The post Medeni Yıldırım Davası 13 Kasım’a Ertelendi appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Amed Licê’nin Hêzan köyünde, 28 Haziran 2013’te yapılan kalekol eylemleri sırasında askerlerin açtığı ateş sonucu Medeni Yıldırım’ın yaşamını yitirmesiyle ilgili açılan dava Lice’de yapılan keşfin raporu gelmediği için 13 Kasım saat 9.00’a ertelendi.
The post Medeni Yıldırım Davası 13 Kasım’a Ertelendi appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post Sanık Asker Adem Çiftçi, Medeni Yıldırım’a Ateş Ettiğini Bu Kez İnkar Etti appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Amed Licê’nin Hêzan köyünde, 28 Haziran 2013’te yapılan kalekol eylemleri sırasında askerlerin açtığı ateş sonucu Medeni Yıldırım’ın yaşamını yitirmesiyle ilgili açılan davada, sanık Adem Çiftçi hakkında verilen beraat kararının İstinaf Mahkemesi’nce bozulması üzerine yeniden yapılan yargılamanın ilk duruşması Diyarbakır 7. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görüldü. Tutuksuz sanık er Adem Çiftçi, “haksız tahrik altında olası kastla öldürme” suçundan 18 yıla kadar hapis istemiyle yargılandığı dava duruşmasına Kocaeli’den Ses ve Görüntü Bilişim Sistemi (SEGBİS) ile katıldı.
İstinaf Mahkemesi’nin bozma kararının okunmasıyla başlayan duruşmada, sanık er Çiftçi savunma yaptı.
Savunmasında daha önceki duruşma tutanağına “olay sırasında ateş etti” şeklinde geçen ifadelerinin, kendisine ait olmadığını, tutanağa yanlışlıkla geçirildiğini savunan Çiftçi, “Ben hiçbir şekilde ateş etmedim. Ateş ettiğime dair bir şey söylemedim” dedi.
Sanık avukatı da, müvekkilinin ifadesinin tutanağa eksik geçirildiğini ileri sürerek, bunun düzeltilmesini istedi. İstinaf Mahkemesi’nin bozma kararını kabul etmediklerini belirten sanık avukatı, İstinaf Mahkemeleri’ne yerel mahkemelerin kararlarını bozma hakkı veren yasal düzenlenmenin iptali için Anayasa Mahkemesi’ne başvurulmasını istedi. Yine olay tarihinde asker olan müvekkili hakkında 6722 sayılı yasa gereğince soruşturma izni alınması gerektiğini ileri süren sanık avukatı, soruşturma izni alınana kadar yargılamanın durdurulmasını istedi.
Yıldırım’ın kardeşi Mehmet Yıldırım ise, sanığın bulunduğu yer itibariyle Yıldırım’ı görmemesinin mümkün olmadığını, daha önce verdiği ifadeler arasında tutarsızlıklar olduğunu belirterek, Yıldırım’ın vücuduna isabet eden kurşunun normal bir silahtan değil Biksi marka silahtan atıldığını düşündüğünü söyledi.
Olaya ilişkin görüntülerde kardeşi Medeni Yıldırım’ın vurulduktan sonra yere düştüğü, daha sonra doğrulmaya çalıştığı sırada gaz bombasıyla müdahale edildiğini hatırlatan Yıldırım, “Tüm sorumluların yargılanmasını talep ediyorum. Şikayetçiyim” dedi.
Yıldırım’ın Annesi Fahriye Yıldırım ise, elindeki telefonu göstererek “Eğer bu telefon çalışsaydı Adem Çiftçi’nin tüm beyanlarının yalan olduğu görülürdü. Bu görüntüleri savcıya da gösterdim” dedi. Sanığın geçtiğimiz duruşmalarda kendileriyle alay ettiğini de ifade eden Anne Yıldırım, “Adem Çiftçi daha önceki beyanlarında oğlum Medeni ile arasında iki çadır olduğunu iddia etmişti, ancak bu alanda çadır olmadığı ortaya çıktı. Olay yerinde yapılan keşfi kabul etmedi daha sonra keşif talep etti. Baktı kaçış yok, şimdi de silahı kullanmadığını iddia ediyor. Son celsede vicdanının rahat olduğunu söylüyordu. Ancak vicdanı var mıdır? Medeni doğrudan hedeftir. Herkes havaya ateş ederken o Medeni’ye ateş ediyor. Ben bir anneyim 4,5 yıldır ciğerim yanıyor. Davada adaletli bir karar çıkmasını istiyorum. Benim gözümde er Adem Çiftçi, karakol komutanı ve diğer askerler oğlumun katilidir. Kanımın son damlasına kadar bu davanın takipçisi olacağım, peşini bırakmayacağım” dedi.
Sanık Çifti, Av. Yalçındağ’ın ateş etme emrini kimin verdiği sorusunu ise, “Ateş emrini veren komutanlarımın isimlerini hatırlamıyorum. Sadece Mustafa üsteğmeni hatırlıyorum diğerleri önceki ifadelerimde vardır” şeklinde yanıtladı.
Sanığa ateş emrini veren kişilerin isimlerini ısrarla sorması üzerine araya giren Mahkeme Başkanı’nın “Daha önceki ifadelerinde var” demesi üzerine Av. Yalçındağ, “Yeni bir yargılama yapıyoruz. Belki sanık üzerinde bir baskı vardır” diyerek sorusunu tekrar etti.
Sanık ise “Üzerimde baskı yok. Ben herkesten daha çok bu davadan bunaldım. Suçsuz yere gidip geliyorum. Bu davanın sonuçlanmasını herkesten çok ben istiyorum” dedi.
Lice Asliye Ceza Mahkemesi’nin olay yerinde 20 Mart 2018 tarihinde keşif yapılması için karar aldığını hatırlatan Av. Yalçındağ, “Bu tarihin keşif için makul bir tarih olmadığını, o tarihlerde keşfin güvenlik gerekçesiyle yapılmayacağı yönünde karar verileceğini düşündüklerini” söyledi. Sanığın Yıldırım’ı doğrudan öldürme kastıyla ateş ettiğinin net olduğunu belirten Av. Yalçındağ, taleplerine rağmen bugün kadar tutuklama ya da adli kontrol kararı verilmeyen sanığın tutuksuz yargılanmasına kabul etmedikleri gibi duruşmalardan vareste tutulmasını da kabul etmediklerini söyledi.
Av. Yalçındağ, ateş açma talimatı veren üst düzey askerlerin kimler olduğu belli olmasına rağmen bu davada şüpheli sıfatıyla dinlenmediklerine de dikkat çekti. Av. Yalçındağ, “Kolluk tarafından infaz edilen diğer sivillerin davalarında olduğu gibi bu davada da bu kişiler şüpheli olarak dinlenmeli” dedi.
Savunmaların ardından ara kararını açıklayan Mahkeme Heyeti, 20 Mart’ta olay yerinde yapılması kararlaştırılan keşfin daha erkene alınması için Lice Asliye Ceza Mahkemesi’ne talimat yazılmasını karar verdi. Sanığın tutuklanması yada hakkında adli kontrol tedbirlerinin uygulanmasını yönündeki taleplerinin ise, mevcut delil durumu ve suçun işleniş özelikleri dikkate alınarak reddedilmesine karar veren Mahkeme, sanığın duruşmalardan vareste tutulmasına karar verdi.
Dava dosyasındaki eksiklerin tamamlanması için bir sonraki duruşma ise 22 Mayıs 2018’e ertelendi.
Kaynak: Mezopotamya Ajansı
The post Sanık Asker Adem Çiftçi, Medeni Yıldırım’a Ateş Ettiğini Bu Kez İnkar Etti appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post Medeni Yıldırım Davasında Verilen Beraat Kararı Bozuldu appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Antep Bölge Adliyesi Mahkemesi, Amed’in Lice ilçesinde 2013 yılında kalekollara karşı yapılan eylemler sırasında askerin açtığı ateş sonucu yaşamını yitiren Medeni Yıldırım’ın katledilmesine ilişkin açılan davada verilen beraat kararını bozdu.
Diyarbakır 7. Ağır Ceza Mahkemesi’nde 2 yıl süren davada, 8 Kasım 2016’da kararını açıklayan mahkeme, davanın tek sanığı olan er Adem Çiftçi’nin üzerine atılı suçu işlediğine dair kesin ve inandırıcı delil bulunmadığı gerekçesiyle, hakkında beraat kararı vermişti.
The post Medeni Yıldırım Davasında Verilen Beraat Kararı Bozuldu appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post Gezi Direnişi 4. Yılında: Unutmayacaklarımız appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Kimin yalan söylediğini bilmekti.
Oğlum/kızım sakın dışarı çıkma demek yerine V For Vendetta Maskesiyle Sokağa Çıkmaktı
Kepçeyle polise kafa tutup kafasının üstüne yapmaktı
Yemeğini Camın önünede direnenlerle paylaşmaktı
Diğer canlıların da bizden yana olduğunu bilmekti
Her şeyin altından kalkacağını bilmek ya da düşünmekti
Onların öldürmek için attığı şeyi yaşatmak için kullanmaktı
Holosko’nun nelere kadir olduğunu bilmekti
Göz görmese de hissetmekti
Heykele bile gaz maskesi takmaktı
Çocukları için sapanla direnen teyzeydi
Gözünden yaralanan köpeğe yardım etmekti
Onların tomasına karşı kepçeyle direnmekti
Slogan bulamasa dahi duvarları onlara bırakmamaktı
Direnmekti
Havai Fişekle Direnmekti
Hep birlikte direnmekti
Doğrudan Demokrasiydi
Elden Eleydi
Ne zaman direneceğini bilmekti
Herkes verebildiğini vermesi, ihtiyacı kadarı almasıydı
Bazen de tek başına direnmekti
Şimdi Zamanıydı
Zorda olanlara evinin kapılarını açmaktı
Kaldırım taşlarından yapılan barikattı
Abdullah Cömert “Sesim kısık vaziyette ama, bugün gene saat 6’da alanlardayım; sadece devrim için” demekti
“Korkacaksın, titreyeceksin, yıkılacaksın adi hükümet!” diyerek sokaklarda direnmekti Ali İsmail Korkmaz
Yaşamı pahasına özgürlüğü savunmaktı Ethem Sarısülük
Hasan Ferit Gedik, mahallesinde çocuklara uyuşturucu satan çetelere karşı gece gündüz mücadele etmekti
Mehmet Ayvalıtaş yaşamı ve özgürlüğü için yarını düşünmemekti
Hayallerini satmamak demekti Ahmet Atakan…
Medeni Yıldırım demek, devletin yüzyıllardan beri Kürdistan’da yaşattığı katliamlara karşı Berxwedan Jîyane demekti
Devletin çaldığı çocukluğumuzdu Berkin Elvan…
The post Gezi Direnişi 4. Yılında: Unutmayacaklarımız appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post İstanbul’un İlk “Kalekol”u Başakşehir’de! appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>İstanbul Valisi Vasip Şahin, Başakşehir Belediye Başkanı Mevlüt Uysal ve İstanbul Emniyet Müdürü Dr. Mustafa Çalışkan’ın katıldığı törenle açılan kalekol 3000 metrekarelik bir alana inşa edildi. Çevresini saran duvarların kalındığı 30 santimetre. 10 metre yüksekliğinde 2 kulesi olan kalekolun camları da kurşun geçirmez. Kalekolda ayrıca nezarethaneler bulunuyor.
Kürdistan il ve ilçelerinde yapımının ardından eylemlerin hedefi olan kalekollar, o süreçte oldukça gündemdeydi. 19 yaşındaki Medeni Yıldırım, Amed’in Lice ilçesine bağlı Kayacık köyünde, 28 Haziran 2013’te gerçekleştirilen “kalekol” eyleminde askerlerin açtığı ateşle katledilmişti.
The post İstanbul’un İlk “Kalekol”u Başakşehir’de! appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post ”Medeni Yıldırım Davası Yine Ertelendi” appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Amed Licê’de yapılması planlanan kalekola karşı 28 Haziran 2013 tarihinde düzenlenen eylemde askerin açtığı ateş sonucu yaşamını yitiren Medeni Yıldırım’ın katledilmesiyle ilgili davanın 4. Duruşması, Diyarbakır 7. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görüldü. Duruşmaya, tutuksuz yargılanan asker Adem Çiftçi katılmazken, Medeni Yıldırım’ın ailesi ve avukatları katıldı.
Yaklaşık 20 dakika süren duruşmada kararını açıklayan mahkeme, sanık Adem Çiftçi’nin bir sonraki duruşmada SEGBİS (Ses ve Görüntü Bilişim Sistemi) ile hazır edilmesine karar verdi. Duruşma, 13 Ekim’e ertelendi.
Bu haber Meydan Gazetesi’nin 34. sayısında yayımlanmıştır.
The post ”Medeni Yıldırım Davası Yine Ertelendi” appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post “Rojava’dan Lice’ye D(evletin) Planı Katliam” – Hüseyin Civan appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Yine aynı yerde; Lice’de, 2009 yılında havan topuyla katledilen Ceylanların öfkesiyle kalekolların karşısına dikilmişti Ramazan Baran ve Baki Akdemir. 15 gün boyunca kalekollara karşı direnen Lice halkı, devletin sadece askeri stratejileriyle değil, psikolojik savaşına karşı da koydu.
Devlet, Ramazan ve Baki’yi de Lice’de katlettikleri gibi katletti.
Lice
Sadece Ceylanların, Medenilerin, Ramazanların, Bakilerin katledildiği yer değildi Lice. TC devletinin kuruluşundan bu yana, devletin savaş politikalarına karşı Kürt halkının direnişinin yeriydi.
1927’de, TSK Lice’ye bağlı 280 köyü yerle bir eder; binlerce insanı katleder. Şeyh Said İsyanı’nın bedelidir bu. Lice, bu tarihten sonra devletin sürekli kontrol altında tutmaya çalışacağı bir yer olacaktır. Ve tabi devlet hegemonyasına karşı örgütlü direnişin doğacağı yer de…
1950’li yıllarla beraber, Kürt siyasal hareketinin örgütlendiği bir yer haline gelmiştir. Büyük mitinglerin yapılmaya başlandığı Lice, devletin siyasal iktidarını dayatamadığı bir coğrafya haline gelmiştir.
1980’lerde Fis’le beraber anlamı büyür Lice’nin. Kürt Özgürlük Hareketi’nin temelleri burada atılır. 1990’larda devletin korucu yapma politikasına Lice halkı karşı çıkar. Yine köy boşaltmalar, zorunlu göçler. 2000’e kadarki süre içerisinde JİTEM’in insan kaybetme politikasının en yoğun işlediği yer haline gelir.
Lice’nin direnen tarihi, aslında TC’nin kuruluşundan bu yana, bölge üzerindeki planlarının yoğunlaştığı ama başarıya ulaşamamasının tarihidir. Sözde barış süreciyle Kürdistan coğrafyası, kalekollarla teslim alınmaya çalışılırken Lice halkının direnişi, bu coğrafyanın devletin gerçek yüzünü bilmesinden dolayıdır.
Barış Sürecinin Planları
Tayyip Erdoğan, Ağrı’da yaptığı konuşmasında “barış” sürecinin istenildiği gibi gitmediği bir durumda, uygulanabilir diğer planlarının olduğundan bahsetti. Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi önünde “çocuklarının PKK tarafından kaçırıldığı gerekçesiyle” oturma eylemi başlatan anneler, Ağrı’daki konuşmaya iyi bir arka plan oluşturdu. Sadece hükümet değil, CHP ve MHP de mevzubahis gündemin verimliliğinden yararlanmaya çalıştı.
Hükümetiyle ana muhalefet partileriyle girişilen karalama kampanyası sırasında, meşrulaştırılmaya çalışılan, “barış” sürecinde devletin en önemli hamlelerinden biri haline gelen kalekol çalışmalarıydı. Hükümete yakın yayın organlarında son bir aydır iyice belirginleşen “uyuşturucu taciri” örgüt karalamasına, bir de “çocukları kaçıran” örgüt kampanyası eklenmişti.
Tabi ki bu karalama kampanyaları sadece kalekolların bir yandan rahatça işleyebilmesi için izlenen bir politika değildi sadece. Hedeflenen özellikle Kürt halkının gözünde özgürlük hareketinin meşruluğunu kırmaktı. Kalekol direnişlerinin başından bu yana gerillanın halkla beraber belirginleşen tavrı, bölge üzerindeki stratejileri rahatsız etmiş olacak ki, karalama kampanyalarının hedefine özgürlük hareketi alınmıştır.
Erdoğan’ın B ve C planları, Kürdistan coğrafyasında istediği karşılığı alamamıştır. Lice’den Mezopotamya ve Anadolu coğrafyasına yayılan eylemlikler bunun en belirgin örneğidir.
D Planı: Katliam
7 Haziran’da Lice’de yaşanan katliamdan sonra, valilikten yapılan açıklama; “07.06.2014 günü saat 18.00 sıralarında Diyarbakır – Bingöl karayolunun güvenliğini sağlayan güvenlik güçlerine yapılan silahlı saldırı sonucu, çıkan çatışmada 2 saldırgan yaralanmıştır” denilerek yapılan saldırı meşrulaştırılmaya çalışılmıştır.
Benzer şekilde askeri birlik komutanının eylemcilere, saldırı öncesinde yaptığı uyarı konuşmasında eyleme devam edilenlerin açık bir şekilde infaz edeceğini dile getirmesi de aynı saldırganlıktadır. Tayyip Erdoğan’ın gittikçe sertleşen söylemlerinin karşılığı devletin tüm kademelerinde kendini göstermektedir.
Devletin son süreçte uyguladığı plan, bu sertleşme planıdır. Bu planın bir parçası olarak katliam devlet gözünde bir politika haline gelmiştir.
Soma’da yaşanan katliam sonrası gerçekleşen eylemlerde devletin katlettiği insanlar, devletin eylemlere yönelik bir refleksi olmanın dışında, bilinçli bir korkutma politikasıdır. Katledilen insanlarla beraber gündemi kendi gücü lehine değiştirmekte ve bunun için moral motivasyona bazen ihtiyaç bile duymamaktadır.
Soma Katliamı sonrasında, iktidarının meşruiyetini hesaplayamadığı bir yerden kaybeden devlet, Soma eylemlerinde insanları katletmekten çekinmedi. Korkutma politikasıyla, hesaplayamadığı alanı (Soma’yı) unutturmaya çalışan devlet, aynı zamanda gündemi manipüle etmeyi başardı. Konuşulan şey tabi ki katil devletti, ancak kendinin belirleyebildiği alandan “katil” yüzünü konuşturttu devlet: Katliamlara, kendince haklılık oluşturabileceği bir alandan.
Soma’da devletin hesap edemediği, önceden kestiremediği bir alandan darbe almasıydı. “Katil Erdoğan” sloganı hiç beklemediği bir alanda atıldı. Devlet meşruiyetini hesaplayamadığı bir yerde yitirdi.
Soma sonrasında, devletin içine girdiği bu sert yönelim, Lice’de devletin izlediği politikanın da altyapısını oluşturmaktadır. Lice sonrasında, “bayrak meselesi” üzerinden başlatılan provokasyon, aynı önceden kestirilen katliam planlarının devamı niteliğindedir. Keza “bayrak meselesi” üzerinden devletin kışkırttığı milliyetçiliği bu topraklarda ilk kez deneyimlemiyoruz.
Erdoğan’ın Ağrı’da açıkladığı B ya da C planı nedir bilinmez, ama bu topraklardaki devletin değişmez planı katliamdır. Demokrasi maskesini yüzünden çoktan atmış, devlet yapılanması kendi diktatörlüğünü günden güne dayatırken önceden planladığı, gündem belirleyen devlet katliamlarını büyük bir farkındalıkla karşılamak ve muhalefet hattını buraya oturtmak gerekiyor.
Hüseyin Civan
Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 19. sayısında yayımlanmıştır.
The post “Rojava’dan Lice’ye D(evletin) Planı Katliam” – Hüseyin Civan appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post Ethem’in Faili Polis appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Ethem Sarısülük’ün davası, “devletin adaleti”nin adaletsizlik olduğunu hepimize bir kez daha gösterdi. Dava süreçleri boyunca katil saklandı, hakim ve savcı uyudu, devletin polisi duruşmaya katılıp katilden hesap sormak isteyenlere saldırdı.
Yakın zamanda ise yaşanan son gelişmeyle, “yargılamadan çekinme” kararı kabul edilmeyen 6. Ağır Ceza Mahkemesi duruşmanın gelecek celsesinin 7 Nisan’da görüleceğini açıkladı. Bu açıklamadan hemen önce, yargılama sürecine ve yaşadıkları adaletsizlere dikkat çekmek için Sarısülük Ailesi’nin yazdığı metni özetleyerek sizlerle paylaşıyoruz.
23 Eylül 2013 Birinci Duruşma:
Sabah saat 08.30’da “adliye sarayı” polis ablukasına alınmış hatta o kadar abartmışlar ki tüm koridorlar polisler tarafından tutulmuş. 6. ACM duruşma salonu içinde 100-150 sivil giyimli çevik kuvvet salonu işgal ederek aileyi, avukatları ve mahkemeye destek veren birçok insanı tahrik etmek ve olay çıkarmak amaçlı salonda yerlerini almışlardı. Ahmet Şahbaz sanık sandalyesine korumalar eşliğinde getirilmiş ve mahkeme heyetinin karşısına peruk, takma kaş, takma bıyık ve gözlükle oturtulmuştu. Yani sanık olarak geldiği salonda kimliğini gizleyen bir sanık vardı. Ve artık yeni bir kavram girmişti hukuk literatürüne “Gizli sanık”. Nitekim mahkeme salonunda çıkan arbedede Şahbaz’ın foyası ortaya çıkmış, takke düşüp kel görünmüştü. Mahkeme başkanı Afak İlleez çıkan arbededen sonra duruşmanın kapalı yapılmasına karar vermiş ve mahkemenin can güvenliğinin olmadığı gerekçesiyle 1 ay sonraya ertelemişti. Bir sonraki duruşmaya adliye iç güvenliğini askerin sağlayacağına hükmedip Türkiye tarihinde ilklerin arasında yerini almayı başarmıştı.
Özetle: Polis+Savcı+Hakim işbirliği= Dava görül(e)medi.
28 Ekim 2013 İkinci Duruşma:
Duruşma öncesi bomba ihbarı gerekçe gösterilerek salona köpek robokop-asker sokularak arama yapıldı. Arama sırasında katil polis Ahmet Şahbaz’ın avukatları içeri alınırken, Sarısülük ailesi ve avukatları bekletildi. EGM tarafından görevden alınmanın aksine ödüllendirilerek Urfa’ya tayin edilen Ahmet Şahbaz duruşmaya getirilmedi. Mahkeme heyeti sanığın yakalanması talebini savcıya yöneltince uyuklayan savcı(bu mahkemede de savcı kendinden geçmiş, hayallere dalmıştı) yerinden doğruldu ve “İddianame mi okunacak” diye sordu. Salonda gülüşmeler olurken, “Günaydın” sesleri de geldi. Mahkeme başkanı Şahbaz’ın avukatlarının isteğini kabul ederek Şahbaz’ın ifadesinin Urfa’dan telekonferans yöntemiyle alınmasına karar verdi ve duruşma ertelendi. Tam da burada karar verilirken dışarıda bekleyen kitleye polis hiçbir yasal dayanağı olamayacak şekilde, kadın-erkek-çocuk-yaşlı-engelli tanımayarak azgınca saldırmış ve onlarca insan yaralanmış bir o kadar da gözaltı olmuştur.
Özetle: Polis vurdu, savcı serbest bıraktı, heyet katili korudu.
2 Aralık 2013 Üçüncü Duruşma:
Sarısülük ailesi, avukatlar ve çeşitli demokratik kitle örgütleri 2 Aralık’ta mahkeme salonunda yerimizi aldık. Bir eksik vardı tabi. Ethem’i öldüren Ahmet Şahbaz. Sanığın oturması gereken yere bizler oturduk, ne yaman çelişki değil mi? Şahbaz duruşmaya Şanlıurfa 2’nci Ağır Ceza Mahkemesi’nden sesli ve görüntülü konferans yöntemiyle bağlanarak katıldı. Şahbaz’ın bir önceki duruşmada olduğu gibi duruşmaya peruk, takma bıyık ve o muhteşem karizmatik gözlükleriyle katıldı.
Şahbaz savunmasında, “Maktulün ölümüne sebep verenler havaya ateş ederken bana taş atanlar ve saldıranlardır” diyerek gözümüzde daha da bir canileşti adeta.
Şahbaz, “Sabıkam yok” deyince salonda pek çok kişi “Var” “Katilsin” “Ethem’i öldürdün” diye haykırdı. Şahbaz, kimlik kontrolü sırasında ev adresinin sorulması üzerine “Yok” yanıtı verdi. “Nasıl yok” seslerinin yükselmesi üzerine de “Urfa İl Emniyet Müdürlüğü” yanıtını verdi.
Mahkemenin adil davranacağı konusunda tereddütleri olduğunu ifade eden Sarısülük ailesinin avukatları, böylesi bir yargılamanın polisleri daha çok kişiyi öldürmeye teşvik edeceğinin altını çizdi. Avukatlar, “Biz sadece Sarısülük ailesi için değil; aynı zamanda Ali İsmail, Abdullah, Mehmet, Medeni, Hasan Ferit, Ahmet, Berkin Elvan ve gözünü kaybeden, yaralanan herkes için savunma yapıyoruz” dediler ve salonda avukatlara alkışlar yağdı. Duruşma boyunca mahkemenin tarafsızlığına yönelik çok sayıda eleştiri olduğunu söyleyen mahkeme heyeti, davadan çekildiğini ve dosyanın 7. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından inceleneceğini açıkladı. Kararın ardından duruşma sona erdi. Zira bu kararla tarafsız olmadıklarını ispat etmiş oldular.
Savcının duruşma sırasında uyuyakalması davayı takip edenlerin tepkisini çekti.
Özetle: Polis vurdu. Heyet uyudu. Heyet uyanınca davadan “çekindi”.
Bizim açımızdan belirsiz bir şey yok. FAİLİMİZ MEŞHUR.
Heyet çekildi, bir üst mahkeme çekilme kararını yerinde bulmadı ve “kesin hükümle” 6. ACM’ye iade etti. 17 Aralık yolsuzluk, rüşvet ve hırsızlık operasyonunda jet hızıyla Adalet Bakanlığı’na giden dosyalara yine jet hızıyla bakılıyor ama Ethem Sarısülük dosyasına bir türlü sıra gelmiyor! Gezi isyanını, bu görkemli direnişi ve bu isyan ve direnişte katlettikleri canlarımızı, tüm yaralanan, sakat kalan, tutuklanan ve babasının deyimiyle “üç mevsimdir uyuyan” Berkin’imizi unutturmaya çalışıyorlar. Katledilen diğer tüm çocuklarımızın davalarının bir an önce açılmasını istiyoruz. Kimseden ricacı değiliz. Kimseye minnet etmiyoruz. Biz biliyoruz ki dava dosyası önlerinde duruyor.
Sarısülük Ailesi
Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 16. sayısında yayımlanmıştır.
The post Ethem’in Faili Polis appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post Medeni Yıldırım’ın Kardeşi Vicdani Reddini Açıkladı appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>İnsan Hakları Derneği Diyarbakır Şubesi’nde yaptığı açıklama ile vicdani reddini ilan eden Mehmet Yıldırım ve 3 yıldır asker kaçağı olduğunu ve kardeşinin katledilmesinden önce de askere gitmeyi düşünmediğini ifade ederek, “TSK’nın geçmişte bölgede birçok kişiyi öldüren silahlarını kullanmayacağını” söyledi.
Devletin Kürtlere karşı hep aynı tutumu gösterdiğini söyleyen Yıldırım, “Askeri otoritede bulunmak, emir almak istemiyorum. Zaten kendi halkını öldüren bir orduya mensup olmak istemiyorum. Bedeli ne olursa olsun, karşıma ne olarak çıkarsa çıksın yapmayacağım, reddediyorum. Önümüzdeki süreçlerde ne ile karşılaşırsam da kararım nettir.” şeklinde konuştu. Bugüne kadar vicdani retçilerin tutuklanarak cezaevine konduğunu hatırlatan Yıldırım, askerliği reddettiğini belirterek, “Elime koyacakları silahı düşünüyorum da kaç insanın kanına girmiştir.” diyerek bögede yaşanan katliamlara vurgu yaptı.
Bu haber Meydan Gazetesi’nin 15. sayısında yayımlanmıştır.
The post Medeni Yıldırım’ın Kardeşi Vicdani Reddini Açıkladı appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post Karşılaştırmalı Medya appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Sosyal medya, yaşamın vazgeçilmez bir parçası haline geldi. Yaşadığımız coğrafyada ise sosyal medya araçlarından en çok kullanılanlar Facebook ve Twitter. Facebook, kullanıcıların düşüncelerini, beğenilerini, beğenmediklerini kişisel bilgileriyle beraber paylaştıkları bir ağ. Facebook’tan farklı olarak Twitter ise 140 karakterlik ifadelere olanak vermesiyle, çok şeyi az kelimeyle anlatmanız gereken, Facebook’tan daha kişisel bir sosyal iletişim aracı. Bu yüzden Twitter, Facebook’a oranla özellikle güncel meselelerde daha çok dikkate alınıyor.
Facebook ve Twitter siyasal anlamda da bir örgütlenme aracına dönüşmüş durumda. Bunun en büyük örneğini Taksim Gezi İsyanı’nda gördük, bu ağların sadece magazin ve eğlence için olmadığını anladık. Özellikle isyan süresince Twitter kullanımının biçim değiştirmesi ve kullanımıyla ilgili veriler, bu siyasallığın anlaşılmasında önem taşıyor. İsyanın daha ilk haftasında 91 milyon tweet atıldı. Kimisi Talcid tarifi verdi, kimisi wifi noktalarını söyledi, insanlar barikatlara çağırıldı, polisin nöbet tuttuğu yerler ilan edildi… Sadece süreç içerisinde değişmedi bu ağların kullanımı, sonrasında da devam etti.
İsyandan önce Twitter’da kelime bulutu “ben, benim, güzel, çok, araba, konser, para…” iken Taksim Gezi İsyanı’yla birlikte kelime bulutu altüst oldu ve kelimeler “biz, hepimiz, insanlar, halk, hayat, istifa, korkak medya…” olarak değişti. İsyan bir anlamda bu sosyal ağların politikleştirici etkisini arttırma fırsatı oldu. Taksim Gezi İsyanı’nda devlet ve polis terörü tarafından katledilen direnişçiler, en çok konuşulanlar arasındaydı.
Bu yazıda bir karşılaştırma yaptık. İsyan sürecindeki yandaş medyayı ve direnişçilerin aktif olarak kullandığı sosyal medyayı karşılaştırarak isyanın medya gerçeğini bir kez daha göstermek istedik. Karşılaştıralım bakalım kim gerçekçi, kim yalancı!
Yandaş Medya-Sosyal Medya Karşılaştırması
Mehmet Ayvalıtaş, 2 Haziran gecesi Taksim Gezi direnişiyle dayanışmak için 1 Mayıs Mahallesi’nde düzenlenen eylem sırasında, TEM Otoyolu’nda eylemcilerin üzerine sürülen bir arabanın altında kalarak yaşamını yitirdi. Ancak 3 Haziran günü yayımlanan yandaş gazetelerin manşetlerinde, Mehmet’in ezilerek katledilmesine ilişkin hiçbir bilgiye yer verilmedi. Yandaş medya bunun yerine, direnişin başlangıcından dördüncü gününe kadar meydana gelen hasarın maliyetini yazmayı tercih etti.
Türkiye gazetesi manşetini “Acı bilançoyu İçişleri Bakanı açıkladı: Zarar 20 Milyon”; Zaman gazetesi ise “Çevre Duyarlılığı Yakıp Yıkmaya Dönüştü” şeklinde atarken, Akşam gazetesi manken Azra Akın’ın yeni sevgilisiyle ilk defa Taksim direnişinde görüntülenmesi haberini sürmanşetine taşıdı. 4 Haziran günü Milliyet gazetesi Mehmet Ayvalıtaş’ın katledilmesini Tayyip Erdoğan’ın “Tencere tava, hep aynı hava” sözünü başlık atarak verdi. Posta gazetesi polis kurşunuyla yaşamını yitiren Ethem Sarısülük’ün öldürülmesini, Mehmet Ayvalıtaş ile birlikte resimlerini yan yana koyarak, “İki Ölüm Birden” başlığıyla 80 kelimeyi geçmeyen bir haberle verdi. Haberde Ethem’in polisin sıktığı kurşunla katledildiğinin “bir iddia” olduğu vurgulanırken, Mehmet’in katledilmesine ilişkin, resminin kullanılması dışında bir kelime dahi etmedi. Aynı günlerde yayımlanan Milli Gazete’nin manşeti, hafızalardan silinmeyecek türdendi. “TAKSİM Bu Kapağın Altında” diyerek ana sayfasına bir bira şişesi resmi yerleştirerek Taksim’de direnen binlerce direnişçinin “bilinçaltında yatan gerçeğin alkol” olduğunu iddia ederek, isyanın psikolojik çözümlemesini yapmaya kalkıştı!
Mehmet Ayvalıtaş’ın katledilmesinin haberini yandaş medya görmezden geldi ancak Mehmet’in öldürülmesi sosyal medyada büyük yankı uyandırdı ve Twitter’da 12.615 kere tabela edildi.
Abdullah Cömert, 3 Haziran gecesi Antakya’da düzenlenen Taksim dayanışma eylemleri sırasında, polisin başına hedef alarak sıktığı gaz fişeğiyle katledildi. Sözcü gazetesi Abdullah Cömert’in katledilmesinin haberini ancak 5 Haziran günü “Gezi’ye İlk Kurban” manşetiyle verirken, tıpkı Güneş gazetesinin yaptığı gibi, katledilen Mehmet Ayvalıtaş’ın ölüm haberini yok saydı.
Abdullah Cömert’in ölüm sebebi sosyal medya tarafından haftalarca gündem oldu ve Twitter’da 14.708 kez tabela edildi.
Ankara Güvenpark’ta 1 Haziran günü düzenlenen eylemde, katil polis Ahmet Şahbaz’ın sıktığı kurşunla başından vurulan Ethem Sarısülük, 14 Haziran günü yaşamını yitirdi. 15 Haziran’da yayımlanan bazı gazetelerde cinayet, kısa bir haber şeklinde yer aldı.
Polis Taksim Meydanı’nı ele geçirip, yeniden saldırmaya başladığında ise birkaç gazete dışında, bu saldırılara ilişkin hiçbir haber yapılmadı. Polis Ethem’in Ankara’da düzenlenen cenaze törenine saldırdığında, yandaş medya bu saldırıyı da görmezden geldi. Aynı gün Kazlıçeşme’de düzenlenen AKP mitingi 17 Haziran tarihli Yeni Şafak ve Yeni Akit gazetelerinde “Burası Türkiye”ve “Milli Direniş” manşetleriyle yer aldı. Gazetelerde ne polisin saldırısına karşı sürmekte olan direnişten ne de katledilen kardeşlerimizden bahsedildi.
Ethem Sarısülük, yandaş medya tarafından göz ardı edilse de sosyal medya kullanıcıları polisin saldırı aracı olarak sadece gaz ve suyu kullanmadığını gördü. Polisin direnişçilere yönelik orantısız gücü Twitter’da 17.329 kez tabela edildi.
Devletin Diyarbakır’ın Lice ilçesine inşa etmek istediği kalekola karşı 28 Haziran günü eylem yapan halkın üzerine jandarma ateş açtı ve 18 yaşındaki Medeni Yıldırım açılan ateş sonucu katledildi. Bu katliam Bugün gazetesinin manşetinde “Lice’de Kanlı Provokasyon” başlığıyla verildi. Akşam gazetesi Lice’de katledilen Medeni’nin haberini “Olayların Nedeni Kalekol Değil, Uyuşturucu Rantı” başlığıyla verdi. Sözde barış sürecinde olduğunu iddia ederken yeni kalekollar yapmaya devam eden iktidar partisi AKP’nin gazetesi Zaman ise “Çözümü Baltalama Eylemleri Sürüyor” diyerek, devlet eliyle gerçekleştirilen bu cinayeti manipüle etmeyi sürdürdü.
Medeni’nin askerin ateş açması sonucu katledilmesi sosyal medyayı ayağa kaldırdı. Bu katliam, Twitter’da 11.673 kez tabela oldu.
Eskişehir’deki eylemlerde polis-faşist işbirliğiyle dövülen, hastaneye gittiğinde sağlam raporu verilen, eve döndüğünde beyin kanaması belirtileriyle tekrar hastahaneye giden ve uzun süre yoğun bakımda kalan Ali İsmail Korkmaz, 10 Temmuz günü tüm direncine rağmen yaşamını yitirdi. 11 Temmuz günü yayımlanan gazetelerden Takvim, ülkelerin iftar hesaplamalarını “İftar Vakti” manşetiyle yazarken, işkenceyle katledilmenin haberine ana sayfasında yer bile vermedi. Vatan gazetesi ise AKP’nin talan projelerinden sadece biri olan “4. Köprü” yü göze parmak şeklinde manşetine taşırken, Ali İsmail’in katledilişine ana sayfasında küçük bir yer ayırdı.
12 Temmuz’da manşetlere baktığımızda Yeni Akit gazetesinin, direnişe destek veren kişilere “Taksim’in Keneleri” diye hitap edildiğini gördük.
Ali İsmail Korkmaz’ın ölümünden sorumlu olanlar sadece onu ölümüne döven faşistler ve polis değildi. Ali İsmail’in gittiği hastanedeki doktorlar da bu cinayetin bir parçası oldular. Dövüldüğü esnada görüntü alan kameraların kayıtlarının silinmiş olması halk tarafından büyük tepkiye neden oldu. İnternette “katil polis” sıfatının en çok kullanılmasına neden olan da Ali İsmail’in ölümüydü. Ali İsmail’in katledilmesi Twitter’da 229.106 kez tabela oldu.
Ahmet Atakan, 10 Eylül günü Antakya’da ODTÜ’yle dayanışma eyleminde gaz fişeğinin başına isabet etmesiyle bulunduğu binanın çatısından düşerek yaşamını yitirdi. 11 Eylül’de çıkan gazetelerin birçoğu Ahmet Atakan’ı polisin gaz fişeğiyle değil, binadan düşerek öldüğünü yazdı. Ahmet Atakan’ın katledilmesi üzerine düzenlenen eylemler sırasında Türkiye ve Yeni Akit’in manşetlerinde “Merkez Üssü Hatay” ve “Ölü Seviciler İş Başında” yazıyordu.
Ahmet Atakan’ın ölümünün en başında yandaş medya, çatıdan düşerek öldüğünü söyleyip bilgileri yanıltıcı şekilde verse de direnişçiler, Taksim Gezi İsyanı’nının ilk gününden beri yandaş medyaya güven olmayacağını biliyorlardı. Ahmet Atakan’ın katledilmesi, sosyal medyada polis şiddetinin en çok konuşulduğu dönemde, Twitter’da 416.707 kez tabela oldu.
Gülsuyu’nda uyuşturucu çetelerinin mahalle halkına saldırması sonucu çıkan çatışmalarda 29 Eylül günü kafasının arkasından tam 6 kurşunla vurularak yaşamını yitiren Hasan Ferit Gedik’in katledilmesi, 30 Eylül günü “demokrasi paketi” gündemiyle örtüldü. 30 Eylül günü yandaş medyanın manşetlerinde, tam sayfa olarak “demokrasi paketi” yer aldı. Hürriyet ve Star gazetelerinde haber “Öncü Paket” ve “30 Eylül Devrimi” gibi manşetlerle yazarken, hiçbir gazetenin ana sayfasında Hasan Ferit’in katledilişine dair bir haber yer almadı. Gülsuyu’ndaki katliam haberini yapan Zaman, Habertürk ve Vatan gazeteleri ise ellerinde uzun namlulularla nöbette olan insanları sayfalarına koyarak, cinayeti manipüle etmeye çalıştı.
Hasan Ferit Gedik’in öldürülmesi ve Gülsuyu’nda yaşananlar yandaş medyada oldukça manipüle edildi. Hasan Ferit Gedik’in cenazesinin medyada anlatımı da tam bir fiyaskoydu. Babası cezaevinde olan ve ailesinin isteğiyle bekletilen cenazenin Armutlu Cemevi’nden Hasan’ın yaşadığı mahalle Gülsuyu’na götürülmesine izin verilmediğinden dolayı hem ailesi, hem arkadaşları, hem de cenazeye katılmak isteyenler günlerce sokak ortasında bekletildi. Yaşanan gelişmeler dakika dakika sosyal medya üzerinde paylaşıldı. Hasan Ferit’in cenazesi, Twitter’da 27.204 kez tabela oldu.
Son olarak diyebiliriz ki; sosyal medya, isyan sürecinde halkın gerçekleri görmesinin, duymasının ve bilmesinin en önemli aracına dönüşürken, “Yıllardır bizi uyutmuşlar” diyenlerin sayısının da ciddi oranda artmasını sağladı.
Deniz Seyrek /Merve Demir
Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 14. sayısında yayımlanmıştır.
The post Karşılaştırmalı Medya appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post Örgütlü Bir Aile: Sarısülük Ailesi appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>
Onların mücadelesi özgürlük ve adalet için. Onların kavgası, katledilenlerin hesabını sormak için. Onların örgütlülüğü acıları paylaşarak azaltmak, katillere olan öfkeyi örgütlenerek büyütmek için. Onların mücadelesi Abdullah, Mehmet, Medeni, Ali İsmail, Ahmet ve Ethem için…
Canlarından bir parçayı, katil bir polisin sıktığı kurşunla kaybeden Sarısülük ailesinden Ethem Sarısülük’ün abisi Mustafa Sarısülük ile acılarını, öfkelerini ve mücadelelerini konuştuk.
Haziran ayında, coğrafyanın dört bir yanında alev alev yanıyordu sokaklar. Yıllar boyunca polis şiddetiyle, devlet terörüyle, kapitalist projelerle baskılananlar, yok sayılanlar isyan etmiş; özgürlüğe olan inançlarıyla milyonlar olmuş akıyordu sokaklara.
Devletse beklemediği bir anda karşılaştığı bu halk isyanını nasıl bastıracağının telaşına düşmüş, polisini salmıştı direnişçilerin üstüne; yıldırmak için, korkutmak için, katletmek için! Binlercemiz yaralandı, bazılarımız sakat kaldı… Polisin saldırısı, kardeşlerimizin bazılarını aldı aramızdan. Mehmet, Abdullah, Ali İsmail, Medeni, Ahmet…
Ethem de onlardan biriydi. 1 Haziran günü televizyonlara düşen görüntülerde rastladık O’na. Ethem Ankara’da, Kızılay’da direniyordu. Birçok kardeşi gibi, bizim gibi, özgürlük için çıkmıştı sokağa. Yaşamı boyunca hep karşısında olduğu adaletsizlikleri ortadan kaldırmak için, özgür bir yaşamı kendi elleriyle örebilmek için dikilmişti polisin karşısına. Ama o gün devletin polisinin sıktığı kurşunla yaralandı Ethem, direnişçilerin yardımıyla hastaneye kaldırıldı. 14 gün boyunca direndiyse de özgürlük inancıyla çarpan kalbi, 14 Haziran günü sustu. Devletin katil polisi Ahmet Şahbaz’ın sıktığı kurşun, 14 Haziran günü aldı Ethem’i aramızdan.
Ölüm haberinin ardından da cenazesinde de sokaklar Ethem için doldu; Ankara’da, İstanbul’da, İzmir’de… Devletin polisi barikatların ardına hapsedip ailesinden, sevdiklerinden, dostlarından, yoldaşlarından uzak tutmak istese de Ethem’i, yapamadı. Ethem’in annesi seslendi onlara: “Çocuğumun önünden çekilin, bir resmini göreyim” Ve o gün, “Hepimiz Ethem’iz, öldürmekle bitmeyiz” sloganlarıyla toprağa verildi Ethem.
O’nun acısının ardından devlet susmalarını beklese de onlar susmadı; annesi, kardeşi, abisi, bütün Sarısülük ailesi… Onların acısı, kaybettikleri Ethem’lerinin ardından öfkeye döndü, katilin peşine düştü. Ne devletin baskısı korkuttu onları ne polisin tehdidi. Ethem’in annesi oğlunun ardından yas tutmadı, “Kavgasının arkasındayım, korkmuyorum” dedi, “Bin can daha veririm”diye meydan okudu katillere.
Çocukları katledilen diğer ailelerle bir oldular, birlik oldular, acılarını hep birlikte göğüslediler. Ali İsmail’in cenazesinde de, Mehmet’in cenazesinde de, barış istediği için katledilen Medeni’nin ailesinin yanında da onlar vardı. Çünkü biliyorlardı yüreklerini yakan acının aynı olduğunu, öfkenin aynı katillere olduğunu. Kardeşi İkrar “Ödediğimiz bedeller, kaybettiğimiz canlar bizi daha da güçlendirir” dedi, annesi Sayfı Sarısülük “Meydanlara inin, çocuklarınızın arkasında durun“ diye seslendi annelere.
Şimdi Sarısülük ailesi, birçoğumuzun haykırdığı gibi “mücadeleye devam” ediyor. Ethemlerinin ardından daha da büyüyen öfkeleriyle dimdik duruyorlar katil polisin, devletin ve devletin adaletsizliğinin karşısında.
Meydan Gazetesi: Merhaba. Kardeşiniz Ethem, geçtiğimiz Haziran ayında polisin sıktığı kurşunla katledildi. Katilin tutuksuz yargılanması kararını veren hakim, “Meşru müdafaa var. Vicdanım rahat. Milyonların bir araya gelmesi vereceğim kararı etkilemez” dedi. Cinayet kamera kayıtlarıyla, otopsi raporuyla kanıtlansa da devlet katili aklamak, cinayeti meşrulaştırmak için elinden geleni yaptı, yapıyor. Bu süreçten kısaca bahsedebilir misiniz?
Mustafa Sarısülük: Öncelikle şunu belirtmeliyim ki bu topraklar Haziran Direnişi’yle birlikte çok önemli bir tarihsel süreçten geçmekte. 12 Eylül askeri faşist darbesinden sonra başlatılan cadı avları, uzun dönem bu toplumun suskun kalmasına sebep oldu. 90’lı yılların getirdiği bahar havası, işçi sınıfının emek ve demokrasi mücadelesini tekrar yükseltmeye başlamasıyla birlikte, toplumsal muhalefet yeniden canlanmaya başladı. Bu tarihsel zamanlarda devlet tarafından gerçekleştirilen gerici ve faşist katliamlara tanık olduk. Küreselleşme ve neo-liberal politikaları ülkemizde hayata geçirmek için amade ve uşaklıkta sınır tanımayan AKP iktidarı, bu politikaları hayata geçirmeye başladı. Yaklaşık 10 yılı aşkın bir süredir devam eden bu politikaların bir sonucu olarak toplumun bir başkaldırı içine girmesi aslında son derece normal. Kardeşim Ethem Sarısülük, Gezi Parkı süreciyle başlayan bu halk isyanı sonucunda, 1 Haziran günü, demokratik eylemlerde kafasına sıkılan kurşunla katledildi.
Bilindiği üzere Ethem’in vefatından sonra egemenler ve devlet yetkilileri o bilindik ağızlarıyla tekrar saldırıya geçtiler, kendilerine bağlı medyaları Ethem’in ölümünü adeta meşru göstermek için büyük bir telaş içine girdiler. Ve bununla birlikte polisin katliamcı mantığını gizlemek için siyasal iktidar tarafından hedef saptırılmaya çalışılarak ve devam eden yargı sürecine müdahale ederek faşist zihniyetlerini ortaya koydular.
Ethem’in polis tarafından öldürülmesinin ardından medyada, kardeşinizle ilgili çokça haber yazıldı, yayımlandı. Karakol inşaatında çekilen görüntülerine “terör kampında eğitim gördü” denildi, katili aklamak için Ethem’in “arkadaşlarının attığı taş ile yaralandığı” iddia edildi. Ethem’in nasıl öldüğü, kurşunu kimin sıktığı, yani cinayetin nasıl işlendiği açıkça ortadayken, böyle bir aklama politikası karşısında sizler ne hissettiniz?
Mustafa Sarısülük: Sizin de belirttiğiniz gibi, ekmek parası için gittiği karakol inşaatını terör kampı gibi göstermeleri veya “arkadaşlarının taş atması sonrası yaralandığı”nı söyleyen bu gerici zihniyete karşı en anlamlı duruşu, halkımız evladını bağrına basarak cevap verdi. Bizlerin Ethem’in ailesi olarak halkımıza bu dayanışma ve sahip çıkma anlamında tek söyleyebileceğimiz, teşekkür etmektir.
Devlet, “meşru müdafaa var diyerek” katil polisi yasasıyla korumaya, cinayeti hukukuyla ört bas etmeye çalışırken, katilin yargılandığı davadan bir beklentiniz var mı?
Mustafa Sarısülük: Devlet organize bir şekilde katletmeye devam ediyor. Zaten bağımsız olmayan bu yargıya, siyasal iktidar tarafından gerekli emirler öncesinden verilmiştir. Esasında bu ve benzer davalardan bir beklentimiz yoktur. Ama bu mücadeleyi sonuna kadar devam ettireceğiz. Bundan asla kimsenin şüphesi olmasın.
Biz bu davayı şu noktalardan önemsiyoruz. Katil devletin teşhiri için, hukukun olmadığını ve siyasal iktidarın pisliklerini teşhir etmek için çaba sarf edeceğiz. Zaten ilahi komedyanın ilk perdesi 23 Eylül’de görülmeye başlandı. Ve kamuoyu önünde devlet ve sözde adaletin el ele vererek, katil bir polisi nasıl aklandığına tanık olduk.
Yakın zamanda sözde “katilin yargılanması” için görülen duruşma da aslında devletin adaletsizliğini bir kez daha gözler önüne serdi. Katil polis Ahmet Şahbaz’ın duruşma salonuna kılık değiştirilerek getirilmesi, mahkeme salonunun polis tarafından işgal edilmesi, polisin ve mahkeme heyetinin ailenize dönük baskısı duruşma salonunda yaşananların çok organize olduğunun göstergesiydi. Gerek duruşma öncesinde yaşanan gerginlikler, gerek duruşma salonunda katilin deşifre olmasıyla yaşanan gerginlik ve davanın kapalı görülmesine dair çıkan karar, mahkemenin “adalet” arayışından çok uzakta olduğunu gözler önüne serdi. Duruşma salonunda, kardeşinizin katili oradayken ve devletin polisiyle, savcısıyla, mahkemesiyle, yargısıyla korunurken sizler neler hissettiniz? 23 Eylül’de görülen duruşmadan kısaca bahsedebilir misiniz?
Mustafa Sarısülük: 23 Eylül’de gerçekleşemeyen mahkeme, aslında önceden bütün kurgusu yapılmış ve oynanmaya hazır bir tiyatro gösterisiydi. Salona ilk girdiğimizde 150-200 tane sivil giyimli, hepsi çocuk yaşta, polis ordusuyla karşılaştık. Mahkeme heyetinin haberinin olmadığını söylemesine rağmen, sonradan anlaşıldığı üzere polislerin Ankara Valiliği tarafından görevlendirildiğini söylediler. Hatta sanık avukatları, önceden heyetin huzurunda polislere nasıl davranmaları noktasında telkinlerde bulunmuş. O polisler oraya bilinçli şekilde getirilmişlerdi. Sanki onlara “Bakın ve izleyin, siz korkmayın. Siz yeter ki halkı ve halkın çocuklarını öldürün, işkence yapın. Bu mahkemelerde nasıl aklandığınızı kendi gözlerinizle göreceksiniz” denilmektedir. Mahkeme heyetinin mübaşiri, salonu ve davayı heyetten daha iyi göreceği kanısı daha ağır basıyor. Heyet tam anlamıyla, kendi gerici hukuklarını bile katlederek, davayla ilgili kapalılık kararı aldı. Sanığın tanınması için mahkeme salonuna normal bir şekilde getirilmesi gerekirken, katil peruk vb. şeylerle heyetten ve bizlerden gizlenmeye çalışılmıştır. Bu durum, daha önce örneği bile olmayan bir uygulamadır.
Peki kardeşinizi katleden devletin polisi, hakimi, savcısı, yargısı bu kadar organize ve planlı bir şekilde hareket ederken, sizler adaletin nasıl mümkün olabileceğini düşünüyorsunuz?
Mustafa Sarısülük: Bu dava, devletin ve gerici iktidarın geçmişten bugüne işlediği suçlardan aklanılması davasıdır. Bu dava ile bu ülkede biz ve bizim gibi insanlara adaletin olmadığı, bir kez daha ortaya çıktı. Halkımıza şunu söylemek istiyorum ki, bu ülkede adalet aramayın ve kendi adaletinizi ve hukukunuzu kendiniz yaratın. Zaten heyetin arkasında yazan “Adalet mülkün temelidir” söylemi de aslında her şeyi açıklıyor. Mülkün, mülkiyetin, egemenlerin, rantın, sermayenin ve hukukunun olduğu bir yerde, halka adalet çıkması beklenemez.
Bu söyleşi Meydan Gazetesi’nin 13. sayısında yayımlanmıştır.
The post Örgütlü Bir Aile: Sarısülük Ailesi appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post Lice’de Devlet Narkoterörü appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Her sene televizyonlardan izlediğimiz büyük uyuşturucu operasyonlarının anlamını düşünmek, özellikle medya manipülasyonunun anlaşıldığı bu günlerde daha fazla önem taşıyor. Bir yandan kötülüklerle savaş görevini gerektiği gibi yerine getiren devlet algısı yaratılmaya çalışılırken, öte yandan halkın politizasyonunu arttıracak gerçek gündem bir kafa karışıklığı yaratılarak unutturulmaya çalışılıyor.
En son gösteri, basında bir hayli kendinden söz ettirdi. Film ve dizi oyuncularının yoğunluklu olarak gözaltına alındığı son uyuşturucu operasyonu, bir hafta sonrasında bile ana gündemlerden biri halindeydi. Gözaltına alınan oyuncuların, Taksim Direnişi’ne katıldığından dolayı gözaltına alındığı sosyal medyada çok konuşulanlardan olsa da, oyuncuların pişmanlık dolu ifadeleri basına yansıdığı aşamadan itibaren olayın “magazin” yönü daha ağır basmaya başladı.
Aslında, bu sansasyonel mağdurların polemiğinde unutturulan, uyuşturucu operasyonu sürecinin başlangıcı.
Lice’de Yaşananları Lice’yle Unutturmak
Diyarbakır’ın Lice ilçesinde, “kalekol” inşaatını protesto eden köylülere, askerler ateş açarak saldırınca köylülerden altısı yaralanmış ve 18 yaşındaki Medeni Yıldırım katledilmişti. Bu, devletin sözde barış sürecinde takındığı tavrın en büyük ifadelerinden biriydi. Medeni de yakın tarihte katledilen Ethem Sarısülük, Ali İsmail Korkmaz, Abdullah Cömert ve Mehmet Ayvalıtaş gibi faili devlet cinayetlerden birine kurban gitmişti. Medeni’yi öldürenler de, diğerlerinde olduğu gibi devletin himayesinde aklanırken, birçok farklı ilde Medeni için bir dizi eylemlik gerçekleştirildi. Lice’de yaşanan adaletsizliğe karşı, belki bu sefer Kürdistan dışında da yoğun bir öfke oluşmuştu. Devlet terörüne karşı yaygınlaşan bu tarz bir duygu yoğunluğu ve birlikteliği, mevcut siyasal sistemi tüm farklı olasılıklarda zora sokabilir cinstendi.
Bu şekilde bir biraraya geliş, devletin beklemediği tarzda bir muhalefete sirayet ediyordu. Farklı etnisite, mezhep vb. farklılıkları politik bir ayırım mekanizması olarak kullanan devletin, Lice’den sonra bu politikası yerle bir olmuştu. Bu başarısızlık, ani bir şekilde telafi edilmeliydi, keza bu, yıllardan beri devam eden Türkleştirme politikalarının özellikle Kürdistan dışındaki bölgelerde sonu anlamına geliyordu.
Medeni ve Medenilerin katledilmesi, halkların kardeşliği sloganının devlet karşısında bir yerden somutlaşmasına vesile olmuştu. İşte tam da böyle bir ortamda, Lice’de (ki Lice’nin seçilmesi manidardır) başlatılan “uyuşturucu operasyonu şovuyla” tüm gündem kilitlendi
Devletin B Planı; Narkoterör
Devlet bu şova iyi hazırlanmıştı. Artan bu politizasyonu kırabilmek için devletin, sadece somut bir oyuna değil, aynı zamanda hazırladığı bu oyun üzerinden, birçok alanda kaybettiği meşru iktidar olma durumunu tekrar kazanmaya ihtiyacı vardı. Uyuşturucu operasyonu, ideolojik olarak devlete bu hizmeti verebilecek bir potansiyel taşıyordu.
Bir savaşa hazırlanır gibi hazırlanmıştı devlet. Diyarbakır ve Mardin jandarma özel harekat taburları, sivil jandarma komando alayı, Lice jandarma komando alayı, köy korucularından oluşan timler, skorsky helikopterler, taarruz helikopterleri, 18 kobra ve 13 kirpi tipi zırhlı araçtan oluşan bir ekip hazırlandı. Birçok televizyon kanalı, gazete vb. şovu yazmak ve hepimizin gözüne sokmak için hazırdı.
Uyuşturucu üretimi ve ticaretinde bulunan birçok kişiye eş zamanlı baskınlar düzenlenmişti. Devletin kolluk kuvvetlerinin başında bulunanlar, amacın “uyuşturucu parasıyla finansman sağlayan terörist yapılanmalara büyük bir darbe indirmek” olduğunu belirtmişti. Şovun ismi bile hazırdı; Narkoterör.
Narkoterör kavramlaştırması, sadece yaşadığımız coğrafyadaki siyasal yapılanmayı elinde bulunduranların uydurduğu bir terim değildi elbette. Narkoterör kavramı ve bununla ilgili politikaların, başka coğrafyalardaki devletlerin ilgili birimlerince kullanılıyor oluşu, TC’nin son dönemdeki operasyonlarını daha geniş bir bağlamda ele almayı zorunlu kılıyor.
Bir Devlet Politikası Olarak Uyuşturucu
Dünya üzerinde uyuşturucu üzerinden büyük finansmanın sağlandığı ve dolayısıyla bu finansmanı yaratan “illegal” grupların yoğunlaştığı yerler, uyuşturucu üretiminin yasal olarak yapılabildiği coğrafyalar. İlaç sanayisinde kullanılmak üzere gerçekleştirilen üretim, hem üretim hem de dağıtım aşamasındaki birçok “illegal” girişimle beraber farklı bir ekonomik hareketlilik alanının parçası haline geliyor.
Yasal olarak üretim yapabilecek coğrafyaların, özellikle yoksulluk ve sömürünün kendini en acımasız bir şekilde hissettirdiği alanlar olması, uyuşturucu üzerinden gelir elde etmeyi kolay kılıyor. Bu kadar kolay ve yüksek meblağlar elde edilebilecek bir alanın, küresel pazar ayağı da düşünüldüğünde yerel anlamda güçlü birkaç çetenin kontrolünde olmasının gerçekliği ortada. Bu kayıtdışı ekonomi alanları, devletlerin ve küresel sermaye gruplarının ekonomik güçlerine güç katabilecekleri, “illegal” paralarını aklayabilecekleri; tüm bunları yaparken “uyuşturucu, çeteler vb. birçok toplumsal sorunla mücadele ediyoruz” propagandasını yapabilecekleri danışıklı dövüş alanlarıdır.
En somut örnekleri görmek adına, Güney Amerika’da, uyuşturucu ticaretinin dünya yüzdesinin önemli bir bölümünü elinde barındıran devletlere bakılabilir. Bu devletlerin üst düzey yetkililerinin, bu çetelerin içerisinde önemli konumlarda bulunuyor olması, bu çetelerin aslında o kadar “illegal” olmadıklarının göstergesidir.
Kayıtdışı diye ifade edilen tüm ekonomik hareketlenmeler, devletler ve uluslararası siyasi ve ekonomik kuruluşlar tarafından olumsuzlansa da, devletlerin yoğunluklu göz yumduğu hatta kontrol ettiği ekonomik hareketlenmelerdir. Devletler ve şirketler, bugün olumsuzlanan tüm suç aktivitelerinin faili konumundadır.
TC’nin Uyuşturucu Politikası
1990’lı yıllarla beraber, özellikle Kürdistan coğrafyasında artan uyuşturucu hareketliliği, bir yandan devletle ilintili uyuşturucu çetelerinin oluşmasını sağlarken, öte yandan bölgede özellikle gençlerin politikleşmemesi için kültürel bir yozlaştırma aracı olarak uygulandı. Uyuşturucu operasyonuyla birlikte anılan Lice, 9o’lı yıllardan bu yana asker ve özel harekat timleri tarafından yakılarak boşaltılmaya çalışılan yerleşim bölgelerinden. Bu tarz baskı ve şiddet politikalarından istediği sonucu alamayan devlet, kültürel bir baskı kurmaya gitmiş; devlet terörüne karşı örgütlenecek yeni nesilleri hedef seçmiştir.
Uyuşturucu, siyasi ve ekonomik iktidar konumunda bulunan odaklar için, finans kaynağı olurken; diğer yandan toplumsal hareketlenmelerin engellenmesi için topluma aşılanmış bir virüs gibidir.
Bugün Lice’de, bu uyuşturucu üretimi yapılan alanların karakolların hemen yakınında olması ve bu kadar büyük bir ağın farkına geç varılıyor olması, TC’nin, Güney Amerika örneklerinde olduğu gibi bu ağın ne kadar içinde olduğunun görülmesi açısından önemlidir.
Yakın bir zamanda, İstanbul/Gülsuyu’nda devrimcilere karşı uyuşturucu çetelerinin başlatmış olduğu saldırılar, devletin uyuşturucu politikalarına ne kadar sıklıkla başvurduğunu görmek açısından son derece güncel ve yakın bir örnektir. Kentsel talan projelerinin uygulanması için halkın örgütlülüğünü kırmakta kullanılan uyuşturucuya karşı, Gülsuyu halkı ve devrimciler mücadele ederken; halkı silahlarla taramaya çalışan çeteler ve onları koruyan kolluk kuvvetleri bu işbirliğini gözler önüne seriyor.
Büyük uyuşturucu operasyon şovları, devletin uyuşturucu politikası devam ettikçe bitmeyecek. Uyuşturucuya karşı mücadeleye, en büyük uyuşturucu tedarikçisi ve aracısından başlamak gerek. Toplumsal yozlaşmanın, ekonomik sömürünün, siyasi baskının kökenini medya manipülasyonuna gelmeden devlette ve kapitalizmde aramak gerek.
Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 12. sayısında yayımlanmıştır.
The post Lice’de Devlet Narkoterörü appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>