Nihal Atsız – Meydan Gazetesi https://meydan1.org Anarşist Gazete Sat, 07 Feb 2015 18:45:19 +0000 tr hourly 1 https://wordpress.org/?v=5.3.13 “Siyasi Fırsatçılık: Devletin Tarih Yalanları” – Emrah Tekin https://meydan1.org/2015/02/07/siyasi-firsatcilik-devletin-tarih-yalanlari-emrah-tekin/ https://meydan1.org/2015/02/07/siyasi-firsatcilik-devletin-tarih-yalanlari-emrah-tekin/#respond Sat, 07 Feb 2015 18:45:19 +0000 https://test.meydan.org/2015/02/07/siyasi-firsatcilik-devletin-tarih-yalanlari-emrah-tekin/ Astronomik maliyeti başta olmak üzere; yapımı; açılışı; hakkında mimar odaları da dahil, çeşitli STK’ların ya da bireylerin açtığı davalarla kamuoyunun gündeminden düşmeyen yeni Cumhurbaşkanlığı Sarayı’nda, geçtiğimiz ay içinde Filistin Devlet Başkanı Mahmut Abbas’ın ziyareti sırasında düzenlenen “sıra dışı” bir devlet ritüeli oldukça konuşuldu. Kimi siyaset yorumcuları ve köşe yazarları tarafından “Neo –Osmanlıcı” olarak tanımlanan siyasal […]

The post “Siyasi Fırsatçılık: Devletin Tarih Yalanları” – Emrah Tekin appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
Astronomik maliyeti başta olmak üzere; yapımı; açılışı; hakkında mimar odaları da dahil, çeşitli STK’ların ya da bireylerin açtığı davalarla kamuoyunun gündeminden düşmeyen yeni Cumhurbaşkanlığı Sarayı’nda, geçtiğimiz ay içinde Filistin Devlet Başkanı Mahmut Abbas’ın ziyareti sırasında düzenlenen “sıra dışı” bir devlet ritüeli oldukça konuşuldu. Kimi siyaset yorumcuları ve köşe yazarları tarafından “Neo –Osmanlıcı” olarak tanımlanan siyasal iktidar çevresinin, bu “ritüeli” eski bir Osmanlı toprağı olan Filistin’in devlet başkanın kabulü esnasında yapılması ise belki de rastlantının ötesinde bir durumdu.

TC Cumhurbaşkanı Erdoğan, konuğunu, şatafatlı sarayının ihtişamlı merdivenlerinde karşılarken, görüntülerde bu iki devlet yöneticisinin dışında merdivenlerin sağında ve solunda sıralanmış 16 figür göze çarptı. Daha sonra, bu “16 tarihi figür”ün TC Cumhurbaşkanlığı bayrağındaki 16 yıldıza atfen, Türklerin tarihleri boyunca kurulan 16 devleti sembolize ettiği açıklandı. Bu ve benzeri devlet ritüelleriyle artık, “Yeni Türkiye”de daha sık karşılaşılacağı iktidar yanlısı köşe yazarlarınca, kendi medya organlarında dolaylı olarak vurgulandı.

Başkanlık sistemi tartışmalarının iktidar çevrelerince tekrar “gündeme sokulduğu” bu günlerde, Türklerin kurduğu 16 devlete göndermede bulunmak, Taksim-Gezi Direnişi ve yolsuzluk operasyonları sonrası yükseltilen milliyetçi hamaset söylemiyle aslında çelişmiyor. Hatırlayalım; Taksim-Gezi Direnişi sonrası devlet iktidarı ve yandaş kalemleri sıkça “dış mihraklar” söylemine sarılarak buna uygun, “faiz” başta olmak üzere çeşitli ve “yaratıcı” lobi faaliyetleri iddialarını, “hain adresler” olarak göstermişti. Bu yanıyla “16 Türk devleti” göndermesi, söz konusu milliyetçi vurgular göz önüne alındığında çelişki oluşturmuyor gibi gözükse de, aslında iktidarın geleneğindeki politik referansı olan etnik milliyetçi söylem karşısına “İslam ümmetçiliği”ni çıkaran Milli Görüş kökenli “siyasal İslamcı” çizgisiyle çelişiyor.

Coğrafyamızda sağ siyasal gelenekler, zaman zaman birbirleriyle çakışsa ve iç içe girmiş gibi görünse de, kendilerini aslında farklı politik kulvarlar olan milliyetçilik, muhafazakarlık ve İslamcılık kimliklerinde tanımlayagelmişlerdir. 2002 yılında kurulduğunda siyasal İslam referanslı Milli Görüş kimliğini –belki de dönemsel bir taktik adım olarak- “muhafazakar demokrat” kimliği ile değiştirdiğini söyleyen AKP politik hattı, iktidarda olmanın da olanaklarıyla hayata geçirdiği pratik adımlarla siyasal İslamcılık çizgisine geri dönüş adına güçlü sinyaller vermişti. İmam Hatip okullarının artan sayısı, okullarda kızlı-erkekli karma sistemin tartışmaya açılması, Sünni İslam’ın devlet kurumu Diyanet İşleri Başkanlığı’nın statüsünün ve etkinliğinin oldukça artması, Ortadoğu coğrafyasında Müslüman Kardeşler başta olmak üzere radikal İslami çevrelerle geliştirilen ilişkiler bu adımların akla gelen bazıları.

Malum, törendeki 16 Türk devleti konusuna geri döndüğümüzde ise yukarıdaki veriler ışığında mevcut devlet iktidarının söylemsel ve pratik bir paradoksunun yanı sıra, devletin resmi tarih savlarının gerçekliği noktasında da önemli soru işretleri ortaya çıkıyor. İslamcı referanslarla siyaset yürüten devlet iktidarının, 8’i İslamiyet öncesi 16 Türk devletine göndermede bulunması, bir çelişki oluşturmasının yanı sıra, İslami ümmetçilik söylem ve pratiğini esas almayan ırkçı-milliyetçiliğe bir yeşil ışık olarak da değerlendirilebilir. Yeni bir seçim sürecine girildiğinde, alabildiğine pragmatik bir siyasete sahip olan iktidarın bu adımı, kendi içinde bir tutarlılık arz etmesine karşın, siyasal İslamcı söylem ve pratikleri açısından bir çelişki oluşturuyor.

Devlet iktidarının mevcut sürdürücüsü çevrenin siyasi rant amaçlı bu faydacılığının dışında ise cumhurbaşkanlığı forsundaki “16 Türk devleti” odaklı tartışmalar, devletin resmi tarih yalanlarını da tekrar gün yüzüne çıkardı. Forstaki “16 Türk devleti” teorisinin yıllar önce 1969’da devletin ırkçı söylemlerine de referans olan Türkçü-Turancı ideolojinin teorisyenlerinden Nihal Atsız tarafından, aynı ideolojideki “Ötüken” dergisinde “16 Devlet Masalı ve Uydurma Bayraklar” başlıklı bir yazıda çürütüldüğü ortaya çıktı. Atsız, yazısında Türklerin kurduğu devletlerin sayısında bir netlik olmadığını, ancak özellikleri arasında “devlet kurmak olan” bir ulusun, bu devletleri neden yaşatamadığının sorgulanması gerektiğini belirtiyor. Benzer bir biçimde de Ankara Üniversitesi SBF akademisyenlerinden ve milliyetçi-Kemalist kimliği ile bilinen Prof. Coşkun Üçok da Tarih ve Toplum dergisinin Ocak 1987 sayısında “16 Türk devleti” iddiasının bir gerçekliği olmadığını vurgularken, söz konusu yazdığı yazıya yakın bir dönemdeki enteresan bir devlet uygulamasıyla bu iddiasını destekliyor. TC devletinin Cumhurbaşkanlığı forsundaki 16 yıldız halihazırda dururken, 15 Kasım 1983’te KKTC, 17. Türk devleti(?) olarak kurulur. Bu durumda forsa, KKTC’yi simgeleyen bir yıldız daha eklemek gerekmektedir. Ancak dönemin devlet aklı, belki de “16 ahengi”ni bozmamak için, 16’lardan Batı Hun Devleti’ni çıkararak bu yeni Türk devletine “yer açmıştır.”

Mevcut devlet iktidarı, bir tarafta Türkçülük-Turancılık, diğer taraftan Osmanlıcılıkla beslediği eklektik bir yeni rejim inşası sürecini örerken, aslında vesayet dönemi diye de adlandırdığı yaklaşık 100 yıllık yerleşik düzen döneminin tarihsel yalanlarından faydalanıyor. Bu açıdan bakıldığında “eski” ile “yeni” arasında siyasi çıkar hesaplarına dayalı ve yalanlarla desteklenen fiili bir ortaklık beliriyor. Onlar devletler kurup yıkar, “yeni rejimler” tesis ederken; kurulup yıkılan her devlet, ezilenlerin çalınan yaşamları üzerinden vücut buluyor.

Emrah Tekin

[email protected]

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 24. sayısında yayımlanmıştır.

The post “Siyasi Fırsatçılık: Devletin Tarih Yalanları” – Emrah Tekin appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2015/02/07/siyasi-firsatcilik-devletin-tarih-yalanlari-emrah-tekin/feed/ 0
“Linç Kültürü Devletin Kültürüdür” – Hüseyin Civan https://meydan1.org/2014/10/26/linc-kulturu-devletin-kulturudur-huseyin-civan/ https://meydan1.org/2014/10/26/linc-kulturu-devletin-kulturudur-huseyin-civan/#respond Sun, 26 Oct 2014 19:39:34 +0000 https://test.meydan.org/2014/10/26/linc-kulturu-devletin-kulturudur-huseyin-civan/ Kobanê dayanışma eylemleri süresince, farklı şehirlerden bir dizi linç haberi geldi. Esenyurt’ta Kabil Okyaytan’ın uğradığı saldırı, bütün saldırıların niteliğini anlamak açısından önemliydi. Okyaytan, önce bıçaklandı, sonra soyuldu ve yine darp edildi. Benzeri olaylara bu kadar sık rastlanıyor olması, “linç” denilen eylemin yaşadığımız coğrafyada sık başvurulan bir devlet hamlesi olduğunu gözler önüne seriyor. Aslında bu durum, […]

The post “Linç Kültürü Devletin Kültürüdür” – Hüseyin Civan appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
Kobanê dayanışma eylemleri süresince, farklı şehirlerden bir dizi linç haberi geldi. Esenyurt’ta Kabil Okyaytan’ın uğradığı saldırı, bütün saldırıların niteliğini anlamak açısından önemliydi. Okyaytan, önce bıçaklandı, sonra soyuldu ve yine darp edildi. Benzeri olaylara bu kadar sık rastlanıyor olması, “linç” denilen eylemin yaşadığımız coğrafyada sık başvurulan bir devlet hamlesi olduğunu gözler önüne seriyor. Aslında bu durum, sivil bir tepki gibi gösterilmeye çalışlan “linç” eyleminin devletli kökenini ortaya koymak açısından önem taşıyor.

Mr. Lynch ve Yasaları

1911’de, ABD Oklahoma’da Laura ve L.D. Nelson isimli anne-oğul iki siyah, yaşadıkları bölgenin yakınlarında bir köprüde asılı olarak bulunurlar. Asılı haldeyken köprünün üstünde fotoğraf çektiren 58 “insan”la birlikte. Olaya neden olan iddia, beyaz bir çiftlik sahibinin ineğinin çalınmasıydı. Hırsızlık iddiasıyla gözaltına alınan anne-oğul, bir şekilde hücrelerinden çıkarılmış ve “ibret-i alem” olsun diye köprüden sallandırılarak asılmışlardır.

Bu tarihlerde, özellikle ABD’de bu örneklerin çoğaltılabiliyor oluşu, benzer eylemlerin siyahlara yönelik bir linç kampanyasına dönüşmesiyle ilgilidir.

Linç kelimesinin anlamı da bu hikayelerle ilintilidir. Kelimenin kökü herhangi bir anlama sahip değil. Kelime, ABD’de iç savaş sırasında ortaya çıkan bir kişinin isminden türeyerek gelmiş. Charles Lynch gibi Lynch soyadına sahip birkaç isimle ilişkilendirilen bu sözcük, soyadı Lynch olanların sosyo-ekonomik karakteriyle anlam kazanıyor. Bu karakterler, köle sahibi çiftlik ağaları ya da askerdir.

Bu köle sahibi çiftlik ağasının, “asayiş tam anlamıyla sağlanamadığından” mülk sahiplerinin arazilerini ve hayvanlarını korumak için kullandığı “filli yasalar” Lynch Kanunu diye adlandırıldı. Lynch Kanunu’nun mağdurları yoğunluklu olarak siyah ya da yoksul olanlardı. Kanun, suç işlendiği zaman zanlıyı yakalayıp, mülk sahiplerinden oluşanların kararıyla zanlının ağaca asılmasıyla işliyordu. Dolayısıyla kelimenin ilk anlamı, yargısız infazdı.

Linç 1960’ların ortalarına kadar siyahlara karşı uygulandı. Hatta bu devletin, siyahlara yönelik bir politikası haline gelmişti. Devlet politikası ve linç arasındaki bu ilişki “linç”in mahiyetini anlamak açısından önem taşıyor.

linç

1934 Trakya Olayları

1934 yılında, Trakya’da yaşayan Yahudilere yönelik bir dizi linç girişimi yaşandı. Söz konusu TC tarihi olunca, devletin kuruluş aşamasında uyguladığı katliamları bir kenara bıraksak bile, benzer örnekleri çoğaltmak mümkün (6-7 Eylül Olayları, Maraş, Çorum, Sivas Katliamları). 1934 yılında yaşananlar, Nihal Atsız ve Cevat Rıfat Atilhan’ın Yahudilere yönelik ırkçı yazılarıyla beraber başlayan, Yahudilere ait evlerin, dükkanların yağmalandığı, onlarca Yahudi’nin öldürüldüğü ve on binlercesinin de göç etmek zorunda bırakıldığı 2 haftalık bir linç girişimiydi. Linç denildiğinde çok da akla gelmeyen Trakya Olayları ve buna benzer örnekleri çoğaltmak için TC’nin toplumsal tarihine bakmak yeterli olacaktır. Bu yaşananları Dersim benzeri katliamlardan farklı kılan, ortaya çıkan şiddetin doğrudan devlet eliyle değil de bireylerin ya da grupların eliyle yapılıyor olma durumuydu.

Devletin Görünmez Eli

Aslında linç eylemindeki devlet etkisini görünmez kılan da bu durumdur: Linç eyleminde bulunanların, suçu anonimleştirilerek toplumsal bir tepki havası veriliyor oluşu… Linç, meşru şiddet kullanma tekeline tek sahip devletin “yetemediği” yerlerde, bireylerin sözde kendi adalet kavrayışlarına uygun olarak suçluları belirleyip, o an ceza vermeleri gibi görülebilir.

Linç eylemine ilişkin yukarıdakine benzer bir açıklama, eylemin “normalleştirilmeye” çalışılması ile ilgilidir. Zaten medya da bu bakış açısına uygun olarak, lince maruz kalana değil, linç girişiminde bulunanlarla bir duygudaşlık yaratmaya çalışır. Bunun nedeni, bu normalleştirilmeyle ilgilidir. “Toplumsal hassasiyetler” adı altında işletilen aslında devletin normalleriyle ilgilidir.

Bu normaller, devletin varoluş değer ve pratikleriyle ilgilidir. Bu “normal”in dışında kalan her şey, toplumun varlığına tehdittir! O yüzden lince maruz kalan kesimler “marjinal” ilan edilmiştir.

Linç eylemleri genelde değerlendirilirken, ya münferit eylemler olarak gösterilip önemsizleştirilmeye çalışılır ve böylece devlet sorumluluğu üstünden atmış olur ya da konu, devlet iktidarından ayrı bir eylemlik olarak gösterilir. Yani linç eyleminde bulunanlar, devlet otoritesine güvensizlikten kaynaklı, bu normali korumaya çalışmaz. Eylemlerin hedefi zaten devlet otoritesini tehdit edenlere yöneliktir.

İstisnai Haller

Eylemde bulunan bireyler her ne kadar devletten ayrı tutulursa tutulsun, linç eylemi devletle alakalı bir eylemdir. Devletin, hukuk yoluyla oluşturamadığı düzeni sağlamak için şiddete ihtiyaç duyduğu zamanlarda ortaya çıkar.

Linç, devletle ilintilendirilmekten özellikle kaçırılır. Çünkü bu şiddet linç sırasında ortaya çıkan, Carl Schmitt’in deyimiyle “hukuk oluşturucu egemenliğe işaret etmektedir”. Burada mevzu bahis şiddet, devletin varoluş sorunuyla ilgilidir; bir yandan meşruluğunu hukuka dayandırmak, öte yandan düzeni sağlarken dayandığı hukukun dışına çıkmak…

Aslında mesele, siyasal iktidarın mı yoksa hukukun mu üstün olduğu tartışmasıyla doğrudan ilgilidir. Siyasal iktidarın “yasa kurucu” ve “yasa koruyucu” niteliğinin, onu hukuktan daha üstün bir konuma yerleştirmesi hukukun başat ontoloji tartışmalardandır.

Siyasal iktidar, istisnai hallerde hukuku askıya alır. Hukuka rağmen, onu işlevsiz bırakan bu tutum, devletin hukuka dayalı meşruluğunu tehlikeye düşürür. Tehlikeye düşen aynı zaman da, şiddet tekelinin meşruluğudur. Bu durum siyasi iktidarın, hukuku kurduğunun göstergesidir. Bu durumda istisna olmaktan ziyade, “doğal”dır. Siyasal iktidar, yukarıda da belirtildiği gibi hukuka, kurucu ve koruyucu ilişki temelinde yaklaşır. Siyasal iktidarın hukuku belirlediği bu ilişki devletin varlığı sorunsalıyla ilişkilidir.

Giorgio Agamben’in “istisna hali” olarak adlandırdığı ilişki, iktidarın gücünü nereden aldığını analiz etmek adına önem taşır. İstisna haller, gerekçeler gösterilerek hukukun askıya alındığı süreçlerdir. Bu istisnai durumda, siyasal iktidarı hukukun üstüne taşıyan unsur; şiddet aracına olan yakınlıktır.

Carl Schmitt’e göre istisnai hallerde “devletin değerleri” devlet tarafından yok edilebilir. (Carl Schimtt’in Nazi Almanyası’nda, Nasyonal-Sosyalist Hukukçular Birliği’nden olduğunu düşündüğümüzde bu iddia çok şaşırtıcı gelmez.)

Paradoks

Devletin yarattığı değerler, uygulanacağı ortama ihtiyaç duyar. Dolayısıyla, hukuki düzenin anlamlı olabilmesi için düzenin oluşturulması zorunludur. Ancak düzen bozulduğunda, devlet bu değerlerden uzaklaşır. Hukuki düzenin dışına çıkar. Yani otorite, hukuk üretmek için haklı olmak gerekmediğini kanıtlar.

Varsayılan devletin gücünü hukuktan aldığı yanılsaması bir kez daha ortaya çıkmış olur. Devlet iktidarının işleyişi yasaların üstündedir.

Kamu Düzeni Hukukla Değil, İtaatle Sağlanır

Linç eylemi de bu istisnai hallerden biridir. Aslında devlet iktidarını sağlayan durum, bu istisnailiğin bir kültür olarak, egemenliğini tuttuğu sınırlar içerisinde vatandaşları tarafından yaşatılmasıdır.

Her linç, mevcut devletin değerlerinin tekrar ve tekrar üretilmesidir. Toplumsal hassasiyetler olarak kavramlaştırılan, devletin ezilenler üzerindeki baskısını, zorbalığını, yeri geldiğinde yok etme tekelini oluşturan değerlerdir.

İstisnasız bir şekilde, bu değerlerin ezilenlerin lehine olmayan değerler olduğu, hatta doğrudan ezilenleri iktidar ilişkisinde aynı konumda tutmak için yaratılan değerler olduğu açıktır. Linç eyleminin içerisinde bulunanlardan sağlanılan itaatle, devlet kamu düzenini sağladığını varsayar. Bu itaatkar insan grubunun mahiyeti her ne kadar Stockholm Sendromu benzetmesiyle açıklanabilir olsa da, ortada unutulmaması gereken başka bir durum daha vardır.

Linç, ötekinden korkan, ötekiyle başedemeyeceğini anlayanların uyguladığı bir yöntemdir. Linç eylemlerinin artması, itaat etmeyenlerin de arttığının göstergesidir. Serhildan süreciyle beraber yaygınlaşan, devletin bu iktidarlı değerler kümesinin karşısında; birbiriyle dayanışan ve paylaşan; özgürlük ve adalet için başkaldıranların oluşturduğu değerlerdir.

Hüseyin Civan

[email protected]

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 22. sayısında yayımlanmıştır.

The post “Linç Kültürü Devletin Kültürüdür” – Hüseyin Civan appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2014/10/26/linc-kulturu-devletin-kulturudur-huseyin-civan/feed/ 0