moda – Meydan Gazetesi https://meydan1.org Anarşist Gazete Mon, 04 Mar 2019 10:55:45 +0000 tr hourly 1 https://wordpress.org/?v=5.3.13 Sömürünün Hızlısı Fast Fashion- Mercan Doğan&Yadigar Aygün https://meydan1.org/2019/03/04/somurunun-hizlisi-fast-fashion-mercan-doganyadigar-aygun/ https://meydan1.org/2019/03/04/somurunun-hizlisi-fast-fashion-mercan-doganyadigar-aygun/#respond Mon, 04 Mar 2019 10:55:45 +0000 https://test.meydan.org/2019/03/04/somurunun-hizlisi-fast-fashion-mercan-doganyadigar-aygun/ Hızlı yaşıyoruz. Hızla yataktan fırlıyor, hızlı ulaşım araçlarıyla işe ucu ucuna yetişiyor, hızlı hızlı çalışıyoruz ki kapasitemizin üzerinde işler yaparak kariyer basamaklarında hızlıca yükselebilelim. İş çıkışı hızlıca eve dönüp ev işleriyle uğraşıyoruz. Her şey bittiğinde saat çok geç oluyor, dinlenmemiz gerekiyor; hızlıca uykuya dalmak için çabalıyoruz. Yarın neleri hızlı hızlı halletmemiz gerektiğini planlarken uyuyakalıyoruz. Haftada […]

The post Sömürünün Hızlısı Fast Fashion- Mercan Doğan&Yadigar Aygün appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>

Hızlı yaşıyoruz. Hızla yataktan fırlıyor, hızlı ulaşım araçlarıyla işe ucu ucuna yetişiyor, hızlı hızlı çalışıyoruz ki kapasitemizin üzerinde işler yaparak kariyer basamaklarında hızlıca yükselebilelim. İş çıkışı hızlıca eve dönüp ev işleriyle uğraşıyoruz. Her şey bittiğinde saat çok geç oluyor, dinlenmemiz gerekiyor; hızlıca uykuya dalmak için çabalıyoruz. Yarın neleri hızlı hızlı halletmemiz gerektiğini planlarken uyuyakalıyoruz.

Haftada bir ya da iki gün olan çalışmama günlerimizde hızlıca tüketebilmek için çalışıyoruz. Çünkü kapitalizm için hızlı ürettirmek kadar hızlı tükettirmek de bir zorunluluk. Hızlıca içiyor, hızlıca yiyor, hızlıca alışveriş yapıyoruz. Ortada bize dayatılan bir hız var ve bu hıza yetişemedikçe doyumsuzlaşıyoruz. Buna yaşamak denirse “hızlı yaşıyoruz”…

Yaşamın her alanında olduğu gibi giyim sektöründe de hız gün geçtikçe artıyor. Dünyada her yıl 80 milyardan fazla giysi satılıyor ki bu sayı 20 yıl önceki giysi satışının yüzde 400 fazlası demek.

Hal böyleyken dünyada 1951’den itibaren yaygınlaşmış, yaşadığımız coğrafyada ise 1985’te ilk McDonalds’ın açılmasıyla gündelik dile yerleşen fast food kavramı modaya uyarlandı; fast fashion (hızlı moda) kavramı ortaya çıktı.

“Moda”nın Tarihi ve Hızlanışı

Moda kelimesinin kayda geçen ilk kullanımı 1568 tarihli Oxford İngilizce Sözlüğü’nde: “Mevcut zaman diliminde toplum tarafından benimsenen kıyafet biçimi” olarak tanımlanmıştı. Latince “modus” yani “yöntem ve usül” kelimesinden türetilen moda teriminin -16. yy. giysi tarihi üzerine çalışmalarıyla bilinen Ann Rosalind Jones and Peter Stallybrass’a göre- “yerinde duramayan değişiklik” anlamını edinmesi ise 16. yüzyılın sonlarında gerçekleşmişti. Yani Avrupa’da modaya uygun giyinme davranışı en az Ortaçağ’dan beri sürüyor.

Giysilerin Tarihi’ne Bakış (Survey of Historic Costume) kitabında Phyllis G. Tortora ve Keith Eubank’ın anlatımına göre, Ortaçağ’da giysi modasının temel işlevi toplumsal sınıfı belirtmekti; modaya uyabilenler soylular ve kraliyet ailesiydi. Fransız Devrimi’nden sonra ise daha geniş kesimlere hitap eden bir moda anlayışı geliştirilmişti. 19. yüzyılda konfeksiyon yani endüstriyel yöntemlerle giysilerin üretimi başlayınca daha da geniş kesimler modanın gelişimine dahil olmaya başladı.

İçinde yaşadığımız dönemde moda döngüsü -toplumun neredeyse tamamı için- bir şeyin en son çıkanını isteme arzusunu pekiştiren bir süreç; bir giysinin zamanı geçtiğinde onun yerine bir (ya da daha fazla) yenisi alınır ve döngü bu şekilde devam eder. Moda kuramcısı Malcolm Barnard’a göre moda, artık bu planlanmış eskimenin adıdır.

15 yıl öncesine kadar marka başına bir senede çıkarılan koleksiyon sayısı en fazla 4 iken Zara ve H&M gibi fast fashion öncüsü markalar günümüzde neredeyse haftada 1, yılda 50-52 koleksiyon çıkartıyorlar. Şirketler bir giysinin tasarımından mağazaya ulaştığı ana kadar olan süreyi yedi güne kadar indirebildikleri küresel bir zincir oluşturmuş durumdalar.

“Modayla baş etmek balık satmak gibidir. Sudan yeni çıkmış, taze olması gerekir. Aynı son moda kesilmiş trend renklerin yarattığı bir ceket gibi. Dün tutulan balık satmayabilir. Satması için indirim gerekebilir.” diyen Amancio Ortega, İspanya’nın en zengini ve dünyanınsa 6. zengini. Zara, Pull&Bear, Massimo Dutti, Bershka, Stradivarius, Oysho gibi markalardan oluşan Inditex Grup’un kurucusu olan Ortega, hızlı modanın sırrını şöyle açıklıyor: “İşinizin başarısı modayı ne kadar ucuza sunabileceğinize bağlıdır.” Ancak hızlı modanın hızının ve ucuzluğunun sırları bundan çok daha fazlası…

Hızlı Modanın Hızı Kadın Sömürüsünde Saklı

Hızlı modayla yaklaşık haftada bir yenilenen rafları merak eden tüketiciler, mağazaları yılda ortalama 17 kez gezmeye başladı. Yani hızlı moda, tüketiciyi en son moda ürünleri en uygun fiyata satın alabilecekleri bir yarışa sokma amacına başarıyla ulaştı. Moda sektörü, kapitalizmin bir tüketim toplumu yaratmak için kullandığı en etkili araçlarından biri. Ve hedeflenen tüketicilerin ağırlıklı olarak kadınlar olması tesadüf değildi.

Geleneksel olarak ataerki tarafından erkeğe bağımlı cins olarak tanımlanan kadının ikincil konumu kapitalizm tarafından yeniden üretildi. Yani Emma Goldman’ın neredeyse bir asır önce söyledikleri hala geçerliliğini koruyor: “Bizler henüz, kadının bir ruhu olmadığı, erkeğin basit bir eklentisi olduğu, kendi gölgesinden korkacak kadar çok güçlü olan beyefendinin sırf rahatını sağlamak adına onun kaburgasından yaratıldığı mitini aşabilmiş değiliz.”

Bugün ticari bir proje haline gelen kadının bedeni ve ruhu, hem tüketirken hem de üretirken tükeniyor; tüketiliyor. Beden sürekli yeni imajlarla bezenmesi gereken bir meta olarak görülüyor. Bu imajların elbette hızlı modaya uyum sağlayacak şekilde, hızla değişmesi gerekiyor.

Baudrillard’ın tüketim toplumu anlayışında söz ettiği modada kapitalizm tarafından dayatılan modellere karşı konulamıyor çünkü moda sürekli kendini yenileyerek popüler kültür ile birlikte zihinlere işleniyor. Tüketim arzusunu artırmak için kullanılan reklamlar yaşamın her alanında. Tüketiciyi özendirmek için kullanılan modeller de birer tüketim nesnesi. Bugün birçok model, askıda duran kıyafetlere uygun bedenlere sahip olmak için sağlıksız besleniyor; uzun saatler aç kalıyor. Haberlerde bu sebeple yaşamını yitiren modeller sık sık karşımıza çıkıyor. Hızlı modanın sırları bir bir ayyuka çıkıyor.

Kapitalizm bu alanda kadın bedenini metalaştırmakla kalmıyor, yaratılan güzellik algısı ile sömürüsünü toplumun bütün kesimlerine yayıyor. Tüketiciler, tükettikleri kadar kabul görülüyorlar toplumda. Bugün ayrıcalıklı ve biricik kimseler olmanın yolu, hızlı modanın en hızlılarından olmaktan geçiyor. Tüketici ne kadar hızlanırsa hızlansın yetişemiyor modanın hızına, bu hıza yetişemedikçe doyumsuzlaşıyor, mutsuzlaşıyor; tükeniyor.

Işıltılı Vitrinlerin Arkasında Doğanın ve Yaşamın Sömürüsü Var!

Hızlı modanın tek sırrı tükettikçe tükenen tüketiciler değil elbette. Hızlı modayı yönlendiren küresel şirketlerin rekabette diğerlerinden bir adım önde olmak, giysilerin maliyet ve fiyatlarını ucuzlatabilmek için üretim yaptırdıkları şirketlerde işçilerin köle gibi çalıştırılmasını görmezden geliyorlar.

Örneğin ABD’de satılan giysilerin %95’i 1960 gibi yakın bir tarihte bile ABD’de üretiliyorken bugün sadece %3’ü o coğrafyada üretiliyor, %97’si ise Kamboçya, Pakistan, Bangladeş gibi kapitalizm içinde yoksul bırakılan coğrafyalarda. Modanın yükselen hızına en karlı şekilde yanıt vermek isteyen birçok şirketin yöneldiği bu coğrafyalarda, ortalama bir konfeksiyon işçisi günde 16 saat çalışarak yaklaşık 3 dolar kazanıyor ki bu işçilerin çoğunluğunu kadınlar ve çocuklar oluşturuyor. Bangladeş’te yaşları 5-14 arasında değişen çocukların yüzde 15’i tekstil fabrikalarında, oldukça kötü koşullarda çalıştırılıyor.

Tekstil işçilerinin yaşamları, fast fashion şirketlerinin gözünde ürettikleri giysilerden de işçilerin güvenliği için alınması gereken önlemlerden de çok daha ucuz. Çoğu kişi hatırlar; 2012’nin sadece Eylül ayında Pakistan’da bu şirketler için üretim yapılan fabrikalarda çıkan yangınlar sonucu toplam 314 işçi yaşamını yitirmişti. 2013’te Bangladeş’te gerçekleşen Rana Plaza katliamında bina içinde çatlaklar olduğu defalarca bildirilmesine rağmen, üretim durmasın diye şirket yönetimi tarafından tedbir alınmaması sebebiyle, 1134 işçi göçük altında kalarak yaşamını yitirmişti ve 2000 işçi ciddi şekilde yaralanmıştı.

Bu katliamlar milat kabul edildi ve büyük moda markaları işçilerin çalışma koşulları konusunda daha sorumlu davranacaklarını taahhüt eden sözleşmelere imza attılar. Toplumun her kesiminde tepkiye yol açan bu işçi katliamları bir şey değiştirdi mi peki? Bugün gelinen noktada fast fashion hiç de hız kesmiyor.

Sadece tekstil atölye ya da fabrikalarındaki işçiler değil sömürüye maruz kalan, çiftçiler de farklı bir sömürüyle karşı karşıya kalıyor. Moda sektöründe kullanılan pamuğun büyük çoğunluğunun üretildiği Hindistan’da son 16 yılda 250.000 civarında çiftçi, yani her 30 dakikada bir çiftçi, aldıkları borçlar ve kazançlarındaki düşüş sebebiyle borçlarını ödeyemedikleri için çaresizlikten intihar etti. Çoğunun çocukları pamuk için kullanılan tarım ilaçları yüzünden engelli doğdu veya kanserden yaşamlarını yitirdi. Neden mi çaresizlikten intihar ediyorlar? Yükselen talep sebebiyle daha fazla üretim yapabilmek için Monsanto gibi şirketlerden GDO’lu tohum, bu tohumların sebep olduğu hastalık ve böceklere karşı kimyasal ilaçlar satın almak zorunda kalıyorlar ve maliyet gittikçe artıyor. Bu döngünün içinde giderlerin parasını karşılayamama tehdidiyle karşılaşınca pamuğu büyük üreticilere düşük fiyata satmak zorunda kalıyorlar ve giderler iyice karşılanamaz hale geliyor.

Hindistan vb. coğrafyalarda sömürü sadece çiftçilere yönelik değil elbette. Sadece bir pamuk tişörtün üretiminde 2700 litre su kullanılıyor ki bu miktar bir insanın 900 günlük su tüketimine eşit.

Pamuk üretimi yapılmayan, deri işlenen bölgelerde ise hem milyonlarca hayvan derisi ya da kürkü için katlediliyor hem de her gün milyonlarca litre atık Ganj nehrine dökülüyor. İçme sularına, şebeke sularına, yeraltı sularına krom karışıyor. %100 pamuklu olmayan her giysinin içine katılan polyesteri üretmek için gereken karbon ayakizinden bahsetmiyoruz bile. Moda, günümüzde petrolden sonra en çok kirlilik yaratan, doğayı en çok talan eden ikinci sektör haline geldi, birinciliğe oynuyor.

Sözün özü; hızlı olan sadece moda değil. Bedenlerimiz ve hatta zihinlerimiz günden güne metalaşırken yoksullaşmayı, hastalık ve katliamları, ekolojik yıkımı, yaşamın tamamının talanını hızlı yaşıyoruz; buna yaşamak denirse…

 

 

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 48. Sayısında yayınlanmıştır.

 

The post Sömürünün Hızlısı Fast Fashion- Mercan Doğan&Yadigar Aygün appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2019/03/04/somurunun-hizlisi-fast-fashion-mercan-doganyadigar-aygun/feed/ 0
“Yaza İncecik Girmek İçin ŞOK DiYETLER” – Alp Temiz https://meydan1.org/2014/05/27/yaza-incecik-girmek-icin-sok-diyetler-alp-temiz/ https://meydan1.org/2014/05/27/yaza-incecik-girmek-icin-sok-diyetler-alp-temiz/#respond Tue, 27 May 2014 17:41:27 +0000 https://test.meydan.org/2014/05/27/yaza-incecik-girmek-icin-sok-diyetler-alp-temiz/ Yavaş yavaş zayıflayamıyor, her şeyden bir anda elinizi eteğinizi çekip gözle görülür bir kilo mu vermek istiyorsunuz? 3 günde 5 kilo verebilirsiniz. Eğer böyle düşünenlerden biriyseniz ‘İsveç Diyeti’ni uygulayabilirsiniz, ancak… Yaza incecik girmek ya da fazla kilolardan kurtulmak için yeme alışkanlıklarında radikal değişiklikler yapmak şu günlerde pek çok sofrada tartışma konusu. Birbirinden ilginç fikirler, irade […]

The post “Yaza İncecik Girmek İçin ŞOK DiYETLER” – Alp Temiz appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>

Yavaş yavaş zayıflayamıyor, her şeyden bir anda elinizi eteğinizi çekip gözle görülür bir kilo mu vermek istiyorsunuz? 3 günde 5 kilo verebilirsiniz. Eğer böyle düşünenlerden biriyseniz ‘İsveç Diyeti’ni uygulayabilirsiniz, ancak…

Yaza incecik girmek ya da fazla kilolardan kurtulmak için yeme alışkanlıklarında radikal değişiklikler yapmak şu günlerde pek çok sofrada tartışma konusu. Birbirinden ilginç fikirler, irade denemeleri, kararlılık yeminlerinin ardı arkası kesilmiyor. Şüphesiz bu durumun aktörleri, bahsedeceklerimden kat kat fazlasını biliyorlar. Ancak günübirlik yaşamda reflekslere indirgenmiş bu yaklaşım ve davranışları da yeniden gözden geçirmek şu zorlu günlerde yararlı olabilir.

Meydan Gazetesi- yaza İncecik girmek için şok diyetler Alp Temiz

Zayıflamanın Mucize Yöntemi: İsveç Diyeti

Evet, akla ilk gelen soru: Neden İsveç? Daha önce diyetlerle ilgilenenler şaşırmayacak; diyetin İsveçle hiçbir alakası yok. Olması da gerekmez zaten. Önemli olan ilgi çekici bir isme sahip olması ve akılda kalıcılığı. Gerçi İsveç pek çok kez İsviçre ile karıştırılıyor olsa da bu, diyetin ilgi çekiciliğini azaltmıyor.

Diyet 13 gün sürüyor. İnternette, diyet listesinin dolaştığı sayfalarda 13 gün diyeti ve Danimarka diyeti gibi farklı isimlerdeki diyet listeleriyle de görülebiliyor. Dahiyane diyetin mucidi edalarındaki internet sitesindeki yorumlarda görüldüğü kadarıyla 2. güne kadar sorular ve yorumlar yoğun seyrediyor, 6. günden sonrası ile ilgili de neredeyse hiçbir yorum yok. Zira listeye göz attıkça 7. günün akşam menüsü dikkat çekiyor: Yok!

Diyeti Türkçeye kazandıran şahıs da öyle radikal değişiklikler yapmış ki zaten akıllara zarar olan diyete deyim yerindeyse tuz biber ekmiş. Pek çok günün öğle ve akşam yemeği Lunch ve Dinner kelimeleri dolayısıyla karıştırılmış. Örneğin 4. günün İngilizce menüsünde “Lunch: 200 ml orange juice + 1 can of natural yoğurt” (Öğle yemeği: 200 ml -yani 1 su bardağı- portakal suyu + 1 kutu -yani ne kadar olduğu belirsiz miktarda- doğal yoğurt) önerilirken bakalım Türkçeye nasıl geçmiş: Akşam: 2 dilim portakalın suyu, 100 gram yoğurt. Yoğurdun miktarı hangi kutuya göre hesaplandı bilinmez. Ancak bir portakalın hangi 2 diliminden 1 bardak portakal suyu çıkacağını sorgulamaya bile gerek yok.

Kahvaltılar ise başlı başına fiyasko. Diyetin en mantıklı kahvaltısı 12. günün sabahında: 1 havuç. Tabi eğer o güne kadar gelebilirseniz. Diğer günlerde ise kahvaltılar genellikle 1 fincan kahve ve kesme şekerle geçiştiriliyor. Evet yanlış duymadınız, bildiğimiz rafine kesme şeker.

Zayıflatacağını İddia Eden Diyette Kesme Şekerinin İşi Ne?

Sağlıklı beslenmenin gerekliliğini söyleyen bu diyet sayfası hangi akla hizmet onca işlemden geçirilmiş bir maddeyi tüketmemiz gerektiğini söyleyebiliyor?

Diyette önerilen kesme şeker aslında şeker kamışı, şeker pancarı veya nişasta bazlı (mısır gibi) bitkilerden, fabrikasyon ortamda ileri teknoloji ve kimyasal katkılarla üretilen kristal şekerin kömür, hayvan kemiği külü, ya da sentetik reçinelerle ağartılmasının ardından kimyasal yapıştırıcılarla sıkıştırılmasıyla şekillendirilmiş küp hali.

Şekerin Ne Zararı Var?

Şeker bilindiği üzere karbonhidrat sınıfı yiyeceklerin basit yapılı bir türüdür. Doğal yollarla tüketeceğimiz besinlerin beyindekiler dahil tüm sinir hücrelerinin kullanacağı yapıya dönüştürülmesi ihtiyaç duyulan hızda ve vücudun kontrolünü sağladığı miktarda gerçekleşir. Rafine şekerin yendiği gibi, vücutta herhangi bir kontrol mekanizmasının düzenlemesine fırsat tanımadan kana karışması ilk olarak kan şekerini yükseltmektedir. Kanda yükselen şeker oranına yanıt olarak pankreastan insülin hormonu salgılanır. Bu hormon kanda dolaşan şekerin hücreler tarafından bir an önce kullanılması ya da depolanması mesajını taşır.

Rafine şeker içeren gıdalar glikozun kandaki ani artışına cevap olarak üretilen yoğun miktarda insüline karşı zamanla duyarsız hale gelir. Ve yapmaları gerekeni anlamak için daha fazla uyarıya yani insüline gereksinim duyarlar. İnsülin duyarlığının azalması durumu Tip 2 Diyabet olarak adlandırılır. “Bende şeker var” diyen pek çok kişinin bahsettiği de kısaca bu durumdur.

Rafine Şekerin Beyinde Yol Açtığı Zarar: Bağımlılık

Beyin hücreleri, nöronlar, sadece şekerle beslenirler. Öyle ki beyni ve omuriliği çevreleyen zarın içindeki Beyin Omurilik Sıvısı’na yalnızca şekerin giriş yapma ayrıcalığı vardır. Nöronlar insülinin mesajında belirtilen “kullan ya da depola” komutunda depolama işlevine sahip olmadığı için yalnızca kullanabilirler. Yine depoları da olmadığı için kendilerine sürekli olarak hazır şeker gönderilmelidir. Vücut bunu karaciğerin ve pankreasın büyük role sahip olduğu bir mekanizmayla kendiliğinden yapar. Keza kandaki şeker oranı düştüğünde beyin şekersiz kalıp komaya girecektir. Diyabet hastalarının yanlarında kesme şeker taşıması komanın önüne geçmek içindir.

Şekerden bahsettiğimizde vitaminden, mineralden, liften, enzimden arındırılmış sadece kaloriyle ifade edilebilecek yalnızca bir enerji sağlayıcı olduğunu düşünebiliriz. Ancak bu madde, metabolizma içerisinde tıpkı insülinde olduğu gibi birçok hormonun salgılanma düzeyini de etkiler. Mutlulukta açığa çıkan serotonin hormonunun kanda artış gösteren şekerle birlikte yükselmesi buna bir örnektir. Ancak öte yandan salgılanan insülin hormonu bu yüksek orandaki şekerin kısa zamanda düşmesine yol açtığından beyinde yapay mutluluk duygusunun sonlanmasıyla görülen çökkünlük hali ortaya çıkar. Bu şekilde yaşanan şeker çöküntüsü bir an önce daha fazla şeker alma ihtiyacını ortaya koyan bir döngü oluşturur. Bu dalgalanma başta depresyon olmak üzere pek çok psikiyatrik bozukluğa neden olmaktadır.

Genellikle bir bozukluk olarak değerlendirilmese de, güzellik gibi kavramların herkesçe aynılaştırılması bir mutabakattan değil sistematik bir dayatmadan kaynaklanmaktadır.

Kapitalizmin Güzelliği

Kapitalizmin “güzellik” ifadesiyle dayattığı aslen belirgin tek bir biçime indirgenmiş görsellikten ibarettir. Bu indirgemedeki teklik yalnız bir imgeyi nitelemez. Bazen beden ölçülerindeki kriterlere ulaşmayla, bazen bedenin bir parçasını belirli bir biçime sokmayla bazen de beden üzerini örten boya ve kumaşlarla bu güzellik sağlanır. Çoğunlukla güzel olmak için bir form değişikliği esastır. Öyle ki olduğu haliyle güzel diye nitelenen hiçbir bünye de yoktur. Yine de güzel olduğu kabul edilen belirli kısımlara sahip insanlar vardır. Bu insanların adlarını organların sıfatı olarak görürüz bazen. Biri dudağıyla, Öbürü kalçasıyla, Diğeri göğüsleriyle güzelleşirken; güzellik Birine, Öbürüne ve Diğerine olan benzerliklere indirgenir.

Biri, Öbürü ve Diğeri gibi olanlar aslen güzel ilan edildikleri için reklam filmlerinde oynasalar da tanıttıkları ürün sayesinde güzel olmuşlar gibi düşünmemiz beklenir. Ve biz de tanıtılan ürünü bir numune “yani reklamda oynayan ünlü’nün” inandırıcılığına bağlı olarak onun kadar güzel olmak için satın almaya ikna ediliriz.

Kapitalizmin propaganda araçlarınca dönemsel olarak belirli şekillere bürünmemiz sağlanır. Modayı çoğunlukla giysilerimizle yakalamaya çalışırken, bazen bedenlerimizi bile değiştirmemiz beklenir.

Sıfır Beden

Sıfır beden, Amerikan katalog sistemindeki giysileri sınıflandırmada bir beden ölçü aralığı. Bu aralık kadınlarda (76-56-81 cm) den (84-64-89 cm)’e kadarki beden ölçülerini niteliyor. Bu ölçülerden 1 ila 5 santim daha küçük ebatlardaki grup içinse 00 -yani çift sıfır- beden kullanılıyor. Bir diğer numaralandırma sistemine göre sıfır beden 32 numaraya tekabül etmektedir. Bu beden ise genellikle ergen kız çocuklarına yönelik bir üretimde belirginleşir. Elbette bu bedenler için üretim yapılmasında bir yanlışlık yok. Ancak terslik insanın kendi bedenine uygun bedende giysi seçmek yerine belirli bir ölçekteki giysinin içine girebilmek için bedenini dönüştürmeyi denemesiyle ortaya çıkıyor.

Pek çok genç kadının bedeninde bir takım fazlalıklar olduğunu düşünmesinin baskın kültürün bir dayatması olduğu ortada. Kapitalizmin küresel doğrularıyla bu denli iç içe yaşarken bile, “aslında bazı toplumlardaki –güzel- ifadesinin görece daha kilolu kadınları nitelediğini” bilmeyen yok gibi. Yine de içinde bulunduğu toplumun benimsediği değerlere göre kabul ya da ilgi görmek, karşı konulması çok da kolay olmayan bir hissiyat olsa gerek.

Yine de östrojen hormonunun salgısını imkansız kılacak eşik değerlerin altında yağ oranına sahip bir bedende olmaya çalışmak sadece fizyolojik bir sorun olarak algılanmamalı. Aslında bunun pek çok yerde yazıldığı gibi psikiyatrik hastalık olarak nitelenen kategorileri de mevcut. Ancak Anoreksiya Nervoza, Bulimia Nervoza gibi teşhislerle kutu kutu antidepresan reçete eden hekimler bu sorunun toplumsal çıkış noktalarına da çare olabilirler mi?

Elbette bu sonunun çıldırmış bazı bireylerden kaynaklandığını düşünmek eyleme geçmek için daha kolay olacaktır. Bireye yönelik tedavi planlarıyla gözle görülür değişiklikler izlenebilir. Ancak bu yeni vakaların oluşmasını engellemeyecektir. Zira çözüm de sorunun kaynağı gibi toplumsal olmalıdır. Güzelliğin ve sağlığın sosyal belirleyicilerini sorgulamak; moda, güzellik, tüketim, beslenme ve sağlık dahil pek çok konuda alışılagelmiş uygulamaların ne kadar doğru, ne kadar anlamlı olduğunu yeniden düşünebilmek için kaçınılmazdır.

İsveç diyetini bizlere sunan internet sitesi isvecdiyeti.gen.tr nin mühim uyarısını da unutmadan belirtelim:

“İsveç diyeti, sitede yer alan grafiklerin tüm hakları saklıdır. Kopyalayanlar hakkında yasal işlem yapılacaktır. Sitede yer alan bilgiler sadece bilgilendirme amaçlı olup, kullanımına, uygulanmasına, satın alınmasına, delil gösterilmesine veya tavsiye edilmesine aracılık etmez. Sitemizdeki bilgiler, hiçbir zaman kesin bilgi kaynağı olmayıp, kullanıcılar tarafından eklenmiştir veya yorumlanmıştır. Buradaki bilgiler sitemizin asıl görüşlerini içermeyebileceği gibi hiçbir taahhüt ve tavsiye yerine de geçmez.”

Alp Temiz

[email protected]

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 18. sayısında yayımlanmıştır.

 

The post “Yaza İncecik Girmek İçin ŞOK DiYETLER” – Alp Temiz appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2014/05/27/yaza-incecik-girmek-icin-sok-diyetler-alp-temiz/feed/ 0
“Estetik Bir Saldırı: MODA” – Esra Yılmaz https://meydan1.org/2013/03/23/estetik-bir-saldiri-moda-esra-yilmaz/ https://meydan1.org/2013/03/23/estetik-bir-saldiri-moda-esra-yilmaz/#respond Sat, 23 Mar 2013 13:42:14 +0000 https://test.meydan.org/2013/03/23/estetik-bir-saldiri-moda-esra-yilmaz/ Tanımlanması serbest nesne Moda sektörü, kapitalizmin bir tüketim toplumu yaratmak için kullandığı en etkili araçlarından biridir. Kapitalizm tüketim çılgını bireyler oluşturabilmek için her yolu dener. Bu amaçla kadın bedeninin seçilmiş olması bir rastlantı değildir. Kadın, geleneksel olarak, patriyarka tarafından erkeğe bağımlı bir cins olarak tanımlanmıştır. Ama kapitalizm bunun da ötesine geçerek kadını ticari bir projeye […]

The post “Estetik Bir Saldırı: MODA” – Esra Yılmaz appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
Tanımlanması serbest nesne

Moda sektörü, kapitalizmin bir tüketim toplumu yaratmak için kullandığı en etkili araçlarından biridir. Kapitalizm tüketim çılgını bireyler oluşturabilmek için her yolu dener. Bu amaçla kadın bedeninin seçilmiş olması bir rastlantı değildir. Kadın, geleneksel olarak, patriyarka tarafından erkeğe bağımlı bir cins olarak tanımlanmıştır. Ama kapitalizm bunun da ötesine geçerek kadını ticari bir projeye dönüştürür. Kadının ikincil konumu kapitalizm tarafından derinleştirilir ve yeniden üretilir. Bu proje kapsamında kadın serbestçe tanımlanan bir nesnedir artık. Patriyarkal ve kapitalist düzende kadının toplumsal cinsiyeti erkekler tarafından tanımlanır. Tanımlayanın tanımlanan üzerinde, öznenin nesne üzerindeki iktidarı kurulur. Bu amaçla tarihte erkekler tarafından sayısız düşünce ya da söylem uydurulmuştur. Günümüzdeyse kadınların nasıl davranması ya da görünmesi gerektiğine ilişkin söylemler çeşitlenmiş ve hız kazanmıştır. Modern dönemde “modern kadınlık” söylemleri üretilir ve modern araçlarla yaygınlaştırılır. Bu söylemler, aslında, kadın bedenini ve kadın davranışlarını biçimlendiren bir iktidar tekniğinden başka bir şey değildir. Kapitalizm ve patriyarkanın birlikte sahneye koydukları bu oyun aslında erkek egemen cinsiyet rejiminin bir parçasıdır. Bu oyuna kadınların da katılmasıyla birlikte, iktidar içselleşir. Böylece kadınların irade ve bedenleri büyük ölçüde iktidarın denetimi altına girer. Kadınlar oyuna ge(tiri)lir.

Moda bir tür faşizmdir

Moda sektörü kadının toplumsal cinsiyetini maddi nesneler yoluyla teşhir eder. Kadın bedeni sezonluk defileler, mağazaların ışıltılı vitrinleri, reklam filmleri, afişler, kataloglar ya da medyada sunulan kadın imgeleriyle tek tipleştirilir. Artık modern teknolojinin de yardımıyla kadın bedeni üzerinde her türlü değişimin yapılabildiği bir kil kütlesi halini almıştır. Kadın bedeni yeniden ve yeniden biçimlendirilerek bir arzu nesnesine, bir imaja dönüştürülür. Modanın gençlik, incelik ve erotizm takıntısı kadının gerçek varlığını göz ardı ederek onun erkeklerin gözünde önem kazanmış boyutlarına indirger ve kadının cinsel nesne, eş, ana, ev kadını rollerini de pekiştirir.

Peki, bu iktidar mekanizması nasıl işler? Moda sektörü kadını öncelikle bir imaj olarak sunar ve ürettiği kadın imajlarını medya aracılığıyla yaygınlaştırır. Kadınlar her gün her yerde karşılarına çıkan bu imajlardan etkilenir ve “işte kadın olmak böyle bir şey olmalı” derler. İşte kadınlar böyle düşünmeye başladıkları anda kendilerine rağmen başka bir şeye dönüşmeye de başlamış olurlar. Tüm bu süreci kendi özgür seçimiymiş gibi algılayan kadın iktidarın tuzağına düşer. Sonuçta moda, medya ve reklam sektörü işbirliği içinde, kadınların nasıl besleneceklerinden nasıl konuşacaklarına, nasıl duygulanacaklarından nasıl giyineceklerine kadar her şeyine karar verirler.

Moda sektörü kadının kişiliğini parçalar. Kadınlar, patriyarkadan sonra kendilerine ait olmayan bir dünyada yaşadıkları için kendilerini gözetlemeyi öğrenmişlerdir. Moda sektörü de benzer bir şey yapar; kadınları seyirlik bir nesne yapar, “estetik açıdan” gözetler. Böylece iktidarın en sinsi biçimi olan içselleşmiş otorite daha da güçlenir. Bu süreçte kadının kişiliği, gözetleyen yan (erkeğin bakışı) ve gözetlenen yan (kendisi) olarak ikiye bölünür; kadın kendisine yabancılaşır.

Görüldüğü gibi modanın kadınlarla özdeşleştirilmesi nedensiz değildir. Tek kelimeyle kadınlar modanın saldırısı altındadır. Nitekim moda kadınlara birçok açıdan zarar verir.

Moda kadınları hasta eder

Moda sektörü kadının bedenine zarar verir. Kadınlar kendileri için üretilen imajlara benzemek isterken modanın kurbanı olurlar ve fiziksel olarak acı çekerler. Çünkü kadın giysileri erkek giysilerine göre hareketi kısıtlayıcı niteliktedir. Simone de Beauvoir’ın yıllar öncesinden gördüğü gibi “Kadın gibi giyinmek kadar doğal olmayan bir şey yoktur; hiç kuşkusuz erkek kıyafeti de yapaydır ama daha rahat ve daha sadedir, hareketlerin engellenmesi için değil desteklenmesi için tasarlanmıştır.”

Bir zamanlar giyilen dar korseler, krinolin denilen demir kafesli etekler kadınların vücutlarında deformasyona neden olmuştur. Uzak Doğu’da kadınlar güzellik uğruna yıllar süren işkencelere katlanıyorlardı. Küçük yaşlardan itibaren kız çocuklarının ayakları sarılarak küçük kalıplara konuluyor ve bir süre sonra ayaklar vücudu taşıyamayacak hale geliyordu. Günümüzde durum çok farklı sayılmaz. Neredeyse kadının simgesi haline getirilen topuklu ayakkabılar şişmeden iltihaplanmaya, yürüme güçlüğünden bel ağrılarına kadar çeşitli sağlık sorunlarına; aynı şekilde dar iç çamaşırları normalden fazla terlemeye yol açarak mantar hastalıklarına neden oluyor. Moda sektörü fizyolojik sorunlara yol açarak kadınları sağlığından ediyor.

Moda sektörü kadının bazı ruhsal hastalıklara yakalanmasına da neden olur. Moda sektörü giysiler aracılığıyla bedenleri kontrol eder. Moda giysiler olduğu gibi moda bedenler de vardır. Bu sektörün uydurduğu ve yaygınlaştırdığı ideal kadın bedeni ölçülerine uyum sağlama endişesi taşıyan kadınlar ergenlik döneminden itibaren yüksek risk altındadırlar. Birçok vakada ölümle sonuçlanan yeme bozuklukları ortaya çıkar. Tıbbi adı “anoreksiya nevroza” ve “bulimia nevroza” olan bu hastalıklar kişinin gerçeklikten koptuğu, beden algısının bozulduğu durumları ifade eder. Örneğin bu hastalığa yakalanmış bir kadın bir deri bir kemik kaldığı halde kendisini kilolu bulur. Psikiyatri ise her zaman yaptığını yapar, yani toplumu sorgulamadan bireyi tedavi etmeye çalışır.

Moda “modern” kadınlar üzerinde işler! Modaya karşı direnişin estetik araçları üzerinde ayrıca düşünmemiz gerekir ama ister modern olsun isterse olmasın, tüm kadınlar erkek egemen kültürün tahakkümü altındadır. Kadınlar kendi kimlikleri ya da özgürlükleri için mücadele etmeye en temelden başlamalıdır. Her şeyden önce kendileri adına üretilen kimlikleri toptan reddetmeli ve aslında erkekleri bile faşizan bir biçimde yöneten cinsiyet rejiminin tam karşısında saf tutmalıdır. Emma Goldman’ın deyişiyle “kadının gelişmesi, onun özgürlüğü, onun bağımsızlığı kendinden ve kendisi aracılığı ile olmalıdır. İlk önce, kendisini bir seks metası olarak değil, bir şahsiyet olarak değerlendirmesi ile. İkinci olarak, herhangi birisinin kendi vücudu üzerinde hak iddia etmesini reddederek; kendisini toplumun değer yargılarının ve sınırlamalarının korkusundan özgürleştirerek” işe başlamalıdır.

Esra Yılmaz

The post “Estetik Bir Saldırı: MODA” – Esra Yılmaz appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2013/03/23/estetik-bir-saldiri-moda-esra-yilmaz/feed/ 0