The post Anti-Anti-Demokratik – Mercan Doğan appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>
Bugün Avrupa diye kullandığımız sözcük, her ne kadar yoğunluklu olarak coğrafik bir alanı karşılayacak gibi kullanılsa da, aslında kavramın içeriği bundan ötesidir. Kıta olarak tanımlanan coğrafyaların özellikleri göz önünde bulundurulduğunda, Avrupa’nın coğrafik olarak nerede başlayıp nerede bittiğini tanımlamak çok mümkün değildir.
Bu muğlaklığın sebebi, Avrupa sözcüğünün anlamının coğrafya disiplini içerisinde bulunmamasıyla doğrudan ilgilidir. Avrupa fikri, coğrafyadan çok kültürden doğmuştur. M.Ö. 7. yüzyılda, Yunanlı yazarlar tarafından, Akdeniz’in kendi taraflarında kalan kısmını Asya’dan ayırmak için kullanılmıştır. Avrupa (Europa) ile ilgili mitolojik söylenceler bile bu “ayrışma” üzerine kurulmuştur. Zeus’un ya da Girit krallarının kaçırdığı Fenike kralının kızı Europa, “ait olduğu topraklardan” Girit’e götürülmüştür.
Avrupa fikrinin temelinde, bu ayrışma süreci önemli bir rol oynar. Kelimenin ilk olarak Yunanlılar tarafından, kendilerinin Akdeniz’in veya Ege Denizi’nin öbür tarafında yaşayan insanlardan daha farklı olduklarını göstermek amacıyla kullandığı söylenir. Avrupa, “biz” ve “onlar” arasına bir sınır çekmek için bilinçli olarak kullanılan bir kavramdır.
Oryantalizm Tartışması
Avrupa’nın “biz” ve “onlar” arasındaki ayrımını bu denli anlayabilmemize olanak veren en verimli tartışmalardan birisi kuşkusuz oryantalizm tartışmasıdır. Edward Said’in 1978 yılında yazdığı Oryantalizm kitabı, dünya üzerindeki uygarlıkların, Batı-Doğu gibi ayrımların ortaya çıkma nedenlerini anlama çabasıydı. Said’in iddiası, Avrupa’nın kendisinin dünyanın merkezi olduğu inanışıyla ilişkiliydi. Said’e göre “Batı”, bilgi-iktidar ilişkisinden hareketle, kendini tanımlamak, sömürgeci niyetlerini haklı göstermek ve bu amacını gerçekleştirmek adına hayali bir doğu üretmişti.
Yani Avrupa, kendini Avrupalı olmayan üzerinden tanımlamış ve ondan farklılaştırmış; aklı ve rasyonel düşünme yeteneği sayesinde, insanlığın en ileri aşamasını temsil ettiğini savunmuştur. Buna karşı, Avrupalı olmayansa bu aşamanın dışında tutulmuştur. Avrupalı’nın tanımlandığı “Avrupalı olmayanı öteki olarak görme” aşaması; “ötekini hegemonya altına alma” aşamasına evrilmiştir.
Oryantalizm tartışmalarında Avrupa’ya ilişkin olanı daha iyi anlamamıza olanak veren en kullanışlı kavramlardan birisi; Doğu’nun, Batı’nın kimliğinin kurucu-ötekisi olmasıdır. Yani Avrupa, Avrupalı olmayana ontolojik olarak bağlıdır.
Oksidentalizm
Ian Buruma ve AvishaiMargalit, 2004 yılında Oksidentalizm: Düşmanlarının Gözünden Batı isimli kitaplarını yayınladıklarında, oryantalizm tartışmalarına yeni bir boyut getirdi. Oksidentalizm, oryantalizmin tersine çevrilmiş halidir. Kavram, Doğu’nun Batı ile ilişkili klişe görüşlerini ifade ederken; Avrupalı olmayanların “Avrupa’ya ilişkin olanı” tanımlamasında kullanılır.
Bunun açığa çıkmasında, özellikle 18. ve 19. yüzyıllardaki kolonyalist hareketler etkili olmuştur. Doğu’da yaratılan olumsuz Avrupa imajında, sömürgeleştirilen coğrafyaların ekonomik, toplumsal ve siyasi zararları etkilidir. Bu deneyimler, Avrupa’yla ilgili olanın kötüye kodlanmasına; Avrupa’nın sadece olumsuzla ilintilenmesine yol açmaktadır.
Oryantalizm de oksidentalizm de dünyayı algılama, anlama, açıklama ve tanımlamada iki farklı bakış açısıdır. Avrupa’nın Avrupa olmayan algısı da Avrupa olmayanın Avrupa algısı da sadece birer düşünceden ibaret değildir. Aynı zamanda eylemdir. Her iki tarafta da var olan, diğerini ötekileştirme olgusu ve ötekileştirme sürecinde ortaya çıkan biri gerçek biri kurgu iki farklı Avrupa ve Avrupa olmayanın ortaya çıkmasıdır.
Türkiye-Hollanda ve Almanya Gerilimini Anlamak
Mart ayı içerisinde, Tayyip Erdoğan ve AKP’li bakanların, referandum süreciyle ilgili miting yapmak için Hollanda’ya ve Almanya’ya gitmek istemesi ve iki devletin hükümetinin de talebe olumsuz geri dönüşü üzerine başlayarak devletler arası siyasi gerilime dönen süreci, yukarıda bahsettiğimiz arka plan üzerinden anlamaya çalışmak önemli.
Demokrasi ve faşizm üzerinden karşılıklı ithamlara (hatta tehditlere) ve protesto gösterilerine neden olan gerilim süreci, evet/hayır referandum günlerinde yaşanmakta olduğu gibi, birbirinden beslenen bir zıtlığın içerisine sıkıştırıldı. TC, maruz kaldığı uygulamaların “anti-demokratik”liğini anlatmaya; Hollanda ve Almanya, rahatsız oldukları “anti-demokratik” OHAL sürecinin Erdoğan ve hükümete verdiği “sınırsız olanaklar”ın yalnızca TC ile sınırlı olduğunu göstermeye çalıştı. Erdoğan ve hükümet karşıtı Merkel ve Rutte (ve Avrupa’daki sağ popülist partilerin neredeyse hepsi) de Avrupalı olmayanlara yönelik söylemlerini yükselteceği yeni zeminler bulmuş oldu.
Peki, bu “anti-demokratik” başlıklı gerilimden kim kazançlı çıktı dersiniz? Erdoğan ve hükümet iç-dış siyasetin gündemini değiştirebildi, referandum çalışmasını da bu gündem üzerinden gerçekleştirdi. Rutte, her ne kadar “popülist dalganın sonu” diye seçim zaferini ilan etse de, onun seçim galibiyetinin ardında yatan temel mesele de bu gerilimdi. Almanya, özellikle Türkiye’den göç etmiş vatandaşlarına yönelik (çifte vatandaşlıkların kaldırılması da dahil olmak üzere) bir dizi yeni uygulamayı gündemine aldı, bu değişikliği meşrulaştıracak zemini buldu.
Bizlerse, bu gerilim sürecinde, oryantalizm/oksidentalizm tartışmalarında değindiğimiz iki farklı ötekileştirme biçimiyle karşı karşıya kaldık. Tıpkı başka meselelerde de olduğu gibi…
İki seçeneğin de yanlış olduğunu bildiğiniz bir durumda, daha az yanlış olanı desteklememiz gerekmez. Devletli siyasetin bireyi zorunda bıraktığı şey tam da budur. Avrupa da Erdoğan ve hükümet de içinde bulunduğumuz yeni siyasal konjonktürde kendi “biz”lerini yapılandırıyorlar. Ama emin olun, o “biz”in içinde “biz ötekilerden” kimse yok!
The post Anti-Anti-Demokratik – Mercan Doğan appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post Devrimci Anarşistlerden: Rojava Devrimi ve Kobane Direnişi appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Devletin ve kapitalizmin Rojava’da yaşananlar karşısında aldığı tutum ve saldırısı, bu noktada beklenilir bir durumdur. Ancak bizim aynı zamanda yüzümüzü toplumsal muhalefetteki iç tartışmalara dönmemiz gerekiyor. Keza, burada yapılan tartışmaların, Rojava’nın etkisinin ne olduğunu anlamak noktasında önemli bir uğrak olduğunu vurgulamak gerekiyor.
Sürecin başından bu yana, farklı coğrafyalardan anarşist yoldaşların Rojava’yı anlamaya, direnişi sahiplenmeye yönelik tutumları; uzun süreden bu yana, bu denli örgütlü bir şekilde görmeye alışık olmadığımız uluslararası dayanışmayı hatırlamak açısından önemliydi. Böylece, dayanışmanın en büyük silahımız olduğunu bir kez daha deneyimledik.
Anarşistler arasında oluşan bu dayanışma durumunun, Kobanê’deki direnişi, tüm dünyadaki anarşistler arasında bu denli gündem etmesi kaçınılmazdı.
Farklı coğrafyalardaki anarşist örgütler ve gruplar da, yükselen bu gündeme ilişkin düşüncelerini, farklı mecralarda dile getirmektedir. Bu değerlendirmelerin bir kısmı, özellikle Rojava Devrimi ve Kobanê Direnişi hakkında yanlış ve eksik bilgi içerirken, öte yandan indirgemeci bir bakış açısıyla ele alınmaktadır.
Farklı coğrafyalardaki anarşist örgütlenmelerin, farklı bakış açılarıyla geliştirebilecekleri yorumların olabileceğini göz önünde tutmakla beraber; savaş koşullarında varlık mücadelesi veren bir halkın mücadelesine yönelik politik eleştirilerin, bu durumdan bağımsız yapılamayacağını tekrar tekrar hatırlamak lazım. Bu eleştiriler, belli bir önyargıyla yapılıp kesin genellemelerle şekillendiriliyorsa, bu eleştirilerin hakkaniyetini düşünmek de…
Öncelikle şunu belirtmek gerekiyor; Rojava Devrimi ve Kobanê Direnişi’yle kurulan bir dayanışma ilişkisi, duygusal bir ilişki değildir. Çünkü anarşist örgütlenmeler ,dayanışma ilişkilerini “sempati”ye dayandırmazlar. Bu ilişkiler, yoğunluklu olarak politik bir perspektif ve bu doğrultuda gerçekleştirilmek için planlanan stratejiler paralelinde geliştirilir. Dolayısıyla dayanışma ve mücadeleyi sahiplenme, objektiflikten uzak değildir.
Bazı değerlendirmelerde, PKK’ye yönelik eleştirilerin temel dayanağı, partinin geçmiş siyasal geleneği ile ilişkilendirilmeye çalışılırken, “özgür belediyecilik”in iyi uygulanamaması, siyasal değişimin tam gerçekleşmemiş olması ve özünde milliyetçi olması gibi eleştirilerle Kürt Özgürlük Hareketi’nin şu an bulunduğu konuma ve perspektife yönelik bir önyargı yaratılmaya çalışılıyor. Bütün bunlar yapılırken, bilinçli ya da bilinçsiz bir şekilde eksik bilgilendirmeyle bu önyargı temellendirilmeye çalışılıyor. Kimsenin Kürt Özgürlük Hareketi’nin anarşist bir hareket olduğu yönünde bir iddiası yoktur. Dolayısıyla, eksik ya da yanlış uygulandığı iddia edilen pratiklerin değerlendirilmesinin, bu açıdan yapılması önemlidir. Öte yandan, bir halk hareketinin “devlet ve kapitalizm eleştirisi”ni bu kadar önemsiyor olması, anarşistler açısından görmezden gelinemez. Bu mesele sadece Bookchinci “özgür belediyecilik”le sınırlandırılamaz. Hareket, anarşizmle teorik anlamda kurduğu ilişkide, Bakunin’den Kropotkin’e farklı birçok yoldaşı referans olarak vermiş; devlet sorunsalına oldukça geniş bir perspektiften yorum geliştirebilmiştir. Öte yandan, bu düşünce pratiğe dökülürken de; özgürlükçü, komünal ve merkezi olmayan bir şekilde işlerliğe geçmiştir. Bu bilgi, makaleler ya da kitaplardan yapılan alıntılardan ziyade, aynı mücadele alanını paylaşan politik örgütlenmelerin birbirini gözlemlemesine dayanan bir bilgidir.
Rojava’da oluşan durum ne Esad’ın bölgeyi bırakmasıyla, ne de küresel güçlerle yapıldığı iddia edilen anlaşmalarla oluşmuştur. Rojava’da iki buçuk yıl öncesinde gerçekleşen büyük dönüşüm, siyasal hareketliliğin Ortadoğu’yu iki zıt kutuptan (cuntacı sekülerler-muhafazakâr demokratlar) birinin iktidarını seçmeye zorladığı bir konjonktürde gerçekleşmiştir. Rojava, Ortadoğu coğrafyasındaki “baharların” kışa döndüğü bir dönemde, halkın bu iki kutba sığmayıp kendi çözümünü yaratmasıdır.
Rojava’da yaşam yeniden yapılandırılırken, yaratılmaya çalışılan toplumsal mekanizmaların merkeziyetçi olmayan yapısı, devletsizliğe yapılan ısrarlı vurgu, üretim-tüketim-dağıtım ilişkilerinin kapitalizmden olabildiğince uzak bir şekilde örgütleniyor oluşu, öz-örgütlenmenin toplumsal işleyişin sürdürülmesinde garantör olması, üç kantondaki komünlerin ayrı ayrı karar süreçleriyle komünlerin işleyişini şekillendiriyor oluşunun önemini; yaşadığımız çağda kimse inkar edemez. Hele mevzu bahis kişi bir anarşistse, bu işleyişin, farklı coğrafyalarda benzer örnekleri çoğaltmak adına umut verici bir deneyim olduğunu nasıl inkar edebilir?
Anlamamakta ısrar eden yoldaşlar için tekrar edelim. Mevcut işleyişin anarşist bir işleyiş olduğunu iddia etme çabası değildir bu. Ancak Rojava’daki işleyişin anarşizan karakteri, toplumsal devrim için mücadele eden anarşistleri mutlu edecektir. Bu mutluluk, romantiklikten uzak politik hedeflerimizin, stratejilerimizin böyle bir sistemde, böyle bir çağda yaşayabilir olduğunu anlamakla ilintilidir.
Devletsiz toplum pratiklerinin, toplumsal devrim mücadelesi veren anarşistler için olumsuz olduğunu kimse iddia edemez. Farklı coğrafyalarda yaşanan benzeri pratikler, kendi özgün koşullarında gelişebilir. Bu özgün mücadelelerin anarşist ilkelerle uyumlu olmadığını söyleyip önemini azaltmak, teorik kibire dayanan ve pratikten yoksun bir anarşizmin anlayışını sergilemektir. Anarşist hareketlerin farklı coğrafyalarda statik konumlarından kurtulamamalarına da yol açan bu düşünce tarzı, anarşizmi entelektüel bir çabaya indirgeyen bir düşünce tarzıdır.
Fazla kuşkucu olmak için neden arandığında, nedenler yaratılabilir. Ancak bu nedenlerin gerçeklikle ilişkisini sorgulamak, her noktada önem taşımaktadır. Kürt Özgürlük Hareketi’ni milliyetçi bir hareket gibi tanımlamaya çalışmak hatalıdır. Bu ve benzer tanımlamalar, hareketin dönüşümünü görmezden gelmeyle; eski politik yapısını devam ettirdiğini iddia etmekle eştir. İşleyişin nasıl olduğuna ilişkin herhangi verisi olmayan, tek bilgi kaynağı hareket hakkındaki eleştirel yazılar olan bir bakış açısı son derece sorunludur. Çünkü bu eleştirilerin önemli bir kısmı, devletçi zihniyet ve uzantıları tarafından dile getirilmektedir. Sağlıklı eleştiri, politik pratiklerin gözlenmesi ve deneyimlenmesi ile yapılır. Coğrafyadan ve pratiklikten uzak her eleştiri, oryantalizm tehlikesini içinde barındırır.
Rojava’daki işleyişin ve hareketin anarşist olmadığından daha önce bahsetmiştik. Özellikle Mezopotamya coğrafyasında yüzyıllar boyu mücadele eden Kürt halkının özgürlük mücadelesinin bu tarihsellikten uzak ele alınıyor oluşu da bir başka eksikliktir. İdeolojik doğruluk adına gerçeklikten uzaklaşıp, bir halkın yüzyıllardır devam etmekte olan mücadelesini değersizleştirenler; sadece devrimci sorumluluklarını yerine getirmemekle kalmayıp, kiminle aynı cepheye düştüğünü iyi görmelidir.
Sınıf perspektifini sığ bir şekilde algılayıp, toplumsal mücadeleleri salt ekonomik mücadelelerle anlamlandırmaya çalışmak, ezilenlerin verdiği mücadeleler arasına hiyerarşi koymaktır. Ezilenleri sadece işçilere indirgeyip, geri kalan iktidar ilişkilerini yok sayan anlayış, anarşist hareketin tarihiyle çelişmektedir. Anarşizmin devrimci tarihi; ezilenlerin ekonomik, siyasi ve sosyal mücadeleleriyle doludur. Hareketin, farklı yüzyıllarda Avrupa’dan Uzakdoğu Asya’ya halkların özgürlük mücadelelerindeki etkisini görmezden gelmek, bu etkinin Güney Amerika’da sınıf mücadelelerini besleyen pratiğini değerlendirmelere katmamak, anarşist hareketin bütüncül yapısını yok saymak anlamına gelir.
İçinden geçmekte olduğumuz süreç, turnusol kağıdı niteliğindedir. Ezilenlerin varoluş mücadelesinin içinde yer almayı duygusallık olarak anlayan, teorik olarak uygun düşmediği için devletsiz bir topluma giden bir deneyimi acımasızca eleştirmeyi görev edinen bakış açısının, dolaylı ya da doğrudan, nereye denk düştüğü aşikardır.
Medyum değiliz; bir ay sonrasında ya da bir yıl sonrasında Rojava’da neler olacağını bilemeyiz. Yakın coğrafyada toplumsal mücadele veren devrimciler olarak, bize umut vermekle kalmayan, aynı zamanda mücadele verdiğimiz coğrafyalarda mücadelemizi besleyen bu toplumsal dönüşümün, olumsuz ya da daha olumlu bir yola gireceğini bilemeyiz. Ancak bizler, devrimci anarşistleriz. Bir kenarda oturup olanları izleyip sadece yorum yapamayız; toplumsal mücadelelerin içerisinde yer alıp anarşist bir devrim için mücadele ederiz.
Yaşasın Rojava Devrimi!
Yaşasın Kobanê Direnişi!
Yaşasın Devrimci Anarşizm!
Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 23. sayısında yayımlanmıştır.
The post Devrimci Anarşistlerden: Rojava Devrimi ve Kobane Direnişi appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>