The post Kuzey Kore Nükleer Deneme Tesisini Kapatıyor appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>İki Kore’nin de toprağının bulunduğu askerden arındırılmış bölgede yapılan görüşmeler 1953 yılında fiili anlamda biten ancak kağıt üstünde devam eden Kore Savaşı’nın bitmesi için büyük önem taşıyor.
Kim Jong-un 1953’den beri Güney’e giden ilk Kuzey Kore Başkanı oldu.
Görüşmeler sonrasında ortak bir deklarasyon metni yayımlandı. Metnin ana başlıkları şöyle;
Görüşmelerden sonra açıklama gerçekleştiren Güney Kore Başkanlık Sözcüsü Yoon Young-chan, Kuzey Kore’nin geçtiğimiz senelerde Kore’de ve ABD’de gerilimlere yol açan denemelerin yapıldığı nükleer tesisi kapatma sözü verdiğini söyledi.
The post Kuzey Kore Nükleer Deneme Tesisini Kapatıyor appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post Patika Ekoloji Kolektifi Yarınki Basın Açıklamasına Çağırıyor appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Patika Ekoloji Kolektifi, yarın saat:13.00 ‘de Kadıköy Süreya Operası önünde, Nükleer Karşıtı Mitingin yasaklanması üzerine gerçekleştirilecek basın açıklamasına çağrı bildirisi dağıtıyor.
The post Patika Ekoloji Kolektifi Yarınki Basın Açıklamasına Çağırıyor appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post Sinop Nükleer Karşıtı Miting 22 Nisan’da appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Sinop NKP’nin çağrısını yaptığı ve yaşam savunucularının, ekoloji örgütlerinin katılacağı Nükleer Karşıtı Miting 22 Nisan Pazar günü 12:00’da Sinop Meydanında gerçekleşecek.
Mitinge İstanbul’dan katılmak isteyenler için Patika Ekoloji Kolektifi İstanbul hareketle otobüs kaldıracağını açıklamıştı.
Patika Ekoloji Kolektifi Sinop’taki Nükleer Santral Karşıtı Mitinge Çağırıyor
The post Sinop Nükleer Karşıtı Miting 22 Nisan’da appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post ABD: Gün Geçtikçe Kuzey Kore’yle Savaş Riski Artıyor appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Kuzey Kore’nin hala ısrarlı bir şekilde nükleer silah denemeleri yapmasının, ABD için büyük tehdit oluşturduğunu da ekleyen McMaster, savaş dışında başka çarelerin de olduğunu söyledi.
Bunlardan biri Çin’in Kuzey Kore için daha büyük ekonomik önlemler alması ve ABD ile Çin bu konu hakkında çeşitli görüşmeler gerçekleştiriyorlar.
Kuzey Kore geçtiğimiz hafta yeni bir balistik füze denemişti ve yapılan açıklamada füzenin ABD’de herhangi bir hedefi vurabilecek kapasitede olduğu belirtilmişti.
The post ABD: Gün Geçtikçe Kuzey Kore’yle Savaş Riski Artıyor appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post “Dengesiz” Başkan Trump’ın Nükleer Yetkisi Tartışılıyor appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>ABD Kongresi’nde 40 yılın ardından ilk kez bir ABD Başkanı için “nükleer yetki” tartışması yaşandı.
Senatonun komite toplantısında gerçekleşen tartışmalar özetle şu şekilde:
Demokrat Senatör Chris Murphy, “ABD Başkanı’nın oldukça dengesiz ve değişken olmasından endişeliyiz. Kuzey Kore’ye bir nükleer saldırı emri vermesinden kaygı duyuyoruz” .
Yüksek rütbeli ordu mensubu Robert Kehler,“Trump’ın her hangi bir nükleer saldırı emri yasal değildir ve yerine getirilmeyecektir.”
Cumhuriyetçi Bob Corker; “Trump’ın öngörülemez davranışları yüzünden zaman zaman endişeleniyoruz ancak nükleer silah kullanma yetkisi konusunun oldukça hassas bir şekilde konuşulması gerekir. “
Politik bilimler profesörü Peter Feaver, “başkan bir düğmeye basarak füzeleri ateşleyemez”
Stanley Kubrick’in 1964 yılında yayınlanan, bir düğmeye basarak bütün dünyayı nükleer bir felakete sürükleyen bir generali ve bu eksende gelişen olayları konu alan; Dr Strangelove (Dr. Garipaşk veya: Nasıl Kaygılanmayı Bırakıp Bombayı Sevmeyi Öğrendim) filmini akıllara getiren bu tartışmanın nereye varacağı ise merak konusu.
Ne Olmuştu?
Trump, eylül ayında Birleşmiş Milletler (BM) Genel Kurul toplantılarındaki konuşmasında, Kuzey Kore lideri Kim Jong-un’u “roket adam” olarak nitelendirmiş ve “gerekirse bu ülkeyi tamamen ortadan kaldırmaktan çekinmeyecekleri” mesajını vermişti.
Kuzey Kore resmi medyası ise Kuzey Kore lideri Kim Jong-un’a hakaret ettiği gerekçesiyle ABD Başkanı Donald Trump’ın ‘ölüm cezası’nı hak ettiğini yazdı.
The post “Dengesiz” Başkan Trump’ın Nükleer Yetkisi Tartışılıyor appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post Güney Kore’den Nükleer Silah Sözü appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Açıklama, Kuzey Kore’nin 6’ncı ve şimdiye kadar ki en kuvvetli silah denemesini gerçekleştirmesinden sonra yapıldı.
İki ülke ”Soğuk Savaş” bittikten sonra, 1992 yılında ortak bir deklarasyon yayınlamış ve Kore bölgelerinde nükleer silah çalışmaları yapmayacaklarını beyan etmişti. Ancak bu deklarasyon 2002 yılında Kuzey tarafından bozulmuştu. Güney Kore bu anlaşmaya hala sadık olduklarını söylemiş oldu
Kaynak: Sputnik
The post Güney Kore’den Nükleer Silah Sözü appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post Barışçıl Bir Nükleer Anlaşması (!) appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Anlaşma, yakın zamanda yine aynı ”barışçıl” amaçlar için uranyum madenciliğine başlayacak olan Suudi Arabistan’da gerçekleşti. Proje tamamlandıktan sonra ne kadar süre barışçıl kalacakları bilinmez ama yaratacağı ekolojik tahribat canlılar için en başından itibaren o kadar da barışçıl olmayacak.
The post Barışçıl Bir Nükleer Anlaşması (!) appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post Kuzey Kore’den Yüreklere Su Serpen Açıklama(!) appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Kim In Ryong açıklamasına, Kuzey Kore füzelerinin bütün ABD topraklarına erişebileceğini ve bütün dünyanın acımasızlıklarından pay alabileceğini eklemeyi de unutmadı.
The post Kuzey Kore’den Yüreklere Su Serpen Açıklama(!) appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post ABD’ye, İran’la Nükleer Anlaşmazlığında Beklemediği Tepki appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>ABD Başkanı Donald Trump, devletlerarası tartışma yaratmaya devam ediyor. Bu tartışmaların odak noktası bugünlerde İran ve Kuzey Kore. Nükleer anlaşma konusunda İran yönetimini suçlamaya devam eden Trump, İran’ı nükleer enerji anlaşmasını iptal etmekle tehdit etmeye devam ediyor. Ancak bu sefer pek de beklemediği bir tepki aldı.
Ortak bir açıklama yapan Almanya, İngiltere ve Fransa, ABD’ye İran konusunda iyi düşünme çağrısında bulundu. Almanya Başbakanı Angela Merkel, İngiliz mevkîdaşı Theresa May ve Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron, dün akşam Trump’ın sözlerine ilişkin olarak ortak bir açıklama yaptı. Üç ülkenin lideri, ABD hükümeti ve Kongre’ye çağrıda bulunarak, anlaşmanın iptaline yol açacak İran’a yaptırımlar uygulanması gibi adımlar atılmadan önce iyi düşünülmesini talep etti. Ortak açıklamada anlaşma sürecindeki diplomatik çabalar özellikle vurgulanırken anlaşmayla kendi güvenliklerinin de koruma altına alındığını belirten bir açıklama yapıldı.
ABD Kongresi’nin kabul ettiği Nükleer Anlaşma Teftiş Yasası’na göre ABD Başkanı her üç ayda bir İran’ın anlaşmaya uyumlu olduğunu onaylaması gerekiyor.Trump daha önce önüne gelen karara daha önce 2 kez imza atmıştı. Trump son zamanlarda açıklama değişikliğine giderek anlaşmanın çıkarları için kötülüğüne ek olarak İran’ın anlaşmaya uymadığını iddia etmeye başlamıştı. Trump, nükleer anlaşma ile ilgili kararı Kongre’ye bırakmıştı. Kongre’nin 60 gün içinde İran’a yönelik yaptırımların yeniden uygulamaya konup konmayacağına ilişkin karar vermesi gerekiyor. Kongre’nin yaptırım kararı alması, ABD’nin anlaşmadan çekildiği anlamına gelecek.
İran Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani ise çıkarlarının koruduğu müddetçe anlaşmaya sadık kalacaklarını söylemini devam ettirdi. Ruhani, devlet televizyonunda canlı yayınlanan konuşmasında Trump’ın konuşmasıyla ilgili “Bugün duyulanlar ABD’de yıllardır söylenen asılsız iddiaların tekrarından başka bir şey değil. İran halkı da sizden başka bir şey beklemiyordu zaten” diyerek cevap verdi.
Ruhani ayrıca “Hiçbir devlet başkanı uluslararası bir anlaşmayı iptal edemez” dedi. İran ile yapılan uluslararası müzakerelere katılan AB Güvenlik ve Dış Politika Yüksek Temsilcisi Federica Mogherini de “Bu iki ülke tarafından imzalanan bir anlaşma değil ve bu anlaşmayı bitirmek de hiçbir devlet başkanının elinde olan bir yetki değil.” diyerek bir anlamda Ruhani’ye destek verdi.
Fransa Cumhurbaşkanı Macron, İran Cumhurbaşkanı Ruhani ile telefonda görüşerek Fransa’nın nükleer anlaşmaya tahaadününe vurgu yaptıktan sonra yaptığı açıklamada “ABD’nin kararı İran nükleer anlaşmasını sonlandırmaz” dedi.
ABD Başkanı Donald Trump “Bugün ilan ediyorum. Biz artık bu anlaşmayı devam ettirmeyeceğiz ve ettiremeyiz. Bu anlaşmanın sonucu daha fazla şiddet, terör ve İran nükleer terörü anlamına geliyor. Emir veriyorum, bu anlaşmadaki açıkların kapatalım ki bir daha asla İran rejimi dünyayı nükleer silahlarla tehdit edemesin” şeklinde bir açıklama yapmıştı.
Trump’ın konuşmasına tek destek anlaşmaya en başından beri karşı çıkan İsrail’den geldi. Başbakan Benyamin Netanyahu, “Amerikalı başkanı bu cesur kararından dolayı tebrik ediyorum” dedi ve “Başkan Trump, kötü bir anlaşmayı düzeltebilme, İran’ın saldırganlığını durdurma ve terörizme verdiği desteğe karşı durabilmemiz için bir fırsatı yarattı. Bu nedenle İsrail olarak bu fırsatı memnuniyetle karşılıyoruz” şeklinde konuştu.
The post ABD’ye, İran’la Nükleer Anlaşmazlığında Beklemediği Tepki appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post “Tastamam Bir Tespih, İmamesi Bile Var…” appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>
Bazı hikayeler vardır. Ne yapsanız, ne etseniz bir türlü sindiremezsiniz. Onu bir yere koyamaz, öfkeden ve üzüntüden ne yapacağınızı şaşırırsınız. Duyduğunuz andan itibaren boğazınızda bir yumru; sırtınızda ağır bir yük gibi oradan oraya taşır; bir türlü onu bırakamazsınız. Bırakmamalısınız da, çünkü biz o yüke sorumluluk deriz.
***
Kürdistan’da evleri ve yaşamları bir depremle alt üst olan bir aile… Pılını pırtısını toplayıp, Sakarya’ya gelirler. Evin babası inşaat işçisidir. Baba bir süre çalıştıktan sonra, anlaşılır ki hastadır. Akciğer kanseri olmuştur. Yani artık çalışamayacaktır. Evin küçük kardeşlerinden biri, günlük 50 liraya bir inşaatta çalışmaktadır. Babanın hastalığından sonra, yeni bir iş bulmaya karar verir. Bir “HES” inşaatında günlük 125 liraya kalfa olarak çalışma imkanı vardır. Fakat yaşı 16 olduğu için kuzeninin kimliğiyle başvurur işe, kabul edilir. Daha işin 4. günündedir, 4 arkadaşıyla işlenmektedir. Yerde parlak bir şey görür. İmamesiyle beraber tastamam bir tespihtir bu. Çok beğenir tespihi, hemen arka cebine atıverir. Gün boyu çalışır, akşam vakti işini bitirdiğinde kendisini eve götürecek olan otobüse biner. İyi çalışmıştır; bir cebinde yevmiyesi, bir cebinde parıl parıl parlayan tesbihiyle ve ailesinin ağır yükünü taşımanın gururuyla eve gelir. Hasta bir baba, kardeşler, yeğenler, bacanaklarla beraber yaşadığı bir gecekondudur evi. Yevmiyeyi çıkartıp annesine verir. Sonra arka cebinden yeni bulduğu tespihi çıkartır. Bak anne der “ Tastamam bir tespih, imamesi bile var…” Anne tespihi eline alır, biraz kurcalar, sonra kız kardeş gelir -Yeni bir yeğeni karnında taşımaktadır- o da biraz oynar. Yeğen, bacanak, herkes bir bir elinden geçirir tespihi. Çünkü yoksulların evinde kimse kimseden bir şey saklamaz. İyi olan her şey paylaşılır. Tıpkı kötü olanda olduğu gibi… Tespih kaybolmasın diye bir kağıda sarılır, televizyonun üzerindeki metal çanağın içine konur. Genç yorgundur, biraz bir şeyler atıştırdıktan sonra yatağa girer. Dinlenmesi, yarın işlenmeye devam etmesi gerekir. Kısa günün karı diye içinden geçirir. Bir yevmiye… Bir tespih “hem de imamesi bile var… tastamam…” Gözlerini kapar.
Daha aradan bir saat geçmemiştir ki, kalçasında bir yanma ve sertlik hissiyle uyanır. Bütün vücuduna bir ağırlık çökmüştür. Başı zonkluyor, midesi bulanıyordur. Biraz kusar. Ama çok kafasına takmaz. Ertesi sabah, gün daha ağarmadan tekrar yola çıkar. Çalışırken fenalaşınca revire kaldırırlar. Revirdeki doktor olanlara pek bir anlam veremez. Hastaneye sevk eder. Hastanede bakmazlar ona. Kimliği yoktur. Eve istirahata gönderirler. Ama annesi gencin kalçasında yanıklar olduğunu fark eder. Tekrar hastaneye giderler. İki iğne vurulur, birkaç hap verilir ve nihayetinde tekrar evine gönderilir. Bu gidiş gelişler böyle devam ederken, genç doktorlardan birine bulduğu tespihten bahseder. Sonra her şey çorap söküğü gibi gelir. İşte o tespih, bir tespih değildir aslında. HES inşaatında sızdırmazlığı ölçen bir aletin içinden düşmüş olan bir radyoaktif maddedir.
Hastanede karantinaya alınır. Gencin yaşadığı ev ve mahalle de. Zaten anne, baba ve hamile kız kardeşin de ellerinde yaralar çıkmıştır. Genç ise, artık ayakta duramıyordur. Kalçasındaki etler erimiş, kemikleri ortaya çıkmıştır. Günde iki defa morfin yemeden, yatakta bile duramıyordur.
Valisinden doktoruna herkes durumu kurtarmaya yönelik açıklamalar yaparken, HES şirketi gence dava açmıştır. Çünkü şirkete ait olan bir şeyi almış ve bir nükleer kazaya sebebiyet vermiştir.
***
Bazı hikayeler vardır. Yaşandığı coğrafyanın bütün acısını, bütün kederini, bütün öfkesini içinde taşırlar. Fazla söze gerek yok aslında. Bu hikayeler kendini anlatır. Kapımızda bekleyen daha büyük bir nükleer felaket. On yıllardan beri bitmeyen bir savaş. Suları tutsak eden, insanları susuz bırakan HES’ler. Hastaneler, yoksulluk, adaletsizlik ve bir yaşamı idame ettirmeye çalışmanın dayanılmaz ağırlığı.
“Tastamam bir hayatın peşinde“ hayatta kalmaya çalışanların hikayeleridir. Bizim hikayemizdir. Her gün içmek zorunda olduğumuz acı bir su gibi olan, bizi paramparça eden ama aynı zamanda öfkemizi bileyen keskin bir bıçak gibidir. Başta söylediğimiz gibi Bir yük değil bu yaşananlar, bir sorumluluktur. Öfkemizin coşkun bir sel gibi patlayıp kale duvarlarını aşacağı o güne kadar biriktirdiğimiz.
Aysel Özdemir
Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 38. sayısında yayınlanmıştır.
The post “Tastamam Bir Tespih, İmamesi Bile Var…” appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post “Çernobil İşçileri İki Kez Öldürür” appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Bugünlerde bir başka 26 Nisan’ı, Çernobil’in yıldönümünü karşılamaya hazırlanıyoruz. Çernobil’in o ağır yükü; sorumluluğu sayfa sayfa önümüze dökülüyor. Binlerce akıl almaz yaşam hikayesi ve deneyim internet aleminin bilgi denizinde kağıttan bir gemi gibi bata çıka seyrediyor. Her 26 Nisan’da bu hikayeler; ucu sivri, tırtıklı bir bıçak gibi vicdanımızı ve “insanlığımızı” biçiyor.
Biz bu hikayelerden bahsetmeyeceğiz. Fakat, merak edenlerin, bir nükleer katliamın sayılarla değil de ancak ve ancak buna maruz kalanların aktardığı deneyimlerle anlaşılabileceğini görmeleri için Svetlana Aleksiyeviç’in Çernobil’den Sesler kitabına bir bakmalarını öneriyor; hatta onları kitabı okurken dünyaya her gün bir yenisi eklenen santrallerin açığa çıkardığı ve çıkaracağı felaketler üzerine düşünmeye, dahası bu santrallere karşı eylemeye davet ediyoruz.
Evet, biz bu hikayelerden bahsetmeyeceğiz dedik ama yine de hikayelerden gideceğiz. Daha doğrusu, “Evet nükleer öldürür, ama nükleer yoksulları ve ezilenleri daha mı çok öldürür?” sorusunun peşine düşeceğiz. Bizlere doğal afet diye yutturulmaya çalışılan sellerin varoşlardaki evleri basması gibi, depremlerin bilmem kaç şiddetindeki yer sarsıntılarına dayanıklı lüks siteleri es geçip, kağıttan kuleler gibi dizilmiş yoksul apartmanları yerle bir etmesi gibi… Acaba radyasyon da, herkesi öldürdüğünden daha fazla mı öldürmüştür ezilenleri?
Radyasyon, kapitalizmin ve devletin üzerlerine zırh olduğu insanları es geçmese de, günlük hayatını baldırı çıplak geçiren biz ezilenleri, efendilerden daha mı çok öldürmüştür? Yine bu katliamlarda efendiler birer birer ölürken biz yine yüzlerle, binlerle, milyonlarla mı ölmüşüzdür?
Pripyat’ta işçiler patlama sonrasında şehri temizliyor. – 1986
Çernobil Katliamı ve “Kahraman Yoksullar”
Bir çoğumuzun bildiği üzere, 26 Nisan 1986 akşamı, Sovyetler Birliği’ndeki Pripyat kasabasının yakınlarındaki Çernobil nükleer santralinde büyük bir patlama meydana geldi. Patlama esnasında 31 kişi öldü. Fakat patlamanın etkisi dalga dalga yayıldı. Sovyetler Birliği devletinin katliamı gizleme çabası, radyasyonun etkisini katmerledi. 26 Nisan 1986’da Çernobil’de patlayan nükleer, o günden bugüne Rusya’dan yaşadığımız topraklara kadar ölüm ve kanser olarak yağdı üzerimize.
Patlamanın hemen ardından Sovyet yetkililer, bölgenin temizliği için robotlar gönderdiler Çernobil’e. Fakat robotlar bile maruz kaldıkları radyasyon yüzünden bozulunca, onların insan versiyonları gönderildi. İtfaiye erleri, düşük rütbeli askerler, inşaat işçileri ve maden işçileri basit birer gaz maskesi ve radyasyon karşısında hiç bir koruyuculuğu olmayan kıyafetlerle enkazı temizlemeye koyuldular. Çernobil Katliamı’nın izlerinin silinmesi için çalışan yüzbinlerce insanın büyük bir kısmı öldü. Tarihe isimleri kahraman olarak kazındı. Fakat Sovyet bürokrasinin üst tabakasından kimsenin adı bu binlerce mezar taşının üstünde görülmedi. Hatta bu bürokratlar; işçiler teker teker ölüyorken, radyasyona maruz kalmış hayvanları ucuz fiyatlara satıp coğrafyanın bütününe dağıtmakla uğraşıyorlardı.
Evet, hikaye oldukça tanıdık gibi; hatırlarsanız Soma’da katledilen maden işçileri de, kendilerini katledenler tarafından “şehit” unvanıyla “taçlandırılmışlardı”.
Fukuşima Katliamı ve “Başını Sokacak Bir Saçak Altı” Uğruna
11 Mart 2011’de, Honşu Adası açıklarında meydana gelen tsunami ve deprem sonrasında, Fukuşima Nükleer Santrali’nde büyük bir patlama meydana geldi. Patlama sonrasında, 160 bin kişi evlerini terk etti. Radyoaktif maddeler binlerce ton su ile denize aktı; toprağa ve havaya karıştı. Balıkların normal seviyenin iki bin beş yüz katı radyasyona maruz kaldığı ortaya çıktı. Üstelik, nükleer sızıntının etkilerinin 24 bin yıl daha süreceği öngörüldü.
Nasıl Çernobil’i yapan akılla, Fukuşima’yı yapan akıl paralel düşündüyse; pisliğin temizlenmesi konusunda da aynı yöntemi izledi efendiler. Önce robotlar denendi, olmayınca ülkede ki evsizler devreye sokuldu. Buyurun kendi ağızlarından dinleyelim: “Bizi işe almak isteyenler için kolay bir hedefiz. Buraya çantalarımızla geliyoruz, tren garları yakınlarında dolaşmaktan başka bir şey yapmıyoruz. Yani bizi bulmak kolay oluyor. Onlar da gelip “Aç mısınız?”, “İş ister misiniz?” diye soruyor. Eğer yiyecek hiçbir şeyiniz yoksa size iş öneriyorlar.”
Evsizler günde tahmini 90 dolara çalıştırıldılar, aldıkları paranın büyük bir kısmını kaldıkları yere ve yemeğe ödediler. Şimdi onların hangi köşede kıvrılıp öldüğünü ya da ölümü beklediğini kimse bilmiyor.
Goiania Katliamı ve “Nükleerin Hurdasına Denk Gelmek”
Yıl 1987, aylardan eylül, Brezilya’nın Goinai şehrinde iki yoksul hurdacı olan Roberto Dos Santos Alves ve Wagner Mota Pereira terk edilmiş bir radyoterapi kliniğinde, yüksek miktarda radyoaktif sezyum klorid içeren bir radyoterapi makinası bulurlar ve bunu dükkanlarına taşırlar. Makinenin içerisinde mavi ışıklar saçan küre biçimindeki küçük nesne dikkatlerini çeker. Bunu makinenin içerisinden çıkarıp, bir kaç gün içerisinde başka birine satarlar. Küreyi alan Devair Ferreira bu nesneyi evine götürür. Kürenin eve girmesinden sonra, evde yaşayanların sağlık durumunun kötüye gittiğini fark eden kız kardeş bu durumdan şüphelenerek küreyi inceletmek için onu otobüsle bir hastaneye taşır. Böylece küreyi bulan iki hurdacıdan otobüste bulunan insanlara kadar toplamda 250 kişi yoğun derecede radyasyona maruz kalır; bunlardan en az dördü hayatını kaybederken, diğerleri istisnasız biçimde ağır hastalıklara yakalanırlar.
Şurası açıktır ki; hiç bir zengin, hiç bir devlet adamı yaşamını hurda satarak sağlamaz. Ve aynı zenginler hurdacıdan aldıkları ışık saçan mavi toplarla ailesini sevindirmeye çalışmaz. O zenginler ki, ne yoksulların bindiği otobüslere binerler ne de onların gittiği hastanelere giderler!
Çelyabinsky ve “Uranyumu Halının Altına Süpürmek”
1957 yılında, Çelyabinsky yakınlarındaki Mayak Nükleer Santrali’nde büyük bir patlama meydana geldi. Her ne kadar dünyanın ilk nükleer katliamı olsa da, Sovyet yönetimi tarafından 90’lı yıllara kadar gizlendi. Tabi bu sırada, radyasyon yaklaşık 1.000 kilometrelik bir alana yayıldı. Onlarca yıl boyunca, nükleer sızıntı devam etti, radyasyonlu atık su bölgedeki nehre bırakıldı. Faciadan en çok etkilenen Müslümova Köyü, Nükleerci devlet şirketi Rosatom tarafından ancak 2006 yılında, Yeni Müslümova Köyü kurularak oraya taşındı.
Faciadan en çok etkilenen, nehir boyunca uzanan köylerde yaşayan ve hayatını tarım ve hayvancılıkla sürdüren köylüler oldu. Katliamdan günümüze kadar doğan çocukların hemen hemen hepsi beraberinde bir hastalıkla dünyaya geldiler. Kanser olmak şaşılmayacak bir şeye dönüştü.
Rusya devleti kimi mağdurlara tazminat ödemeyi kabul etti. Fakat verilen tazminat, radyasyondan uzak bir yerde ev almaya bile yetmiyordu!
Pek tabi, nükleerin dilsiz kurbanları da vardı. Ağaçlar, ormanlar sokak hayvanları su varlıkları ve diğerleri. Pripyat’ta, Çelyabinsky’de Fukuşima’da ve daha bir çok başka yerde büyük bir sessizlik içerisinde katledildiler. Çoğu kimse onları anmadı. Bir daha yeşillenemeyecek bir ağaç, sakat doğan bir buzağı ve soluduğu hava zehirlenen bir balık bilançolara dahil edilmedi.
Şuna emin olabilirsiniz ki, tarih yukarıda andığımız hikayelerin benzerleri ile doludur. Kimisi halen gizli kapaklı, kimisi aşikar. Fakat, en nihayetinde aşikar olan şey ise nükleer herkesi öldürse de ezilenleri daha çok öldürdü, öldürüyor ve biz ezilenler bizlerin hayatı üzerinden hesaplar yapanların karşısına dikilmedikçe öldürmeye devam edecek!
Bu yazı Meydan Gazetesi’nde yayımlanmıştır.
The post “Çernobil İşçileri İki Kez Öldürür” appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post “Şirketlerin Yoluna Taş Koyuyoruz” – Büşra Cengiz appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Kapitalizm şehirlerdeki yaşamın zenginler için elverişli olmasını sağlarken, bunun dışında kalan kırsalları da kendi hizmetine sunuyor. Gelişme, kalkınma, ilerleme derken yüzlerce proje üretenler, yüzlerini nükleer santrallere, HESlere, GESlere, RESlere ve termik santrallere dönüyor. Bunun temelini şehirlerdeki AVM’lere, şirketlere, fabrikalara enerji sağlamak ile kurarken, yine kendi cebini dolduruyor. Durmadan büyüyen endüstri, enerji ihtiyacını “daha ucuza gelen” kömürden sağlıyor ve çarkın dönebilmesi için her gün bir maden daha kazılıyor.
Kazılan her bir maden onlarca yaşama son veriyor. Bu madenler için yüzlerce işçi göz göre göre ölüme yollanıyor. Kozlu’da, Soma’da, Ermenek’teki gibi yaşamlar yok ediliyor. Ancak devlet ve şirketler durmuyor, her yere yol açıyor; duble yolları, köprülü kavşaklar takip ediyor. Adım başı karşımıza bir inşaat çıkıyor. Bu inşaatların hammaddesi kırlardan, dağlardan, ormanlardan, köylerden sağlanıyor. Devlet ve şirketler bu topraklarda, “kamu yararı”na yaşamı katlediyor. “Kamu” ise bu yarardan payını, bahçesindeki ağacın kesilmesiyle, biraz uzağındaki ormanın yakılmasıyla, çocukluğunda yüzdüğü derenin kurumasıyla alıyor.
Taş ocakları da “kamu yararı”na yapılanların önemli bir parçası. Taş ocakları, geri dönüşü olmayan etkileriyle yaşamın her alanında tehlike yaratıyor. Taş ocaklarında yapılan her patlama, yüzlerce yılda oluşan yer altı su yollarının çökmesine sebep oluyor. Bu yeraltı suyuna sızan suyun da açığa çıkmasına, akış yönünün değişmesine, buharlaşmasına ve kaybına sebep oluyor. Bütün bunların sonucunda, bölgeyi büyük bir kuraklık bekliyor.
Taş ocaklarında yapılacak her bir patlatma işlemi, küçük çaplı bir deprem etkisinde. Bursa ve Trabzon’daki patlatmaların şiddeti rasathaneler tarafından 2,6 olarak ölçülüyor. Bununla birlikte patlatmalarla oluşan enerji birikimi, doğal depremleri tetikliyor. Ortalama bir ocakta ise haftada en az üç patlatma yapıldığını düşünürsek, bölgedeki yaşam alanlarını ne ölçüde etkileyeceği açık.
Taş ocaklarından çıkan kil ve toz, eğimli arazi üzerinden çevredeki su varlıklarına buluşarak, balıkların solungaçlarını tıkıyor ve toplu balık ölümlerinin sebebi oluyor. Bunun yanı sıra, patlatmalar esnasında oluşan kil ve toz bulutları yerleşim yerlerinin ve tarım arazilerinin üstüne çökerek ciddi akciğer rahatsızlıklarına neden oluyor, bitkilerin yapraklarını kaplayarak fotosentezi engelliyor. Böylece meyve oluşumu zayıflıyor.
Taş ocakları arkalarında devasa büyüklükte çukurlar bırakıyor, bu çukurlarda çöp ve atık maddelerin biriktiği, lağım sularının boşaltıldığı bir alana dönüşüyor. Bu atıklar da yine yer altı sularına sızarak, var olan suyu zehirliyor.
Şu sıralar talan projelerinden biri olarak karşımıza çıkıyor, taş ocakları. 2004 yılında ÇED raporundan muaf tutulmasıyla birlikte, 85.000’i aşkın taş ocağına ruhsat verildiği biliniyor. Bu topraklarda azımsanmayacak kadar çok olan taş ocakları, Antalya ve Muğla’da da oldukça fazla. Kayıt dışı olanlar bir kenara Antalya’da 1059, Muğla’da 450 tane ocak bulunuyor. Kentsel dönüşüm yalanlarıyla talana devam eden şirketler, Düzce’den Bolu’ya, İzmir’den Ordu’ya kadar taş ocağı planlarını sürdürüyor.
Var olan taş ocaklarının genişletilmesi şimdi de Yalova ‘da karşımıza çıkıyor. Güneyköy başta olmak üzere, Orhangazi’yi, Fındıklı’yı, Kurtköy’ü, Soğucak’ı, Hamzalı’yı, Sugören’i, Cihanköy’ü ve Paşakent Mahallesi’ni etkileyecek olan taş ocakları halkın ve yaşam savunucularının tepkisini çekiyor. Yalova’da yapılan taş ocaklarında üç isim öne çıkıyor; Bahadır Madencilik, Gürer Madencilik ve Karayolları. Öncelikle bunlardan ilki olan Bahadır Madencilik’in var olan kapasitesini 8 kat büyütmek için yaptığı çalışmalar dikkat çekici.
Normal şartlarda, yıllık 260.000 ton olan kapasite yıllık 2.000.000 tona çıkarılmak isteniyor. Bunun beraberinde 95 hektarlık orman arazisinin 78 hektarlık kısmı yok edilecek, 192.444 ağaç yok edilecek. Haftada 3 patlatma yapılacak ve toplam 1694 kilo patlayıcı kullanılacak; nakliye için günde yaklaşık 220 kamyon, köy yollarını kullanarak taş taşıyacak. Günde 54 ton su, köylerin şebekelerinden çekilerek taş ocağı için kullanılacak. Üstelik tüm bu veriler sadece bir şirketin yaratacağı tahribatı anlatıyor. Orada bulunan, üç büyük taş ocağı göz önüne alınırsa rakamlar daha da vahim hale geliyor. Çoğunluğu orman arazisinde ve tarım arazilerinin yakınında bulunan taş ocaklarının 550.000 m2 olan işletme izni 1.085.000 m2’ye çıkartılacak. Yıllık toplam kapasite 889.000 tondan 2.143.000 tona çıkarılacak. Her ay 30 patlatma yapılacak. Her seferinde 2686 kg patlayıcı kullanılacak. Köy ve mahalle yollarını kullanan kamyon sayısı 98’den 238’e çıkacak. Yaz boyunca ana haber bültenlerine konu olan ve kaygıyla suyu bitti bitecek denilen Yalova gibi bir yerde, bu taş ocakları için günde 117 ton su şehir ve köy şebekelerinden çekilecek.
Yaşamlarımızdan her geçen dakika bir parça daha götürülürken, talanın adı ve yeri değişiyor fakat failleri değişmiyor. Havamızı suyumuzu ve toprağımızı çalanların adı dün Loç Vadisi’nde HES olarak karşımıza çıktığı gibi, Bugün Yalova’da, İzmir’de taş ocağı oluyor, tıpkı yarın Mersin’de nükleer olacağı gibi…
Gelişme, kalkınma, ilerleme diyerek talan projelerine tumturaklı isimler verenlerin, aklımızı bulandırmaya çalışanların yalanlarına inanmıyoruz. Hava, su, toprak ve yeryüzündeki tüm canlılar için yaşam mücadelemize devam ediyoruz.
Büşra Cengiz
Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 25. sayısında yayımlanmıştır.
The post “Şirketlerin Yoluna Taş Koyuyoruz” – Büşra Cengiz appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>