The post Kışlalarda Şüpheli Şekilde Yaşamını Yitiren Askerlerin Aileleri Ankara’da appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Kışlalarda şüpheli şekilde öldürülen askerlerin aileleri 18 Kasım günü mecliste bir basın toplantısı düzenleyerek, kışlalardaki cinayetlerin aydınlatılmasını istedi.
CHP Tunceli Milletvekili Hüseyin Aygün ile birlikte basın toplantısı düzenleyen yaklaşık otuz aile, cinayetlerin açıklığa kavuşturulmasını, faillerin bulunmasını ve konuya ilişkin bir komisyon oluşturulmasını isteyerek, kışlalardaki cinayetlerin tarafsız yargılanmasına engel olan askeri mahkemelerin kapatılması gerektiğini vurguladı.
Aralarında 2009’da Tunceli Hozat’ta askerliğini yaparken intihar ettiği iddia edilen Murat Oktay Can’ın ve yine 2009 yılında Ağrı Eleşkirt’te askerliğini yaparken boğazından kurşunlanmış halde bulunan Volkan Kamalak’ın vicdani retçi babası Hayri Kamalak’ın, 24 Nisan 2011’de öldürülen Ermeni asker Sevag Şahin Balıkçı’nın ailelerinin de bulunduğu aileler, çocuklarının katillerinin ortaya çıkartılmasını istedi.
Düzenlenecek basın toplantısı konusunda daha önce Cumhurbaşkanlığı’na ve Başbakanlık’a dilekçe yollayan Oktay Can ise, hakkında “yasak” olduğu belirtilerek meclis girişinde engellendi ve düzenlenen basın toplantısına alınmadı.
Vicdani Ret Hakkı Görmezden Geliniyor
Basın toplantısına katılan Vicdani Ret Derneği Eşbaşkanı Merve Arkun ise 1992-2012 yılları arasında 2221 askerin yaşamını yitirdiğini belirttiği konuşmasında, kışlalarda yaşanan şüpheli ölümlerin kaza ya da eğitim zayiatı olmadığını, bu ölümlerin faili belli cinayetler olduğunu vurguladı. Şüpheli asker ölümlerinin son bulması için katillerin askeri değil sivil mahkemede yargılanması gerektiğine dikkat çeken Arkun, bu ölümleri sonlandırmanın bir yolunun da vicdani ret hakkının tanınması olduğunu belirtti. Devlet eliyle “elverişlidir” raporu verilerek askere alınan genç insanların niçin kışlalarda intihar ettiğine vurgu yapan Merve Arkun, “Bu ölümler eğer intiharsa bile, bu insanları intihara sürükleyen sebepler nelerdir?” diyerek, kışlalarda yaşanan hak ihlallerine ve kötü muameleye dikkat çekti.
Basın toplantısının ardından AKP ve CHP genel merkezlerine giden aileler CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu ve AKP Genel Başkan Yardımcısı Salih Kapusuz ile görüşerek kışlalarda yaşanan ölümlere dikkat çekti. Bu görüşmelerde söz alan VR-DER Eşbaşkanı Arkun, zorunlu askerliğin bir insan hakkı ihlali olduğunu ve kışlalardaki ölümlerin son bulması için bir insan hakkı olan vicdani ret hakkının yasal olarak tanınması gerektiğini, bu hakkı tanımayan TC Devleti’nin uluslararası anlaşmaları ihlal ederek ve anayasanın 90. maddesini çiğneyerek bir hukuksuzluk uyguladığını belirtse de ne Kılıçdaroğlu ne de Kapusuz bu konuya ilişkin konuşmadı.
Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 15. sayısında yayımlanmıştır.
The post Kışlalarda Şüpheli Şekilde Yaşamını Yitiren Askerlerin Aileleri Ankara’da appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post “Bu Hikayenin Sonunda UMUT VAR!”- Merve Arkun appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Büyüyünce anlayacakmış Ayşe o andın aslında ne demek olduğunu.Okuldaki nizami sıraları, üniformaları, rahatları, hazır ol’ları, bazen öğretmeninden yediği dayakları da.
Bir şey fark etmiş sonra, okulu da aslında evi gibiymiş. Babasının karşısında hazır ola geçişler, bazen dayak. Abisi hep rahattaymış ama. Annesi dayak yermiş,susarmış, ne diyeyim, ne yaparım beni kapının önüne koyarsa diye avunurmuş. Ayşe de annesini dinleye dinleye terbiye edermiş kendisini; ee o da genç bir kızmış neticede, elalem hakkında laf çıkarırsa nasıl bakarmış insanların yüzüne, hele ki babasının yüzüne? O yüzden hep edepli bir kız olmuş, annesini üzmeyen, babasını utandırmayan.
Ayşe liseye geçmiş. Değişen şeyler olmuş tabi ama genel olarak aynıymış yani. Yine üniforma, yine sıra, yine her Pazartesi ve Cuma bayrak töreni, yine rahat, yine hazır ol… Lisede bir ders varmış ki, öbürlerine hiç benzemiyormuş. Hocası da askermiş, bu sefer hazır ol’lar gerçekmiş, rahatlarsa hiç yokmuş. Albay Kenan Hoca gelince sınıf kışla, Ayşe asker olurmuş. Hadi o kızmış da daha rahatmış, ya erkekler ne yapsınmış. Kenan Hoca bir gün kışlaya götürmüş sınıfı. Ayşe o gün ilk defa bir silahı o kadar yakından görmüş, ilk defa bir mermiye dokunmuş. “Askerliğin kutsallığını anlayabilmek için G3 görmek, postal giymek şart”mış, Kenan Albay öyle dermiş.
Ayşe liseye devam ederken, abisi askere gitmiş. Annesi geceleri gizli gizli ağlarmış hep özlemden, ama avuturmuş kendini vatani görev diye diye… Abisi bir ara izne geldiğinde eskisi gibi değilmiş, suskunmuş, öncesi gibi değil. Bir akşam abisini ve babasını konuşurken görmüş, ağlıyormuş abisi, “Her hafta dayak yiyorum baba. Ne yapsam beğenmiyorlar, bir türlü yaranamıyorum.” Babası önce susmuş biraz içlemiş, sonra aynı annesi gibi konuşmuş “Vatan hizmetidir oğlum. Git alnının akıyla yap görevini. Yoksa ne iş bulursun, ne kız.”
Geri dönememiş ama Ayşe’nin abisi. Bir gün telefonla evi aramış askerler, oğlunuz intihar etti, kurtaramadık, başınız sağ olsun demişler. Ateş düştüğü yeri yakmış ama, “vatan sağ olsun” tabi. Ama abisinin cenazesi gelince öğrenmiş Ayşe olanları, komşular konuşurken duymuş. “İntihar etmemiş abisi, intihar eden biri iki kez vurabilir mi hiç kendini?” Önce çenesinden, sonra alnından. Bir türlü anlayamamış, yakıştırmamış belki ölümü abisine. Abisinin bayrağa sarılmış tabutu gelince inanmış Ayşe olanlara. Tabutla birlikte bir sürü de asker gelmiş eve. Kadın subaylardan biri annesinin koluna girmiş biri Ayşe’nin, başka iki subay da babasının. Ağlamalar, bağırmalar… Sonra başka bir asker daha gelmiş, omzunda bir sürü yıldız, babasını çağırmış, “oğlunuz, bu ülkeyi korurken şehit oldu. Başınız sağ olsun, vatan sağolsun” demiş. “vatan sağ olsun”…
Bu hikâye çoğunuza tanıdık gelmiştir. Belki sonunu olmasa da, hikâyenin başını hepimiz yaşamışızdır. Yukarıda anlatılan hikâyenin sayısız tanığı ve sayısız yaşayanı var. Bir de bu hikâyeyi değiştirmek isteyenler, başından sonuna kadar yeni bir hikâye yazmak isteyenler. Onlar vicdani retçi kadınlar, anlatılan hikâyeleri, hikâyelerdeki rolleri, rollerin dayattığı yaşamları reddediyorlar.
“Zorunlu askerliği reddetmek” olarak tanımlanan vicdani ret, kadınların da sahiplendiği bir mücadele olarak sıkça gündemimize girmeye devam ederken, bu topraklarda askere gitme yükümlülükleri olmayan kadınlar neden vicdani retlerini açıklıyor diye merak eder çoğumuz, özellikle de erkekler.
Vicdani retçi kadınlar askerliği, bütününde bir şiddet kültürü olan militarizmin bir parçası olarak değerlendiriyorlar ve aslında vicdani retleriyle militarist kültürün bütününü reddediyorlar. Ailede, okulda, yaşamın her alanında toplumsal cinsiyet rolleri sebebiyle baskılanan kadınlar, militarizmin yaşamlarını gaspına karşı direniyorlar.
Kadınlar ordunun içinde değil evet, ama militerleşmiş bir toplumun içerisinde. Anne, kız kardeş, sevgili olmak zorunda bırakılan kadınların yaşamları, her daim toplumsal normlarla baskılanıyor. Anne olduğunda kocasına sadakat gösteren kadın, kız kardeş ya da sevgili olduğunda itaatkâr ve namuslu olmak zorunda bırakılan kadınların yaşamları, “erk”ek algılarla, “erk”ekler için biçimlendirilmek isteniyor.
Kadınlar ailede, okulda, evde, sokakta, hayatın her alanında erkek egemen sistem ve onu var eden yasalar tarafından yok sayılıyor, tacize-tecavüze maruz kalıyor, iktidarlar tarafından hapsediliyor. Cinsiyetçi politikalardan, militarist söylemlerden beslenen bu toplumsal ahlakın varlığını iliklerine kadar hissediyor ve bu yüzden reddediyor.
Savaş zamanlarında kadını korunması gereken pasif özneler haline getirerek kişiliksizleştiren, kadına savaşa gidecek ve ölecek oğulların ardından “vatan sağ olsun” demeyi kanıksatan, onu “kutsal vatanın kutsal anası” ilan eden militarizm, kendini kadın üzerinden de var etmeye çalışıyor. Ve kadınların vicdani ret açıklamaları işte tam bu noktada, anti militarist bir kültür yaratmak, bunu yaşamak ve özgürleşmek noktasında önem taşıyor.
Kışlalardan her gün yeni ölüm haberleri gelirken, her gün insanların üstüne bombalar yağarken, kardeş kanı dökülmeye devam ederken, militarizm kadına tek kimlik olarak ölümü dayatırken kadınlar, vicdani retlerini açıklayarak özgürleşiyorlar. Militarizm kadınların bedenlerini, yaşamlarını hatta var oluşlarını kendi varlığına armağan etmek isterken, kadınlar yaşam için reddediyorlar.
Vicdani retçi kadınlar onlara yazgı diyerek yazılan hikâyeyi reddediyorlar ve yeni bir yaşama örgütleniyorlar. Yazılmış hikâyeyi bozarak özgürleşmek de, bu çıkmazda yok sayılmak da hikâyeyi yeniden yazmak da bizim elimizde.
Benim adım Ayşe. Vicdani reddimi açıklıyorum.
Merve Arkun
[email protected]
The post “Bu Hikayenin Sonunda UMUT VAR!”- Merve Arkun appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>