The post Anarşistlerin Ekonomi Tartışmaları (22): Zapatistlerin Perspektifinden Ekonomi Politik – 1 appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Zapatista Hareketi, 80’li yıllardan bu yana, Orta Amerika’da sürdürdüğü anti-kapitalist mücadelesi ve sahip olduğu öz-örgütlü karakteriyle, en önemli güncel deneyimlerden biridir. EZLN, Ocak 1994’te Chiapas’ı özgürleştirdikten sonra dünya çapında görünür olmuş; uzun yıllar boyu, yoğun devlet şiddetine ve katliamlara karşı sürdürdüğü direnişle küresel bir dayanışma ağının oluşmasına zemin sağlamıştır.
Zapatista Hareketi, 2015 yılının Mayıs ayında Chiapas’ta düzenlediği seminerde, kadın mücadelesinden ekonomik örgütlenmeye kadar birçok konuda deneyim aktarımı gerçekleştirdi. Şimdiye kadar, hareketin dışından birçok yazar ya da akademisyen Zapatista deneyimini yazmış olsa da, hareketin içerisinden aktarılan bu deneyim, bizler için oldukça önemli.
Anarşist Ekonomi Tartışmaları başlıklı yazı dizimizin bu bölümünde, söz konusu seminerde, Zapatistlerin ekonomik pratiğini ve özgün çözümlerini içeren bir konuşma yapan Subcomandante Insurgente Moisés’in sunumuna yer vereceğiz. Gelecek sayıda ikinci kısmını da yayınlayacağımız bu sunumla, Zapatistlerin 30 yıl önce içinde bulunduğu durumu ve Meksika devletinin Zapatistleri kapitalizme “yeniden” entegre etmeye yönelik çabalarını irdeleyeceğiz.
Subcomandante Insurgente Moisés’ın Konuşması
4 Mayıs 2015
İyi akşamlar yoldaşlar,
Size anlatacaklarım -okuyacaklarım değil- halklarımızın ekonomisinin dünü ve bugünü hakkında; size kapitalizmden bahsedeceğim. 30 yıl önceki, 20 yıl önceki ve son birkaç yıl içindeki durumdan bahsedeceğim. Anlatacaklarımı üç bölüme ayırdım; halkların 30 yıl önce nasıl yaşadıkları, Zapatista olmayanların nasıl yaşadıkları ve bugünün Zapatistleri olan bizlerin nasıl yaşadığımız.
Yüzyıllar önce nasıl olduğunu bilmediğimizi sanmayın; biliyoruz. Fakat 30 yaşında olduğumuz için meseleyi buradan -83 yılından başlatmak istiyoruz. Bir grup yoldaşın buraya geldiği 1983 yılından bugüne otuz küsur yıl oldu.
EZLN kurulmadan önce, kapitalist sistem için biz Chiapas’lı yerliler yoktuk. Onun için bir halk değildik; insan değildik. Onun için çöp olarak bile varlığımız yoktu. Coğrafyamızın geri kalanındaki diğer yerli kardeşlerimiz için de durumun benzer olduğunu tasavvur edebiliyoruz. Ve yerlilerin var olduğu herhangi bir coğrafyada da böyle olduğunu tahmin edebiliyoruz.
Yaşadığımız yerleri; yani dağlık bölgeleri, tepeleri koruma alanı olarak belirlemişler. Orada, Montes Azules Biyosfer dedikleri bölgede, yerlilerin yaşadığını bilmiyorlardı. Bu yüzden kimse orada doğan küçük erkekleri ve kadınları saymadı. Yani kapitalizm bizim hakkımızda hiçbir şey bilmiyordu; kimse sayım yapmadı, çünkü onlar için biz yoktuk.
Peki orada nasıl hayatta kalıyorduk? Tabii ki Toprak Ana ile… Hiçbir hükümet, hiçbir vali ya da belediye başkanı bizi dikkate almazken Toprak Ana bize hayat verdi. Unutulmuştuk. Önemli buldukları tek şey halklarımızın çevresinde çok iyi toprakların olmasıydı ve bu yüzden orada birkaç toprak sahibi ya da büyük işletme sahibi yaşıyordu.
Binlerce hektarlık iyi toprak, iyi su ve iyi nehirlerin sahibi onlardı. Bu yüzden bizi o bölgeden attılar; dağların içlerine sürgün ettiler, çünkü onlar için bu tepeler yararsızdı -onlar için bir faydası olmadığı için- bizi orada bıraktılar.
Neden binlerce ve binlerce hektar iyi toprağı kendilerine alıyorlar? Binlerce ve binlerce büyük baş hayvan sahibi olabilmek için. Nasıl oldu da bu kadar uzun süre orada kalabildiler? Çünkü beyaz bekçiler dediğimiz iyi silahlanmış adamları vardı ve bizi o topraklara sokmuyorlardı.
Eğer o dönemde unutulduysak, halkın ekonomisinden nasıl bahsedebiliriz? Bu büyük işletmelerin tek yaptığı dedelerimizi, ninelerimizi, büyük dedelerimizi ve büyük ninelerimizi sömürmekti. Bize gelince, biz yaratıcı olmak zorundaydık; toprak ve işletme sahiplerinin önümüze çıkardığı bütün kötülüklere direnerek nasıl yaşayabileceğimizi, Toprak Ana ile nasıl hayatta kalabileceğimizi hayal etmek zorundaydık.
Hiçbirimiz otobanları bilmiyorduk, klinik ve hastane denilen şeylerin olduğunu bilmiyorduk, okul ya da derslikte eğitimden de haberimiz yoktu. Sağlık kampanyası, programı, fonu, hiçbir şeyi yoktu. Unutulmuştuk.
Bütün erkek kardeşlerim ve kız kardeşlerim, bugün örgütlü olan yoldaşlarım adına konuşuyorum. Şimdi halklarımızın içinde kapitalist ekonomiyi görüyoruz, çünkü şimdi yukarıdakiler halklarımızla ilgilenmeye başladılar. Bu ilgi, halkların kendisinden çok, yaşadığı bölgeye, yaşayageldiği bölgeye yönelik –çünkü burası aynı zamanda bir zamanlar yaşamını yitiren kardeşlerimizin, yoldaşlarımızın yaşadıkları yer.
En iyi toprakları aldıkları ve yıllarca kullandıkları yetmedi, şimdi tepelerle, dağlarla ilgilenmeye başladılar; Birçok kez söylediğimiz gibi, bu -doğanın zenginliği- onlar için satılacak bir başka maldan farksız. Böylece daha önce bizi sürdükleri yerden çıkarmanın yollarını aramaya başladılar. Şimdi bizi buradan atmak istiyorlar. Burayı elimizden alıp bizi tahliye etmek istiyorlar, çünkü bu zenginliği istiyorlar.
Biz ve büyük-büyük-dedelerimiz ve ninelerimiz, orada bulunan zenginliğe iyi baktık. Ve onlar da bu yüzden orayı almak ve zenginliğini söküp çıkartmak istiyorlar. O kapitalistler, Toprak Ana’nın milyarlarca yılda yaptığını sadece birkaç yılda yok edecekler.
Bu nasıl olacak? Kapitalist sistemin yaptığı numarayı hatırlayın; kurdukları tuzak, kanunun 27. maddesini değiştirerek “ejido”ların (komünal toprakların) özelleştirilmesine izin vermekti. Çünkü Toprak Ana’yı satılabilir ve kiralanabilir yapmaya çalışıyorlar.
Hafızanızı biraz zorlamanızı istiyorum, çünkü 20 yıl kadar öncesinden -görünür olmaya karar verip ortaya çıktığımız zamandan- bahsedeceğim.
Bunu gören hükumet, değişik birçok yoldan kendini gizleyerek bu bölgeye gelmeye başladı. Kötü hükümetin ilk yolu, otoban inşaatı yapmakla taleplerimizi karşıladığını söyleyerek etrafta dolaşmaktı. Fakat otoban yapmalarının nedeni bu değil -27. maddedeki değişiklikle ejido’ların özelleştirilmeye açılması. Böylece hükümet iki yönden avantaj sağlıyor: Bizim ayaklandığımızı gördü ve şimdi otobanlar döşeyip projeler fonlamakla taleplerimizi karşılıyormuş gibi davranıyor. Ama onlar bu projelere bir ya da iki milyon pezo aktardıklarını söylerken; bu miktar yüz, iki yüz, üç yüz projeye bölündüğünde, her birine yetersiz miktar kalıyor, o da halklara gitmiyor. Elbette çeşitli seviyelerdeki hükümetlerin ceplerine gidiyor. Fakat yine de bunu başarı olarak ilan ediyorlar. Bize söyledikleri bu.
Yoldaşlarımızın ve kardeşlerimizin bu projeler hakkında nasıl konuştuklarını bir duysanız. Bu projelere “pececito” (küçük balık) diyorlar, ne demekse… (Tek başına bir peso anlamına gelen “pesesito” ile eşsessli). Bu yüzden biraz para alıyorlar ve bir sürü proje yapıyorlar diyorum.
Ayrıca orada burada birkaç okul ve klinik ortaya çıktı. Bunlarda okumayı bile sökmemiş ama burs kazanan öğrenciler var. Ve diyorlar ki, kliniklerde yeni halk sağlığı sigorta kimliğini gösterirsen sana iyi bakarlar. Ama gerçekte kliniğe gittiğinde hiç doktor yok diyorlar; eğer bir doktor varsa, hiç ilaç yok diyorlar; eğer hem bir doktor, hem ilaç varsa, ilaç eski tarihli oluyor. Ama okumayı bilmediğimiz için, doktor yine de ilacı veriyor; hastalık iyileşmiyor. Amaç sadece seni ilaçla tedavi ediyormuş gibi göstermek; senin hastalığına iyi gelen ilacı alıp almadığını bile bilmiyorsun.
Size anlattığım gibi, yıllar geçtikçe buna benzer yeni projeler ortaya çıkmaya başladı. Kötü hükümetin biraz para dağıtarak uygulamaya koyduğu bu projeler, hükümetin birer Zapatista olacak olanları kontrol etmesine yaradı. Sanırım buna “isyan karşıtı kampanya” ya da “düşük-yoğunluklu savaş” deniyor. Adı önemli değil, ama seni kontrol ediyor ki artık mücadele etmiyorsun. Çünkü diyor ki “Buyur al, artık taleplerini karşılıyoruz. Ve eğer Zapatistlere katılmayı aklından bile geçiriyorsan, silahlı kuvvetlerime şöyle bir bak, çok daha hazırlıklılar. Yaptığın şey, kendi kendini ölüme göndermektir.” Bunların hepsi, onları kontrol etmek için yapılan bir kampanyanın parçaları.
Böyle diyorum, çünkü “ejido”larının özelleştirilmesine izin veren halklar -evet, bazıları buna izin verdi- şimdi evsizler. Tiner ve benzeri madde bağımlılarıyla dolu şehirlere benziyorlar. Aynen böyle oldular, çünkü topraklarını sattılar; sanki çiftlik sahibiymiş gibi tapu belgelerini aldılar ve mülkiyeti alınca gidip onu sattılar. Şimdi sokakta kaldılar. Şimdi mısır ya da fasulye yetiştirecek hiçbir yerleri yok.
Bazıları ise bu projelerden birini aldı ve şimdi kapitalizmin kurallarının gerektirdiği faizi ödemek zorunda. Birkaç örnek vermek gerekirse, La Realidad bölgesinde Jataté nehrinin aktığı yerde Agua Perla adında bir halk var. Bu halk, hükümet projelerine girdi ve şimdi bir grup “caxlanes “(yerli olmayanlar) ya da “mestizos” (melezler) gelip onlara şöyle diyor: “Beyler biliyor musunuz, borcunuz şu kadar. Toprak artık sizin değil ve problem çıkmasını istemiyorsanız ya Escarcega’ya taşının ya da Oaxaca’ya.
Partidista’ların (parti üyelerinin ya da takipçilerinin) gönderdikleri yerler buraları. Onlara “partidistas” demek zorundayım, çünkü bizimle uğraşanlar önce sadece PRI-istas (PRI takipçileri) idi, ama şimdi bütün siyasi partiler aynı şeyi yapıyor, o yüzden artık onlara “partidistas” diyoruz.
Roberto Barrios’ta Chulum Juarez adında bir başka halk da projelerden faydalandı. Aynı şey… Onlara otoban yapmayı teklif ettiler ve kabul edildi. Asfalt döşenmeye başlamıştı bile. Otobanı bitirmeleri sadece birkaç ay sürdü ve iyi bir otoban yaptılar. Artık otoban var, onlar da “domo”larını (ondulin teneke çatı ve diğer şeyler) aldı. Halkın yollarına çakıl döşendi. Otoban da bittiğinde geliyorlar ve diyorlar ki “Beyler biliyor musunuz, gitmek zorundasınız. Çünkü bu tepede uranyum var ve hükümet onu çıkaracak. Yaşamak istiyorsanız gitmek zorundasınız. İsterseniz Oaxaca’ya gidin ve kendiniz gitmezseniz, zorla götürüleceksiniz.”
İşte 20 yıl önce hazırlamaya başladıkları şey buydu, şimdi de uyguluyorlar. Şimdi kapitalist sistemin kanunlarını değiştirdikleri için daha da fazla uygulanıyor. Her şey kağıt üzerinde, anlaşma yapılmış, imzalanmış. Buna karşı diyoruz ki, “İmzalanmış, onaylanmış ama halk buna direndiğinde ne olacak henüz görmedik. Ve Zapatista buna direndiğinde ne olacak, göreceğiz.”
Çeviri: Özgür Oktay
Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 34. sayısında yayımlanmıştır.
The post Anarşistlerin Ekonomi Tartışmaları (22): Zapatistlerin Perspektifinden Ekonomi Politik – 1 appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post ” Katliamın Ortak Yüzleri Suruç ve Iguala ” – Ece Uzun appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Şurası açıktır ki; bütün devletler sürdürülebilirliklerini yaptıkları katliamlara borçludurlar. Bugün Suruç’ta yaşamını yitiren 33 devrimci ile dün Meksika’da kaçırılan ve (kuvvetle muhtemel) katledilen 43 öğrenci aynı şey için öldürülmüşlerdir; devletin ve devletin taşeronlarının varlığını tehdit ettikleri için. Bu devlet ister Meksika, ister T.C olsun; bu taşeronlar ister radikal islamcı, ister uyuşturucu çeteleri olsun; devlet, devlettir; çete çetedir! Ancak ve ancak halkın örgütlü gücüyle alt edilebilirler!
Bilhassa son 10-15 yılda yaşananlara bakılırsa Meksika ve yaşadığımız toprakların kaderinin paralel bir şekilde ilerlediğini ve hatta birçok noktada kesiştiğini görebiliriz. Aradaki binlerce kilometreye rağmen, devletlerin uyguladığı politikalar öylesine birbirine benziyor ki, bu devletlerin zulmüne uğrayan iki insan karşı karşıya gelse sadece birbirlerine bakarak bile birbirlerini anlayabilir. Kuzey Kürdistan’da verilen özgürlük mücadelesi, Kobanê Direnişi, başkanlık sistemi tartışmaları ve nihayetinde Kobanê’de yaşamın yeniden yaratılması için dayanışmaya giden 33 devrimcinin katledilmesi, yine son günlerde devletin gerilla cenazeleri üzerinden ürettiği “korku salma” politikası… Chiapas dağlarında özgürlüğü yeniden yaratan Zapatistler, devletin özellikle devrimcilere karşı kullandığı paramiliter örgütler, 43 öğrencinin kaçırılması ve “sık sık” yaşanan bu gibi kaçırılma olayları sonrasında işkence edilmiş, yakılmış cenazelerin toplu mezarlar halinde bulunması… Bütün bu olaylar karşılaştırıldığında; söz konusu halkların çektiği acıların ve verdikleri mücadelenin ortak bir hat izlediğini görürüz. Her iki devletin de son küresel kapitalist projeleri uygulama konusundaki hevesi göz önüne alındığında, bu benzerlikler daha da belirginleşiyor.
NAFTA ve Sömürgeciliğin Yeni Yüzü
1994 yılının ilk günü, Zapatistler 12.000 kişilik bir güçle, Meksika’nın Güneyindeki 3 şehri (Sen Cristobal De Las Casas, Margarita, Ocausinco) ele geçirmişlerdi. Çıkan çatışmalarda 145 kişi yaşamını yitirmiş, çok sayıda insan yaralanmıştı. Fakat 1 Ocak 1994, yalnızca Zapatistlerin zaferinin yıldönümü değil; aynı zamanda Kanada, Meksika ve Birleşik Devletler arasında imzalanan Kuzey Atlantik Serbest Ticaret Antlaşması’nın (NAFTA) da yürürlüğe girdiği gündü.
Meksika’nın bugününü anlamada NAFTA’nın özel bir yeri var. Özellikle son yıllarda uygulanan küresel kapitalist politikaların önünü açması ve buna karşı örgütlenen halk hareketlerinin sokağa yansıması bakımından bir hayli önemli. Bu anlaşma ile beraber çok uluslu şirketlerin yapboz tahtasına dönüşen Meksika’da özelleştirmeler, kemer sıkma paketleri, yerli halkların alanlarına yönelik artan tecavüzler, tarım arazilerinin gaspı ve ekolojik yıkımlar ardarda birbirini izlemeye başladı.
Sokaklar ve Dağlar
Bu son 15-20 yıl içerisindeki gelişmeler elbette sokağa da yansıdı. Artık dayanılamayacak boyuta ulaşan sömürüye karşı sokaklara çıkan ezilenler; devletin polisi, askeri ve paramiliter örgütleri ile sıkı bir çatışmaya girişti.
Dünya gündemine, adeta bomba gibi düşen 43 öğrencinin kaçırılması olayı da aslında bunlarla bağlantılıydı. Olaydan hemen önce Meksika’daki politik atmosfer bir hayli hareketliydi. Eğitim, sağlık ve petrol alanındaki özelleştirmeler, içinde öğretmenlerin, öğrencilerin, işçilerin ve köylülerin bulunduğu toplumun birçok kesimini sokağa dökmüş; birçok yerde polisle sert çatışmalar yaşanmıştı.
“Barış Süreci”
Tıpkı yaşadığımız topraklarda olduğu gibi Meksika’da da, EZLN ile devlet arasında bir “barış süreci” yaşandı. 94 yılında EZLN’nin 3 şehirden devleti çıkarmasından sonra imzalanan “barış”ın ardından başlayan süreç, devletler ve halklar arasında süren tüm barış görüşmeleri gibi hüsranla sonuçlandı. Dönemin devlet başkanı Zedillo, bir yandan görüşmelerini sürdürürken diğer yandan Marcos’u yakalatmak için bir operasyon düzenledi; fakat bu amacına ulaşamadı. Bu süreçle beraber görüşmeler tıkandı. 1996 yılında San Andres Mutabakatı imzalandı, fakat devlet mutabakatta verdiği sözlerin hiçbirini gerçekleştirmedi. Bu süreç 2001 yılına kadar, devletin oyalama taktikleri ve saldırılarıyla devam etti. 2001’de “Toprağın Rengi” yürüyüşünde 3.000 km yol kat edilerek meclise kadar gelindi. Yürüyüşe binlerce köylü ve gerillalar katıldı. Yine 2001 yılında dönemin Meksika başkanı Vincente Fox’un da oyalama taktiklerine devam etmesi üzerine, Zapatistler tek taraflı “özyönetim” ilanında bulundular.
EPR ve 43 Öğrencinin Kaçırılması
Eğitim alanındaki özelleştirmeler, özellikle 1940 yılından beri varlığını sürdüren ve Escuelas Normales Rurales’i (Türkiye’deki Köy Enstitüleri benzeri bir okul) etkiliyordu. Bu okullara özellikle kırsal alanda yaşayan yoksul çocuklar gidiyor, buradan mezun olduktan sonra da aynı okullara öğretmen olarak geri dönüyorlardı. Meksika’daki birçok devrimci örgütün kalbi olan bu okullar, bir süre sonra devlet tarafından bir tehdit olarak görülmeye başlandı. Açılan elli kadar ENR’nin sayısı, günümüzde yirminin altına kadar düştü. Okullar kimi zaman askerler tarafından boşaltılarak kapatıldı, birçok kişi katledildi. Kapatılamayan okullar ise bir yandan özelleştirmelerle, diğer yandan çetelerin yaptığı saldırılarla halen kapatılmaya çalışılıyor. Kaçırılan 43 öğrenci de bu okulların en radikallerinden biri olarak bilinen Ayotznapa ENR’sindendi. Olay günü, öğrenciler Meksika tarihinin en kanlı katliamlarından biri olarak bilinen Tlatelolco Katliamı’nın Mexico City şehrindeki anmasına gitmeye çalışıyorlardı. Öncelikle Iguala kentine gitmek üzere bir otobüse el koyan -Meksika’da özellikle gençlik hareketlerinin sık kullandığı bir yöntem- öğrenciler, kente ulaşmadan önce polis tarafından durdurularak saldırıya uğramıştı. Burada 6 öğrenci hayatını kaybederken, 25 kişi yaralanmış; polis ve onlara yardım eden çeteciler 43 öğrenciyi kaçırmışlardı. Her ne kadar elde net veriler olmasa da, bu öğrencilerin polis, çeteciler ve ordu işbirliği ile katledildiği biliniyor.
“Meksika, Başkanlık İçin Uygun Model”
T.C cumhurbaşkanı, geçen aylarda yaptığı Meksika ziyaretinin ardından, bu ülkede uygulanan başkanlık sistemini “model” olarak gördüğünü söyledi ve başkanlık derken ne kastettiğini işaret etmiş oldu: “Daha fazla güç!”. Çünkü Meksika’da neredeyse 100 yıldan beri uygulanagelen başkanlık sistemi, devlet yönetimini farklı iktidar odaklarının çatışmalarından çıkartıp gücü tek bir kişiye emanet ediyor. Bu sistemde bir başkan yardımcısı yok. Bütün bakanlar, kabine ve sekreterler, başkan tarafından belirleniyor. Başkan ayrıca federal bölge yüksek mahkeme başkanını, federal yargıçları, emniyet genel müdürünü, kuvvet komutanlarını, cumhuriyet başsavcısını, valileri, maliye bürokratlarını, diplomatları atama ve görevden alma yetkisine sahip. Ülkedeki en yüksek askeri rütbe, yine başkana ait. Hatta savaş-barışa karar verme ve müzakere süreçlerini yürütme hakkı vardır. Yasamayı ise iki meclis yapar: 500 kişilik Milletvekili Meclisi ve 200 kişilik Senato. Ancak yasaların geçerlilik tarihlerini belirleme hakkı ve kabul etmediği yasayı veto etme hakkı yine başkana aittir.
Katliamdan bugüne dek öğrencileri bulmak için yapılan çalışmalarda 60 tane toplu mezar açıldığı, bu mezarlarda da 129 kişinin cenazesine ulaşıldığı belirtilirken bunlardan hiçbirinin kaçırılan 43 öğrenciye ait olmadığı tespit edilmişti. Buradan da anlaşılacağı üzere, Meksika’da kaçırıp kaybetme yöntemi, devletin ve çetecilerin sık sık uyguladığı bir yöntemdir. Bunların en bilinen örneklerinden bir tanesi ise, 1996 yılında Zapatist köylülerin yaşadığı Chiapas’ta, 16’sı çocuk, 20’si kadın 45 Tzotzil yerlisinin kaçırılıp katledilmesi; bir diğeri ise Zapatistlerin Öteki Kampanya’sına katılan Toprağın Savunusu İçin Halklar Cephesi militanlarına saldırılması olarak gösterilebilir. Saldırıda gözaltına alınan 200 kişiden 2’si katledilmiş, 26’sı ise tecavüze uğramıştı. Ayrıca devletin ve paramiliter örgütlerin 2006’dan 2013’e kadar toplam 26.121 kişiyi kaybettiği söyleniyor.
Bu son olayla beraber hali hazırda aylardan beri sokakları terk etmeyen ezilenlerin öfkesi zirveye ulaşmıştı. Dört bir yanda yoğun çatışmalar sürerken, genel grevler birbirini izledi ve kimi devlet binaları (eyalet başkanlık sarayı gibi) ateşe verildi. Öyle ki, Ayotzpana’da oluşan bu hareket, 1994’deki Zapatist zaferinden bu yana ortaya çıkan en kalabalık ve en etkili hareket haline geldi. Eylemlere Cheran ve Zapatista gibi halk hareketlerinin yanı sıra; köylüler, öğretmenler, öğrenciler ve bunların sendikaları yoğun katılım gösterdi. Bu süreçte aktif olan birçok anarşist, “polisle çatışmaktan ve halkı galeyana getirmekten” tutuklandı. Başta anarşistler olmak üzere, toplumsal muhalefet içinde etkin olan birçok kurum ve kişiye yönelik operasyonlar ise halen devam etmekte.
Tlatelcoco Katliamı
1968 yılında Meksika, Olimpiyat Oyunlarına ev sahipliği yapıyordu. Oyunlar için yapılan harcamalar, zaten kıt kanaat geçinen halkı canından bezdirmiş; insanları sokağa dökmüştü. 2 Ekim 1968 günü, ağırlığını öğrencilerin oluşturduğu on binden fazla insan “olimpiyat istemiyoruz, devrim istiyoruz!” (no queremos olimpiadas, qu-eremos revolution!) sloganıyla bir araya gelmişti. Polisin eylemcilerin üzerine ateş açması ile beraber 300 kişi yaşamını yitirmişti. Katliam, bölge halklarının kalbine bir öfke tohumu olarak düşerken, devletin kayıtlarına ise “4 kişi öldü, 20 kişi yaralandı” olarak geçmişti.
Aradan geçen bir senenin sonunda, her ne kadar sokak hareketi durgunlaşsa da, halk kaçırılan 43 öğrencinin peşini bırakmadı. Meksika’da yaşanan bu ve bunun gibi kaçırma olayları ne ilkti, ne de son olacak gibi gözüküyor. Fakat toplumda bu saldırıların “normalleşmesi” gibi bir şey söz konusu değil. Devlet, polis ve paramiliter çeteler saldırdıkça, halk direnmeye devam ediyor ve örgütlü mücadelesini kararlılıkla sürdürüyor.
Cheran
Meksika’nın çeşitli bölgelerinde tıpkı Zapatistler gibi devletin ve çetelerin baskılarına karşı silahlanmış ve özyönetime geçmiş birçok irili ufaklı köylü topluluğu bulunuyor. Bunlardan bir tanesi de “Cheran” olarak bilinen otonom. Cheran Meksika’nın Michoagan eyaletinde, devletin, özel şirketlerin ve para-militer örgütlerin; yerli halkların topraklarını gasp etmesi ve yaşadıkları yerlerin çevresindeki ormanları katletmesi sonucunda silahlanarak isyan eden ve özyönetim ilan eden yerli halkın hareketidir.
Sonuç olarak, dünya üzerinde devletlerin yaptığı katliamlarda aktörler değişiyor; fakat senaryo aynı kalıyor. Burada değiştiren ve değiştirebilecek olan ise ancak ve ancak ezilenler oluyor. Meksika’da sokakları dolduran, Suruç sonrasında üzüntüsünü öfkeye dönüştürebilenlerin örgütlü gücü oluyor!
The post ” Katliamın Ortak Yüzleri Suruç ve Iguala ” – Ece Uzun appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>