The post “Rabia” Milliyetçi-Muhafazakar Faşistleri Birbirine Düşürdü appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Düzce Ülkü Ocakları üyeleri ise, belediye tarafından kavşağa dikilen Rabia işareti heykeline tepki gösteren bir eylem gerçekleştirdi. Anıtpark’ta toplanıp heykelin bulunduğu kavşağa kadar yürüyen ırkçı-faşistler ‘Bozkurt Türk’ün milli sembolü’ sloganı attı. Faşistler, heykeli Ülkü Ocakları bayrağı ile kapattı.
Mısır’dan Devşirilen “Rabia”
7 Haziran 2015 seçimleri ve Suruç Katliamı sonrası yükseltilen milliyetçilikle birlikte devlet yetkilileri, yaptıkları konuşmalarda, devlet paradigmasında yerleşik tekçi anlayışa paralel, ‘Tek vatan, tek bayrak, tek millet, tek devlet.’ vurgusu yapmıştı. Bu 4 maddelik vurgu ise “Rabia” şeklinde formülize edilmişti.
Arapça “dört, dördüncü” anlamlarına gelen Rabia, 2013’te Mursi iktidarına karşı gerçekleştirilen darbe sonrası Müslüman Kardeşler yanlılarınca kullanıldı. Mursi’nin Mısır’ın 4. cumhurbaşkanı olması, darbeye karşı direnenlerin toplandığı Rabiatü’l-Adeviye Medanı’na adı verilen kadın sûfinin, ailesinin 4. çocuğu olması, bu simgeye atfedilen diğer etkenlerdi. Müslüman Kardeşler ile ideolojik bir yakınlığı olan AKP ise, Rabia işaretini, önce Müslüman Kardeşler ile “dayanışma adına” kullansa da, daha sonra bu simgeyi kendi politik çıkarları paralelinde şimdiki içeriğine evriltti.
The post “Rabia” Milliyetçi-Muhafazakar Faşistleri Birbirine Düşürdü appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post Mısır Diktatörü Hüsnü Mübarek Serbest Bırakıldı appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Mübarek’in avukatının açıklamasına göre, 2011’de kendine yönelik iddialardan beraat eden Mübarek, sonrasında yolsuzluk davalarından birinden daha aklandı.
2011’de Tahrir Meydanı’nda, protestocuların ölümüne neden olduğundan Mursi yönetimindeki mahkemelerce müebbet alacağı kesinleşen Mübarek‘in, daha sonra Sisi yönetiminceki aynı mahkemelerce işlediği suçlar nedeniyle tutulduğu cezaevinden salıverilmesine karar verildi. Mübarek’in tutuklu bulunmak için yasal zeminin olmadığından dolayı çıkarılması gerektiği yetkililerce söylense de, Mübarek’in tahliyesinin kaosa yol açacağı özellikle muhaliflerin en çok dillendirdiği meselelerden.
Mübarek, kararını halkın Tahrir’de 2011’de verdiği; Mübarek’in suçlu olduğu, Mısırlı muhalifler tarafından dile getirilse de, yeni ordu yönetimi Mübarek’in 2011 öncesi döneminin benzer yıllarını Mısır halkına yaşatmaya devam ediyor. Mübarek’in siyaset sahnesine yeniden dönmesinin politik yansımalarını yakın zamanda gözlemleyeceğiz.
Bu değişen yargı kararları, aynı mahkeme ve aynı hakimce alınan kararların değişen iktidarlara göre yeniden şekilleniyor olması bizlere devletin adaletinin nesnel olmadığının, iktidarlara bağlı olduğunun göstergesidir.
The post Mısır Diktatörü Hüsnü Mübarek Serbest Bırakıldı appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post Kahrolsun Sisi Kahrolsun Mursi ” Yaşasın Mısır Devrimi” appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>17 Ağustos’ta, Mısır’da yüzlerce insanın ölmesi, binlercesinin yaralanmasıyla sonuçlanan katliam sonrası, Anarşist Tahrir-ICN’nin duruma ilişkin bildirisi:
Geçtiğimiz son iki gündeki gelişmeler devrimi öldürmek ve ordu/polis devletine geri dönmek amacıyla ordunun elinde tuttuğu gücü sağlamlaştırmak için yarattığı olaylar silsilesinin en son adımıydı.
Baskıcı Müslüman Kardeşler rejimi gitti. Ama onun yerine, Müslüman Kardeşler’den daha az otoriter ya da faşist olmayan üstelik iktidardan indirilmesi çok daha güç olan ordunun gerçek yüzü geldi.
Ordunun, Nadha Meydanı’nda ve Rab’ada Mursi destekçilerine uyguladığı katliamda 500 kişi katledildi ve yaralananların sayısı 3.000’i geçti (Sağlık Bakanlığı’nın verilene göre-fakat bu sayının çok daha yüksek olduğu söyleniyor). Bu önceden planlanmış bir devlet terörizmi eylemidir. Bu, insanları ikiye bölmeyi amaçlamakta ve Müslüman Kardeşler’in intikam almak ve kendini korumak için daha fazla militan yaratmasını sağlamayı amaçlamaktadır. Bu, böylece ordunun tüm İslamcıları terörist diye tanımlamasına ve ülkede bir “iç düşman” yaratarak halihazırda devam etmekte olan olağanüstü hali meşrulaştırmasına olanak sağlıyor.
İktidar bugün Müslüman Kardeşler’in peşinde, yarın iktidarı eleştirmeye yeltenenlerin peşinde olacak. Zaten ordu, polis ve askere olağanüstü yetkiler vererek ve birçok eyalette aynı anda akşam 7’den sabah 6’ya kadar sokağa çıkma yasağı uygulayarak bir aylık olağanüstü hal ilan etmişti. Bu da orduya kendisinden farklı düşünenleri yok etmek için tam yetki sağlıyor. Bu devrim öncesi günlere, yani 1967’den beri mevcut olan olağanüstü hal kanunlarına dönüş demektir ve bu yapı baskının tüm ülkeye yayılması ve özgürlüğün reddi demektir.
Yeni rejimin karakteri açıktır. Birkaç gün önce on sekiz devlet adamı atanmıştır, bunların büyük çoğunluğunun kökeni ya polis/ordu ya da eski Mübarek rejiminin kalıntılarıdır. Ayrıca bir de kendi hakları için grev yapan işçilere (ordunun Suez’deki çelik işçilerine saldırıp onları tutuklaması gibi) saldırılmaktadır. Askeri rejim, devrimci eylemcilere karşı da bir av başlatmış, gazetecilere saldırarak onları tutuklamış, yabancıları olaylara tanıklık etmemesi konusunda tehdit etmiştir. Hem yerel hem de küresel medya yarı gerçek haberler yapıyor ve siyasi gündemin destekçilerinin hikayesini yazıyor. Karşı-devrim son sürat yoluna devam ederken böl ve yönet taktiği ile insanların arasında oluşan birliği nasıl bozacağını iyi biliyor.
Son iki günde köktenci saldırılar artışa geçti, 50’den fazla kilise ve Hristiyan kurumlar saldırıya uğradı. Ordu ve polis, Hristiyan topluluklarının binalarını korumaya gerek duymadı. Ordunun ve Müslüman Kardeşler’in her ikisinin de ilgisi tansiyonu yükseltmek, korku yaratıp, insanların içine nefret tohumları serpmektir. Onlar devletin kendi kontrollerine geçmesi için savaşırken, insanların kanları sokakları dolduruyor.
Biz güç savaşı ve köktenci saldırılar vasıtası ile Rab’a ve Nadha Meydanı’nda yapılan katliama, işçilere, eylemcilere ve gazetecilere yapılan saldırılara, insanların aldatılmasına karşı çıkıyoruz. Devrimin devam etmesi için insanlar her kimden gelirse gelsin saldırılara, iktidarın tiranlığına muhalefette birleşmeliler!
Kahrolsun Ordu ve Al-Sisi!
Kahrolsun Mübarek rejiminin kalıntıları ve zengin elitler
Kahrolsun devlet ve tüm güç otonomcu topluluklara
Yaşasın Mısır Devrimi!
Tahrir Küresel ağına https://www.facebook.com/TahrirIcn facebook sayfasından veya http://tahriricn.wordpress.com adlı internet sitesinden ulaşabilirsiniz.
Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 12. sayısında yayımlanmıştır.
The post Kahrolsun Sisi Kahrolsun Mursi ” Yaşasın Mısır Devrimi” appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post Mısır’da İsyan Darbe Muammasında – Hüseyin Civan appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>2011’in Ocak ayında, Mübarek’e isyan edenler bu sefer de kendinden önceki baskıcı rejimin devamcısı olduğunu ekonomik sömürü, polis şiddeti, işkence ve ölümlerle kanıtlayan Mursi’ye karşı isyan ediyordu. Ne Müslüman Kardeşlerin aşağılık otoritarizmi ve ahbap çavuş kapitalizmi, ne siyasi ve ekonomik yaşam üzerinde sıkı denetimi sürdüren askeri bir aygıt, ne de Mübarek döneminin eski yapıları tarafından idare edilen bir gelecek amaçlıyoruz.” diyordu halk.
İsyana Darbe Muamması
Ancak iki buçuk sene önceki durumun bir benzeri tekrar etti. Mübarek rejimine karşı, ordunun desteği ile başa gelen Özgürlük ve Adalet Partisi, aynı ordunun darbe girişimine maruz kaldı.
Bu aşamadan sonra, hareketi anlamlandırmak, eski siyaset biçimine göre bir kalıba sokmak kolaydı. Bir yanda Mursi ve İhvancılar, diğer yanda ordu ve darbeciler. Bu tarz bir sınıflandırma, İslamcılar ve laikler ayrımını yapmak adına da işi kolaylaştırıyordu. Laikler ordunun desteği ile İslamcı partiye karşı ayaklanmışlar ve darbe olmuştu.
Aynı tarz düşünce yapısı, Gezi direnişi ve isyanını da benzer kalıplara sokmaya çalışmıştı. Önce sadece Gezi Parkı’ndaki ağaçlar için çevreci bir eylem gibi gösterilen, sonra hükümet karşıtı bir hareket formuna sokulmaya çalışılan isyan, insanların sokağa çıkmasındaki esas nedenlerden bağımsız gösterilmişti. Bu manipülasyonda ana muhalefet partisinin etkisi görmezden gelinemez. Aynı eski siyasetin parçası konumunda bulunan hükümeti, muhalefeti, medyası, STK’ları ile mevcut durumu algılayış bu sığlığın ötesine geçemedi.
Mısır’da, ordu, başbakanlığa Muhammed El Baradey’i ardından Ziyad Bahaddin’i atadı. Mursi’nin ordunun darbesini tanımadığını ve sokaklarda orduya karşı direneceklerini belirttiği açıklamasından sonra, sokaklara çıkan Mursi yandaşları için bu atama bir anlam ifade eder mi bilinmez. Ancak, Mursi’nin gözaltında tutulduğu askeri kışlanın önüne gelen insanlara ateş açan ordunun 50’den fazla insanı katletmesinden sonra olayların seyri daha da değişecek.
Müslüman Kardeşler’in bu olay sonrası “Devrimi çalanlara isyan edin” çağrısına cevap veren Selefi grupların Refah, Sina ve Ariş’te düzenlediği saldırılar ve Kıpti mahalleleri basması, olayların büyüyeceğinin en açık göstergesi.
Mursi’nin iktidara geldiği süreçte, en çok destek veren devlet liderlerinden biri Erdoğan’dı. Duruma ilişkin rahatsızlığını, darbe ve demokrasi kıyaslaması üzerinden yapan Erdoğan, Batılı devletleri bu darbeye sessiz kalmakla suçladı. Bu sürece müdahil olmayan Batılı devletlerin tutumunun tutarsız olduğunu vurguladı. Gittikçe bir iç savaş durumuna dönüşen olayların, Mısır’da da Suriye’ye benzer bir sürecin yaşanacağının göstergesi olduğu şu an konuşulanlar arasında.
Yeni Siyaset Biçimi
Mısır’a ilişkin tabloda konuşulanlar aynı eski siyasetin bir yansımasına dönüşmüş durumda. İç savaşın yoğunluğunda unutulan/unutturulmak istenen Mursi’ye karşı da, orduya karşı da, Mübarek rejiminin kalıntılarına karşı da sokakları dolduran halkın iradesi.
Mısır’da yaşanmakta olan durumdan, farklı coğrafyalarda eylemlik halinde bulunan halkların iyi deneyimler çıkarması gerekiyor. Halkın iradesinin siyasete doğrudan yansıdığı yeni biçim, eski siyasal yapıları rahatsız ediyor. Eski siyasal yapılardan medet uman tüm kesimlerin görmesi gereken durum; devlet mekanizması ve ilgili kurumların yeni siyasi konjonktürde meşruluğunu yitirdiğidir. Bunun anlamı şudur, insanlar siyaseti varolan yapılardan bağımsız konuşmaya ve eylemeye başlamıştır. Partilerin güdümünde olmayan, kendiliğinden, lidersiz, merkezsiz yapılanmalarla başlayan yeni süreçte, kimseyi göreve çağırmaya gerek yoktur. Orduların, hükümetlerin, muhalefet partilerinin, medyanın atıl kaldığı bu ortamda siyasal özne, özgür bireylerin oluşturduğu öz-örgütlenmeye dayalı toplumsal yapılardır.
Hüseyin Civan
[email protected]
Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 11. sayısında yayımlanmıştır.
The post Mısır’da İsyan Darbe Muammasında – Hüseyin Civan appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post Müslüman Kardeşler’in Yeni Devleti: Filistin appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Yetmiş senedir Filistin halkının sesine kulaklarını tıkayanlar, onu yok sayanlar, şimdi de Filistin’i devletli siyasetin içine sokarak elini kolunu bağlamaya çalışıyor.
29 Kasım 2012’deki Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’ndan sonra Filistinliler, kazandıkları statüyü dünyanın her yerinde kutladılar. Sadece Filistinliler değil, kazanılan bu statü Mısır, Türkiye, Katar gibi Müslüman Kardeş devletler tarafından da çok olumlu karşılandı. Hamas yönetimindeki Filistin, 138 ülkenin desteğini alarak “üye olmayan gözlemci devlet” statüsünü kazandı. Bu oylamada ebedi düşman İsrail, onun vazgeçilmez müttefiki ABD, dış politikasını ABD üzerinden belirleyen Kanada, İsrail’le iyi ilişkileri olan Çek Cumhuriyeti ve ABD’nin nükleer denemelerini yaptığı ada devletleri Panama, Marshall Adaları, Mikronezya, Nauru, Palau hayır oyu kullandı. Filistin’in kazandığı bu statü, onu belki birkaç sene içerisinde, üye devlet konumuna yükseltecek.
Filistin’in böyle bir statü kazanmasında payı olan devletler, İsrail’in 150’nin üstünde insanı öldürdüğü Gazze saldırısını göz önünde tutarak mı böyle bir karara vardı bilinmez. Ancak İsrail, Filistin’in böyle bir statü kazanmasının ardından Batı Şeria’da yerleşimci sayısını arttıracağına ilişkin uyarılarla duruma ilişkin rahatsızlığını açık bir şekilde dile getirdi. ABD Dışişleri Bakanı Hilary Clinton, İsrail ve Filistin arasında olası barışın bu adımla sekteye uğradığını söyleyerek sonuçtan duyduğu rahatsızlığı belirtti.
Filistin’in “Gözlemci” Devlet Olması
Filistin’in bu statüyü kazanmasının ardından, İsrail’in rahatsızlığı, uluslararası medyada farklı bakış açılarıyla yorumlandı. Filistin, “gözlemci” konumundan sonra, üye devlet olmak için, daha önce benzer süreci işleten İsviçre, Japonya vb. devletler gibi BM’ye başvurabilecek.
Filistin’in üye devlet olmasının anlamı şu; İsrail, Gazze benzeri bir saldırıda bulunduğunda ya da Filistin topraklarında işgale ve yerleşimlere devam ettiğinde, Filistin bu durumu uluslararası ceza mahkemesine taşıyabilecek. Böylelikle İsrail, somut anlamda bir yaptırımla karşılaşabilecek.
Gazze saldırılarından sonra, Mısır cumhurbaşkanı Muhammed Mursi’nin araya girmesiyle sağlanan ateşkes, Gazze üzerindeki ambargoyu hafifletmiş, Mısır sınırı tam anlamıyla olmasa da açılmış, İsrail Gazze’nin deniz sahası kullanımındaki kontrolünü biraz daha geri çekmişti. Bütün bu kazanımlar 150’nin üstünde Filistinlinin ölümü gerçeğini unutturmasa da Mahmud Abbas, tüm bu gelişmelerin olmasını sağlayan devlet başkanı konumundaydı.
BM’de Filistin’in gözlemci devlet statüsüyle birlikte, başarılı devlet başkanı Abbas’ın karizması pekişmiş oldu. Müslüman Kardeş devletler de bu durumu her fırsatta dile getirdi.
Hukuki Meşruiyetin Zaferi
Son siyasi gelişmeler, Mahmud Abbas ve Filistinliler kadar birini daha, çok sevindirmişti: Hamid bin Halife El Sani. Katar Emiri El Sani, tüm bu gelişmeler yaşanmadan Gazze’yi ziyaret etmişti. Bu ziyaretin Gazze’de siyasi ambargo varken gerçekleşmesi, bu ambargonun kırılması adına önem taşıyordu.
1967’den bu yana Gazze’yi ziyaret eden ilk Arap, El Sani olmuştu. Yapılan ziyaret Filistin’de bazı tartışmalara yol açsa da, özellikle inşaat sektörüne yaptığı yüklü yardımla El Sani, ziyaretini kendisi meşrulaştırmış oldu.
Katar Emiri, Filistin’in “gözlemci devlet” statüsünü ilk kutlayanlardandı. El Sani yaşanan bu gelişmeyi, uluslararası hukuk ve meşruiyetin zaferi diye niteliyordu. El Sani’nin dışişleri bakanı Hamid Bin Kasım da benzer şekilde “Hamas şimdi bir siyasi örgüt oldu.” diyerek pekiştirdi Emir’ini.
Filistin’in Uluslararası Siyasette Tanınması
Filistin’in BM’ye üye “devlet” olmasının önünü açan bu süreç, Filistin halkının yıllardır çektiği zulüm ve inkâr politikalarına karşı umut vadeden bir süreç gibi algılanabilir. İsrail’in bundan sonra, Filistin topraklarına saldırmaya çekineceği ihtimali, yıllardır bu topraklarda “var olma mücadelesi” veren bir halk için önemli olabilir. Bu kararlı mücadelenin bir sonucu olarak bile görülebilir belki bu süreç.
Filistin halkı, BM’de kazanılan bu statüye sevinmekte haklı. Yaşamın ölümle arasındaki mesafenin kısa ve bu mesafeyi kat etmenin ani olduğu topraklarda, direnen halkın yaşama isteği var bu sevinçlerde.
Ancak, uluslararası hukukun “devlet” meşruiyetine sevinenlerin zafer naralarında başka hesaplar gizli!
Katar, şu ana kadar İsrail politikasını en barışçıl tutan devlet konumunda Ortadoğu’da. Hatta İsrail’in yerleşimci politikalarını ve Tamamen Yahudi Kudüs projesini destekliyor. El Sani’nin 2007 yılında ABD’de bir araya geldiği İsrail dışişleri bakanı ile yaptığı görüşmeler, bu desteği pekiştirir nitelikte.
Zira, Mısır’ın ve Türkiye’nin de benzer kaygılar içinde olduğunu görmek için kahin olmaya gerek yok. Bu sürecin en büyük destekçileri konumundaki bu üçlü, direnişin sürdüğü zaman zarfında İsrail politikalarını hiçbir zaman radikalleştirmediler. İsrail devleti ile diyalogu sürdürerek, bölgedeki siyasi ve ekonomik çıkarlarını korudular.
Filistin, Ortadoğu’da yaklaşık yetmiş yıldır direniyor. İsrail’in, ABD’nin ekonomik ve siyasi temelli politikalarına karşı direniyor. Bu direniş meşruluğunu, “devlet” statüsünden değil; ezilen halkın yaşam mücadelesinden alıyor. Meşruluğu “devlet” statüsüne indirgemeye çalışan uluslararası hukukun devletleri, yetmiş senedir yok edemedikleri direnişi daha “meşru” yollarla yok etmeye çalışıyor.
Filistin halkının var olma mücadelesini, kitle imha silahlarıyla, psikolojik şiddetle, yok saymayla sağlayamayanlar; bu kez Müslüman Kardeş devletlerin bünyesinde vücut bulup, direnişi başka bir şekilde yok etmeye uğraşıyorlar. El Sani, Mursi ve Erdoğan’ın Ortadoğu’daki siyasi ve ekonomik stratejilerinin bağımlı olduğu odaklar göz önünde bulundurulduğunda, direnen Filistin’e ne yapmak istedikleri açık. Bu üçlü ortağın Suriye politikasının da aynı olduğu unutulmamalı.
Kürsel iktidarların Ortadoğu politikalarının yerel uzantıları konumundaki devletlerin, İsrail ve ABD’nin stratejilerini neden görmezden gelemeyeceği açıkken, asıl planlanılanın nasıl bir yıpratma ve yok etme planı olacağının dikkatlerden kaçmaması gerekiyor.
Küresel kapitalizmin hukuki düzeninde, devletler savaşır ve devletler barışır. Savaş ve barış, devletlerin hukuki meşruiyetinde tanımlanır. Bu uluslararası hukuk düzleminde yer almayan her şey yok sayılır. Yetmiş senedir Filistin halkının sesine kulaklarını tıkayanlar, onu yok sayanlar, şimdi de Filistin’i “devletli siyaset”in içine sokarak elini kolunu bağlamaya çalışıyor. Yakın zamanda, Ortadoğu’da yeni bir devletin kuruluşuna tanıklık edeceğiz.
Kuruluşundan itibaren bu devletten, uluslararası hukuk düzleminde kendine biçilen rolü oynaması beklenecek: Mahmud Abbas, tanınmış Filistin’in ilk devlet başkanı olacak. Müslüman Kardeş’lerin Filistin kanadı olan Hamas ise 25. yılını bir devlet gibi kutlayacak. Katar dışişleri bakanının öngörüsünün olması beklenecek; “Hamas artık siyasi bir örgüt ve direnişi bir kenara bıraktı.”
Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 6. sayısında yayımlanmıştır.
The post Müslüman Kardeşler’in Yeni Devleti: Filistin appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>