muhafazakarlık – Meydan Gazetesi https://meydan1.org Anarşist Gazete Sat, 23 Sep 2017 19:45:43 +0000 tr hourly 1 https://wordpress.org/?v=5.3.13 Lise ve Üniversitelerden Anarşist Merhaba – Meltem Çuhadar, Şeyma Çopur https://meydan1.org/2017/09/23/lise-ve-universitelerden-anarsist-merhaba-meltem-cuhadar-seyma-copur/ https://meydan1.org/2017/09/23/lise-ve-universitelerden-anarsist-merhaba-meltem-cuhadar-seyma-copur/#respond Sat, 23 Sep 2017 19:45:43 +0000 https://test.meydan.org/2017/09/23/lise-ve-universitelerden-anarsist-merhaba-meltem-cuhadar-seyma-copur/ Giriş 2017-2018 eğitim öğretim dönemi, eylül ayı (liseler özelinde 18 Eylül günü) içerisinde başlamış oldu. Başlayan bu eğitim dönemi öncesinde, geçtiğimiz dönemlerde de olduğu gibi, çeşitli alt başlıklarda yapılan tartışmalar (laiklik) ile aslında eğitim tartışılmış oldu. (Hatta bu yazının yazıldığı günlerde TEOG kaldırıldı). Biz de tartışmanın önemli bir öznesi olarak tartışmaya katılmak istedik. Öncelikle eğitimi […]

The post Lise ve Üniversitelerden Anarşist Merhaba – Meltem Çuhadar, Şeyma Çopur appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>

Giriş

2017-2018 eğitim öğretim dönemi, eylül ayı (liseler özelinde 18 Eylül günü) içerisinde başlamış oldu. Başlayan bu eğitim dönemi öncesinde, geçtiğimiz dönemlerde de olduğu gibi, çeşitli alt başlıklarda yapılan tartışmalar (laiklik) ile aslında eğitim tartışılmış oldu. (Hatta bu yazının yazıldığı günlerde TEOG kaldırıldı). Biz de tartışmanın önemli bir öznesi olarak tartışmaya katılmak istedik.

Öncelikle eğitimi basitçe tanımlayalım. Eğitim, bilgi aktarımı kisvesi altında iktidarın bireyleri ve toplumu şekillendirme aracıdır. Bu yapmış olduğumuz tanım, toplumun tamamını değerlendirdiğimizde karşılık bulacak bir tanım olamayabilir. Çünkü, toplumda bilginin “uygun” bir şekilde aktarıldığı ve başka bir aktarım şeklinin olmadığını zanneden bir anlayış vardır.

Biz, eğitim kavramı üzerine yapmış olduğumuz araştırmalar ve tartışmalar sonucu; eğitim denilen sistemin bireyin ve toplumun üzerinde bir tahakküm aracı olduğunu, devletin, kapitalizmin ve dinin bireyleri ve toplumu kendi çıkarlarına göre şekillendirmek için var olduğu sonucuna vardık. Eğitim sorunsalında özellikle son yıllarda çok tartışılan, “Alternatif Eğitim” gibi modeller, eğitim sistemi için bir kurtarıcı olarak tanımlansa da bilginin mülkiyeti ve bu mülkiyet üzerinden oluşan tahakküm sorunsalını çözmeye yetmemektedir. Ancak bu tartışma, başka bir yazının konusudur.

Eğitimin bir iktidar aracı olarak kullanıldığını kabul edersek, bu dönemin başlangıcında yaşanan tartışmaların iktidar kavgasından başka bir şey olmadığını fark ederiz. Bu kavganın tarafları, AKP’nin adıyla somutlaşan milliyetçi-muhafazakar iktidar ve ulusalcı-cumhuriyetçi muhalefettir. Bu sadece basit bir iktidar-muhalefet tartışması gibi görünse de, tartışmanın kapsamı, toplumun yönetilmesinden tutun da yaşamın şekillendirilmesine kadar etkilidir. Yine de eğitim sisteminin öznesi olan bizler için eğitim başlığının tartışılan alt başlıklarını değerlendirelim.

Müfredat Değişikliği Tartışması

Müfredat, eğitimin bireyi şekillendirilmesindeki en belirgin araçtır. Bireye, dolayısıyla topluma hangi bilginin verilip verilmeyeceği ve nasıl verileceği müfredat tarafından belirlenir. Müfredatı belirlemek aslında iktidarın kısa ve uzun erimde toplumu şekillendirme stratejisiyle alakalıdır. Milliyetçi ve muhafazakar bir toplum yaratmak isteyen iktidar 6 yaşından 18 yaşına kadar süren eğitimin şeklini belirlemek ister. Bu dersler kapsamında, milliyetçilikle bezenmiş tarih ve coğrafya derslerinde “vatan” sınırlarının şekillendirilmesi, abartılı savaşlardaki abartılı kahramanlıklarla yükseltilen milliyetçilik Türk Dili ve Edebiyatı’yla sürdürülecektir. Oluşturulmak istenen muhafazakar ahlak anlayışı, ders saatleri artırılan din kültürü ve ahlak bilgisi dersi ile gerçekleştirilecektir. Matematik, fizik, kimya gibi (toplum) iktidar yararına olan dersler değişmezken, çok renkliliği-sesliliği, yaratıcılığı savunan sanat, düşünen düşündüren soruları cevaplayan sorgulayan felsefe, birey hallerinden toplumun hallerini araştıran geliştiren psikoloji, sosyoloji gibi derslerin ders saati azaltılırken derslerin niteliği de değiştirilir. (“Nitelikleri düşürülür” yazmadık çünkü zaten eski müfredatta da nitelikleri düşüktü. Sadece bu iktidara uygun bir şekilde nitelikleri değiştirildi.) Spor dersi ise genel geçer sporların yapıldığı bir spor anlayışından çıkarılarak güçlü güçsüz ayrımını belirleyen ve adeta bir asker sporuna dönüştürüldü (Aslında hep böyleydi).

Müfredat değişikliği tartışmalarının önemli bir örneği, evrim teorisinin müfredattan çıkarılıp çıkarılmaması oldu. Gelen tepkiler üzerine iktidar önce oldukça netti: “Olmayan bir şeyin dersini nasıl öğretelim” karşılığını verdi. Ardından her ne olduysa “Çıkarmadık, daralttık.” denildi. Tartışmada en son varılan nokta ise “evrim teorisinin felsefi altyapısı olmadığı gerekçesiyle liselerden kaldırılıp üniversitelerde öğretilmesi” oldu. İktidarın evrim teorisini tamamen müfredattan çıkaramamasının nedeni, tek başına muhalefetin tepkisi değil gibi görünüyor. Bunun nedeni, önümüzdeki günlerde anlaşılacak gibi.

Yönetmelik Değişikliği Tartışması

Eğitim sisteminde yönetmelik değişikliğinin kapsamı okulun işleyişi ile ilgilidir. Okulun başlangıç ve bitiş saatleri, okul içi kurallar ve kurallara uyulmadığında disiplin kurulunun işleyişi gibi konular yönetmelikle ilgili konulardır. Yönetmelikler, eğitim sistemi içerisine konumlandırılan öğrencinin tüm hareketlerini kontrol altına alan kurallardan oluşur. Kılık kıyafetinden saç sakalına, öğrencinin okul içi okul dışı hal hareketlere kadar davranışlarını kapsamaktadır. Hatta bu kapsama geçtiğimiz dönemlerde çıkarılan bir yönetmelikle öğrencilerin internet paylaşımları da alındı. Daha internet paylaşımları üzerinde herhangi bir öğrenci Erdoğan’a hakaret suçlamasından cezalandırılmamış olsa da bu önümüzdeki günlerde bunun olmayacağı anlamına gelmemektedir. Kaldı ki internet paylaşımları üzerinden öğrencilerin fişlendiği ise aşikar. Bu fişlemelerle “bu bizden-bu bizden değil” anlayışıyla ayrıştırdıkları öğrencileri büyük bir baskının beklediğini biliyoruz. Her türlü muhalif öğrencinin karşı karşıya kalacağı bu baskı, iktidar ve muhalefetin kavgasının ötesinde herkesi kapsayacaktır. Ayrıca bu yönetmeliklerin işleyişi belirgin bir çelişki içerecektir/içermektedir. AKP (ya da MHP) bünyesindeki müdürler, müdür yardımcıları ve öğretmenler yönetmelikle belirlenen disiplin kurallarını kendi öğrencilerine uygulamayacaklardır. Bu bize yönetmeliklerin kural koyucular tarafından bile işletilmediğini göstermektedir. Disiplin kuralları kural koyucular tarafından bile işletilmez. Çünkü bu kurallar “disiplin” için değil iktidarın kendine itaatkar bir toplum ve birey yetiştirmesi için uygulanır. Bu dönem gerçekleştirilecek olan bir başka değişiklik ise bu kuralların işletilemediği karşı koyuşlara saldırmak için özel güvenlik görevlileri yerine okullara özel polislerin yerleştirilmesidir.

Yapısal Değişiklik

AKP’den önce kemalist-ulusalcı ideolojiyle şekillendirilen eğitim 15 yıldır iktidarda olan AKP tarafından milliyetçi-muhafazakar anlayışa dönüştürülüyor. Bu dönüşüm, yavaş yavaş senelerdir sürmekteydi ancak son dönemde yapısal değişikliklerin hayata geçirilmesi hızlandı. Ortaokul ve liselerin imam hatip lisesine dönüştürülmesi, geçtiğimiz yıllarda da büyük bir tartışma konusuydu. Okulların yapısal değişikliği hızlandıkça İmam Hatiplerin sayısı da arttı. Önceden 60 bin olan imam hatiplerin sayısı 2017 itibariyle 2 milyonu aştı. Bu okulların iki bini, bu yıl açıldı. Yapılan yönetmelik değişikliğinde, bir ilçede Anadolu Lisesi açılabilmesi için nüfus şartı en az 20 bine yükseltildi. İmam hatipler için ise nüfus şartı 5 bine kadar düşürüldü. Bir başka yapısal değişiklik ise imam hatipler dışındaki Sosyal Bilimler, Fen, Güzel Sanatlar ve Spor Liseleri yönetmeliklere uymadığı gerekçesiyle kapatılabilecek olması. Bu değişikliğin uygulanması pek çok Anadolu, Fen, Sosyal Bilimler, Güzel Sanatlar ve Spor Liselerinin kapatılarak İmam Hatip Lisesine dönüştürülmesini sağlayacak.

Sonuç

Eğitim sistemi, milliyetçi-muhafazakar anlayışın topluma empoze edilmesi için, önceki iktidarlar tarafından olduğu gibi- bu iktidar tarafından da kullanılıyor. İktidarların kendi ideoloji ve yaşam biçimlerini topluma dayatma noktasında bir araç olarak kullandıkları eğitim, iktidarlar ve muhalefet tarafından tartışılırken meselenin asıl öznesi olan biz öğrenciler özgürlüğü bu iki taraftan birini seçmek zannederek büyük bir yanılgı yaşıyoruz. Aslında seçenekler aynı, hangisini seçersek seçelim, iktidarlar tarafından şekillendirdiğimiz bir seçim olacak bu.

Meltem Çuhadar

Lise Anarşist Faaliyet

Yükseköğretime Giriş Sınavı sonrasında “özgürce” seçtiğimiz üniversitenin bir bölümündeyiz. Artık, ilkokul ve liseden en önemli farkı “zorunlu” olmamasıyla aşırı “özgürleşmiş” olan üniversitedeyiz. Artık üniversitedesin, merhaba.

Yüksek Öğretim Kurumu (YÖK): 12 Eylül’den sonra çıkarılan bir yasa ile kurulmuş, “Tüm yüksek öğretimi düzenleyen ve yükseköğretim kurumlarının faaliyetlerine yön veren, bu kanunla kendisine verilen görev ve yetkiler çerçevesinde özerkliğe ve kamu tüzel kişiliğine sahip, bir kuruluştur.” Ekim 2016’da yayınlanan KHK’nın ardından önceden YÖK’ün sorumlu olduğu üniversitelere rektör atama, artık cumhurbaşkanı tarafından gerçekleştirecek.

Üniversitelerde Neler Oluyor?

Zorunlu eğitim olmadığı için ilkokul ve liselerden ayrı tutulan üniversiteler, Yüksek Öğretim Kurumu’nca genel hatları belirlenen, ancak “her rektörün kendi yönetmeliği” olduğundan bu tartışmalara (laik eğitim-muhafazakar eğitim) dahil değil. Ancak, tartışmayı daha geniş bir başlığa, milliyetçi-muhafazakar ideolojinin toplumu istediği gibi şekillendirmesine çekersek, üniversiteler özelinde bu konuyla ilgili hayli söz üretebiliriz.

Öncelikle belirtelim: Üniversite, bireylerin sistem içinde konumlanabilmesi için var olan entegrasyondur. Birey kapitalist sistem içerisinde hangi pozisyonda konumlanacağını üniversiteler sayesinde gerçekleştirir. Ancak üniversiteler, bu topraklardaki ekonomik, siyasal ve toplumsal olaylara karşı söz üretebilmek adına önemli bir alandır. Bu yüzden üniversitelerde siyasi olarak var olmak biz anarşist gençler için de önemlidir. “Ülkemizin aydın insanları”, AKP’nin karanlığı” gibi söylemlerle tartışmanın diğer tarafını oluşturan ulusalcı- kemalist veya ilerici-sosyalist düşünceden farklı bir noktada duruyoruz.

Rektörler Artık “Seçilmiyor”

Gerçekleştirmek istediği yapısal dönüşümün üniversite ayağında, yakın tarihe kadar başörtüsü serbestliği dışında görünür bir çalışma yapmayan milliyetçi-muhafazakar iktidar, stratejilerini gerçekleştirmek için OHAL’i kullandı. Bu kapsamda, 29 Ekim’de yayınlanan 676 sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile rektörlük seçimleri kaldırıldı. Rektörler, YÖK’ün önerdiği üç aday arasından Cumhurbaşkanınca atanacak. Şayet bir ay içerisinde önerilenlerden birisi Cumhurbaşkanı tarafından atanmazsa, YÖK de iki hafta içerisinde yeni aday göstermezse, Cumhurbaşkanı doğrudan atama yapacak.

Tüm bu düzenlemelerin üniversitelere yönelik bir hamle olmasının ötesinde “Başkanlık”ın uygulamaya geçmesinin bir göstergesi olduğunu unutmamak gerek. 1980 darbesi ile kurulan YÖK, 2007’ye dek fiili olarak “özerk” bir yapıya sahipti ve YÖK’ün çizdiği genel sınırlarda, her üniversitenin yönetimi rektörlüklerdeydi.

2016’da rektörlük seçimleriyle ilgili yayınlanan KHK’dan önce, “Rektörlük seçimleri üniversitelerde haksız uygulamalar, kırgınlıklar ve kişisel çekişmelere yol açmakta ve yükseköğretim kurumlarında kaos ortamının oluşmasına neden olmaktadır. Bu nedenle üniversitelerde seçim sisteminin terk edilerek atama sisteminin getirilmesi ile bu sıkıntıların ortadan kalkmasının sağlanması amaçlanmaktadır.” açıklamasıyla AKP tarafından meclise yasa önerisinde bulunmuş, ancak muhalefetin tepkisi nedeniyle yasa önergesi geri çekilmişti.

Rektörlüğün Cumhurbaşkanı tarafından seçilmesi, aslında pratikte 2016’dan önce gerçekleşen bir uygulama. İstanbul Üniversitesi’nde 2015’te yapılan seçimlerde 300 oy fark ile Raşit Tükel rektör seçilmiş, ancak YÖK Mahmut Ak’ı birinci sıradan Cumhurbaşkanına önermiş ve böylece rektör Mahmut Ak olmuştu.

Bunun ardından, akademik camiada da, üniversiteliler arasında da tartışılan konu “milli irade” meselesi oldu. Erdoğan’ın o süreçte yükselttiği ve oy çoğunluğunu ifade eden “milletimizin iradesi” -yani temsili demokrasi- söz konusu üniversite olduğunda, hiç dillendirilmemişti ve Erdoğan, cumhurbaşkanı olmanın sorgulanamazlığı ile çoğunluğu da hiçe sayarak (zaten azınlık yok sayılıyor) yeni bir rektör atamıştı.

Darbeden bir yıl sonra kurulan YÖK, kuruluşuyla beraber, her üniversitenin kendi özelinde yaptığı rektörlük seçimini kaldırmıştı. Yükseköğretim Kurumlarına rektörü doğrudan YÖK’ün sunduğu adaylar tarafından Cumhurbaşkanı’nın ataması Kanunu getirilmişti. 1992 yılında, bu kanunda düzenleme yapılmış, üniversitelerde tekrar rektörlük seçimleri yapılmaya başlanmıştı. 2016 yılında çıkartılan KHK ile, seçimler tekrar kaldırılmış oldu. Yani üniversiteler YÖK’e değil, doğrudan Cumhurbaşkanlığı’na bağlanmış; bu yüzden YÖK’ün de eski etkisi kalmamış oldu.

Akademisyenler İhraç Ediliyor

Vakıf Üniversitelerini saymazsak, “köklü üniversiteler” olarak adlandırılan üniversiteler; bundan önce devrimci çalışmaların yapıldığı yerlerdi. Aynı zamanda, iktidarın sunduğu bilgi anlayışının ve iktidarın ideolojisinin dışında; -YÖK’ün etkisini saymazsak- rektörlerin, dekanların, profesörlerin ve akademisyenlerin kendi bilgi anlayışları ve muhalif ideolojileri vardı. Aynı zamanda, üniversiteliler ekonomik, siyasal ve toplumsal adaletsizliklere karşı üniversitelerden söz üretebiliyor, siyasetin bir öznesi haline gelebiliyorlardı.

Devletin OHAL kapsamında yayınladığı KHK’lar ile yüzlerce akademisyen görevden atıldı. Görevden alınan akademisyenlerin bir kısmı devletin FETÖ ile ilişkili olduğu öne sürdüğü akademisyenlerdi. Ancak görevden alınanların büyük çoğunluğunu muhalif akademisyenler oluşturuyordu. 11 Ocak 2016’da, Barış İçin Akademisyenler imzasıyla bir bildiri yayınlanan 1128 akademisyen, “Bu Suça Ortak Olmayacağız” şiarıyla Kürdistan’da yapılan “insan hakları ihlalleri”ne karşı tepkilerini gösterdiler. Hemen ardından Erdoğan tarafından hedef alınmaları gecikmedi: “akademisyen müsveddeleri”, “alçaklar”, “terörist yandaşları” gibi yaftalamaların ardından, “gerekli kurumları gerekli faaliyete” çağıran Erdoğan, yayınlanan KHK’lar ile kendisinden olmayanı susturma, sindirme ve yok etme stratejisinin bir uzantısı olarak FETÖ’cülerle birlikte, bu akademisyenleri de görevden aldırdı. Yerlerine atanan rektörler, profesörler ve akademisyenler; hepsi açık bir şekilde iktidarı destekliyordu.

Entegrasyon Şekil Değiştiriyor

AKP’nin milliyetçi-muhafazakar anlayışı haricinde üniversitelerde yaygınlaştırmak istediği anlayışın kendi ekonomik çıkarlarına da paralellik gösterdiğini söylemek zor olmasa gerek. Üniversitenin entegrasyon olduğunu söylemiştik, son 15 yıldır AKP iktidarının yapmış olduğu, yapmayı amaçladığı ve bundan sonra yapacağı şey bu entegrasyonun şeklini değiştirmektir. Sözgelimi bundan önce Çevre Mühendisliği’nde okuyan bir öğrenci, okulunda öğrencilerin yaptığı ekoloji panellerinde yer alması, akademisyenlerin veya profesörlerin ders anlatırken HES, RES gibi enerji santral projelerinin karşısında yer aldıklarını belirtmesi, yakın gelecekte imkansız görünüyor. Önümüzdeki süreçte, iktidarın öğretmenleri ve iktidarın anlayışının empoze edildiği öğrenciler artık santral projelerini yüzde yüz destekleyeceklerdir.

Şunu ekleyelim; üniversitelerde kemalist-ulusalcı ideolojinin hakim olduğu dönemde “daha özgürmüşüz” gibi bir yargıdan söz etmiyoruz. Ulusalcı-kemalist ideolojinin ilk yıllarında da benzeri stratejiler geliştirilmiş, “kemalist olmayan”ın herhangi bir alanda kendini var etmesi söz konusu olmamıştır. İktidarların, kendi ideolojileri doğrultusunda toplumu şekillendirme stratejilerinde, eğitim kurumları her zaman iktidara paralel olmuştur. Milliyetçi-muhafazakar iktidar, şu an kendi anlayışını/ideolojisini belirli bir kalıba sokmaya ve bu kalıpları keskin çizgilerle belirlemeye çalışıyor. Bu yüzden, kendinden olmayan hiçbir düşüncenin varlığı, kendi alanı olan üniversitelerde mümkün olamaz.

Devletin kutuplaştırma politikasının bir uzantısı olarak, toplumun geneline yayınlan bu taraflaşma, üniversitede de belirginleşti. Eğitim başlığında değerlendirilen tartışmaların üniversiteye yansıması bu taraflaşmanın ötesinde, iktidarın kendinden olmayanı hiçbir alanda var etmeme stratejisinin somutlaşmasıdır. Görünen o ki, bu dönem de biz gençler için tartışmalı bir yıl olacak.

Şeyma Çopur

Anarşist Gençlik

 

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 40. sayısında yayınlanmıştır.

The post Lise ve Üniversitelerden Anarşist Merhaba – Meltem Çuhadar, Şeyma Çopur appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2017/09/23/lise-ve-universitelerden-anarsist-merhaba-meltem-cuhadar-seyma-copur/feed/ 0
Amed’de Bir Erkek, El Ele Yürüyen Çifte Saldırdı https://meydan1.org/2017/05/25/amedde-bir-erkek-el-ele-yuruyen-cifte-saldirdi/ https://meydan1.org/2017/05/25/amedde-bir-erkek-el-ele-yuruyen-cifte-saldirdi/#respond Thu, 25 May 2017 14:37:08 +0000 https://seninmedyan.org/?p=7086 Amed’de yolda el ele yürüyen çifte, bir erkek “Burada böyle yürüyemezsiniz!” diyerek saldırdı. Saldırgan  önce, çiftten erkek olana saldırdı, anca karşılığını bulunca geri çekildi. Ardından da koşarak kadına saldırdı.

The post Amed’de Bir Erkek, El Ele Yürüyen Çifte Saldırdı appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>

Amed’de yolda el ele yürüyen çifte, bir erkek “Burada böyle yürüyemezsiniz!” diyerek saldırdı. Saldırgan  önce, çiftten erkek olana saldırdı, anca karşılığını bulunca geri çekildi. Ardından da koşarak kadına saldırdı.

The post Amed’de Bir Erkek, El Ele Yürüyen Çifte Saldırdı appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2017/05/25/amedde-bir-erkek-el-ele-yuruyen-cifte-saldirdi/feed/ 0
Popülist Muhafazakarlık – Ece Uzun https://meydan1.org/2017/03/06/populist-muhafazakarlik-ece-uzun/ https://meydan1.org/2017/03/06/populist-muhafazakarlik-ece-uzun/#respond Mon, 06 Mar 2017 07:00:04 +0000 https://test.meydan.org/2017/03/06/populist-muhafazakarlik-ece-uzun/         Yeni muhafazakarlığın coğrafyamızdaki temsilcisi AKP iktidarının kadın politikasının amacı; toplumda kadının, kendini değerli bulduğu ve kendisi için özel alanlar talep ederek özgür olduğu hissiyatına kapılmasını sağlamaktır. AKP iktidarı uyguladığı kadın politikasıyla yalnızca siyasi tabanına, muhafazakar kadınlara hitap etmeyerek toplumdaki tüm kadınları bu politikaya sıkıştırmak istemektedir. Yeni muhafazakarlığın cazibesine kapılarak yaratılmak istenen […]

The post Popülist Muhafazakarlık – Ece Uzun appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>

        Yeni muhafazakarlığın coğrafyamızdaki temsilcisi AKP iktidarının kadın politikasının amacı; toplumda kadının, kendini değerli bulduğu ve kendisi için özel alanlar talep ederek özgür olduğu hissiyatına kapılmasını sağlamaktır. AKP iktidarı uyguladığı kadın politikasıyla yalnızca siyasi tabanına, muhafazakar kadınlara hitap etmeyerek toplumdaki tüm kadınları bu politikaya sıkıştırmak istemektedir. Yeni muhafazakarlığın cazibesine kapılarak yaratılmak istenen özgürlük illüzyonuna sıkışan birçok kadın; hem yeni muhafazakarlığın, hem de ataerkilliğin birer uygulayıcısı haline gelir.

Ece Uzun

[email protected]

Muhafazakârlığın Kadındaki Siyasi Sembolü Olarak Başörtüsü

Kadının başörtüsü yıllardır siyasi olarak sürdürülen en yoğun ve uzun soluklu tartışmalardan biriydi. AKP ve benzeri muhafazakar tabanlı yapılanmaların içerisinde kesik bir yara gibi kanayan bu mesele, başörtüsü serbestliğinin getirilmesiyle kurumsal anlamda sona erdi. Bu tartışma öyle uzun soluklu bir tartışma oldu ki; her kesimden kadın ister istemez bu tartışmaya dahil oldu. Bir kesim bunu sekülerizme karşı olarak gördü, diğeri dini referansları savundu, bir diğeri kadının beyanını esas aldı ve bir de bu tartışmaya girmeyenler oldu. Çünkü mevzu bahis örtü kadının başındaydı. Öznesi kadın olan bir tartışmanın eyleminde de kadınlar vardı tabi ki. Görmezden gelinmemeli, başörtülü de olsa bu kadınlar ülkedeki değişen siyasi rejimler sonucunda çok sert uygulamalarla karşı karşıya kaldı. Tartışma, AKP iktidarının uygulamalarıyla şimdilik sona erdi, başörtülü kadınlar artık devletin en görünür mekanizmalarında yer alıyor, mecliste koltuk kapıyor, TSK’da ve emniyet teşkilatında görev alıyor, üniversitelerinde ders veriyor, medya kanallarında politika yapıyor… Bir taraf kazandı gibi görünüyor, bir taraf kazanmak için hala savaşıyor, bir diğer taraf olanı biteni sadece izliyor.

AKP iktidarı gelenekçi muhafazakar bir yapılanma ve tabanını da bu çoğunluk oluşturuyor, bu anlamda hitap ettiği bir kesim var. Yani en azından uzun bir süre bu böyleydi. Sonra işler yavaş yavaş değişti, muhafazakar taban önce çatırdadı sonra bozuldu, gelenekçiler ayrıştı, yenilikçiler ayrıştı, can ciğer bilinen cemaatle kanlı bıçaklı olundu; yani şimdilik böyle.

AKP iktidarının şimdilerde bilinen en önemli özelliği tek başkan rejimi savunuculuğu yani “Erdoğancılık”. AKP’de kim varsa artık “Erdoğancılığı” benimsemek zorunda, yoksa bu iktidarın masasına asla oturamaz. Aslında “Erdoğancılık” o kadar da muhafazakar değil, sadece yıllar önce üzerine oynadığı bu kesimi kaybetmeme derdinde. Şu gerçeği göz ardı etmemek gerek, yaşadığımız toplumun yapısı gereği, büyük bir çoğunluk muhafazakarlıktan besleniyor. Dolayısıyla “Erdoğancılık” da bunu kullanıyor, söylemlerini bu muhafazakar geleneğin üzerine inşa etmesi gerektiğini çok iyi biliyor. Ancak yine de her yerde her fırsatta vurguladıkları gibi bir yeninin peşindeler. Ve işte tam da burası çok önemli; çünkü içinde bulunduğumuz sisli hava yüzünden göremediğimiz bir buz dağı var. Dümendekiler çarpmaya odaklı rota aldılar bile. Çarpacağız ve tepetaklak olacağız. Biz buna boğulma süreci diyelim. Uzun bir süre çırpınacağız yani. Çünkü karşı karşıya kaldığımız şey eskiden daha da beter bir hal alabilir.

Peki, Geleneksel Muhafazakarlıktan Daha Beter Olan Nedir?

Şimdilerde; yeni bir muhafazakarlık, yeni bir anlayış örgütlenmek isteniyor. Yani sadece kılık kıyafete indirgenmeyen, eğitim gibi köktenci uygulamaları yadsımayan, algısal bir muhafazakarlık. Kadını örtmek, dinsel eğitimi zorunlulaştırmak dışında hem algısal hem bütünsel bir kapatılmadan bahsediyoruz. Belki de uzun yıllar kurtulamayacağımız bir kapatılma. Bu yüzden yıllarca muhafazakarlık başlığında sürdürülen başörtüsü tartışması gibi aynı eksene tekrar tekrar dönmek büyük hata olur. Bizi sadece tek bir odağa sıkıştırır, hareketsiz kılar. Meseleye başka bir açıdan bakmak gerek, bu kaçınılmaz.

Nedir Bu “Yeni Muhafazakarlık?”

Bahsettiğimiz bu yeni muhafazakarlığın, siyasi literatürdeki neoconservatism diye adlandırılan muhafazakarlık anlayışıyla karıştırılmaması gerekir. İkisi arasındaki farkın anlaşılmasındaki işe yarar örnek, neo-con’ların Bush yönetimi ABD’si ile yeni seçilen başkan Trump ABD’si arasındaki farktır. Dolayısıyla bugün burada da, başka bir coğrafyada da, yeni muhafazakarlık denilen bu olguyu anlamak için özellikle günümüzün ilerici/laik-gerici/dinci çerçevesi yetmeyecektir. Dünyadaki liberal demokrasi kültürünün, değerlerinin ve işleyişinin bir krizde olduğu gerçektir. Toplumun kültürel değerlerini belirleme noktasında ortaya konulan bütün iddiaların sahte olduğu ortaya çıkmıştır. Birbirinden farklı yaşam tarzlarının meşruluğu, barış içinde birlikte yaşam, bireysel özgürlüklerin değeri, adaletin sağlanması, kadın özgürlüğü, kadın-erkek eşitliği gibi “erdemler”, liberal demokrasinin iddia ettiği gibi gerçekleşmiyor. Böyle bir krizin yarattığı boşluğu ise, yine iktidarlı düşünceler ve yapılanmalar doldurmaya çalışıyor. Bahsettiğimiz bu yeni muhafazakarlık anlayışı yeri geldiğinde geleneksel muhafazarkarlığın siyasal ideolojisini ve söylemlerini kullanarak dine referans verse de, amacı dinsel değerler üzerinden topluma yapacağı bütünsel etkidir. Dünyanın farklı coğrafyalarında özellikle yeni sağ ile birlikte yükseltilen, yeni muhafazakarlık kültürünü yaymaya çalışan tüm yapılanmaların “ırkçı”, “ayrımcı”, “kadın düşmanı” söylem ve politikaları, bu olgunun küresel ölçekte örgütlendiğini görmek açısından önemlidir.

Muhafazakarlar ve Karşıtlarının Sıkışmışlığı

Yaşadığımız coğrafya özelinde muhafazakarlık tartışmaları gericilik-ilericilik, sekülerlik-dincilik ikiliklerine sıkıştırılmakta ve meselenin özünden uzaklaşılmaktadır. “Laiklik savunucuları” tarafından sadece din ile ilişkilendirilen ve adeta paranoyaklaşmış bir kaygı olarak topluma yansıyan bu mesele, İran benzeri devletlerin rejimlerine dönüşme şeklinde vurgulanmaktadır. Diğer taraftan “muhafazakar elitler” ekonomik ve sosyal yaşamlarını sürdürebilmek için muhafazakar yaşam tarzını topluma geleneksel değerler olarak dayatırlar. Özellikle her iki tarafın da yaşam tarzı dediğinde hedef aldığı asıl özne kadındır. Bu, özünde devlet yapısı ve yaşam tarzına odaklanan orta ve üst sınıfların kaygılarını barındırdığı bir tartışma olarak görülebilir. Ancak kadın tüm bu tartışmalara sıkışarak eriyen bir kimlik olarak ezilmeyi sürdürür. Erkek-egemen sistemin en temel dinamiklerinden olan devlet, herhangi bir yapısal değişiklikle iyileştirilemeyeceği gibi; orta ve üst sınıfların “yaşama tarzı” talepleri de ezilenlerin talepleriyle örtüşmeyecektir. Diğer yandan, bu tartışmalarda görünmeyen ya da görülmek istenmeyen bir diğer şey de, yeni muhafazakarlık denilen bu anlayışın tüm kadınlara; yani başı açık ya da kapalı olana da erişebilmesidir.

Değişen Ne Olursa Olsun Ezilen Kadın

Yaşadığımız coğrafyanın yeni muhafazakarları değişimi öncelikli olarak “kadın” üzerinden tartışmaktadır. Son dönemlerde yapılan araştırma sonuçlarına göre, muhafaza edilmesi gereken en önemli şeyin “aile kurumu” olarak görülmesi de değişimin asıl öznesinin kadın olduğunu göstermektedir. Toplumda “ideal kadın” şöyle tanımlanmaktadır: “Erkeklerle hukuken eşit, gerektiğinde çalışıp para da kazanan, ama aile içerisindeki anne ve eş rollerini asla aksatmayan ve ev içi görevlerini aksatıyorsa işini bırakan; namus kodlarının dışına çıkarak kocasının şerefine laf getirmeyen kadın tipi.” Dolayısıyla kadın toplumda ona biçilen tüm rolleri içselleştirmelidir.

Yeni muhafazakarlığın merkezinde yer alan kadının beklentileri ve talepleri de bu yeni anlayışın çerçevesinde şekillenmektedir. İnançlarıyla doğru orantılı olarak aile kurumunu yükselten, dünya trendlerini kendilerine uyarlayan, ekonomik refaha ulaşabilmenin imkanlarını yaratan, yaşam tarzına uygun olanı alternatifler üreterek gerçekleştiren kadınlar yeni muhafazakarlığın kabulündedirler. Ancak burada kadınlık rolü tamamen içselleştirilmiştir. Diğer taraftan bu “muhafazakar kadınlar” toplumda sosyalleşebilecekleri özel alanlara ihtiyaç duyarlar. Bu anlayış ise hem dışlamayı içeren, hem de ataerkil toplumda dışlanmayı içselleştirmiş bir kadın profili yaratır. Dışlama ve dışlanma yoluyla sosyalleşebilen bu kadınların toplumdaki erkeklerden daha fazla muhafazakâr olması eğilimi belki de bu sebepten ötürüdür. Çünkü sadece muhafazakârlığın araçsal kullanımı yoluyla sosyalleşebilmektedirler. Ötekinin var olması, bizim de ötekiler arasında bir diğer “öteki” olmamız olanağını doğurur. Bu durum kaçınılmaz olarak, bireyin yalnızlaşmasına neden olduğu gibi, yeni bağlamlar türeterek kendini ifşa edebileceği alanlarda yer almasına neden olmaktadır. Yeni muhafazakâr kadın profilindekilerin yaşamakta olduğu durum tam olarak budur.

Yeni muhafazakarlığın coğrafyamızdaki temsilcisi AKP iktidarının kadın politikasının amacı; toplumda kadının, kendini değerli bulduğu ve kendisi için özel alanlar talep ederek özgür olduğu hissiyatına kapılmasını sağlamaktır. AKP iktidarı uyguladığı kadın politikasıyla yalnızca siyasi tabanına, muhafazakar kadınlara hitap etmeyerek toplumdaki tüm kadınları bu politikaya sıkıştırmak istemektedir. Yeni muhafazakarlığın cazibesine kapılarak yaratılmak istenen özgürlük illüzyonuna sıkışan birçok kadın; hem yeni muhafazakarlığın, hem de ataerkilliğin birer uygulayıcısı haline gelir. AKP’nin tetiklediği bu uygulamalar dinsel referanslar alınarak gerçekleşiyor gibi yapılır, ancak bu sadece birkaç istisna olarak kalır. Bu uygulamalar yeni muhafazakar anlayışın özellikle de “muhafazakar elitler” tarafından toplumu değiştirme çabasıdır. Bu değişim kendinden olmayanı türlü yöntemlerle kendine uydurma, uyduramadığında da yok etme üzerine kuruludur.

Yeni Muhafazakarlık Kadını Nasıl Etkiliyor?

Yeni muhafazakar anlayışın kadına yansıması olarak değerlendirebilecek sürecin başlangıcı, 2011’de Kadın ve Aileden Sorumlu Bakanlık’ın adının Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı olarak değiştirilmesidir. Tam bu sıralarda kadına yönelik “radikal söylemler” de peşi sıra dillendirilmeye başlanmıştır. Erdoğan’ın “Ben kadın erkek eşitliğine inanmıyorum, kadınlar ve erkekler birbirinden farklıdır, birbirinin mütemmimidir” açıklamasını kadın örgütleriyle yaptığı bir toplantıda sarf etmesi, sonraki süreçlerde de bu denli cüretkar olmasını normalleştirmeye başlamıştır.

Devletin ekonomik kaygılarla gündeme taşıdığı “kürtaj” ve “doğum kontrol” tartışmaları; geleneksel muhafazakarlığın argümanı olan dini değerler yükseltilerek yapıldı. Bu stratejinin bir nüfus, yani ekonomi politikası olduğu böylece absorbe edilmiş oldu. Altı boş söylemler öylesine kullanıldı ki, dini değerler yükseltilerek nüfus politikası yapmamak gerektiği savunusuyla kürtaj ve doğum kontrolüne dair bilimsel açıklamalar da yapıldı. 2016 yılında “doğum kontrol ihaneti” ve “anne olmayanın eksik, yarım kadın” olması; 2012’deki kürtaj yasası girişimi gibi.

Bahsettiğimiz gibi bu anlayışın hedefinde tüm kadınlar var. Geleneksel muhafazakar anlayışa uygun yaşam tarzı olmayan kadınlar da yeni muhafazakarlık rüzgarının bilinçli/bilinçsiz birer sürdürücüsü olmaktadır. Dini ve manevi değerlerle ideolojik ve yaşamsal hiçbir ortaklığı bulunmayanlar dahi, tıpkı iktidarın yaptığı gibi, söylemlerinde muhafazakarlaşmıştır. Önceden muhafazakarlığın siyasi simgesi başörtüsüyken, şimdi “modern imajlı” kadın da muhafazakar olabilmektedir. Mecliste anayasa oylaması sırasında kavga eden AKP’li ve CHP’li kadın milletvekillerinin dış görünüşü arasında herhangi bir farklılık olmaması bize “hangisi acaba kimden?” sorusunu sordurmuştur. Ama bu yeni muhafazakar anlayışın, bu örnek dışında dış görünüşte değil algılarda örgütlendiğini tekrar hatırlatmakta fayda var.

Amaçlanan; dış görünümü veya kimliği ne olursa olsun; her kadının bu “muhafazakarlığı” benimsemesidir. Geleneksel muhafazakar kesimin değer yargılarına paralel olarak iktidarının öncesinde ve iktidarının ilk döneminde gündemine aldığı “İmam Hatip Liseleri” eğitim alanında bir reform olmaktan çok, bu kesime verilen sözün tutulduğuna dair bir gösterge olarak yorumlanabilir. Keza, imam hatip liselerinde yaratılan ve örgütlenen “kadının toplumdaki pozisyonu” yeni muhafazakar anlayışla paraleldir.

Yeni Muhafazakarlık, kadına yönelik ekonomik stratejileri de beraberinde uygulamaya sokmuştur. 2015’te yapılan yasal düzenlemelerde “ekonomik ve sosyal hayatta erkeklerle eşit şekilde kadınların da dahil olması amacıyla” geliştirilen istihdam projelerinden biri “annelik teşviki”ydi. Annelik izninin bitiminden sonra ilk çocuk için 2, ikinci çocuk için 4 ay olmak üzere yarı zamanlı çalışma izni getirildi. Eğer anne isterse, çocuk ilkokula başlayana kadar yarı zamanlı çalışabilecek, her anneye, 1. çocuk için 300, 2. çocuk için 400, 3. çocuk için 600 lira ödeme yapılacak. Kadının toplumsal hayatta var olması gerektiğini savunurken, annelik teşviki ile ekonomik yaşantının dışında bırakan istihdam uygulamaları yeni anlayışın bir çelişkisi.

Sonuç

Yeni muhafazakarlık, kadını belli söylemler üzerinden geliştirdiği politikalara sıkıştırmayı ve bu söylemleri kadına benimsetmeyi amaçlar. Burada, yaratılan bu muhafazakar anlayışın dışına çıkmak kadınlar için büyük önem taşımaktadır. Verilmesi gereken mücadele hattı, muhafazakarlık karşıtlığı üzerinden laiklik savunusu yapmak; kadının muhafazakarlıktan sıyrılışını referandumda “hayır” demeye koymak, seçimlerde muhalif partilere oy atmak olmamalıdır. Kadının ister laik, ister muhafazakar, ister yeni muhafazakar; anlayışı ne olursa olsun devlete karşı verdiği öz-örgütlü mücadelesi, muhafızların da muhafazakarların da üstesinden gelecektir.

Ece Uzun

[email protected]

Bu sayı Meydan Gazetesi’nin 37. sayısında yayınlanmıştır.

The post Popülist Muhafazakarlık – Ece Uzun appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2017/03/06/populist-muhafazakarlik-ece-uzun/feed/ 0
Devlet Politikası Olarak Muhafazakarlaştırma – Merve Arkun https://meydan1.org/2016/03/01/devlet-politikasi-olarak-muhafazakarlastirma-merve-arkun/ https://meydan1.org/2016/03/01/devlet-politikasi-olarak-muhafazakarlastirma-merve-arkun/#respond Tue, 01 Mar 2016 16:08:11 +0000 https://test.meydan.org/2016/03/01/devlet-politikasi-olarak-muhafazakarlastirma-merve-arkun/ Toplum içerisindeki geleneksel kurumların sürdürülmesini savunan siyasi ya da toplumsal bir felsefe olarak tanımlanabilen muhafazakarlığın kökenlerini, Avrupa’da yükselişe geçen bir sınıfa karşı başka bir sınıfın mevcut konumunu “muhafaza etme” kaygısıyla giriştiği hareketliliğe kadar dayandırabiliriz. Tabiki bu sınıf aristokratlardı. 19. yüzyılda, kendi ekonomik, siyasi ve toplumsal düzenini oturtmaya çalışan burjuvaziye karşı, aristokrasinin eski değerler ve toplumsal […]

The post Devlet Politikası Olarak Muhafazakarlaştırma – Merve Arkun appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
muhafazakarlaştırma

Toplum içerisindeki geleneksel kurumların sürdürülmesini savunan siyasi ya da toplumsal bir felsefe olarak tanımlanabilen muhafazakarlığın kökenlerini, Avrupa’da yükselişe geçen bir sınıfa karşı başka bir sınıfın mevcut konumunu “muhafaza etme” kaygısıyla giriştiği hareketliliğe kadar dayandırabiliriz. Tabiki bu sınıf aristokratlardı. 19. yüzyılda, kendi ekonomik, siyasi ve toplumsal düzenini oturtmaya çalışan burjuvaziye karşı, aristokrasinin eski değerler ve toplumsal işleyiş savunusu, aynı zamanda bu sınıfın ayrıcalıklı varlığını sürdürebilme çırpınışıydı.

Bu çırpınışın, şimdilerde bir siyasal söylem ve hareket üzerinden konumlanıyor oluşu, belki aristokrasinin yitip gitmesini engelleyemedi ancak toplumsal, ekonomik ya da siyasi konumunu “muhafaza” etmeye çalışan başkaca kesimlerin ortaya çıkmasına ve bu söylemi kullanmasına yol açtı.

Batılı tarihsel kökeniyle ilişkili ancak kendi dinamiklerinden beslenen bir olgu olarak, içinde bulunduğumuz coğrafyadaki muhafazakarlığın beslendiği en büyük değer kümelerinden biri de patriyarkadır.

Muhafazakarlık, din, devlet, militarizm, aile vb. kavramlar üzerinden temellenir. Bahsi geçen kavramlar, kadının ezilen ve erkeğin de ezen olduğu bir ilişki biçimini oluşturan, tahsis eden ve devamlılığını sağlayan mekanizmalardır.

İktidar, siyasal söylemini de bu mekanizmaları korumak, onlarla ilintili değerleri sahiplenmek üzerine oturtur. Yaşadığımız coğrafyada, II. Meşrutiyet’le beraber kurulan Ahrar Fırkası’ndan 1911’de kurulan Hüriyet ve İhtilaf Fırkası’na; muhafazakar siyasal söylemin popülist bir anlamına kavuştuğu Demokrat Parti’den, muhafazakarlığın daha özelde İslam’la ilişkilendirilerek algılandığı Milli Nizam Partisi’ne, aynı siyasal geleneğin “Milli Görüş”ü içinde yer alan diğer partilerinden bu siyasal gelenekten kopan “yenilikçi” kanadın AKP’sine kadar muhafazakarlık, kendi siyasal söylem ve hareketliliğini her daim bulabilmiştir.

Bu siyasi gelenekle ilişkili olarak, bugün, devlet eliyle işletilen “muhafazakar politikalar” içinde bulunduğumuz süreç yeni bir aşamaya tekabül etmektedir. Kadın, sadece ekonomik ve siyasi alanlardan soyutlanmamakta, statü sahibi erkeklerin tamamlayıcı parçaları olarak yeniden tanımlanmaktadır. Hareket alanı, kuralları ve biçimi erkek tarafından saptanmış bir çerçeve içinde toplumsal işleyişlere katılabilmektedir.

Savaş koşullarına dayalı bir siyasal işleyişin, faşizmi aratmayan uygulamalarının gerçekleşebilmesi için yaratılması gereken disiplin toplumu, kadın üzerinden denetlenebilir.

Siyasal iktidarların, “çok çocuk doğurmak” üzerinden şekillendirmeye çalıştıkları toplumsal mühendislik projeleriyle, biyolojik yeniden üretim; “kutsal annelik”i toplumsal bir değer haline getirmesiyle, gelecek neslin iktidarın değerleriyle yetişmesi hedeflenmektedir.

Kadının toplum içerisindeki konumu her geçen gün, sistematik erkek şiddetinin de etkisiyle, erkeğe bağlı ve bağımlı kılınmaya çalışılırken; patriyarkal ilişki ve cinsiyete dayalı işbölümü, devletin muhafazakar politikaları aracılığıyla sağlama alınmaktadır. Kadınlara yönelik cinsel saldırı ya da kadın cinayetlerinin önünü almayı değil; tam tersine pekiştirmeyi ilke edinmiş kadın politikalarıyla devlet; aile politikaları aracılığıyla kadını önce kocasına, sonra da yine bu politikaların etkisiyle, devlete tabi kılmaktadır.

Devletin yeni muhafazakar politikalarının neyi muhafaza etmeye çalıştığı açık; erkek iktidarını. Bu politikaların aynı zamanda neyi muhafaza altına almaya çalıştığı da; kadını. Buradan yola çıktığımızda, devletin, kadını muhafaza etme maskesi altında, muhafaza altına almasını meşrulaştırması da diyebiliriz muhafazakarlığa.

Merve Arkun

[email protected]

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 32. sayısında yayımlanmıştır.

The post Devlet Politikası Olarak Muhafazakarlaştırma – Merve Arkun appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2016/03/01/devlet-politikasi-olarak-muhafazakarlastirma-merve-arkun/feed/ 0
“Siyasi Fırsatçılık: Devletin Tarih Yalanları” – Emrah Tekin https://meydan1.org/2015/02/07/siyasi-firsatcilik-devletin-tarih-yalanlari-emrah-tekin/ https://meydan1.org/2015/02/07/siyasi-firsatcilik-devletin-tarih-yalanlari-emrah-tekin/#respond Sat, 07 Feb 2015 18:45:19 +0000 https://test.meydan.org/2015/02/07/siyasi-firsatcilik-devletin-tarih-yalanlari-emrah-tekin/ Astronomik maliyeti başta olmak üzere; yapımı; açılışı; hakkında mimar odaları da dahil, çeşitli STK’ların ya da bireylerin açtığı davalarla kamuoyunun gündeminden düşmeyen yeni Cumhurbaşkanlığı Sarayı’nda, geçtiğimiz ay içinde Filistin Devlet Başkanı Mahmut Abbas’ın ziyareti sırasında düzenlenen “sıra dışı” bir devlet ritüeli oldukça konuşuldu. Kimi siyaset yorumcuları ve köşe yazarları tarafından “Neo –Osmanlıcı” olarak tanımlanan siyasal […]

The post “Siyasi Fırsatçılık: Devletin Tarih Yalanları” – Emrah Tekin appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
Astronomik maliyeti başta olmak üzere; yapımı; açılışı; hakkında mimar odaları da dahil, çeşitli STK’ların ya da bireylerin açtığı davalarla kamuoyunun gündeminden düşmeyen yeni Cumhurbaşkanlığı Sarayı’nda, geçtiğimiz ay içinde Filistin Devlet Başkanı Mahmut Abbas’ın ziyareti sırasında düzenlenen “sıra dışı” bir devlet ritüeli oldukça konuşuldu. Kimi siyaset yorumcuları ve köşe yazarları tarafından “Neo –Osmanlıcı” olarak tanımlanan siyasal iktidar çevresinin, bu “ritüeli” eski bir Osmanlı toprağı olan Filistin’in devlet başkanın kabulü esnasında yapılması ise belki de rastlantının ötesinde bir durumdu.

TC Cumhurbaşkanı Erdoğan, konuğunu, şatafatlı sarayının ihtişamlı merdivenlerinde karşılarken, görüntülerde bu iki devlet yöneticisinin dışında merdivenlerin sağında ve solunda sıralanmış 16 figür göze çarptı. Daha sonra, bu “16 tarihi figür”ün TC Cumhurbaşkanlığı bayrağındaki 16 yıldıza atfen, Türklerin tarihleri boyunca kurulan 16 devleti sembolize ettiği açıklandı. Bu ve benzeri devlet ritüelleriyle artık, “Yeni Türkiye”de daha sık karşılaşılacağı iktidar yanlısı köşe yazarlarınca, kendi medya organlarında dolaylı olarak vurgulandı.

Başkanlık sistemi tartışmalarının iktidar çevrelerince tekrar “gündeme sokulduğu” bu günlerde, Türklerin kurduğu 16 devlete göndermede bulunmak, Taksim-Gezi Direnişi ve yolsuzluk operasyonları sonrası yükseltilen milliyetçi hamaset söylemiyle aslında çelişmiyor. Hatırlayalım; Taksim-Gezi Direnişi sonrası devlet iktidarı ve yandaş kalemleri sıkça “dış mihraklar” söylemine sarılarak buna uygun, “faiz” başta olmak üzere çeşitli ve “yaratıcı” lobi faaliyetleri iddialarını, “hain adresler” olarak göstermişti. Bu yanıyla “16 Türk devleti” göndermesi, söz konusu milliyetçi vurgular göz önüne alındığında çelişki oluşturmuyor gibi gözükse de, aslında iktidarın geleneğindeki politik referansı olan etnik milliyetçi söylem karşısına “İslam ümmetçiliği”ni çıkaran Milli Görüş kökenli “siyasal İslamcı” çizgisiyle çelişiyor.

Coğrafyamızda sağ siyasal gelenekler, zaman zaman birbirleriyle çakışsa ve iç içe girmiş gibi görünse de, kendilerini aslında farklı politik kulvarlar olan milliyetçilik, muhafazakarlık ve İslamcılık kimliklerinde tanımlayagelmişlerdir. 2002 yılında kurulduğunda siyasal İslam referanslı Milli Görüş kimliğini –belki de dönemsel bir taktik adım olarak- “muhafazakar demokrat” kimliği ile değiştirdiğini söyleyen AKP politik hattı, iktidarda olmanın da olanaklarıyla hayata geçirdiği pratik adımlarla siyasal İslamcılık çizgisine geri dönüş adına güçlü sinyaller vermişti. İmam Hatip okullarının artan sayısı, okullarda kızlı-erkekli karma sistemin tartışmaya açılması, Sünni İslam’ın devlet kurumu Diyanet İşleri Başkanlığı’nın statüsünün ve etkinliğinin oldukça artması, Ortadoğu coğrafyasında Müslüman Kardeşler başta olmak üzere radikal İslami çevrelerle geliştirilen ilişkiler bu adımların akla gelen bazıları.

Malum, törendeki 16 Türk devleti konusuna geri döndüğümüzde ise yukarıdaki veriler ışığında mevcut devlet iktidarının söylemsel ve pratik bir paradoksunun yanı sıra, devletin resmi tarih savlarının gerçekliği noktasında da önemli soru işretleri ortaya çıkıyor. İslamcı referanslarla siyaset yürüten devlet iktidarının, 8’i İslamiyet öncesi 16 Türk devletine göndermede bulunması, bir çelişki oluşturmasının yanı sıra, İslami ümmetçilik söylem ve pratiğini esas almayan ırkçı-milliyetçiliğe bir yeşil ışık olarak da değerlendirilebilir. Yeni bir seçim sürecine girildiğinde, alabildiğine pragmatik bir siyasete sahip olan iktidarın bu adımı, kendi içinde bir tutarlılık arz etmesine karşın, siyasal İslamcı söylem ve pratikleri açısından bir çelişki oluşturuyor.

Devlet iktidarının mevcut sürdürücüsü çevrenin siyasi rant amaçlı bu faydacılığının dışında ise cumhurbaşkanlığı forsundaki “16 Türk devleti” odaklı tartışmalar, devletin resmi tarih yalanlarını da tekrar gün yüzüne çıkardı. Forstaki “16 Türk devleti” teorisinin yıllar önce 1969’da devletin ırkçı söylemlerine de referans olan Türkçü-Turancı ideolojinin teorisyenlerinden Nihal Atsız tarafından, aynı ideolojideki “Ötüken” dergisinde “16 Devlet Masalı ve Uydurma Bayraklar” başlıklı bir yazıda çürütüldüğü ortaya çıktı. Atsız, yazısında Türklerin kurduğu devletlerin sayısında bir netlik olmadığını, ancak özellikleri arasında “devlet kurmak olan” bir ulusun, bu devletleri neden yaşatamadığının sorgulanması gerektiğini belirtiyor. Benzer bir biçimde de Ankara Üniversitesi SBF akademisyenlerinden ve milliyetçi-Kemalist kimliği ile bilinen Prof. Coşkun Üçok da Tarih ve Toplum dergisinin Ocak 1987 sayısında “16 Türk devleti” iddiasının bir gerçekliği olmadığını vurgularken, söz konusu yazdığı yazıya yakın bir dönemdeki enteresan bir devlet uygulamasıyla bu iddiasını destekliyor. TC devletinin Cumhurbaşkanlığı forsundaki 16 yıldız halihazırda dururken, 15 Kasım 1983’te KKTC, 17. Türk devleti(?) olarak kurulur. Bu durumda forsa, KKTC’yi simgeleyen bir yıldız daha eklemek gerekmektedir. Ancak dönemin devlet aklı, belki de “16 ahengi”ni bozmamak için, 16’lardan Batı Hun Devleti’ni çıkararak bu yeni Türk devletine “yer açmıştır.”

Mevcut devlet iktidarı, bir tarafta Türkçülük-Turancılık, diğer taraftan Osmanlıcılıkla beslediği eklektik bir yeni rejim inşası sürecini örerken, aslında vesayet dönemi diye de adlandırdığı yaklaşık 100 yıllık yerleşik düzen döneminin tarihsel yalanlarından faydalanıyor. Bu açıdan bakıldığında “eski” ile “yeni” arasında siyasi çıkar hesaplarına dayalı ve yalanlarla desteklenen fiili bir ortaklık beliriyor. Onlar devletler kurup yıkar, “yeni rejimler” tesis ederken; kurulup yıkılan her devlet, ezilenlerin çalınan yaşamları üzerinden vücut buluyor.

Emrah Tekin

[email protected]

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 24. sayısında yayımlanmıştır.

The post “Siyasi Fırsatçılık: Devletin Tarih Yalanları” – Emrah Tekin appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2015/02/07/siyasi-firsatcilik-devletin-tarih-yalanlari-emrah-tekin/feed/ 0