The post Anarşizm ve Sınıf Mücadelesi – Halil Çelik appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Anarşizm ve Sınıf Mücadelesi
Toplumsal işleyişlerin iktidarlı ilişkiler ve iktidar mekanizmaları tarafından kontrolünden günümüze, binlerce yıldır tüm insanlığın, canlı ve cansız tüm varlıkların üzerinde sistematik bir şekilde tahakküm uygulanmaktadır. Toplumsal işleyişin farklı alanlarında farklı ezen-ezilen ilişkileri ortaya çıkmaktadır. Cinslerin ve halkların birbirleriyle kurduğu ilişkide, toplumsal işleyişin nasıl örgütleneceği konusunda, doğaya yönelik gerçekleştirilen gözlemler veya gerçekleştirilen düşünsel faaliyetler sonucunda elde edilen bilginin kim tarafından ve nasıl kullanılacağı hakkında, üretim ve dağıtımın nasıl gerçekleştirileceği meselesinde adaletsizlikler yaşanmıştır. Toplumsal, siyasal, ekonomik ve ekolojik boyutta ortaya çıkan adaletsizlikler, özgürlüğün kolektif karakterinin önüne geçmiş; parçalanmış ve tutsak edilmiş yaşamları bize dayatmıştır.
Tekrar etmek gerekirse birbiriyle iç içe geçmiş tüm bu adaletsizlikler sisteminin kaynağı, iktidar ilişkileri ve mekanizmalarıdır. Ezen-ezilen çelişkisini sistematikleştiren bu yapılardan biri de ekonomik iktidarların; mülkiyete sahip olanların, üretimin nasıl olacağından üretim sonucunda elde edilenlerin nasıl paylaştırılacağına kadar pek çok ekonomik işleyişe dair karar verenlerin oluşturduğu sınıfsal ayrımlardır.
Sınıfların Temeli İktidarlı Mekanizmalardır
Bir toplumda benzer mülkiyet düzeyi, statü ve iktidara sahip bireylerin oluşturduğu gruplaşmalara sınıf denir. Herhangi bir bireyin ya da bireylerin oluşturdukları grupların/toplulukların diğer birey ya da topluluklardan toplumsal ve ekonomik açıdan daha üstün olma hali, toplumların sınıflara ayrılmalarıyla ilgilidir. İktidarlı mekanizmalarının sürdürülebilmesi için sınıflı toplum yapısı önemli bir noktada bulunmaktadır.
Toplum içerisindeki bireyler veya gruplar arasındaki bu hiyerarşik farklılığın nedeni ise doğuştan gelen, etnik ya da cinsel özellikler değildir. Herhangi bir etnisite veya cinsin diğer etnisite veya cinslerden üstün olduğuna dair yaklaşımlar, doğuştan gelen farklılıklar/özellikler gerekçe edilerek oluşturulurken; sınıfların oluşmasında ise toplumsal yaşam içerisinde sonradan oluşturulmuş farklılıklar etkili olmuştur. Bu farklılıkları yaratan olgular, iktidar ilişkilerinin ortaya çıkardığı iktidarlı mekanizmalardır. Kısacası sınıfsal farklılıklar ezen-ezilen ayrımının bir bölümünü anlatmaktadır.
Sınıf Tek Başına Ekonomik Bir Olgu Değildir
İktidarlı mekanizmaları kontrol eden kesimlerle kontrol edilenler arasında iktidara sahip olup/olmamak üzerinden siyasi, sosyal ve/veya ekonomik ayrımlar oluşmaktadır. Bu mekanizmaları kontrol edenlerden yöneticiler, bürokratlar, din görevlileri, farklı farklı iktidar yapılarının birbirine bağlı olması sebebiyle, sadece toplumsal ve siyasi değil büyük oranda ekonomik de bir üstünlüğe/belirleyici bir konuma sahiptir. Dolayısıyla günümüzde kapitalist sistem içerisinde sermayeye/mülkiyete sahip, ekonomik iktidarı elinde bulunduran kesimlerin önemli toplumsal ve siyasi etkileri de bulunmaktadır.
Ayrıca bilimsel/teknolojik gelişmelerin toplumsal yaşamda büyük etkisi olması sebebiyle, siyasi bir iktidara sahip olsun ya da olmasın, iktidarlı toplumlarda kendilerini bu alanlarda geliştirmiş insanlar da bir sınıf meydana getirirler. “Aydın” olarak adlandırılan bu sınıfın, topluma öncülük ederek toplum adına en doğru olanı düşünme, anlatma ve eyleme gücü bulunduğu varsayılmaktadır.
Kısacası iktidarın bulunduğu her toplumsal örgütlenmede sınıflar bulunmaktadır. Yöneten-yönetilen, subay-halk, aydın-halk, patron-işçi, din görevlisi-inanan vs…
Sınıfsızlık Anarşizmle Mümkündür!
Anarşistler için sınıfsızlık, özgürlük demektir. Anarşistler iktidarlı ilişkileri ve mekanizmaları reddederek düşlediğini eyleyebilen bireylerin oluşturduğu bir toplumsal yaşam örgütlenmeyi savundukları için adaletsizliklere, iktidarın manipülasyonlarına ve sürdürülmesine gerekçe oluşturan, bireysel ve toplumsal özgürlükleri yadsıyan sınıfları ortadan kaldırmayı hedeflemektedir.
Ayrıca anarşizm tüm hiyerarşik ve statüye dayalı mekanizmalara karşı olan yegane ideoloji ve hareket olduğu için; bir bireyin diğer bireylerden ya da bir topluluğun diğer topluluklardan daha üstün/değerli/önemli olduğuna dair farklılaştırmalar ve bu sınıfsal farklılıklar üzerinden kurulan toplumsal yapı ancak anarşizmle yok edilecektir.
İşçi Sınıfı Mücadelesi
Şiddet uygulamaları ve çitlemeler yoluyla; herkesin olanın mülkiyet sistemi ile birlikte çalınmasıyla ekonomik sınıflar ortaya çıkmış, endüstrinin gelişimi ve hakim üretim tarzının değişimiyle birlikte ezilen yeni bir toplumsal sınıf belirmeye başlamıştır. Bu yeni üretim sistemiyle birlikte de mülksüz, iktidarsız işçi sınıfının üretime katılıp harcadığı emeği ile zamanı ve enerjisi sömürülmüştür. Düşünsel faaliyetleri kısıtlanmış, bir makineye dönüştürülmüş, köyden kente göçmüş, geçinebilmek için zamanını ve enerjisini satmak zorunda bırakılmış, bir köle haline gelmiş, iş cinayetlerinde yaşamını yitirmiş, yaşam şartları oldukça kötü bir hal almış işçi sınıfı ise -doğaldır ki- bu adaletsizliğe isyan etmeye başlamıştır. Büyük ve sistematik sömürü, karşısında büyük ve kalabalık direnişleri de (direnişin şartlarını da) yaratmıştır.
Sanayinin en çok geliştiği İngiltere’de ve Fransa’da da büyük işçi direnişleri ve grevleri ortaya çıkmış; bu direnişler ve işçilerin adaletsizliklere karşı çıkıp özgürlük mücadeleleri de pek çok politik hareketi etkilemiştir. Anarşistler de özellikle sınıf mücadelelerinin başladığı tarihlerde işçilerin yanında onları ezen patronlara karşı yer almış ve mücadele etmişlerdir. Bu mücadele, yaşamını sürdürebilmek için emeğini satmak dışında yapabileceği başka bir şey olmayan anarşistlerin de işçi olmalarından kaynaklanmıştır. Yani bu mücadelelerin büyük kısmında anarşistler özörgütlenme konumunda oluştur. Bu özörgütlü konum, anarşistlerin mücadeleleri şekillendirmelerine oldukça olanak sağlamış; ekonomik sömürüye karşı verilen mücadelelerde anarşizmi toplumsallaştırmıştır.
İlk Anarşistler ve İşçi Mücadelesi
Anarşizmin toplumsallaştırılması yönünde eylemde bulunan pek çok düşünür/devrimci de işçilerin özgürlüğü için sınıf mücadelesinin önemini ortaya koymuşlardır. Örneğin kendisini anarşist olarak tanımlayan ilk kişilerden Proudhon, -sonraları özeleştirisi vererek girdiği- parlamentoda mülkiyeti reddedip, onu zilyetlik düzeyine indirgemek istediğini anlatmış ve eski toplumun tasfiyesinin “tarafların ihtiraslarına ve iyi ya da kötü niyetli olmalarına göre fırtınalı ya da dostça” olacağını söylemişti. Mülk sahiplerinin “kendi paylarına devrimci çalışmaya katkıda bulunmaya” çağrılmaları gerektiğini ve “bu çağrıyı reddettikleri takdirde sonuçlardan mülk sahiplerinin sorumlu” olacağını belirttiği konuşmasıyla sistemin savunuculuğunu yapanların ve burjuvazinin tepkisini çekti. Proudhon’un “çağrıyı reddederseniz tasfiyeyi, sizin yardımınızı beklemeden kendi başımıza yürüteceğiz.” şeklindeki sözleri üzerine dinleyenler “siz” ve “biz” zamirleriyle kimi kastettiğini sordu. Proudhon’un “Bu iki zamiri kullandığımda, siz ve biz dediğimde, kendimi proletaryayla, sizi de burjuva sınıfıyla özdeşleştirdiğim açıktır.” sözleri üzerine de öfkeli dinleyiciler “Bu bir toplumsal savaştır!” diye bağırmaya başlamıştı. Evet, bu bir “toplumsal savaştı” ve anarşistler bu savaşta en başından beri işçilerin yanında, o işlerin doğrudan ta kendisiydi. Ayrıca 31 Ağustos’ta Le Representant du peuple yeniden çıkmaya başladığında, ön sayfada büyük harflerle “Kapitalist nedir? Her şey! Ne olmalıdır? Hiçbir şey!” başlığının yer alması anlamlı olmuştur.
İşçilerin eylemlerinde ya da halkların özgürlük kavgasında nerede bir isyan varsa barikatların arkasında yerini alan devrimci anarşist Bakunin ise barış ve özgürlüğün işçilerin sosyal adalet mücadelesi olmadan güvence altına alınamayacağını söyleyerek Barış ve Özgürlük Kongresi’ndeki devrimcilerle birlikte bu kongreden ayrılıp Enternasyonal İşçi Birliği’ne katılmıştı.
Enternasyonal’in “İşçilerin kurtuluşu ancak kendi ellerindedir.” sloganını özgürlükçü bir söylem olarak selamlayan Bakunin pek çok konuşmasında işçilerin devrimci potansiyellerine vurgu yapmıştı: “İşçilerin yoksun olduğu şey, bir gerçeklik anlayışı veya sosyalist özlemler değildir, sadece sosyalist düşüncedir. Yüreğinin derinliklerinde, her işçi, bir özgürlük ortamında çalışmayı ve yaşamayı isteyen her insan için adalet ve eşitlik temelinde kurulmuş eksiksiz bir yaşamı, maddi refahı ve entellektüel gelişmeyi arzular. Açıkçası böyle bir ideal, işçi sınıfının sindirilerek sömürülmeleri pahasına ayakta duran mevcut toplumsal sistem içinde gerçekleştirilemez. Kurtuluşuna ancak mevcut toplumsal düzenin yıkılmasıyla ulaşılacağı için kararlı her işçi potansiyel devrimci bir sosyalisttir.”
İtalya’dan Mısır’a pek çok farklı coğrafyada işçilerin örgütlenmesi için büyük çabalar göstermiş devrimci anarşist Errico Malatesta da “Bizim için önemli olan, sadece işçilerin az ya da çok talepte bulunmaları değil; kendi çabalarıyla, kapitalistlere ve hükümete karşı doğrudan eylemleriyle istediklerini elde etmeye çabalamalarıdır. Bizler, işçi hareketinin yaşamsal önemini ve anarşistlerin bu harekette güçlü ve aktif bir rol almasına duyulan ihtiyacı her zaman anlamışızdır. Ve bu, çoğunlukla, emekçi gruplara daha canlı ve gelişen bir yapı kazandırmak için yoldaşlarımızın girişimlerinin bir sonucudur. Biz, işçi sendikasının; bugün işçilerin, içinde bulundukları kölelik durumunu anlamaya başlayabilecekleri, özgürlüklerine kavuşmayı isteyerek kendilerini baskı altında tutanlara karşı verecekleri mücadelede tüm ezilenlerin dayanışma içinde olmaları gerektiğini anlayabilecekleri bir yol olduğunu -bunun yanında patronlar ve asalaklar olmaksızın üretimin yeniden düzenlenmesi ve sosyal yaşamın devamı için gerekli ilk çekirdek olarak görev yapacağını- düşünmüşüzdür.” sözleriyle işçi mücadelesinin önemini anlatmıştır.
Anarşist İşçi Mücadelesi
Mücadele içerisinde pratikte de önemli kazanımlar, başarılar elde etmiş anarşistlerin yanı sıra dünyanın farklı coğrafyalarında da yüzlerce/binlerce işçinin yüzlerce direnişini örgütlemiş anarşist işçiler bulunmuştur.
“8 saat” mücadelesinin kazanımında, 1 Mayıs’ın dünyadaki tüm işçilerin isyan ve dayanışma günü olmasında katkıları olan ABD’li anarşistlerin; yüzlerce işçiyi kapitalistlere, patronlara karşı greve ve mücadeleye örgütleyen Güney Amerikalı, İberyalı, Rusyalı, İtalyalı, Ukraynalı, Japonyalı, Çinli anarşistlerin; işçi sınıfının kurtuluşunun tüm iktidarların ortadan kaldırılmasıyla elde edileceği düşüncesini I. Enternasyonel’de de haykıran anarşistlerin; Rusya’da beyazlara ve otoriter Bolşeviklere karşı işçileri direnişe çağıran anarşistlerin ve İberya’da bir milyonu aşkın üyesi olan ve toplumsal devrimin gerçekleştirilmesi ve özgür İberya’yı FAI ile birlikte örgütleyen CNT’li anarşistlerin etkisi oldukça fazladır.
Ayrıca anarşist hareketler içerisinde yerini alan anarko-sendikalizm de işçi sınıfının mücadelesinde önemli bir konumda bulunmaktadır. Avrupa’da sendikalizmin şekillenmesine katkıda bulunan Fransa’daki anarko-sendikalistler (CGT), Almanya’da FAUM, İberya’da CNT, İsveç’te SAC, işçi hareketlerini derinden etkilemiştir. Bu etki yansımasını ABD’de IWW (Dünya Endüstri İşçileri Örgütü), Arjantin’de FORA (Arjantin Cumhuriyeti İşçi Federasyonu), FORU (Uruguay Bölgesi İşçi Konfederasyonu), Meksika’da CGT (Genel İş Konfederasyonu) içinde göstermiştir.
Anarşizm Mücadelesi İşçi Sınıfının Mücadelesidir
Kısacası anarşistler 1800’lü yıllarda Avrupa’da yaygınlık kazanan işçi hareketlerinin içinde en etkili kesimlerdendi. 1848 devrimlerinde, 1871 Paris Komünü’nde, 1886’da Haymarket’te, Birinci Enternasyonal’de… Anarşistler, Uzakdoğu’da, Rusya’da, Kuzey ve Güney Amerika’nın birçok farklı bölgesinde, kuzeyinden güneyine tüm Avrupa’da işçi sınıfının sömürüye, baskıya, katliamlara karşı çıkarak özgürlüğü için verdiği mücadelenin en ön safında yerini almışlardır. Sendikalarda örgütlenerek; işçi ayaklanmalarında barikatların en ön safında yer alarak; fabrika işgallerini, grevleri ve genel grevleri örgütleyerek; sokaklarda, fabrikalarda işçi sınıfının kurtuluşu için bildiriler ve gazeteler dağıtarak; işçi sınıfının ihtiyaçlarını gidermek için kolektifleştirmelerde bulunarak sınıf mücadelesi vermişlerdir. Bu tarihi örnekler anarşist mücadelenin işçi sınıfının da mücadelesi olduğunu anlatmaktadır.
İşçilerin 1880’lerdeki “8 saat” mücadelesini büyüten ve 1 Mayıs 1886’da Haymarket’teki patlamadan sonra devlet tarafından katledilen anarşistlerden August Spies’in asılmadan önce mahkemedeki sözleri ise ezilenlerin kurtuluşunda işçi sınıfı mücadelesinin önemini vurgulamamız için son bir örnektir: “Eğer bizi asarak … haksızlığa uğrayan milyonların, sefalet içinde ölesiye çalışan ve kurtuluşu arzulayan, kurtuluşu bekleyen milyonların bu hareketini, işçi hareketini yok edebileceğinizi umuyorsanız; eğer düşünceniz buysa, o zaman asın bizi! Burada bir kıvılcımı ezeceksiniz, ama şurada, burada veya orada, arkanızda ve önünüzde, her yerde alevler yükseliyor. Bu gizli bir ateş. Bunu asla söndüremezsiniz.”
Halil Çelik
Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 49. sayısında yayınlanmıştır.
The post Anarşizm ve Sınıf Mücadelesi – Halil Çelik appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post Moskova’da Dolaşan Bakunin Hayaleti – Merve Arkun appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>1920’li yıllar, Rusya’da sadece devrimin “proleterya diktatörlüğü” adı altında ezildiği değil aynı zamanda yeni tahsis edilmeye çalışılan düzenin de toplumsal yaşama entegre edilmesi için yeni projelerin üretilmeye çalışıldığı bir zamanı tarif ediyor. İşte bu günlerde, devrim yılları öncesinden beri kültür-sanat dünyasında pek çok tabuyu yıkmış, dünyayı kasıp kavurmuş farklı akımlardan sanatçılar tıpkı diğer dünya devrimcileri gibi soluğu bu topraklarda alıyordu. 1918’in Nisan ayında, Lenin’in aklına bu sanatçıları Bolşevik iktidar için kullanmak üzere “dahice” bir fikir geldi; “Anıtsal Propaganda Planı”
Ünlü sanat eleştirmeni Anatoli Lunaçarski’nin yönetimindeki Eğitim Halk Komiserliği’nin (NarKomPros) ilk projelerinden biri olan bu heykel serisi için Lenin’in talimatından sonra sanatçılarla görüşüldü. Ülkede toplanan avangard sanatçılarla bir toplantıda bir araya gelen Lunaçarski konuşmasında hem “sosyalist ajitasyonu güçlendirecek bir yol” hem de “gizli yetenekleri ortaya çıkaracak bir iş” olarak projenin ne kadar önemli olduğunu ve Lenin’in bu proje özelinde sanata ne kadar da önem verdiğini vurguladı. “İlk defa sanat doğrudan devlet işleri ve onun ideolojisiyle ilişkilendirilmişti”.
Anıtsal Propaganda Planı’nın hayata geçirilmesi için Vladimir Tatlin seçildi. Konstrüktivizm hareketinin bilinen ismi, tamamlanmış olsaydı Eyfel ve Pisa kulelerinin “kızıl” bir dengi olacak olan “Tatlin Kulesi” projesinin de mimarı olan bu gibi avangard sanatçıların proje için seçilmesinde, Bolşevik Parti’ye yakın olmalarının yanında bir tartışmanın etkisi vardı kuşkusuz. O yıllarda, Musorgski, Rahmaninof, Çaykovski, Skriabin gibi bestecilerin müzik alanında; Tolstoy, Dostoyevski, Turgenyev, Gogol ve daha nicesi gibi edebiyatçıların da kendi alanında devrimci mücadeleye fayda sağlaması için uğraştığı toplumsal gerçekçilerdense; fütüristlerin, konstrüktivistlerin, dadanın yükselişi göze çarpıyordu. Başta Lenin olmak üzere Bolşevik bürokratların bu durum hemen ilgisi çekti. Avangard sanat, sanatlar arenasında yükselişe geçmiş ve diğer dünya devletleri tarafından aşağılanmış akımların genel adı haline gelmişti. Ancak Bolşeviklerin bu alana olan ilgisi özellikle bu sanat akımlarına olan inançtan çok, söz konusu akımların yeni kurulacak olan devletin çıkarları noktasında kullanılabilecek iyi bir araç olmasından öte bir anlam ifade etmiyordu.
Aslında “Anıtsal Propaganda Planı” fikri de Lenin’e ait özgün bir fikir değildi. İtalyan felsefesinin büyük ismi Tommaso Campanella’nın 1602 yılında kaleme aldığı “Güneş Ülkesi” isimli, sonrasında ilk sosyalistlere ilham kaynağı olacak olan ütopyasındaki bir temadan esinlenilmişti. Güneş Ülkesi’nde “ideal” bireyler üretmesi için birbiriyle eşleştirilen vatandaşlar, önceden planlanan “çiftleşme gecelerinde” büyük bilim, kültür insanlarının, toplumun “ileri gelenlerinin” heykellerinin dikili olduğu yerlerde birbirleriyle birlikte olurlar. Moskova’nın meydanına dikilecek olan büyük sosyalistlerin heykelleri de işte bu geleneğin devamcısı olacak, İtalyan Rönesansı gibi yeni bir çağın simgesi olacaktır.. Ancak işler planlandığı gibi gitmez.
Moskova’da Bir Hayalet Dolaşıyor…
Sanatçılarla yapılan toplantılardan sonra bir liste yapıldı. Devletin onayladığı “sosyalizm savaşçıları” listesinde yarısı Fransız olmak üzere 19 isim vardı. Danton, Marat, Babeuf ve Robespierre gibi Fransız devrimcilerinin yanında, Charles Fourier, Saint-Simon ve Robert Owen gibi ilk dönem sosyalistler, Garibaldi, Rosa Luxemburg, Karl Liebknecht ve tabii ki Marx ve Engels bulunuyordu. Devrimci mücadelenin “efsaneleri” de unutulmamıştı. Büyük köle isyancısı Spartacus, Romalı politikacı Gracchus ve Sezar’ın katili Brutus de heykeli dikilecek isimler arasındaydı. Kültür alanından şair Heinrich Heine ve besteci Frederic Chopin de devrimci sıfatıyla listeye girerken ressam Paul Cezanne’ın da ismi konuşuluyordu. Ancak bunca isim arasından iki tanesi göze çarpıyordu; Georgi Plehanov ve Mihail Bakunin.
“Anıtsal Propaganda Planı’nın” sekterlikten uzak olması gerektiğini düşünen Lenin, kendisinin en büyük eleştirmenlerinden Georgi Plehanov’un heykelinin dikilmesine izin vermişti! Yine de Plehanov, Marksist olması açısından sindirilebilirdi belki ama Bakunin de neyin nesiydi; hayatı boyunca devletlere karşı mücadele etmiş, Marx’ın devrime ihanet ettiğini düşünmüş ve anarşizmi örgütlemiş Bakunin’in Moskova Meydanı’nda olması bazı devlet büyüklerini rahatsız ettiyse de Lenin’in iradesinin üzerine kimse çıkamazdı elbette.
Ve nihayet heykeller yapılmaya başlandı. Çalışkanlığıyla diğerlerinden bir adım öne çıkan Boris Korolyov yapacaktı Bakunin heykelini. Anıtsal Propaganda Planı’nda form veya stil kısıtlaması olmadığı söylenmektedir. Korolyov’un, kübist-fütürist tarzda yaptığı denemeler ise bu form veya stil kısıtlamaları başlığında değerlendirilmemiş olacak ki geri çevrilmiştir. Ancak Korolyov pes etmez. Bakunin heykeli’ni herkesten önce bitirir, Moskova’da bulunan Ploshchod Turgeneva’ya dikilir. Diğer heykeller bitmeden açılış yapılamayacağı için etrafına tahtalar çakılır ve bekletilir.
Devrimci Sanatın İsyanı Mı, Sözde Devrimcilerin Sanata İsyanı Mı (!)
Moskova’da o sene soğuk pek bir çetindir. Çetindir çünkü halk sefalet içinde kalmıştır. Yakacak ihtiyacı büyük bir gerçeklik olarak devletin karşısında duruyorken, bu sorun “anıtsal propagandayla” ilgilenen devletin farklı bir yerden karşısına çıkacaktır. Heykellerin ısınmaya yaramayacağını anlayan halk en azından etrafına dikilmiş tahtaları yakıt olarak kullanmaya karar verir. Bakunin heykelinin etrafındaki tahtalar teker teker çalınır ve herkesten önce Bakunin çıkar meydana! Lenin’in büyük devrimci liderler projesi Bakunin heykeliymiş söylentisi dolanmaya başlar. Yerel otoriteler huzursuzlanmaya başlar. Moskova halkının ne Rusya’daki anarşistlerle ne de tarihteki anarşistlerle bir sorunu vardır, ancak Bolşevik Parti üyelerinin tahammül seviyesi aşılmıştır.
Bakunin hayaleti birkaç hafta Moskova’da dolaştıktan sonra heykel apar topar kaldırılır. Bakunin’in Moskova Meydanı’nda belirmesinde tarihi bir ironi de bulunmaktadır aslında. Yalnızca anarşistlerin değil, menşeviklerin ve diğer sosyalist partilerin de dünya devrimine bir ihanet olarak gördüğü Brest-Litovsk anlaşmasından hemen sonra hayata geçen “Anıtsal Propaganda Planı’nın” Bakunin’le başlaması haliyle büyük bir şaşkınlığa yol açmıştır. Diğer yandan Ukrayna’daki anarşist devrimi “bastırmakla” meşgul olanlar için ise farklı mesajlar içeriyor olması muhtemel bir olay olmuştur halihazırdaki durum…
Aradan yıllar geçti, bugün Moskova Meydanı’nda tarihten devrimcilerin heykelleri izlenmeye devam ediyor. Ancak bu sefer “Anıtsal Propaganda’nın” bir parçası olarak değil, Rusya devletinin turizm gelirleriyle dolduracağı kasasının bir hizmetkarı olarak. Bakunin hayaleti ise eskimiş meydanlarda değil; komünlerde, barikatlarda, özgürlük çığlığının yankı bulduğu her yerde gezmeye devam ediyor.
Merve Arkun
Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 49. sayısında yayınlanmıştır.
The post Moskova’da Dolaşan Bakunin Hayaleti – Merve Arkun appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>