mutsuzluk – Meydan Gazetesi https://meydan1.org Anarşist Gazete Mon, 09 Jan 2017 13:51:53 +0000 tr hourly 1 https://wordpress.org/?v=5.3.13 “Mutsuzluk Sendromu” – Ece Uzun https://meydan1.org/2017/01/09/mutsuzluk-sendromu-ece-uzun/ https://meydan1.org/2017/01/09/mutsuzluk-sendromu-ece-uzun/#respond Mon, 09 Jan 2017 13:51:53 +0000 https://test.meydan.org/2017/01/09/mutsuzluk-sendromu-ece-uzun/ Mutsuzluğa Sıkıştırılıyoruz! Saat uygulamaları, günışığından daha çok yararlanmak içindir. Uygulama kapsamında saatler periyodik olarak genellikle ilkbahar başlangıcında bir saat ileri, sonbahar aylarında bir saat geri alınır. Biz 1972 yılından beri aynı yaz-kış saati uygulamasını yaşarken, geçtiğimiz 8 Eylül 2016’da Enerji Bakanı, “Artık saatler geri alınmayacak, enerjiden tasarruf edeceğiz” şeklinde bir açıklamayla uygulamayı sonlandırdı. UTC+3 zaman […]

The post “Mutsuzluk Sendromu” – Ece Uzun appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>

yuksel_01

Mutsuzluğa Sıkıştırılıyoruz!

Saat uygulamaları, günışığından daha çok yararlanmak içindir. Uygulama kapsamında saatler periyodik olarak genellikle ilkbahar başlangıcında bir saat ileri, sonbahar aylarında bir saat geri alınır.

Biz 1972 yılından beri aynı yaz-kış saati uygulamasını yaşarken, geçtiğimiz 8 Eylül 2016’da Enerji Bakanı, “Artık saatler geri alınmayacak, enerjiden tasarruf edeceğiz” şeklinde bir açıklamayla uygulamayı sonlandırdı. UTC+3 zaman dilimi kullanılmaya başlandı, yani saatler geri alınmadı, kış uygulamasına geçilmedi. Bu zaman diliminin kullanılmaya başlanması çeşitli tartışmaları da beraberinde getirdi; Avrupa devletleriyle son süreçte yaşanan gerilimli ilişkiler, dış siyasette Batı’dan uzaklaşarak doğuya yönelen eksen kayması ve bir dizi başka yorum. Sosyal medyada imza kampanyaları başladı; her gün karanlıkta işe veya okula gitmenin olumsuz etkilerine dikkat çekmek istendi. Ancak şu ana kadar uygulamada hiçbir değişiklik olmadı.

Uzun Süreli Karanlık

Güne karanlıkta başlamak, biyolojik ve psikolojik olarak insan bedeninde çeşitli değişikliklere yol açar. Bu değişikliklerden en önemlisi, uyku düzeninin değişmesidir. Çünkü uyku düzeninin değişmesi, bedendeki pek çok değişimin tetikleyicisidir.

Uyku kişinin ses, ışık gibi uyaranlarla uyanabileceği bir bilinçsizlik durumu olarak tanımlanır ve tüm memeli canlılarda enerjinin korunmasını, sinir sisteminin onarımını ve gelişimini sağlayan bir süreçtir. Davranışları, düşünceleri ve hücre içi mekanizmaları kontrol eden sinir sistemi başta olmak üzere, biyolojik yapının birçok bileşeniyle ilişkilidir.

Zihnin ve bedenin dinlenmesi uykuda gerçekleşir. Bedensel olarak bağışıklık sisteminin güçlenmesi, büyüme hormonunun salınımı; zihinsel olarak bilginin depolanması, hafızanın güçlenmesi, yetenek ve yaratıcılığın gelişmesi uyku ile ilişkilidir. Bu hormonların salınımı ise periyodik tekrar eden uyku süreçleriyle gerçekleşir. Yetişkin bir insanın uyku süresi 5 ile 9 saat arası değişir, ancak 7 saat uykunun ideal olduğu savunulur. Uyku yoksunluğu halinde baş dönmesi, baş ağrısı ve kas ağrıları, ellerde titreme gibi bedensel rahatsızlıkların yanı sıra sinirlilik, unutkanlık, dikkat dağınıklığı gibi zihinsel rahatsızlıklarla da karşı karşıya kalınır.

Uyku, beyin sapındaki hipofiz bezinden salgılanan melatonin hormonu ile gerçekleşir. Genellikle 21.00-22.00 arasında salgılanmaya başlayan melatonin, doğrudan ışık ile ilişkilidir. Melatonin, retinanın ışık durumunu -karanlık olup olmadığını- beyne iletmesiyle salgılanmaya başlar. Vücuttaki melatonin salınımı karanlık süresine, yani gecelerin uzunluğuna bağlı olarak artar. Bedenin melatonin salınımıyla çevresel faktörler arasındaki ilişkide uyumsuzluk söz konusuysa, çeşitli biyolojik ve psikolojik hastalıklar oluşmaya başlar.

Melatonin hormonunun uyku sağlaması dışındaki en büyük özelliği biyolojik ritmi ayarlamasıdır. Biyolojik ritim, fizyolojik ve davranışsal tepkilerin belirli periyotlar içinde tekrarlanması olarak özetlenebilir. İnsan bedeni, gün boyunca bir programa ayak uydurur gibi, artan ya da azalan ritmik değişikliklere uğrar. İnsanların kendini uyanık, uykulu, dikkatsiz, yorgun ya da zinde hissettikleri saatler vardır. Uyku ve uyanıklık durumu, vücut ısı dalgalanmaları, yorgunluk ve dinçlik, ruh durumu, kan basıncı, fiziksel ve zihinsel performans biyolojik ritimle düzenlenir. Biyolojik ritmin ani değişimi veya bedenin biyolojik ritme uygun davranmaması, çevresel faktörlere bağlı olarak gelişir.

Uzun aydınlık veya uzun karanlık, vücuttaki melatonin salınımının oranının değişmesine, bu da seratonin salınımının azalmasına ya da engellenmesine neden olmaktadır. Mutluluk hormonu olarak bilinen serotonin hormonu, canlılık ve zindelik hissi verir. Depresyonun en önemli biyolojik nedeni, serotonin salınımının azalmasıdır.


EMO’nun verilerine göre, yeni saat uygulamasıyla beraber kasım ayı elektrik kullanım olanı, %6.5 arttı. Bu daha önce kaydedilmemiş, rekor bir artış.

Çoğu hormon ışıkla ilişkilidir, ancak melatonin doğrudan olarak ışıkla ilişkilidir. Güne karanlıkta başlamak, melatonin hormonu salgılanıyorken uyanmak anlamına gelir. Bu durum, sabah uyanmama isteği, kan basıncının düşük olmasına, uzun süren yorgunluğa ve bitkinlik hissine, gündelik yapılan işlerde zorlanmaya hatta gündüz uyuklamaya neden olur. Aynı zamanda, bu durumun tekrar eden bir hal alması durumunda hormon salınımlarında değişiklikler meydana gelir. Melatonin hormonunun fazlalığı, biyolojik olarak yarattığı bu etkilerin yanı sıra psikolojik olarak da kısa süreli depresyonlara ve SADS (mevsimsel duygudurum bozukluğu sendromu)’a neden olur.

Uzun süreli aydınlık ya da uzun süreli karanlık yaşamanın yarattığı duygudurum bozukluklarına, 6 ay gece 6 ay gündüzün ve bu orana yakın yaz ve kış sürelerinin yaşandığı kuzey ülkelerinde sıkça rastlanır. Yorgunluk, sürekli uyku isteği, evden dışarı çıkmama, ani gülme veya ağlama atakları, hayattan keyif alamama gibi spesifik davranışların yanı sıra ani duygu değişiklikleri en sık rastlanan belirti olarak karşımıza çıkar. Bu sendromda kişi, herhangi bir sebep olmaksızın gülmeye başlayabilir, ağlamaya başlayabilir veya intihar düşüncesine kapılabilir. Finlandiya, Belarus gibi ülkelerde, karanlık ve aydınlık oranlarıyla ilgili olarak gelişen bedensel ve zihinsel değişimlere bağlı olarak oluşan duygudurum bozuklukları paralelinde intihar oranları oldukça yüksektir. 2015 yılında açıklanan dünya intihar oranlarına göre Finlandiya’da her 100.000 kişiden 26’sı intihar etmektedir. Modern tıp her ne kadar ışık tedavisi veya serotonin yüklemesi gibi çözüm önerileri sunsa da, olumlu sonuç verdiği az görülür; daha da önemlisi duygudurum bozukluğunu yaşamayı önlemez.

Mutsuzlaştırma Yeni bir Yöntem mi?

Devlet yasal yöntemlerin haricinde de birey ve toplum üzerinde kontrol stratejileri uygular. Değişen saat uygulaması, yeni bir yöntem olarak devletin kontrol etme stratejisi olarak yorumlanabilir. Uyku düzeni değiştirilerek, biyolojik ritmine, dolayısıyla bedenine, zihnine saldırılan birey, içerisinde bulunduğu biyolojik ve psikolojik durumdan dolayı mutsuzlaşmaktadır. Mutsuzlaştıkça yalnızlık hissiyatı güçlenir, bireyin toplumla olan ilişkisi seyrelir ve birey toplumsal olma davranışını kaybederek acizleşmeye başlar. Böylece gelişen siyasal, ekonomik veya yaşamsal olaylara bir etkisinin olmayacağını düşünerek tepkisiz kalmaya başlar. Tepkisizlik; içinde bulunduğumuz OHAL sürecinde bireylerin toplumsal olaylara yaklaşımını çok net özetliyor. Devletin mevcut iktidarı, yaz-kış saati değişikliğini uygulamayarak daha itaatkar bireyler ve toplum yaratmayı amaçlamakta, bizler ise “Mutsuzluk sendromu” etkisiyle görmez, duymaz, bilmez bireyler olarak mutsuzluğa hapsedilmekteyiz.

 

Ece Uzun

[email protected]

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 35. sayısında yayınlanmıştır. 

 

The post “Mutsuzluk Sendromu” – Ece Uzun appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2017/01/09/mutsuzluk-sendromu-ece-uzun/feed/ 0
“Sıkıştırılıyoruz” https://meydan1.org/2016/12/29/sikistiriliyoruz-2/ https://meydan1.org/2016/12/29/sikistiriliyoruz-2/#respond Thu, 29 Dec 2016 10:51:33 +0000 https://test.meydan.org/2016/12/29/sikistiriliyoruz-2/ Farksız Sizin Bu, Şu, O HAL leriniz; Biz  HER HALİMİZDE SIKIŞTIRILIYORUZ Yaşamlarımızı sürekli baskılayan korku ve panikle; her gün-her saat durmaksızın bir hızla değişen gündemlerle; haber bültenlerinde, tartışma programlarında, gazetelerde, radyolarda bitmeyen tekrarlarla, “paylaş”larla, “retweet”lerle; bizleri “aptal” yerine koyup manipülasyondan beslenen medyayla; geçmişimizi, kimliğimizi ve hafızalarımızı silen kentsel dönüşüm ve yıkım politikalarıyla; özgürlüğümüzü tutsaklaştıran, iradesizleştiren […]

The post “Sıkıştırılıyoruz” appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
kapak-deneme

Farksız Sizin Bu, Şu, O HAL leriniz; Biz 

HER HALİMİZDE SIKIŞTIRILIYORUZ

Yaşamlarımızı sürekli baskılayan korku ve panikle; her gün-her saat durmaksızın bir hızla değişen gündemlerle; haber bültenlerinde, tartışma programlarında, gazetelerde, radyolarda bitmeyen tekrarlarla, “paylaş”larla, “retweet”lerle; bizleri “aptal” yerine koyup manipülasyondan beslenen medyayla; geçmişimizi, kimliğimizi ve hafızalarımızı silen kentsel dönüşüm ve yıkım politikalarıyla; özgürlüğümüzü tutsaklaştıran, iradesizleştiren “demokrasi illüzyonu”yla ve gerçeğin günden güne daha da anlamsızlaşmasıyla giderek sıkıştırılıyoruz.

Sıkıştırılıyoruz çünkü iktidar kendi varlığını daim kılmak; çaldığı iradelerimiz üzerinden egemenliğini yükseltmek için buna ihtiyaç duyuyor. Sıkıştırılıyoruz çünkü iktidar kendi siyasal iktidarını sürdürmek, kendi iktidar savaşlarında kullanabileceği yeni nesneler yaratmak için buna ihtiyaç duyuyor. Sıkıştırılıyoruz; çünkü devlet ancak bizleri sıkıştırarak kendi alanını açıyor, var oluyor.

Mutsuzlukla Sıkıştırılıyoruz

Gün ağarmadan düştüğümüz yollar, yorgunluk ve bitkinlik hissiyle devam ettirmek zorunda olduğumuz günler, güçsüz düşen bedenler, güçsüzleştikçe mutsuzlaşan zihinler…

İktidar, sabah karanlığında okula gitmek, işe yetişmek, otobüsü kaçırmamak için koşturmak zorunda olduğumuz sokakları karanlığa hapsediyor. Bizleri sabahın karanlığında tıklım tıklım dolu bir minibüse ya da yer kalmamış bir metrobüse doldurup, mutsuzlukla sıkıştırıyor. Devlet bizleri mutsuzlukla sıkıştırdıkça, umutsuzluğa ve çaresizliğe sürüklüyor; hapsedildiğimiz bitmek bilmeyen çaresizlikteyse düşünmeyen ve eylemeyen nesnelere dönüştürüyor.

Ne zaman uyuyup ne zaman uyanacağımıza karar veren, sabah güneşimizi gasp edip bizleri karanlığa ve mutsuzluğa sıkıştıran devlete karşı, bedenlerimizi ve zihinlerimizi geri kazanabilmek için direnmeliyiz. Bizleri görmez, duymaz, bilmez ve hissetmez bireylere dönüştürüp mutsuzlaştırmak isteyenlere karşı her sabahın köründe sıkıştırıldığımız rutine karşı geç kalma cesaretini gösterebilmeli; bu alışılmışlığın ve sıkıştırılmışlığın dışına çıkmalıyız.

Panikle Sıkıştırılıyoruz

Patlayan bombaların ardından getirilen yayın yasakları; şüpheli paket ya da bomba ihbarları sonrasında asılsız çıkan ihbarlar; kalabalık alanlardan uzak kalmayı tercih edenler ya da bu tercihe mecbur bırakılanlar; sürekli olarak yükselen dolar kuru karşısında “krizi önlemek” için bozdurulan dolarlar; savaşla, ölümle, ekonomik krizle baskılanan bu coğrafyadan “kaçıp gitmenin” hayalini kuranlar…

Yaşadığımız topraklarda devlet, bireyi, korku ve panikle tahakküm altına alıyor; sindiriyor; sıkıştırıyor ve zaman içinde yok ediyor. Devlet toplumsal tüm alanlarda bu korku ve panik halini dayattıkça; birey giderek kontrolsüzleşiyor, acizleşiyor ve iktidarın dayattığı yok oluşa sıkıştırılıyor.

Yaşamlarımız kriz kıskacına ya da ölüme sıkıştırılıyor; günlerimizse bu sıkışmışlıktan çıkmanın, korkudan ve panikten kurtuluşu aramakla geçiyor.

Bedenlerimizi ve zihinlerimizi günden güne yıpratan; sosyal-ekonomik koşullarımızın giderek bizi tüketmesine yol açan bu korkudan-paranoyadan ve sıkışmışlıktan kurtulmamız ancak bu korku ve panik kültürünün dışında alanlar yaratmamızla mümkün. Korkularla ve panikle hapsolmayacağımız, sıkışmışlıktan kurtulacağımız yeni bir dünya yaratmanın yolu, iktidarın dayattığı korku dışındaki alanları çoğaltmaktan, bizleri paranoyaklaştıran-panikle sıkıştıran bu kültürü bertaraf etmekten geçiyor.

Gündemlerle Sıkıştırılıyoruz

Darbe girişimi ve ardından ilan edilen OHAL; hemen her gün FETÖ bahanesiyle Kürt Hareketi’ne ve devrimcilere yönelik düzenlenen operasyonlar, gözaltı ve tutuklamalar; her gün ilan edilen yeni KHK’larla görevlerinden ihraç edilenler; duruşma arasında gözaltına alınan hakimler; hepimiz “uykudayken” önerilen, değiştirilen ve meclisten geçirilen yasalar; bir hafta içerisinde iki farklı yerde patlayan bombalar; bombaların etkisi henüz “geçmemişken” düzenlenen suikastler; IŞİD tarafından yakılan askerlerin görüntüleri…

Yaşadığımız coğrafyada, son 6 aydan bu yana hemen her güne yeni “son dakika” haberleriyle başlıyoruz. Bugünümüz bombalarla ağarırken; ertesi gün, Suriye’ye giren Türk ordusu tanklarıyla uyanıyoruz. TC ile Rusya’nın dostluğuna artık “tamam” gözüyle bakılırken; devletin polisi tarafından gerçekleştirilen bir suikastle öldürülen Rus Büyükelçi’nin ardından “Rusya ile savaş başlayacak” telaşına kapılıyoruz…

“Gündeme bomba gibi düşen bir haber”in, hatta bazen gün içerisinde birkaç kez değişebilen “ana gündem”lerin hızına artık yetişemiyoruz. İktidarının sürekli ve giderek daha hızlı bir şekilde değiştirdiği gündemleri yakalayabilmekten uzakta bir yerde; bir gündemin ardından bir yenisine savrulup duruyoruz; gündemlerle sıkıştırılıyoruz.

Bu savrulmadan ve sıkışmışlıktan kurtulabilmek için devletin hemen her gün değiştirdiği gündemlerin karşısında; kendi gündemlerimizi yaratabilmeli ve sıkıştırılmak istendiğimiz bu “gündem trafiği”nden çıkmalıyız. Bizleri bir gün bomba korkusuyla evimize kapatıp, ertesi gün “demokrasi mitingi”ne çağıran; önce “ekonomik kriz yok” deyip, ardından krizi önlemek için dolar bozdurmaya çağıran iktidarın dayattığı gündem illüzyonlarına karşı kendi gündemlerimizi yaratmalı, tartışmalı ve yaygınlaştırmalıyız.

Tekrarlarla Sıkıştırılıyoruz

Gün boyunca “son dakika” olarak verilen ve aynı alt yazıyla tüm gün sunulan haberler; saatte bir yayınlanan haber programlarında, aynı spikerin aynı ifadeyle, gün boyunca sunduğu ölüm haberleri; her tartışma programında saatlerce tartışılıp bir neticeye varılamayan başlıklar; televizyonlarda ve tüm iletişim kanallarında bitmek bilmeyen tekrarlar…

Devlet, özellikle medyayı kullanarak, gün boyu yayınlanan aynı haberlerle, aynı tartışmalarla, bizleri bitmek bilmeyen bir tekrarın içerisine sürüklüyor. Aynı ölüm haberi aynı hüzünlü ses tonuyla; aynı zam haberi aynı yorumla ve aynı savaş haberi aynı görmezden gelmezlikle her gün-her saat televizyonlarda dönmeye devam ediyor. Tekrarlar bizi ekranlarda yayınlanan haberlere, yoksulluğa, açlığa, savaşa, ölüme alıştırarak bizleri giderek hissizleştiriyor ve bu hissizliğe sıkıştırıyor.

Bütün bu tekrara ve sıkıştırıldığımız hissizliğe karşı kendimizi tetikte tutmalıyız; özellikle içerisinde bulunduğumuz savaş gündeminde gasp edilmek istenen algılarımızı her daim açık tutmalıyız. Alıştırılmaya çalışıldıklarımıza, alışmamalı; tekrarlarla sıkıştırılmamak için irademizin gasp edilmesine izin vermemeliyiz.

Medya ile Sıkıştırılıyoruz

Özellikle 15 Temmuz sonrasında medya, yalnızca bir manipülasyon aracı olarak işlev görmeye başladı. Haber programlarından tartışma programlarına, spor programlarından dizilere kadar, televizyonlarda yayınlanan her şey, devletin resmi kanalında yayınlanıyor olsun ya da olmasın, doğrudan iktidar propagandası yapmak için birer araç olarak kullanılmaya başlandı.

Bugün haber bültenleri ve tartışma programları, iktidarın siyasi propagandasının yapıldığı; sabah kuşağı ve evlilik programları ya da dizilerse, yalnızca iktidarın hakim kültürünün propagandasının yapıldığı yayınlar olarak karşımıza çıkıyor. Medya, bir bilgi vermek ya da bir gerçeği anlatmaktan çok başka bir yerde; yalnızca var olan gerçeğin manipüle edilmesi; bu manipülasyon üzerinden toplumsal bir provokasyon propagandasının işletildiği bir alana dönüşüyor. Sosyal medya da, aynı işlevi, iktidarın çok daha rahatça hüküm sürebildiği internet ortamında üstleniyor.

Medya bizi yayınlanan her haberde, her programda, her dizide hakim olan manipülasyonlara sıkıştırıyor. Bu manipülasyonun dışında, eksik ve yönlendirilmiş bilgiye karşı yapabileceğimiz tek şey ise, kedi bilgi-iletişim kanallarımızı yaratmaktan geçiyor.

Kentsel Dönüşümle ve Yıkımla Sıkıştırılıyoruz

İktidar, elinde bulundurduğu tüm araçları bireyi tahakküm altına almak için kullanırken; bu tahakkümünü kimi zaman da doğrudan saldırılarla sürdürüyor. Kentsel dönüşüm ve yıkım, bu doğrudan saldırılara bir örnek.

Devlet kontrol almak istediği bireyin öncelikli olarak yaşam alanlarını kontrol altına alıyor. Kentsel dönüşümle ve yıkımla, kendi hakim kültürünün var olmadığı ya da olamadığı alanları “dönüştürmeyi”-”yıkmayı” amaçlayan devlet bir yandan da bu alanlarda yaşayan bireylerin dününü, bugününü, kimliğini ve kültürünü değiştirmeyi ve yıkmayı amaçlıyor.

Herhangi bir mekanı yalnızca kendi varlığı için dönüştüren iktidar, dönüştürdüğü bu yeni alanda kendi kimliğini ve varlığını da hakim hale getirmek istiyor. Özellikle 15 Temmuz sonrasında birçok sokağın, meydanın, parkın, kavşağın ismini “demokrasi”ye dönüştüren devlet; dönüştürdüğü tüm mekanlarda var olan gerçekliği yıkıyor ve tüm bu mekanlara kendi gerçekliğini-kültürünü dayatıyor. İktidar, kentsel dönüşümle yalnızca yaşam alanlarımızı yıkmakla kalmıyor; aynı zamanda geçmişimizi, kültürümüzü, kimliğimizi ve hafızalarımızı da dönüştürmek, yıkmak istiyor.

İktidarın bu saldırısına ve bizleri kendi hakimiyet alanlarına sıkıştırma çabasına karşı, kendi yaşam alanlarımızı ve “kendimizi” savunabilmek için; kolektif işleyişin hakim olduğu yeni mekanları, kolektif özgür yaşam alanlarımızı oluşturmalıyız. İktidarın dönüştürmeye çalıştığı toplumsal alanlara karşı; siyasi ve ekonomik olarak bireyin tahakküm altına alınamayacağı, devletsiz ve kapitalizmsiz yeni yaşam alanlarımızı oluşturmalıyız.

Demokrasiyle Sıkıştırılıyoruz

Özellikle 15 Temmuz sonrasında sürekli duyar olduğumuz demokrasi, var olan iktidarın kendi hakimiyetini sürekli kılmak için topluma bir dayatmasıdır. Her şeyin “demokrasi” için olduğu; her pratiğin “demokratikleşme” amacı yolunda teorize edildiği bu dönemde; demokrasinin aslında ne demek olduğunu günden güne deneyimliyoruz.

Demokrasiden beslendiğini ve demokrasi mücadelesi verdiğini söyleyen iktidar hemen her gün dernekleri ve basın yayın kuruluşlarını kapatmakta; kendi iktidarı lehine konuşmayanları-yazmayanları ya da bunu reddedenleri gözaltına alıp tutuklamakta; kendi “demokratik” amaç ve çıkarları için toplumu adaletsizliğe sürüklemekte ve bu adaletsizliğe sıkıştırmak istemektedir. Bahsettikleri “demokrasi”, toplum içerisinde yer alan her bireyin iradesini gasp edilmesi; bireyin, iktidara ve onun kurumlarına sıkıştırılması demektir.

Bizlere “dayatılan demokrasi”ye karşı var olabilmek elbette mümkün. Demokrasiye karşı mevcut devletli siyaset alanının dışında bir siyaset yaratmamız; özörgütlü bir şekilde merkezsiz ve temsiliyete dayanmayan siyasal işleyiş kurmamız; iradelerimizin kendimiz dışındaki bir iktidar tarafından gasp edilmediği, bedenlerimizin ve yaşamlarımızın sıkıştırılmadığı bir kültür oluşturmamız lazım.

Gerçeğin Anlamsızlaştırılmasıyla Sıkıştırılıyoruz

İktidar, var olan gerçekliği yok etmek ve kendi istediği gerçekliği yaratmak için, bizleri kendi kurgusuna sıkıştırır. İktidarın bu kurguyu hayata geçirebilmek için en elzem aracı ise “gerçeği anlamsızlaştırabileceği bir illüzyon yaratmaktır”. İktidar tarihin başından beri birbirini takip eden kurgularıyla insanları kendi gerçekliklerinden uzaklaştırmıştır. Fakat günümüzde, bu araçları kullanmakta iyice ustalaşan iktidar, sosyal medyasıyla, merkez medyasıyla, aklını yitirmiş siyasetçileriyle, gerçeğe daha doğrusu biz “ezilenlerin gerçekliğine” karşı belki de en büyük savaşı başlatmıştır.

Bir insanı köleleştirmenin, bir insanın benliğini gasp etmenin, bir insanı tahakküm altına alarak kurgulanan illüzyona sıkıştırmanın en iyi yolu, “var olan gerçekleri” o insanın elinden almaktır. Gerçeğe ulaşamayan insan, zamanla sağlıklı düşünme ve üretme yeteneğini kaybeder, kendi varlığını yitirir ve iktidarın illüzyonlarıyla sıkıştırılır.

İktidar, bireyi mutsuzlukla, korkuyla ve panikle, hızla değiştirdiği gündemlerle, bitmek bilmeyen tekrarlarla, yalnızca bir manipülasyon aracı olan medyayla, kentsel dönüşümle ve yıkımla, demokrasi illüzyonuyla, gerçeğin anlamsızlaştırılmasıyla kendi tahakkümüne sıkıştırır ve sindirir. Çünkü bireyi ne kadar sıkıştırırsa, kendi için yeni alanlar yaratır.

Birey yaşamının her anında ve her alanında mahkum edildiği bu sıkışmışlığın farkına vardığı andan itibaren ise, bu sıkışmışlığı yıkmak için mücadele etmeye başlar.

Özörgütlü bir şekilde, örgütlülük ve toplumsallık perspektifiyle yeni bir gerçeklik yaratmaya; kolektif bir şekilde yaratılan bu gerçekliği kolektif bir şekilde yaşamaya başlar.

Sabahın kör karanlığında otobüse, metroya, metrobüse sıkıştırılan; umutsuzlukla mutsuzluğa, acizlikle çaresizliğe sıkıştırılan; sabahları evlilik, akşamları ana haber, geceleri tartışma programlarına sıkıştırılan; asgari ücretle simit çay hesabına sıkıştırılan; kaza adı altında iş cinayetlerine sıkıştırılan; kendi elleriyle inşa ettiği mahallelerden alınıp 60 metrekarelik evlere sıkıştırılan; yastık altında altını ya da bozdurulacak doları olmayıp yoksulluğa ve krize sıkıştırılan; erkek egemenliğiyle yok edilmeye ve nefret politikalarıyla katledilmeye sıkıştırılan; beton duvarlar-demir parmaklıklarla hapishanelere sıkıştırılan; iradeleri bir oy pusulasına sıkıştırılan; devletlerin çıkar savaşlarında zincire vurulmaya ya da diri diri yakılmaya sıkıştırılan; gerçek olmayan gerçekliğe sıkıştırılan; yalnızlığa, umutsuzluğa ve örgütsüzlüğe sıkıştırılan yaşamlarımızdan elbette sıyrılacağız.

Bizleri mekanlara sıkıştıran, sıkıştırdıkça iradesizleştiren ve zaman içerisinde tutsaklaştıranlara karşı, maruz bırakıldığımız bu sıkışmışlığımızdan kurtulmalıyız. Sıkışan her şey patlar ve şimdi bizler tüm sıkışmışlığımızla sosyal ve ekonomik bir patlamanın eşiğindeyiz. Bu eşiği aşmalı ve kendi özgür yaşamlarımızı kendi ellerimizle ve buluşan ellerimizle, yani örgütlülüğümüzle yaratmalıyız.

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 35. sayısında yayımlanmıştır.

The post “Sıkıştırılıyoruz” appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2016/12/29/sikistiriliyoruz-2/feed/ 0