neo osmanlıcı – Meydan Gazetesi https://meydan1.org Anarşist Gazete Fri, 29 Apr 2016 10:57:54 +0000 tr hourly 1 https://wordpress.org/?v=5.3.13 “Suriyeleşme Pakistanlaşma” – Emrah Tekin https://meydan1.org/2016/04/29/suriyelesme-pakistanlasma-emrah-tekin/ https://meydan1.org/2016/04/29/suriyelesme-pakistanlasma-emrah-tekin/#respond Fri, 29 Apr 2016 10:57:54 +0000 https://test.meydan.org/2016/04/29/suriyelesme-pakistanlasma-emrah-tekin/ Mart ayının sonlarına doğru Pakistan’ın Lahor kentindeki bir lunaparka düzenlenen bombalı saldırıda, çoğunluğu çocuk ve kadın olan toplam 70 kişi yaşamını yitirdi. Saldırıyı Pakistan Talibanı’na bağlı Cemaat-ul Ahrar üstlendi. Selefi-cihatçı grupların düzenlediği bu ve buna benzer katliamların, artık Pakistan coğrafyasının rutini haline geldiği söylenebilir. Bunda da en büyük neden, Pakistan devletinin izlediği politikalar. Çoğunluğu yoksul […]

The post “Suriyeleşme Pakistanlaşma” – Emrah Tekin appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>

Meydan Gazetesi- Suriyeleşme Pakistanlaşma Emrah Tekin

Mart ayının sonlarına doğru Pakistan’ın Lahor kentindeki bir lunaparka düzenlenen bombalı saldırıda, çoğunluğu çocuk ve kadın olan toplam 70 kişi yaşamını yitirdi. Saldırıyı Pakistan Talibanı’na bağlı Cemaat-ul Ahrar üstlendi. Selefi-cihatçı grupların düzenlediği bu ve buna benzer katliamların, artık Pakistan coğrafyasının rutini haline geldiği söylenebilir. Bunda da en büyük neden, Pakistan devletinin izlediği politikalar.

Çoğunluğu yoksul yaklaşık 200 milyonluk nüfusu ve elinde bulundurduğu nükleer silahlarla Pakistan devleti, bölgesel çapta bir süper güç. Pakistan, işte tam da bu “özgüvenle”, özellikle 1980’lerin başlarında, etnik ve siyasal anlamda zaten fazlasıyla karmaşık olan coğrafyasında, bir takım dengeleri değiştirmeye soyundu. Afganistan’ın SSCB tarafından işgal edilmesiyle ABD tarafından devreye sokulan ve komünizm tehdidine karşı İslami akımları desteklemek şeklinde özetlenebilecek “Yeşil Kuşak” doktrininde Pakistan kilit bir devletti. Pakistan bu süreçte Afganistan’daki SSCB karşıtı mücahitleri (yazının girişinde bahsi geçen katliamın faili Taliban başta olmak üzere) desteklerken, nihai amacı ise burada kendi himayesinde İslami bir yönetim kurmaktı. Bu anlamda Afganistan’da savaşacak selefi cihatçılar için sınırında “açık kapı politikası” uyguladı. İstihbarat servisi aracılığıyla, cihatçılara eğitim verdi. Tüm bunları yaparken en büyük destekçileri ise ABD ve Suudi Arabistan idi. Pakistan’da Lahor’daki katliam benzeri saldırıları adeta yaşamın normal seyrinde bir sıradanlığa çeviren süreç, bizzat devlet tarafından, işte böyle adım adım örüldü.

Benzer devlet politikalarıyla, coğrafyamızda Pakistanlaşma sürecini de bizler yaşıyoruz. Sultanahmet, İstiklal Caddesi bombalamaları ve sonrasında devlet yetkililerinden gelen açıklamalar, toplumu benzer saldırılara hazırlama yönünde adeta. Ancak işin trajikomik yanı ise olası saldırıların toplum olarak ön bilgisini, Alman ve ABD konsolosluklarından alıyor oluşumuz. Devlet erkanı tutturduğu “güvenlik zafiyeti yok” teranesinden milim sapmamışken; durum, burnundan kıl aldırmayan devlet kibrine takdirlik(!) bir örnek.

Oysa hayaller büyüktü TC için, özgüven de bir o kadar yüksekti. Cihatçı örgütler eliyle Suriye’de rejim değişecek, Neo-Osmanlıcı politikalar tıkır tıkır işleyecekti. Olmadı. Suriye’de rejimin -en azından kısa vadede değişmeyecek biçimde- kalıcı olduğunun anlaşılması, TC’nin elini bir kademe düşürdü. Bu kez, henüz hala “kullanışlı olan” cihatçı örgütler, Kürtler ve muhaliflerin üzerine salındı. Pirsus ve 10 Ekim Ankara katliamları ile hayata geçirilen plan buydu. Bu planın da süresi doldu, bizzat kendileri yapıyorlar şimdi daha büyüklerini. Şimdilerde de, küresel devletlere dönük değerli yalnızlık böbürlenmelerinden, “Suriye’de bizi niye yalnız bıraktınız” sızlanmalarına geçildi.

Devletin kolluk güçlerinin “eskort”luğunda sınırlardan geçirilen cihatçılar… Onlara eskortluk yapan, aynı devlet birimlerinin mühimmat geçişlerindeki rolleri… Olan bitenin adı da baştan konmuş “Şii rejimlere öfkeli gençlere” destek…

Desteğin ulaşılabileceği boyutun bir evresinde ise, devletin en tepesinden gelen, IŞİD’in bir ton açığı An-Nusra’nın neden desteklenmediği serzenişi…

Tüm bu içi boş ve bedeli bizlere katliamlarla ödetilen politikalarının somut sonuçları ise Pakistan benzeri bir bumerang etkisi. Şimdilik Pakistan coğrafyasındaki kadar sıradanlık arz etmese de Sultanahmet ve İstiklal Caddesi’nde patlayan bombalar, IŞİD başta olmak üzere cihatçı örgütlerin “kullanım süresinin” dolmaya başladığını gösteriyor. Pakistan-Afganistan-Suriye-TC hattında yaşanan bumerang etkisi ise İstiklal Caddesi patlamasıyla devlete yakın medya kalemşorlarınca “bombalara alışmalıyız” diye sıradanlaştırılmak isteniyor.

Emrah Tekin

[email protected]

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 33. sayısında yayımlanmıştır.

 

The post “Suriyeleşme Pakistanlaşma” – Emrah Tekin appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2016/04/29/suriyelesme-pakistanlasma-emrah-tekin/feed/ 0
“Siyasi Fırsatçılık: Devletin Tarih Yalanları” – Emrah Tekin https://meydan1.org/2015/02/07/siyasi-firsatcilik-devletin-tarih-yalanlari-emrah-tekin/ https://meydan1.org/2015/02/07/siyasi-firsatcilik-devletin-tarih-yalanlari-emrah-tekin/#respond Sat, 07 Feb 2015 18:45:19 +0000 https://test.meydan.org/2015/02/07/siyasi-firsatcilik-devletin-tarih-yalanlari-emrah-tekin/ Astronomik maliyeti başta olmak üzere; yapımı; açılışı; hakkında mimar odaları da dahil, çeşitli STK’ların ya da bireylerin açtığı davalarla kamuoyunun gündeminden düşmeyen yeni Cumhurbaşkanlığı Sarayı’nda, geçtiğimiz ay içinde Filistin Devlet Başkanı Mahmut Abbas’ın ziyareti sırasında düzenlenen “sıra dışı” bir devlet ritüeli oldukça konuşuldu. Kimi siyaset yorumcuları ve köşe yazarları tarafından “Neo –Osmanlıcı” olarak tanımlanan siyasal […]

The post “Siyasi Fırsatçılık: Devletin Tarih Yalanları” – Emrah Tekin appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
Astronomik maliyeti başta olmak üzere; yapımı; açılışı; hakkında mimar odaları da dahil, çeşitli STK’ların ya da bireylerin açtığı davalarla kamuoyunun gündeminden düşmeyen yeni Cumhurbaşkanlığı Sarayı’nda, geçtiğimiz ay içinde Filistin Devlet Başkanı Mahmut Abbas’ın ziyareti sırasında düzenlenen “sıra dışı” bir devlet ritüeli oldukça konuşuldu. Kimi siyaset yorumcuları ve köşe yazarları tarafından “Neo –Osmanlıcı” olarak tanımlanan siyasal iktidar çevresinin, bu “ritüeli” eski bir Osmanlı toprağı olan Filistin’in devlet başkanın kabulü esnasında yapılması ise belki de rastlantının ötesinde bir durumdu.

TC Cumhurbaşkanı Erdoğan, konuğunu, şatafatlı sarayının ihtişamlı merdivenlerinde karşılarken, görüntülerde bu iki devlet yöneticisinin dışında merdivenlerin sağında ve solunda sıralanmış 16 figür göze çarptı. Daha sonra, bu “16 tarihi figür”ün TC Cumhurbaşkanlığı bayrağındaki 16 yıldıza atfen, Türklerin tarihleri boyunca kurulan 16 devleti sembolize ettiği açıklandı. Bu ve benzeri devlet ritüelleriyle artık, “Yeni Türkiye”de daha sık karşılaşılacağı iktidar yanlısı köşe yazarlarınca, kendi medya organlarında dolaylı olarak vurgulandı.

Başkanlık sistemi tartışmalarının iktidar çevrelerince tekrar “gündeme sokulduğu” bu günlerde, Türklerin kurduğu 16 devlete göndermede bulunmak, Taksim-Gezi Direnişi ve yolsuzluk operasyonları sonrası yükseltilen milliyetçi hamaset söylemiyle aslında çelişmiyor. Hatırlayalım; Taksim-Gezi Direnişi sonrası devlet iktidarı ve yandaş kalemleri sıkça “dış mihraklar” söylemine sarılarak buna uygun, “faiz” başta olmak üzere çeşitli ve “yaratıcı” lobi faaliyetleri iddialarını, “hain adresler” olarak göstermişti. Bu yanıyla “16 Türk devleti” göndermesi, söz konusu milliyetçi vurgular göz önüne alındığında çelişki oluşturmuyor gibi gözükse de, aslında iktidarın geleneğindeki politik referansı olan etnik milliyetçi söylem karşısına “İslam ümmetçiliği”ni çıkaran Milli Görüş kökenli “siyasal İslamcı” çizgisiyle çelişiyor.

Coğrafyamızda sağ siyasal gelenekler, zaman zaman birbirleriyle çakışsa ve iç içe girmiş gibi görünse de, kendilerini aslında farklı politik kulvarlar olan milliyetçilik, muhafazakarlık ve İslamcılık kimliklerinde tanımlayagelmişlerdir. 2002 yılında kurulduğunda siyasal İslam referanslı Milli Görüş kimliğini –belki de dönemsel bir taktik adım olarak- “muhafazakar demokrat” kimliği ile değiştirdiğini söyleyen AKP politik hattı, iktidarda olmanın da olanaklarıyla hayata geçirdiği pratik adımlarla siyasal İslamcılık çizgisine geri dönüş adına güçlü sinyaller vermişti. İmam Hatip okullarının artan sayısı, okullarda kızlı-erkekli karma sistemin tartışmaya açılması, Sünni İslam’ın devlet kurumu Diyanet İşleri Başkanlığı’nın statüsünün ve etkinliğinin oldukça artması, Ortadoğu coğrafyasında Müslüman Kardeşler başta olmak üzere radikal İslami çevrelerle geliştirilen ilişkiler bu adımların akla gelen bazıları.

Malum, törendeki 16 Türk devleti konusuna geri döndüğümüzde ise yukarıdaki veriler ışığında mevcut devlet iktidarının söylemsel ve pratik bir paradoksunun yanı sıra, devletin resmi tarih savlarının gerçekliği noktasında da önemli soru işretleri ortaya çıkıyor. İslamcı referanslarla siyaset yürüten devlet iktidarının, 8’i İslamiyet öncesi 16 Türk devletine göndermede bulunması, bir çelişki oluşturmasının yanı sıra, İslami ümmetçilik söylem ve pratiğini esas almayan ırkçı-milliyetçiliğe bir yeşil ışık olarak da değerlendirilebilir. Yeni bir seçim sürecine girildiğinde, alabildiğine pragmatik bir siyasete sahip olan iktidarın bu adımı, kendi içinde bir tutarlılık arz etmesine karşın, siyasal İslamcı söylem ve pratikleri açısından bir çelişki oluşturuyor.

Devlet iktidarının mevcut sürdürücüsü çevrenin siyasi rant amaçlı bu faydacılığının dışında ise cumhurbaşkanlığı forsundaki “16 Türk devleti” odaklı tartışmalar, devletin resmi tarih yalanlarını da tekrar gün yüzüne çıkardı. Forstaki “16 Türk devleti” teorisinin yıllar önce 1969’da devletin ırkçı söylemlerine de referans olan Türkçü-Turancı ideolojinin teorisyenlerinden Nihal Atsız tarafından, aynı ideolojideki “Ötüken” dergisinde “16 Devlet Masalı ve Uydurma Bayraklar” başlıklı bir yazıda çürütüldüğü ortaya çıktı. Atsız, yazısında Türklerin kurduğu devletlerin sayısında bir netlik olmadığını, ancak özellikleri arasında “devlet kurmak olan” bir ulusun, bu devletleri neden yaşatamadığının sorgulanması gerektiğini belirtiyor. Benzer bir biçimde de Ankara Üniversitesi SBF akademisyenlerinden ve milliyetçi-Kemalist kimliği ile bilinen Prof. Coşkun Üçok da Tarih ve Toplum dergisinin Ocak 1987 sayısında “16 Türk devleti” iddiasının bir gerçekliği olmadığını vurgularken, söz konusu yazdığı yazıya yakın bir dönemdeki enteresan bir devlet uygulamasıyla bu iddiasını destekliyor. TC devletinin Cumhurbaşkanlığı forsundaki 16 yıldız halihazırda dururken, 15 Kasım 1983’te KKTC, 17. Türk devleti(?) olarak kurulur. Bu durumda forsa, KKTC’yi simgeleyen bir yıldız daha eklemek gerekmektedir. Ancak dönemin devlet aklı, belki de “16 ahengi”ni bozmamak için, 16’lardan Batı Hun Devleti’ni çıkararak bu yeni Türk devletine “yer açmıştır.”

Mevcut devlet iktidarı, bir tarafta Türkçülük-Turancılık, diğer taraftan Osmanlıcılıkla beslediği eklektik bir yeni rejim inşası sürecini örerken, aslında vesayet dönemi diye de adlandırdığı yaklaşık 100 yıllık yerleşik düzen döneminin tarihsel yalanlarından faydalanıyor. Bu açıdan bakıldığında “eski” ile “yeni” arasında siyasi çıkar hesaplarına dayalı ve yalanlarla desteklenen fiili bir ortaklık beliriyor. Onlar devletler kurup yıkar, “yeni rejimler” tesis ederken; kurulup yıkılan her devlet, ezilenlerin çalınan yaşamları üzerinden vücut buluyor.

Emrah Tekin

[email protected]

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 24. sayısında yayımlanmıştır.

The post “Siyasi Fırsatçılık: Devletin Tarih Yalanları” – Emrah Tekin appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2015/02/07/siyasi-firsatcilik-devletin-tarih-yalanlari-emrah-tekin/feed/ 0