The post Türkiye-ABD Krizi: İllüzyon mu, Gerçek mi? – Emrah Tekin appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Haziran 1945’te dönemin Moskova Büyükelçisi Selim Sarper ile SSCB Dışişleri Bakanı Molotov arasında yapılan görüşme ile açığa çıkan TC-SSCB yakınlaşması sonrası, aynı yılın sonlarında ABD’den Boğazlar nedeniyle alınan nota, ileriki yıllarda TC-ABD ilişkilerindeki seyri belirleyici bir gelişme olmuştu. ABD, askeri kazanımlarının yanı sıra, İkinci Dünya Savaşı’ndan, dünyanın altın stoklarının çoğunluğunu ele geçirerek ve 1944’te Bretton Woods anlaşmasıyla uygulamaya soktuğu dünyadaki para-altın değişim değerlerini dolara endekslenmesiyle ekonomik avantajlarla da çıkmıştı. Türkiye de dünyanın önündeki 50 yıllık dönemi belirleyecek bu yeni dengesinde tercihini ABD öncülüğündeki Batı Bloku’ndan yana kullandı. Erdoğan’ın ABD ile son yaşanan gerilim nedeniyle New York Times’a yazdığı makalede “Kore’de savaştık, NATO’da müttefikiz” şeklinde yaptığı hatırlatmalar, Soğuk Savaş’ın başlamasıyla TC’nin aldığı bu pozisyonla birlikte gelen ABD’ye yakınlaşmayı işaret ediyordu. Bu yakınlaşma için talep ise, Ortadoğu’da kendisine sadık bir müttefik arayan, bu anlamda Arap dünyasına hakim Mısır’dan, Batı Bloku ile mesafeli Nasır yönetimi nedeniyle vazgeçen ABD’ye bizzat TC’den gelecekti. İlerleyen yıllarda bu yakınlaşma bazı dönemsel krizler hariç genellikle hep diri kaldı ve TC de ABD’yi Ortadoğu’daki çıkarlarının korunması konusunda mahçup etmedi.
İçinden geçtiğimiz süreçte TC ile ABD arasında yaşanan gerilimi, tarihsel bağlamıyla iki devlet arasındaki bu –yakınlaşma ötesi- sadakat ilişkisi çerçevesinde ele alırken, aynı zamanda ABD’de belirdiği söylenen hegemonya yitimi ve TC’nin bölgesel bir güç olmanın sınırlarını zorlayan heveskarlığı ile değerlendirmek gerek. Türkiye’nin ABD’nin İran ambargosunu kabul etmemesi ve Zarrab-Atilla davasında ortaya çıktığı üzere ambargoyu delmesi, gerilim başlıklarından belki de en önemlisi. Bu başlık üzerinden, ABD’nin İran’a yönelik ikinci dalga yaptırımlarının hayata geçeceği önümüzdeki aylarda gerilimin artması beklenebilir. Bu olasılığı tersine çevirecek etken ise TC’nin İdlip operasyonunda Rusya-İran ekseninden uzaklaşması olabilir. ABD ile yaşadığı gerilimi kullanışlı bir iç politika malzemesi olarak gören TC açısından, sadece İran başlığı bile bu gerilimde elinin ne kadar zayıf olduğunu ortaya koyuyor. Zira ABD’nin İran yaptırımları arasında bu ülkeden petrol almamak da bulunuyor. Bu durum, halen ekonomik kriz yaşayan TC’yi bu açıdan daha da zorlarken, petrol alımı konusunda birinci sırada yer alan Rusya’nın konumunu pekiştireceği gibi, kendisini bu ülkeye daha da bağımlı hale getirecek.
Bağımlılık ilişkisinden söz açılmışken, TC’nin 2015’te yaşadığı uçak krizi ve 15 Temmuz Şaibesi sonrası Rusya ile geliştirdiği, ancak dengelerin daha çok Rusya lehine geliştiği ilişki de ABD ile yaşanan gerilim bağlamında ele alınmalı. Rusya’dan satın alınmak istenen Rusya, İran, K.Kore, Suriye gibi NATO dışı devletlerin uçaklarına kör, NATO uçaklarını gören S-400 hava savunma sistemleri, TC’nin ABD’ye, gidecek başka adreslerinin mevcut olduğu yönünde bir hatırlatma niteliği taşıyor. Ancak orta ölçekli, bölgesel bir güç olarak, elinde fazla bir kozu olmayan TC’ye ABD’den verilen karşılık, S-400’lerin olası vuruş menzilindeki ve radara yakalanmama yeteneğindeki F-35’leri satmamak oldu. Ayrıca iki devlet arasında yaşanan gerilimin en az üç yıl öncesine dayandığı bilgisi paralelinde, geçtiğimiz yıl ABD elçiliği çalışanlarının tutuklanması sonrası, ABD Ankara eski büyükelçisi John Bass’in 2015-2016’da yıllarında Türkiye’de yaşanan IŞİD saldırılarına atfen, “9.5 aydır terörist saldırı olmuyor, bu IŞİD’in terörden vazgeçtiği anlamına gelmiyor, hükümetlerimizin yakın işbirliğinden kaynaklanıyor.” sözleri de ABD’den verilen ve istihbarat paylaşımını işaret eden örtük bir yanıt olarak not edilmeli.
Buzdağının görünen yüzünde Rahip Brunson’ın olduğu, ancak ABD’nin Suriye Demokratik Güçleri’yle Suriye’deki askeri işbirliği temelli kriz, her iki tarafı da iç politikaya malzeme taşıma yönünde motive ediyor. Bu motivasyonun ABD tarafında, Kasım ayında gerçekleşecek ara seçimler bulunuyor. Kongre’deki dengelerin, seçimlerin kaybedilmesi halinde Trump yönetimi aleyhine değişmesi muhtemel seçimler öncesi ABD hükümeti, yaşanan krizi sağ seçmene yönelik propaganda malzemesi olarak sunarak avantaja dönüştürebilir. Krizin TC tarafında ise işlerin o kadar yolunda gitmeyeceğinin işaretleri çoktan belirmeye başladı bile. Bu bağlamda, doların artışına bağlı hissedilen ekonomik krizle birlikte ABD’ye yönelik, karşı yaptırım-misilleme tehditleri mi, yoksa bizzat Berat Albayrak’ın zikrettiği ve sorunu haddinden fazla hafife alan “Kırk yıllık karı-koca bile aralarında anlaşamıyorlar, önce tartışıyor, sonra anlaşıyorlar” iyimserliği mi gerçeği yansıtıyor?
Belki de yaşanan krizin apaçık ekonomik bedellerine karşın, “ejder meyveli itibarlarından” tasarruf etmeyenlerin daha da yoksullaştıracağı ezilenler, tüm bu yalanların karşısında dipdiri bir gerçeklik olarak duruyordur.
Emrah Tekin
Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 46. sayısında yayınlanmıştır.
The post Türkiye-ABD Krizi: İllüzyon mu, Gerçek mi? – Emrah Tekin appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post “Ortadoğu’da Devletler Rant Halklar Özgürlük İstiyor” – İlyas Seyrek appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>
Ortadoğu, yıllardır devletlerin siyasi ve ekonomik açıdan çıkarlarını koruyup hakimiyetlerini güçlendirmek için savaştıkları bir coğrafya. Barındırdığı enerji potansiyeli ve jeopolitik konumu nedeniyle her dönem devletlerin ilgisine “mazhar olan” Ortadoğu’da sıklıkla değişen dengelerle birlikte, çok bilinmeyenli denklemler oluşabiliyor.
Devletlerin enerji politikalarından askeri ve siyasi stratejik üstünlük hesaplarına, yerel güçlerin bölgede yürüttükleri politikalara kadar pek çok farklı faktörün etken olduğu Ortadoğu siyaseti, yine çetin ve çetrefilli bir süreçten geçiyorsa da, bu kez var olan etkenlerin hepsi bölge üzerinde etkili olmak isteyen devletlerin hamlelerini büyük oranda değiştiriyor.
Politikalar Değişiyor
Petrol ve doğalgaz gibi enerjiler ekseninde oluşan ekonomik politikalar; Başur Kürdistan, Suriye, Irak, İran gibi yerel enerji sahiplerinin uluslararası güçlerle oluşturacağı siyasetle doğrudan ilişkili. Ayrıca Doğu Akdeniz’deki petrol ve doğalgaz gibi enerjilerin paylaşımı ve ticareti için Ortadoğu coğrafyasına verilen önem artıyor.
Ekonomik üstünlüğün yanı sıra Ortadoğu siyaseti üzerinde kurulmak istenen askeri ve politik hakimiyet, küresel güçlerin birbirine üstünlük yarışında önemli bir alanı oluşturuyor.
Devletlerin bu bölgede çıkarları uğruna yarattıkları veya destekledikleri çatışma ortamı, şimdilerde aynı bölgede kendi politikalarına zarar veriyor. Bu noktada 2011’den bu yana Suriye’de başlayan savaşta muhalif gruplara destek veren başta ABD olmak üzere AB ve müttefikleri, gerek gönderdikleri silahların cihatçı örgütlerin eline geçmesi, gerekse Esad’a karşı savaşan örgütlerin başarısızlığı nedeniyle politikalarında değişikliğe gitmek zorunda kaldı.
ABD ve müttefiklerinin Esad’a karşı savaşta başarısızlığa uğraması, Batı ile girişilen siyasi ve ekonomik üstünlük mücadelesi kapsamında Rusya için büyük bir fırsat oluşturdu. Rusya da Suriye Devleti’nin “davetiyle” bir meşruluk kazandığı iddiasıyla bölgede askeri güçleri ve silahlarıyla varlık göstermeye başladı.
Tüm bu gelişmeler, IŞİD’e karşı savaş ve PYD ile zorunlu olarak yakınlaşma durumu devletlerin yeni Ortadoğu denkleminde yürüteceği politikaları ortaya koydu. Bölge üzerindeki politikalarında adeta iflas eden devletler, oluşan yeni dengelerle birlikte politikalarını değiştiriyor.
Ortadoğu’daki Aktörler ve Hamleleri
Ortadoğu’daki siyasete, coğrafi yakınlığının bulunmasının yanı sıra, tarihsel bağlama vurgu yaparak kendisini bölgenin hamisi ilan etmesiyle aktif olarak dahil olan TC, yeni süreçte politikalarını değiştirmek zorunda kalan devletlerden biri.
TC 2011’de Suriye’de başlayan savaşla birlikte bölgede giriştiği aktif role rağmen, gelişen durumlardaki öngörüsüzlüğüyle oyun dışı kaldı. 2010 Aralık ayında Tunus’ta başlayarak Libya ve Mısır’ı içine alan ve Suriye’ye dayanan bir “hilal” çizen Arap isyanlarında ise “İhvancılık” üzerinden bölgenin “büyük abisi” olmaya soyundu. Ancak 2013 Temmuzunda Mısır’da gerçekleşen darbe ile İhvancıların iktidardan düşürülmesi, dahası bu darbeyi ABD, Suudi Arabistan gibi ülkelerin desteklemesi ile bu politikanın iflas belirtileri de ortaya çıkmaya başladı. Mısır başta olmak üzere çevre ülkelerde “illegal” konuma düşen İhvancılar ise, Suriye’deki savaşa selefi örgütler saflarında cihatçı olarak katıldı. Böylece TC’nin Suriye’de İhvancılığa desteği, bölgede zamanla belirginleşen ve küresel devletlerin destek vermeye çekindiği selefi-cihatçı örgütlere desteğe dönüştü.
İç siyasette ise özellikle 7 Haziran sonrası Kürtlere yönelik başlattığı savaşı Rojava’da PYD-YPG üzerinden dış siyasette de uygulaması, kendisini büyük bir yalnızlığa itti. Ayrıca Esad’a karşı savaşan muhalif gruplara verdiği koşulsuz destek, IŞİD’le olan ilişkisi ve kuşkusuz bu nedenlerden dolayı IŞİD’e karşı politikasını isteksizce değiştirmesi, onu Ortadoğu’da istenmeyen aktör durumuna getirdi. TC Cumhurbaşkanı da şüphesiz TC’nin yaşadığı yalnızlığın farkında olacak ki, bu durumu kurtarma çabası olarak Moskova dönüşü “Esed’li geçiş gibi bir şey olabilir” cümlesini kurma zorunluluğunda kaldı.
Ortadoğu’ya yönelik politikalarıyla bölgede varlığını ağırlıklı olarak hissettiren ABD; Suriye’de desteklediği “ılımlı” muhalif grupların başarısızlığı, bu grupların cihatçı Selefi örgütlerle ilişkisi, yine Esad’a karşı TC ile birlikte oluşturulan “eğit-donat”ın başarısızlığı ile bu gruplara verilen silahların El-Kaide bağlantılı An-Nusra’nın eline geçmesi nedenleriyle bölgedeki siyasi ağırlığını korumak için politikalarını değiştirmek zorunda kaldı. Bu zorunlulukla birlikte ABD, bölgede aktif olarak IŞİD’le mücadele eden ve bu nedenle bir denge unsuru olan YPG’yi destekleme hamlesini yaptı. Bununla beraber, Rakka ve Cerablus’un IŞİD’den geri alınması için askeri ve politik adımlar atmaya başladı. Eylül ayı sonlarında çoğunluğu YPG’lilerden ve Arap aşiretlerinden oluşan, IŞİD’e karşı birlikte savaşan askeri güce silah yardımında bulundu. Yine bu askeri güçlere cephe gerisi-lojistik yardımı sağlayacak olan Başur Kürdistanı’ndaki Barzani yönetimi ise bu desteği kuşkusuz iç siyasette yaşadığı ekonomik ve siyasi krizlerin üstesinden gelebilmek için sağlıyordu.
ABD’nin bölgede başarısız olan politikalarının ardından Rusya, ekonomik ve siyasi çıkarları ve de ABD’ye üstünlük kurma amaçlarıyla bölgeye yönelik bir atağa geçti. Spesifik olarak ise Suriye’de var olan, içlerinde Çeçenlerin de bulunduğu cihatçı örgütlerden duyduğu rahatsızlık ve Suriye’deki çıkarları doğrultusunda bölgeye askeri güçlerini sevk etti, cihatçı örgütleri ve IŞİD mevzilerini bombalamaya başladı. Bu bombalamalar sırasında Rus uçaklarının TC hava sahasını ihlal etmesi; TC devletinin dönemsel ve bölgesel koşulları ve Rusya’ya olan enerji bağımlılığı düşünüldüğünde iki devlet arasında şimdilik büyük bir kriz oluşturmadı. Rusya’nın coğrafyadaki bir diğer önemli hamlesi ise, ABD’nin, İncirlik Üssü üzerinden bölgeyi kontrol etmesine karşı olarak Suriye’de Lazkiye’de bir hava üssü oluşturmasıydı. Ayrıca, ABD’nin yeni oluşan dengeler gereği YPG’yi desteklemesiyle ilgili olarak Rusya da YPG’nin bölgedeki mücadelesine destek sunacağını açıkladı.
ABD’nin bölgede varlığını sürdürmedeki en önemli nedenlerinden, Rusya’nın da önem atfettiği IŞİD’e karşı savaş ve YPG’ye bu noktada sunulan destek bu iki devletin bölgede görünürdeki varlık nedeni olarak ortaya çıkıyor. Fakat Rusya’nın bölgede ABD tarafından desteklenen “ılımlı” muhalif gruplar dahil olmak üzere Esad karşıtı bütün gruplara yaptığı hava saldırıları; “ılımlı” muhalifleri destekleyen ABD, TC ve bazı batılı devletlerce kınandı.
ABD ve Rusya gibi küresel güçlerin bölgede giriştiği çıkar savaşları kuşkusuz iki devletle sınırlı değil. Yapılan nükleer anlaşmayla Batı ile buzları eriten İran, bölgede güçlü bir statü kazanabilmek amacıyla aktif bir rol üstlenme adına IŞİD’e karşı Hizbullah’a desteğini arttırıyor. Uluslararası siyasetin yapıldığı bir alana dönüşen Ortadoğu’da aynı siyasi ve ekonomik amaçlarla Çin göndereceğini vaad ettiği savaş gemileriyle, Suudi Arabistan da cihatçı örgütlere sunduğu yardımla aktif rol oynamaya çalışıyor. Ayrıca “Arap Baharı” ve darbe sonrası iç ve dış siyasetinde tekrar tekrar değişimler yaşayan Mısır da iç siyasetinde ve bölgede iyileşme ve güçlenme arayışında. Bu nedenle Ortadoğu’da meydana gelen yeni gelişmeler ve bu gelişmeler doğrultusunda oluşturulan yeni politikalarla yakından ilişkili olarak Fransa’dan 5,2 milyar avro tutarında 24 savaş uçağı ve bir fırkateyn alımı için anlaşma yaptı. Fransa, Mısır’ın dışında Kuveyt ile 1,5 milyar avroluk, Katar’la ise 6,3 milyar avroluk silah anlaşması yapmıştı.
Gözardı Edilemez Bir Denge Unsuru Olarak YPG
Bölgeye çıkar ve hakimiyet kurma amaçlarıyla müdahil olan tüm bu devletlerin haricinde, ancak bu devletlerin göz önünde bulundurma durumunda kaldığı, en önemli dinamik ise kuşkusuz yıllardır devletsiz özgür bir yaşamı kurma amacıyla mücadele veren Kürt halkının özgürlük mücadelesidir.
YPG, IŞİD’e karşı verdiği özgürlük ve yaşam mücadelesinde kazandığı zaferlerle bölgeye gelen küresel devletlere kendisini siyasi bir özne olarak kabul ettirdi. Ayrıca bölgede IŞİD’e karşı savaşan Arap gruplarıyla oluşturulan “Demokratik Suriye Güçleri” adlı birlikle beraber IŞİD’in elinde bulunan Rakka ve Cerablus’un alınması için ortak bir harekata hazırlanılıyor. Bu nedenlerle de devletler Ortadoğu’da var olan siyasette güçlü olabilmek için YPG ile ilişkileri iyi tutmak, stratejik anlamda birbirlerine karşı önemli bir koz oluşturmak istiyor.
Devletler siyasi ve ekonomik kazanç doğrultusunda Ortadoğu’da hamleler yapıp yaşamı tehdit eden politikalar üretseler de, halklar tüm bu politikalara karşı direniyor. Bölgede ve tüm coğrafyalardaki ezilen halklar, Rojava ve Filistin’de olduğu gibi kararlılıkla, özgürlük ve yaşam için mücadele ederek direnişi sürdürecektir.
The post “Ortadoğu’da Devletler Rant Halklar Özgürlük İstiyor” – İlyas Seyrek appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>