The post Röportaj: Irkçılar Yıkılıyor, Özgürlük Yaratılıyor appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Amerika’daki ırkçı grupların giderek artan saldırıları ve örgütlenme çalışmaları karşısında aktif mücadele yürüten Antifa grupları konusunda bilgi almak üzere, daha önce de gazetemizde yazılarını yayımladığımız Anarşist Black Rose Kolektifi üyesi, “Anarşiyi Tercüme Etmek: Occupy Wall Street’te Anarşizm” ve “Antifa: Anti-Faşist Elkitabı” kitaplarının ve halen yazımı sürmekte olan “Anarşist Öğrenme ve Modern Okul: Francisco Ferrer Okuması” kitabının iki yazarından biri olan Mark Bray ile bir röportaj gerçekleştirdik.
Evet. 60’lı ve 70li yıllarda toplumsal ve ırksal adalete yönelik önemli adımlar atılmış olsa da ABD hala kölelik tarihini ya da ırkçılığın sürdüğünü tam olarak kabullenmiyor. Bazı uzmanlar, siyahların bu yüzlerce yıllık kurumun ekonomik, siyasi ve kültürel artçı şoklarını yaşıyor olmalarından yola çıkarak bugün hala “köleliğin emeklilik döneminde” yaşadığımızı savunuyorlar. Kuşkusuz, Konfederasyon anıtlarını yıkma konusundaki çatışmalar bunu göstermektedir. Tabii ki, bu anıtların çoğunun aslında 1960’ların sivil haklar döneminde, Jim Crow’u desteklemek için inşa edildiğini anlamak gerekir.
Black Lives Matter (Siyah Yaşamlar Önemlidir), göçmen hakları hareketi ve yapısal ırkçılığa karşı çıkan diğer toplumsal hareketlerin büyüyor oluşu, toplumun çoğunun bu tarihi mirası reddettiğini gösteriyor.
Anarşizmin ya da anarşist örgütlenmenin bu değişiklikleri teşvik eden toplumsal hareketler üzerindeki etkisi nedir?
Anarşistler, Occupy Wall Street’ten Black Lives Matter’a, Dakota Boru Hattı’na karşı verilen mücadeleden son dönemde yükselen anti-faşizme, yakın tarihte Amerika’daki toplumsal hareketlerde önemli rol oynamışlardır. Belki daha da önemlisi, hiyerarşik olmayan yöntemleri ve doğrudan eylem stratejileri, solun geniş bir kesiminde yaygınlaşarak radikal politikanın buraya nüfuz etmesini sağladı. Bugün bunu, Trump’a ve “yeni-sağa” karşı direnen, ırkçılık karşıtı hareketin genelinde görebiliriz.
Amerika’daki Antifa’nın büyük çoğunluğunu anarşistler ya da benzer düşünen anti-otoriterler oluşturur. Bu, onlarca yıldır böyle. Anarşizm, 1990’larda da Anti-Irkçı Faaliyet’in (ARA) içindeki ana akımı oluşturuyordu.
Trump döneminde bu toplumsal hareketler üzerindeki baskı nasıl arttı?
Trump göreve başladığından beri, yerel yasama organları çok çeşitli anti-protesto yasaları çıkardılar. Bazıları, sürücülerin protestoculara arabalarıyla çarpmalarını bile yasal hale getirdi. Bunun yanı sıra, adalet bakanlığı esas olarak, beyaz üstünlüğünü savunan ve faşist grupları araştırmayı bıraktı ve anti-faşistleri “terörist” olarak sınıflandırmaya başladı. Trump’ın yemin gününde (20 Ocak) Washington’daki çatışmalı yürüyüşünün ardından 230 anti-faşist tutuklandı. Mala zarar verme suçlamalarının dışında, insanlar sadece yürüyüşe katıldığı için bile 75 yıla kadar hapis gibi gülünç suçlamalarla karşı karşıyalar. Aslında herhangi birinin gerçekten o cezayı alma ihtimali çok düşük ancak bunlar Trump yönetiminin gerginliği nasıl tırmandırdığını yansıtıyor.
Trump yönetimi ırkçılık ve faşizmin örgütlenmesini nasıl destekliyor?
Trump’ın seçim kampanyası ve ardından gelen zafer, kış uykusuna yatan aşırı sağı sokağa çıkmak konusunda cesaretlendirdi. Son yıllarda üretilen yeni sağ, klavyenin başından kalkıp, sokakta on yıllardır görmediğimiz bir varlığı oluşturmak için çalışmaya başladı. Trump sinsice, ama çok da belirsiz olmayan bir biçimde beyaz milliyetçi siyaseti yansıtıyordu. Geçmiş yıllarda aşırı sağın çoğunluğunda hükümet karşıtlığı hakimken, Trump ile birlikte, iktidarda, yıllardır dillendiremedikleri düşüncelerini şeyleri söyleyen ve yapan bir liderleri olduğu hissettiler.
Toplumdaki faşist örgütlenmeyle yaratılan ayrılık ne seviyede? Bu ayrılığın iç savaşa dönüşmesi ihtimali var mı?
Hayır, bunun iç savaşa dönüşme ihtimali olduğunu düşünmüyorum. Faşist ve ırkçı politikaların önemi kesinlikle arttı ve (özellikle göçmen, ırk politikaları vb.) mesajları daha geniş bir muhafazakar kesimin görüşlerini etkiliyor, ama hala küçük bir azınlıklar. Ayrıca Amerikalıların büyük çoğunluğu, siyasi değişim için tek meşru çıkış olarak sandığı görüyor.
Geçen haftalarda medyanın dikkati antifa konusuna çevrildi. Ana akım medyada Antifa nasıl yer aldı? Charlottesville’in bu süreçteki etkisi ne oldu?
Charlottesville’den önce medya zamanının çoğunu faşistlerden çok antifayı eleştirmeye ayırıyordu. Çatışmaya bakışları apolitikti, arkasındaki siyaseti ve değerleri analiz etmeden, “şiddete” odaklanıyordu. Beyaz güç mitingi, ırkçılık karşıtı eylemciler tarafından başarıyla engellendikten sonra bir faşistin, arabasıyla ırkçılık karşıtı eylemde yürüyen Heather Heyer’i katlettiği Charlottesville’in ardından Donald Trump, her “iki tarafın” da şiddet kullandığını ve her iki tarafta da “iyi insanlar” olduğunu savundu. Bu açıklamadan sonra kısa bir süre, belki bir hafta, medyanın bu tutumu değişti.
Bu süre içerisinde liberal medya, bir faşist cinayet işlediği halde iki tarafı bir tutması nedeniyle başkanı kıyasıya eleştirdi. Yine de, bu “sempatik” pencere çok hızlı bir şekilde kapandı ve medya yine eskisi gibi faşistlere kıyasla anti-faşistlere saldırmak için daha fazla zaman ayırıyor. Bu tip saldırılar neredeyse her zaman tarihi ya da politik bir anti-faşizm anlayışından yoksun oluyor.
Amerika’dan dayanışmayla!
The post Röportaj: Irkçılar Yıkılıyor, Özgürlük Yaratılıyor appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post “Devletler Halklar İsyanlar ve Seçimler” – Özgür Erdoğan appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Seçimler ilk olarak Eski Yunan’da karşımıza çıkmış, sonrasında Ortaçağ Hindistan’ında köy meclislerinin oluşturulması için kullanılan bir yöntem olmuştu. Bu seçimlerde insanlar mecliste görmek istedikleri kişinin ismini bir palmiyenin üzerine yazıp, sayılması için bir toprak kabın içine bırakıyordu. Tabi ki köprünün altından çok sular aktı; palmiye yapraklarından, sanal alemde oy kullanmaya kadar geçen süreçte birçok şey değişti ama seçimin ne kadar “gerçek bir seçim” olduğu sorusu anlamını yitirmedi. Biz de Meydan Gazetesi olarak dünyadaki seçimlere göz atarak, bu konuyu değerlendirdik.
ABD
ABD’de, seçimler adeta bir oyun gibi geçer. Bu oyunun yönetmenleri küresel kapitalist şirketler ve onların devlet aygıtı içerisindeki bürokratları iken, Demokrat ve Cumhuriyetçi parti adayları ise adeta Hollywood yıldızlarıymışçasına ABD’nin “demokratik seçimleri”nde arz-ı endam ederler. Bu oyunun diğer ayağı ABD halkları, yegane izleyicileri ise seçmenlerdir. Fakat şu açıktır ki, oyunun sonu bellidir. Küresel kapitalistlerin nasıl bir imaja ve politikaya ihtiyacı varsa, o imaj seçilir. “Saldırgan” imajı ile Bush ya da ılımlı imajı ile siyahi başkan Obama. Bu yüzdendir ki, oyun çoğu zaman yarı yarıya boş geçer. İstatistiklere bakılırsa 1960’da oy kullanma oranı % 64 iken, 1996’da % 50 ‘ye kadar düşmüştür. Az önce de belirttiğimiz gibi seçimler birkaç istisna (Roosevelt 1927’de İlerici Parti ile % 27 oy almıştır) hariç, hep iki parti arasında geçmiştir. Öyle ki 1852’den bu yana başkanların tümü, bu iki partiden gelmiştir. Ayrıca açıklanmış veriler de bize İkinci Dünya Savaşı’ndan bu yana kullanılan oyların % 95’inin bu partilere ait olduğunu göstermiştir.
ABD seçimleri her ne kadar trajediyi andırıyor olsa da, yaşanan bazı olaylar yüzümüzde hafif bir tebessüm bırakabiliyor. 2012 seçimlerinde Obama’nın rakibi olan Cumhuriyetçi Romney’in destekçileri, Obama seçimi kazandıktan sonra 100.000 imza toplayıp eyaletlerinin ABD’den ayrılmasını talep etmesi gibi olaylar ise komedi örneğidir.
Avrupa Birliği
İskandinavya ülkeleri, Belçika, Hollanda ve İsviçre gibi ülkelerin devletleri özellikle “demokrasinin tam olarak işletildiği”, seçimlerin usulüne uygun olarak yapıldığı, toplumun belirli bir refah düzeyine eriştiği ülkeler olarak anılırlar. Bu ülkelere Ortadoğu ve Afrika’dan bakan ezilenler, derin bir iç çekerek niye onlar gibi yaşamadıklarına yakınırlar. Ama işin gerçeği şudur ki, mahalleye ağaç dikerken bile mahalle halkına referandum yapan akıl, üçünü dünyayı sömürmekle ilgili olarak, kimseye bir şey sorma ihtiyacı duymaz. Dünyanın her yerindeki efendiler, ezilenlerin sırtından kazandıkları paraları bankalarında saklarken, o çok inandıkları demokrasinin kuralları işlemez. Savaştan ve yoksulluktan kaçan mültecileri sınır boylarında bekletip, onları kaçmak zorunda bırakıldıkları ülkelerine geri göndermek için referandum yapmaya çekinmezler. Ezilenler için Kuzey Avrupa demokrasisi “sınırın dışında kalmak”tır. Antik Yunan demokrasisi ile algısal bir akrabalığa sahip olan bu ülkelerin demokrasisi, insan hakları, katılımcılık ve sosyal devlet safsataları ardında, kölelerin üzerinden yükselen bir demokrasidir.
Kuzey Kore
Kuzey Kore’de seçimler, bütün çıplaklığı ile “seçim” gibi ilerler, başka bir deyişle “formaliteden”. Her şey açık ve nettir. Hiçbir siyasetçi Hollywood yıldızı gibi bir hava takınmaz. DPRK (Kore Demokratik Halk Cumhuriyeti)’nde, ülkenin kurulduğu günden bu yana, İşçi Partisi iktidardır. Dolayısıyla İşçi Partisi’nin aday gösterdikleri seçilecektir. Öyle de olur. Genç ve yeni Devlet Başkanı Kim Yong-Un babasının babasından devraldığı iktidarı korumak için, elinden geleni ardına koymaz. Kim Yong-Un, partinin genel sekreteri, Kore ordusunun başkomutanı ve mareşal unvanlarını taşıyan eniştesi Chang Song Thaek’i idam ettirip, takipçisi olabilecek yaşlı vekilleri ise öteledikten sonra, kendisi gibi genç muktedirleri aday gösterir.
Kaldırım Taşlarının Altında Kumsalı Değil, Oy Pusulası Arayanlar
Seçimler, yukarıdaki örneklerde bahsettiğimiz gibi, bir oyun ya da bir formalite olmanın ötesinde, birçok yerde ve zamanda patlamakta olan isyanları dizginlemek için kullanılan bir emniyet sübabı işlevi de gördü ve görmeye devam ediyor. Buna en iyi örneklerden bir tanesi Occupy Wall Street Hareketi olabilir. Bu hareket sonrasında ortaya bir şey çıkmadığı gibi, hareket adeta Obama’nın seçim çalışmasına dönüşmüştü. Occupy Wall Street’in talepleri ile Obama’nın programında açıkladığı reformlar örtüşüyor, toplumun adaletli bir yaşam arzusu bir seçimle daha boğuluyordu. Aynısı olmasa bile, bir benzeri Fransa ‘68’inde kendisini gösteriyordu. İktidarın özellikle öğrenciler ve işçiler üzerindeki yoğun baskısı önce Sorbonne Üniversitesi’nde patlak veriyor, sonrasında öğrencilerden işçilere kadar toplumun tüm ezilen kesimlerine hızlı bir şekilde yayılıyordu. Her sokak başında barikatlar kuruluyor, başta Paris olmak üzere Fransa’nın hemen hemen tüm şehirleri yanıyordu. Ta ki iktidardaki De Gaulle işçilere ve öğrencilere birkaç basit hak tanıyıp, erken seçime gideceklerini açıklayana dek. Koca bir toplumsal hareket bir ay içinde tutuşup, seçim safsatasıyla söndürülüyordu.
Güney Afrika
1948’den 1994’e kadar Apartheid (Beyaz ırkın üstünlüğünü savunan Ulusal Parti iktidarı) rejimi içinde yok sayılan, katledilen ve yoksul siyah halk, onlarca yıl verdikleri özgürlük mücadelesinin sonunda bu rejimden kurtuluyordu. Fakat 1994’de Güney Afrika’nın ilk “demokratik seçimi”nde ANC (Afrika Ulusal Kongresi) ve SACP (Güney Afrika Komünist Partisi) ittifakının iktidarı devralmasından hemen kısa bir süre sonra, iktidarın ezilen halklar üzerindeki kılıcı, yoksulları biçmeye devam etti. Siyahilere yönelik ırkçılık nispeten azalsa da, halihazırdaki hükümet tüm etnik ayrımcılıkları körüklüyor. Kentsel dönüşüm projeleri ile yoksul halkı evinden ediyor, madenleri, belki de geçmişte olmadığı kadar, küresel kapitalist şirketlerin talanına açıyor. İşçilerin üzerindeki baskıyı arttırıp, onların hayatta kalmasına bile tahammül etmiyordu. (Bkz. Marikana Katliamı)
Yunanistan
Yunanistan’da son seçimlerde alnının akıyla çıkan, “meclis dışı siyaset” oldu. Ne yıllardan beri ülkeyi değişerek yöneten Panhelenik Sosyalist Hareket(Pasok) ve Yeni Demokrasi Hareketi, ne de sokakta var olan hareketin mecliste temsil edilmesi gerektiğini savunan ve oylarını arttıran Radikal Sol Koalisyon (Syriza) başarılı olabildi. Seçimlere katılım oranı %65’te kaldı. Toplumun azımsanmayacak bir bölümü devlete ve onun önümüze seçim diye sunduğu aldatmacaya kanmadı ve sandığa gitmedi. Her ne kadar bu oranın tamamı olmasa da büyük çoğunluğu parlamenter sistemin temsili demokrasisinde değil, doğrudan demokrasi alanlarında, öz-yönetim ve öz-örgütlülük anlayışıyla devlet dışı başka bir örgütlenmenin peşinde olduklarını gösterdiler.
Tarihin ve coğrafyanın farklı zamanlarında ortaya çıkan tüm bu deneyimler gösteriyor ki temsili demokrasi ve gözümüzün önünde oynanan tüm bu “demokrasicilik oyunu” biz ezilenleri köleleştirmeye ve başımızı kaldırıp isyan bayrağını çektiğimiz her an için bizi etkisiz kılmaya yarayan bir araç olarak karşımıza çıkıyor. Seçim sandığından “özgürlüğü” çıkarmayı vadedenler, gün geldiğinde” özgürlük için mücadele edenler”i susturmak için ellerinden geleni yapıyorlar.
Özgür Erdoğan
Bu yazı Meydan Gazetes’nin 16. sayısında yayımlanmıştır.
The post “Devletler Halklar İsyanlar ve Seçimler” – Özgür Erdoğan appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>