The post ODTÜ Yönetimi Gökkuşağını Griye Boyadı appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Orta Doğu Teknik Üniversitesi (ODTÜ) öğrencileri tarafından Gezi direnişi döneminde gökkuşağı renklerine boyanan kampüs merdivenleri, bu sabah saatlerinde ODTÜ yönetimi tarafından griye boyandı.
Öğrenciler, ODTÜ Savunulmalıdır adlı Twitter hesabından #GökkuşağımaDokunma etiketiyle paylaşımda bulundu.
Dün boyaları yenilenen yurtlar bölgesi merdivenlerinin ODTÜ yönetimi tarafından griye boyanması üzerine ODTÜ’lü öğrenciler merdivenleri yeniden gökkuşağına boyamak üzere 30 Mart Salı günü saat 13.00’te, Devrim’in yurtlar bölgesi girişine toplanma çağrısı yaptı.
The post ODTÜ Yönetimi Gökkuşağını Griye Boyadı appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post ODTÜ’den Boğaziçi’ne Dayanışma Eylemi appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Eyleme izin vermeyeceklerini belirten Ankara polisi okulu ablukaya aldı.
Öğrenciler rektörlük önünde toplanarak basın açıklaması gerçekleştirdi. Açıklamada “AKP’nin atadığı Melih Bulu’ya teslim olmayacaklarını, Boğaziçi Üniversite’si öğrencilerinin yanında olacaklarını söyleyen ODTÜ’lü öğrenciler “Üniversiteler Teslim Olmayacak”, “Polis Defol Üniversiteler Bizimdir” sloganlarıyla basın açıklamasını sonlandırdı.
The post ODTÜ’den Boğaziçi’ne Dayanışma Eylemi appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post ODTÜ’den Boğaziçi Üniversitesi İçin Dayanışma Eylemi Kararı appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post ODTÜ’den Boğaziçi Üniversitesi İçin Dayanışma Eylemi Kararı appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post ODTÜ Onur Yürüyüşü Davası 30 Nisan’a Ertelendi appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Devlet, OHAL döneminde Ankara’daki bütün LGBTİ+ eylemlerini ve Onur Yürüşü’nü yasaklamıştı. OHAL’den sonra ise Ankara Bölge İdare Mahkemesi bu kararı kaldırmıştı.
ODTÜ yönetimi ise her yıl düzenlenen Onur Yürüyüşü’nü 6 Mayıs 2019 günü yasakladığını duyurdu ve Ankara Emniyet Müdürlüğü’nden yürüyüşü engellemelerini istedi.
Duruşma öncesinde @odtulgbti ve @unikuir‘ den Özgür Gür’ün mesajı. #ODTÜRengineKavuşsun
— Amnesty Turkey (@aforgutu) December 10, 2020
“Bugün İnsan Hakları Günü ve bizler bugün ODTÜ Onur Yürüyüşünü düzenlediğimiz için yargılanıyoruz. Biliyoruz ki bu dayanışmaya beraber biz bu davayı kazanacağız.” pic.twitter.com/dagRD8KHNt
Öğrenciler, hiçbir “yasal” dayanağı bile olmayan bu yasağa karşı yürüyüşlerini yapmakta kararlılıklarını gösterince yürüyüşe polis saldırmış ve 22 kişi gözaltına alınmıştı. Gözaltına alınan öğrencilerin bursları kesilmiş ve aralarında 1 akademisyenin de bulunduğu 19 kişiye dava açılmıştı.
19 kişinin yargılandığı ODTÜ Onur Yürüyüşü Davası’nın 4. duruşması bugün Ankara 39. Asliye Mahkemesi’nde görüldü.
Bugün görülen 4.duruşmanın karar duruşması olması bekleniyordu ancak savunmalar ve avukatların beyanının ardından ara karar açıklayan mahkeme heyeti davanın 30 Nisan 2021 tarihine ertelenmesine karar verdi.
ODTÜ Onur Yürüyüşü davasının 4. duruşması başlamak üzere.
— Amnesty Turkey (@aforgutu) December 10, 2020
Duruşma salonunda İranda, ABD, İsveç, Danimarka, Finlandiya, Almanya, Belçika ve Hollanda elçiliklerinden temsilciler de yerini aldı. #ODTÜRengineKavuşsun
The post ODTÜ Onur Yürüyüşü Davası 30 Nisan’a Ertelendi appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post Karantinaya Alınan KYK Yurdunda Taciz appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Bursa’da karantina yurdunda kalan Ayşegül Aksoy tacize uğradı.
Finlandiya’dan dönüşte Bursa’daki KYK yurdunda karantinaya alınan ODTÜ’de araştırma görevlisi olan Ayşegül Aksoy, karşı odasındaki erkek tarafından tacize uğradı. Aksoy, durumu bildirdiği halde polislerin kendisine “karantina bitince şikayetçi olursun” dediğini söyledi.
Kendisini taciz eden erkeği yurt yönetimine şikayet eden Aksoy, “polise de şikayet etmek istedim. Ama polis binaların içerisine dahi girmiyor. Personelin polise iletmesi üzerine beni arayan polis memuru şikayetimi almayıp odanızı mı değiştirsek teklifinde bulundu. Burada görevli komiser yardımcısı ise tutanak tutmayacağını, kişi hakkında bir işlem yapmayacağını, sana da bir şey açıklamak zorunda değilim diye çıkışarak konuyu kapattı dedi. Israr etmesinin üzerine akşama doğru tutanak tutulduğunu ifade eden Aksoy, polis tutanağı odama gönderdi, ben de imzaladım. Beni taciz eden kişi, şikayet ettiğimi öğrenince kapısını açıp koridorda küfürler etti, bağırdı” dedi.
Konuya dair telefon üzerinden ulaştığımız yurt müdürü Fatih Polat ise, “biz karşı tarafı da dinlemeden kendimizi hakim, savcı yerine koymanın doğru olmadığını düşündük. Karşı tarafla birebir görüştük. Ve böyle bir şeyi kesinlikle kabul etmiyor. Biz odasını değiştirmek istedik. Ama o odasının değiştirilmesini istemedi. Her kapının kilidi var onlara da söyledik kapınızı kilitleyin odanızda oturun” dedi.
The post Karantinaya Alınan KYK Yurdunda Taciz appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post ODTÜ’de Mezuniyet Töreninde Açtıkları Pankarttan Gözaltına Alınan 4 Öğrenci Tutuklandı! appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Mezuniyet töreninde öğrencilerin açtığı pankartlar nedeniyle hedefe konan ve gözaltına alınan dört ODTÜ öğrencisi ve bir matbaa işçisi, dün akşam saatlerinde tutuklama talebiyle mahkemeye sevk edilmişti.
Mahkemeye çıkarılan dört ODTÜ’lü tutuklanırken, gözaltına alınan baskı evi işçisi ise serbest bırakıldı.
Aynı mezuniyet töreninde bir grup öğrenci gök kuşağı bayrağı açmak isteyince özel güvenlik görevlilerinin saldırısına uğramış, güvenlikçiler ile öğrenciler arasında arbede çıkmıştı. Törende, Rektör Verşan Kök’ü protesto ettiği için evine yapılan polis baskınıyla gözaltına alınan ODTÜ Öğrenci Temsilcileri Konseyi (ÖTK) Başkanı Özgür Mehmet Gür serbest bırakılmıştı.
The post ODTÜ’de Mezuniyet Töreninde Açtıkları Pankarttan Gözaltına Alınan 4 Öğrenci Tutuklandı! appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post ODTÜ’de 8. Onur Yürüyüşü Yasak Tanımadı appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>ODTÜ rektörlüğü 8. ODTÜ Onur Yürüyüşü ve 2. ODTÜ Onur Haftası etkinliklerini yasaklamıştı. Üniversite yönetimi bütün öğrencilere e-posta göndererek “bahsi geçen etkinliklere izin verilmeyeceğini” duyurmuştu. Bunun üzerine öğrenci toplulukları açıklama yaparak “Bütün Yasakları Yasakla” demiş ve herkesi Onur Yürüyüşü’ne çağırmıştı.
Rektörlük yasağına rağmen bugün ODTÜ öğrencileri 8. Onur Yürüyüşü’nde buluştu. ODTÜ LGBTİ+ Dayanışması’nın çağrısıyla bir araya gelen binlerce öğrenci, cinsiyetçiliğe, homofobiye, transfobiye karşı yürüdü. Onur Yürüyüşü’nün yasak olması bahanesiyle okula giren polis ise eylemin sona ermesinin ardından saatlerce kampüs içerisindeki bekleyişini sürdürdü.
The post ODTÜ’de 8. Onur Yürüyüşü Yasak Tanımadı appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post Üniversiteler de TAMAM Dedi appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>ODTÜ’lü öğrenciler, geleneksel bahar şenliklerinin ilk gününde, Devrim Stadyumu’nda TAMAM koreografisi yaptılar. Yan yana dizilerek TAMAM yazısını oluşturan öğrenciler daha sonra “ODTÜ ayakta, TAMAM diyor” sloganı attılar.
Boğaziçi Üniversitesi öğrencileri ise Fen Edebiyat Fakültesi binasının penceresinden TAMAM yazılı bir pankart sallandırdılar.
The post Üniversiteler de TAMAM Dedi appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post ODTÜ’de Tacize Karşı Kadın Dayanışması appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>
ODTÜ Kadın Dayanışması 15 Nisan günü, üniversitede artan tacizlere karşı eylem gerçekleştirdi. Üniversiteli kadınlar tarafından gerçekleştirilen basın açıklamasında; tacizcilere değil, tacizcileri teşhir eden kadınlara rektörlük tarafından soruşturma açıldığını vurgulanırken; kadınların üniversite içerisinde örgütlenmesine ve tacizi teşhir etmelerine soruşturmalarla engel olunmak istendiği belirtildi.
Okulda bir taciz birimi kuruluncaya dek oturma eylemine devam edeceklerini söyleyen ODTÜ’lü kadınlar, rektörlüğe ve okul içerisindeki tacizlere karşı mücadeleyi sürdürüyor.
Bu haber Meydan Gazetesi’nin 33. sayısında yayımlanmıştır.
The post ODTÜ’de Tacize Karşı Kadın Dayanışması appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post Üniversitelerde İşkence Var! appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>
Üniversitede bu yılın başından beri yoğun olan baskı, özellikle 6 Kasım sonrası başlayan gözaltılar ve sistematik polis şiddetiyle dozunu arttırdı. Üniversite öğrencilerine yönelik bu baskı süreci nasıl başladı?
Ece: Bizler sadece öğrenci değiliz, hayatın her alanında mücadele eden devrimcileriz. Üniversiteler mücadele verdiğimiz alanlardan sadece biri. Aynı şekilde söz konusu olan devlet baskısı ve şiddeti de yalnız öğrencilere yönelik değil; mücadelenin her alanına yönelmiş bir hamledir. Biz, toplumun her alanında belirginleşen ve giderek artan devlet baskısının bir yansımasını üniversitelerde yaşıyoruz.
Başımızdan geçenlere gelince, sizin de ifade ettiğiniz gibi, Ağustos ayında kayıt döneminde, devrimci öğrencilerin yeni kayıt olmaya gelen öğrencilere bildiri, kitapçık, dergi dağıtmak üzere okul içerisinde masa açmalarına rektörlük ve polis izin vermedi. Aslında dönem daha başlamadan, öğrencilere şunun mesajını verilmek isteniyordu. “Bu sene okulda devrimcilerin siyaset yapması yasak!” Ardından gelen afiş yasağı, okul içinde faaliyet yürüten gençlik örgütlenmelerinin masalarına gerçekleştirilen saldırılar, basın açıklamalarına ve yürüyüşlere yönelik saldırı ve engellemeler; bu öngörümüzün doğru olduğunu bize kanıtlar nitelikteydi.
Emircan: Bu aslında, okulda herhangi bir muhalif düşünce ve söz üretimini engellemeye yönelik gerçekleşen bir baskıdır. Öyle ki, afiş yasağını protesto etmek için asılan ve üzerinde sadece “AFİŞ” yazan afişlere bile polis saldırısı gerçekleşti.
Bu süreçte polis ve ÖGB işbirliği ile gerçekleşen saldırılarda şiddete maruz kaldınız. 6 Kasım ve onun peşi sıra gerçekleşen polis saldırılarında işkence ile gözaltına alındınız. Başınızdan geçenlerden bahseder misiniz?
Emircan: 6 Kasım’da İstanbul Üniversitesi’nde 21 devrimci öğrencinin işkenceyle gözaltına alınması, halihazırda var olan polis şiddetini daha da görünür kıldı. Her yıl gerçekleşen YÖK eylemi için 6 Kasım günü Laleli kampüsünden, Beyazıt’a doğru gerçekleştirilmek istediğimiz yürüyüşte taşınan pankartı ve dövizleri bahane eden polis, yürüyüşün “yasadışı” olduğunu söyledi. Biz, yürümekte kararlı olduğumuzu söyleyince saldırdı; işkence yaparak bizleri gözaltına aldı. Gözaltı aracı içerisinde ters kelepçe işkencesi yapmak istediler. Ters kelepçe yaptırmamak için direniş gösterince, gözaltı aracında yakın mesafeden -pencereleri ve kapıları kapatarak- biber gazı sıktılar. Gözaltı boyunca fiziksel ve psikolojik şiddete maruz kaldık. Susma hakkımızı kullandığımız için keyfi bir şekilde gece boyunca gözaltında tutulduk. Ertesi gün adliyeye götürüldüğümüzde, adliye içerisinde de fiziksel ve psikolojik şiddet polislerce sürdürüldü.
Ardından 11 Kasım’da yapılan afişleri bahane ederek okula tekrar giren polis, 7 öğrenciyi işkencenin dozunu daha da artırarak gözaltına aldı. Biz bu sürecin tanıkları olarak, 11 Kasım tarihinde dekanlık kararı olduğu iddia edilen afiş yasağını bahane ederek okula giren polisin şiddetiyle birkez daha karşılaştık.
Takip eden günlerde gözaltında yapılan işkenceye dair İHD’de bir etkinlik gerçekleştirdiniz.
Ece: Sürekli artan polis şiddetini teşhir etmek amacıyla bu şiddete maruz kalan İstanbul Üniversitesi öğrencileri olarak 13 Kasım’da İnsan Hakları Derneği’nde bir basın toplantısı gerçekleştirerek gözaltında yaşadığımız taciz, şiddet ve işkenceyi anlattık. Devletten ve onun hukukundan adalet beklediğimiz için değil; işkenceyi teşhir etmek için, işkence yapan polisler hakkında İHD aracılığıyla suç duyurusunda bulunduk.
Peki sizce devlet bu şiddet dalgasıyla neyi hedeflediyor?
Emircan: Devlet son süreçte her alanda yükselttiği baskı, işkence, katliam politikalarıyla toplumsal muhalefeti bastırmaya yönelik hamleler yapıyor. Bunun üniversitelerdeki yansımasını ise Ankara Üniversitesi’nde, ODTÜ’de, Eskişehir Anadolu Üniversitesi’nde, Kocaeli Üniversitesi’nde, Trakya Üniversitesi’nde, Mimar Sinan Üniversitesi’nde, İstanbul Üniversitesi’nde ve daha sayabileceğimiz bir çok yerde “siyaset yaptırmama” politikası uygulayarak gerçekleştiriyor.
Ece: Aslında bu politikasıyla devlet, Suruç Katliamı ve Ankara Katliamı’yla da hedef aldığı tüm toplumsal muhalefeti ve gençlik hareketini bitirmeyi hedefliyor. Fakat tarihte devletler devrimcilere ne kadar saldırdıysa, devrimciler örgütlenerek ve mücadeleyi sürdürerek onlara daha çok korku saldı. Bugün üniversitede yaşanan bu sistematik şiddete karşı gerçekleşen direniş ise, bu bütünlüklü mücadele hattının bir parçası.
Polisin afiş yasağı gerekçesiyle öğrencilere saldırmasının yanında, şimdi de üniversiteden IŞİD yanlısı çetelerin faşist saldırı haberleri geliyor…
Emircan: Söz konusu faşist saldırılar, bize göre aynı sürecin devamcısı niteliğindedir. Katliamların ardından faşizme karşı mücadeleyi büyüten bütün toplumsal muhalefetin gösterdiği devrimci dayanışma, iktidar sahiplerinin daha da korkmasına sebep oldu. Dolayısıyla sene başından beri polis şiddetiyle yıldırılamayan devrimciler, şimdi de devlet destekli faşist saldırılarla yıldırılmak isteniyor. Polis ve ÖGB iş birliğiyle okula giren IŞİD’çi çeteler, devrimcilere topyekün saldırıyor. Biz, bugüne kadar devletin baskı ve işkence politikalarına nasıl cevap verdiysek, aynı kararlılık ve inançla faşist çetelerin saldırılarına karşı da yaşam alanlarımızı topyekün savunmaya devam edeceğiz.
Bundan sonraki süreçte neler yapmayı düşünüyorsunuz?
Ece: Devlet, şiddetinin ve baskısının dozunu ne kadar arttırırsa artırsın, faşist çeteler bize ne şekilde saldırırsa saldırsın sinmeyecek; bulunduğumuz her alanda işkenceye, şiddete, tacize, faşizmin yasaklarına, baskılarına, tutuklamalarına karşı direnişimizi büyüteceğiz. Biz Anarşist Gençlik olarak mücadele ettiğimiz her an, her yerde özgürlük için örgütlenmeye devam edeceğiz.
Mücadelenizde başarılar dileriz arkadaşlar…
NOT: Röportajın gerçekleştiği günün ertesinde, İstanbul Üniversitesi’nde gerçekleşen faşist saldırının ardından polis 32 devrimci öğrenciyi gözaltına aldı.
Burada sözlerine yer verdiğimiz Emircan Kunuk’un aralarında bulunduğu devrimci öğrenciler, götürüldükleri Vatan Emniyet’te iki gece gözaltında tutulduktan sonra savcılıktan serbest bırakıldılar.
Bu söyleşi Meydan Gazetesi’nin 30. sayısında yayımlanmıştır.
The post Üniversitelerde İşkence Var! appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post 21. YY. Teslimiyet Teorileri ve Pratikleri: “Savaşı Görmeyip “Barışa Bak”anlar” – Merve Arkun appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>“Hükümetten bağımsız” ve “sivil” bir oluşum olarak ortaya çıktığı iddia edilen projenin yankıları sürerken, “Barışa Bak”ın amaçlarını, imzacılarını ve “ne yöne baktığı”nı tartışmakta fayda var.
Başlatılan bu projeyle “barışa bak”ma iddiasını taşıyanlar, yaşadığımız coğrafyada on yıllardır yaşanan savaşın, topraklarından edilen binlerce insanın, kaybedilen ve katledilen bir halkın hesabını yapmanın da ötesinde yaşamını savunmak için direnenleri -tıpkı iktidarın yaptığı gibi- “provakasyon”larla ve “darbe girişimleri”yle suçlarken; projeyle çizilmek istenen “barış”, tam da hükümetin Yeni Türkiye şablonuna bakarak çiziliyor. Devletin çözüm adı altında Kürt halkına yönelik işlettiği inkâr ve imha politikasına karşı girişilmiş mücadeleyi, barıştan uzaklaştırma olarak ilan eden “barışsever”lerin barıştan anladıklarının ne olduğu açık. AKP hükümetine yönelik müteşekkirliklerini her fırsatta dillendiren “Barışa Bak”çılar, kardeşlik altında devletin gizli stratejilerinin sürdürücüsü konumunda. Meşruluklarını, “biz ne o taraftanız, ne bu taraftanız” diyerek dayandırdıkları pozisyonlarıyla; devletçi algıyı farklı bir yerden zihinlere kazımaya, Kürt halkının mücadelesinin altını boşaltmaya çalışıyorlar.
Genellikle iktidar yanlısı akademisyen, yazar ve gazetecilerden oluşan “Barışa Bak” çağrıcıları toplam 69 imzadan oluşuyor.17 Aralık sürecinde iktidar paydaşları arasında belirginleşen AKP-Cemaat ayrışmasında, safını “paralel yapıya karşı seçilmiş hükümetten yana” koyan Barışa Bak projesi çağrıcılarından bazılarının, “iktidar yanlısı performanslarıyla” kısa özgeçmişleri şöyle:
Yıldıray Oğur
ODTÜ Siyaset Bilimi mezunu olan Yıldıray Oğur, 2003 yılında Genç Siviller hareketinin kurucuları arasında yer aldı. Radikal, Taraf gazeteleri ile Birikim dergisinde yazılar yazan Oğur, 2013 yılında, iktidarı açıktan destekleyen Türkiye gazetesinde yazmaya başladı. Türkiye’de yazmaya başladıktan sonra Erdoğan’ın fiili danışmanı haline gelen Oğur’un köşe yazıları, Erdoğan’ın bazı mitinglerinde tarihsel alıntılar yaptığı temel kaynak oldu.
Kobanê Direnişi süresince yazdığı köşe yazılarında, “çözüm süreci”nin muhataplarından Kürt hareketini eleştirmiş; devletle aynı perspektifte, devlet-polis şiddetinden kaynaklanan ölümlerden, hareketi sorumlu tutmuştu. Bu beyanlar, Yıldıray Oğur’un iktidarla yaşadığı söylemsel uyumun daha da belirginleşmesini sağladı. Meydan Gazetesi’nin yine aynı bölümünde “akil heyeti”ni deşifre ederken yer verdiğimiz Oğur, devletin “barış” söyleminin en önemli yaratıcılarından.
Oral Çalışlar
Aydınlık çevresinden eski bir sosyalist olan Oral Çalışlar bugüne dek Cumhuriyet, Taraf, Radikal gibi siyasi yelpazenin farklı kulvarlarından birçok gazetede köşe yazıları yazdı. “Akil İnsanlar” heyetinde yer almasının ardından iktidarla olan ilişkisini belirginleştiren TESEV üyesi Çalışlar, şimdilerde de liberal yazarların kendilerine yer bulduğu “serbestiyet.com” sitesinde yazıyor.
Orhan Miroğlu
1970’li yıllarda Kürt hareketi içerisinde yer alan; 1980 yılında girdiği cezaevinden 1988 yılında tahliye olan Miroğlu, Ülkede Özgür Gündem, Özgür Politika, Birgün ve Taraf gibi gazetelerde köşe yazarlığı yaptı. 2010 yılındaki Anayasa Referandumu sürecinde iktidara yakınlaşan Miroğlu, bu yakınlaşmayı ilerleyen yıllarda öylesine içselleştirdi ki; kendi geçmişini bile inkâr etmeye başladı. 12 Eylül döneminde, tutsak kaldığı Diyarbakır Cezaevi’nde sistematik işkenceye maruz kalan Miroğlu, yakın dönemde katıldığı bir TV programında “Devlet eliyle sistematik işkence kesinlikle yoktur!” diyerek, bu içselleştirmeyi somutluğa kavuşturdu.
Yaşadığı “politik değişiklik”in ardından, sınırlı sayıda gazetecinin binebildiği Erdoğan’ın uçağında kendisine yer buldu ve 2012 yılından itibaren iktidara yakınlığıyla bilinen Star Gazetesi’nde yazmaya başladı.
Nagehan Alçı
Boğaziçi Üniversitesi siyaset bölümü mezunu olan Nagehan Alçı, Hürriyet, Milliyet, Akşam gibi gazetelerde köşe yazarlığı ve Kanal D, Fox, CNN Türk gibi kanallarda da programlar yaptı. “Akil” heyette yer alan Alçı da, Barışa Bak projesi içerisindeki çoğu isim gibi, “zaman içerisinde saf değiştiren”lerden.
2009 yılında yazdığı “Bir Delikanlılık Portresi: Tayyip Erdoğan” yazısında Erdoğan’ı çokça eleştiren Nagehan Alçı; özellikle 17 Aralık sonrası, iktidarın hararetli savunucularından biri haline geldi.
Etyen Mahçupyan
Liberalliğiyle bilinen Etyen Mahçupyan, başbakan Davutoğlu’nun başdanışmanlığını yürütüyor.1996 yılına kadar kendi şirketlerinin yöneticiliğini yapan Mahçupyan, 1997’de Radikal’e, 2001’de ise Zaman’a geçti; siyasal çizgisinin “ne hızla” değiştiğini açıkça gösterdi.
TESEV Demokratikleşme Programı’nın 2012’den beri başkanı konumunda bulunan Etyen Mahçupyan, Hrant Dink’in 2007 yılında öldürülmesinden sonra Agos gazetesine geçmişti. Geçtiğimiz Mayıs ayından bu yana ise, iktidar yanlısı patron Ethem Sancak’ın gazetesi Akşam’da yazıyor.
Sinan Çetin
“Hiçbir düşünce kutsal değildir, her düşünce değişir ve gelişir, embesillerinki hariç” şeklindeki konuşmalarıyla, bir sosyalistten bir kapitaliste dönüşümünü rasyonalize eden Sinan Çetin; Plato adlı şirketinin patronluğunu yaparken, aynı zamanda emlak sektörüne de el atmış durumda. Cihangir’de sahip olduğu çok sayıda gayrimenkul üzerinden emlak ticaretine girişen Çetin, sektördeki “rant dostları”ndan Ali Ağaoğlu’nun da reklamlarını çekiyor.
Barışa Bak projesinin imzacılarından Atilla Yayla ile birlikte de bir yayınevinin patronluğunu yürüten Sinan Çetin, katıldığı her programda iktidar güzellemesi yapmaktan geri durmuyor.
Markar Esayan
AKP-Cemaat kavgası öncesi Taraf gazetesinde yazarlık ve yayın koordinatörlüğü yapan Markar Esayan, yaşanan ayrışma sonrasında Yeni Şafak’ta yazmaya başladı. Cumhurbaşkanlığı seçimleri öncesinde “Affedersiniz benim için de çok çirkin bir şekilde Ermeni dediler” şeklinde konuşan Erdoğan’ı, “Biz Ermeniyiz, tecrübe ile sabit, hakiki ırkçıları gözünden tanırız; merak edilmesin. 12 yıldır AK Parti’ye destek veren bir Türkiyeli olarak, bu pazar da Yeni Türkiye için Erdoğan’a oy vereceğim.” sözleriyle aklamıştı. %10 barajı tartışmalarında AKP’nin yanında yer alarak, barajın kaldırılmasına yönelik tepkisini gösteren Esayan, HDP’den de bağımsız adaylarla seçimlere girmesini istemiş. İstikrar sürsün diye…
Rasim Ozan Kütahyalı
“Havuz medya” grubu gazetelerinden Takvim ve Sabah’ta köşe yazarlığı yapan Rasim Ozan Kütahyalı, Melih Gökçek’in sahibi olduğu Beyaz TV’de de futbol yorumcusu. Nagehan Alçı ile olan evliliğinden doğan çocuklarının “isim babalığı”nı Erdoğan’a yaptıracak kadar iktidarla “içli dışlı” olan Kütahyalı, kendi jenerasyonundan birçok yazar gibi, devrimcilere ve devrimci mücadeleye olan kinini kusmaktan geri durmuyor. “Ben bu devlet için kellemi ortaya koyanlardanım!” diye ifadelerini dillendirmekten geri durmayan Kütahyalı, futboldan siyasete engin bilgi birikimlerini, hükümetin ona sunduğu tüm olanaklardan yararlanarak anlatmaktan geri durmuyor.
Cengiz Alğan
“Barışa Bak” projesinin fikir sahibi denilebilecek Cengiz Alğan, eski bir DSİP yöneticisi. 2010 referandumunda “Yetmez Ama Evet” diyenlerden biri olan Alğan, 17 Aralık Yolsuzluk Operasyonu’ndan sonra, iktidar tarafındaki duruşunu iyice belirginleştirmiş; yolsuzluk operasyonun bütününü “seçilmiş hükümete darbe” şeklinde tanımlamıştı. Şimdilerde açıkça sürdürdüğü bu iktidar destekçiliğini Taksim-Gezi Direnişi sürecinde başlatan Cengiz Alğan, ortaya çıkan videolarda polisin sıktığı mermiyle katledildiği açıkça görülse de, Ethem Sarısülük’ün “karanlık güçlerce” öldürüldüğünü söylemişti.
Halil Berktay
“Barışa Bak” projesinin bir başka çağrıcısı, Oral Çalışlar gibi Aydınlık hareketinden olan eski sosyalist Halil Berktay, şimdilerde liberal bir akademisyen olarak tanınıyor. Çeşitli üniversitelerde öğretim üyeliği yaptı, bir dönem Taraf gazetesinde köşe yazıları yazdı, son dönemlerde ise iktidarı destekleyen isimlerin bir araya geldiği serbestiyet.com’da yazmaya başladı. Kendini anti-anti AKP’ci diye tanımlayan Halil Berktay, Taraf gazetesinde yazdığı dönemde 1 Mayıs 1977 katliamına ilişkin ortaya attığı bir iddia ile de gündeme gelmişti. Devlet tarafından gerçekleştirilen ve 36 kişinin yaşamını yitirdiği 1 Mayıs 1977 katliamına ilişkin Halil Berktay, “devrimci iki grubun çatışması” yorumunda bulunmuş; dolayısıyla bu katliamda kendince “devleti aklamıştı.”
Merve Arkun
Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 23. sayısında yayımlanmıştır.
The post 21. YY. Teslimiyet Teorileri ve Pratikleri: “Savaşı Görmeyip “Barışa Bak”anlar” – Merve Arkun appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post Yol Aslında En Çok Duvara Benzer! appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Bu Yol Nereye Gider Efendi?
Arter sözcüğü atardamar anlamına gelir, yani kalpten vücuda kan taşıyan damarlar. Fakat arter, aynı zamanda kara yolu anlamına gelir. Ara yollar, ana yollara bağlanır. Ana yollar merkezlere taşınır. Kapitalizm doğası gereği, sürekli merkezleri canlı tutmak, onları doyurmak durumundadır. O yüzden çevrede merkezi doyurabileceği ne varsa, onları yolları aracılığıyla merkeze taşır. Yollar, kapitalizmin damarlarıdır. Sürekli genişleme eğiliminde olan kapitalizm, yeni yollara, yeni damarlara ihtiyaç duyar. Dolayısıyla yeryüzü, mahallemiz, köyümüz, yaşam alanlarımız kötü niyetli bir cerrahın elinde tarumar edilir.
Bir Yol Hikayesi
Bu uzun süreden beri böyledir. Tarihte adını çok duyduğumuz İpek ve Baharat yollarından, Avrupalı soyluların sofralarını süsleyen tonla baharat, nazik tenlerini örten top top İpek geçer; medeniyet geçer; Asya ve Avrupalı efendilerin üzerinde yükseldikleri köleler geçer, ölüm ve zulüm geçer ama bir tek adalet geçmez. Üstelik yol sadece yerin üzerine değil, denizin üzerine de yapılır. Güney Kuzey Amerika’sına bakmadan Doğu Afrika’sından girilip Batı Afrika’sından çıkılır. Geride bağırsakları sökülmüş bir dolu coğrafya bırakılır; yüzlerinde aşağılanmanın, yok sayılmanın ve sömürülmenin yol yol yara yaptığı “üçüncü dünya ülkelerinin” sonuncu olmaya mahkum edilmiş yaşamları bırakılır.
Efendiler bir yere girdiklerinde oraya önce bir merkez, hemen ardından da yolları yaparlar. Yeşilçam filmlerinde taşrada “kasabaya-köye yol getirme” vaadiyle ortalarda dolanan işgüzar politikacılar, kapitalizmin kalp damar cerrahlarının neşterleridir. Yolun bağlandığı her yer, kapitalizmin besin kaynağına dönüşür. Bu damarlar kan vermez, onlar sondaj boruları gibi çalışır. Amasya’nın elması ile Güney Afrika’nın elması aynı mantıkla işleyen farklı yollardan yutularak merkezlere taşınır. Böylece tüm yaşam alanlarımız yollarla çevrilir. Yani kapitalizmin yaptığı tüm yollar kapitalistlerin kendileri için bir köprüye dönüşürken, biz ezilenler için hayatlarımızla kendimiz arasında birer sete dönüşür. Evet yol damara benzer, sondaj borusuna, yaşamlarımıza vurulmuş zehirli bir kırbaca. Ama aslında en çok duvara benzer!
Meselenin aslı şudur ki, ne zaman biri bize yol getireceğini söylese, aslında bizi yola getirmeye çalışıyordur. İktidarın getirdiği tüm yollar, yine kendisine çıkar. Yani yalan, talan ve ölüme…
Yol Aslında En Çok Duvara Benzer!
J.G Ballard, Beton Ada adlı kitabında, Londra’nın merkezinde işinden evine dönerken geçirdiği bir kaza sonucu, üç otoyolun kesiştiği bir noktadaki “beton ada”ya düşen bir karakterin hikayesini anlatır. O beton adada, yoldan gelip geçenlere kendisini kurtarmaları için sesini duyurmaya çalışan karakter için yollar, insanlar, dahası koca bir kent duvara dönüşmüştür. Ballard bu karakter üzerinden modern bir Robinson Crusoe hikayesi anlatır.
İşin fantastik kısmını ve Ballard’ın anlatı yeteneğini bir kenara koyacak olursak, durum bizim içinde pek farklı değil. Kentsel dönüşüm projeleri ile kentin dışına itilen ve itilmek istenen yoksullar, devasa otoyollar ile birbirinden ayrılmış mahallelerde, başka bir “tutsaklığın” parçası haline geliyorlar.
Bu tutsaklık kendini iki şekilde gösteriyor. Birincisi, geçmişte, büyük şehirlerden köylere, kasabalara açılan yollar vasıtası ile verimsizleştirilen yaşam alanlarından şehirlere göçmek zorunda kalan yoksullar, bugün de her gün mahallelerinden sürülüp, şehir merkezine göç etmek zorunda kalıyorlar. Sabahın çok erken saatlerinde üç kuruş para için sıkış tepiş otobüslere, metrolara, metrobüslere doluşan ezilenler; beylerin, efendilerin işlerini gördükleri fabrikalara, AVM’lere ve lüks semtlere gidip bütün gün çalıştırıldıktan sonra akşam yine aynı cefayı çekerek evlerine geri dönüyorlar. Kelime anlamlarından biri “ulaşımı sağlamak” olan yol, burada ezilenlerin mahalleri, aileleri dahası yaşamları ile kendileri arasında örülmüş bir duvara dönüşüyor.
Bir diğeri ise, daha doğrudan bir duvar işlevi görüyor. Devasa ana yolların arasına sıkışmış ve hemen dibindeki diğer mahalle ile bağlantısı kopmuş, adeta beton adalara dönüşmüş yaşam alanları. Böylesi bir yola/duvara verilebilecek en iyi örneklerden biri, 33 yıl önce TEM otoyolunun ortadan ikiye ayırdığı İstanbul Seyrantepe’deki Huzur Mahallesi olabilir. O dönemde mahalleyi ortadan ikiye bölenler, bir köprü yaparak durumu kurtarmaya çalıştıysa bile, 2010 yılında şu anda Galatasaray’ın kullandığı yeni stadın çevre düzenlemesi dahilinde söz konusu köprü yıkılmak istenmişti. 30 yıl önce komşularıyla aralarına koca bir yol giren Huzur Mahalleliler, ulaşımlarını sağladıkları köprünün yıkılmaması için ciddi bir direniş göstermişti. Huzur Mahalleliler köprünün yıkılmasına engel olamamış ve onun yerine yapılan üst geçitle avutulmaya çalışılmıştı. Fakat Huzur Mahallesi ve benzeri örnekler tüm İstanbul’da hatta neredeyse bütün büyük şehirlerde karşımıza çıkıyor. Eli kolu ana yollarla ve otobanlarla bağlanmış, nefessizlikten gözleri dışarıya çıkmış mahalleler.
“Yol Vermemek” Devrimci Bir Eylemdir!
Kapitalizm gün be gün büyümek, yeryüzünün en ücra köşesine ulaşmak ve orayı kendisine dönüştürmek için çabalamaya devam ediyor. Dün Huzur Mahallesi’ni ikiye bölen yollar, bugün ODTÜ ormanını yutuyor, yarınsa başka bir yere duvar örmeye devam edecek. Fakat bununla beraber ve bunlara rağmen, ezilenler de “yol vermiyor”! Gazi’de ya da Gülsuyu’nda yaşadıkları yerin dibindeki ana arterleri kapatan mahalleliler, Buenos Aires’teki çevre yollarını tıkayarak hammaddelere el koyan Barikatçılar, Cape Town’da evlerini yıkmaya gelen dozerleri ana yolda bozguna uğratan Gecekondulular farkında olarak ya da olmayarak kapitalizmin işleyişini sekteye uğratıyor. Çünkü kapitalizmin can damarları olan yollar tıkanırsa, kangren kaçınılmazdır.
Çünkü “yol vermemek” bizim için duvara dönüşen yolları, onlar için kangrene hatta ve hatta tüm bir sistem için kalp krizine dönüştürmektir!
The post Yol Aslında En Çok Duvara Benzer! appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>