi, belirli bir süre sonra aynı düzenlilikte çıkamadı. Bunda The Blast’ın (her anarşist yayında olduğu gibi) büro baskınlarıyla, yasaklamalarla, yazarlarının tutuklanmasıyla geçen bir serüveni olmasının payı olduğu aşikar. The Blast’ın anarşist teorisinin yanında güncel politikanın önemli konularına dair bilgilendirici içeriği de epey güçlüydü. Derginin kapak çizimlerini çoğunlukla Goldman ve Berkman’ın arkadaşı, karikatürist Robert Minor üstlendi. Alexander Berkman mücadeleci ruhunu ve yetenekli kalemini özellikle doğrudan eylem çağrısı yaptığı metinlerde hissettiriyordu. Bir senede 29 sayı çıkan The Blast, az zamanda çok yol kat etti. Dergi, Haziran 1917’de yayınlanan son sayısıyla okurlarına veda etti.
Harekete geçmenin zamanı geldi. Şimdi bu zaman. Memnuniyetsizliğin soluğu bu geniş ülkenin üzerine ağır ağır çökmüştür. İmalathane ile madene, tarla ile fabrikaya sinmiş bu soluk. Kör bir başkaldırı cadde ve sokaklarda sezdirmeden ilerliyor. Onu umudun kıvılcımı ile ateşlemek, görüşün ışığında tutuşturmak ve soluk bir memnuniyetsizliği bilinçli bir toplumsal eyleme dönüştürmek; işte günümüzün haykıran sorunu budur. Tamamlanması için çağıran yüce görev budur. Çalışalım o zaman; yeniden doğmanın önündeki bütün engeller infilak etsin!
The Blast‘tan
Cronaca Sovversiva
Luigi Galleani’nin Haziran 1903’te ilk sayısını çıkardığı Cronaca Sovversiva, sekiz sayfadan az olmasına rağmen, militan üslubuyla 5000 aboneye kadar ulaşmıştı. Genellikle göçmen İtalyan işçileri arasında etkili olan Cronaca Sovversiva’da, halkın düşmanları olarak nitelendirilen patronlar, grev kırıcılar gibi kişilerin ayrıntılı adresleri yayınlanıyordu.
Cronaca Sovversiva, Galleani ve diğer editör yoldaşlarının tutuklanması sonucunda, Temmuz 1918’de yayın hayatını noktaladı.
Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 26. sayısında yayımlanmıştır.
The post Anarşist Yayınlar Dizisi (1): Kuzey Amerika’da Anarşist Yayınlar – Zeynel Çuhadar appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post Tarihteki Anarşist Kadınlar appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Tarih boyunca, anarşizm fikrinin toplumsallaşmaya ve örgütlenmeye başladığı ilk andan itibaren kadınlar; ezilenlerin mücadelesinde ön saflarda yer almışlardır. Yaktıkları isyan ateşi fabrikalarda, sokaklarda, kadın ezilmişliğinin olduğu her alanda büyümüş, kadın özgürlük mücadelesinin temellerini atmıştır.
Paris Komünü’nde, İspanya Devrimi’nde kadınların tuttukları direnişin meşalesi yaşam olmuş, özgürlük olmuş, devrim olmuştur. Anarşist kadınlar, Emma Goldman’dan Lucy Parsons’a, Voltairine de Cleyre’dan Virgilia D’andre’ya, Lucía Sánchez Saornil’den Mujeres Libres’li kadınlara, anarşizm mücadelesinin tohumlarını coğrafyanın dört bir yanında yeşertmişlerdir.
Anarşizmin iki yüzyılı aşkın örgütlü tarihinde yer alan anarşist kadınların, yaşadığımız coğrafyada pek bilinmeyen yaşamlarının ve mücadelelerine adanmış hikayelerinin tekrar tekrar incelenmesi gerekir.
Kadınlar tarafından çıkarılan gazetemizin bu sayısında, sizlerle, kadın mücadelesine büyük ihtiyaç duyulan şu günlerde, tarih boyunca tüm coğrafyada anarşist mücadeleyi yükselten kadınların hayat hikayelerini paylaşıyoruz.
Virgilia D’Andrea
Malatesta’nın İtalya’da yarattığı geleneğin sürdürücülerinden olan Virgilia D’Andrea Güney İtalya’da, Sulmona’da dünyaya geldi. Genç yaşta ailesini kaybetti ve Katolik bir kurumda öğretmen olmak için eğitim almaya başladı. Ancak kariyerine öğretmen olarak devam etmek istemiyordu. Ve kendine yepyeni bir kariyer yarattı. Toplumsal mücadelede kendini güçlü bir şair, kararlı bir öğretmen ve pes etmez bir savaşçı olarak buldu.
Kapitalizmin köleliğinden sıyrılmak isteyen insanların mücadelesini yazdı şiirlerinde. Devlete, dine, eğitime karşı söyledi sözlerini; alanlarda, meydanlarda.
1910’lu yıllarda, Dünya Savaşının sürdüğü esnada toplumsal muhalefette meydana gelen yükselmeyle birlikte pek çok arazi, tarla işçiler ve köylüler tarafından ele geçirildi. Fabrika ve atölyelerin tamamına halk el koymuştu bile. Herkes toplumsal devrime yürüdüklerini düşünürken İtalya’da faşizm yükselmeye başladı. Virgilia için sonuç ise tecrit, hapis ve sürgün oldu. İtalya ve Almanya devletinin yakınlaştığı dönemde Paris’e gitti ve orada Veglia adlı bir dergi çıkarmaya başladı. Sacco ve Vanzetti için büyük kampanyalar örgütledi. Ancak Mussolini, burada da Virgilia’dan rahatsızdı. Böylelikle Fransız Hükumetini kışkırttı ve sınırdışı edilmesine yol açtı. Tam da o esnada yoldaşları onu Birleşik Devletlere davet etti. Kalemini kılıç gibi kullanan Virgilia D’Andrea, şiirlerini “Torento” adlı koleksiyonunda topladı. İktidarlara meydan okuyan ve tüm hayatını anarşist mücadeleye adayan D’Andrea yaşamını yitirdiğinde, hem kendi yapıtları hem de ardından yayımlanan onlarca metinle anıldı.
Kate Sharpley
1. Dünya Savaşı’nın patlak verdiği esnada, savaş karşıtı mücadeleyle ön plana çıkmıştır Kate Sharpley. Deptford’da yoksul bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelmiş, bir fırıncı ile evlenmiştir. Woolwich mühimmat fabrikasında çalıştığı esnada işyeri temsilcisi hareketinde aktif rol oynadı.
Anarko-sendikalist At Taşıyıcıları Birliği’nde aktif olan kardeşi ve babası, bir eylemde polis tarafından katledildi. Eşi de bu eylemlerde öldürüldü ancak Kate polisin onu kaçırdığını düşünüyordu. 1921’de Kronştand isyanı sırasında Troçkist Parti Sharpley’in yayınlarını sansürledi, grevler düzenlemesini engelledi. Tüm bu yaşadığı baskı ve yasaklara rağmen kararlılığıyla mücadelesine devam etti. Hatta bu yasaklar ona ilham verdi ve büyük bir arşiv oluşturmaya başladı. Bugün Kate Sharpley’in anısına orjinal anarşist belgelerden oluşan büyük bir kütüphane bulunmaktadır.
Anna Mendleson
1948’de Stockport’ta doğan Anna Mendelson anarşizmle oldukça genç yaşlarda tanıştı. İspanya Devriminde aktif rol almış ve hayatını kaybetmiş babasının izinden yürümüş, 19. yüzyılın ikinci yarısına eylemlikleri ile damga vurmuştu. 1967-69 yılları arasında Essex Üniversitesinde okuduğu esnada radikal öğrenci hareketlerinde büyük rol oynamasıyla tanındı.1971’de İçişleri Bakanına karşı yürüttükleri kampanyadan dolayı devlet tarafından terörist ilan edildi. 1972’de gerçekleşen büyük Stoke Newington Eight patlamasında ismi geçti. Sonrasında, silah ve patlayıcı bulundurmaktan devlet Mendelson’u ve beraberindeki üç yoldaşını suçlu ilan etti.
Şairliğiyle tanınan ve mücadelesini kalemiyle de yükselten Mendleson, 2009’da beyninde bulunan tümor nedeniyle yaşamını yitirdi. Ardında onlarca yazı, makale ve mücadelesine dair anılar bıraktı. Implacable Art (Bastırılamaz Sanat) adlı şiir kitabı, bugün halen raflarda yerini korumaktadır.
Luce Fabbri
2000 yılında, 92 yaşında yaşamını yitirdiğinde 20. yüzyıl anarşizmine büyük harflerle kazımıştı ismini. Hem militanlığı hem de ahlaki ve siyasi düşünce ve kavrayış tekniğiyle La Protesta’ya yazdığı yazılarla, Rivoluziona Libertoria dergisindeki makaleleriyle anarşist külliyata büyük bir miras bıraktı.
Yaşamı çoğunlukla 20li yaşlarında terk ettiği İtalya’nın dışında geçti. Ailesiyle birlikte faşizmden kaçtığı bir sürgündü bu. Uruguay kendi toprakları gibi olmuştu. Ve bunu yazdıklarında ve yürüttüğü siyasi faaliyetlerde hissettirdi çoğunlukla.
Ünlü anarşist militan ve teorisyen Luigi Fabbri ve Bianca Sbriccoli’nin ilk çocuğu olarak 1908’de dünyaya geldi. Ailesinden dolayı kültürel ve sosyal anlamda oldukça özgürlükçü bir ortamda yetişti. Öyleki evlerinde düzenlenen toplantılara Errico Malatesta da geliyordu ve onu büyükbabası gibi görüyordu- anılarında bu şekilde anlatıyor-. Büyüdükçe fikirleri gelişmeye başladı. Dayanışma, insancıllık, özgür aşk ve toplumsal ilişkilerde adalet üzerinden şekillendirdiği fikirleriyle doğal bir şekilde, kendiliğinde anarşist oldu. Böylelikle annesinin, babasının ve büyükbabasının -Errico Malatesta- izinden gitmiş oldu.
Soledad Estorach
15inde CNT’nin gece okullarında ders almaya başlamasıyla tanışır anarşizmle. Böylelikle 1931 yılında üniversiteyi kazandı ve üniversitede bir gençlik hareketine katıldı. 1934’te Pilar Grangel, Aurea Coudrado ve Conchiata Liano’nun da içerisinde bulunduğu İnşaat İşçileri sendikasında bir kadın grubuyla tanıştı ve CNT’nin GCF(Kadınların Kültürel Kulübü)’ye katıldı. 1936 yılında, İspanya Devrimi sırasında, anarşizmi toplumsallaştırma amacıyla kardeşiyle birlikte örgütlü mücadeleye başladı. 1936 temmuzunda, FIJL’nin ön saflarda mücadele eden delegelerinden biri oldu.
18 Temmuz’da Casa Cambo’da isyan ateşini yakan, barikatları kuran ve tüm gücüyle, inancıyla iktidarlara meydan okuyan anarşistlerden biriydi. Kadın özgürlük mücadelesinde Pilar Grangel’le, Conchista Liano’yla birlikte en ön saflarda savaştı Mujeres Libres için.
Hem Mujeres Libres’in yayınlarına hem de FAI’nın yayınlarına büyük katkılarda bulunan Soledad Estorach, Franco’nun işgaliyle İspanya’yı terk etmek zorunda kaldı. 26 Ocak 1939’da, Fransa’ya gitmeye hazırlandığı sırada Mujeres Libres’li iki yoldaşının -biri Pepita Carpena- faşistler tarafından köşeye sıkıştırıldığını öğrendi. Kendi canı pahasına geri döndü ve yoldaşlarını kurtardı.
1945’te gizlice Fransa’dan İspanya’ya geldi. Fakat devletin baskısından dolayı uzun süre İspanya’da gizlenemedi, Fransa’ya geri dönmek zorunda kaldı.
Mujeres Libres’in ortak yazdığı Liberter Savaşçılar (Luchadoras Libertarias) kitabının yazarlarından biri oldu.
14 Mart 1993’te yaşamını yitirdi. Ancak ardında büyük bir mücadele ve tarih kitaplarına eklenen güçlü bir anarşist kadın bıraktı.
Rose Pesotta
Ukraynalı yoksul bir çiftçi ailesinin sekiz çocuğundan ikinci olarak dünyaya gelen Pesotta, henüz 17 yaşındayken Yahudi ve Latin Amerikalı kadınların yoğunlukta olduğu kadın giysi işçilerini temsil eden ILGWU (Uluslararası Kadın Konfeksiyon İşçileri Birliği) sendikasına dahil oldu. 1920’lerde yayımlanan Der Yunyon Arbeter’de önemli yazarlardan biri haline geldi. 1933 yılında, örgütlenme yapmak için Los Angelas’a gitti. 1934’te örgütlenmenin neredeyse mümkün olmadığı zamanlarda büyük grevler örgütledi. Freedom Road gazetesinde yayımlanan makaleleri anarşistler arasında tartışmalara yol açsa da mücadelesi her daim takdir edildi ve saygı uyandırdı.
Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 25. sayısında yayımlanmıştır.
The post Tarihteki Anarşist Kadınlar appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>