Mezopotamya – Meydan Gazetesi https://meydan1.org Anarşist Gazete Wed, 20 Dec 2017 12:34:42 +0000 tr hourly 1 https://wordpress.org/?v=5.3.13 Hırsızın Adaleti Hırsıza – Özgür Erdoğan https://meydan1.org/2017/12/20/hirsizin-adaleti-hirsiza-ozgur-erdogan/ https://meydan1.org/2017/12/20/hirsizin-adaleti-hirsiza-ozgur-erdogan/#respond Wed, 20 Dec 2017 12:34:42 +0000 https://test.meydan.org/2017/12/20/hirsizin-adaleti-hirsiza-ozgur-erdogan/ Tarihteki (aslında öncesinde) ilk hırsız kimdi? Mülkiyet, suç, yasa ve iktidar gibi kavramlara kafa yoran herkesin sorduğu sorulardan biri olsa gerek “ilk hırsızın kim olduğu” sorusu. Cevabı bulmak ise oldukça güçtür. Bulduğunuz cevap hayatı nasıl okuduğunuzla alakalı olmakla birlikte ezen ve ezilen arasında bin yıllardan beri devam eden mücadelede nerede konumlandığınızı gösterir. Öncelikle şuradan başlayalım, […]

The post Hırsızın Adaleti Hırsıza – Özgür Erdoğan appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>

Tarihteki (aslında öncesinde) ilk hırsız kimdi? Mülkiyet, suç, yasa ve iktidar gibi kavramlara kafa yoran herkesin sorduğu sorulardan biri olsa gerek “ilk hırsızın kim olduğu” sorusu. Cevabı bulmak ise oldukça güçtür. Bulduğunuz cevap hayatı nasıl okuduğunuzla alakalı olmakla birlikte ezen ve ezilen arasında bin yıllardan beri devam eden mücadelede nerede konumlandığınızı gösterir.

Öncelikle şuradan başlayalım, her şeyden önce bir hırsız kişinin ve hırsızlık eyleminin olabilmesi için ortada birilerine ait bir varlığın olması gerekir. Biz buna mülkiyet diyoruz. O halde geriye, çok çok geriye dönerek ilk mülkiyeti kimin, nasıl edindiğini bulmamız gerekir ki, uzun yıllardan bu yana süren çalışmalar bu konuda henüz doyurucu açıklamalar yapamamıştır. Elimizde sadece vakaya ya da vakalara dair birçok varsayım mevcuttur.

İlk devletsi yapıların oluşması ile başlayan süreçten 18. yüzyıl İngiltere’sinde kolektif olarak üzerinde çalışılan toprağın yine birileri tarafından çitlenerek sahiplenebilmesine kadar geçen süreç, mülkiyetin git gide meşrulaştığı zaman aralığını belirler.

Eğer siz hırsızlığı bu mülk sahiplerinden çalınması -bizce alınması ya da tekrar kolektifleştirilmesi- olarak tanımlıyorsanız, açık ki bu savaşta ezenlerin tarafındasınızdır. Eğer bizler gibi doğanın ve doğadaki diğer tüm varlıkların sahip olduğu bir varlığın çalınmasını -daha doğrusu mülkiyete geçirilmesini- kastediyorsanız o halde ezilenlerin tarafındasınız. Sonuç olarak ilk hırsız, ilk mülkiyete sahip olandan çalan değil tüm doğanın olan varlığı ilk mülkiyetine geçirendir. Doğadan ve yaşamdan çalandır.

Fakat bizim bu yazıda ele alacağımız mesele mülkiyet değil, ilk mülkiyeti edinenlerin yani ilk hırsızların o mülklerini korumak adına ortaya attıkları yasalarla ilgilidir. Hırsızlık üzerine yapılan yasaların tamamı, ilk hırsızlığı gölgelemek ve bunu daimi kılmak amacını taşır.

Her ne kadar daha öncesinde yazılı olmayan kuralların olduğunu bilsek de ilk yazılı kanunlar Sümer Kralı Urgakina tarafından MÖ 3000 civarında ortaya atılmıştır. Fakat hırsızlık ve mülke zarar verme gibi eylemlerinin çok açık bir şekilde ve sertçe cezalandırılması gerektiğini söyleyen ilk yasa, Hammurabi Yasaları’dır. Mezopotamya üzerinde büyük bir hegemonya kuran Babil kralı olan Hammurabi (MÖ 1793-1750) Babil’i çok güçlü ve merkezi bir devlet haline getirdi. 282 dava hakkında kendisinin verdiği kararlardan oluşan bir yasa derlemesi hazırlatan Hammurabi; bunları, büyük bir taş sütunun üzerine kazıttı. Kısasa kısas mantığıyla cezalandırma işlemlerinin yapıldığı yasalarda, neredeyse en büyük suçun hırsızlık olması dikkat çekici!

Hammurabi Yasaları’na göre:

– Bir hırsız duvar delerek bir eve girmişse, o deliğin önünde ölümle cezalandırılır ve gömülür.

– Bir evde yangın çıkar ve oraya yangını söndürmeye gelen bir kimse evin sahibinin malında göz gezdirip evin sahibinin malını alırsa, kendisi de aynı ateşe atılır.

– Bir kişi hırsızlık yapsa eli kesilir, tecavüz etse ölüm cezası alır ya da erkeklikten men edilir.

– Bir tapınakta veya hükümdar hazinesinde hırsızlık yapan ölümle cezalandırılır.

– Bir kimse tapınağın ya da mahkemenin eşyasını çalarsa ölümle cezalandırılır ve ondan çalınmış malları alan kişi de ölümle cezalandırılır.

Elbette merkezi devlet anlayışlarının uyanış evresinde olduğu böylesine bir süreçte, devleti kuranların -yani ilk hırsızlar- kendi çaldıklarının geri alınması konusunda gösterdikleri hassasiyet çok da anlaşılmaz değil.

Yine güçlü bir merkezi yapının hüküm sürdüğü Antik Mısır’da devletin hırsızlık yapanlara karşı tavrı değişmiyordu. Hırsızlık yapanlar başın kesilmesi, suda boğma ya da kazığa oturtma suretiyle idamla cezalandırılırdı. Son dönemde bölgede yapılan çalışmalarda, “100 taşlama 5 kırbaç” gibi yazılı emirlerin olduğu ve ortaya çıkan kimi iskeletlerin leğen kemiklerinde mızrak izleri ve çeşitli yaralanmalar olduğu tespit edildi. Verileri değerlendiren uzmanlar, bu kişilerin küçük hırsızlıklar ve az çalışma gibi suçları yüzünden cezalandırıldıklarını düşünüyorlar.

Antik Yunan’da mal aleyhine suçlar kapsamına giren hırsızlık, yine en ağır şekilde cezalandırılmıştır. Yasaya göre “ değeri elli dırahmiden yüksek olan bir şeyin gündüz çalınması halinde, hırsızlık suçunun faili ölümle cezalandırılırdı. Çalınan şeyin kıymetinin elli dırahmiden az olması halinde ise suçlu para cezasına mahkûm edilir ve bu para cezasını da malı çalınan kimseye öderdi.”

Bu arada yukarıda bahsettiğimiz tüm örneklerde köleler “mal” gibi algılanır, onların çalınması da çeşitli cezalara tabi tutulurdu. Elbette bir kölenin yaptığı hırsızlık katiyen ölümle sonuçlanırdı.

Roma’da ise özgür yurttaşlar, hainlik dışında ölüm cezasına çarptırılmaz ya da işkenceye tabi tutulmazlardı. Fakat köleler hırsızlık yaptığında türlü işkenceye maruz bırakılırlardı; alınları dağlanır ve genelde tek elleri bileklerinden kesilirdi.

Özgür yaşayan toplulukların yüzünü merkezileşmeye dönmesinde en büyük katkı, erken ruhban sınıflardır. Bunlar toplulukları ilahi bir gücün temsilcisiymişçesine kontrol ederek toplumun kolektif olarak kullandıkları varlıkları -o ilahi güç adına- mülkleri haline getirmişlerdir ya da bazılarının mülkleri haline getirmesi konusunda yardımcı olmuşlardır.

Bu anlayış tek tanrılı dinlerin ana akım anlayışlarında da vücut bulmakta, hırsızlık en büyük günah/suç olarak kayıtlara geçmektedir. Tanrı da bu konuda ezenlerden yanadır. İlk hırsızın büyük günahının gölgede kalması için “geri alanlar” cezalandırılmalıdır!

Tevrat’ta, Musa’ya Tanrı tarafından iki taş tablet üzerinde üzerine yazılmış şekilde iletildiği söylenen dini emirler bütününün sekizinci maddesi “Çalmayacaksın!” der. Ceza ise değişiklik gösterse de peygamber Yusuf örneğinde olduğu gibi ceza genelde hırsızlığı yapanın mülksüzleştirilmesi ve köleleştirmesidir. Peygamberin kardeşlerinin karıştığı bir hırsızlık vakasının ardından Yusuf: “… kimin yükünde bulunursa o kimse (nin alıkonması /köleleştirilmesi) onun cezasıdır… Biz zalimleri böyle cezalandırırız” der. Öte yandan Mısır’dan Çıkış kitabında hırsızlığa dair çeşitli belirlenimler ve cezaları kayda geçmiştir: “Bir hırsız bir eve girerken yakalanıp öldürülürse, öldüren kişi suçlu sayılmaz…”

Hristiyanlıkta da hırsızlık hoş görülmez, üstelik tecavüz ve cinayetle aynı kefeye koyulur. Matta İncili’ne göre İsa “Çünkü kötü düşünceler, cinayet, zina, fuhuş, hırsızlık, yalan yere tanıklık ve iftira hep yürekten kaynaklanır. İnsanı kirleten bunlardır.” der. Ortaçağ’da kurulan engizisyon mahkemelerinde hırsızlık, isyan çıkarma zina gibi suçlarla birlikte ele alınıp testere işkencesi ya da diri diri gömme yoluyla bu suçlara karışanlar infaz ediliyordu. En cani infaz yöntemlerinden biri olan testere işkencesinde “Suçlu ayak bileklerinden bağlanarak bir askıya asılır böylece kanın beyinde toplanması sağlanır. Direnmemesi için elleri arkadan bağlanan suçlu bacaklarının arasından kesilmeye başlanırdı. Baş aşağı olduğu için suçlunun bilinci uzun süre kaybolmaz ve acı çekmesi sağlanırdı.” diye tanımlanır.

İslamiyet, semavi dinlerin arasında hırsızlık konusunda en net belirlenimde bulunan din olarak ortaya çıkar. İslamiyet hırsızlık yapanın elinin kesilmesini emretmiştir: “Hırsızlık yapan erkek ve kadının ellerini kesiniz. (Maide, 5/38).”

Elbette cezalar, yasalar ve hukuk değişip dönüştü. Günümüzde kısasa kısas çok kullanılan bir yöntem olmamakla beraber, hırsızlık yargılanmaya ve hırsızlar cezalandırılmaya devam etti. Çünkü mülkiyet ortadan kalkmadı ve mülk sahipleri daha fazla zenginleşip daha güçlü yasaların ardına saklandılar.

Anarşistler ise tarih boyunca başta hırsızlık olmak üzere muktedirlerin “suç” addettiği her şeyi muktedirlerin kendi suçlarını örtmek için kullandığını ısrarlıca söyleyip “suç” denilen şeyin yasalarla engellenmek bir yana, yasalardan kaynaklandığını ve ve bu yasaların ortadan kalkmasıyla suçun da ortadan kalkacağını söylediler. Başta Kropotkin olmak üzere birçok anarşist, yasasız ve devletsiz toplumların suç denilen şeylere sahip olmadığını kanıtlamak için bir dizi çalışma yapmış ve bu çalışmaları doğrulayacak örnekler sunmuşlardır.

Kropotkin yasalar ve devletsiz topluluklar hakkında “… burada yasalar ve şefler bilinmez ama kabile üyeleri bir diğerini kırmakta imtina ederler… İlkel insanları konukseverliği, yaşama saygısı… diğerlerinin uğruna kendini feda etmeye kadar giden cesaret -ki bu nitelikler yasadan önce ve dinden tümüyle bağımsız toplumsal hayvanlarda olduğu gibi gelişti- ve bu türden duygular ve uygulamalar toplumsal yaşamın kaçınılmaz sonuçlarıdır.” der.

Yasa ve ceza denilen bu ikili var oldukları ilk andan itibaren, zoru kendilerinde hak görmüşler ancak her daim karşılarında da ciddi bir dirençle karşılaşmışlardır. Anarşizm ve anarşistler, bu direniş hareketlerinin mirasçısıdırlar.

Errico Malatesta, yasalar ve itaatsizlik üzerine oldukça keskin belirlenimlerde bulunur: “Bence her şeyden önce yasalara mümkün olduğu kadar direnmeliyiz, söylediğim hemen hemen onları yok saymamızdır…”

***

Yazının bütününe yayılmış verilere incelediğimizde, devlet-yasa-ceza arasındaki ilişkiyi daha iyi anlayabiliriz. İlk kimin kimden çaldığını, belki de ilk kimin kimi öldürdüğünü anlayabiliriz. Devletli toplumlarda suç diye anılan şeylerin, mülk sahipleri ve iktidarlar tarafından işlenen büyük suçları örtbas etmek ve zenginlikleri ile güçlerini korumak için kullanıldığı aşikardır. Toplumun hayatı ancak toplum tarafından düzenlenebilir. Aksi durum ise imkansızdır. Değil mi ki, yasalar delinmek, kanunlar çiğnenmek için vardır?


Özgür Erdoğan

[email protected]


Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 42. sayısında yayınlanmıştır. 

The post Hırsızın Adaleti Hırsıza – Özgür Erdoğan appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2017/12/20/hirsizin-adaleti-hirsiza-ozgur-erdogan/feed/ 0
Ne Katalonya İspanya Ne de Kürdistan Irak – Hüseyin Civan https://meydan1.org/2017/11/04/ne-katalonya-ispanya-ne-de-kurdistan-irak-huseyin-civan/ https://meydan1.org/2017/11/04/ne-katalonya-ispanya-ne-de-kurdistan-irak-huseyin-civan/#respond Sat, 04 Nov 2017 19:50:56 +0000 https://test.meydan.org/2017/11/04/ne-katalonya-ispanya-ne-de-kurdistan-irak-huseyin-civan/ Geçtiğimiz bir buçuk aylık süre içerisinde, biri İberya’da diğeri Mezopotamya’da olmak üzere iki önemli referandum gerçekleşti. Aslında bu süre içerisinde Lombardiya ve Veneto’da da referandumlar yapıldı. Ancak Başur Kürdistan ve Katalonya referandumları, öncesi ve sonrasında yaşananlar açısından, diğer referandumları sadece haber düzeyinde bıraktı. Bu iki referandumla beraber dünya siyasetinde konuşulmaya başlananlar, tüm dünya siyasetine ilişkin […]

The post Ne Katalonya İspanya Ne de Kürdistan Irak – Hüseyin Civan appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>

Geçtiğimiz bir buçuk aylık süre içerisinde, biri İberya’da diğeri Mezopotamya’da olmak üzere iki önemli referandum gerçekleşti. Aslında bu süre içerisinde Lombardiya ve Veneto’da da referandumlar yapıldı. Ancak Başur Kürdistan ve Katalonya referandumları, öncesi ve sonrasında yaşananlar açısından, diğer referandumları sadece haber düzeyinde bıraktı.

Bu iki referandumla beraber dünya siyasetinde konuşulmaya başlananlar, tüm dünya siyasetine ilişkin yeni tahlilleri beraberinde getirdi. Başur Kürdistan Referandumu Ortadoğu siyasetindeki güç dengelerini değiştirirken; Katalonya Referandumu, zaten çatırdamakta olan Avrupa Birliği projesinin geleceğini sorgulatmaya başladı.

Uluslararası siyasetin “görünenler dışında başka bir şey yok” illüzyonu; bizi referandum meselelerini değerlendirirken yaşananların arka planından uzak tutmayı başardı. Bu illüzyonu kırmak, içerisinde bulunduğumuz siyasal gerçekliği anlamak adına çok önemli. Yoksa yaşanan olayları, Barzani-Abadi ve Puigdemont-Rajoy çekişmesine, yani siyasal iktidarlar dolayımına hapsetmiş oluruz.

Bu illüzyonu gidermek adına, ilk aşamada şu tespiti yapalım. Başur Kürdistan’da ve Katalonya’da yaşayan halklar, özgürlük şiarıyla sokaklara döküldü. İkinci olarak, halkların özgürlük isteği, bulunulan coğrafyadaki siyasal sertlikle orantılı olarak bastırıldı. Bu iki tespiti yapmak, referandumların birbirinden farklılıklarının olmadığını iddia etmek ya da coğrafyaya özgün siyasal gerçeklikleri göz ardı etmek değildir. Keza bu farklılıkları ortaya koymak da benzer derecede önemlidir. Ancak “küresel” dünyada, benzer siyasi süreçlerin birbirleriyle etkileşiminin olmadığını iddia etmek doğru değildir. Bu güncel etkileşimi es geçmeden birbirinden bir hayli uzak bu coğrafyalardaki hareketliliği, sadece bir “dönem rüzgarı” gibi görmemek gerek. İki coğrafyada da patlak veren durum siyasal merkezileşmeye karşı gösterilen bir iradedir.

Kürdistan Referandumu’nda Ters Giden

Ağustos ayından Eylül ayının ortalarına kadarki süre içerisinde, IŞİD karşıtı koalisyondaki en büyük ortaklardan ABD, referandumun ertelenmesi için Mesud Barzani’yle sık sık görüştü. Ancak IKBY Başkanı Barzani, referanduma kararlı bir tutumla girdi. Israrlı bir biçimde, Irak merkezi hükümetinin ortaklıktan yana olmadığını vurguladı. Ağustos’un sonunda Kerkük İl Meclisi’nin referanduma katılma kararıyla beraber, referandum için her şey hazırdı.

Barzani’nin bu kadar hızlı hareket etmesinin hem kendi siyasi iktidarıyla (iki yıl önce dolan görev süresiyle ilgili meclisi kapatması ve referandum kararını bu süreçte alması) hem de Başur Kürdistan’ın özellikle son on yıllık süre içerisinde kazandığı uluslararası alandaki meşruluğuyla doğrudan ilgisi vardı. IŞİD’e karşı savaş, yönetimin ve peşmergenin pozisyonunu olumlu anlamda değiştirmişti. Böyle bir pozisyondayken İran ve Türkiye gibi devletlerin doğrudan saldırıyı göze alamayacağını düşünmek mantıksız değildi. Daha da ötesi, bu iki devletle de IKBY’nin siyasi ve ticari ilişkileri önemli bir seviyedeydi.

Eylül ayı başlangıcında bu iki devletin “dostça” vazgeçirme çağrıları, referandum yaklaştıkça sert uyarılara, sınırda merkezi hükümetle düzenlenen ortak tatbikatlara, meclislerden geçirilen sınır ötesi operasyon tezkerelerine, “bir gece ansızın gelebiliriz”i barındıran tehditkar söylemlere bıraktı yerini.

Irak hükümeti, önce referandumu yasadışı ilan etti, sonrasında Kerkük valisini görevden aldı. 25 Eylül’deki referanduma kadar Başbakan Haydar el Abadi “Askeri açıdan müdahale edeceğiz.” diyerek, sınır kapılarını ve havalimanlarını merkezi hükümete teslim edilmesini farklı seferlerde yineledi. Tabi bütün bunlar olurken Haşdi Şabi Kerkük sınırına konuşlanıyordu.

Referandum günü, BM Irak Temsilciliği’nin referandumda herhangi bir rol üstlenmeyeceğini açıklaması, Batılı müttefiklerin destek vermedeki kayıtsızlığının açık göstergesiydi. Bundan güç alan merkezi hükümet, 15 Ekim’de referandum sonuçlarını tanımadığını Irak ordusu ve Haşdi Şabi güçlerinden oluşan koalisyonla Şengal, Kerkük ve Musul gibi toprakları ele geçirerek aleni bir şekilde göstermiş oldu. Her ne kadar, Barzani yönetimi Kerkük’e müdahaleyi savaş ilanı saysa da, birkaç yer dışında bölgeler direniş olmaksızın merkezi hükümetin eline geçti. Kerkük’ten Erbil ve Süleymaniye’ye 60 bine yakın insan göç etmek zorunda kaldı.

Başur Kürdistan’da yeni oluşan tablo, genel olarak bölgenin 1990’lara geri döndüğü yönünde. Bunda Irak ordusu ve Haşdi Şabi güçlerinin saldırılarına karşı, KYB ve KDP’nin birbirini suçlayan açıklamalarının payı var. Aynı değerlendirmelerde, Başur Kürdistan’ın Erbil merkezli KDP kontrolü ve Süleymaniye merkezli KYB kontrolü arasında bölündüğü de iddia ediliyor.

Katalonya Referandumu’nda Ters Giden

Başur Kürdistan’da yaşananlara benzer bir süreç, Katalonya’da da işledi. Referandum öncesi ve sonrasındaki karşılıklı restleşmelerle İspanya Başbakanı Mariano Rajoy ve Katalonya Başkanı Carles Puigdemont sürecin en ön plana çıkan isimleriydi.

Gerçekleşen referanduma yönelik İspanya hükümetinin saldırısı, Avrupa Demokrasisi’nin de sınırları olduğunu anlamak adına önemliydi. 92 oy merkezinin kapatıldığı polis saldırısında, 337 kişi yaralandı. Ertesi günlerde özgürlük yanlılarının yürüyüşleri ve CNT, Solidaridad Obrera, CGT gibi anarşist sendikaların örgütledikleri genel grevlerle süreç devam etti.

Birlik yanlılarının protestolarından güç alan İspanya Başbakanı Rajoy bağımsızlığı engelleyeceklerini her fırsatta vurguladı. Bunu takiben referandum yasası geçersiz sayıldı. AB Komisyonu Başkanı Jean Claude Junker, Katalonya meselesine ilişkin tarihi bir konuşma gerçekleştirerek, Avrupa sınırlarında benzer statüde bulunan halklara mesaj gönderdi. “Katalanların bağımsızlığına izin verilmesinin diğer halklara emsal olacağından endişe duyuyoruz. Olası bir Katalan bağımsızlığının Avrupa’daki diğer halkları da cesaretlendirebilme ihtimali endişe uyandırıcı.” Durum bu kadar netti.

Uluslararası desteğin olmadığını anlayan Puigdemont, bir strateji olarak 10 Ekim’de açıklanacak “bağımsızlık” kararını askıya aldığını söyledi. Bunu İspanya ile bir diyalog sürecinin başlamasını istediği için yaptığını belirtti. Bu kararı takiben İspanya Hükümeti, Katalonya bölgesinin özerkliğini askıya aldı ve Katalan yönetiminin yetkilerinin hükümete devredileceğini açıkladı. Başbakan Rajoy, kriz dönemlerinde özerkliği askıya alan ve bölgeleri merkezi Madrid yönetimine bağlayan 155. Maddenin işletileceğini söyledi. Yani İspanya, Katalonya’da OHAL ilan etmiş oldu. Tüm bu yaşananlar, Katalanlar için tanıdıktı. Franco rejimi uygulamalarının geri geldiğinin herkes farkındaydı.

27 Ekim’de, Katalonya bağımsızlığını ilan etti. Mecliste gerçekleştirilen gizli oylamayla Katalan Cumhuriyeti’nin kurulduğu bildirdi. İspanya Merkezi Hükümeti bunun üzerine, Katalonya hükümetini feshetti, özerkliğini askıya aldı. Başkan Puigdemont dahil olmak üzere 141 yöneticiyi görevinden aldı. Katalonya ekonomisi, Ekonomi Bakanlığı’na bağlandı ve 21 Aralık’ta yerel seçimlerin yapılacağını duyurdu.

Avrupa Birliği arabuluculuk yapmayacağını ısrarla vurgularken, Katalonya’nın bağımsızlık ilan ettiği gün, Kanada, ABD, Almanya, Fransa, İngiltere gibi devletler Katalonya’nın bağımsızlık ilanını tanımayacağını belirttiler. Tabi ki, AB Komisyonu Başkanı’yla benzer endişelere sahip oldukları için…

Öyleyse Referandum Neye Yarıyor?

Woodrow Wilson, 1918’de Orta Avrupa’nın siyasi yapısının olumlu yönde değişmesi için kullanışlı bir kavram olarak düşünür “kendi kaderini tayin” ilkesini. Ancak ilke, dünya üzerindeki devletlerin neredeyse hepsi heterojen bir yapıya sahip olduğu için uluslararası hukuk açısından bir sorun yaratmıştır. Birleşmiş Milletler, bu ilkeyi temel bir hak çerçevesinde kabul etse de bu hakkın kullanılmasını belirli şartlara bağlamıştır. Ayrılışacak merkezi siyasi iktidar ile mutabakat!

Başur Kürdistan ve Katalonya’da gerçekleşen referandumların hiçbir işe yaramayacağını belirten siyasi analizcilerin kendilerini dayandırdıkları yer tam burasıdır. Merkezi hükümetle anlaşma ve uluslararası destek olmadıkça bağımsızlık ilanı, referandumlardan evet çıksa bile, amacına ulaşamaz. Çünkü yok hükmündedir.

Öyleyse referandum neye yarıyor?

Merkezi siyasetin çarklarında bir işe yaramadığı kesin. Ancak ortadaki durum açık, iki coğrafyada da yaşayan halklar merkezi siyasi yapıya bağlı bir siyasal işleyişten olmadıklarına dair politik bir tavır gösterdiler. Bu tavırlar, bu coğrafyalarda yakın bir geleceğin belirlenmesinde önemli bir yere sahip olacak.

UKKTH Değil Özyönetim

Avrupa Birliği’ne bağlı Özerklik Araştırmaları Komisyonu’nun 2009 yılında yayınladığı bir rapora göre, dünya üzerinde 60 bölgede özerk yapı var. Son yıllarda özellikle Ortadoğu coğrafyasında değişen haritaları da hesaba katarsak bu sayının çok daha fazla olduğunu söylemek mümkün.

Merkezileşmeye çalışan siyasal iktidarın kaçınılmaz bir çelişkisi bu durum. Dünya üzerinde, merkezi iktidarların homojenleştiremediği halklar olduğu sürece bu çelişki sürecek. Başur Kürdistan ve Katalonya’da olanları bir de bu bakış açısıyla okumaya çalışmak gerek. Merkezi iktidara ya da iktidarlara karşı halkların mücadelesi düzleminden… Merkezileşmeye çalışan iktidar yapılarına karşı hep mücadelenin coğrafyası olmuş bu iki coğrafya. O yüzden bir rastlantı değil bugün yaşananlar.

Etraflarındaki merkezi iktidarların, açık bir şekilde endişeli olduklarını beyan ettikleri şey, kendi merkezi yapılarına muhtaç kalınmadan yeni bir yaşamın kurulabileceği, doğrudan kendi gücünü tesis eden bir siyasal yapı. Merkezi idareye karşı kendi yaşamını ve yaşam alanını yeni baştan yaratabilme gücünün varlığı.

Halkların özgürlük mücadelelerinin, devletli çözümlere sığamayacağının en son iki örneği Başur Kürdistan ve Katalonya deneyimleridir. “Kendi kaderini tayin hakkı” bir devlet yalanıdır. Devletin merkezi kurumlarıyla ilişkisini tamamen kesmemiş bir yerel yönetim organizasyonuna, devletli uluslararası siyasi yapı izin vermemektedir, veremez. Devletçi sisteme eklemlenme potansiyeline karşı özyönetimler, devlet dışı toplumsal bir örgütlenmenin mümkün olabileceğini gösterir. Başur Kürdistan ve Katalonya halklarının iradelerini meşrulaştıracak yegane yöntem budur. Aynı 1936’da Katalonya’da olduğu gibi, aynı 2012’de Rojava’da olduğu gibi…


Hüseyin Civan

[email protected]

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 41. sayısında yayınlanmıştır.

 

The post Ne Katalonya İspanya Ne de Kürdistan Irak – Hüseyin Civan appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2017/11/04/ne-katalonya-ispanya-ne-de-kurdistan-irak-huseyin-civan/feed/ 0
Doğrudan Demokrasi Festivali https://meydan1.org/2013/10/20/dogrudan-demokrasi-festivali/ https://meydan1.org/2013/10/20/dogrudan-demokrasi-festivali/#respond Sun, 20 Oct 2013 13:12:40 +0000 https://test.meydan.org/2013/10/20/dogrudan-demokrasi-festivali/  Selanik’te birçok anarşist ve anti otoriter örgütlenmenin yer aldığı Doğrudan Demokrasi Festivali’ne katılan Devrimci Anarşist Faaliyet, “Mücadeleye Devam” başlıklı oturumda Taksim Gezi İsyanı, doğrudan demokrasi yöntemleri ve uygulamaları, kolektif ve kooperatiflerle yaşamın yeniden yapılandırılmasına ilişkin deneyimlerini paylaştı.   Yunanistan’da anarşist ve anti otoriter örgütlenmelerin, özyönetimle işleyen üretim alanlarının, kooperatiflerin deneyimlerini paylaşmak üzere bir araya geldikleri […]

The post Doğrudan Demokrasi Festivali appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
 Selanik’te birçok anarşist ve anti otoriter örgütlenmenin yer aldığı Doğrudan Demokrasi Festivali’ne katılan Devrimci Anarşist Faaliyet, “Mücadeleye Devam” başlıklı oturumda Taksim Gezi İsyanı, doğrudan demokrasi yöntemleri ve uygulamaları, kolektif ve kooperatiflerle yaşamın yeniden yapılandırılmasına ilişkin deneyimlerini paylaştı.

 

Yunanistan’da anarşist ve anti otoriter örgütlenmelerin, özyönetimle işleyen üretim alanlarının, kooperatiflerin deneyimlerini paylaşmak üzere bir araya geldikleri Doğrudan Demokrasi festivali 4-5-6 Eylül tarihlerinde gerçekleştirildi. Konuşmaların, forumların, atölye çalışmalarının konserlerin oluşturduğu festival, Selanik kentinde yapıldı.

Festivalin ilk günü olan 4 Eylül’de “Ortak Kullanım Mücadelelerinin Birleşmesinin Gerekliliği” başlığıyla gerçekleştirilen forumda, halkın ortak ihtiyaçları doğrultusunda öz örgütlenmeyle gerçekleştirilecek üretimlerin karşılıklı dayanışma ve işbirliği ağlarıyla birbirini desteklemesi üzerine fikirler paylaşıldı. Selanik’te suyun ticarileştirilmesine karşı mücadele veren “136 Hareketi”, üreticiden tüketiciye aracısız ürün sağlama amacıyla bir araya gelen 16 kolektifin ortaklaştığı “Aracısız Ürün Satış Ağı”, doğrudan demokratik karar alma süreciyle sekiz aydır patronsuz üretimlerini sürdüren VIO.ME. işçileri, hükümetin kapatma kararından sonra işgal edilerek özyönetimle çalışmasını sürdüren Yunanistan Devlet Televizyonu ERT işçileri yaptıkları konuşmalarda kendi deneyimlerini aktardı.

5 Eylül günü, festivalin ikinci günü, konuşmaların ana başlığı ise “Mücadeleye Devam”dı. Konuşmacılar, mücadele deneyimlerini aktarırlarken, mücadelelerin dayanışma ilişkisi ile ortaklaştırılarak büyütülmesinin yolları üzerine önerilerini sundular. Türkiye’de mücadele yürüten Devrimci Anarşist Faaliyet adına Alp Temiz, Bulgaristan’daki Adelante Sosyal Merkezi’nden Yavor Kiselintsef, anti militarist Ilham Nisvan ve akademisyen Kostas Lampos konuşma yaptı.

Devrimci Anarşist Faaliyet’in İngilizce yaptığı konuşma aynı zamanda Yunancaya tercüme edildi. Önceki ay Meydan Gazetesi’nde yer alan “Barikatların Ardındaki Direniş Alanından, Mahallelerdeki Forumlara: Doğrudan Demokrasi” başlıklı yazının İngilizce çevirisi, festival boyunca açık kalan DAF standında yoğun ilgi gördü.

Meydan Gazetesi- Doğrudan Demokrasi Festivali

DAF’ın İngilizce yaptığı konuşmanın Türkçe çevirisi ise şöyleydi:

 

Tüm İstanbul’da ve Anadolu’nun pek çok yerinde kentsel dönüşüm projeleri; gecekondu yıkımlarıyla, AVM ve rezidans inşaatlarıyla, soylulaştırmaya çalıştığı meydanlarda basın açıklamalarını dahi yasaklamasıyla hız kazanmıştı. Dönüşüm yalnızca kentlerde değildi. Kırsal dönüşüm de son yıllarda başta Hidroelektrik, Termik ve Nükleer Santral projeleriyle, madenlerle, kaya gazı aramalarıyla, kapitalist tarım politikalarıyla vadilerde, köylerde yaşamı yok etmeye başlamıştı bile. Kırdan kente taşınan yalnızca göçe zorlanan insanlar olmadı, aynı zamanda kırsal dönüşüme karşı başlayan isyanlar kentteki mücadelelere de ruhunu aktardı.

Taksim Gezi isyanında ne bir kahraman vardı ne de bir halk önderi. Kırsallardaki pek çok mücadelede olduğu gibi iktidarsız alanlarda özdenetimleriyle, öz disiplinleriyle ve gönüllülükleriyle bir araya gelen bireyler devlete ve kapitalizme karşı verdikleri mücadelede otoriteden rekabetten ve bencillikten uzak, bir ilişki biçimi deneyimlediler. Yine kırsallardaki pek çok mücadelede olduğu gibi Gezi Parkı’nda da deneyimlenen paylaşma ve dayanışma ilişkileri; siyasi duyarlılığı olmayan pek çok bireyi etkilemeye, dönüştürmeye yetti.

Gezi Parkı’ndaki direnişin 2013 yılındaki toplumsal mücadelelerindeki başlıca tetikleyicilerinden biri bu yılki Hrant Dink anması oldu. Hrant Dink; 19 Ocak 2007’de Taksim yakınlarında çalıştığı Agos Gazetesi binası önünde Faşistler tarafından katledilen Ermeni gazeteci. Katledildiğinden bu yana her yıl 19 Ocak günü Taksim Meydanı’ndan Agos Gazetesi önüne yürüyüş düzenleniyordu. Bu yıl, Taksim Meydanı’nda başlatılan kentsel dönüşüm projelerini gerekçe göstererek bu yürüyüşe katılan bizim dışımızdaki hemen hemen tüm muhalif gruplar yürüyüşün başlangıç noktasını Taksim Meydanı dışında başka bir noktaya taşıdılar. Ama biz 6 yıl önce Hrant’ı teferruat olarak gören anlayışın bugün yaşam alanlarımızı soylulaştırdığını biliyorduk ve buna rağmen ısrarla Taksim Meydanı’nı kullanmaya devam etmeliydik. Bu anmada Taksim’den vazgeçersek yıllardır mücadele ettiğimiz, 1886’da Haymarket’te katledilen yoldaşlarımızı andığımız Taksim 1 Mayıs’ından da vazgeçmemiz beklenecekti.

Nitekim 1 Mayıs sabahı Taksim Meydanı’na çıkan yollar polis tarafından kuşatıldı. Devrimcilerin Taksim Meydanına girmesi yasaklandı. Devlet 1 Mayıs için başka meydanları önerdi. Başbakan Erdoğan’ın özel teşekkürlerini kazanan bir partinin yaptığı 1 Mayıs “kutlaması” haricinde Anarşistler, Kürtler ve Devrimci Sosyalistler, kentsel dönüşüm bahanelerine karşın Taksim ısrarını sürdürdüler. 1 Mayıs günü gerçekleşen polis saldırılarında çok sayıda eylemci polis tarafından yaralandı.

Polis saldırıları ve devlet terörü yalnızca büyük yürüyüşleriyle sınırlı kalmadı. Basın açıklaması yapmak için toplanan 10 kişilik gruplara bile TOMA’larla ve gaz bombalarıyla saldırdılar. Taksim’de ve İstiklal Caddesi’nde polis şiddeti bir rutin haline gelmişti.

Mayıs ayı sonlarında Gezi Parkı içindeki ağaçların, proje kapsamında kesilmeye başlanması bardağı taşıran son damla oldu. Gezi Parkındaki cılız direnişin tüm Anadolu’da yankı bulması uzun sürmedi. Çatışmalar her şehirde meydanlarda, parklarda ve varoşlarda hızla yükseldi. Haziran boyunca 5 kişi devlet terörü ile katledildi.

Pek çoğunuzun burada öğrenmek istediği, Gezi Parkı’nda ve mahalle forumlarında karar alma sürecinin nasıl işlediği. Taksim Meydanı ve Gezi Parkında kaldığımız süre boyunca gerçekleşen ilişki biçimi 15 Haziran’daki büyük polis saldırısı sonrasında mahallelerde güçlenen forumlarda doğrudan demokrasi tartışmalarını belirginleştirdi. “Barikatların Ardındaki Direniş Alanından, Mahallelerdeki Forumlara: Doğrudan Demokrasi” başlığıyla Meydan Gazetesi’nde yer alan değerlendirme gerçekleşen deneyim hakkında yerinde tespitlerde bulunuyor. Bu metnin İngilizce çevirisinin dökümünü hazırladık, bu konuyla ilgili tartışmaları konuşmalar sonrasında sürdürebiliriz.

Mevcut deneyimlerle birlikte antikapitalist, anti otoriter ve anti hiyerarşik yaşam tahayyüllerini yaşamlarımıza indirgeyebilmenin pek çok yolunu bulduk. Bugün bu yolları ve yöntemleri tartışmak adına buradayız.

Yaşamın yeniden yapılandırılması, ilk kez bizim ortaya çıkardığımız bir kavram değil. 1917’de Ukrayna’da, 1936’da İspanya’da deneyimlenen, bugünse halen Güney Amerika’da, Chiapas’ta gerçekleşen bir durum. Bu kavram bizim için de yeni değil. TC devleti ile Kürt halkı arasında gerçekleşen savaşın sıcak zamanlarında, Kürdistan’ın büyük kentlerinden Amed’de, Mezopotamya Sosyal Forumu’nda da biz Yaşamın Yeniden Yapılandırılması’ndan söz etmiştik. Weranşar’da, Gever’de pek çok değerli deneyim gerçekleşti. Bugün Rojava’da da bu deneyimlere benzer deneyimler kısmen de olsa yaşanıyor.”

Meydan Gazetesi- Doğrudan Demokrasi Festivali1

Festivalin son günü 6 Eylül’deki konuşmaların ana teması ise “Olağanüstü Hal’den Mücadele Meclislerine” idi. Konuşmalara hızlı tren projesine karşı mücadele eden örgütlenmeler; NO TAV İtalya ve NO TAV Fransa, Halkidiki’deki maden projesine karşı mücadele veren S.O.S. Xalkidiki, anti otoriter ve antikapitalist yayın kolektifi BABYLONIA dergisi katıldı.

Aynı gün farklı bölgelerde mücadele veren örgütlenmeler arasında ortak çalışma ve hareket ağı toplantısı da yapıldı. Bu toplantıya Devrimci Anarşist Faaliyet ve Yunanistan’dan Anti otoriter Hareket’in yanı sıra Bulgaristan, Almanya, İtalya, İngiltere’den örgütlenmeler de katılım sağladı. Anti otoriter, anti hiyerarşik ve antikapitalist; doğrudan demokratik karar alma süreçleriyle işleyen örgütlenmelerle oluşturulacak yaşamın yeniden yapılandırılması, tartışmaların asıl odağını oluşturdu.

3 gün süren festival boyunca örgütlenmelerin, kolektiflerin, kooperatiflerin kurdukları stantlarında bilgi paylaşımları devam etti. Atölye çalışmalarında yer alan katılımcılar arasında, sistemin her türlü eğitiminden uzak bir şekilde, yaşamın bilgisi paylaşıldı. Festival günleri boyunca her akşam anti otoriter, devrimci ve muhalif müzik gruplarının konserleri yapıldı.

Festivalin katılımcıları 7 Ağustos günü düzenlenen mitingde bir araya gelerek, başbakanın Yunanistan’ın büyük patronlarıyla yapacağı toplantıyı protesto etmek için toplantı alanına doğru yürüyüşe geçti. Polisin yapılan yürüyüşe saldırması sonucunda, otuz kişi gözaltına alındı.

 

Bu haber Meydan Gazetesi’nin 13. sayısında yayımlanmıştır.

The post Doğrudan Demokrasi Festivali appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2013/10/20/dogrudan-demokrasi-festivali/feed/ 0