Ortadoğu – Meydan Gazetesi https://meydan1.org Anarşist Gazete Wed, 04 Nov 2020 21:37:52 +0000 tr hourly 1 https://wordpress.org/?v=5.3.13 Doğu Cephesinde Yeni Bir Şey Yok – Gökhan Soysal https://meydan1.org/2020/02/07/dogu-cephesinde-yeni-bir-sey-yok-gokhan-soysal/ https://meydan1.org/2020/02/07/dogu-cephesinde-yeni-bir-sey-yok-gokhan-soysal/#respond Fri, 07 Feb 2020 14:22:40 +0000 https://meydan.org/?p=54326 ABD, 2020 yılına girer girmez bütün dünyanın gündemine oturan bir saldırı gerçekleştirerek İran’ın Ortadoğu’daki politikasını belirleyen en önemli komutanını öldürdü. Kasım Süleymani, uzun yıllardır İran’ın dış politikasında özellikle askeri anlamda en önemli kişisiydi. Ancak önemi muhtemelen bundan sonra çok daha iyi anlaşılacaktır. Çünkü bizzat kendisinin İran-Irak savaşından beri kurduğu ilişkiler onun kariyerini belirlemiş ve bu […]

The post Doğu Cephesinde Yeni Bir Şey Yok – Gökhan Soysal appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>

ABD, 2020 yılına girer girmez bütün dünyanın gündemine oturan bir saldırı gerçekleştirerek İran’ın Ortadoğu’daki politikasını belirleyen en önemli komutanını öldürdü. Kasım Süleymani, uzun yıllardır İran’ın dış politikasında özellikle askeri anlamda en önemli kişisiydi. Ancak önemi muhtemelen bundan sonra çok daha iyi anlaşılacaktır. Çünkü bizzat kendisinin İran-Irak savaşından beri kurduğu ilişkiler onun kariyerini belirlemiş ve bu ilişkiler Süleymani’yi oldukça istisnai bir konuma getirmiştir.

İran’ın “Efsanesi”: Kasım Süleymani

Kasım Süleymani, hakkında birçok efsane olan bir isim. İran’ın dini lideri Ali Hamaney’in zamanında Süleymani’yi “Cephede defalarca şehit olduğu halde hâlâ yaşayan bir devrim şehidi” olarak tanımlamasından da görüleceği üzere birçok defa hakkında öldü söylentileri çıkarıldı. Bundan 40 sene önce cephede bizzat yer aldığı gibi ölümünden öncesine kadar da cephelerde yer aldığı fotoğrafları çıktı. Ancak sadece cephelerde yer alan bir isim değil Süleymani. Süleymani’yi daha önemli hale getiren örgütlenmedeki “başarı”sıydı. Öyle ki Irak eski Cumhurbaşkanı Celal Talabani’ye attığı ve Talabani’nin de dönemin ABD’nin Irak’taki en önemli ismi General David Petraeus’a gösterdiği mesajda kendisini şöyle tarif ederken haklıydı: “Benim adım Kasım Süleymani. Şunu bilmelisin ki İran’ın Irak, Lübnan, Gazze ve Afganistan politikalarını ben kontrol ederim.”

ABD’nin ne kadar önemli ve etkili bir hamle gerçekleştirdiği açık. Çünkü yukarıda sayılan devlet isimlerine başta Suriye olmak birkaç devletin daha isminin eklendiğini rahatça söyleyebiliriz. Asıl önemli olansa bundan sonra ne olacağı.

3. Dünya Savaşı mı?

Devletler milyonlarca ezilenin hayatını hiçe saydığı savaşları çıkarmaya hazırlanırken “Ortadoğu uzmanları” da son gelişmelerden kimin daha karlı çıktığını belirlemeye çalışıyor. ABD mi yoksa İran mı? ABD artık Irak’ta pozisyonunu mu kaybediyor? Trump bu hamleyle azlinin mi önüne geçmeye çalışıyor? İran artık Irak’ta daha fazla mı söz sahibi olacak? Sorular birbirini kovalıyor.

Sosyal medyada da durum farklı değildi. Süleymani’nin öldürülmesinden sonra sosyal medyada en çok konuşulan konulardan biri 3. Dünya Savaşı oldu. Herkes, İran’ın bu saldırıya karşı vereceği cevabı beklemeye başladı. İran’ın cevap vereceği kesindi ama rengi ne olacaktı ve bu cevap 3. Dünya Savaşı’nı başlatır mıydı? Yoksa Ortadoğu’da kartlar yeniden ve yeniden mi dağıtılırdı?

İran, makul koşullarda kendisinden beklenen cevabı verdi. ABD’nin Süleymani’yi öldürdüğü operasyonu gerçekleştirdiği Irak’taki üsse füze saldırılarında bulundu. İran, 80 ABD’li askerin öldürüldüğünü hatta daha fazlasının da öldürülebilecekken bunu yapmadıklarını iddia ederken ABD, yaralanan askerlerinin dahi olmadığını açıkladı. İran, füze saldırılarını bekleneceği üzere uluslararası hukuktaki meşru müdafaa hakkına dayandırdı. Bu açıklamanın devletlerarası siyasette kabul edilebilir bir açıklama olduğu, saldırılardan sonra ABD’nin düzenlediği basın toplantısından da rahatça anlaşılabilecektir. ABD Başkanı Trump, arkasına generalleri alarak bu saldırılara karşı olarak askeri bir girişimin değil ekonomisi zaten ambargo altında olan ve ezilenlerin iyiden iyiye ezildiği İran’a yönelik ekonomik yaptırımların artacağını açıkladı.
Süleymani’nin öldürülmesinden sonra beklenen savaş başlamamıştı. Ancak sonrasında yeni gelişmeler yaşandı.

Bu gelişmelerden en önemlisi nükleer silah yapma uğraşı içerisindeki İran’ın, sivilleri taşıyan yolcu uçağını ABD’nin misilleme yapacağından korkarak “yanlışlıkla” vurması oldu. İran, başta bunu ABD’nin bir yalanı olarak yaftalarken daha sonra uçağı “yanlışlıkla” vurduklarını kabul etmek zorunda kaldı. Kasım Süleymani’nin cenazesi sırasında yaşanan izdihamda da onlarca kişi yaşamını yitirdi. Yani savaş başlamadan birçok ölüm haberi gelmeye başladı. 

İran, Avrupa’yı da Karşısına Almaya Başlıyor

İran, kamuoyunu mobilize etmek için Batı karşıtlığı yaparken özellikle seçici davranıyor ve çıkar ilişkileri olan Avrupa devletlerini bu söylemlerin dışında bırakıyordu. Ancak İngiltere, Fransa ve Almanya, İran’ın nükleer anlaşmadan kaynaklanan yükümlülüklerini yerine getirmediği gerekçesiyle, 2015 tarihli nükleer anlaşmanın maddeleri yer arasında alan İhtilaf Çözüm Mekanizması‘nı işletme kararı aldı. Sorun bu mekanizmada çözülemezse konunun Birleşmiş Milletler (BM) Güvenlik Konseyi’ne taşınması ve İran’a yönelik yaptırım kararlarının alınma ihtimali doğabilir. Bu gelişmelerin üzerine İran, artık Batı karşıtı söylemlerinde Avrupa devletlerini de ayırmamaya başladı. İran Cumhurbaşkanı Ruhani, “Bugün Amerikan askerleri güvende değil. Yarın Avrupa askerleri de güvende olmayabilir. Gelin, nükleer anlaşmaya geri dönelim.” demişti. 

Gelişmeler İran açısından pek iyi değil. İsviçre, Davos Zirvesi olarak bilinen 50. Dünya Ekonomik Forumu’na İran Dışişleri Bakanı Muhammed Cevad Zarif’in katılımını iptal etti. Cevad Zarif de aynı gün gerçekleştirdiği açıklamada eğer nükleer anlaşma BM’nin önüne giderse İran’ın, anlaşmadan çekileceğini açıkladı. İran’da yöneticiler dış politikada zor durumda olduğu gibi “içeride” de büyük bir ayaklanma korkusu yaşıyor. İran’da insanlar geçtiğimiz aylarda ekonominin içinde olduğu durum nedeniyle birçok büyük eylem gerçekleştirdi.

Doğu Cephesinde Yeni Bir Şey Yok

ABD, Ortadoğu’da çeşitli devletlerle işbirliğini sürdürerek politikalarını uygulamaya devam ediyor. İran da ABD kadar üst düzeyde olmasa da aynı yolu izlemeye devam ediyor. Zaman zaman güç gösterileriyle çeşitli suikastlar ve büyük tehditler devam ediyor. İsrail ve Suudi Arabistan gibi devletler fırsattan yararlanmaya çalışıyor. Filler tepişirken çimler yani ezilenler ezilmeye devam ediyor. Sonuç olarak diyebiliriz ki Doğu cephesinde yeni bir şey yok. Ancak çok büyük ateşlerin başlaması küçük kıvılcımlara baksa da 1. Dünya Savaşı’nın çıkışına neden olduğu ileri sürülen Avusturya-Macaristan İmparatorluğu Veliahtı Franz Ferdinand, 28 Haziran 1914’te öldürüldüğünü ancak savaşın bundan 1 ay sonra 28 Temmuz 1914’te başladığını düşününce kıvılcımların alev almasının da uzun sürdüğünü akılda tutmakta fayda var.

Savaşların çıkmasında Kasım Süleymani’nin öldürülmesi gibi büyük olayların etkisinin büyük olduğu açık. İran gibi dış politikada aktif olmaya çalışan bir devletin içerisinde olacağı bir savaşın, küçük bir bölgeyle sınırlı kalması imkansıza yakın. Bize yansıyan gelişmeler de “büyük devletlerin” 20. yüzyıldaki savaşlarda milyonlarca insanın yaşamını yitirdiğini kolayca unuttuğunu gösteriyor.

The post Doğu Cephesinde Yeni Bir Şey Yok – Gökhan Soysal appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2020/02/07/dogu-cephesinde-yeni-bir-sey-yok-gokhan-soysal/feed/ 0
Devletlerin IŞİD Bakiyesi – Emrah Tekin https://meydan1.org/2019/04/16/devletlerin-isid-bakiyesi-emrah-tekin/ https://meydan1.org/2019/04/16/devletlerin-isid-bakiyesi-emrah-tekin/#respond Tue, 16 Apr 2019 10:02:29 +0000 https://test.meydan.org/2019/04/16/devletlerin-isid-bakiyesi-emrah-tekin/ Irak ve Suriye’yi birbirinden ayıran sınır kapısını 2014 Haziranı’nda ele geçiren IŞİD, bu olaya ilişkin yayınladığı videoda dünyaya şöyle meydan okuyordu: “Sykes-Picot Antlaşması burada yırtılmıştır.” Yaklaşık 100 yıl önce devletlerin Ortadoğu’daki haritaları kendi iktisadi ve politik çıkarları çerçevesinde belirlediği Sykes-Picot’yu kendi yöntemleriyle hükümsüz kılan IŞİD, sonraki 4 yılı aşkın süreçte gerçekleştirdiği katliamlarla bu meydan okumaya […]

The post Devletlerin IŞİD Bakiyesi – Emrah Tekin appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>

Irak ve Suriye’yi birbirinden ayıran sınır kapısını 2014 Haziranı’nda ele geçiren IŞİD, bu olaya ilişkin yayınladığı videoda dünyaya şöyle meydan okuyordu: “Sykes-Picot Antlaşması burada yırtılmıştır.” Yaklaşık 100 yıl önce devletlerin Ortadoğu’daki haritaları kendi iktisadi ve politik çıkarları çerçevesinde belirlediği Sykes-Picot’yu kendi yöntemleriyle hükümsüz kılan IŞİD, sonraki 4 yılı aşkın süreçte gerçekleştirdiği katliamlarla bu meydan okumaya paralel biçimde dünyaya korku salacaktı. Hilafet ilan ettiği Irak ve Suriye’de, Belçika büyüklüğünde bir toprak parçasına hükmeden, dahası bu bölgelerde, petrol gelirleri başta olmak üzere kendi ekonomisi, yargı sistemi, 8 milyonluk nüfusa ulaşan sosyal yapısı, hatta diplomasisi olan ve tüm bu özellikleri nedeniyle BM’de temsil edilmek dışında bir devlete dair tüm özelliklere sahip olan ve zamanla İslam Devleti (İD) olarak ismini değiştiren IŞİD, 2014 yılı ortalarından itibaren ABD’nin öncülüğündeki koalisyonun hedefindeydi.

Bugünlerde Suriye’nin küçük bir kasabası olan Bağuz’a sıkışan ve gelen bilgilere göre “son kalıntılarının” buradan da çıkarıldığı söylenen IŞİD’in gelecekteki askeri ve siyasi varlığına dair tartışmalar ve soru işaretleri ise geçerliliğini koruyor. Hilafet ilan ettiği topraklardaki hakimiyetinin sona ermesi nedeniyle “bitti” denilen IŞİD, Ortadoğu’da halen canlılığını koruyan mezhepsel kırmızı çizgiler nedeniyle -belki de farklı adlarla- geri dönebilir mi? Mensuplarının, “hilafetin” gücünün doruğunda olduğu dönemde sloganlaştırdıkları gibi “devlet” (İD) “baki” kalacak mı?

ABD’nin 2003’te Irak işgali sonrası bölgede harekete geçen mezhepçi fay hatlarının bir sonucu olarak ortaya çıkan cihatçı terör çetelerinden biri olan IŞİD’in kuruluşu 2004’te Irak el Kaidesi adını alan Tevhid ve Cihat Cemaati adlı örgüte dayanıyor. Bu örgütün kurucuları arasındaki Ürdünlü cihatçı Ebu Musab ez Zerkavi’nin önceki yıllarda Afganistan’daki SSCB işgaline karşı ABD destekli cihatçı çetelerin safında savaşması, IŞİD ve benzeri örgütlerin, devletlerin “birtakım” politikaları sonucu üretildiği gerçeğini gösteriyor. Bu bağlamda, bölgede cihatçı çetelerin “can suyu” bulmasında tarihsel olarak SSCB ve ABD’nin Afganistan ile Irak’ı işgallerinin belirleyici dönüm noktaları olduğunun altı çizilmeli. Aynı şekilde, selefi cihatçı çeteleri harekete geçiren bir başka dinamik ise Şiilik-Sünnilik ekseninde 600 yılı aşkındır devam eden iktidar çekişmesini daha üst boyuta taşıyan 1979’da İran’da Molla rejiminin iktidara gelmesiydi. Ortadoğu’da devletlerin dahil olduğu tüm bu denklemlerin, aradan geçen on yıllara rağmen üç aşağı beş yukarı güncelliğini koruduğunu belirtmek gerek.

Geldiğimiz noktada bir başka ve asıl büyük problem ise direndiği son bölge olan Bağuz’dan çıkarılan IŞİD’in bir dönem onbinlerle ifade edilen üyesinin, nereye gittiği ya da gideceğidir.

Küresel cihat ideolojisini benimsemiş bir örgütün varlığının sonlanmasına dair baştan beri yapılan alan hakimiyetinin bitirilmesi yaklaşımı, bu bağlamda IŞİD hakkındaki temel yanlışlardan birini oluşturuyor. Bu gerçeği görmek için IŞİD’in eski gücünden çok uzakta olduğu 2018’de tam 3670 saldırıyı üstlendiği verisi, açıklayıcı bir veridir. Bu saldırıların, IŞİD’in “küresel cihat” ideolojisini destekler nitelikte Irak ve Suriye dışında Mısır, Afganistan, Yemen, Filipinler gibi çok geniş bir coğrafyada gerçekleştiği belirtilmeli. 2018’deki bu rakamlarda yer alan Fransa, Belçika, Kanada ve Avustralya’daki “küçük çaplı” bıçaklı saldırılar, önceki yıllarda Manchester, Barcelona, Nice, Las Vegas gibi batı metropollerinde katliamlar gerçekleştiren IŞİD’in bu potansiyel ve motivasyonunun halen mevcut olduğunu gösteriyor.

11 Eylül 2001 İkiz Kuleler saldırıları sonrası dönemin ABD Başkanı George W. Bush “teröre karşı küresel savaş” adlı doktrinini açıklamıştı. Bundan sonra Irak’ı işgal eden ABD’nin, Ortadoğu politikalarındaki “şahin” başkanı, işgal sonrası 1 Mayıs 2003’te ABD Donanması’na bağlı USS Abraham Lincoln uçak gemisinde, arkasında “görev tamamlandı” pankartı dururken bir “zafer konuşması” yapacaktı. Ancak Bush’un tabiriyle “tamamlanan” görevin ne olduğunu anlamak için dünya, IŞİD ve benzerleri gibi birçok cihatçı çete ile “tanışmak” ve bu tanışmanın bedellerini ödemek zorunda kaldı. Aynı şekilde bugünlerde, sığındığı son nokta olan Bağuz’da, ABD tarafından IŞİD’e karşı ilan edilen “zafer” 2003’ten bugüne yaşananlar göz önünde bulundurulduğunda devletlerin benzer politikaları paralelinde tarihin tekerrür etme olasılığını barındırıyor. Daha da ötesinde ise bir başka olasılığın, IŞİD ve benzeri gibi cihatçı çetelerin kullanışlılığını her zaman değerlendiren kimi bölgesel devletlerin, alan hakimiyeti ortadan kalkan IŞİD’in, küresel cihada hazırlanan bakiyesini Ortadoğu’da bir süre daha “misafir etmeye” istekli olabileceği unutulmamalı.

Emrah Tekin

[email protected]

The post Devletlerin IŞİD Bakiyesi – Emrah Tekin appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2019/04/16/devletlerin-isid-bakiyesi-emrah-tekin/feed/ 0
İran’da Neler Oluyor? – Gökhan Soysal https://meydan1.org/2018/10/14/iranda-neler-oluyor-gokhan-soysal/ https://meydan1.org/2018/10/14/iranda-neler-oluyor-gokhan-soysal/#respond Sun, 14 Oct 2018 11:39:05 +0000 https://test.meydan.org/2018/10/14/iranda-neler-oluyor-gokhan-soysal/ Devletlerarası gündemde ana başlıklardan birini bu aylarda İran oluşturuyor. Geçtiğimiz Ağustos ayı içerisinde ABD başkanı Trump, İran’la 5+1 ülkelerinin (BM Güvenlik Konseyi Daimi Ülkeleri ABD, İngiltere, Fransa, Rusya, Çin + Almanya) 2015 yılında gerçekleştirmiş olduğu nükleer anlaşmasından tek taraflı olarak çekildiğini açıkladı. Hemen ardından Trump “sadece dünya barışını istediğini” belirttiği tweetinde İran’a karşı uygulanacak yaptırımları […]

The post İran’da Neler Oluyor? – Gökhan Soysal appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>

Devletlerarası gündemde ana başlıklardan birini bu aylarda İran oluşturuyor. Geçtiğimiz Ağustos ayı içerisinde ABD başkanı Trump, İran’la 5+1 ülkelerinin (BM Güvenlik Konseyi Daimi Ülkeleri ABD, İngiltere, Fransa, Rusya, Çin + Almanya) 2015 yılında gerçekleştirmiş olduğu nükleer anlaşmasından tek taraflı olarak çekildiğini açıkladı. Hemen ardından Trump “sadece dünya barışını istediğini” belirttiği tweetinde İran’a karşı uygulanacak yaptırımları açıkladı. Yaptırım açıklamasıyla 2015 yılı itibariyle ambargonun gevşetilmesiyle hareketlenen İran ekonomisi güçlü bir şekilde sarsıldı. Üstelik yaptırımlar 2 ayaklı olup ilk ayağı Ağustos ayında başlayan yaptırımların ikinci ayağı kasım başında uygulamaya konulacak. Kasım ayındaki yaptırımlar daha sert geçecek olup Türkiye’nin birinci ham petrol ve ikinci doğalgaz tedarikçisi devlet olan İran’dan petrol ve doğalgaz alımının kısıtlanması, daha doğrusu sıfıra indirilmesi hedeflenecek.

Diğer 5+1 ülkelerinin çekilmediklerini açıkladığı anlaşma, ABD tarafından İran’a uygulanan ambargoların gevşetilmesi karşılığında İran’ın nükleer faaliyetlerini kısıtlamasını öngörüyordu. Başkanlığa aday olduğundan beri kısıtlamaları yeterli görmediği için “korkunç” olarak adlandırdığı anlaşmadan çekileceğini vaat eden Trump yeni ambargolarla İran’ı yeni bir uzlaşmaya zorlamayı amaçlıyor.

Ortadoğu’nun güvenliğinin önündeki en büyük engel olarak gördüğü İran’a karşı söylemleri de buna paralellik oluşturuyor. Vaadini gerçekleştirerek iç politikadaki popülist tavrını devam ettiren Trump, daha önceki yaptırımlarının amacı olarak “rejimi devirmek değil İran’ı tutumunu değiştirmeye zorlamak” olduğunu açıklamasına rağmen son olarak “Yönetime geldiğimde, soru İran’ın ne zaman Orta Doğu’ya hakim olacağıydı.” dedi ve “Şimdi soru, hayatta kalacaklar mı? Bir buçuk yıldaki büyük fark!” demekten çekinmedi.

Başta Avrupa Birliği üye devletleri olmak üzere içinde TC’nin de olduğu birçok devlet, ABD’nin yeni yaptırım politikası karşı ve uygulamada isteksizler. Bu devletlere karşı Trump son olarak “İran’la iş yapan, ABD ile yapamayacak” diyerek ne kadar ciddi olduğunu tekrar vurguladı. Bu meselede esas sorun, başkan olduğu günden beri hareketlerinin ne olacağı tahmin edilemeyen Trump’ın atabileceği yeni adımların belirsiz oluşu. Özellikle Suriye’de beklenen son olarak Rusya ve İran’ın beraber İdlib’e yönelik harekatı düşünüldüğünde Trump’ın tavrı iyice merak konusu. Son dönemde Trump’ın Kudüs’ü başkent olarak resmen tanıyarak büyükelçiliği Kudüs’e taşıması, ardından İsrail’in Arapça’yı resmi dil olmaktan çıkararak “birleşik ve bütün” olarak Kudüs’ü başkent olarak yeniden tanımlaması verileri göz önüne alındığında Suriye’de güçlendiği iddia edilen İran’a karşı İsrail’in de Ortadoğu’da yeni kriz doğurucu hareketlerde bulunması bu bağlamda gözardı edilmemeli.

İran’ın tek sıkıntısı ABD’den gelen yaptırım uygulamaları veya yıllardan beri süren İsrail tehditleri değil. Ambargoların kalkmaya başlamasıyla birlikte İran ekonomisi nefes almaya başlamış olsa da istenilen seviyeye gelmediği için çeşitli şehirlerde yolsuzlukların soruşturulması talepli gösteriler, yürüyüşler gerçekleştiriliyordu. Mevcut cumhurbaşkanı Ruhani sıkışmış durumda. “Ruhani lider” Hamaney, ekonomik darboğazdan ABD’nin yaptırımlarını değil cumhurbaşkanı Ruhani’nin yönetimini sorumlu tutuyor. Hamaney ayrıca Trump’ın yaptırımlarla elde etmeye çalıştığı görüşme masasına oturma ihtimalini ABD’ye sahtekar diyerek elinin tersiyle itmiş durumda. AB ülkeleri özellikle Almanya, İngiltere ve Fransa’nın destek sözünü alsa da Ruhani’ye yöneltilen bir diğer suçlama, İran’ın sadece kendi gücüne dayanmayıp Avrupa devletleriyle işbirliği içinde olması.

İran’da yaşanan ekonomik kriz nedeniyle gerçekleşen eylemlerin yüksek sayıda gözaltılarla bastırıldığı düşünüldüğünde, önümüzdeki ayların belki de günlerin İran için hiç de kolay geçmeyeceği açık. TC Devleti’nin de bu durumdan azade olmadığını ayrıca vurgulamak gerekiyor. Başta vurguladığımız gibi TC Devleti’nin petrol ve doğalgaz alımında İran ciddi bir pay oluşturuyor. Petrol alım seçenekleri bakımından TC’nin önünde başka olanaklar varken doğalgazda durum böyle değil. Zaten bunun için İran ile uzun yıllara dayanan sözleşmeler yapılmış durumda. Üstelik TC, doğalgaz alımı yapmasa dahi ödeme garantili sözleşmeler gereği İran’a belirlenen miktarı ödemek zorunda.

Devlet başkanının veya bakanların ambargoya uymayacaklarına yönelik sözlerine rağmen TC’de faaliyet gösteren özel şirketler geçen süre içinde petrol alımını kademe kademe azaltmaya başladı bile. Ama doğalgaz alımında bu olanak yok. Geçen yıllarda uygulanan ambargolarda TC’nin ABD’yle anlaşması gereği doğalgaz alımında muafiyeti vardı ancak Kasım ayında başlayacak yaptırımlar için henüz bir muafiyet de yok. Kısa süre içinde bu yönde bir anlaşma yapılmazsa hem ısınmak için hem de elektrik üretmek için çok önemli bir payı olan doğalgaz dolayısıyla TC Devleti’nde var olan ekonomik krize bir de doğalgaz krizi eklenecek. Söylemeye gerek yok, faturası yine halka çıkacak.

Gökhan Soysal

[email protected]

 

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 46. sayısında yayınlanmıştır. 

The post İran’da Neler Oluyor? – Gökhan Soysal appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2018/10/14/iranda-neler-oluyor-gokhan-soysal/feed/ 0
Pompeo’dan İran’a Tehdit! https://meydan1.org/2018/05/21/pompeodan-irana-tehdit/ https://meydan1.org/2018/05/21/pompeodan-irana-tehdit/#respond Mon, 21 May 2018 13:53:55 +0000 https://seninmedyan.org/?p=38257 Geçtiğimiz ay, İran’la dış politikasını değiştiren ve yeni bir nükleer anlaşmadan çekilen ABD, İran politikasını daha da sert kılacağını Dışişleri Bakanı’nın sözleriyle bir kez daha gösterdi. “ABD ve müttefikleri, İran’ın operasyon elemanları ile onların Hizbullah’tan müttefiklerinin dünya çağında izini sürecek ve onları ezip çökertecek” diye konuşan yeni Dışişleri Bakanı Pompeo, ABD’nin İran’la planlanan müzakereyi gerçekleştirmeyeceğini, […]

The post Pompeo’dan İran’a Tehdit! appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>

Geçtiğimiz ay, İran’la dış politikasını değiştiren ve yeni bir nükleer anlaşmadan çekilen ABD, İran politikasını daha da sert kılacağını Dışişleri Bakanı’nın sözleriyle bir kez daha gösterdi.

“ABD ve müttefikleri, İran’ın operasyon elemanları ile onların Hizbullah’tan müttefiklerinin dünya çağında izini sürecek ve onları ezip çökertecek” diye konuşan yeni Dışişleri Bakanı Pompeo, ABD’nin İran’la planlanan müzakereyi gerçekleştirmeyeceğini, yaptırımların arttırılacağını vurguladı. Yaptırımların tamamlandıktan sonra, bunların şu ana kadar varolan en sert yaptırımlar olacağını dile getirdi.

Özellikle ABD’nin Kudüs’te açtığı büyükelçilik sonrası, Ortadoğu’da iyice gerilen dış politikalar, sağ popülist iktidarlar eliyle daha da sert hale geliyor. Bu sert dış politikaların farklı coğrafyalarda devletlerin işlerine yaradığıysa artık bilinen bir gerçek.

The post Pompeo’dan İran’a Tehdit! appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2018/05/21/pompeodan-irana-tehdit/feed/ 0
IŞİD Öldü Hayaleti Dolaşıyor- Hüseyin Civan https://meydan1.org/2017/12/24/isid-oldu-hayaleti-dolasiyor-huseyin-civan/ https://meydan1.org/2017/12/24/isid-oldu-hayaleti-dolasiyor-huseyin-civan/#respond Sun, 24 Dec 2017 11:20:04 +0000 https://test.meydan.org/2017/12/24/isid-oldu-hayaleti-dolasiyor-huseyin-civan/ “Bir zamanlar acımasız, şimdi zavallı ve amaçsız” IŞİD Karşıtı Koalisyon Güçleri’nin önemli üst düzey ABD diplomatlarından Brett McGurk’ın bu zafer nidası, Rakka’nın düşmesinden hemen sonra geldi. Haftalarca süren sokak çatışmalarının ardından Demokratik Suriye Güçleri, 20 Ekim’de Rakka’da kontrolü sağladı. IŞİD’in önemli kalelerinden biri Deyrezor da aralık başında düştü. Hemen hemen aynı tarihlerde gerçekleşen, biri Rusya […]

The post IŞİD Öldü Hayaleti Dolaşıyor- Hüseyin Civan appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>

“Bir zamanlar acımasız, şimdi zavallı ve amaçsız”

IŞİD Karşıtı Koalisyon Güçleri’nin önemli üst düzey ABD diplomatlarından Brett McGurk’ın bu zafer nidası, Rakka’nın düşmesinden hemen sonra geldi. Haftalarca süren sokak çatışmalarının ardından Demokratik Suriye Güçleri, 20 Ekim’de Rakka’da kontrolü sağladı. IŞİD’in önemli kalelerinden biri Deyrezor da aralık başında düştü. Hemen hemen aynı tarihlerde gerçekleşen, biri Rusya Devlet Başkanı Putin diğeri Irak Başbakanı Abadi tarafından ilan edilen iki zafer, bir yanda Suriye diğer yanda Irak’ta IŞİD’in hükmünün sonuna gelindiğinin göstergesiydi.

Ancak ABD medyası, Rakka’nın düşüşünü büyük bir zafer gibi açıklamaktan imtina etti. Brett McGurk ve diğerlerinin zafer nidaları, büyük bir şüphe ile karşılandı. Bu şüphede, daha önceki benzer zafer ilanları ve ardından yaşanılanlar, ABD dış politikasında elde edilen deneyimler yatıyor; 2002 Afganistan, 2003 Irak… Zafer deneyimlerinin hepsi, bir süre sonra ABD politikalarının başarısızlığa uğradığı yerlere dönüştü. Medyanın “zafer” şüpheciliğinin ardındaki asıl neden bu.

Tüm bu şüpheciliğe rağmen, ortada açık bir durum var. IŞİD için yenilgi süreci başladı.

8 milyon insanın yaşadığı bir coğrafyayı, bu coğrafyadaki enerji kaynaklarını ve güçlü askeri merkezleri kontrolünde bulunduran; bugüne kadarki en güçlü, en zengin ve en çok askeri ekipmana sahip cihatçı yapılanma olduğu söylenen; Asya’dan Amerika’ya yüzlerce insanın yaşamını yitirdiği saldırıları gerçekleştiren; Batı Afrika’dan Doğu Asya’ya geniş bir coğrafyada ilan edilen birçok eyaleti bulunmuş olan; propagandayı, özellikle internet üzerinden propagandayı iyi kullanan bu yapılanmanın “bitişi”, bugün küresel siyasetin en çok konuşulan konularından birisi.

Peki IŞİD neden böyle bir sürecin içine girdi?

IŞİD’in başarısının altında yatan nedenlerin başında, sürekli fetih stratejisi var. Alınan zaferlerle ele geçirilen yeni yerler, IŞİD’e tanrı iradesinin bu yönde olduğu propagandasına olanak veriyordu. Bu, önemli bir dinsel motivasyondu. Sınırları genişletmek ve yayılmak demek, daha fazla silah ve savaş, satılacak arkeolojik zenginlikler, yağmalanacak yeni mallar ve kaynaklar demekti. Sürekli fetih stratejisinin sonuna gelinmesi bunların hepsinin azalmasına, bu da dinsel motivasyon da dahil olmak üzere farklı motivasyonların çökmesi anlamına geliyordu.

IŞİD, Sünni Müslüman bir coğrafyada, Sünni aşiret liderlerinin merkezi siyasi otoritelerle gerilimlerini iyi kullanabilmişti. Ancak, bu bölgelerdeki acımasız uygulamalar, katı kurallar, bölgedeki halkın desteği noktasında sıkıntılar yarattı.

Özellikle, Suriye ve Irak’ta sınırlarını genişletebileceği bir alan kalmadı. Çünkü sınır bölgeleri etrafındaki tüm güçler siyasi ve askeri açıdan güçlüydü. Yerel güçlerle hareket etmeyi başaran IŞİD karşıtı güçler, IŞİD’e ağır kayıplar verdirdi. Bu durum örgütü bitiremese de İslam Devleti projesini çökertti. Artık dağınık bir harekete dönüşmüş bir IŞİD var.

Dağınık Savaş Kimin Stratejisi?

Bu dağınık durum, IŞİD’e Suriye ve Irak’taki topraklarını kaybettirse de; IŞİD’e katılıp yaşadıkları coğrafyalara geri dönenler IŞİD tartışmalarının ana gündemini oluşturuyor. Mülteciler ve göçmenlerle kamufle olup Suriye’den Irak’tan dönenler! Bu geri dönüşler, farklı yerlerdeki gizli hücrelerle beraber değerlendirildiğinde, IŞİD’in terör yöntemlerini kullanmasında yarar sağlayabileceği sık konuşulanlar arasında. Yani IŞİD’in “dağınık savaşta” kullanacağı önemli bir koz!

Konuşulan bir başka senaryo, IŞİD’den sonra başka bir cihatçı grubun ortaya çıkıp çıkamayacağı yönünde. IŞİD’den doğan boşluğu doldurmaya çalışacak başka bir grup…

Aslında IŞİD’in içinde bulunduğu durumun böyle konuşuluyor olması, IŞİD’den doğan boşluğu doldurmakla ilintili. Küresel siyasal ve ekonomik iktidarların, IŞİD’in varlığından nasıl yararlanabildiklerini özellikle 2014’ten bu yana deneyimliyoruz.

IŞİD Canavarından IŞİD Hayaletine

“IŞİD bitse bile, arkasından daha radikalleri gelebilir” iddiası da, “mülteci ve göçmenlerin arasına kamufle olmuş IŞİD” hayaleti de bu boşluğu doldurmaya yönelik bir çaba. Bu iktidarlar IŞİD’in varlığından istediklerini alamadılarsa normal olarak bu boşluğu dolduracakları başka bir çete bulmakta çok zorlanmayacaklardır. Öte yandan IŞİD’in hayaleti bile belki yetebilir!

Korku, endişe ve sürekli bir panik hali diye tanımlamıştık terörokrasiyi gazetemizin 36. sayısında. Tüm toplumsal yaşamı yönlendirmeye başlayan bir süreç olduğundan, demokrasinin ortadan kalktığından, meşruluğunu demokrasiden alan devlet mantığının bittiğinden, yeni bir siyasal dönemin yeni bir devlet politikasını beraberinde getirdiğinden bahsetmiştik.

IŞİD’in varlığı, Batı’da yükselişte olan faşizmle ilişkili hareketleri, bu hareketlerin de devlet şiddetini beslediği bu kadar aşikarken şu tespit kaçınılmaz: Devletlerin IŞİD politikası onların lehine olacak şekilde işe yaradı.

IŞİD benzeri terörokrasi oluşumlarının doğrudan ve dolaylı olarak “başardıklarının” altını çizmekte yarar var. Yaratılan korku ve panik haliyle; devlet şiddeti meşrulaşır, halk sindirilmeye ve pasifize edilmeye zorlanır, faşist mobilizasyon beslenir. İstenilen coğrafyalarda istenilen siyasi-ekonomik amaçlar gerçekleştirilir (olmadığı takdirde büyük bir keşmekeş yaratılır). Tabi, bu keşmekeşin yaşandığı coğrafyalar dışında, toplumsal muhalefetin marjinalize edilip baskılanması bir başka dolaylı etkidir.

Devlet “terör örgütleri”nin varlığında, “kendi terörünü” gizlemeye çalışır. Aynı zamanda karşısında olan herkesi bu “terör örgütü” aynılığında eritmeye çalışan devlet; tüm muhalif kesimleri “terör örgütü” tanımının ardına iter; bu aynılıkta topyekûn bir “kendinden olmayan herkesi yok etme” politikası güder.

Temelini korku, baskı, kontrol ve tahakküm üzerine kuran devletler için, IŞİD’ler vazgeçilmezdir. Efendilerin yarattığı ve beslediği canavar ölür, korku, baskı, kontrol ve tahakkümün devam etmesi için hayaleti yaşatılır. Yetmediği koşullarda başka El-Kaide’ler, başka IŞİD’ler…

Hüseyin Civan

[email protected]

 

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 42. sayısında yayınlanmıştır.

 

The post IŞİD Öldü Hayaleti Dolaşıyor- Hüseyin Civan appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2017/12/24/isid-oldu-hayaleti-dolasiyor-huseyin-civan/feed/ 0
Ne Yaptıysanız Barışamadınız- Emrah Tekin https://meydan1.org/2017/12/24/ne-yaptiysaniz-barisamadiniz-emrah-tekin/ https://meydan1.org/2017/12/24/ne-yaptiysaniz-barisamadiniz-emrah-tekin/#respond Sun, 24 Dec 2017 11:11:49 +0000 https://test.meydan.org/2017/12/24/ne-yaptiysaniz-barisamadiniz-emrah-tekin/ Suriye Savaşı’nda IŞİD’in neredeyse yenilgiye uğraması ve diğer cihatçı çetelerin İdlib’te sıkışmasıyla ortaya çıkan manzara, savaşın sonlanmaya başladığı yorumlarına neden oluyor. Savaşın bittiğini söylemek için henüz erken olsa da cihatçı çeteler için yolun sonunun geldiğini söylemek mümkün. Geçtiğimiz Kasım ayı boyunca devletlerin hız verdiği diplomasi trafiği, savaş sonrası Suriye’de dizayn edilmek istenen siyasi haritaya hazırlık […]

The post Ne Yaptıysanız Barışamadınız- Emrah Tekin appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>

Suriye Savaşı’nda IŞİD’in neredeyse yenilgiye uğraması ve diğer cihatçı çetelerin İdlib’te sıkışmasıyla ortaya çıkan manzara, savaşın sonlanmaya başladığı yorumlarına neden oluyor. Savaşın bittiğini söylemek için henüz erken olsa da cihatçı çeteler için yolun sonunun geldiğini söylemek mümkün. Geçtiğimiz Kasım ayı boyunca devletlerin hız verdiği diplomasi trafiği, savaş sonrası Suriye’de dizayn edilmek istenen siyasi haritaya hazırlık olarak değerlendirilmeli. Ay boyunca sırasıyla gerçekleştirilen ASEAN Zirvesi, Soçi, Riyad görüşmeleri ve Cenevre-8’de ana gündem maddesi, Suriye’de siyasi çözümdü.

11 Kasım’da Vietnam’da yapılan Güneydoğu Asya Uluslar Birliği (ASEAN) zirvesinde Trump ve Putin’in verdiği uzlaşı fotoğrafı akıllara, Ortadoğu’da yüzyıl önce o dönemin küresel devletleri İngiltere ve Fransa’nın imzaladığı Sykes-Picot anlaşmasını getirdi. Zirve sonrası yapılan “siyasi çözüm” vurgulu açıklama, aynı zamanda Efrin ya da Rojava’nın herhangi bir bölgesini vurmak için bu devletlerden icazet bekleyen TC’ye yönelik de bir mesajdı.

ASEAN’da sergilenen bu “uzlaşı” tablosuna karşın Rusya ve ABD, farklı ittifak kamplarında, kendi ajandalarını uygulamayı sürdürdüler. 22 Kasım’da Soçi’de gerçekleştirilen üçlü zirveye Rusya dışında, ABD’nin bölgedeki -IŞİD bahaneli- varlık sebebi olan İran katıldı. Zirvenin bir diğer katılımcısı ise ABD’nin kağıt üzerinde “müttefiki” ancak şu sıralar birden fazla başlıkta gerilim yaşadığı TC idi. Soçi fotoğrafında yer almayan, ancak bir gün öncesinde aynı yerde Putin ile görüşen Esad, zirvenin “gölge” katılımcısı oldu. Soçi’de verilen bu “uzlaşı” görüntüsünün nasıl “pamuk ipliğine bağlı” olduğunu ise Esad’ın bu zamanlaması ilginç trafiği anlatıyor. Esasen kendi içinde, çeşitli nedenlerle öncelikleri ötelenmiş çeşitli sorunlar yaşayan Soçi ittifakı, TC açısından Rojava kazanımlarını yok etmek pahasına, dün yıkmak için her yolu denediği Esad ile “kapıları tekrar aralamak” anlamı taşıyordu. Dördüncü ayağı eksik, her an devrilmeye hazır bir sandalyeyi andıran Soçi’nin İran ayağında ise, bölgede kurduğu nüfuz alanlarını tahkim etmek adına, yaklaşık bir yıl önce “Şii yayılmacılığı” suçlamaları yönelten TC’ye kulaklar tıkanıyordu.

Fiili ateşkesin aynı ittifak tarafından devreye sokulduğu Astana görüşmelerinin “siyasi çözüm” yansıması olarak belirginleşen Soçi’de alınan en önemli karar, önümüzdeki aylarda toplanması öngörülen Suriye Halkları Kongresi oldu. Kongreye, Rojava Delegasyonu’nun katılmaması şerhini koyan TC’nin tavrı, Soçi’deki uzlaşıyı önümüzdeki süreçte çatırdatacak başlıklardan biri olabilir. Zira TC’nin Suriye’de “Kürtlere düşmanlık” başlığında belirginleşen politikasına karşın, ASEAN’da Rusya ve ABD’nin “Kuzey Suriye’de özerklik” üzerine uzlaştıkları biliniyor. Ocak ayında yapılacak Suriye Halkları Kongresi’ne dair (Rus İzvestiya Gazetesi’ne) konuşan diplomatik kaynaklar, TC’nin şerhine rağmen Kürtlerin katılımının sağlanacağını belirtti.

Soçi Zirvesi’nin ardından Putin tarafından gerçekleştirilen “savaş bitti” açıklamasının, siyasi çözümün devletler arası diplomasideki “meşru platformu” olarak görülen Cenevre’ye, savaştaki müttefiki Esad’ı galipler kontenjanından gönderme mesajı taşıdığı söylenebilir. “Görev başarıyla tamamlandı” sloganıyla hazırlandığı üç ay sonraki başkanlık seçimleri bağlamında Rusya iç politikasına gönderme olduğu da ortada. Benzer bir beklentinin -2019’daki seçimler düşünüldüğünde- Erdoğan tarafından da taşındığı, ancak iç ve dış politikada sıkışma yaşayan TC için aynı “başarının” söz konusu olmadığı belirtilmeli. Yine Rusya’nın asker çekme hamlesini de, hem siyasi çözüme atıf hem de ABD-TC dahil, Suriye’deki yabancı güçlere yönelik bir mesaj olarak okumak mümkün.

ABD ve Rusya bağlamında iki farklı ittifak kampından Soçi’nin muadili ise, aynı günlerde 22-24 Kasım’da yapılan Riyad Zirvesi oldu. Suudi Arabistan ve ABD’nin desteklediği “ılımlı” ve ılımlı olmayan cihatçı çetelerin bir araya geldiği Riyad, Soçi kadar kırılgan olmasa da, Körfez ittifakında Katar krizi nedeniyle yaşanan bölünmenin etkisi altındaydı. BM’nin temsilci göndererek “meşruluk” kattığı Riyad’ın, sonrasında gerçekleşecek Cenevre-8’e de yansıyan en önemli kararı ise, “Esad’sız Suriye” oldu. Nitekim bu karar sonrası, Cenevre-8 ilk gününde Suriye delegasyonunca boykot edildi. 28 Kasım-14 Aralık arası gerçekleşen Cenevre görüşmelerinden -diğer 7’sinde olduğu gibi- çıkan tek şey, bizzat BM’nin itiraf ettiği üzere, başarısızlıktı.

Cenevre-9’un yapılacağı söylenen Ocak ayında, savaşın “yeni yılına” girmiş olacağız. 2011’den beri devletlerin (Suriye’deki savaşta Cenevre, Astana, Soçi, Riyad diye zenginleşen) “çözüm adreslerine” kim bilir belki daha yenileri eklenecek. Ancak Suriye’de yeni olmayan şey, devletlerin değişen tehdit algısına paralel yeni çatışma olasılıkları ve gerilimler olacak.

Emrah Tekin

[email protected]

 

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 42. sayısında yayınlanmıştır.

The post Ne Yaptıysanız Barışamadınız- Emrah Tekin appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2017/12/24/ne-yaptiysaniz-barisamadiniz-emrah-tekin/feed/ 0
Ortadoğu’da Haritalar Değişiyor https://meydan1.org/2017/09/27/ortadoguda-haritalar-degisiyor/ https://meydan1.org/2017/09/27/ortadoguda-haritalar-degisiyor/#respond Wed, 27 Sep 2017 12:24:49 +0000 https://test.meydan.org/2017/09/27/ortadoguda-haritalar-degisiyor/ Suriye’de 7 Yıllık Savaşın Sonu mu? 21 Temmuz 2015’te dönemin İsrail Savunma Bakanı Moşe Yaalon, yaptığı açıklamada, Suriye’de yaşanan savaş nedeniyle ortaya çıkan çok parçalı, karmaşık durumu şu sözlerle özetliyordu: “Biz Suriye’nin omlet haline gelmiş bir yumurta olduğuna inanıyoruz. Omletten de tekrar yumurta yapamazsınız.” Şimdi 2015 yılının ortalarına gidelim ve Yaalon’a, o dönem doğruluk payı […]

The post Ortadoğu’da Haritalar Değişiyor appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>

Suriye’de 7 Yıllık Savaşın Sonu mu?

21 Temmuz 2015’te dönemin İsrail Savunma Bakanı Moşe Yaalon, yaptığı açıklamada, Suriye’de yaşanan savaş nedeniyle ortaya çıkan çok parçalı, karmaşık durumu şu sözlerle özetliyordu: “Biz Suriye’nin omlet haline gelmiş bir yumurta olduğuna inanıyoruz. Omletten de tekrar yumurta yapamazsınız.” Şimdi 2015 yılının ortalarına gidelim ve Yaalon’a, o dönem doğruluk payı olan “omlet” benzetmesiyle bu özgüvenli sözleri söyleten Suriye’deki durumu özetleyelim:

IŞİD’in 2014’ün Haziran ayında Musul’u ele geçirmesi öncesi aynı yılın başında ülkenin 6. büyük kenti Rakka, ileriki süreçte hilafet devleti ilan edecek cihatçı çetenin kontrolüne geçmişti. Rakka’nın güneyindeki Deyr -ez Zor, yine IŞİD tarafından kuşatılmış, bu durum Suriye’nin, Irak ile bağlantısını koparmıştı. Irak sınırındaki El Kaim kapısını ele geçiren IŞİD, olaya ilişkin olarak yayınladığı videoda Sykes-Picot anlaşmasının 100 yıl sonra yırtıldığını vurgulamıştı. Şam’dan sonraki en büyük kent Halep’in ise yarıdan fazlasında cihatçı çetelerin varlığı söz konusuydu. Şam’da da, doğudaki Guta bölgesinde cihatçı çeteler hakimdi. Ayrıca Ürdün ve İsrail sınırlarında bu devletlerin himayelerinde, ABD, İngiltere destekli cihatçı çeteler kontrol alanlarına sahipti.

TC, Körfez ülkeleri ve ABD’nin farklı düzeylerde desteklediği çetelerin bu kontrol alanları arasında, şu sıralarda da gündemde olan İdlib’i ise farklı bir parantez içine almak gerek. 2014 Eylül ayı itibariyle Suriye’deki önceliğini rejim değişikliğinden IŞİD’e yönelik operasyonlara evrilten ABD’yi “savaşa geri çağırmak” şeklinde okunabilecek Fetih Ordusu adlı cihatçı çatı örgüt projesi Türkiye- Suudi Arabistan-Katar devletlerince geliştirilmişti. “Fetih Ordusu” 2015 Mart ayı sonlarında İdlib’i ele geçirerek emirlik ilan etti. Böylece TC-Körfez ittifakının Esad’ı devirme politikası kapsamında bu devletlerce ABD’ye “önceliklerini gözden geçirmesi” mesajı veriliyordu. Bu dönemde ABD’nin Suriye politikasında ise dışarıdan çok da anlaşılamayan bir çift başlılık oldukça belirgindi. ABD Savunma Bakanlığı (Pentagon) ile CIA ekseninde oluşan bu çift başlılığa göre, Pentagon üzerinden SDG benzeri “seküler” gruplara destek verilirken, diğer taraftan Körfez devletlerinin mali desteği ile CIA’nin kurduğu operasyon odaları sonucu cihatçı çeteler destekleniyordu. TC-Katar-Suud ittifakının açıktan desteklediği “Fetih Ordusu” projesi ve İdlib’te kurulan cihatçı emirlik, CIA’in kurduğu bu “operasyon odalarının” sonucuydu.

İdlib’i ele geçiren çatı örgüt “Fetih Ordusu’nun o dönemdeki iki ana bileşeni ise El Kaide kökenli Nusra ve TC destekli Ahrar -uş Şam’dı.

IŞİD ve Diğer Cihatçı Çeteler Sonrası Dönem Daha Büyük Savaşları mı Doğuracak?

Irak’taki topraklarını kaybeden, Suriye’de ise Deyr -ez Zor ve Rakka’yı kaybetmek üzere olan IŞİD’in, muhtemelen yakın bir gelecekte hakimiyet alanı kalmayacak. Böylece toprak hakimiyeti koşuluna bağlı olan “hilafet devleti” özelliği ortadan kalkacak olan cihatçı çetenin, aslına rücu ederek Irak’taki Sünni bölgelere çekilmesi bir ihtimal.

Diğer yandan, şu andaki olası çatışmalarını IŞİD nedeniyle erteleyen sahadaki öznelerin, bu varlık ortadan kalktığında Suriye’de nasıl konumlanacakları ortadaki soru işareti. Suriye’nin, özellikle doğusunda rejim ve müttefiklerinin galibiyetini “sessiz sedasız” kabul etmiş görünen ABD, son olarak Ürdün sınırında eğittiği cihatçı çetelerden silahlarını teslim etmelerini istedi.Buna karşın, ülkenin kuzeydoğusundaki üsleri üzerinden elde ettiği nüfuz alanlarını yitirmek istemeyeceği varsayılan ABD, bu varlığına koşut olarak, Suriye’nin kuzeydoğu ve doğusunda Kürtlerin ve Arapların federatif bölgelerinin oluşumunu savaş sonrası pazarlık konusu haline getirebilir. Rusya’nın da sıcak baktığı bilinen böylesi bir yapı, savaş sonrası konuşulacak önemli gündem maddelerinden olacaktır.

Savaşın kaybedenleri arasında yer alan TC ise, bölgedeki varlığını Rojava karşıtlığına indirgeyerek, tamamen izole olmamak için, kendisine zorunlu müttefikler yaratma yoluna girdi. ABD ile de ipleri “tam koparmadan”, savaş sonrası bölgede siyasal ve ekonomik anlamda oluşması muhtemel Rusya-Suriye-İran ittifakına katılma eğilimi taşıyabilecek olan TC’nin bu ve benzeri zorunlu ittifak girişimlerinin, Halep’ten 82. vilayet yaratma hayallerinden gelinen noktada apaçık bir yenilgi olduğu ortada.

A- Suriye’de Yeni Harita Doğu’da Çizilecek

Suriye’nin kuzey- kuzey doğu sınırları boyunca uzanan ve 2012’den beri varlığını sürdüren Rojava ise Suriye’nin bu çok parçalılığı içinde yer alıyor görünse de, fiilen uyguladığı ve savaş sonrası için de vaad ettiği federasyon projesiyle ayrı bir konumda değerlendirilmeyi hak ediyordu. Temmuz 2012’deki devrim sürecinde henüz sıcak çatışma bölgeleri içinde yer almayan Rojava, ilerleyen süreçte önce Nusra, daha sonra da IŞİD gibi, devletlerin terörizm politikalarının sahadaki fiili uygulayıcılarına karşı sergilediği direnişle savaşın denkleminde kilit bir konumda yer aldı.

Savaşta bugün gelinen noktada , “savaş bitti, Esad kazandı” yorumları paralelinde, batıda Suriye Rejimi’nin hakimiyeti belirginleşirken, Fırat’ın doğusunda ABD/SDG ile Rusya/Suriye eksenleri arasında bir denge oluştu. Bu denge uyarınca Rejim güçleri IŞİD’e karşı operasyonların sürdüğü Rakka’ya müdahil olmayacak, aynı şekilde ABD/SDG ittifakı da Deyr -ez Zor’dan uzak duracaktı. Bu fiili anlaşmanın kırılgan yapısı, IŞİD sonrası dönem için, farklı çatışmaların habercisi niteliğinde. Şimdiye dek bu eksenler birbirleriyle direkt çatışmayarak, benzer fiili anlaşmalar yolunu seçmişti. Bunun nedeni, öncelikle bertaraf edilmesi gereken IŞİD varlığı idi. Savaşın sonunun yaklaştığının konuşulduğu bu süreçte, Fırat’ın doğusundaki bu bölge, savaş sonrası Suriye’nin siyasi haritasının çizileceği coğrafya olacak.

Suriye’de rejimin sonunun geldiğine TC ile birlikte kendisini inandıran bir başka bölgesel aktör olan İsrail ise, savaş sonrası, daha büyük savaşların kıvılcımını çakma potansiyeli taşıyor. Suriye’de rejime karşı savaşan bazı cihatçıları desteklediği gerçeğini ters yüz ederek, “cihatçılardan boşalan bölgelere Hizbullah yerleşecek” bahanesine sığınan İsrail, her fırsatta, Irak-Suriye-Lübnan hattı boyunca oluşabilecek Hizbullah-İran eksenine saldırmaktan geri durmayacağını söylüyor.

IŞİD ve diğer çetelerle çatışma dinamiklerinin orta vadede bitmesi öngörülen Suriye’de, bundan sonraki dönemde, savaşın kazananı ve kaybedenleri arasında yaşanacak gelişmeler, yeni çatışma alanlarının ortaya çıkıp çıkmayacağını gösterecek. Bu olası yeni dinamikleri görmek için ise, tüm bu, devlet, devletsi ve devlet dışı öznelerin Suriye’de yeni oluşacak haritayı önlerine koymaları gerekecek.

B- İdlib – Efrin Gerilim Hattı

Aralık ayı sonlarında Halep’in cihatçılardan Suriye rejiminin eline geçmesiyle, gözler İdlib’e çevrilmişti. Halep’ten ve sonrasında cihatçı çetelerin bulunduğu Hama ve Humus’tan, rejim ile anlaşmalı şekilde çekilen cihatçıların yerleştirildiği İdlib, savaşın son cephesi olarak değerlendiriliyor. Suriye ordusu İdlib’e topladığı cihatçı çetelerle yapacağı bu “son savaşta”, onları geldikleri yere, Türkiye sınırına doğru itmenin hesabını yaparken, TC ise başka bir hesap peşindeydi. Ancak bu hesap, geçtiğimiz ay İdlib’te yaşanan çeteler arası savaşta açmaza girdi. İdlib’e komşu Rojava kantonu Efrin’e, kontrolündeki çeteler üzerinden saldırmayı planlayan TC, Heyet Tahrir -eş Şam (HTŞ) ile Ahrar -uş Şam arasında yaşanan çatışmalar sonrası Efrin’e saldırı politikasında değişikliğe gitmek zorunda kaldı.

Efrin’e saldırı hamlesini boşa düşürecek bir başka gelişme de, Fırat Kalkanı işgal güçlerinin olası bir operasyonunun, Efrin- İdlib’e doğru genişleme bölgesi olarak düşünülen Tel Rıfat’ta yaşandı. YPG ile Rejim arasında varılan mutabakatla Tel Rıfat Suriye Ordusu’na bırakıldı ve TC’nin Fırat Kalkanı bölgesinden Efrin-İdlib hattına açmayı düşündüğü koridor projesi başlamadan bitti.

ABD ile yaşanan gerilim, düşürülen Rus uçağı ve özür sonrası bölgede Rusya’nın fiili bir oyuncusu haline dönüşen TC’nin, İdlib’in “devri” konusunda bölgedeki cihatçı çetelerin “hamisi” vasfıyla Rusya- Suriye ittifakına verdiği teminat, HTŞ-Ahrar savaşında geçerliliğini yitirdi. TC için bu “iç savaşın” kötü sonucu , önceliklerini hakimiyet alanlarını korumaya verecek çetelerin, bu süreçte Efrin’e saldırı planları içinde olamayacağıydı.

Benzer şekilde TC de öncelik politikalarını İdlib’te HTŞ’nin hakimiyet kurmasıyla, Erfin’den bu bölgeye kaydırmak zorunda kaldı. Çatı bir cihatçı örgüt olan HTŞ’deki El Kaide-Nusra ağırlığı ve örgütün İdlib’te kurduğu hakimiyet, ABD’nin tepkisini çekmişti. Genellikle Suriye’nin batısında askeri ve politik bir tasarrufta bulunmayan ABD, bölgenin bu duruma gelmesindeki payını “unutarak”, HTŞ üzerinden, “askeri tedbirlere başvurmaktan çekinilmeyeceği” açıklamasında bulundu. Bu açıklamaların yanına, ABD’nin IŞİD’le Mücadele Özel Temsilcisi Brett McGurk’ün bölgedeki El Kaide varlığına dair TC’yi suçlayan demeci koyulduğunda, TC’nin gündeminin Efrin’den İdlib’e kaymasındaki zorunluluk anlaşılır bir hal alıyor.

Bu zorunlulukta birlikte TC’nin Fırat Kalkanı içindeki çeteleri,yanlarına Ahrar -uş Şam’ı da katarak Efrin’e taşıma planının, rotasını İdlib’e çevirme ihtimali artıyor.

C/ Deyr -ez Zor: Verimli Suriye

Astana Görüşmeleri’nde ilan edilen “çatışmasızlık bölgelerinde” cihatçıların hareketsiz kalması, Suriye Ordusu ve müttefiklerine Deyr -ez Zor ve benzeri bölgelere hareket olanağı sağladı. Böylece Suriye ordusu Deyr -ez Zor’a yöneldi. Kaliteli petrol yatakları ve geniş tarım arazileri nedeniyle Deyr-ez Zor bölgesi “Verimli Suriye” olarak da biliniyor.

Peki Suriye Ordusu ve müttefiklerinin Deyr-ez Zor’a yönelmesi karşısında ABD’nin tutumu ne olacak? ABD Merkez Kuvvetler Komutanlığı açıklamasına göre IŞİD Karşıtı Koalisyon/SDG ile Rusya/Suriye ittifakları arasında -IŞİD faktörü gözetilerek- fiili çatışmasızlık bölgeleri ilan edilmiş durumda. Bu çatışmasızlık bölgelerinin ilanında ise Fırat’ın batı ve doğusu esas alındı. Ancak bu ayın başlarında Suriye’nin Rus Hava Kuvvetleri desteğinde, Fırat’ı geçerek Deyr -ez Zor’a ilerleyişiyle, bu esasın hükmünün kalmadığı, fiili sınırın Deyr -ez Zor’un doğusu olarak güncellendiği anlaşılıyor. Nitekim geçtiğimiz günlerde SDG’nin başlattığı “Cizre’nin Fırtınası” hamlesinin Deyr -ez Zor’un doğusunu kapsadığı duyuruldu.

Savaş Irak’ın Kaderi Mi?

2003’te başlayan ve binlerce insanın yaşamını yitirdiği savaşı yaşamış ve ardından bölgede pek çok örgütün faaliyet sahası olmuş Irak’ta son dönemde IŞİD’in kaybediyor oluşu ve Güney Kürdistan’daki referandum gibi pek çok gelişme yaşanırken bu coğrafyanın siyasi haritasının değişmesi ve yeni çatışmaların yaşanması ihtimali de bulunuyor. Bu sebeple bu coğrafyanın gelişmelerine ve bu coğrafyadaki güçlere bir göz atmak gerekecektir.

Güney Kürdistan’daki Referandum “Bağımsızlık” İçin Mi?

Başur Kürdistanı, bölgedeki her bir yapıyı doğrudan ilgilendiren tartışmalı bir referandum gündemine girdi. Bölgesel ve küresel pek çok devletin ertelenmesi gerektiğini düşündüğü referandum Ortadoğu için yeni diplomatik veya askeri sorunları başlatacaktır. Güney Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nde iktidara sahip parti KDP (Kürdistan Demokrat Partisi)’nin aldığı kararla 25 Eylül’de gerçekleşecek olan referandum, Başur Kürdistanı’nda bağımsız bir Kürt devletinin oluşturulmasını öngörüyor. KDP bu kararla iç ve dış siyaset doğrultusunda bir hamle gerçekleştiriyor. KDP/Barzani hem IŞİD’le yapılan savaşın başlarında uyguladığı pratikler (peşmergelerin Şengal gibi bir çok bölgeyi IŞİD saldırısı sırasında terk etmesi) sebebiyle halk üzerinde azalan etkisini böyle “ulusal” bir mesele üzerinden tekrar arttırmak hem de başkanlık koltuğunu bırakması gerektiği düşüncelerinin arka planlara atılmasını sağlamayı planlıyor.

30 Ocak 2005’ten bu yana Irak devletine bağlı özerk bir yönetim olan Kürt yönetimi, bağımsız bir devlet olarak bölgedeki ilk meşru Kürt devleti olma isteğinde. Bölgesel Yönetimin meclisini kapatan, işleyişine engel olan ve bağımsızlığın oylanacağı referanduma karar veren KDP’nin dışındaki Kürt partilerinin ise bu referanduma dair yaklaşımları sorgulanıyor. Duran Kalkan’ın “Bu referanduma kim karar veriyor?” şeklindeki açıklaması ile PKK referanduma açıkça karşı çıksa da bölgesel yönetimde siyaset yapan bölgedeki diğer GORAN (Değişim Hareketi) ve KYB (Kürdistan Yurtseverler Birliği) gibi büyük Kürt partileri şimdilik referanduma ne açıktan destekte bulundular ne de karşı çıktılar. İşlemeyen bir mecliste meclis başkanlığı makamını elinde bulunduran Goran Hareketi KDP’nin meşruiyetini sağlayacak bir oylamada “evet” demek istemese de KDP’nin oylamayı ulusal bir mesele olarak göstermesi nedeniyle “hayır” demeye de çekiniyor. KYB ise oylamanın mecliste alınacak karar sonucu yapılması durumunda “evet” demekten geri durmayacaklarını açıklamıştı.

Ayrıca şimdiden referandumdan çıkacak bağımsızlık sonucunun ardından ilan edilecek bir Kürdistan devletinin bölgede çatışmalar dönemini tekrar başlatıp başlatmayacağı da tartışılmaya başlandı. Irak, egemenlik hakkına ve toprak bütünlüğüne aykırı olan bu durumu savaş sebebi sayarak, IŞİD’i bir çok noktada yenmiş olmanın ve Haşdi Şabi örgütünün merkezi ordu kuvvetlerine kattığı güçle Güney Kürdistan’da peşmerge güçleriyle bir çatışmaya/savaşa girebileceği de konuşuluyor. Ama olası böyle bir savaşta İran ve TC gibi bölgesel, Rusya ve ABD gibi küresel güçlerin tutumu/tarafı ne olur, taraf olurlarsa savaşın boyutu ne olur ve Kürdistan, Irak ve Ortadoğu yeni bir keşmekeşin ortasında nasıl kalır bunları da konuşmak düşünmek gerekecektir.

A- Kürdistan Demokrat Partisi

Kürdistan Demokrat Partisi, Barzani aşiretlerinin Irak yönetimine karşı isyanın ardından 1946 yılında Mustafa Barzani tarafından kurulmuştur. Ağırlıklı olarak Hewler ve Duhok kentlerinde etkili olan ve Başur Kürdistanı’nın hükümeti olan KDP, 1979 yılından beri Mesud Barzani tarafından yönetiliyor.

B- Kürdistan Yurtseverler Birliği

Kürdistan Demokrat Partisi’nden koparak Irak eski cumhurbaşkanı Celal Talabani tarafından 1975’te kurulmuştur. Daha çok Süleymaniye kentinde etkili olan KYB, KDP ile uzun yıllar mücadele etmiş hatta 1994’te taraflar arasında silahlı çatışmalar yaşanmıştır. 1998’de yapılan barış anlaşmasıyla çatışmalar son bulmuş, Irak’ın işgalinin ardından da ilişkiler giderek iyileşmiş, Irak meclisi seçimlerine ortak adaylarla katılmışlardır.

Goran Hareketi

KYB’nin içindeki reformcu kanatta yer alan Noşirvan Mustafa, partisinden istifa edip 2006 yılında Goran Hareketi’ni kurdu. Süleymaniye kentinde etkili olan hareket, Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi’ndeki son seçimde oylarını arttırmış ve KYB’nin oylarını geçerek mecliste en çok oyu alan ikinci parti olmuştur. Goran Hareketi’nin bu yükselişi Güney Kürdistan’daki KDP-KYB eksenine dayalı siyasi yapıyı değiştirmeye başlamıştır. Ayrıca Goran Hareketi, İran ile sıkı bir ilişkiye sahiptir. Tahran KYB ile Goran Hareketi arasındaki sorunların çözümünde aracı olduğu gibi, bu iki partinin birleşmesini de amaçlamaktadır. Aynı zamanda İran’ın Güney Kürdistan’la 6 milyar civarında olan ticaret hacminin 4 milyar dolarını Süleymaniye bölgesiyle gerçekleştirmektedir.

Bölgedeki Kürtlerin yanı sıra referanduma dair tavrı en çok konuşulacak unsur Irak merkezi hükümeti. Irak, kendisine bağlı toprakların elinden çıkmasına ve bağımsızlık sonrasında Kürt devletine geçecek herhangi bir merkezden alacağı ekonomik geliri kaybetmesine neden olacak referanduma karşı duruşunu mecliste aldığı kararla reddetmesiyle kesinleştirdi. Zaten daha önce Irak merkezi hükümeti ve bölgesel Kürt yönetimi arasındaki tartışmalı bölgeler üzerinden var olan gerginlik referandumun tartışmalı bölgeleri de içereceğinin açıklanmasıyla başka bir boyut daha kazanmış oldu.

C- Tartışmalı Bölgeler

ABD’nin Irak işgalinin ardından Irak’ta 2005 yılında yapılan anayasadaki 140. maddede ortaya konan ve Kürdistan Bölgesel Yönetimi ve Irak merkezi hükümetinin de hak talep ettiği bölgelere tartışmalı bölgeler denilmektedir. Kerkük vilayetinin tamamı, Diyala’nın Hanekin ilçesi ve bazı kasabaları, Selahaddin’in Tuzhurmatu ilçesi ve Musul’un bazı ilçeleri ve kasabaları tartışmalı bölgelere giriyor. Ayrıca 140. maddeye göre 2007 yılında yapılması öngörülen referandum ile bölgeler Kürdistan Bölgesel Yönetimi veya Irak Merkezi Yönetimi’nin olacaktı fakat bu referandum hiçbir zaman yapılamadı. Kürdistan Bölgesel Yönetimi ve Irak Merkezi Yönetimi arasında tartışmalara yol açan bölgelerden Kerkük ise en dikkat çekeni. Sünni, Şii, Kürt, Arap, Türkmen ve Hıristiyan kesimlerin yaşadığı ve petrol yataklarının bulunduğu Kerkük her iki taraf açısında da büyük öneme sahip. Bu yılın ilk aylarında Kürdistan Bölgesel Yönetimi bayrağının İl Meclisi’nin kararıyla Kerkük’teki tüm resmi binalara asılmasıyla başlayan tartışmalar Kerkük’ün bağımsızlık referandumuna katılacağının kesinleşmesiyle had safhaya ulaştı.

IŞİD’in I’sı da Kalmayacak

Musul’un 40 kilometre batısında, nüfusun çoğunluğu Türkmenlerden oluşsa da Ezidi, Arap ve Kürt nüfusun bir arada yaşadığı ve 2014 yılından beri IŞİD’in elinde olan Telafer kasabası Musul ile Suriye’yi bağlayan yol üzerinde bir kavşak konumundadır. IŞİD’in Irak’ın kuzeyinde kontrolünde tuttuğu tek toprak parçası iken 20 Ağustos’ta Irak ordusu ve Haşdi Şabi örgütünün kontrolünde başlayan operasyonlar sonucunda kasaba aşama aşama IŞİD’ten geri alınmıştı.

Telafer’in IŞİD’ten geri alınmasının ardından, IŞİD’in Irak’ın merkezine en yakın olarak varlığını sürdürebileceği tek toprak parçası haline gelen Havice kasabasına da bir operasyon gerçekleştirilmesi Irak’ın gündeminde. Kerkük’ün batısında bulunan bu kasabaya yapılacak operasyonla Havice’nin IŞİD’den geri alınması durumunda Kerkük üzerindeki tehlike kalkmış olacak ve kasabaya bağlı köylerin de geri alınmasının ardından IŞİD’in bölgede sahip olduğu hiç bir toprak parçası kalmayacak.

D- Haşdi Şabi

Halk Seferberlik Güçleri anlamına gelen Haşdi Şabi örgütü, IŞİD’in 2014’te Musul’u ele geçirmesi ve başta Samarra olmak üzere Şiilerin kutsal mekanlarının bulunduğu coğrafyalara yönelmesinin ardından Irak’ın Şii dini lideri Ayetullah Ali El-Sistani’nin “cihad” çağrısı yaparak, bütün Şiileri ve Iraklıları IŞİD’e karşı mücadeleye çağırması ve böylece Iraklı farklı milis güçlerinin bir araya gelmesiyle kuruldu. Bir Şii örgüt olarak tarif edilse de örgütte -yaklaşık 120 bin Şii’nin yanı sıra- 16 bin Sünni Iraklı’nın da bulunduğu belirtilmektedir. Bu örgüt, Irak kolluk güçlerine takviye olarak kurulsa da, IŞİD’le savaşta ön plandaki aktör oldu ve bu bölgedeki kontrolü ele aldı. Irak hükümeti tarafından doğrudan desteklenen ve finanse edilen örgütteki pek çok grubun ayrıca İran’la yakın ilişkisi de bulunuyor.

Kandil’e Operasyon Mümkün Mü?

PKK’nin askeri kamplarının bulunduğu, Irak ve İran arasındaki Kandil Dağları; TC’deki Kürt politikalarına göre tekrar tekrar gündeme geliyor. Kürt düşmanlığını arttırarak milliyetçi oylara talip her iktidar, PKK’nin kamplarına, Kandil Dağları’na operasyon yapacağı vaadini veriyor. 7 Haziran 2015 seçimlerinin ardından uyguladığı şiddeti daha sistematik ve sürekli hale getiren TC, bu dönemde Kürt politikasını da değiştirerek yine PKK’nin merkez üssü Kandil’i tehdit etme refleksini yani TC devleti hükümetlerinin popüler milliyetçi söylemlerini tekrarlıyor. Hatta son süreçte İran’la kurulan yakın ilişkileri referans gösterip İran’la birlikte Kandil’e bir operasyon düzenlenebileceği dahi konuşuluyor. Rojava’ya olan tehditlerini de tam olarak uygulayamasa da Rojava’yı havan topu atışlarıyla taciz eden TC’nin Şubat 2008’de Irak’a yaptığı sınır ötesi operasyonu benzeri bir operasyondan daha kapsamlı ve Kandil’i hedefleyen bir operasyonu gerçekleştirmesi hele de böylesi bir dönemde ne kadar gerçekçi bunu sorgulamak gerekiyor. Pek çok farklı silahlı örgütün, bağımsızlık referandumunu gündemine alan bir yönetimin, topraklarındaki hakimiyeti yeniden sağlamaya çalışan bir hükümetin ve bu kesimlerin birbiriyle savaşını yakından takip eden bölgesel ve küresel devletlerin dolaylı ya da doğrudan içerisinde bulunduğu coğrafyaya, yani Irak’a, TC’nin geniş bir operasyon planlamasının gerçekliği bulunmuyor.

Irak’ın referandum ve bağımsızlık sebebiyle Güney Kürdistan’a; TC’nin PKK’ye yönelik düzenleyeceğini iddia ettiği kara ve hava harekatlarıyla Kandil’e doğru yönelmesi coğrafyanın Ortadoğu olması sebebiyle sadece Irak devletini ve tarafları ilgilendiren meseleler değildir. Bu sebeple bölgede IŞİD’in yenilişinden, Goran Hareketi’nin, KYB’nin ve küresel devletlerin referanduma ve bağımsız kürt devletine bakışı, Haşdi Şabi örgütünün etkisinden TC’nin operasyon düzenlemeyi düşündüğü Kandil’in konumuna kadar her gelişme teker teker üzerinde durulması gereken konular olmaktadır.

E- Kandil Dağları

Kandil, en büyük parçası Irak tarafında olan Hewler il sınırı içindedir. Kandil Dağı üzerindeki en önemli yerleşim birimleri ise dağın doğu tarafındaki -İran’a bağlı olan Piranşehir ve batı tarafında bulunan -geçtiğimiz günlerde PKK’ye yönelik operasyon hazırlığında olan bazı MİT elemanlarının PKK tarafından alıkonulduğu yer olan- Süleymaniye’dir. TC’nin Kandil Dağları’na kuş uçuşu uzaklığı 89,5 km iken kara yolu ile bu uzaklık 100-110 km’yi bulmaktadır.

 

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 40. sayısında yayınlanmıştır. 

 

 

 

 

The post Ortadoğu’da Haritalar Değişiyor appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2017/09/27/ortadoguda-haritalar-degisiyor/feed/ 0
Finansör Katar’ın Kafala Sistemi – Halil Çelik https://meydan1.org/2017/07/15/finansor-katarin-kafala-sistemi-halil-celik/ https://meydan1.org/2017/07/15/finansor-katarin-kafala-sistemi-halil-celik/#respond Sat, 15 Jul 2017 08:46:19 +0000 https://test.meydan.org/2017/07/15/finansor-katarin-kafala-sistemi-halil-celik/ ABD Başkanı Donald Trump’ın ilk Ortadoğu gezisi sonrası Körfez devletleri arasında, daha önce de emareleri görülen ancak giderek derinleşen bir kriz açığa çıktı. Göreve geldikten sonra, Ortadoğu’da İran karşıtı politikaları merkezine alacağını açık açık belirten Trump’ın Riyad ziyareti sonrası, Haziran ayı başlarında Suudi Arabistan, Mısır, Emirlikler (BAE) ve Bahreyn, Katar’a bir dizi yaptırım uyguladı. Bu […]

The post Finansör Katar’ın Kafala Sistemi – Halil Çelik appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>

ABD Başkanı Donald Trump’ın ilk Ortadoğu gezisi sonrası Körfez devletleri arasında, daha önce de emareleri görülen ancak giderek derinleşen bir kriz açığa çıktı. Göreve geldikten sonra, Ortadoğu’da İran karşıtı politikaları merkezine alacağını açık açık belirten Trump’ın Riyad ziyareti sonrası, Haziran ayı başlarında Suudi Arabistan, Mısır, Emirlikler (BAE) ve Bahreyn, Katar’a bir dizi yaptırım uyguladı. Bu dört devlet, Katar’la hava, kara ve deniz trafiğini kapatırken, bu ülkelerde bulunan Katarlı diplomatlar sınır dışı edildi, gıda ambargosu uygulanmaya başlandı.

Söz konusu devletlerin Katar’a uyguladığı bu yaptırımların odağında ise Katar’ın, cihatçı örgütler üzerinden, terörizme destek iddiaları ve İran ile olan ilişkileri bulunuyordu. Katar’ın Filistin’de, terör listesine yeni alınan Hamas ve Mısır’da İhvan’a verdiği destek ve sahibi olduğu Al Jazeera kanalının, Müslüman ülkelere önerdiği “seçim-sandık demokrasisi” içerikli yayınları aracılığıyla Körfez monarşilerini tehdit eden politikaları ise başını Suud krallığının çektiği, söz konusu yaptırımların görünmeyen nedeniydi.

Peki ne oldu da, daha düne kadar el birliğiyle, destekledikleri cihatçı çeteler aracılığıyla Suriye’yi cehenneme çeviren bu devletler şimdi düşman kesildi? Şu anda kriz yaşayan taraflar aslında aralıklarla şimdiki kadar olmasa da çeşitli gerilimler yaşamıştı. Yine Katar’ın İhvan ile ilişkisi nedeniyle, 2014’te Suud, BAE, Bahreyn ve Mısır ilişkilerini dondurma aşamasına gelmiş, Katar’ın İhvan yöneticilerini sınır dışı etmesiyle sorun “çözülmüştü.” O süreçte yaşanan bu dönemsel krizin aksine, Suriye’nin yanı sıra, 2015’te “ Teröre Karşı İslam İttifakı” adı altında Yemen’e açılan savaş da dahil, başka coğrafyalarda binlerce insanın katledilmesinden sorumlu olan bu devletlerin yaşadıkları şimdiki krizin temelinde ise, Ortadoğu’da yeni nüfuz alanları üzerinden yaşanması beklenen çekişme yatıyor.

1971’de Birleşik Krallık’tan bağımsızlığını kazanan ve üzerinde oturduğu doğalgaz zenginliğini 1990’larda keşfedene dek, Suudi Arabistan’ın arka bahçesi niteliğinde bir Körfez monarşisi olan Katar, bugün küresel düzeydeki yatırımlarıyla, küçük sınırlarının aksine, ekonomik gücüyle siyasi nüfuzunu artıran bir şirket-devlet. Bu açıdan söz konusu krizin, Suudi Arabistan açısından, Arap yarımadasının ucunda bir küçük yarımada olarak Katar’a “sınır çizme” amacı taşıdığını da belirtmek gerek. Ancak Katar’ın kendisine çizilecek bu sınıra, halihazırdaki ekonomik gücüyle vereceği yanıtın kapasitesi, Maliye Bakanı Ali Şerif el Emadi’nin “Tehdit edilemeyecek kadar zengin bir ülke olduklarını” belirttiği açıklamasında gizli.

Dünyada doğalgaz üretiminde üçüncü sırada Katar’ın, doğalgaz gelirleriyle kurulan 2.8 trilyon dolar hacimli Ulusal Refah Fonu, Katar Yatırım Otoritesi (KYO) adlı, küresel yatırım ağının bir parçası. KYO aracılığıyla Volkswagen’den Deutsche Bank’a, British Airways’den, Londra Heathrow Havalimanı’na, Rusya’da Rosneft’in yanı sıra, Çin, Japonya, Hollanda ve “elbette” Türkiye, Katar’ın küresel bazda yatırımlarının olduğu yerlerden sadece bazıları. Bu örnekler de Katar Maliye Bakanı’nın “zenginlik” merkezli özgüven dolu bu sözlerini anlaşılır kılarken, nihayetinde Körfez monarşileri arasındaki bu gerilimin neden küresel bazda bu kadar endişe yarattığını da açıklıyor.

Söz konusu açıklama nezdinde cisimleşen ve tüm yaptırımlara karşın geri adım atmayan Katar’ın “zenginliğini” anlaşılır kılan diğer veçheyi ise, aslında tüm Ortadoğu monarşilerindeki kapitalizmi ayakta tutan bir emek sömürüsü oluşturuyor.

“Kafala Sistemi” adı verilen ve “kefillik” adı altında, ülkeye giren göçmen işçilerin ülkeye giriş çıkışı ve Katar’da bulundukları sürede çalışma ve ikamet koşullarını düzenleyen modern bir kölelik sistemi olan Kafala, 2.5 milyonluk nüfusunun 2 milyondan fazlasını Malezya, Pakistan, Hindistan, Filipinler.. gibi ülkelerden gelen göçmen işçilerin oluşturduğu Katar’da yoğun bir şekilde uygulanıyor. Bu sisteme göre, çalışmak için Katar’a gelen göçmen işçi, Katar’lı herhangi bir kişinin “kefilliği” adı altında bir anlamda onun kölesi oluyor. Öyle ki, bu işçi “kefilinin” izni olmaksızın ülkeye giriş yapamıyor, iş değiştiremiyor, Katar’ı terk edemiyor. Sistem, kağıt üzerinde görünen bu uygulamaların dışında ise “görünmeyen” tarafında, “sahip, kölesine” cinsel istismarda bulunma, dayak, pasaportuna el koyma, ayak ilerine koşma gibi “haklar” tanıyor.

Katar dışında, şu anda kriz yaşanılan “düşman kardeşler” BAE ve Suudi Arabistan’da da uygulanan Kafala , enerji zengini bu monarşilerin kurduğu enerji satıp silah alma, cihatçı terörizm aracılığıyla savaşlar çıkarıp, ideolojilerini sınırları dışına yayma paralelindeki sistemin önemli bir parçasını oluşturuyor. Bir aydan fazladır süren ve devam etmesi beklenen Katar-Körfez krizinde, krizin her iki tarafının sahip olduğu “büyük pastaya hürmeten” devletler tarafından görmezden gelinen bu modern kölelik sistemi, taraflar için bu ve benzeri krizlerden güçlenerek çıkmanın, dizginsiz emek sömürüsüne dayalı garantisini oluşturuyor.

Halil Çelik

[email protected]

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 39. sayısında yayınlanmıştır.

The post Finansör Katar’ın Kafala Sistemi – Halil Çelik appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2017/07/15/finansor-katarin-kafala-sistemi-halil-celik/feed/ 0
Sünni-Arap İttifakında Çatlak https://meydan1.org/2017/06/05/sunni-arap-ittifakinda-catlak/ https://meydan1.org/2017/06/05/sunni-arap-ittifakinda-catlak/#respond Mon, 05 Jun 2017 14:27:46 +0000 https://seninmedyan.org/?p=8315 Ortadoğu’da, Suriye Savaşı dahil olmak üzere, mali ve idolojik destek verdikleri cihatçı çetelerle, çatışma ve savaşların sorumlularından Körfez monarşilerinin oluşturduğu ittifakta derin çatırdama yaşanıyor. Katar ile Suudi Arabistan, Mısır, Birleşik Arap Emirlikleri (BAE), Bahreyn ve Yemen arasında yaşanan gerilim, bu devletlerin Katar ile diplomatik ilişkilerini dondurmasıyla daha da arttı. Suudi Arabistan’la birlikte, Katar’la diplomatik ilişkisini […]

The post Sünni-Arap İttifakında Çatlak appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
Ortadoğu’da, Suriye Savaşı dahil olmak üzere, mali ve idolojik destek verdikleri cihatçı çetelerle, çatışma ve savaşların sorumlularından Körfez monarşilerinin oluşturduğu ittifakta derin çatırdama yaşanıyor. Katar ile Suudi Arabistan, Mısır, Birleşik Arap Emirlikleri (BAE), Bahreyn ve Yemen arasında yaşanan gerilim, bu devletlerin Katar ile diplomatik ilişkilerini dondurmasıyla daha da arttı.

Suudi Arabistan’la birlikte, Katar’la diplomatik ilişkisini kesen Mısır’ın, yönelttiği suçlamalardan biri de Katar’ın ‘Müslüman Kardeşler hareketine hem siyasi hem de finansal destek vermesi. Mısır’daki Sisi yönetimi, 2013 yılındaki darbeyle, Müslüman Kardeşleri iktidardan uzaklaştırmıştı. Mısır ve Suudi Arabistan Müslüman Kardeşler hareketini  “terör örgütü” olarak kabul ediyor.

Ülkedeki Şii çoğunluğu, Suud destekli hükümetle baskı altında tutmaya çalışan Bahreyn ise, ilişkisini kesme gerekçesi olarak Katar’ı, Bahreyn’deki İran menşeli silahlı grupları desteklemekle suçluyor.

Gerilim Nasıl Başladı?

Kriz, devletlerin, kontrolleri altında bulundurdukları medya organları üzerinden tetiklendi. Suudi Arabistan’ın el-Arabiya ve BAE’nin Sky News Arabiya televizyon kanalları, geçtiğimiz günlerde Katar Emiri Temim bin Hammad al-Sani’ye ait olduğu söylenen konuşmada al-Sani, İran ile anlaşmazlığın tırmandırılmasına karşı çıkarak İran’a karşı düşmanca politika izlemenin akıllıca olmadığını vurguluyor. Ayrıca Hizbullah ile Hamas’ın terör listesine alınmaları eleştirilen konuşmada, Suudi Arabistan, BAE ve Bahreyn, Katar’ı kışkırtmak ve terör örgütlerine sponsor olmakla suçlanıyor. Suudi kanalı, Katar emirinin, “Terörle mücadele iddiasında bulunan devletler, dini en katı şekilde uygulayan devletlerdir, ancak bu ülkeler aynı zamanda teröristler için bahaneler sunmaktadır.” dediğini aktarıyor.

Söz konusu bu yayınların ardından ise, el-Arabiya ve Sky News Arabiya kanalları Katar Emiri’nin babası Şeyh Hammad bin Halife ile Libya’nın devrik lideri Muammer Kaddafi arasında geçen bir diyaloğa ait olduğu iddia edilen ses kaydını yayınladı. Suudi Arabistan’a karşı eleştirilerin olduğu kayıtta, eski emir, Kaddafi’den Suudi Arabistan’ın yıkımını sağlayacak bir kampanya konusunda yardım talebinde bulunuyor.

Kriz Tırmanıyor

Yine el-Arabiya kanalında geçen, daha sonra Katar tarafından yalanlanan bir haber, gerilimi bir adım ileri taşıdı. Habere göre, Katar Dışişleri Bakanı Şeyh Muhammed bin Abdurrahman Mısır, Bahreyn, Suudi Arabistan ve BAE elçiliklerine 24 saat içinde Doha’yı terk etmelerini söyledi. Suudi Arabistan, Bahreyn ve BAE, Katar’a ait el-Cezire haber sitesini ve internet sitesi üzerinden yayın yapan tüm Katarlı gazeteleri kapattılar. Katar’ın Temim’e ithaf edilen sözleri tekzip etmesi ve Katarlı haber ajanslarına siber saldırı olduğuna dair açıklamalar, Suudi Arabistan’dan karşılık bulmadı.

Trump Ziyareti, ABD Faktörü

ABD Başkanı Donald Trump’ın son Suudi Arabistan ziyaretine, İran karşıtı söylemler damgasını vurdu. Burada, Körfez ve Arap İslam zirvelerine katılan Trump bu toplantılarda terör ile savaşa odaklandı, İran’ı bölge istikrarının bozulmasında büyük rol oynamakla suçladı. Trump ile Katar Emiri arasındaki görüşmede ise gerilim vardı.

Öte yandan ise ABD medyasında Foreign Policy başta olmak üzere,  bu gelişmelere paralel olarak Katar’ı hedefe koyan yazılar yayınlandı. Irak ve Suriye’deki cihatçı terörizmin beslenme kaynakları açısından, -elbette Batılı devletler ve diğer Körfez monarşileri dışta tutularak- “malumun ilamı” olan bu yayınlarda Katar’a bir dizi suçlamada bulunuluyordu. Bu suçlamalar arasında Katar’ın, Arap Baharı’nı cihatçı terörizmin kontrolüne sokmak için el-Cezire‘yi aktif bir şekilde kullanması, cihatçı çetelere silah ve finansman sağlanması, 11 Eylül saldırısının planlayıcılarından Halid Şeyh Muhammed’i Katar’da saklayarak Afganistan’a kaçışını kolaylaştırmak yer aldı.

Darbe Söylentileri

Özellikle Mısır medyasında, Katarlı muhalifler ekranlara çıkarılarak, Katar’da iktidar değişikliği gündeme getirildi. Katar Emiri Şeyh Temim’in amcasının oğlu ve muhalif Şeyh Suud bin Nasr El Sani, Mısır’da bir televizyon kanalına bağlanarak mevcut yönetimi sert şekilde eleştirdi. Suudi medyasının da katıldığı darbe söylentileri paralelindeki haberlere göre, emirlik hanedanından bazı kişilerin yönetimi devralmaya hazırlandığını iddia edildi.

Darbe söylentilerinin yayılmasında ise, Katar’da var olan darbe geleneğinin etkisi olduğu düşünülüyor. Şimdiki emirin babası, 1995 yılında, emir olan babasının Katar dışına çıkması sonrası sarayda bir davet vermiş, canlı yayınlanan bu davette devlet erkanına elini öptürerek, kendisine “biat edildiğini” ve yönetimi devraldığını ilan etmişti.

Ayrıca Katar’da, 1996 yılında Suudi Arabistan, Mısır ve BAE’nin örtülü desteğinde bir darbe girişimi başarısız olmuştu.

 

Katar’ın Geri Adımı İşe Yarayacak mı?

ABD’nin Ortadoğu’da sahip olduğu en büyük askeri üs olan El Ubeyd’e ev sahipliği yapan Katar, tüm suçlamaları reddederek, bir anlamda geri adım atmıştı.Ancak Katar’ın bu geri adımı ve krizi yatıştırma politikasının, İran, Müslüman Kardeşler, Hamas gibi konularda diğer Körfez ülkeleri, Mısır ve ABD ile yüzde yüz aynı politikaya geldiği oranda başarılı olabileceği sanılıyor.

 

The post Sünni-Arap İttifakında Çatlak appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2017/06/05/sunni-arap-ittifakinda-catlak/feed/ 0
Kapıdaki Yeni Savaş – İlyas Seyrek https://meydan1.org/2017/05/02/kapidaki-yeni-savas-ilyas-seyrek/ https://meydan1.org/2017/05/02/kapidaki-yeni-savas-ilyas-seyrek/#respond Tue, 02 May 2017 10:16:01 +0000 https://test.meydan.org/2017/05/02/kapidaki-yeni-savas-ilyas-seyrek/ Sovyetler Birliği’nin yıkılışından 3 yıl önceydi. ABD Başkanı Bush ile SSCB Komünist Parti Genel Sekreteri Gorbaçov Malta’da görüşmüş; görüşme sonunda Gorbaçov, Soğuk Savaş’ın kesin olarak sona erdiğini, Soğuk Savaş boyunca süren silahlanma yarışının ve ideolojik mücadelenin bitişini ilan etmiş, Sovyetler Birliği’nin asla ABD ile bir savaşa girmeyeceğini iddia etmişti. Gorbaçov’un bu iddiasından bir kaç yıl […]

The post Kapıdaki Yeni Savaş – İlyas Seyrek appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>

Sovyetler Birliği’nin yıkılışından 3 yıl önceydi. ABD Başkanı Bush ile SSCB Komünist Parti Genel Sekreteri Gorbaçov Malta’da görüşmüş; görüşme sonunda Gorbaçov, Soğuk Savaş’ın kesin olarak sona erdiğini, Soğuk Savaş boyunca süren silahlanma yarışının ve ideolojik mücadelenin bitişini ilan etmiş, Sovyetler Birliği’nin asla ABD ile bir savaşa girmeyeceğini iddia etmişti. Gorbaçov’un bu iddiasından bir kaç yıl sonra Sovyetler Birliği dağılmış ve gerçekten de iki devlet arasındaki Soğuk Savaş sona ermişti.

Sovyetler Birliği’nin yıkılışının ardından 26 yıl geçti. Bugün, Gorbaçov’un genel sekreter olduğu Sovyetler Birliği yerine Putin’in liderliğinde bir Rusya var ve ABD ile Rusya, zaman zaman Soğuk Savaş döneminden daha sert ve şiddetli ekonomik, askeri ve siyasi mücadelelerin içine giriyor. Yani bu iki devlet aslında adı konmamış yeni bir savaş var.

Yeni Savaşın Ekonomik ve Politik Dünyası

Soğuk Savaş döneminde bu iki devletin ideolojik üstünlük mücadelesi olarak yükselen savaş; askeri anlamda silahlanmanın artışını, siyasi anlamda da çift kutuplu dünyayı yaratmıştı. Günümüzde ki bu yeni savaş, ideolojik farklılıktan kaynaklı bir üstünlük mücadelesi olmaktan öte küreselleşen ve neo-liberal politikaların hakim olduğu ekonomik sistemdeki iktisadi bir savaş olma özelliğini taşıyor.

Ayrıca bu savaş hali, kapitalizmin küreselleştiği bir ekonomik dünyada yaşandığı gibi siyasi anlamda da çeşitli faktörlerin aynı anda ve hızlı bir biçimde etki edebildiği bir dünyada gerçekleşiyor. Çift değil çok kutuplu bir dünyada, yeni bölgesel ve küresel güçlerin sahne aldığı bir politik düzlemde yaşanıyor. 11 Eylül saldırılarından, Afganistan ve Irak’ın işgalinden, “Arap Baharı” hareketlerinden ve Suriye Savaşı’ndan izler taşıyor.

Kısacası savaş, vekalet savaşları yoluyla, yeni denklemlerle, yeni araçlarla, sıcak çatışmaların yaşandığı bir savaşa dönme ihtimaliyle ve farklı coğrafyaları kapsayarak sürüyor.

Yeni Savaş’ta ABD

Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla ABD’nin önderliğindeki Batılı devletlerin savaşı kazandığı ve dünya siyasetinin “tek kutup” tarafından yönlendirileceği yani, ABD’nin “tek süper güç” olarak dünya siyasetini belirleyeceği anlayışı son olarak Suriye Savaşıyla birlikte giderek gerçekliğini kaybediyor.

Bu durumun oluşmasına da ABD’nin ekonomik, askeri ve siyasi politikaları neden oluyor. ABD’nin 11 Eylül’den sonra Afganistan ve Irak’a gerçekleştirdiği işgallerin olumsuz sonuçlarını işgal dönemlerinde yaşadığı gibi, işgalden yıllar sonra da yaşıyor. Irak işgalinin ardından bölgeyi daha da karmaşık hale getiren ABD’nin, IŞİD’in oluşmasında doğrudan ya da dolaylı şekilde katkılarının bulunduğuna kimsenin kuşkusu yok. Ayrıca Afganistan ve Irak’ta gerçekleştirdiği işgal dönemlerinde de yaptığı katliamlar ve yaşadığı asker kayıpları sonrası tıpkı Vietnam Savaşı’nda olduğu gibi özellikle kendi içinde kendi vatandaşlarının bu savaşların ne uğruna yapıldığını ve bu savaşların meşruluğunu yüksek düzeyde tartışmasını istemiyor. Yeni dönemde artık -Suriye’de olduğu gibi- savaşlara büyük ve geniş çaplı bir kuvvetle katılmakta meşruluk problemi yaşıyor. Bu durum da onun siyasi ve askeri alanda müdahaleciliğinin sınırlarını çiziyor.

2008 yılında yaşadığı ekonomik kriz, büyüyen ve etkili olmaya başlayan İran gibi bölgesel ve Rusya gibi küresel güçler ABD’nin ekonomik, siyasi ve askeri alanda hakimiyetini paylaşmasına neden oluyor.

Rusya Savaşa Hazır

Bugünkü savaş halinin oluşmasından çok önce SSCB’de Genel Sekreter Gorbaçov döneminde dış politikada ilişkiler Glasnost ve Perestroyka politikalarıyla birlikte kapitalist dünyanın ekonomik ve siyasi sistemine entegre olma yolunda gerçekleşmişti. Birlik dağıldıktan sonra Rusya Federasyonu Başkanı Yeltsin de kapitalist sistemle uyumlu bir ekonomi oluşturmaya ve Batı ile iyi ilişkiler oluşturmaya dikkat etmişti. Fakat Batı’ya dair duyulan güven duygusu kısa sürmüş, Rusya NATO’nun genişleme ve yeniden Rusya’yı çevreleme politikaları dolayısıyla yeni Başkan Putin’le birlikte dış politikasında dönüşüme gitmişti. Nihayetinde 2000 yılında yeni bir “Dış Politika Kavramı” tanımlandı. Bu kavramla Rusya, dünyanın etkili bir merkezi olma konumunu sürdürme ve Rusya’nın büyük bir güç olduğunu gösterme amacını ortaya koymuş oldu.

2000 yılında iktidara gelen Putin, ekonomiyi büyük ölçüde neo-liberal politikalara açmak yerine devlet otoritesini güçlendirmek amacıyla ekonomik ve siyasi adımlar atmış; merkezi yönetimi güçlendirmiş, sanayide ve altyapıda geniş kapsamlı devlet yatırımları gerçekleştirmiş, haber alma kaynaklarını, ekonomik dağıtım ve bölüşüm olanaklarını merkezileştirmişti. Yani, ABD ile Avrupalı devletlerin etkisinden kurtulmak ve onlarla rekabet edebilmek için yeniden aktif politikalar yürüten Rusya; şuan içinde bulunduğu, pek çok coğrafyanın dahil olduğu, ekonomik ve siyasi yönlere sahip savaşa etkili bir şekilde hazırlanmış oldu.

Savaşın İlk Sahası: Gürcistan

Rusya’nın Batı’ya dair güvensizliğini ve Batı tarafından çevrelenmek istendiğini kanıtlayan ilk olay Kafkasya’da gerçekleşmişti. SSCB’nin Eski Dışişleri Bakanı ve o dönemin Gürcistan devlet başkanı olan Eduard Şevardnadze’nin 2004’teki ayaklanmalar sonucu istifası gerçekleşmiş ve yerine ABD güdümlü Mihail Saakaşvili yönetimi devralmıştı. Bu olay ABD’nin Rusya’yı çevrelemesinden daha fazla olarak Kafkasya’da önemli enerji bölgeleri üzerinde etki sahibi olma hamlesiydi. Yani ABD, Rusya’nın ekonomik ve siyasi anlamda eski nüfuz alanlarını ele geçirme niyetinde olduğunu göstermiş ve yeni bir soğuk savaşın davetiyesini çıkarmış oldu.

Rusya da aynı zamanda bu olaylara bir cevap olarak 2008’de Gürcistan’ın Güney Osetya’da başlattığı operasyon ve 2 Rus Savaş uçağının düşürülmesi üzerine, Osetya’ya girmiş ve Gürcistan’a savaş açmıştı. Savaşın ardından Rusya 26 Ağustos’da Güney Osetya ve Abhazya’nın bağımsızlığını tanıyan ilk devlet olmuştu. Rusya açtığı bu savaşla hem enerji boru hatları üzerinde tekrar söz sahibi olmak hem de bölgenin hakimiyetinin ABD ve Avrupalı devletler tarafından ele geçirilmesini engellemek istemekteydi.

Karadeniz’de Savaş: Ukrayna ve Kırım Krizi

Savaşın bir başka sahası kendi iç dinamikleri, Rusya’ya coğrafi yakınlığı, stratejik konumu ve Karadeniz’in enerji sahası olması nedenleriyle Ukrayna oldu. Ukrayna’da etkinlik kurma mücadelesi ilk olarak Turuncu Devrim olarak adlandırılan eylemlerle yaşanmıştı. 2004’te gerçekleştirilen seçimlerde AB devletlerinin ve ABD’nin desteğini alan Viktor Yuşçenko ve Rusya’nın desteğini alan Viktor Yanukoviç yarışmıştı. Seçimlerin ilk turunu Yanukoviç kazanmış, bunun üzerine Yuşçenko, Rusya’nın etkili olduğu Donetsk ve Lugansk bölgelerinde seçime hile karıştırıldığını belirterek seçmenlerinden Kiev’de gösteri düzenlemesini istemiş, gerçekleştirilen eylemler sonucu seçimlerin tekrar edilmesiyle Yuşçenko başkanlığa seçilmişti. Böylece şimdilik mücadeleyi ABD tarafı kazanmıştı. Tabi bu süreçte pek çok coğrafyada darbeleri ve eylemleri vakıfları yoluyla fonlayan ABD’li finans spekülatörü Geroge Soros devreye girmiş, bu savaşta sermayenin desteğini esirgememişti.

ABD ve Rusya’nın Ukrayna siyasetine tesir etmek için çekişmesi 2013 yılında tekrarlandı. Ukrayna’da Rusya’ya yakınlığı ile bilinen devlet başkanı Yanukoviç -Rusya’nın AB’nin bölgedeki hamlelerini etkisiz kılmayı istemesi ile ilişkili olarak- AB’yle olan ortaklık ve serbest ticaret anlaşmasını askıya aldı. AB ile ilişkilerin geliştirilmesini isteyen partilerin yönlendirmesiyle Kasım 2013’te başlayan eylemler 2014’te şiddetini arttırdı. Eylemler sonucu başkan Yanukoviç görevinden azledildi ve yerine ABD ve AB destekli yeni bir hükümet kuruldu. Yaşanan tüm bu olaylar sırasında da nüfusunun büyük bir bölümü Rus olan Kırım, Ukrayna’dan ayrılarak bağımsızlığını ilan etti ve ardından Rusya’ya bağlanma kararı aldı. Ardından Ukrayna’nın doğusunda Rusya destekli Donetsk ve Lugansk bölgeleri Ukrayna ile Donbass Savaşı’nı başlattı ve bağımsızlıklarını ilan etti. Donetsk, Lugansk ve Kırım bölgelerinin bu kararları kuşkusuz Rusya’nın karşı hamleleriydi ve Rusya bu enerji sahalarını ve eski sovyet ülkelerindeki hakimiyeti kolay kolay Batı’ya bırakmazdı. Bu dönemde Ukrayna’dan ayrılmak isteyen bölgelere destek olduğu ve Kırım’ı işgal ettiği gerekçesiyle Rusya, karşılık olarak ABD ve AB devletlerinden sert tepkiler aldı, ekonomik ambargolara tabi tutuldu. Ukrayna hükümetine desteğini bildiren NATO da, Sovyetler Birliğinin dağılmasının ardından Doğu Avrupa’ya en büyük askeri teçhizat sevkiyatını gerçekleştirdi.

AB ve ABD’nin Ukrayna’daki Rus etkisini kırmak için hamle yaptığı, Rusya’nın Ukrayna’nın kendi kontrolünden çıkmaması için karşı hamleyle cevap verdiği bu savaşta Rusya, hiç şüphe yok ki Ukrayna üzerindeki hamlelerine devam edecektir. Aynı şekilde Batılı devletleri kendi hamleleri sürdürecektir. Nitekim Soğuk Savaş hamlelerini andıran bu hareketlenmeler ise tarafların birbirlerine karşı dişlerini gösterdiğinin bir işareti.

Ortadoğu’da Savaşın Seyri

Rusya’nın 2000’ler sonrası, nüfuz alanlarındaki gücünü domine eden hamlelerine ABD’nin yeni yönetiminden gelebilecek karşılıklar da işaretlerini vermeye başladı. Soğuk Savaş sonrası oluşan yeni güç dağılımında dünya ekonomisinden aldığı pay önemli ölçüde düşen Rusya’nın Suriye Savaşı’nda, daha açıktan olmak üzere, Ortadoğu’daki diğer çatışma alanlarındaki (Libya/Yemen gibi) saflaşmasıyla bu nüfuz alanlarını genişletme ve “kayıplarını telafi etme” eğilimi taşıması, ABD yönetimi açısından bu ezeli düşmana karşı, hamle yapmayı elzem hale getiriyor. ABD’deki seçimler öncesi Trump’ın dış politikada içe kapanmacı bir yol izleyeceği ve öncelik anlamında Ortadoğu yerine Pasifik’e yoğunlaşacağı söylense de bugün gelinen noktada ABD yönetiminin tersi icraatlarıyla karşılaşıyoruz.

Trump’ın İran karşıtı sert söylemleri, Obama döneminde imzalanan nükleer anlaşmayı iptal edeceğini belirtmesi, seçim vaatleri arasındaki Kudüs’ü başkent olarak tanıma sözü, Ortadoğu’da ipleri germe eğiliminin ipuçlarını vermişti.

Bunlar dışında somut olarak Suriye ve Irak’ta askeri varlığın artırılması, IŞİD’e yönelik hava operasyonları dışında özel kuvvetlerin postallarının bu coğrafyalarda “yere değmesi” gibi hamleler ABD’nin bölgede proaktif politika izleyeceğinin işaretleri. Bu hamlelerin, ABD basınında yer alan haberlere göre, Trump’ın Ulusal Güvenlik Konseyi’ne aldırdığı taktik değil, stratejik meselelere yoğunlaşılması yönündeki kararın sonucu.

Tüm bu gelişmeleri, Pentagon’un bu yıl için bütçeden 30 milyar dolar ek bütçe talebi ve toplamda askeri harcamalar için 54 milyar dolarlık bütçe oluşturulması gibi somut bilgilerle okuduğumuzda ABD’nin Ortadoğu’ya yönelik “yeni savaş hali” konseptine yüzünü döndüğünü görebiliriz.

Nitekim bu yeni savaş halinin, sahadan pratik yansımaları da gelmeye başladı. ABD Savunma Bakanı James Mattis’in Suudi Arabistan Savunma Bakanı Muhammed Bin Selman ile yaptığı görüşmede Suudi Arabistan’a yönelik “bölgede istikrarın teminatı” övgüleri sonrası Suriye’de Şam ve Lazkiye kırsalı ve Hama’da cihatçı çeteler yeni cepheler açtı. Suud istihbaratının kurdurduğu İslam Ordusu ve yine Suud’un ideolojik ve dolaylı olarak ekonomik sponsorluğundaki El-Kaide menşeli bu çetelerin açtığı cephelerin, Halep sonrası yönünü Rakka’ya çevirmek isteyen Rus-Rejim ittifakının bu olası hamlesini geciktirdiğine kuşku yok. Bununla birlikte yeni savaş haline dair ABD basınındaki bazı yorumlar Halep’in Rejim güçlerince alınması sonrası oluşan “savaşın bittiğine” dair izlenimin, bu yeni cephelerle birlikte dağıldığı yönündeki memnuniyeti gizlemiyor.

ABD Rakka özelinde, rakiplerine bu “çalımları” atarken diğer yandan Washington’daki bazı think-tankların yayınladıkları bazı raporlar “yeni IŞİD’lerin” oluşmasının zeminini hazırlar nitelikte. The Washington Institute for Near East Policy’nin hazırladığı Rakka Sünni-Arap aşiretleri raporu IŞİD’e karşı çözüm olarak, daha önce Irak’ta denenen ve sonuçları El-Kaide, IŞİD gibi çetelerin doğuşu olan, cihatçı teröre karşı Sünni Arap aşiretlerin silahlandırılmasını öneriyor. ABD’nin Irak işgali sonrası işgale karşı olası bir direnişi bastırmak için Irak’ın Sünni bölgelerinde Sahve (Uyanış) Konseyleri adıyla milis güçleri oluşturulmuştu. Ancak bu milislerin karıştıkları yolsuzluk, tecavüz, hırsızlık gibi suçlar Irak’ın Sünni bölgelerinde El-Kaide’nin güçlenmesine, sonra da IŞİD’in ortaya çıkmasına zemin hazırlayan etkenlerden olmuştu.

Bu adımlarla birlikte Astana, Cenevre gibi süreçlerle devletlerin Ortadoğu’da oluşturmaya çalıştığı izlenimi kazanan “barış rüzgarlarının” dindiği ve bir tarafta Körfez-ABD ile bu ittifakın gediklisi ve heveslisi TC saflaşması tekrar oluştu. Diğer tarafta ise hali hazırda süren Rejim-Rusya ittifakında İran, son süreçteki askeri ve diplomatik hamleleriyle daha da belirginleşiyor. Keza Batı devletlerince bu ittifakın “zayıf halkası” olarak nitelenerek kapitalist globalizasyona entegrasyonu öngörülen İran, bu “öngörülerin” aksine pratikler sergiliyor. ABD-Körfez-TC saflaşmasındaki ezeli -ABD- ve mezhepsel -Suudi Arabistan- düşmanları ile son süreçte gerilim yaşadığı TC’nin bu ittifaktaki varlıkları İran’ın Rejim-Rusya tarafında belirginleşmesi için yeterli nedenler. Bu belirginliğin pratik sonuçları olarak ise, Suriye Savaşı için Rusya’ya açılan üsler ve İran destekli Şii milislerin sahadaki varlıklarını artırması karşımıza çıkıyor.

Yeni Savaş Kapıda

Romanya’da yapılan askeri tatbikat dolayısıyla ABD askerlerinin ve tanklarının kısacası NATO güçlerinin Rusya sınırına konuşlanmasına kadar varan, bölgedeki vekilleri yoluyla Donbass (çatışmalar çok görünür olmasa da) ve Suriye Savaşlarında devam eden bu yeni savaş hali başka alanlarda da kendini göstermeye açık bir pozisyonda. Rusya, içinde bulunduğu savaşta başarılar elde etmekteyse ve savaş şimdilik Rusya içinde destek buluyorsa da ambargolar ve düşük petrol fiyatları nedeniyle daralan ekonomisine daha fazla dikkat etmek zorunda kalacak. ABD’de Trump’ın Amerika’yı “yeniden büyük yapma” söylemi ve daha şimdiden gerçekleştirdiği icraatleri de bu savaşın daha da şiddetli bir geleceğe sahip olacağının ip uçları oluyor. Şayrat’taki Esad rejiminin askeri üssüne düzenlenen füze saldırısı bunun sadece ilk aşaması. Saldırı sonrasında Rusya ve İran’ın saldırıya yönelik tutumları, taşeronlar arası savaşın sonuna gelindiği gibi okunabilir.

Bugün Karadeniz ve Ortadoğu’da siyasi ve ekonomik nüfuz alanı kapma yarışı halindeki savaşta devletlerin günümüzde ve gelecekte alacağı pozisyonlarını, yani vekiller yoluyla doğrudan sıcak savaşların yaşandığı bu yeni savaş halinin nasıl bir seyir izleyeceğini ve hangi yönde gelişmeye devam edeceğini birlikte yaşayıp göreceğiz fakat bu savaşların geliştikten sonra nelere yol açacağını geçmişte yaşanan deneyimlerin doğrultusunda şimdiden öngörebiliyoruz.

Yaşanan olaylar ve gelişmelerle birlikte düşünüldüğünde küreselleşme çağındaki bu savaş; Soğuk Savaş’tan daha tehlikeli olarak daha küresel düzeyde askeri, siyasi ve ekonomik etkileri olan, bir fiil ABD ile Rusya’nın savaştığı bir savaşa doğru gelişme seyri gösteriyor.

2008 yılında yaşadığı ekonomik kriz, büyüyen ve etkili olmaya başlayan İran gibi bölgesel ve Rusya gibi küresel güçler ABD’nin ekonomik, siyasi ve askeri alanda hakimiyetini paylaşmasına neden oluyor.

İlyas Seyrek

[email protected]

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 38. sayısında yayınlanmıştır.

 

The post Kapıdaki Yeni Savaş – İlyas Seyrek appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2017/05/02/kapidaki-yeni-savas-ilyas-seyrek/feed/ 0
Çocuktan İşgalciye Anlamlı Bakış https://meydan1.org/2017/04/17/cocuktan-isgalciye-anlamli-bakis/ https://meydan1.org/2017/04/17/cocuktan-isgalciye-anlamli-bakis/#respond Mon, 17 Apr 2017 11:36:55 +0000 https://seninmedyan.org/?p=1657 İsrail Devleti’nin işgali altındaki Filistin’de “sıradan” bir gün yaşanıyor. Tam teçhizatlı askerler rutin faaliyetlerinden birinde,Filistinlilere ait bir evde yaptıkları arama sonrası,evi terk etmek üzere merdivenlerden iniyor.İsrail askerleri ,devletlerin işgal ve savaşlarıyla mücadele eden Ortadoğu coğrafyasına özgü bir başka “sıradanlıkla” terk ediyor.Evde bulunan çocuklar işgalci devletin askerlerini Filistin bayrağı ve zafer işaretleriyle “uğurluyor.”

The post Çocuktan İşgalciye Anlamlı Bakış appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>

İsrail Devleti’nin işgali altındaki Filistin’de “sıradan” bir gün yaşanıyor. Tam teçhizatlı askerler rutin faaliyetlerinden birinde,Filistinlilere ait bir evde yaptıkları arama sonrası,evi terk etmek üzere merdivenlerden iniyor.İsrail askerleri ,devletlerin işgal ve savaşlarıyla mücadele eden Ortadoğu coğrafyasına özgü bir başka “sıradanlıkla” terk ediyor.Evde bulunan çocuklar işgalci devletin askerlerini Filistin bayrağı ve zafer işaretleriyle “uğurluyor.”

The post Çocuktan İşgalciye Anlamlı Bakış appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2017/04/17/cocuktan-isgalciye-anlamli-bakis/feed/ 0
Savaşın Patronları TAARRUZDA – Emine Sakin https://meydan1.org/2017/03/03/savasin-patronlari-taarruzda-emine-sakin/ https://meydan1.org/2017/03/03/savasin-patronlari-taarruzda-emine-sakin/#respond Thu, 02 Mar 2017 21:00:56 +0000 https://test.meydan.org/2017/03/03/savasin-patronlari-taarruzda-emine-sakin/ Devletlerin şiddet ve terörizm politikaları dünyada ve coğrafyamızda savaşları yükseltirken, bu savaşların ekonomik ve askeri planlayıcıları, sponsorları birer ay arayla ikinci kez toplandılar. Bu yıl 47.si düzenlenen, kapitalizmin devletlerden ve patronlardan yana nasıl daha “sağlıklı” işletilebileceğinin tartışıldığı Davos Zirvesi’nin ardından, geçtiğimiz günlerde Münih Güvenlik Konferansı toplandı. 1963 Yılından bu yana düzenlenen konferansta, devletler o yıl […]

The post Savaşın Patronları TAARRUZDA – Emine Sakin appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>

Devletlerin şiddet ve terörizm politikaları dünyada ve coğrafyamızda savaşları yükseltirken, bu savaşların ekonomik ve askeri planlayıcıları, sponsorları birer ay arayla ikinci kez toplandılar. Bu yıl 47.si düzenlenen, kapitalizmin devletlerden ve patronlardan yana nasıl daha “sağlıklı” işletilebileceğinin tartışıldığı Davos Zirvesi’nin ardından, geçtiğimiz günlerde Münih Güvenlik Konferansı toplandı. 1963 Yılından bu yana düzenlenen konferansta, devletler o yıl için izleyecekleri savaş stratejileriyle, yükseltecekleri terörizm politikalarını deklare ederken, silah şirketleri ise devletlerin bu strateji ve politikaları doğrultusunda “ürünlerine” pazar arıyor. Konferansın 1963 yılındaki ilk toplantısının çağrıcılarından Edward Teller’ın hidrojen bombasının mucitlerinden olması, bu “ürünlerin” içeriği ve alıcılarının niyeti arasındaki bağı açıklıyor.

Konferansa bu yıl 500’ün üzerinde bürokrat, think-tank temsilcisi, güvenlik uzmanı, devlet başkanı, başbakan ve bakanlarla, NATO temsilcileri katıldı. Bill Gates ile rock şarkıcısı Bono da konferansa “renkli simalar” kontenjanından davet edilerek, devletlerin ve şirketlerin yıl boyunca dünyayı nasıl bir savaş coğrafyasına çevirmeyi tasarladıkları görünmez kılınmak isteniyordu.

Üç gün süren ve Münih’in en lüks oteli Bayerischer Hof’ta gerçekleştirilen konferansta, Donald Trump’ın ABD Başkanı seçilmesi, İngiltere’nin AB’den ayrılması, NATO ittifakı içindeki anlaşmazlıklar, göçmen sorunu, Suriye’deki savaş, Avrupa ve dünyada yükselişe geçen milliyetçi akımlar tartışıldı. Sayılan tüm bu sorunların kaynağı bizzat kendileri değilmiş gibi, büyük bir soğukkanlılıkla aradan sıyrılıveren devletlerin ve şirketlerin, bu meseleleri “çözmek” için topladığı konferans bu yanıyla da acı bir ironi barındırıyordu.

Münih Güvenlik Konferansı Başkanı Wolfgang Ischinger konferans öncesi ve sırasında yaptığı açıklamalarda, söz konusu bu ironiye devletler ve şirketlerin savaş ve sömürü içeren “hislerine” adeta tercüman oldu. Konferansa bu yıl rekor sayıda katılıma atfen “Sadece Kuzey Kore’den kimseyi davet etmedik. Doğrusu bu kadar cesur olamadık.” sözü ince bir espriden öte, baskıcı yönetimi zaten herkesin malumu bu devleti günah keçisi yaparak diğer devletleri temize çıkarma niyeti taşıyordu.

En bilinen silah üretimi Leopard tankları olan, zırhlı araç ve top da imal eden Krauss Maffei Wegmann, dünya genelinde füze üretimi tekelini elinde bulunduran Raytheon, bir başka tekele, uçak ve helikopter üretimiyle havacılık alanında sahip olan Lockheed Martin, konferansın silah üretici şirketleri alanındaki sponsorları ve katılımcılarıydı. Bunların yanı sıra devletlerin, şirketlerle ortak kurduğu, enerji, siber güvenlik gibi alanlarda faaliyet gösteren think-tankler katılımcılar arasındaydı.

Münih Güvenlik Konferansı’nda tartışılan gündemlerden biri de Türkiye oldu. Geçen yılki konferansta da devletin baskı politikalarından dolayı gündemleşen Türkiye, bu yıl da OHAL uygulamaları ve referandumla, dünya güvenliğine tehdit oluşturacak 10 madde arasında yer aldı. TC devletinin, 2015 yazında Kürdistan coğrafyasında başlattığı savaş politikalarıyla, 15 Temmuz sonrası ilan edilen OHAL ile arttırdığı baskı ortamının, Avrupa için de tehdit olabileceği konferansın sonuç raporuna yansıdı.

Münih Güvenlik Konferansı’nın bitiminden hemen sonra açıklanan Stockholm Uluslararası Barış Araştırmaları Enstitüsü’nün (SIPRI) raporu, güvenlik konferansının gerçek özeti gibiydi. Rapor, Soğuk Savaş’tan bu yana en yüksek silah satışı rakamlarına ulaşıldığını bildiriyordu. Bu “resmi” rakamların yanında, el altından piyasaya sürülen silahların kimler tarafından üretilip dağıtıldığını anlamak için konferans katılımcılarına bakmak yeterli olacaktır.

Yayınlanan silah alım raporları, devletler tarafından yükseltilen savaşlar ve terörizm konusunda, bu malumun ilanı anlamına gelirken, Davos’ta, Münih’te olduğu gibi toplanan konferanslar da ekonomik, siyasi ve askeri anlamda, yine devletlerce oluşturulan bu şiddet ortamını organize etmeyi amaçlıyor. Dünyadaki savaşlar ve terörizmin sorumluları kah Davos’taki kar manzarasında, kah Münih’in, lüks otellerinde bu ortamın finansman ve organizasyonunu gerçekleştirirken, savaşların sonucu olarak dünya coğrafyası, İkinci Dünya Savaşı’ndan bu yana en büyük göçmen hareketliliğini yaşıyor. Devletler ve şirketler bu sayfiye mekanlarında, kendi dünya tahayyüllerini hayata geçirme planları yaparken, bu kirli tahayyülün muhataplarına hayatta kalma savaşı düşüyor.

Emine Sakin

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 37. sayısında yayınlanmıştır.

The post Savaşın Patronları TAARRUZDA – Emine Sakin appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2017/03/03/savasin-patronlari-taarruzda-emine-sakin/feed/ 0