öz örgütlenme – Meydan Gazetesi https://meydan1.org Anarşist Gazete Wed, 09 Sep 2015 17:34:59 +0000 tr hourly 1 https://wordpress.org/?v=5.3.13 “Korku Egemenliği Terör Devleti” – Merve Demir https://meydan1.org/2015/09/09/korku-egemenligi-teror-devleti-merve-demir/ https://meydan1.org/2015/09/09/korku-egemenligi-teror-devleti-merve-demir/#respond Wed, 09 Sep 2015 17:34:59 +0000 https://test.meydan.org/2015/09/09/korku-egemenligi-teror-devleti-merve-demir/ Devletin varlığını sürdürmesi için, toplumun geniş kesimlerinde itaati zorlaması ya da bunu yapabileceğine inandırması gerekir. Ancak özgürlük için direnenler ve mücadele edenler, devletin bu çabasını boşa çıkarırlar. Direniş ve özgürlük insanların aklına bir kere düşmeyegörsün; devletin bu direnişi gösterenleri katletmesi bunu unutturmaz. Bir kere toplumsal meşruluğunu yitiren devlet, varlığını sürdürebilmek için çok daha büyük bir […]

The post “Korku Egemenliği Terör Devleti” – Merve Demir appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>

Meydan Gazetesi- Korku Egemnliği Terör Devleti

Devletin varlığını sürdürmesi için, toplumun geniş kesimlerinde itaati zorlaması ya da bunu yapabileceğine inandırması gerekir. Ancak özgürlük için direnenler ve mücadele edenler, devletin bu çabasını boşa çıkarırlar. Direniş ve özgürlük insanların aklına bir kere düşmeyegörsün; devletin bu direnişi gösterenleri katletmesi bunu unutturmaz. Bir kere toplumsal meşruluğunu yitiren devlet, varlığını sürdürebilmek için çok daha büyük bir korku yaratmaya çalışır. Böyle dönemlerde, kendi hukukunu dahi yok sayıp “olağanüstü hal”lerle gündelik yaşamı terörize etmesi, devletin ana politikası olur. Dolayısıyla terörün ne, teröristin kim olduğunu biraz daha ayrıntılı irdelemek gerekiyor.

Devletin Terörist Dedikleri

1793’te yani Fransız Devrimi’nin hemen sonrasında ilan edilen Convention adlı bildiri ile terör kelimesi ilk siyasal anlamına kavuşur: “Komplo kuran tüm kişileri dehşete düşürmenin zamanı geldi. Kanun adamları, terörü başlatın.” Aslında bu ilk kullanım, devlet ve terör arasındaki doğrudan ilişkiyi anlamak açısından önemli.

Devletin “terör” iddiasıyla toplumu baskı altına alıp sindirmek istemesinin, kendisine karşı mücadele edenleri terörist ilan edip katletmesinin çokça örneği var.

Sene 1886… 8 saatlik iş günü için, ABD’deki işçiler, greve giderler. Günlerden 1 Mayıstır. Ayın dördünde devletin ve şirketlerin greve giden işçilere yönelik uyguladığı baskıyı ve şiddeti protesto etmek isteyen işçiler bu kez Haymarket Meydanı’na giderler. Günlerden katliamdır. Çünkü Meydanda düzenlenen mitinge polis saldırır, çok sayıda işçi yaşamını yitirir. Olaydan sonra “terörist” yaftalamasıyla birçok işçi tutuklanır ve idam edilir. Devlet aslında emeği için mücadele eden, hizaya sokamadığı işçileri katlederek en çok da ayakta kalanları ve mücadeleye tutunanları korkutarak yıldırmaya çalışmak istemiştir. Ancak yılgınlık değil, direniş örgütlenir. Böylece 1 Mayıs’lar devlet terörüne karşı her yerde direniş olmuştur.

İki İtalyan işçi olan Sacco ve Vanzetti, örgütlü mücadele eden anarşistlerdi. Haymarket işçilerinin yaşadıklarına benzer şekilde, devlet, bu iki işçiyi de, “haklı bir gerekçe sunarak” terörist ilan etti ve ardından katletti.

Devletin bu sıfatı en çok yakıştırdıklarından biri, anarşizmin en ateşli savunucularından, tüm yaşamını devlete karşı mücadeleye adamış Emma Goldman’dı. Sadece Goldman değil Errico Malatesta, Mihail Bakunin ve daha birçok anarşist devlet tarafından terörist olarak yaftalanmış, dört duvar arasına kapatılarak mücadeleden yalıtılmaya çalışılmıştı.

Anarşist hareketin tarihinde terörist diye yaftalananlar sadece bireyler değildi. İşçi örgütlenmelerinden sendikalara, kooperatiflerden federasyonlara kadar farklı birçok anarşist yapı da bu yaftalamadan kurtulamamıştır. Faşist Franco döneminde CNT’den Arjantin’deki anarşist sendika FORA’ya, 19. Yüzyılda ABD’de IWW’den Bakunin’in örgütlediği İşçi Kardeşliklerine kadar öz-örgütlenmelerin büyük çoğunluğu devlet ve kapitalizmin işlerliğinin dışında bir toplumsal işleyişe giriştiklerinden dolayı terörist oldukları iddiasıyla baskılara maruz kalmışlardır.

Devletlerin terör yaftalamalarına maruz kalanlar, muhakkak ki sadece anarşistler olmamıştır. İberya’da Bask halkının özgürlük mücadelesini veren ETA’dan, Kuzey İrlanda halkının özgürlük mücadelesini veren IRA’ya, 1960’larda kadın mücadelesini veren örgütlerden siyahların mücadelesini veren örgütlenmelere kadar, mücadele eden tüm kesimler, devlet tarafından tehdit olarak görülmeye başladığı an terörist diye yaftalamış, sürgün edilmiş, hapsedilmiş ve katledilmiştir.

Birkaç ay öncesinde İspanya‘da anarşistlere yönelik girişilmiş Pandora ve Pinata operasyonlarıyla da aynı senaryo oynanmaya çalışılmıştır. Devlet “terör operasyonları” aracılığıyla sadece anarşistleri tutuklamamıştır. Aynı zamanda mücadele eden insanları kriminalize etmek ve toplumda bir korku havası estirmek istemiştir.

Terör Operasyonları

Özellikle toplumsal mücadelenin yükselişe geçtiği, devlet iktidarının kendini yalnızca şiddet kullanarak yeniden üretebildiği bir atmosferde, devletlerin en çok başvurduğu strateji, terör operasyonlarıdır. Yukarıda da belirtildiği gibi operasyonların hedefi toplumda bir korku durumu yaratarak, bireyleri devletin belirlediği ve sınırlarını çizdiği siyasal alanın içinde kalmalarını sağlamaktır. Yani basitçe, devlet vatandaşlarından kendisine biat etmesini beklerken, belirlediği alanın dışına çıkanları “ibretlik olsun” diye cezalandırır.

Operasyon süreçlerinde, kolluk güçleriyle diyalog halinde çalışan medyanın da desteğiyle, operasyon gerçekleştirilen organizasyon ve bireyler hedef alınır. Operasyonlarla terör diye yaftalanan, iktidar sahiplerinin çıkarına olmayan eylemlerdir. Terörist dedikleri, aynı iktidar sahiplerinin tahakkümüne karşı direnen ve bu tahakkümü ortadan kaldırmak için mücadele edenlerdir.

Bir yandan Kürt siyasetine yönelik terör operasyonları cadı avı niteliğinde sürerken, diğer yandan Kürdistan’da askeri operasyonlar ve sokağa çıkma yasakları, 90’ları aratmadı. Sabaha karşı yapılan ev baskınlarının ve gözaltıların, devrimcileri ve halkı yıldırmaya yönelik hamleler olduğu aşikardı. Bu koşullarda sokaklar daha kızgınlaştı ve çatışmalar arttı. Bu eksende devletin koyduğu yasaklara bir de kent giriş-çıkışların kapatılması ve basının çatışma bölgelerine girişlerinin engellenmesi eklendi. 144 toplantı ve gösteriye asker-polis saldırısı yaşandı. Son 40 günde 2 bin 544 kişi gözaltına alınırken, 338 kişi tutuklandı. Yapılan çatışmalarda 24 kişi yaralandı. 7 gün içinde 45 kişi yaşamını yitirdi. Yapılan operasyonlar sonucunda devlet Bağcılar’da Günay Özarslan adında bir devrimciyi infaz etti. Şırnak’ta 7 yaşında Baran Çağlı, Diyarbakır’da 11 yaşındaki Beytullah Aydın, Ağrı Diyadin’de 15 yaşındaki Orhan Aslan, 16 yaşındaki Emrah Aydemir, Mardin’ de 16 yaşındaki Mazlum Turan devlet tarafından katledildi. Asker Silopi’de evleri basıp 3 genci yataklarında infaz etti.

Gözaltına alınanlar, kaybedilenler, işkenceye uğrayanlar, sabaha karşı yapılan ev baskınları, gösteri ve toplantılara saldırı, sokağa çıkma yasağı, kent giriş çıkış yasakları, köy boşaltmalar, kasten başlatılan orman yangınları, askeri operasyonlar, saldırılarda, operasyonlarda yaralananlar, katledilenler, infaz edilenler, infaz edilenlerin cansız bedenlerine yönelik şiddet ve bu şiddetin teşhiri…

Bütün bunlardan sonra tekrar düşünelim terör kelimesinin anlamını. Ve teröristin kim olduğunu…

Merve Demir

[email protected]

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 28. sayısında yayımlanmıştır.

The post “Korku Egemenliği Terör Devleti” – Merve Demir appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2015/09/09/korku-egemenligi-teror-devleti-merve-demir/feed/ 0
“Yaşamın Yeniden Yapılandırılması Kobanê’nin İnşası” – Merve Demir https://meydan1.org/2015/03/12/yasamin-yeniden-yapilandirilmasi-kobanenin-insasi-merve-demir-2/ https://meydan1.org/2015/03/12/yasamin-yeniden-yapilandirilmasi-kobanenin-insasi-merve-demir-2/#respond Thu, 12 Mar 2015 17:07:09 +0000 https://test.meydan.org/2015/03/12/yasamin-yeniden-yapilandirilmasi-kobanenin-insasi-merve-demir-2/ “Her şeyin, özgür komünlerde örgütlenmiş köylüler ve işçiler arasında paylaşılması, yeni bir yaşamın yaratılması hem de bu yaratımın savunulması noktasında belirleyicidir.” Nestor Makhno Suriye Savaşı’nda, devlet otoritesinin ortadan kalkmasıyla 2012 yılı ortalarında Rojava bölgesinde başlayan öz örgütlenme süreci sonucunda üç kentte oluşan kantonlar, 2014 yılı başlarında özerkliğini ilan etti. Aslında bu, savaşın ortasında sessiz sedasız […]

The post “Yaşamın Yeniden Yapılandırılması Kobanê’nin İnşası” – Merve Demir appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
Meydan Gazetesi- Yaşamın Yeninden Yapılandırılması Kobanê İnşaası 2011 Mezopotamya Sosyal Forumu/Amed – Yıktıkça Devleti Yaratacağız Anarşizmi

“Her şeyin, özgür komünlerde örgütlenmiş köylüler ve işçiler arasında paylaşılması, yeni bir yaşamın yaratılması hem de bu yaratımın savunulması noktasında belirleyicidir.”

Nestor Makhno

Suriye Savaşı’nda, devlet otoritesinin ortadan kalkmasıyla 2012 yılı ortalarında Rojava bölgesinde başlayan öz örgütlenme süreci sonucunda üç kentte oluşan kantonlar, 2014 yılı başlarında özerkliğini ilan etti. Aslında bu, savaşın ortasında sessiz sedasız yeşeren bir devrimin, yaşamın yeniden yapılandırılmasının ilanıydı. İlan edilen şey, kapitalizmden bağımsız üretim-paylaşım ilişkilerinin ve devletsi olmayan özyönetim mekanizmalarının halk tarafından oluşturulduğu; her türlü tahakküm ilişkisinin sorgulandığı ve ortadan kaldırılması için mücadelenin devam ettiği devrim süreciydi. Bu devrime yönelik Şam yönetimi ve Türkiye dâhil bölge devletlerinin itirazları ve tehditleri devam ederken; bu kez 2014 yılı Eylül ayının ortalarında, IŞİD çetesi Rojava Devrimi’ne saldırı başlattı.

Erdoğan -Ankara’dan bir akbaba sesi de denilebilir- 7 Ekim 2014 tarihinde, savaştan kaçıp Antep’e sığınmış insanlara yaptığı konuşmada, “Kobanê düştü düşüyor” diyordu. Ancak halkın özsavunma güçlerinin dört aya yakın süren direnişi ve devrimci dayanışma sonucunda, çete yenilgiye uğrayarak Kobanê’den çekilmeye başlamış; takvimler Ocak’ın 26’sını gösterdiğinde ise zafer halayları, Kobanê’nin özgürleşen topraklarından coğrafyanın dört bir yanına yayılmıştı.

Bölgedeki hesapları tutmayan akbaba, bu kez 29 Ocak’ta B planını açıkladı. Zafer halaylarına yönelik tahammülsüzlüğünü ortaya koyduktan sonra, TOKİ’ye ve müteahhitlerine göz kırparak devam etti: “Şimdi bu DEAŞ terör örgütü tamam oradan çekildi. Ama bakın o kadar insan ne olacak?  Orayı kim inşa edecek?” Sonra da gönlünden geçen sömürgeci planlarını açıklamaya başladı: “’TOKİ gitsin orayı inşa etsin’ diyorlar. Bu kadar sahipleniyorsunuz, hadi gidin inşa edin. Tamamen orayı inşa etmek gibi bir çalışmanın içine giremeyiz.”

İktidar, “Düştü düşecek” dediği Kobanê düşmeyince, hiç olmazsa yıkılan binaları inşa ederek oradan rant elde etmeyi geçiriyordu gönlünden. Kimsenin ne TOKİ’den, ne de her savaşta olduğu gibi akbaba misali bekleyen müteahhit ve şirketlerden beklentisi yoktu ya; şecaat arz ederken sirkatin söylüyordu sadece.

Hemen ertesi gün Diyojen’in sözüyle cevap geldi: “Gölge etme başka ihsan istemez. Dost halkların seferber olacağı bir inşa süreci olacaktır. Dayanışmaya giden halkları engellemeyin, biz orayı inşa ederiz.” şeklinde konuşan YPJ’li Beritan Kobanê, erkek iktidara cevabını şöyle verdi: “Kobanê kadının eliyle, kadının rengiyle inşa edilecek.”

Aslında Kobanê derken duvarlardan ve damlardan; yani kentin inşasından söz ediliyorsa, 1936’dan beri yankılanan Durruti’nin sözleri bu soruyu fazlasıyla cevaplıyordu: “Biz hep varoşlarda ve izbe duvarların içinde yaşadık. Bir süre için nasıl barınacağımızı bileceğiz. Şunu aklınızdan çıkarmayın, biz aynı zamanda inşa da edebiliriz. İspanya’da, Amerika’da, her yerde, sarayları ve şehirleri kuran biz işçileriz. Biz işçiler, onların yerini alacak başkalarını da yapabiliriz. Ve hatta daha iyilerini! Yıkıntılardan hiç korkmuyoruz. Biz dünyayı miras alacağız, bu konuda hiçbir şüphemiz yok. Yüreğimizde yeni bir dünya taşıyoruz, şimdi şu anda bu dünya büyümekte…”

Kentin yeniden inşası da elbette yaşamın yeniden yaratılmasının bir parçasıdır. Bu anlamda kentin inşası süreci, yaşamın yeniden yaratılması sürecinden bağımsız olarak ele alınamaz. Nasıl ki Rojava Devrimi halkın örgütlülüğüyle yaratıldı ve dayanışmayla savunuldu ise; Kobanê kenti de özörgütlü bir şekilde ve dayanışmayla inşa edilecektir.

Ancak herkes biliyor ki, Rojava’da yıllardan beri binalardan çok daha önemli bir şey inşa ediliyor; devlet, kapitalizm, ataerki ve benzeri her türlü tahakküm ilişkisinden arındırılmış özgür yaşam. Şimdi koca bir yıkıntı olan bu binaların arasında yıllardan beri inşa edilen bu yaşam, tam da saldırının ortadan kaldırmaya çalıştığı şeydi. Kobanê’de yıkılmak istenen de binalar değil, halkın inşa etmeye çalıştığı bu özgür yaşamdı.

Özgür yaşam mücadelesi, saldırı sonrasında cephelerdeki direnişte, sınırdaki dayanışmada devam etti. Sonunda sadece binalar yıkıldı, ancak Kobanê hala dimdik ayakta. Çünkü bizler çok iyi biliyoruz; “Örgütlü bir halkı hiçbir kuvvet yenemez.” Ve yaşamı inşa eden bir halk için, binalar inşa etmenin lafı bile olmaz. “Bir sabah güneş doğar; sevgiden tuğlalarla yeniden kurarız bu kenti…”

Merve Demir

[email protected]

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 25. sayısında yayımlanmıştır.

The post “Yaşamın Yeniden Yapılandırılması Kobanê’nin İnşası” – Merve Demir appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2015/03/12/yasamin-yeniden-yapilandirilmasi-kobanenin-insasi-merve-demir-2/feed/ 0
“Şalter İnecek, Bu iş Bitecek!” – Fırat Binici https://meydan1.org/2015/02/09/salter-inecek-bu-is-bitecek-firat-binici/ https://meydan1.org/2015/02/09/salter-inecek-bu-is-bitecek-firat-binici/#respond Mon, 09 Feb 2015 19:00:59 +0000 https://test.meydan.org/2015/02/09/salter-inecek-bu-is-bitecek-firat-binici/ Son günlerde, işçi sınıfı mücadelesi adına heyecanlı günler yaşıyoruz. 22 Ocak’ta grev kararı alan 15.000 metal işçisinin bir patron sendikası olan Türkiye Metal Sanayicileri Sendikası’na (MESS) karşı aldığı grev kararı ve muhtemel sonuçları, sınıfın hareketlenmesi adına bir dönüm noktası olabilir. Bu dönüm noktasının nasıl olacağını anlamak için, işçi sınıfının tarihine bakmak yeterli olacaktır; yani sınıfın […]

The post “Şalter İnecek, Bu iş Bitecek!” – Fırat Binici appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
Son günlerde, işçi sınıfı mücadelesi adına heyecanlı günler yaşıyoruz. 22 Ocak’ta grev kararı alan 15.000 metal işçisinin bir patron sendikası olan Türkiye Metal Sanayicileri Sendikası’na (MESS) karşı aldığı grev kararı ve muhtemel sonuçları, sınıfın hareketlenmesi adına bir dönüm noktası olabilir. Bu dönüm noktasının nasıl olacağını anlamak için, işçi sınıfının tarihine bakmak yeterli olacaktır; yani sınıfın öz-örgütlenme deneyimleri ve sendikal bürokrasiye karşı mücadele tarihine. Coğrafyamızdaki mücadele tarihinin önemli kazanımları, 29 Ocak’ta MESS’in tüm dayatma ve tehditlerine karşın çıkılan grevde olduğu gibi, devletle her daim işbirliği içinde olan bu işçi düşmanı patron örgütlenmelerine karşı mücadele ederek elde edilmiştir.

Devletin, sermaye sınıfıyla işbirliği içinde, metal işçilerinin grevine karşı 29 Ocak’ta yayımladığı yasaklama kararı, son 13 yılda 7. grev yasağı. İşçilerin mücadele araçlarına ve örgütlenmesine karşı devletin saldırılarını yoğunlaştırdığı bu süreçte, metal işçilerinin 12 Eylül 1980 askeri darbesi öncesi gerçekleştirdiği MESS direnişlerinin, o dönemde bu önemli patron örgütlenmesini yenilgiye uğrattığını hatırlamak gerekir.

1959’da kurulan MESS(Türkiye Metal Sanayicileri Sendikası), o yıllarda yavaş yavaş sendikal örgütlenmeye yüzünü dönen işçi sınıfının mücadele ivmesini yavaşlatmayı; metal iş kolu ve tüm iş kollarında “çalışma barışının sağlanması” adı altında işçilerin sermaye sınıfına karşı koşulsuz itaatini amaçlıyordu. Kuruluş bildirgesine bu maddeyi koyan MESS, öte yandan işçi ücretlerinin arttırılması, sosyal hakların geliştirilmesi, çalışma saatlerinin düşürülmesi, iş güvencesinin sağlanması gibi talepleri toplu sözleşme masasında müzakere etmeye bile yanaşmıyordu.

15-16 Haziran 1970’in büyük işçi direnişinde mücadele pratiği anlamında ilk kez işçilerin karşısına çıkan MESS, bu süreçte DİSK’in kurucu sendikalarından olan Maden-İş’e karşı bir karalama kampanyasına girişti. MESS yöneticileri, o yıllarda devletin muhalifleri üzerinde bir baskı aracı olarak yasalaşan DGM’yi (Devlet Güvenlik Mahkemeleri: Yakın zamana dek yürürlükte olan Özel Yetkili Mahkemeler’in benzeridir.) desteklediler ve Maden-İş kurucularının bu mahkemelerde yargılanması için kulisler yaptılar. Bu dönemde MESS yönetiminde, daha sonra başbakan ve cumhurbaşkanı olan Turgut Özal’ın bulunması, patron sınıfı ve devletin çıkar birlikteliğine dair iyi bir tarihsel örnek olmasının yanı sıra içinden geçtiğimiz süreçte yasaklanan metal işçileri grevinin önemini gösteriyor.

Anayasa Mahkemesi’nin 11 Ekim 1975’de iptal ettiği Devlet Güvenlik Mahkemeleri Yasası’nın 1976’da dönemin sağ partilerince (MHP-MSP-AP) oluşturulan Milliyetçi Cephe (MC) Hükümeti tarafından yeniden öne sürülmesi ve DGM’lerin yeniden yasallaştırılma girişimlerine karşı yaygın işçi direnişleri ve gösteriler başladı.

DİSK yönetiminin süreci geçiştirmeye yönelik göstermelik olarak siyah çelenk koyma “eylemlerine” ve işçilere somut bir mücadele hedefi koymaktan uzak “eylem konusunda işçilerin serbest bırakılacağı” kararı karşısında işçiler; İstanbul, İzmir, Ankara, Bursa, Antalya, Adana, Mersin, Diyarbakır, Kayseri, Sakarya, Balıkesir’de iş bıraktı. Demir-Çelik işçilerinin yanı sıra Aliağa ve İpraş Rafinerileri, Erdemir, Türk Demir Döküm, Sungurlar, Pirelli, Goodyear, Tofaş, Renault fabrikalarında üretim “DGM’ye Hayır!”, “MC’ye Hayır!” sloganları eşliğinde tamamen durduruldu. DGM direnişi, yaşanan gözaltılara ve işten atmalara karşın başarıyla sonuçlandı ve DGM yasası engellendi.

“DGM’yi ezdik, sıra MESS’de” şiarıyla hareket eden işçiler, 1977 yılında, grev ve direniş süreçleri karşısında işten çıkarmalar ve lokavt gibi işçi düşmanı tavırlarını daha da katılaştıran MESS’e karşı mücadelesini büyüttü. 1977,78 ve 80 yıllarında gerçekleşen MESS direnişlerinin odağında aslında işçi ücretleri ve ekonomik taleplerden öte politik mücadelelerini önceleyen ve bu doğrultuda örgütlenme haklarının engellenmesine yönelik patron ve devlet saldırılarına karşı bir mücadele hattı vardı. Bu direnişlerin böylesi bir doğrultuda örülmesi ve dahası başarıya ulaşması, bu topraklardaki işçi ve ezilenler mücadelesinin bundan sonraki seyrine yönelik önemli ipuçları veriyor.

İşçi sınıfının örgütlülüğüne ağır bir darbe indiren 12 Eylül 1980 askeri darbesinden sonra MESS, azgınca saldırıya girişti. DİSK ve Maden-İş darbeyle birlikte kapatılmıştı. Ama Türk-İş’e bağlı işbirlikçi Türk Metal’e dokunulmamıştı. MESS, 1983’te yasalarda yapılan değişikliklerden sonra, Maden-İş üyesi işçilerin kayıtlarını Türk Metal’e verdi ve Türk Metal’e üye olmalarını sağladı. O günden beri toplu sözleşme görüşmeleri, çoğunluğu elinde tutan Türk Metal’le MESS arasında yürütülüyor. Türk Metal, MESS’in her dayatmasına boyun eğiyor. Bu iki sendika, on binlerce metal işçisine ortak eğitim seminerleri adı altında uslu olmalarını, maaşlarını alıp seslerini çıkarmamalarını nasihat ediyorlar ve “Patron ne kadar kazanırsa, işçi de o kadar kazanır.” yalanına işçileri inandırmaya çalışıyorlar.

Metal işçilerinin tüm baskılara rağmen örgütledikleri grevin ikinci gününde, yasaklanma kararının açıklanmasıyla beraber greve çıkmaya hazırlanan işyerlerinde büyük bir öfke hakim oldu. İstanbul’da bulunan Ejot Tezmak ve Paksan Makina fabrikalarında işçiler vardiya çıkışlarında toplantılar alarak yasağa karşı işyeri işgalleri seçeneğini tartıştılar. Gebze’de bulunan ve metal sektörünün köklü fabrikalarından olan Sarkuysan’da ise benzeri bir filli durum, kısmen Birleşik Metal-İş’in tutumu nedeniyle hayata geçirilemedi. İşçiler yasağa karşı fiili durum yaratarak fabrika işgallerini kısmi de olsa gerçekleştirmeye başlarken, sendikadan, somut bir mücadele yöntemi önermekten uzak ve muğlak bir “yasağı tanımıyoruz” tavrı geldi. Mücadeleye devam edilecekti, ama nasıl?

Hem grev yasağına karşı sıcağı sıcağına karşılık verilememiş, hem de yasak kararının ertesi günü yapılan toplantının ardından, özellikle işgallerin sürdüğü iki işyerine yönelik olarak “pazartesiyi beklemeleri” salık verilmişti. Buna karşın Ejot Tezmak ve Paksan işçileri yaratmış oldukları fiili fabrika işgali durumunu koruyan açıklamalar yaptılar. “Biz bitti demeden bu grev bitmez” diyen Ejot işçileri, pazartesi günü fabrikaya girdiler, fakat üretim yapmadılar. Benzer biçimde Paksan işçileri de fabrikaya girdiler, fakat sendika önlüklerini giyerek tüm vardiyalarda üretimi durdurdular. Metal işçilerinin mücadelesi, bugün de MESS, devlet ve hatta sendika bürokrasisine karşı sürüyor. Tıpkı sınıf kardeşlerinin 1977-80 yılları arasında DGM’ye, MESS’e ve MC hükümetlerine karşı verdiği mücadelede olduğu gibi, sendikal bürokrasiye mahkum olmayıp kazanmak için yükselen sesleri duyuyoruz:

“Şalter İnecek, Bu İş Bitecek!”

Fırat Binici

[email protected]

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 24. sayısında yayımlanmıştır.

The post “Şalter İnecek, Bu iş Bitecek!” – Fırat Binici appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2015/02/09/salter-inecek-bu-is-bitecek-firat-binici/feed/ 0
Devrimci Anarşistlerden: Rojava Devrimi ve Kobane Direnişi https://meydan1.org/2014/12/22/devrimci-anarsistlerden-rojava-devrimi-ve-kobane-direnisi/ https://meydan1.org/2014/12/22/devrimci-anarsistlerden-rojava-devrimi-ve-kobane-direnisi/#respond Mon, 22 Dec 2014 19:27:45 +0000 https://test.meydan.org/2014/12/22/devrimci-anarsistlerden-rojava-devrimi-ve-kobane-direnisi/ Toplumsal devrimlerin etkisi, sadece devrimin gerçekleştiği coğrafyada siyasi ve ekonomik iktidarlara karşı verdikleri mücadelenin etkisi ile sınırlı değildir. Farklı coğrafyalarda oluşturdukları etkiyi anlamak, bu etkiyle beraber düşünsel ve pratik değişimleri görmek açısından önem taşımaktadır. Kobanê Direnişi ile yaygın bir şekilde konuşulmaya, tartışılmaya başlanan Rojava Devrimi, bu etkinin ne olduğunun görülmesi açısından giderek daha fazla önem […]

The post Devrimci Anarşistlerden: Rojava Devrimi ve Kobane Direnişi appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
Toplumsal devrimlerin etkisi, sadece devrimin gerçekleştiği coğrafyada siyasi ve ekonomik iktidarlara karşı verdikleri mücadelenin etkisi ile sınırlı değildir. Farklı coğrafyalarda oluşturdukları etkiyi anlamak, bu etkiyle beraber düşünsel ve pratik değişimleri görmek açısından önem taşımaktadır. Kobanê Direnişi ile yaygın bir şekilde konuşulmaya, tartışılmaya başlanan Rojava Devrimi, bu etkinin ne olduğunun görülmesi açısından giderek daha fazla önem kazanıyor.

Devletin ve kapitalizmin Rojava’da yaşananlar karşısında aldığı tutum ve saldırısı, bu noktada beklenilir bir durumdur. Ancak bizim aynı zamanda yüzümüzü toplumsal muhalefetteki iç tartışmalara dönmemiz gerekiyor. Keza, burada yapılan tartışmaların, Rojava’nın etkisinin ne olduğunu anlamak noktasında önemli bir uğrak olduğunu vurgulamak gerekiyor.

Sürecin başından bu yana, farklı coğrafyalardan anarşist yoldaşların Rojava’yı anlamaya, direnişi sahiplenmeye yönelik tutumları; uzun süreden bu yana, bu denli örgütlü bir şekilde görmeye alışık olmadığımız uluslararası dayanışmayı hatırlamak açısından önemliydi. Böylece, dayanışmanın en büyük silahımız olduğunu bir kez daha deneyimledik.

Anarşistler arasında oluşan bu dayanışma durumunun, Kobanê’deki direnişi, tüm dünyadaki anarşistler arasında bu denli gündem etmesi kaçınılmazdı.

Farklı coğrafyalardaki anarşist örgütler ve gruplar da, yükselen bu gündeme ilişkin düşüncelerini, farklı mecralarda dile getirmektedir. Bu değerlendirmelerin bir kısmı, özellikle Rojava Devrimi ve Kobanê Direnişi hakkında yanlış ve eksik bilgi içerirken, öte yandan indirgemeci bir bakış açısıyla ele alınmaktadır.

Farklı coğrafyalardaki anarşist örgütlenmelerin, farklı bakış açılarıyla geliştirebilecekleri yorumların olabileceğini göz önünde tutmakla beraber; savaş koşullarında varlık mücadelesi veren bir halkın mücadelesine yönelik politik eleştirilerin, bu durumdan bağımsız yapılamayacağını tekrar tekrar hatırlamak lazım. Bu eleştiriler, belli bir önyargıyla yapılıp kesin genellemelerle şekillendiriliyorsa, bu eleştirilerin hakkaniyetini düşünmek de…

Öncelikle şunu belirtmek gerekiyor; Rojava Devrimi ve Kobanê Direnişi’yle kurulan bir dayanışma ilişkisi, duygusal bir ilişki değildir. Çünkü anarşist örgütlenmeler ,dayanışma ilişkilerini “sempati”ye dayandırmazlar. Bu ilişkiler, yoğunluklu olarak politik bir perspektif ve bu doğrultuda gerçekleştirilmek için planlanan stratejiler paralelinde geliştirilir. Dolayısıyla dayanışma ve mücadeleyi sahiplenme, objektiflikten uzak değildir.

Bazı değerlendirmelerde, PKK’ye yönelik eleştirilerin temel dayanağı, partinin geçmiş siyasal geleneği ile ilişkilendirilmeye çalışılırken, “özgür belediyecilik”in iyi uygulanamaması, siyasal değişimin tam gerçekleşmemiş olması ve özünde milliyetçi olması gibi eleştirilerle Kürt Özgürlük Hareketi’nin şu an bulunduğu konuma ve perspektife yönelik bir önyargı yaratılmaya çalışılıyor. Bütün bunlar yapılırken, bilinçli ya da bilinçsiz bir şekilde eksik bilgilendirmeyle bu önyargı temellendirilmeye çalışılıyor. Kimsenin Kürt Özgürlük Hareketi’nin anarşist bir hareket olduğu yönünde bir iddiası yoktur. Dolayısıyla, eksik ya da yanlış uygulandığı iddia edilen pratiklerin değerlendirilmesinin, bu açıdan yapılması önemlidir. Öte yandan, bir halk hareketinin “devlet ve kapitalizm eleştirisi”ni bu kadar önemsiyor olması, anarşistler açısından görmezden gelinemez. Bu mesele sadece Bookchinci “özgür belediyecilik”le sınırlandırılamaz. Hareket, anarşizmle teorik anlamda kurduğu ilişkide, Bakunin’den Kropotkin’e farklı birçok yoldaşı referans olarak vermiş; devlet sorunsalına oldukça geniş bir perspektiften yorum geliştirebilmiştir. Öte yandan, bu düşünce pratiğe dökülürken de; özgürlükçü, komünal ve merkezi olmayan bir şekilde işlerliğe geçmiştir. Bu bilgi, makaleler ya da kitaplardan yapılan alıntılardan ziyade, aynı mücadele alanını paylaşan politik örgütlenmelerin birbirini gözlemlemesine dayanan bir bilgidir.

Rojava’da oluşan durum ne Esad’ın bölgeyi bırakmasıyla, ne de küresel güçlerle yapıldığı iddia edilen anlaşmalarla oluşmuştur. Rojava’da iki buçuk yıl öncesinde gerçekleşen büyük dönüşüm, siyasal hareketliliğin Ortadoğu’yu iki zıt kutuptan (cuntacı sekülerler-muhafazakâr demokratlar) birinin iktidarını seçmeye zorladığı bir konjonktürde gerçekleşmiştir. Rojava, Ortadoğu coğrafyasındaki “baharların” kışa döndüğü bir dönemde, halkın bu iki kutba sığmayıp kendi çözümünü yaratmasıdır.

Rojava’da yaşam yeniden yapılandırılırken, yaratılmaya çalışılan toplumsal mekanizmaların merkeziyetçi olmayan yapısı, devletsizliğe yapılan ısrarlı vurgu, üretim-tüketim-dağıtım ilişkilerinin kapitalizmden olabildiğince uzak bir şekilde örgütleniyor oluşu, öz-örgütlenmenin toplumsal işleyişin sürdürülmesinde garantör olması, üç kantondaki komünlerin ayrı ayrı karar süreçleriyle komünlerin işleyişini şekillendiriyor oluşunun önemini; yaşadığımız çağda kimse inkar edemez. Hele mevzu bahis kişi bir anarşistse, bu işleyişin, farklı coğrafyalarda benzer örnekleri çoğaltmak adına umut verici bir deneyim olduğunu nasıl inkar edebilir?

Anlamamakta ısrar eden yoldaşlar için tekrar edelim. Mevcut işleyişin anarşist bir işleyiş olduğunu iddia etme çabası değildir bu. Ancak Rojava’daki işleyişin anarşizan karakteri, toplumsal devrim için mücadele eden anarşistleri mutlu edecektir. Bu mutluluk, romantiklikten uzak politik hedeflerimizin, stratejilerimizin böyle bir sistemde, böyle bir çağda yaşayabilir olduğunu anlamakla ilintilidir.

Devletsiz toplum pratiklerinin, toplumsal devrim mücadelesi veren anarşistler için olumsuz olduğunu kimse iddia edemez. Farklı coğrafyalarda yaşanan benzeri pratikler, kendi özgün koşullarında gelişebilir. Bu özgün mücadelelerin anarşist ilkelerle uyumlu olmadığını söyleyip önemini azaltmak, teorik kibire dayanan ve pratikten yoksun bir anarşizmin anlayışını sergilemektir. Anarşist hareketlerin farklı coğrafyalarda statik konumlarından kurtulamamalarına da yol açan bu düşünce tarzı, anarşizmi entelektüel bir çabaya indirgeyen bir düşünce tarzıdır.

Fazla kuşkucu olmak için neden arandığında, nedenler yaratılabilir. Ancak bu nedenlerin gerçeklikle ilişkisini sorgulamak, her noktada önem taşımaktadır. Kürt Özgürlük Hareketi’ni milliyetçi bir hareket gibi tanımlamaya çalışmak hatalıdır. Bu ve benzer tanımlamalar, hareketin dönüşümünü görmezden gelmeyle; eski politik yapısını devam ettirdiğini iddia etmekle eştir. İşleyişin nasıl olduğuna ilişkin herhangi verisi olmayan, tek bilgi kaynağı hareket hakkındaki eleştirel yazılar olan bir bakış açısı son derece sorunludur. Çünkü bu eleştirilerin önemli bir kısmı, devletçi zihniyet ve uzantıları tarafından dile getirilmektedir. Sağlıklı eleştiri, politik pratiklerin gözlenmesi ve deneyimlenmesi ile yapılır. Coğrafyadan ve pratiklikten uzak her eleştiri, oryantalizm tehlikesini içinde barındırır.

Rojava’daki işleyişin ve hareketin anarşist olmadığından daha önce bahsetmiştik. Özellikle Mezopotamya coğrafyasında yüzyıllar boyu mücadele eden Kürt halkının özgürlük mücadelesinin bu tarihsellikten uzak ele alınıyor oluşu da bir başka eksikliktir. İdeolojik doğruluk adına gerçeklikten uzaklaşıp, bir halkın yüzyıllardır devam etmekte olan mücadelesini değersizleştirenler; sadece devrimci sorumluluklarını yerine getirmemekle kalmayıp, kiminle aynı cepheye düştüğünü iyi görmelidir.

Sınıf perspektifini sığ bir şekilde algılayıp, toplumsal mücadeleleri salt ekonomik mücadelelerle anlamlandırmaya çalışmak, ezilenlerin verdiği mücadeleler arasına hiyerarşi koymaktır. Ezilenleri sadece işçilere indirgeyip, geri kalan iktidar ilişkilerini yok sayan anlayış, anarşist hareketin tarihiyle çelişmektedir. Anarşizmin devrimci tarihi; ezilenlerin ekonomik, siyasi ve sosyal mücadeleleriyle doludur. Hareketin, farklı yüzyıllarda Avrupa’dan Uzakdoğu Asya’ya halkların özgürlük mücadelelerindeki etkisini görmezden gelmek, bu etkinin Güney Amerika’da sınıf mücadelelerini besleyen pratiğini değerlendirmelere katmamak, anarşist hareketin bütüncül yapısını yok saymak anlamına gelir.

İçinden geçmekte olduğumuz süreç, turnusol kağıdı niteliğindedir. Ezilenlerin varoluş mücadelesinin içinde yer almayı duygusallık olarak anlayan, teorik olarak uygun düşmediği için devletsiz bir topluma giden bir deneyimi acımasızca eleştirmeyi görev edinen bakış açısının, dolaylı ya da doğrudan, nereye denk düştüğü aşikardır.

Medyum değiliz; bir ay sonrasında ya da bir yıl sonrasında Rojava’da neler olacağını bilemeyiz. Yakın coğrafyada toplumsal mücadele veren devrimciler olarak, bize umut vermekle kalmayan, aynı zamanda mücadele verdiğimiz coğrafyalarda mücadelemizi besleyen bu toplumsal dönüşümün, olumsuz ya da daha olumlu bir yola gireceğini bilemeyiz. Ancak bizler, devrimci anarşistleriz. Bir kenarda oturup olanları izleyip sadece yorum yapamayız; toplumsal mücadelelerin içerisinde yer alıp anarşist bir devrim için mücadele ederiz.

Yaşasın Rojava Devrimi!

Yaşasın Kobanê Direnişi!

Yaşasın Devrimci Anarşizm!

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 23. sayısında yayımlanmıştır.

The post Devrimci Anarşistlerden: Rojava Devrimi ve Kobane Direnişi appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2014/12/22/devrimci-anarsistlerden-rojava-devrimi-ve-kobane-direnisi/feed/ 0
İstanbul’dan Sakarya’ya, Kuzey Irak’tan Papua Yeni Gine’ye İnşaat İşçileri Örgütleniyor https://meydan1.org/2014/05/21/istanbuldan-sakaryaya-kuzey-iraktan-papua-yeni-gineye-insaat-iscileri-orgutleniyor/ https://meydan1.org/2014/05/21/istanbuldan-sakaryaya-kuzey-iraktan-papua-yeni-gineye-insaat-iscileri-orgutleniyor/#respond Wed, 21 May 2014 18:12:56 +0000 https://test.meydan.org/2014/05/21/istanbuldan-sakaryaya-kuzey-iraktan-papua-yeni-gineye-insaat-iscileri-orgutleniyor/ Yakın zamanda İstanbul’da bulunan Zorlu Center’da bir direniş gerçekleştiren ve röportajı yaptığımız günlerde sürdükleri direnişi kazanımla sonuçlandıran İnşaat İşçileri Sendika Girişimi ile sendikal faaliyet yürütmekte oldukları inşaat sektörünü, sendika çalışmaları dahilinde yaşadıkları deneyimleri konuştuk. Sakarya’dan, Papua Yeni Gine’ye kadar, inşaat işçilerinin patron baskısına karşı direndiği her yerde işçilerle dayanışma gösteren sendika girişimi ile yaptığımız röportajı […]

The post İstanbul’dan Sakarya’ya, Kuzey Irak’tan Papua Yeni Gine’ye İnşaat İşçileri Örgütleniyor appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
Yakın zamanda İstanbul’da bulunan Zorlu Center’da bir direniş gerçekleştiren ve röportajı yaptığımız günlerde sürdükleri direnişi kazanımla sonuçlandıran İnşaat İşçileri Sendika Girişimi ile sendikal faaliyet yürütmekte oldukları inşaat sektörünü, sendika çalışmaları dahilinde yaşadıkları deneyimleri konuştuk. Sakarya’dan, Papua Yeni Gine’ye kadar, inşaat işçilerinin patron baskısına karşı direndiği her yerde işçilerle dayanışma gösteren sendika girişimi ile yaptığımız röportajı sizlerle paylaşıyoruz.

Meydan: Bizim sizinle tanışmamız bir direniş sürecinde oldu. Dolayısıyla, bizim de bu direnişi gözlemleme fırsatımız oldu. Tabi siz, bu sürecin öncesini de biliyorsunuz. Zorlu Center’daki direniş sürecinden biraz bahsedebilir misiniz?

İnşaat İşçileri Sendika Girişimi: Zorlu Center’da sendika girişimi olarak çalışmaya başladığımız andan itibaren, içeride çalışmakta olan bir arkadaşımız vardı. Biz de zaten o arkadaşımızın haber vermesiyle, burada yaşanmakta olan duruma ilişkin bilgi sahibi olduk. Daha önce de ücretlerin geç ödenmesiyle alakalı olarak, Zorlu Center’a bir mail göndermiştik. Yani daha öncesinde de böyle sıkıntılar zaten yaşanıyordu. Arkadaşımız bize haber verince biz de geldik. Ama zaten biz gelmeden önce de işçiler fiili olarak işi durdurmuşlardı. İlk geldiğimizde 150’ye yakın işçi olduğu söyleniyordu, ama rakam giderek düştü. Bu süre içerisinde işe geri dönenler de oldu. Ama şimdi kıdem tazminatı ve tüm hakların alınması üzerinden direniş devam ediyor. İlk geldiğimiz gün, iş bırakan işçilere karşı, işveren alacakların yalnızca %30’unu ödemeyi taahhüt etmişti. Şimdi, önümüzdeki birkaç gün içerisinde sorun çözülecek gibi görünüyor.

Şu an için, kıdem ve ihbar tazminatlarını ödemeyi taahhüt ettiler, Zorlu’nun altındaki şirket olan Aktürk’ten Sesal’a, işçilerin şirketine, paranın aktarıldığını söylediler. Fakat yanlış hesaplama dolayısıyla, ödenecek miktarın hesaplanmasında büyük bir hata var. Patronlar için belki küçük, ama işçiler için çok büyük bir hata. Biz de o hesaplamanın düzeltilmesini bekliyoruz. Ama eğer bu düzeltmeleri yapmazlarsa, Zorlu Center önünde aktif bir eylem sürecine başlayacağız.

Sizin sendika olarak faaliyete geçtiğiniz günden bu yana, benzer deneyimleriniz oldu, değil mi? Onlardan da kısaca bahsedebilir misiniz?

Mesela Nisan ayı başında, bir TOKİ direnişimiz oldu. Yeni Doğuş adlı şirketin taşeron olduğu TOKİ şantiyesinde bir direniş vardı. Yaklaşık 41 işçi arkadaşımızın ücretlerini ödememişlerdi. Yeni Doğuş adlı taşeron şirket iflasını vermiş, işçilere de başınızın çaresine bakın denmişti. Burada, TOKİ şantiyesinde bir işgal gerçekleştirdik. 7 gün sürdü bu işgal eylemi. Orada da işçilerin kararlı direnişiyle, 7. günün sonunda, tazminatları, yıllık izinleri dahil tüm haklarını almayı başardık.

Direnişe gerek duymadan aldıklarımız da var. Biz sendika olarak problem yaşanmakta olan şirkete önce bir dosya gönderiyoruz. “İşçilerin haklarını gasp ediyorsunuz. Şu kadar süre içerisinde ücretleri ödemezseniz yasal bütün haklarımızı kullanacağız.” diyoruz. Bu dosya gittikten sonra, direnişe gerek kalmadan, ücretleri ödemek zorunda kalan şirketler de oluyor. Bu da bir eylem şeklidir tabi.

Örnek olsun diye şunu söyleyebilirim; Kozyatağı’nda yapılan Hilton’da işçi arkadaşlar maaşlarını alamamışlardı. Oraya dosya bile göndermeden biz kendimiz gittik. Şantiyede yaklaşık yarım saat kaldık. Aynı gün mesai bitiminde tüm paralar ödendi. Bunun gibi, kamuoyuna çokça yansımayan, bizim de yansıtmak için çok uğraşmadığımız bir sürü örnek var.

Farklı şehirlerde de benzer süreçler yaşandı değil mi?

Yaşadık. Mesela Sakarya’da üç tanesi Suriyeli altı arkadaşımıza, çalıştıkları şirket ödeme yapmıyordu. Ancak benzer bir süreç işleterek, onların da tüm alacaklarını almayı başardık. Kayseri’de de eyleme gerek kalmadan, maaşlarını ödenmeyen arkadaşlarımızın alacaklarını aldık. Papua Yeni Gine’de bile benzer bir süreç yaşadık. Bir gün beni birisi aradı, “Ben Papua Yeni Gine’den arıyorum.” dedi. Ben en başta inanmadım tabi ki. Ancak işçi arkadaş ısrarla dedi ki “Ben Papua Yeni Gine’den arıyorum. Bağlı bulunduğum Türk şirketi benim maaşımı ödemiyor, biletimi de almıyorlar” dedi. Biz de şirkete gitmesini, bizden bahsetmesini söyledik. “Eğer ücretin ödenmezse ve biletin alınıp buraya gönderilmezsen, sendikanın duruma müdahale edeceğini” söyle dedik. Aynı gece uçak biletini almışlardı. Sonrasında bize tekrar telefon açtı, gece geleceğini söyledi ve ne yapması gerektiğini sordu. Biz de geldiğinde şirkete gitmesini söyledik. Ondan sonra büyük ihtimalle geri dönüp, şirkete gidip, alacağını aldı. Sonrasında bu sebeple bizi arama ihtiyacı duymadı…

Sendika öncesinde yürüttüğümüz dernek sürecinde, geçtiğimiz yıl, Kuzey Irak’ta da 20’nin üzerinde işçiyi aynı şekilde esir almışlardı. Ücretlerini ödemiyorlardı. Bu şirket de, Türk şirketiydi. Biz gittik, buradaki şirketle görüştük ve onu da hallettik. Yani basına yansıtmadığımız birçok farklı şehirde ve hatta ülkede karşılaştığımız benzer durumlar oldu.

Peki, şu anda henüz sendikalaşmadınız, değil mi?

Şu anda sendika girişimiyiz. Ay sonuna doğru büyük ihtimalle sendika kurulmuş olacak. Girişim olmasına rağmen bu kadar faal çalışıyoruz.

İşçi direnişlerini düşündüğümüzde, özellikle Greif direnişiyle düşündüğümüzde, sendikaların işçiden yana olmayan ve uzlaşmacı tavrı son zamanlarda belirginleşti. Bu duruma ilişkin düşünceleriniz nedir? Öte yandan İnşaat İşçileri Sendika Girişimi’nin sendikacılık anlayışı nedir, bu noktadaki tavrı ne olacak?

Öncelikli olarak, Greif’ta yaşanan durum, Türkiye’deki sendikacılık anlayışının iflas noktasıdır. Bunun temel nedeni de açıkçası, sendikacılığın bir iş, bu alanın bir sektör olarak görülmesi. Yani profesyonel sendikacılıkla birlikte sendika başkanlarının, sendika yönetimlerinin çok yüksek maaşlar alması da bu duruma sebep. Mesela, DİSK Tekstil, tekstil alanında örgütleniyor. Tekstil, bu ülkedeki en kötü sektörlerden biri; güvencesiz, sigortasız bir sektör. Ama mesela bu alanda faaliyet yürüten ve yüksek maaş alan sendika başkanları, bunu bir iş haline getirmişlerdir. İşçiyi düşünmek yerine kendi maaşlarını, koltuklarını korumanın derdine düşmüşlerdir.

Biz bu meseleye şöyle bakıyoruz; biz, profesyonel sendikacılığa karşıyız. Yani, bu işin profesyonel bir temelde yürümemesi, sendikacılığın bir meslek haline getirilmemesi gerektiğini düşünüyoruz. Mantık olarak da şöyle düşünüyoruz; Türkiye’de işçi sınıfına dayatılan çalışma koşulları, bizim alanımızda inşaat işçilerinin güvencesiz çalışma koşulları, esnek çalışma, taşeronlaşma… Bunlar artık kanıksanmış, özellikle bizim sektörümüzde kalıcılaşmış şeyler. O yüzden mevcut yasal düzenlemelere baktığımızda, sendikal cepheden bize hiçbiri uymuyor. Biz inşaat sektöründe sendikacılık yapmak istiyorsak, fiili olarak bir süreç işletmek durumundayız. Hiçbir yasal sürece dayanmadan, hatta gerekirse kendi yasalarımızı oluşturarak bu süreci örmek zorundayız. Mesela, inşaat sektöründe işler çok kısa sürede bitebiliyor. Bir işçi üç ay bir inşaatta çalışıp, sonraki üç ay başka bir inşaatta çalışabiliyor. Bizim toplu sözleşme yetkisi alma şansımız sıfır. Biz o yüzden fiili bir süreç işletiyoruz. Zorlu’da da böyle oldu… Bundan sonra yürüteceğimiz tüm süreçlerin de böyle olması gerektiğini, sendikacılığın sokakta olması gerektiğini düşünüyoruz.

Zaten Türkiye’de şu anda sendikacılıkta gelinen son nokta, sendikalara güvenin kalmamış olması, bu durumu kendisi yaratıyor. Sendikacılığın sokakta olması gerektiğini savunduğumuz için de baraj gibi, bağlı bulunan üye sayımız gibi detaylara takılmadan, içinde bulunduğumuz çalışmayı sürdürmeyi düşünüyoruz.

Devam etmekte olduğumuz bu direniş sürecinde, sendikacılığın nasıl olması gerektiğini aslında bizler de daha iyi anlıyoruz. Şu an için girişim olmamıza rağmen, girdiğimiz birçok alanda, birçok kazanımla çıkmış durumdayız. Bizim için esas önemli nokta, işçinin hakkını almasıdır. Bizler bu tavrımızla TOKİ’yi de, Zorlu’yu da, Türkiye’de inşaat sektöründe faaliyet yürütmekte olan birçok büyük şirketi de dize getiriyoruz.

Biz, işçilerle gerçekleştirdiğimiz toplantıların çok meşru süreçler olduğunu düşündüğümüzden, bu toplantıları katılıma açık gerçekleştiriyoruz. Herkesin iradesinin yansıdığı bir biçimde örgütlüyoruz. İşçinin adına karar vermiyor, birlikte bir karar alma süreci işletiyoruz. Biz sınıf olarak, ortak çıkarlarımız doğrultusunda hareket etmeyi önemsiyor, bu doğrultuda hareket ediyoruz.

Son süreçte Seyitömer, Greif, DEDAŞ… Bir hareketlilik söz konusu. Tabir-i caizse işçi sınıfı kavgada, kazanmaya devam ediyor. Bu sektör özelinde düşündüğünüzde, benzer bir hareketlenmeyi öngörüyor musunuz? Diğer yandan “sokakta sendikacılık anlayışı” bu sektörde benzer bir hareketlenme yaratacak mı?

İnşaat işçisi, diğer sektörlerde çalışan işçilere çok benzemez. Kavga etmeyi de bilir, bir gaspa maruz kaldığında zaten kavga ederek hak ettiğini de alır. Burada tek sorun, yıllardır inşaat sektöründe faaliyet yürütecek bir derneğin, sendikanın olmamasıydı. Bunu zaten şantiyelere gittiğinizde de hep hissediyorsunuz.

İşçiye eğer “doğru” ulaşabilirseniz, doğru yerden, doğru sözle ve hareketle giderseniz kendinizi anlatabilirsiniz. Bir inşaat işçisine “sen sömürülüyorsun, sen ölüyorsun” demek bir şey ifade etmiyor, çünkü işçi zaten bunu biliyor. Önemli olan işçiye bunu doğru şekilde, doğru zamanda yeniden fark ettirebilmek. Çünkü işçi o zaman zaten sokağa çıkıyor. Biz bunu TOKİ’de de gördük, Zorlu’da da görüyoruz. Biz işçiye sömürüldüğünü öğretmeye soyunmuyoruz. Yalnızca çarenin ne olduğunu doğru şekilde anlatmaya çalışıyoruz.

Kentlerin yeniden düzenlenmesiyle ilgili, Türkiye’de inşaat sektörü özellikle AKP hükümeti ile birlikte hızla yayıldı. Arka planına baktığımızda, bu alanda çoğunlukla kredilerin kullanıldığını gördüğümüz zaman, önümüzde patlayacak bir krizle birlikte, özellikle inşaat sektöründe hareketlenmelerin olma ihtimali çok yüksek. Sıcak parada yaşanacak küçük bir kesinti, ciddi çalkantılara yol açacak. O yüzden bir kriz patlak verdiğinde, bu sektör içerisinde işçinin mağduriyeti de ciddi şekilde açığa çıkacak. Bu yüzden doğalında da grev ve direnişlerin yaygınlaşacağını öngörüyoruz.

Gazeteyi okuyacak bir inşaat işçisi size nasıl ulaşabilir? Ya da nasıl sendika üyesi olabilir?

Sendikayı resmi olarak bu ay sonuna kadar kurmayı düşünüyoruz. Zaten sonrasında, inşaat sektöründe çalışan her işçi, internet üzerinden sendikamıza üye olabilir. Onun dışında da www.insaatiscileri.wordpress.com diye bir sitemiz var. Buradan ve mail adreslerimizden de ulaşabilirler.

Son olarak eklemek istediğiniz bir şey var mı?

Türkiye işçi sınıfına dayatılan her şey, şu anda inşaat sektöründe birleşiyor. O yüzden örgütlenmesi oldukça zor bir sektör. Burada yürüttüğümüz emek çok değerli. Açıkçası çok zor bir alanda faaliyet yürütüyoruz. Bir araya gelebilmek, bir arada kalabilmek inşaat sektörü içerisinde çok zor. Ama biz bu zorluğu bilerek bu işe giriştik.

Bu sektörde çalışan, bizim işçi olarak kabul ettiğimiz ama bazılarının da kendilerini işçi olarak görmediği Mimarlar Odası’na ve Tabipler Odası’na sesleniyoruz. Şantiyelerde mimarlar, mühendisler, iş sağlığı ve güvenliği uzmanları ve doktorlar maalesef bazen işverenden tavır alıyorlar. Doktorlar sanki iş kazaları bir gün oluyormuş gibi yalnızca bir gün şantiyeye geliyor, iş sağlığı ve güvenliği uzmanları işverenden yana tavır sergiliyor. Bizler, özellikle meslek odalarına sesleniyoruz. Onlar da işçi, bizler de işçiyiz. Ancak bunun sonunda ölen biz oluyoruz. Biz, birlikte olursak varız.

Bu çalışma inşaat işçilerinin çalışması, içinde onlar var ama bu çalışmaya emek sarf eden birçok arkadaşımız da var. Bu noktada bizlere destek veren Umut-Sen’e, Emekçiler Dayanışma Sendikası’na, Çağdaş Hukukçular Derneği’ne çok teşekkür ederiz. Bir de şu anda aramızda olamayan Demet Şahende Dinler’e de özellikle dernek sürecinde bizlere verdiği desteklerden dolayı çok teşekkür ediyoruz.

Röportaj için teşekkür ediyoruz. Biz de Meydan Gazetesi olarak mücadelenizde başarılar diliyoruz.

Yakın zamanda İstanbul’da bulunan Zorlu Center’da bir direniş gerçekleştiren ve röportajı yaptığımız günlerde sürdükleri direnişi kazanımla sonuçlandıran İnşaat İşçileri Sendika Girişimi ile sendikal faaliyet yürütmekte oldukları inşaat sektörünü, sendika çalışmaları dahilinde yaşadıkları deneyimleri konuştuk. Sakarya’dan, Papua Yeni Gine’ye kadar, inşaat işçilerinin patron baskısına karşı direndiği her yerde işçilerle dayanışma gösteren sendika girişimi ile yaptığımız röportajı sizlerle paylaşıyoruz.

Röportaj: Halil Çelik

[email protected]

The post İstanbul’dan Sakarya’ya, Kuzey Irak’tan Papua Yeni Gine’ye İnşaat İşçileri Örgütleniyor appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2014/05/21/istanbuldan-sakaryaya-kuzey-iraktan-papua-yeni-gineye-insaat-iscileri-orgutleniyor/feed/ 0