öz örgütlülük – Meydan Gazetesi https://meydan1.org Anarşist Gazete Tue, 21 Jun 2016 08:51:24 +0000 tr hourly 1 https://wordpress.org/?v=5.3.13 Kazananı da Kaybedeni de Olmayan Bir Turnuva Anti-Faşist Dövüş Turnuvası https://meydan1.org/2016/06/21/kazanani-da-kaybedeni-de-olmayan-bir-turnuva-anti-fasist-dovus-turnuvasi/ https://meydan1.org/2016/06/21/kazanani-da-kaybedeni-de-olmayan-bir-turnuva-anti-fasist-dovus-turnuvasi/#respond Tue, 21 Jun 2016 08:51:24 +0000 https://test.meydan.org/2016/06/21/kazanani-da-kaybedeni-de-olmayan-bir-turnuva-anti-fasist-dovus-turnuvasi/ Yunanistan’daki Anti-Faşist Dövüş Turnuvası, 17-18-19 Haziran tarihlerinde, Selanik’te bulunan Katsaneio Salonu’nda düzenlendi. Bu yıl üçüncüsü düzenlenen turnuva hakkında, Anti-Faşist Dövüş Turnuvası organizasyonunda yer alan Malamas Sotiriou ve Anna Kavoura’ya gerçekleştirmiş olduğumuz röportajı siz okuyucularımızla paylaşıyoruz. Meydan Gazetesi: Anti-Faşist Dövüş Turnuvası ne zamandan bu yana gerçekleştiriliyor? Böylesi bir organizasyon fikri nasıl ortaya çıktı? Malamas: Bu yıl Anti-Faşist […]

The post Kazananı da Kaybedeni de Olmayan Bir Turnuva Anti-Faşist Dövüş Turnuvası appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>

Meydan Gazetesi- Kazananı da Kaybedeni de olmayan Bir Dövüş Turnuvası

Yunanistan’daki Anti-Faşist Dövüş Turnuvası, 17-18-19 Haziran tarihlerinde, Selanik’te bulunan Katsaneio Salonu’nda düzenlendi. Bu yıl üçüncüsü düzenlenen turnuva hakkında, Anti-Faşist Dövüş Turnuvası organizasyonunda yer alan Malamas Sotiriou ve Anna Kavoura’ya gerçekleştirmiş olduğumuz röportajı siz okuyucularımızla paylaşıyoruz.

Meydan Gazetesi: Anti-Faşist Dövüş Turnuvası ne zamandan bu yana gerçekleştiriliyor? Böylesi bir organizasyon fikri nasıl ortaya çıktı?

Malamas: Bu yıl Anti-Faşist Dövüş Turnuvası’nın üçüncüsünü düzenliyoruz. Daha önceden de düzenlenen turnuvaların deneyimiyle, bizler de, anti-otoriterler ve anarşistler olarak böyle bir turnuva düzenleyebileceğimizi düşündük. Böylece oturup tartışmaya, toplantılar almaya başladık. Toplantıların ardından Anti-Faşist Dövüş Turnuvası’nı düzenleme kararı aldık.

Maçlar hangi dövüş sanatlarıyla yapılıyor?

Malamas: Turnuva dahilindeki maçlar; boks, kick boks, jiu jitsu, muay thai, MMA (Karma Dövüş Sanatı) ve güreş alanlarında yapılıyor.

Turnuvaya bireysel olarak katılabilmek mümkün mü? Katılan kolektifler, işgal evleri, takımlar var mı ve varsa kimler?

Malamas: Evet, turnuvaya bireysel olarak katılmak da mümkün; genelde katılımcıların birçoğu da bireysel katılım gösteriyor. Bunun dışında, turnuvaya katılan birçok sosyal merkez ve işgal evi de var; bu katılımcılar, aynı zamanda turnuvanın organizasyonunda da bizimle dayanışma gösteriyor. Bunlardan bazıları; Selanik’te bulunan Micropolis ve Sholeio sosyal merkezleri, yine Selanik’te bulunan işgal evi Terra Incognita, Kavala’dan başkaca işgal evleri…

Meydan Gazetesi- Kazananı da Kaybedeni de olmayan Bir Dövüş Turnuvası (2)

Turnuvaya kadınlar katılıyor mu?

Malamas: Kadın dövüşçülerin turnuvaya katılmasına tabi ki mümkün. Geçen senelerde de kadınlarla erkeklerin dövüştüğü oldu. Böyle bir kısıtlama yok; ancak bazen bir kadın dövüşçüyle bir erkek dövüşçünün hem uğraştıkları spor dalı açısından hem de ağırlıkları itibariyle eşleştirilmeleri zor olabiliyor. Her iki taraf da kendisine yapılan eşleşmeyi uygun bulduğu ve kadın-erkek dövüşünü talep ettiği sürece, turnuva dahilinde bir kadın ve bir erkek de dövüşebiliyor.

Turnuva dahilinde çekilen bazı fotoğraflarda, dövüşen iki kişinin elinin de, sanki her ikisi de maçı kazananmış gibi, hakem tarafından havaya kaldırıldığını görüyoruz.

Malamas: Anti-Faşist Dövüş Turnuvası’nın kazananı ya da kaybedeni söz konusu değil. Bu yüzden gördüğünüz o fotoğraflarda, her iki dövüşçünün de eli havaya kaldırılıyor.

Daha önce, turnuva dahilindeki maçlarda dövüşçüleri kazanan ya da kaybeden olarak belirlemenin iyi mi yoksa kötü mü olacağını aramızda tartıştık. Ancak biz, bildiğimiz diğer turnuvalarda da gördüğümüz rekabet duygusuna ya da karşı sporcuyu alt etme çabasına, döverek alaşağı etmeye karşıyız. Rekabet duygusunun turnuvada yer almasını ve bunun örgütlemek istediğimiz dayanışmayı engellemesini istemiyoruz. Bu turnuvayı dayanışma amaçlı, faşizme karşı bir arada olmak için düzenliyoruz. Yukarıda bahsettiğim gibi durumların yaşanmaması için, eşleştirmeleri yaparken dövüşçülerin bireysel özelliklerini ve yeteneklerini de göz önünde bulunduruyoruz. Böylece yapılan müsabakalarda, her iki tarafın da yaptıkları spordan keyif almasını, karşısındaki dövüşçüyü yenmek yerine onunla eğlenerek bedensel bir aktivite içine girmesini sağlamış oluyoruz.

Madem öyle, düzenlediğiniz bu etkinliğin ismi niye turnuva olarak geçiyor?

Malamas: Bir turnuvanın amacının, kazanan ya da kaybeden belirlemek olduğuna inanmıyoruz. Bizim için turnuva, beraberce yapılan bir şeyin parçası olmak.

Örneğin hırs ya da cinsiyetçi küfür gibi, turnuvanın ilkelerine aykırı durumlar söz konusu olduğunda ne yapıyorsunuz?

Malamas: Şu ana kadar, turnuvada cinsiyetçi küfürlerle hiç karşılaşmadık.

Anna: Ben bu turnuvaya 2 yıldır katılıyorum ve ilk katılmaya başladığımda, ben de durumu biraz garipsemiştim. Kazanan ya da kaybeden yoktu ve bu yüzden bu turnuvanın ne kadar başarılı olacağına dair bazı önyargılarım vardı. Ancak bu süre içinde fark ettiğim şu oldu; burada gerçekten çok güzel bir atmosfer var. Turnuva dahilinde oldukça iyi müsabakalar olduğunu gördüm; kendisini iyi yetiştirmiş sporcuların dahil olduğunu gördüm. Ve tabi ki bu sporcuların iyi dövüşmek, iyi bir müsabaka ortaya çıkarmak için bir çabaları oluyor.

Bir keresinde çok yetenekli bir kadın sporcuyla bir erkek sporcunun birbirleriyle dövüştüğünü gördüm; erkek olan dövüşçünün karşısındaki kadına hırsla ve alt etme dürtüsüyle saldırdığını, seyircilerinse bu duruma çok büyük tepki gösterdiğini gördüm. Seyirciler bağırarak ve olumsuz tezahürat yaparak gördükleri şeyi, erkek sporcunun yaptığını, onaylamadıklarını gösterdiler.

Burada seyirciler, rekabetsiz bir şekilde çıkarılan iyi dövüşleri alkışlıyorlar; çabanın ve çalışmanın getirdiği iktidarsız bedensel yeteneği destekliyorlar. Turnuvada insanların görmek istedikleri şey, birilerinin alt edilmesi değil; dövüş sanatlarıyla uğraşan insanların dayanışmayla beraber bir şeyler ortaya koyması, birbirlerine saygı göstermesi ve iyi vakit geçirebilmeleri.

Turnuva boyunca maçlar dışında etkinlikler yapılıyor mu, yapılıyorsa neler?

Malamas: Turnuva üç gün sürüyor. İlk gün tartışmalar, paneller, forumlar oluyor. Son iki gün ise dövüşler yapılıyor. Mesela geçen sene turnuvanın ilk gününde yapılan konuşmaların konusu, büyük şehirlerde yürütülen anti-faşist mücadeleydi. İtalya’dan, İsveç’ten, Atina’dan ve pek çok farklı yerden katılan insanlar oldu. Örneğin bir konuşmacı, futbol endüstrisinde yer bulan faşizmden, holiganların ne kadar faşist olabileceğinden ve bunun nedenlerinden bahseden bir konuşma yaptı. Başka bir konuşmacı, Almanya’daki faşizm üzerine konuştu. İtalya’dan gelen ve aynı zamanda İtalya boks şampiyonu olan bir konuşmacı ise İtalya’da bulunan, özörgütlülük ilkesiyle işletilen bir spor salonundan ve bu şekilde işletilen spor salonlarının dayanışma ağından bahsetti. Bu ve bunun benzeri, turnuvanın ilk gününde üzerinde durduğumuz, bilgi paylaşımı yaptığımız alanlar oluyor.

Dövüş sanatları öğrenmenin, sokakta bir faydasını görüyor musunuz?

Malamas: (Gülüyor) Evet, muhtemelen. Yani evet, avantajını görüyoruz, kesinlikle.

Bugüne dek turnuva dahilinde polis baskısı ya da faşist saldırı gibi olumsuz durumlarla karşı karşıya kaldığınız oldu mu?

Malamas: Hayır. Olumsuz bir tepkiyle karşılaşmadık, yani en azından bir saldırıyla karşılaşmadık. Ancak bir keresinde neo-nazi partisinin dağıttığı bir bildiri ile karşılaşmıştık. Bildiride, böyle bir turnuvanın düzenleniyor olmasından ne kadar rahatsız olduklarına dair bir şeyler yazıyordu. Elbette ki Anti-Faşist Dövüş Turnuvası’ndan rahatsız olacaklardı; çünkü faşistler, dövüş sanatları alanında kendilerine “asker” (kendi aralarına katılacak insanlar, bildiğimiz anlamda asker değil) bulabiliyorlar ve böylesi bir turnuva onların çalışmaları için de bir “tehdit”.

Röportaj için teşekkür ederiz. Dayanışmayla…

Röportaj: Zeynep Coşkunkan – Furkan Çelik

Bu söyleşi Meydan Gazetesi’nin 34. sayısında yayımlanmıştır

The post Kazananı da Kaybedeni de Olmayan Bir Turnuva Anti-Faşist Dövüş Turnuvası appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2016/06/21/kazanani-da-kaybedeni-de-olmayan-bir-turnuva-anti-fasist-dovus-turnuvasi/feed/ 0
Anarşist Kadınlar Ne İstiyor? https://meydan1.org/2016/02/28/anarsist-kadinlar-ne-istiyor/ https://meydan1.org/2016/02/28/anarsist-kadinlar-ne-istiyor/#respond Sun, 28 Feb 2016 19:19:58 +0000 https://test.meydan.org/2016/02/28/anarsist-kadinlar-ne-istiyor/ İnsanlık tarihinde erkek, iktidarlı ve devletli toplumlara geçiş ile birlikte, iktidara sahip olan oldu ve iktidarı eline her aldığında, bunu kadın üzerinde kullanmaya başladı. Erkek egemen toplumlarda kadın, yüzyıllar boyunca erkek egemenliği tarafından teslim alındı, kendisine dayatılan toplumsal rollerle bu egemenlik altında baskılandı. Devlet, erk şiddeti üretti; bu şiddet her daim kadın bedeninde somutlaştı. Bugün […]

The post Anarşist Kadınlar Ne İstiyor? appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
anakapak

İnsanlık tarihinde erkek, iktidarlı ve devletli toplumlara geçiş ile birlikte, iktidara sahip olan oldu ve iktidarı eline her aldığında, bunu kadın üzerinde kullanmaya başladı. Erkek egemen toplumlarda kadın, yüzyıllar boyunca erkek egemenliği tarafından teslim alındı, kendisine dayatılan toplumsal rollerle bu egemenlik altında baskılandı. Devlet, erk şiddeti üretti; bu şiddet her daim kadın bedeninde somutlaştı.

Bugün içinde yaşamak zorunda bırakıldığımız kapitalizm, insan ilişkilerinin sonsuz yıkımından ve en çok da kadın-erkek ilişkileri arasında kurguladığı tahakkümcü sömürüden beslenmektedir. Erkek egemen iktidarlar, cinsiyetçi tahakküm biçimleriyle; yaşamın militarizasyonuyla; emeği, bedeni ve özlüğü alınıp satılabilen bir metaya dönüştüren kapitalizmle; kadını, var olan bu krizin “ezilmekte olan nesneleri” haline getirmektedir.

Devlet, toplumun temelini aileye sıkıştırırken; kadını da aileye kapattı. Dinsel öğretiler, kültürel ve ahlaki normlar, kurallar, yasalar, örf ve adetler, sürekli olarak yaşanmakta olan bu cinsiyetçiliği normalleştirdi. Bugün, biyolojik cinsiyetten çok farklı olarak tartıştığımız “toplumsal cinsiyet”, cinsler arasındaki iktidarı belirledikçe, kadının konumunu ev içinde belirledi, bedenini cinselliği üzerinden tahakkümü altına aldı ve cinsiyetler arası eşitsizliği besleyen, koruyan ve sürekli olarak üreten durumlar yarattı.

Kadınlar, erkek egemen bir sistemde, farklı tahakküm biçimleriyle sömürüye maruz kalırken; bu durum her zaman bir iktidarın var olmasından kaynaklandı.

Anarşizm sadece siyasal ya da ekonomik iktidarın değil hepsinden öte, insanın insan üzerinde kurduğu iktidarın ortadan kaldırılması gerekliliğinden hareket eder. Cinsiyetler arası ezilmeyi sınıflı toplumdan öncesine dayandıran Kropotkin, bu ezilme durumunun insan ile insan arasındaki hiyerarşik yapının ortaya çıkması ile açıklar. Kropotkin hiyerarşinin başlangıcını, patriyarkal ailenin ortaya çıkışına dayandırırken; bireysel servet ve güç toplamayla, bunların babadan oğula aktarılmasını da cinsiyetler arası hiyerarşinin kaynağı olarak ele alır.

İktidarın şiddeti kimi zaman devlet şiddeti olarak karşımıza çıkarken; biz kadınlar içinse bu şiddet yoğunluklu olarak erkekte vücut buluyor. Kadınların, taciz ve tecavüze uğradığı, bu tecavüzlerin devlet eliyle meşrulaştırıldığı; “erk”ek terörüyle sistematik olarak katledildiği; eve, aileye kapatıldığı ve her zaman erkeğe biat etmek zorunda bırakıldığı bugünlerde, kadınlar olarak bir kez daha soruyoruz. Kapatıldığımız hücrelerden; sıkıştırıldığımız sömürüden ve tutsaklıktan nasıl kurtulacağız? Yaşamlarımızın kontrolünü kendi elimize almak için; erkek egemenliğinin baskısından ve şiddetinden kurtulmak için; yaşamlarımız ve özgürlüğümüz için ne istiyoruz?

MÜCADELE

İktidar, var olan cinsler arasında ezen erkek ya da ezilen kadın ayrımı yapmaksızın, tüm cinsleri baskılamayı ve tahakkümü altında sindirmeyi ister. Söz konusu bu iktidar kimi zaman yer değiştirse de, yoğunluklu olarak erkekte vücut bulur. Ancak bu durum, sorunun esas kaynağının “iktidarın varlığı” olduğunu ortadan kaldırmaz.

Kapitalizmin gelişimiyle kendini var eden ve geliştiren ataerkil kültür, kadını, hem bedeni, hem kimliği, hem de emeği ile sömürür. İçinde yaşadığımız bu baskıcı kültürün yansıması olarak kadın, her daim korunması gereken bir “nesne” olarak görülür.

Bizlere dayatılan bu yok oluşu yıkmak ve kendimizi, kendi ellerimizle var edebilmek için, mücadele etmekten başka bir yolumuz yok. Kapitalizme, erkek egemenliğine ve her ikisinin de temelinde yatan iktidara karşı yaşamlarımızı geri almak; tüm insanlığın dönüşümünü sağlamak için, bütünlüklü bir mücadele kaçınılmazdır.

ÖZGÜRLÜK

İktidarın varlığı demek, özgürlüğün yok oluşu demektir. İktidarın babada, sevgilide, abide ya da herhangi bir erkekte somutlaştığı bir yerde ise kadının özgürlüğü asla mümkün değildir.

Kadının kapatıldığı hücresinde (ev, işyeri, aile…) mutlu, özgür ya da “eşit” olduğu yanılgısına kapılanlar, kadının kurtuluşunu “onu baskılayan iktidarı ele geçirmesinde” ararlar. Ancak kadının özgürleşmesi ne “erkeğe eşitlenmekle” ne de varlığını baskıdan ve yok saymadan alan iktidarı ele geçirmekle mümkündür. Kadın, özgürlüğü düşledikçe, düşlediğini eyledikçe ve ancak kapatıldığı hücrelerin her birini parçaladıkça özgürleşecektir.

Kadının ya da bireyin özgürleşmesiyle toplumun özgürleşmesi arasında bir öncelik ya da sonralık ilişkisi kuranlara karşı, biz kadınlar özgürleşirken, bütün bir yaşamı da özgürleştireceğiz. “Birimiz bile özgür değilsek hepimiz tutsağız.”

PAYLAŞMA ve DAYANIŞMA

İçinde bulunduğumuz kapitalist işleyiş, bireyi “tekleştirir” ve yalnızlaştırırken; erkek egemenliğinin baskısı da kadını yalnızlaştırarak bitmeyen bir tecrite sürükler. İktidar, bu tecritten kurtuluşunun mümkün olmadığını her vurguladığında; buna alışmayı ya da biat etmeyi salık verir.

Ekonomik olarak da, kültürel olarak da, bireyi bir yalnızlığa sürükleyen iktidar, bu yalnızlığın, kadınların tüm yaşamına yansımasına ve tekrar tekrar kadını hiçleştirmesine zemin sağlar. Kurtuluşunu “daha iyi”, “daha mutlu”, “daha zengin”, “daha güzel” olmakta aramak zorunda bırakılan kadın, tüm yaşamı boyunca asla ulaşamayacağı bir “daha” için sürüklenip durur.

Kapitalist ekonomik düşünceye yabancı ve ona düşman olan paylaşma ve dayanışma ruhuysa; tüm dayatmalara karşı kadının özgürleşmesine yardımcı olacak temel unsurlardır. Tüketim nesnesi ya da erkeğin baskının sindirdiği nesne olmayı reddeden her bir kadın; bir arada durdukça ve yaşamı paylaştıkça özgürleşebilecektir. Kadın, paylaşmayla ve dayanışmayla, özgürlüğün ve adaletin gerçekleştiği toplumsal düzen olan anarşizmle bunu gerçekleştirebilecektir. Ancak duygudaşlıkla, karşılıklı yardımlaşmayla ve yoldaşlıkla paylaşılan, pratikle yoğrulmuş bir yaşam kadını özgürleştirecek; dayanışmayla özgür bir yaşam inşa edilecektir.

BEN OLMADAN BİZ OLAMAYIZ

İktidarın mutlaklaşmasının ölçüsü, iktidar olanın da ona tabi olanın da bu güce tapınma ölçüsüdür. Karşılıklı bir ilişki biçimi olan iktidarın varlığında, güce biat eden, iktidarın baskıladığı bir nesneye dönüşür. İktidar ise sahip olduğu bu gücü yitirme kaygısına kapıldıkça, aynı gücün kölesi haline gelir.

Erkek egemen sistemde söz konusu olan kadın erkek ilişkisi de, bahsedilen bu karşılıklı ilişkinin bir yansımasıyla var olur. Erkek sahip olduğu güçle, bu gücün kölesine; kadınsa erkeğin sahip olduğu bu gücün tahakkümü altında bir köleye dönüşür. Böylesi bir düzen içerisinde kadının özgürleşmesi, öncelikli olarak, iktidarı elinde bulunduran erkeğe biat etmeyi reddetmesinden geçer.

Kadın, iktidarı ve aynı iktidarın yarattığı tüm tahakküm biçimlerini reddettikçe kendisini var edebilir. Gücün karşısında durarak ve bu güce direnerek aktif bir “özne” haline gelen kadın, ancak böylelikle kendini gerçekleştirebilir ve kendi devrimini yaratabilir. Kadının bu içsel devrimi, düşlediğini eyleyen, yaşamlarının kontrolünü eline alan, özgürleşen kadınların ve tüm insanların devrimidir.

ÖZSAVUNMA

İktidarın var olduğu her alanda sürdürdüğü saldırısı, onun baskısına karşı mücadele edenlerin direnişiyle karşılaşır. İktidar yok etmek için, asimile etmek için ya da yalnızca kendi hegemonyasını artırmak için doğrudan ya da dolaylı olarak saldırdıkça, her daim bir savunmayla karşılaşır. Kadınsa, çoğu zaman bu saldırıların da savunmanın da en temel öznesidir.

İktidar, erkeğin saldırısında somutlaştığında, kadın için şiddete karşı direnmek esas olmuş; devletin kendisinde somutlaştığında, özsavunma, bir var olma mücadelesi olmuştur. Kadın erkek tarafından düşünsel, bedensel, yani doğrudan yaşamsal bir saldırıya maruz kaldığı her an direnmekten başka bir yol seçmemelidir. Kadını “korunmaya muhtaç” addeden iktidar kodlarının karşısında kadın; kendi yaşamına yön veren aktif bir özne olarak, dolaylı ya da dolaysız olsun, hem iktidarın şiddetine hem de erkeğin şiddetine karşı direnerek, özünü savunarak özgürleşir.

ÖZÖRGÜTLÜLÜK

Kapitalizm, üretim ve tüketim döngüleri içerisinde, en alt basamaktan en son basamağa kadar, bireyleri ve toplum içi ilişkileri, kendi var oluşunu esas alarak düzenler. Var oluşu gereği tek olamayacağını öngören iktidar, “iktidar olmak ya da kalmak” için kendisini var edecek her bir özneye muhtaçtır. Kapitalizmin en önemli özelliği de, iktidarını yalnızlaştırılmış bireyler topluluğunun bütününde var etmektir.

Böylesi bir yaşam içinde “birey”den ve dolayısıyla kadından bahsetmek imkansızdır. Kapitalist ilişki biçimlerinde “tüketilmiş”, iktidarlı toplum yapısında “baskılanmış”, erkeğin ardında “yok edilmiş” olan kadının, söz konusu bu koşullar altında kendini yeniden var edebilmesi, ancak kendi gibi olan kadınlarla bir araya gelmesiyle mümkündür. İktidarlı ilişkilerin yarattığı tüm siyasal, ekonomik ve sosyal yıkıma karşı kadının özgürleşmesinin yegane yolu, kendisine ve başkasına yönelen tahakküme karşı çıkmak , bu tahakküme karşı çıkan başka kadınlar da bir arada durmak, el ele vermek, örgütlenmektir.

ÖZYÖNETİM

Toplum içerisindeki bireylerin, paylaşma ve dayanışmayı esas alan bir yaşam anlayışıyla ve doğrudan demokratik karar alma süreçleriyle işlettikleri özyönetim modelinde toplum, özörgütlenmeler aracılığıyla organize edilir. Ekolojik uyumu, cinsiyet ilişkilerindeki tahakkümün ortadan kaldırılmasını, mülkiyet ve kapitalizmin dayattığı tüketimin karşısında paylaşım kültürünü esas alan bu model; tahakküme dayalı tüm ilişki biçimlerini ortadan kaldırır.

Özyönetim modelinin işleyişi, iktidarsız bir toplumsal ilişki biçimiyle ve doğrudan demokratik karar alma süreçleriyle mümkündür. Özyönetimle, toplumun yönetilmesi değil; halkın kendini örgütleyebilmesi sağlanır. Söz konusu bu modelde toplum, merkezsiz birliklerle organize edilir.

EKOLOJİK UYUM

İçinde bulunduğumuz ekosistemde, sadece insanlarla değil, tüm canlı ve cansız varlıklarla ilişki halindeyiz. Bu ilişki, toplumsal ilişkinin de bir belirlenimi. İktidarlı toplumlarda insanın insanı sömürmesinin zemini olan kapitalist anlayış, insanın doğa üzerindeki tahakkümünü de meşrulaştırmak ister; çünkü böylece doğanın sömürüsünü de meşrulaştıracaktır.

İktidarlı toplum yapısına geçişle “doğadan ayrılmış bir insan” anlayışı, doğa üzerindeki tahakkümü açığa çıkarmıştır; dolayısıyla doğanın bir parçası olan kadının üzerindeki tahakkümü de. Hiyerarşik toplumun iktidarlı ilişki biçimi, erkeğin kadın üzerindeki tahakkümünü yarattıktan sonra, doğanın sömürülmesine, talanına ve yıkımına yol açmıştır. Yani esas olarak ekolojik talan, “erk”eğin kadın üzerindeki tahakkümüyle doğmuştur.

İnsan, ancak doğanın bir parçası olduğunu fark edip, bu uyuma dahil oldukça özgürleşebilir. Özgürlük, doğadaki hiçbir bileşen (insan, hayvan, varlık vs.) arasında önem hiyerarşisi olmaksızın kurulacak bütünlüklü bir mücadeleyle yaratılabilir. İktidar merkezli bir anlayışa karşı oluşturulacak hiyerarşisiz, statüsüz, otoritesiz, mülkiyetsiz, iktidarsız yaşam, bütün bileşenleriyle, ekosistemin kurtuluşu olacaktır. Yaşam tutsaklıktan kurtulduğunda, kadın da özgür olacaktır.

DOĞRUDAN DEMOKRASİ

Toplumu yönetenlerin, hükümetin daha ötesinde devletin, biz yönetilenler üzerinde hiç umursamadan aldığı kararları uygulaması, bu kararları zor ile dayatması ve temsili demokrasi çerçevesinde bizi bu yönetime müdahil oluyormuşuz gibi göstermesi bir demokrasi aldatmacasıdır. Özgürlüğü “sunulan alternatiflerden birini seçme”ye odaklayan çoğulcu demokrasiye karşı, anarşizm, öznesi olan bütün bireylerin etkin bir şekilde katılacağı, bir parçası ve yönlendiricisi olacağı karar alma süreçleri işletir.

Kadını zaten görünmez kılan bu demokrasi aldatmacasıyla, “seçme ve seçilme hakkı” adı altında, tarih içerisinde kadına yönelik bazı politikalar işletilmiş olsa da, kadının özgürleşmesi konusunda bir uygulama değişikliği olmamıştır. Hükümetlerin politikaları, kendi iktidarlarına biat etmesini istedikleri hemen herkesi, kadınları da, oyalamıştır.

Anarşizm, buna karşı bir pratik olarak işlettiği doğrudan demokrasiyle, kişinin etkin bir özne olmasına zemin olmuştur. Bilginin de emeğin de bir tahakküm aracına dönüştürülmeksizin var olduğu doğrudan demokratik yöntemde, karar alma süreçleri hiyerarşi olmadan işletilir, kişilerin bu sürece katılımı esas alınır. Deneyimlinin deneyimsiz üzerindeki tahakkümüne karşı işleyen bu yöntemle, iktidarın baskısıyla nesneleştirilmiş olan bireyler yeniden bir özne haline gelir ve kendini gerçekleştirmeye başlar.

Doğrudan demokrasi; kadının yok sayıldığı iktidarlı ilişki biçimlerine, kadının özgürlüğünün meclisteki %50 koltuk oranına sıkıştırılmasına ve “erkek egemenliğinin sunduklarından birini seçme”ye karşı, özgürleşmenin esas pratiğidir.

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 32. sayısında yayımlanmıştır.

The post Anarşist Kadınlar Ne İstiyor? appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2016/02/28/anarsist-kadinlar-ne-istiyor/feed/ 0
Unutmayacağız Affetmeyeceğiz https://meydan1.org/2015/09/11/unutmayacagiz-affetmeyecegiz/ https://meydan1.org/2015/09/11/unutmayacagiz-affetmeyecegiz/#respond Fri, 11 Sep 2015 12:47:57 +0000 https://test.meydan.org/2015/09/11/unutmayacagiz-affetmeyecegiz/ Arkadaşlarımız Kobanê’ye geçemedi, ama onların düşünceleri, hayalleri, umutları hiç bir zaman son bulmayacak. Oyuncaklar başka başka çantalarda, hayaller başka başka yüreklerde Kobanê’ye akmaya devam edecek. Efrin, Kobanê ve Cizire kantonlarının oluşumunun ardından Rojava Devrimi’nin gerçekleşmesi ve Kürt halkının öz örgütlülüğü, bölgede çıkarları olan devletleri rahatsız etti. IŞİD, bu devletlerin de desteğiyle saldırı gerçekleştirince Kobanê’yi ortadan […]

The post Unutmayacağız Affetmeyeceğiz appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>

Meydan Gazetesi- Unutmayacağız Affetmeyeceğiz

Arkadaşlarımız Kobanê’ye geçemedi, ama onların düşünceleri, hayalleri, umutları hiç bir zaman son bulmayacak. Oyuncaklar başka başka çantalarda, hayaller başka başka yüreklerde Kobanê’ye akmaya devam edecek.

Efrin, Kobanê ve Cizire kantonlarının oluşumunun ardından Rojava Devrimi’nin gerçekleşmesi ve Kürt halkının öz örgütlülüğü, bölgede çıkarları olan devletleri rahatsız etti. IŞİD, bu devletlerin de desteğiyle saldırı gerçekleştirince Kobanê’yi ortadan kaldırabileceklerini düşündüler. Ancak IŞİD, bölgede yaşayan halkların öz savunma birlikleri olan YPG ve YPJ güçleri tarafından önce duraklatıldı, ardından da geri püskürtüldü. Şimdi de uzaklaştırılıyor. Sonunda kaybeden, savaş boyunca IŞİD’i desteklemeyi sürdüren TC devleti oldu.

Savaşın sonlarına doğru, ağır silahlar ve bombalarla yıkıntıya dönen Kobanê’ye bakıp “düştü, düşecek” diyenler, orada yıkılanın yalnızca binalar olduğunu, halkların öz örgütlülüğüyle örülen yaşamın ise bu saldırılarla yok edilemez olduğunu anlamakta zorlandılar.

Ellerine geçirdikleri kazma kürekle direnenleri, ilerlemiş yaşlarına rağmen ellerine silah alıp nöbet tutanları, okullarını bırakıp direnişe katılmak için sınırdan geçmeye çalışırken askerlerce vurulanları anlamadıkları gibi. Kobanê’nin sesini dünyaya duyurmak için tüm sokakları eylem alanına çevirenlerin, üzerlerine gerçek mermiler yağdırılmasına rağmen geri çekilmemelerini de anlayamadılar. Tüm dünyadan devrimcilerin Kobanê için bir şeyler yapmak isteğiyle Suruç’a akın etmelerini de.

Parayla maaşa bağladıkları, sahte cennet vaatleriyle beyinlerini yıkadıkları IŞİD’in, bir nevi cihattaymış gibi saldırarak, boğaz keserek, kadınlara tecavüz ederek ya da köle gibi pazarda alıp satarak ortaya koyduğu manzara, bir süre sonra değişti. Değişmek zorundaydı. Çünkü aslında Kobanê, IŞİD’in işgal etmek istediği herhangi bir yerden farksız, ama Kobanêliler için, Rojava Devrimi için yaşamsal. Yaşamla ölümün, yaşatmakla katletmenin savaşıydı bu. Ve yaşam mutlaka kazanacaktı. Kobanê’de bu oldu, yaşam kazandı.

Sıra Kobanê’nin yeniden inşasına gelmişti. Bu konuda herkes neler yapabileceğini konuşmaya başlamıştı. Öncelikli olarak hastaneye ihtiyaç vardı, bir sağlık ocağına en azından. Konuta da.

Hemen herkesin yapabileceği bir şeyler muhakkak olmalıydı. Gençler de bu inşaya bir yerinden dahil olmak istiyorlardı. Onlar da çocuklar için bir şeyler yapmayı planladılar. Bu savaşın en ağır yüklerinden biri çocukların omzundaydı. Belki oyun oynama yaşındaydılar. Ama savaşın ortasındaydılar. Buldukları mermileri bilye gibi oynamak olmuştu oyunları. İşte şimdi, hiç tanımadıkları insanlar onlara oyuncak getirecekti.

Gençlerin kimisi oyuncak alabilmek için harçlıklarını biriktiriyor, kimisi kapı kapı dolaşıp oyuncak topluyordu. Çantalar, oyuncaklarla beraber umutlarla da doldurulmuş ve yola çıkılmıştı. Ama devlet yine devletliğini göstermiş, patlattırdığı bir bomba ile bu yolculuğu Kobanê’ye varmadan sonlandırmıştı.

Eylem alanlarında, direnişlerde yan yana durduğumuz, omuz omuza mücadele ettiğimiz, arkadaşlarımız, kardeşlerimiz, yoldaşlarımız, devletin sinsi bir planı sonucu katledilmişti. Kader’leri, Bedrettin’leri, Suphi’leri, Arin’leri katledenler bu kez 33 arkadaşımızı aldı aramızdan. Polen’i, Büşra’yı, Ezgi’yi, Çağdaş’ı, ellerinde kara bayraklarıyla iktidarlara, devletlere öfkesini dillendiren Alper’i, Vatan’ı, Evrim Deniz’i, Med Ali’yi… Çünkü devlet, Kobanê devrimini istemediği gibi şimdi de Kobanê’nin yeniden inşasına tahammül edememiş, dayanışmayı engellemek üzere bombasını bu kez de Suruç’ta patlatmıştı.

Oysa anlamadığı bir şey daha vardı devletin. O da, ölümle bizi korkutamayacakları gerçeği. Evet, arkadaşlarımız Kobanê’ye geçemedi, ama onların düşünceleri, hayalleri, umutları hiç bir zaman son bulmayacak. Oyuncaklar başka başka çantalarda, hayaller başka başka yüreklerde Kobanê’ye akmaya devam edecek. Çünkü her birimiz, yüreğimizde yeni bir dünya taşıyoruz. Ta ki özgür bir yaşamı yaratana kadar.

Anarşist Gençlik’in Suruç Katliamı’nda yaşamını yitiren arkadaşlarının anısına yazmış oldukları yazıdır.

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 28. sayısında yayımlanmıştır.

The post Unutmayacağız Affetmeyeceğiz appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2015/09/11/unutmayacagiz-affetmeyecegiz/feed/ 0
ODTÜ İşçileri Taşeronlaştırmaya Karşı Direniyor https://meydan1.org/2015/06/02/odtu-iscileri-taseronlastirmaya-karsi-direniyor/ https://meydan1.org/2015/06/02/odtu-iscileri-taseronlastirmaya-karsi-direniyor/#respond Tue, 02 Jun 2015 15:46:30 +0000 https://test.meydan.org/2015/06/02/odtu-iscileri-taseronlastirmaya-karsi-direniyor/ Merhabalar, öncelikle ODTÜ Emekçi Meclisi’nin kuruluş aşamasından bahseder misiniz? Bu fikir nasıl ortaya çıktı ve nasıl hayata geçti? ODTÜ Emekçi Meclisi’nin nasıl bir yapısı vardır? ODTÜ Emekçi Meclisi; geçtiğimiz Ocak ayında ODTÜ’de yapılan iş sözleşmesinin, biz taşeron işçilerin bilgisi dışında yapılıyor olmasının ardından, sözleşmedeki maddelerin işçilerin aleyhine olmasından dolayı, işçi arkadaşlarımızın bir araya gelerek oluşturduğu […]

The post ODTÜ İşçileri Taşeronlaştırmaya Karşı Direniyor appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>

Meydan Gazetesi- ODTÜ İşçileri Taşeronlaştırmaya karşı Direniyor

Güvencesizleştirme ve geleceksizleştirme politikaları özellikle taşeron işçileri hedefine almaktayken; işçiler ise her yerde direniyor. Kendilerine dayatılan keyfi uygulamalara ve sömürüye karşı, yaşamları için direnen işçiler, bir araya gelerek örgütleniyor.

ODTÜ’deki taşeron işçiler de kendilerine “ODTÜ Emekçi Meclisi” adını veren oluşumla, Ocak ayından bu yana, sömürüye ve taşeronlaştırmaya karşı direniyorlar. Meydan Gazetesi olarak, ODTÜ Emekçi Meclisi ile yaptığımız röportajı sizlerle paylaşıyoruz.


Merhabalar, öncelikle ODTÜ Emekçi Meclisi’nin kuruluş aşamasından bahseder misiniz? Bu fikir nasıl ortaya çıktı ve nasıl hayata geçti? ODTÜ Emekçi Meclisi’nin nasıl bir yapısı vardır?

ODTÜ Emekçi Meclisi; geçtiğimiz Ocak ayında ODTÜ’de yapılan iş sözleşmesinin, biz taşeron işçilerin bilgisi dışında yapılıyor olmasının ardından, sözleşmedeki maddelerin işçilerin aleyhine olmasından dolayı, işçi arkadaşlarımızın bir araya gelerek oluşturduğu topluluktur. Kararların hep birlikte alındığı, herkesin söz sahibi olduğu, haftalık yapılan toplantılarda işçilerin sorunlarının ele alındığı bir meclistir.

ODTÜ Emekçi Meclisi’nde öz-örgütlülüğe vurgu yapıldığını görüyoruz. Bu konuda karşımızda pek az örnek duruyor. Bu konudaki çabalarınızın ve deneyimlerinizin benzer şekilde öz-örgütlü yapılanmaların oluşmasında ne gibi etkileri olabileceğini düşünüyorsunuz?

Öz-örgütlülükten kastımız sadece işçilerden oluşan ve kararları sadece işçilerin verdiği, herhangi bir siyasi yapının içinde ya da yanında olmayan bir öz-örgütlülüktür. Bu öz-örgütlülüğü yaratırken tüm işçi arkadaşlarımızla bir araya gelmeye çalıştık. Sorunlarımıza, dertlerimize ortak olduk. Yüzünü bile bilmediğimiz arkadaşlarımızla tanışmak, bizim için en önemli deneyim oldu. Emekçi Meclisimizin bu örgütlülüğünün ve mücadelesinin diğer bileşenlere de örnek olmasını umuyoruz.

ODTÜ Emekçi Meclisi, Rektörlük ve Medico (Sağlık ve Rehberlik Merkezi) önünde çeşitli eylemler düzenlemişti. Eylemlerinizden ve taleplerinizden bahsedebilir misiniz?

Nisan ayı başında Rektörlük önünde gerçekleştirdiğimiz eylemimizin ana talepleri arasında insanca yaşayabileceğimiz bir ücret; ODTÜ yönetiminin keyfi olarak kullandığı iş kollarının işçiler lehine düzenlenmesi; yetersiz sayıda personelle çok fazla iş yaptırılmasının durdurulması; idari amirler başta olmak üzere, yöneticilerden gelen her türlü psikolojik şiddetin, mobbingin, tacizin son bulması; korumasız ve gereken eğitim verilmeden yaptırılan işlerin son bulması; diğer personel ve öğrenci arkadaşlarımız gibi Sağlık Merkezi’nden faydalanmak; çalışma şartlarımızın düzeltilmesi; çocuklarımızın kreşten eşit koşullarda faydalanması; sağlık sorunları nedeniyle aldığımız raporlar nedeniyle ücretlerimizde kesinti yapılmaması vardı. Yaklaşık 300 kişinin katıldığı bu eylemde, rektörlük binası önünde taleplerimizi tek tek haykırdık ve bu taleplerin yazılı olduğu dilekçeleri rektörlüğe ilettik.

Son eylemlerinizde temsilciler rektörlük ile konuşmaya gitmişti. Rektörlüğün talepleriniz karşısındaki tavrı ne oldu?

ODTÜ yönetimi bizi dinledi fakat imkanları olduğu halde, hiçbir hak talebimize karşılık vermediler.

ODTÜ, emekçinin yanında olan bir okul olarak bilinse de, sizin talepleriniz karşısındaki tutum bu görünen ODTÜ profiline ters düşüyor. Sizler bu konu hakkında ne düşünüyorsunuz?

Yine Nisan ayında düzenlediğimiz bir eylemde, ODTÜ yönetiminin işçilere yapılan haksızlığa sessiz kalmasına karşı, yönetime bir mektup yazmış ve düşüncelerimizi onlara iletmeye çalışmıştık. Öğrencilerin ve akademisyenlerin de destek verdiği eylemde, yönetime yazdığımız mektubu okumuş, taleplerimizi de yinelemiştik. Mektubumuzun son sözü de: “Unutmayın ki en büyük isyanları aç karınlar doğurur” idi.

Son günlerde ODTÜ Emekçi Meclisi’ndeki işçilerin DİSK’e bağlı Genel-İş Sendikası’na üye olduğunu biliyoruz. Sendikalaşma sürecinizden bahsedebilir misiniz?

ODTÜ Emekçi Meclisi olarak, haftalık düzenli yaptığımız toplantılar sonucunda aldığı karar neticesinde, DİSK Genel-İş Sendikası’yla sendikalaşma sürecine başladık. Kısa sürede de yeterli sayıya ulaştık.

Önümüzdeki süreçte nasıl eylemlerde bulunmayı planlıyorsunuz?

Haklarımızı alıncaya kadar mücadelemize devam edeceğiz.

Meydan Gazetesi olarak, sömürüye ve taşeronlaştırmaya karşı vermiş olduğunuz mücadelenizi selamlıyoruz.

Meydan Gazetesi için bu röportajı gerçekleştiren Taçanka’dan yoldaşlara teşekkür ederiz.

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 27. sayısında yayımlanmıştır.

The post ODTÜ İşçileri Taşeronlaştırmaya Karşı Direniyor appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2015/06/02/odtu-iscileri-taseronlastirmaya-karsi-direniyor/feed/ 0
Enternasyonel Anarşist Federasyonlar Toplantısı https://meydan1.org/2015/03/10/enternasyonel-anarsist-federasyonlar-toplantisi/ https://meydan1.org/2015/03/10/enternasyonel-anarsist-federasyonlar-toplantisi/#respond Tue, 10 Mar 2015 13:32:12 +0000 https://test.meydan.org/2015/03/10/enternasyonel-anarsist-federasyonlar-toplantisi/ Devrimci Anarşist Faaliyet (DAF), bu yılki ilk toplantısı Fransa’nın Paris şehrinin kuzeyinde Saint Denis bölgesinde gerçekleştirilen Enternasyonel Anarşist Federasyonlar toplantısına davet edildi. Attieke Sosyal Merkezi’nde yapılan panelde DAF, “Rojava Devrimi ve Kobanê Direnişi Değerlendirmesi” başlıklı bir konuşma gerçekleştirdi. Fransa’da faaliyet yürüten anarşist örgütlenmelerin oluşturduğu “Rojava ile Dayanışma Anarşist Kolektifi” özellikle Kobanê Direnişi’nin başladığı günlerden itibaren […]

The post Enternasyonel Anarşist Federasyonlar Toplantısı appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>

Meydan Gazetesi- Entarnasyonal Anarşist Federasyonlar Toplantısı

Devrimci Anarşist Faaliyet (DAF), bu yılki ilk toplantısı Fransa’nın Paris şehrinin kuzeyinde Saint Denis bölgesinde gerçekleştirilen Enternasyonel Anarşist Federasyonlar toplantısına davet edildi. Attieke Sosyal Merkezi’nde yapılan panelde DAF, “Rojava Devrimi ve Kobanê Direnişi Değerlendirmesi” başlıklı bir konuşma gerçekleştirdi.

Fransa’da faaliyet yürüten anarşist örgütlenmelerin oluşturduğu “Rojava ile Dayanışma Anarşist Kolektifi” özellikle Kobanê Direnişi’nin başladığı günlerden itibaren oldukça etkili eylem ve etkinlikler gerçekleştirmişti. Bölgede siyasi mülteci ve işçi olarak bulunan çok sayıda bu coğrafyadan göç etmiş bireyin de katıldığı eylemlikler, geçtiğimiz aylarda Kobane ve Türkiye’de de ses getirmişti.

14 Şubat Cumartesi akşamı saat 19:30’da Attieke Sosyal Merkezi’nde Devrimci Anarşist Faaliyet’in davet edildiği “Rojava Devrimi ve Kobanê Direnişi Değerlendirmesi” adlı panel gerçekleştirildi.

Devrimci Anarşist Faaliyet adına konuşma yapan Alp Temiz konuşmasında Rojava Devrimi ve Kobanê Direnişi sürecinde yer alan DAF’ın bu mücadelede yer almasının haklı gerekçelerini açıkladı.

“Bu buluşmanın Kobanê Zaferi’nden sonra gerçekleşiyor olması gerçekten mutluluk verici. Rojava Devrimi’nin başından Kobanê Zaferi’ne dek dayanışma içerisinde olduğumuz tüm yoldaşlarımızı zaferin heyecanı ve Rojava topraklarının kapitalizmden, devletlerden, tüm iktidarlı ilişki biçimlerinden uzak bir şekilde tekrar yapılandırılacak olmasının umuduyla selamlıyoruz.” sözleriyle çeşitli coğrafyalardaki anarşist örgütlenmelerin düzenledikleri dayanışma eylemlerine vurgu ve selamlama yapılarak başlayan konuşma şu sözlerle sürdürüldü:

“130 gündür hepimiz, Rojava Devrimi’nin kalbi olan Kobanê’deki halkın, öz-örgütlülükle yaşamları için mücadelesine tanık olduk. Hepimiz özgürlük için mücadele eden kadınların, erkeklerin; yaşlıların, gençlerin, IŞİD’e karşı, Esad’ın devletine karşı, TC’ye karşı, bölgede kapitalist çıkarları olanlara karşı, medyanın çarpıtmasına karşı devrim umudunu nasıl yeşerttiğine şahit olduk.

Coğrafyanın dört bir yanında savaşların Ukrayna’dan Mısır’a, halkları suni ayrımlarla böldüğü bir zamanda; sınırları yok eden bir dayanışmanın parçası olduk. Devletlerin ve kapitalistlerin çıkarları için yaratılan savaşlara karşı özgürlük mücadelesinin birer parçası olduk. Büyük orduları olan devletlerin, devletler üstü kurumların durduramadığı ‘üretilmiş şiddet’ olan IŞİD’i Kobane’den geçirmeyen direniş hattının bir barikatı olduk. ‘Kobane düştü-düşecek’ diyenlere, Kobane’yi fantazi olarak görenlere Kobane Direnişi’ne yönelik ısrarlı sahiplenmemizle cevap olduk.

Bütün bunların hepsini, bu süreçte yarattığımız anarşist dayanışmamızla gerçekleştirdik. Dünyanın farklı coğrafyalarındaki yoldaşlarımız; sesimizi, gücümüzü, kararlılığımızı, umudumuzu ve inancımızı büyüttü. Anarşist tarihin bir yerinde; belki Durrutilerin, Ascasoların FORA’lı yoldaşları tarafından okyanusun ta öbür yanında gerçekleştirdikleri, belki Japonya’da asılacak yoldaşları için Emmaların gerçekleştirdikleri dayanışma, bize bir kez daha hatırlattı: Dayanışma en büyük silahımızdır.

Şimdi Rojava halkı yaşamını yeniden inşa edecek. Yaşam iktidarlardan uzak bir şekilde tekrardan örgütlenecek. Kobane Direnişi ile daha fazla görünür kılınan Rojava Devrimi, bu dayanışmadan yoksun kalmayacak. Yoldaş Durruti’nin söylediği gibi “Yıkıntılardan korkmayanlar, bütün dünyayı yeniden yaratacak.”

Bu süreçte, dünyanın farklı yerlerinden anarşist örgüt, grup ve bireylerin beraber örgütlediğimiz bu dayanışma ağını büyütmeye yönelik çabalarını takdir ediyoruz. Bütün bunları hep beraber deneyimlerken aslında bir şeye vesile olmuş olduk; mevcut politik gerçekliğe anarşist bir perspektiften dahil olma ve yorum getirme. Bu süreçte anarşist örgütler ve gruplar arasında meseleye ilişkin farklı değerlendirmeleri içeren birçok yazı yayımlandı. Farklı coğrafyalardan birçok yoldaş Kobanê’ye ve sınır köylere geldi ve değerlendirmelerde bulundu.

Anarşist hareketin bu süreçte böyle bir dayanışma aracılığıyla aldığı ivme umut verici. Anarşizmin farklı coğrafyalarda, ezilenlerin verdiği mücadelelerin dinamosu olması gerektiğini düşünüyoruz. Bu bizim geleneğimiz. Anarşist hareketin bunu başarabilmesi için, bu süreçte gösterilen dayanışma ve örgütlülükle içinde bulunulan politik gerçekliğe söz söyleyebilme cesaretini göstermesi gerektiğinin bilincindeyiz.

Devrimci Anarşist Faaliyet olarak bu perspektifle tüm iktidar yapılanmalarına karşı mücadelemizi büyütüyor, yaşadığımız coğrafyada anarşist hareketin bir gelenek haline gelmesi için çabalıyoruz. Yunanistan’daki yoldaşlarımızın 2008 İsyanı’nda yükselttiği sloganı hatırlamak önemli: Şimdi bizim yüzyılımız başlıyor. Ve Taksim-Gezi İsyanı’nın toplumsallaşmış sloganını: Bu daha başlangıç, mücadeleye devam.”

Alp Temiz konuşmasını “Bijî Serkatina Kobanê!, Bijî Şoreşa Rojava!, Bijî Anarşîzm, Bijî Azadî!” sözleri ile bitirdi.

İngilizce ve Fransızca gerçekleşen etkinlikte dinleyicilerin DAF’ın plan ve öngörüleri hakkında sorulan sorular ile etkinlik sona erdi.

Etkinliği düzenleyen “Rojava ile Dayanışma Anarşist Kolektifi” içerisinde Fédération Anarchiste (Anarşist Federasyon) bileşenlerinden Regard Noir ve Salvador-Segui’nin yanı sıra Organisation Communiste Libertaire, Alternative Libertaire, Coordination des Groupes Anarchistes, La Conquête du Pain, Boulangerie Autogérée (Özyönetimle İşleyen Ekmeğin Fethi Fırını) örgütlenmeleri yer alıyor.

Enternasyonel Anarşist Federasyonlar Toplantısı Gerçekleştirildi

Yılda iki kez gerçekleştirilen Enternasyonel Anarşist Federasyonlar toplantısının bu yılki ilk toplantısı Fransa’nın Paris şehrinin kuzeyindeki Saint Denis bölgesinde gerçekleştirildi.

Fransa, Belçika ve İsviçre bölgelerinden Fédération Anarchiste, İspanya ve Portekiz bölgelerinden Federación Anarquista Ibérica, İtalya’dan Federazione Anarchica Italiana, Almanya ve İsviçre bölgelerinden Föderation deutschsprachiger Anarchist, Britanya bölgesinden Anarchist Federation, Slovenya’dan Federacija za anarhistično organiziranje örgütlenmelerinin katıldığı toplantıya Anadolu ve Mezopotamya’dan Devrimci Anarşist Faaliyet de gözlemci sıfatıyla katıldı.

İlk gün sabah ve öğleden sonra olmak üzere iki oturumda gerçekleştirilen toplantılarda, örgütlenmelerin geride bırakılan süreçteki faaliyet raporları birbirlerine aktarılarak deneyimler tartışıldı. İkinci günkü toplantıların sabahki oturumu ise Devrimci Anarşist Faaliyetin sunumu ve Kobanê ile Rojava gündemlerine ayrıldı. Öğleden sonraki oturumda ise gelecek dönemdeki plan ve stratejiler gündemler halinde sunularak bu planlar doğrultusunda hedefler belirlenerek kararlar alındı.

Bu Haber Meydan Gazetesi’nin 25. sayısında yayımlanmıştır.

The post Enternasyonel Anarşist Federasyonlar Toplantısı appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2015/03/10/enternasyonel-anarsist-federasyonlar-toplantisi/feed/ 0
“Soma’yı Unutmamak ” – Fırat Binici https://meydan1.org/2014/07/25/somayi-unutmamak-firat-binici/ https://meydan1.org/2014/07/25/somayi-unutmamak-firat-binici/#respond Fri, 25 Jul 2014 12:18:33 +0000 https://test.meydan.org/2014/07/25/somayi-unutmamak-firat-binici/ Devletin 301 olarak açıkladığı, ama kurtarma ekibine bizzat katılan işçilerin anlatımlarından da bildiğimiz üzere bu sayının çok çok üzerinde ölümle sonuçlanan Soma’daki katliam sonrası değişen ne? Bu soruya, katliam sonrası madenin işletme ihalesini alan şirketin patronu ve uzmanlarının açıklamalarına, bakanlık yetkililerinin ya da bizzat bakanın, hatta başbakanın açıklamalarına göre yanıt verecek olursak; “çok şey” değişti. […]

The post “Soma’yı Unutmamak ” – Fırat Binici appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>

Devletin 301 olarak açıkladığı, ama kurtarma ekibine bizzat katılan işçilerin anlatımlarından da bildiğimiz üzere bu sayının çok çok üzerinde ölümle sonuçlanan Soma’daki katliam sonrası değişen ne? Bu soruya, katliam sonrası madenin işletme ihalesini alan şirketin patronu ve uzmanlarının açıklamalarına, bakanlık yetkililerinin ya da bizzat bakanın, hatta başbakanın açıklamalarına göre yanıt verecek olursak; “çok şey” değişti.

Peki ya işçiler için? Evine götüreceği ekmek uğruna yerin metrelerce altına inip saatlerce çalışmak zorunda olan madenciler için ne değişti? Madencilerin kurtarma çalışmaları sırasındaki sessizliği, onların da “ölüm bu işin fıtratında var” sözüne inanmalarından değilse neyden kaynaklanıyor?

Bu ve benzeri bütün sorular sorulmadan cevap aranmaya çalışılırsa, madencilerin hiçbir şeyin değişmediğini görmelerine rağmen madenlere inip çalışma isteği, elbette anlaşılmaz.

Politikacıların ölümü olağanlaştıran yalanlarını, bakanların sorumluluklarını saklamak için ağlaşmalarını, patronun “tam yaşam odası yapacaktık, yetişmedi” parodisini, medyanın “kahraman madenciler” edebiyatını unutup, işçilerin “madenler açılsın, mesai başlasın” taleplerini eleştirmek eksik kalır.

Madende göçükten çıkarılan her madenci, ne yazık ki, dışarıda da açlığa mahkûm ediliyor. Öyleyse, asıl katliam 301 kişinin ölmesi değil, ölüme razı bir biçimde çalışmak zorunda bırakılmak değil midir? Çünkü Soma’daki işçiler için çalışmamak da ölümdür.

İşçiler ilk günkü suskunluklarını bozduklarında, karşılarına “hedef olarak sunulan” Maden-İş’i aldılar, onları sorumlu tuttular: “Denetim yapsalardı bunlar olmazdı”.

Ne var ki, çalışma koşullarını düzenleyen İş Kanunu da, esnek çalışmayı ve taşeron uygulamasını yaygınlaştıran düzenlemeler de; hep işverenin, hep patronun yararına. Patronlar için, işçinin hiçbir kıymeti yok. Buna karşı çıkmaları beklenen sendikalar da, hem meşru mücadele güçlerini kaybettiklerinden, hem de Sendikalar ve Toplu İş Sözleşmesi Kanunu’ndaki son düzenlemelerle iyice etkisizleşmelerinden ötürü; işçilerin dertlerine derman değil, sözcü bile olmaktan uzak.

Öyleyse işçiler çaresiz mi? Hayır, hiç değil. Nasıl ki, bu işçiler yerin metrelerce altındaki göçükten birbirlerini kurtardılarsa, şimdi de birlikte ve bir arada, kendi geleceklerini belirleyebilirler. Şimdilik ellerinde bir tek birbirlerine olan güvenleri kaldıysa da, bu durum, kendi aralarında gün geçtikçe artacak paylaşma ve dayanışma ilişkileriyle çok da uzak olmayan bir gelecekte, bir öz örgütlülüğe dönebilir. Soma’da ya da başka yerdeki madenlerde yeni katliamlar oluşmamasının tek yolu da, bu öz örgütlülükle sağlanabilir.

Şimdi hem buna ihtiyacımız, hem de şansımız var.

Fırat Binici

firatb@meydan.org

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 20. sayısında yayımlanmıştır.

The post “Soma’yı Unutmamak ” – Fırat Binici appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2014/07/25/somayi-unutmamak-firat-binici/feed/ 0
“İşçilere İhanet Eden Patron Sendikası MADEN-İŞ” – Halil Çelik https://meydan1.org/2014/06/20/iscilere-ihanet-eden-patron-sendikasi-maden-is-halil-celik/ https://meydan1.org/2014/06/20/iscilere-ihanet-eden-patron-sendikasi-maden-is-halil-celik/#respond Fri, 20 Jun 2014 10:06:00 +0000 https://test.meydan.org/2014/06/20/iscilere-ihanet-eden-patron-sendikasi-maden-is-halil-celik/ Resmi rakamlara göre 301 işçinin yaşamını çalan, tarihin en büyük katliamı olan Soma Katliamı, bir kez daha gösterdi ki devlet ve kapitalizm kıskacında kendini var eden bir sendika, her ne kadar işçi örgütü gibi görünse de aslında patronları koruyan hatta patronların temsil edildiği bir yapıdır. Türkiye Maden-İş, gerek bölgelerde ve merkezdeki yönetimiyle gerekse maden ocaklarındaki […]

The post “İşçilere İhanet Eden Patron Sendikası MADEN-İŞ” – Halil Çelik appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>

Resmi rakamlara göre 301 işçinin yaşamını çalan, tarihin en büyük katliamı olan Soma Katliamı, bir kez daha gösterdi ki devlet ve kapitalizm kıskacında kendini var eden bir sendika, her ne kadar işçi örgütü gibi görünse de aslında patronları koruyan hatta patronların temsil edildiği bir yapıdır. Türkiye Maden-İş, gerek bölgelerde ve merkezdeki yönetimiyle gerekse maden ocaklarındaki tavrıyla ve son olarak Soma Katliam’ında gün yüzüne çıkan şirket ve devlet işbirliğiyle tam da böylesi bir yapıdır.

Türk-İş Konfederasyonu’na bağlı olan Maden İş Sendikası’nın tarihi, işçilere ihanet ve patronlarla işbirliğiyle doludur. Ancak Maden-İş’in bu yapısını görmek için tarihine bakmak bir yana, en güncel örneği Soma’ya bakarak daha net anlayabiliriz. Soma’da 12 bin üyesi bulunan Maden-İş Sendikası’nın iş yeri temsilcileri ve delegelerinin patronlar tarafından belirlendiğini, maden işçilerinden Şevket Duman’ın “Şirket kimin ismini verdiyse sendikaya o isim seçiliyor” sözleri net bir şekilde özetliyor. Hatta bu durum zaman zaman öyle bir hal alıyor ki madenlerde sık sık karşılaşılan ücret ödenmemesi, “iş kazası” ve benzeri sorunlarda patron ile görüşmeye giden işçi, kapıda sendika temsilcileri tarafından engelleniyor. Öte yandan yine sendikanın Soma şubesi yönetiminin Soma Holding ile yönetimsel bağı da, katliam sonrası iyice açığa çıktı. Bu durumun belgelerinin ortada olması bir kenara sendikanın Ege Bölge Temsilciliği’nin katliamın yaşandığı ilk dakikalardan itibaren Soma Holding CEO’suymuşçasına yaptığı, şirketi öve öve bitiremediği açıklamalara bakmak yeterlidir. Sendika genel merkezinin de farklı açıklamaları olmamış; Türk-İş Konfederasyonu ise gülünç bir şekilde iş yerlerinde her gün 3 dakika iş bırakma eylemi yapmıştır.

Tüm bu durumların farkında olan Soma’daki maden işçileri, katliamın ardından gerçekleştirdikleri eylemlerde sendikayı da hedef aldılar. 26 Mayıs günü sendika binasını işgal etmek için yürüyüş başladı. Soma’daki maden işçilerinden Engin Turşucu bu eylemde katliamın sorumlusunun sendika olduğunu “Sendika bu zamana kadar hiç yanımızda durmadı. Bu olayların olması bunlarla da bağlantılı bir durum yani” sözleriyle vurguladı. Bu eylemle beraber önce Maden-İş’in Ege Bölge Temsilcisi Tamer Küçükgencay ardından da tüm bölge yönetimi istifa etmek zorunda kaldı. İşçilerin büyük bir kısmı da sendikadan istifa etti. Şu an hala daha istifalar sürerken, bazı maden işçileri ise DİSK’e bağlı Dev Maden-Sen’e üye olmaya başladı. Ancak katliamın ardından başta Soma’daki olmak üzere tüm maden işçilerinin hissettiği acının, öfkeye dönüşerek ocaklardaki kölelik koşullarına, iş kazaları adı altında katledilmeye karşı duruşunun adı ne Maden-İş, ne de Dev Maden-Sen’dir. Bu dönüşümü sağlayacak yegane güç, işçilerin öz örgütlülüğüdür.

Halil Çelik

[email protected]

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 19. sayısında yayımlanmıştır.

The post “İşçilere İhanet Eden Patron Sendikası MADEN-İŞ” – Halil Çelik appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2014/06/20/iscilere-ihanet-eden-patron-sendikasi-maden-is-halil-celik/feed/ 0
“Sendikayla Değil Özörgütlenmeyle: İşgal Grev Direniş” – Halil Çelik https://meydan1.org/2014/04/27/sendikayla-degil-ozorgutlenmeyle-isgal-grev-direnis-halil-celik/ https://meydan1.org/2014/04/27/sendikayla-degil-ozorgutlenmeyle-isgal-grev-direnis-halil-celik/#respond Sun, 27 Apr 2014 15:30:11 +0000 https://test.meydan.org/2014/04/27/sendikayla-degil-ozorgutlenmeyle-isgal-grev-direnis-halil-celik/ 60 gün boyunca fabrikayı işgal eden, ardından fabrika önünde direnişlerine devam eden Greif işçileri, bugün hala daha çok kritik bir noktada duruyor. Greif direnişi bu topraklardaki işçi mücadelelerine hem önemli bir ivme kazandırmış, hem de kullanılan yöntem ve eylem tarzı ile son zamanlarda unutulmaya yüz tutan bir geleneği tekrar canlandırmıştır. İşçiler öncelikle yola sadece ücret talepleri ile çıkmamış, başta Greif bünyesinde bulunan 44 taşerona ve bir bütün olarak taşeron sistemine […]

The post “Sendikayla Değil Özörgütlenmeyle: İşgal Grev Direniş” – Halil Çelik appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
60 gün boyunca fabrikayı işgal eden, ardından fabrika önünde direnişlerine devam eden Greif işçileri, bugün hala daha çok kritik bir noktada duruyor. Greif direnişi bu topraklardaki işçi mücadelelerine hem önemli bir ivme kazandırmış, hem de kullanılan yöntem ve eylem tarzı ile son zamanlarda unutulmaya yüz tutan bir geleneği tekrar canlandırmıştır.

İşçiler öncelikle yola sadece ücret talepleri ile çıkmamış, başta Greif bünyesinde bulunan 44 taşerona ve bir bütün olarak taşeron sistemine karşı bir mücadele de başlatmıştır. Toplu İş Sözleşmesi’ndeki anlaşmazlığın ardından prosedürlere sıkışarak yasal grev sürecini beklemenin yerine doğrudan eylem gücünü kullanarak fabrikayı işgal eden Greif işçileri, işgal sürecinin daha en başlarında komiteler oluşturmuş, işgali yatay bir komiteler birliği ile sürdürerek öz örgütlülüğün gücünü göstermiştir.

60. güne gelindiğinde, bu topraklardaki en kanlı şafak baskınlarını aratmayan bir saldırıya maruz kalmışlardır. Bu saldırıları ilk olarak, 11 Greif işçisi çatıya çıkarak protesto etmiş; bunun ardından ise İstanbul, Ankara, İzmir, Eskişehir başta olmak üzere, farklı noktalarda birçok dayanışma eylemi gerçekleştirilmiştir.

Fabrikadan zorla çıkartılan işçiler, bu kez de fabrikanın önünde bekleyişlerini sürdürerek bu saldırıları boşa çıkarmıştır. Böylesi bir direnişin, öncelikle Greif patronları olmak üzere, DİSK Tekstil yöneticilerinin, DİSK yönetiminin ve devletin dizinin titremesine sebep olduğu aşikar. Greif direnişi bugün gelinen noktada her ne kadar talepleri yerine getirilmemiş olsa da kazanmıştır.

Bu kazanmışlık ya taleplerin karşılanmasıyla taçlandırılarak işçi mücadelesinin tarihine damgasını vuracak ya da bundan sonraki direnişlere örnek olarak yine işçi mücadelesinde başka bir tarih başlatacak.

Greif işçilerinin 10 Şubat’taki işgalinin öncesinden başlayarak, bugüne kadar gelinen süreçte olumsuz deneyimler de yaşandı. Greif işçilerinin örgütlü olduğu sendika olan DİSK Tekstil; bu olumsuzlukların başında yer alıyor. TİS sürecinde sendika yönetiminin tavırlarıyla belirginleşen olumsuzluklar, yasal süreci beklemekten işgali sahiplenmemeye, işçi ile patron arasında ara buluculuk yapmaya ve başta Greif işçilerine olmak üzere, işçi mücadelesine ihanete varana dek sürmüştür.

Başta Genel Başkan Rıdvan Budak, Genel Sekreter Muzaffer Subaşı ve İstanbul Şube Başkanı Kazım Doğan gibi isimler olmak üzere, DİSK Tekstil yönetiminin tamamı Greif işçilerine karşı bir ihanet içerisine girmiştir. Daha ilk gününde işgali “yasadışı bir eylem” olarak niteleyen DİSK Tekstil yönetimi, işgal süresince en esaslı görevi olan direnişin maddi dayanaklarını oluşturma konusunda da tamamen uzak kalmıştır.
Tüm bu süreçte; işçiler ve işçilerle dayanışma gösteren devrimciler, bu ihtiyaçları kendi imkanlarıyla karşılamışlardır. Sendika yönetimi sürekli olarak, en azından temas halinde olması gereken işçilerle değil de, her seferinde patron ile bir araya gelerek görüş birliğine varmış ve neticesinde patrondan teşekkür mesajları almış durumdadır. Patronun işçilerle uzlaşmak adına her girişiminde ise; ara buluculuk yapmaktan daha da ileri giden DİSK Tekstil, işçilerden habersiz protokoller imzalayarak işçileri sıkıştırmaya da soyunmuş durumdadır. Öte yandan sendikanın bağlı olduğu konfederasyon DİSK ise, sürecin başında adeta gözünü yummuş, kulağını tıkamış bir vaziyette, ağzını bıçak açmaz bir hale bürünmüştü. Sonraki süreçte, DİSK Tekstil’in Şirinevler Şubesi’nin işgalinin ardından konfederasyon işçileri dinlemek zorunda kalmışsa da, DİSK Tekstil’i korumaktan hiçbir zaman imtina etmemiştir, üstüne üstlük işçilere de tıpkı patron ve patron temsilcileri gibi oyalayıcı sözler vermekten başka bir şey yapmamıştır.

Son olarak patron ve patron avukatlarıyla görüşerek bu işi çözeceğini belirten Kani Beko, bu görüşmeye de bizzat gitmemiş, gönderdiği avukat ve DİSK Tekstil yöneticileri aracılığıyla adeta işçilerin elini kolunu bağlamaya girişmiştir. Görüşmede imzalanan TİS ise işçilerin taleplerini karşılamak bir yana, bundan sonraki direniş sürecini dahi sekteye uğratma ihtimali taşıyor. Tıpkı direnişin 60. gününde gerçekleşen saldırı öncesi, Muzaffer Subaşı’nın DİSK adına imzaladığı protokol gibi.

Böylesi bir sendika ve konfederasyon işleyişi elbette ki öncelikle yönetim ile alakalıdır. Zira bahsi geçen sendika ve konfederasyon, yapısal işleyişi ve kullandığı yöntemler gereği, sendika yönetimi merkezlidir. Bu yöntemleri ve işleyişi kendi şahsi çıkarları için kullanmak isteyen onlarca insan sendikaya ve konfederasyona üşüşmüş durumdadır.

DİSK 15-16 Haziran’larda nasıl bir örgütken, bugün gelinen aşamada nasıl bir örgüttür? Kendi sürekli söz etmesine rağmen, faaliyet alanlarında bu tarihi utandıran yaklaşımlar sergilemek, yine aynı yönetimsel problemin bir yansıması değildir de nedir? Oysa işçilerin öz örgütlülüğünü sağlamak, işçiler arasında birlik ve dayanışmayı güçlendirmek gibi temel görevleri olan sendika, patronların ve devletin yasal süreçler vasıtasıyla faaliyetlerinin sınırlandığı; gün geçtikçe devlet ve patron güdümlü, işçilerden uzaklaşma politikalarının çıkmazına düştüğü bir noktaya gelmiştir.

Geçtiğimiz yıl bir isyana dönüşen Taksim Direnişi sonrası bu durum daha da belirginleşmiştir. Radikal doğrudan eylemler, öz örgütlülüğe dayanan işçi örgütlenmeleri, öz yönetim hedefiyle başlayan işgaller Taksim Direnişi’nde ve sonrasında işçi mücadelesinde tekrar belirginleşen pratiklerdir. Bu pratiklerin belirginleşmesi beraberinde sendikal örgütlenmeyi de farklı bir noktaya taşımaktadır. DİSK Tekstil başta olmak üzere tüm sendikalar ve konfederasyonlar hala daha Taksim Direnişi öncesindeki bürokrat, uzlaşmacı sendika anlayışında ısrar ediyor. Özellikle DİSK’in bu sendika anlayışındaki ısrarının bir anlamı yoktur.

15-16 Haziran’daki işçi öz örgütlülüğünün sendikayı aşarak bir isyana dönüştüğü günlerden bugüne gelindiğinde Taksim Direnişi’nin tekrar canlandırdığı aynı öz örgütlülük yine radikal doğrudan eylemler ile öz yönetimi kendine hedef belirlemiştir. Hala  daha hiyerarşik, bürokratik uzlaşmacı anlayışı sürdüren sendikalara gereken cevabı tekrar bu öz örgütlülük veriyor. Bunun en güncel örneği Greif işçilerinin Hadımköy’deki fabrika önünde ve DİSK Genel Merkezi’ndeki eylemleridir.

Başta DİSK olmak üzere tüm sendikalar ve konfederasyonlar bu eylemlere katılımı veya geliştirdiği tutumu doğrultusunda şekillenecek ve bu şekillenme de yine öz örgütlü işçiler tarafından gerçekleşecektir.

 

Halil Çelik

[email protected]

 

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 17. sayısında yayımlanmıştır.

The post “Sendikayla Değil Özörgütlenmeyle: İşgal Grev Direniş” – Halil Çelik appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2014/04/27/sendikayla-degil-ozorgutlenmeyle-isgal-grev-direnis-halil-celik/feed/ 0
“Devletler Halklar İsyanlar ve Seçimler” – Özgür Erdoğan https://meydan1.org/2014/03/04/devletler-halklar-isyanlar-ve-secimler-ozgur-erdogan/ https://meydan1.org/2014/03/04/devletler-halklar-isyanlar-ve-secimler-ozgur-erdogan/#respond Tue, 04 Mar 2014 12:23:12 +0000 https://test.meydan.org/2014/03/04/devletler-halklar-isyanlar-ve-secimler-ozgur-erdogan/ Seçimler ilk olarak Eski Yunan’da karşımıza çıkmış, sonrasında Ortaçağ Hindistan’ında köy meclislerinin oluşturulması için kullanılan bir yöntem olmuştu. Bu seçimlerde insanlar mecliste görmek istedikleri kişinin ismini bir palmiyenin üzerine yazıp, sayılması için bir toprak kabın içine bırakıyordu. Tabi ki köprünün altından çok sular aktı; palmiye yapraklarından, sanal alemde oy kullanmaya kadar geçen süreçte birçok şey […]

The post “Devletler Halklar İsyanlar ve Seçimler” – Özgür Erdoğan appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>

Seçimler ilk olarak Eski Yunan’da karşımıza çıkmış, sonrasında Ortaçağ Hindistan’ında köy meclislerinin oluşturulması için kullanılan bir yöntem olmuştu. Bu seçimlerde insanlar mecliste görmek istedikleri kişinin ismini bir palmiyenin üzerine yazıp, sayılması için bir toprak kabın içine bırakıyordu. Tabi ki köprünün altından çok sular aktı; palmiye yapraklarından, sanal alemde oy kullanmaya kadar geçen süreçte birçok şey değişti ama seçimin ne kadar “gerçek bir seçim” olduğu sorusu anlamını yitirmedi. Biz de Meydan Gazetesi olarak dünyadaki seçimlere göz atarak, bu konuyu değerlendirdik.

ABD

ABD’de, seçimler adeta bir oyun gibi geçer. Bu oyunun yönetmenleri küresel kapitalist şirketler ve onların devlet aygıtı içerisindeki bürokratları iken, Demokrat ve Cumhuriyetçi parti adayları ise adeta Hollywood yıldızlarıymışçasına ABD’nin “demokratik seçimleri”nde arz-ı endam ederler. Bu oyunun diğer ayağı ABD halkları, yegane izleyicileri ise seçmenlerdir. Fakat şu açıktır ki, oyunun sonu bellidir. Küresel kapitalistlerin nasıl bir imaja ve politikaya ihtiyacı varsa, o imaj seçilir. “Saldırgan” imajı ile Bush ya da ılımlı imajı ile siyahi başkan Obama. Bu yüzdendir ki, oyun çoğu zaman yarı yarıya boş geçer. İstatistiklere bakılırsa 1960’da oy kullanma oranı % 64 iken, 1996’da % 50 ‘ye kadar düşmüştür. Az önce de belirttiğimiz gibi seçimler birkaç istisna (Roosevelt 1927’de İlerici Parti ile % 27 oy almıştır) hariç, hep iki parti arasında geçmiştir. Öyle ki 1852’den bu yana başkanların tümü, bu iki partiden gelmiştir. Ayrıca açıklanmış veriler de bize İkinci Dünya Savaşı’ndan bu yana kullanılan oyların % 95’inin bu partilere ait olduğunu göstermiştir.

ABD seçimleri her ne kadar trajediyi andırıyor olsa da, yaşanan bazı olaylar yüzümüzde hafif bir tebessüm bırakabiliyor. 2012 seçimlerinde Obama’nın rakibi olan Cumhuriyetçi Romney’in destekçileri, Obama seçimi kazandıktan sonra 100.000 imza toplayıp eyaletlerinin ABD’den ayrılmasını talep etmesi gibi olaylar ise komedi örneğidir.

Avrupa Birliği

İskandinavya ülkeleri, Belçika, Hollanda ve İsviçre gibi ülkelerin devletleri özellikle “demokrasinin tam olarak işletildiği”, seçimlerin usulüne uygun olarak yapıldığı, toplumun belirli bir refah düzeyine eriştiği ülkeler olarak anılırlar. Bu ülkelere Ortadoğu ve Afrika’dan bakan ezilenler, derin bir iç çekerek niye onlar gibi yaşamadıklarına yakınırlar. Ama işin gerçeği şudur ki, mahalleye ağaç dikerken bile mahalle halkına referandum yapan akıl, üçünü dünyayı sömürmekle ilgili olarak, kimseye bir şey sorma ihtiyacı duymaz. Dünyanın her yerindeki efendiler, ezilenlerin sırtından kazandıkları paraları bankalarında saklarken, o çok inandıkları demokrasinin kuralları işlemez. Savaştan ve yoksulluktan kaçan mültecileri sınır boylarında bekletip, onları kaçmak zorunda bırakıldıkları ülkelerine geri göndermek için referandum yapmaya çekinmezler. Ezilenler için Kuzey Avrupa demokrasisi “sınırın dışında kalmak”tır. Antik Yunan demokrasisi ile algısal bir akrabalığa sahip olan bu ülkelerin demokrasisi, insan hakları, katılımcılık ve sosyal devlet safsataları ardında, kölelerin üzerinden yükselen bir demokrasidir.

Kuzey Kore

Kuzey Kore’de seçimler, bütün çıplaklığı ile “seçim” gibi ilerler, başka bir deyişle “formaliteden”. Her şey açık ve nettir. Hiçbir siyasetçi Hollywood yıldızı gibi bir hava takınmaz. DPRK (Kore Demokratik Halk Cumhuriyeti)’nde, ülkenin kurulduğu günden bu yana, İşçi Partisi iktidardır. Dolayısıyla İşçi Partisi’nin aday gösterdikleri seçilecektir. Öyle de olur. Genç ve yeni Devlet Başkanı Kim Yong-Un babasının babasından devraldığı iktidarı korumak için, elinden geleni ardına koymaz. Kim Yong-Un, partinin genel sekreteri, Kore ordusunun başkomutanı ve mareşal unvanlarını taşıyan eniştesi Chang Song Thaek’i idam ettirip, takipçisi olabilecek yaşlı vekilleri ise öteledikten sonra, kendisi gibi genç muktedirleri aday gösterir.

Kaldırım Taşlarının Altında Kumsalı Değil, Oy Pusulası Arayanlar

Seçimler, yukarıdaki örneklerde bahsettiğimiz gibi, bir oyun ya da bir formalite olmanın ötesinde, birçok yerde ve zamanda patlamakta olan isyanları dizginlemek için kullanılan bir emniyet sübabı işlevi de gördü ve görmeye devam ediyor. Buna en iyi örneklerden bir tanesi Occupy Wall Street Hareketi olabilir. Bu hareket sonrasında ortaya bir şey çıkmadığı gibi, hareket adeta Obama’nın seçim çalışmasına dönüşmüştü. Occupy Wall Street’in talepleri ile Obama’nın programında açıkladığı reformlar örtüşüyor, toplumun adaletli bir yaşam arzusu bir seçimle daha boğuluyordu. Aynısı olmasa bile, bir benzeri Fransa ‘68’inde kendisini gösteriyordu. İktidarın özellikle öğrenciler ve işçiler üzerindeki yoğun baskısı önce Sorbonne Üniversitesi’nde patlak veriyor, sonrasında öğrencilerden işçilere kadar toplumun tüm ezilen kesimlerine hızlı bir şekilde yayılıyordu. Her sokak başında barikatlar kuruluyor, başta Paris olmak üzere Fransa’nın hemen hemen tüm şehirleri yanıyordu. Ta ki iktidardaki De Gaulle işçilere ve öğrencilere birkaç basit hak tanıyıp, erken seçime gideceklerini açıklayana dek. Koca bir toplumsal hareket bir ay içinde tutuşup, seçim safsatasıyla söndürülüyordu.

Güney Afrika

1948’den 1994’e kadar Apartheid (Beyaz ırkın üstünlüğünü savunan Ulusal Parti iktidarı) rejimi içinde yok sayılan, katledilen ve yoksul siyah halk, onlarca yıl verdikleri özgürlük mücadelesinin sonunda bu rejimden kurtuluyordu. Fakat 1994’de Güney Afrika’nın ilk “demokratik seçimi”nde ANC (Afrika Ulusal Kongresi) ve SACP (Güney Afrika Komünist Partisi) ittifakının iktidarı devralmasından hemen kısa bir süre sonra, iktidarın ezilen halklar üzerindeki kılıcı, yoksulları biçmeye devam etti. Siyahilere yönelik ırkçılık nispeten azalsa da, halihazırdaki hükümet tüm etnik ayrımcılıkları körüklüyor. Kentsel dönüşüm projeleri ile yoksul halkı evinden ediyor, madenleri, belki de geçmişte olmadığı kadar, küresel kapitalist şirketlerin talanına açıyor. İşçilerin üzerindeki baskıyı arttırıp, onların hayatta kalmasına bile tahammül etmiyordu. (Bkz. Marikana Katliamı)

Yunanistan

Yunanistan’da son seçimlerde alnının akıyla çıkan, “meclis dışı siyaset” oldu. Ne yıllardan beri ülkeyi değişerek yöneten Panhelenik Sosyalist Hareket(Pasok) ve Yeni Demokrasi Hareketi, ne de sokakta var olan hareketin mecliste temsil edilmesi gerektiğini savunan ve oylarını arttıran Radikal Sol Koalisyon (Syriza) başarılı olabildi. Seçimlere katılım oranı %65’te kaldı. Toplumun azımsanmayacak bir bölümü devlete ve onun önümüze seçim diye sunduğu aldatmacaya kanmadı ve sandığa gitmedi. Her ne kadar bu oranın tamamı olmasa da büyük çoğunluğu parlamenter sistemin temsili demokrasisinde değil, doğrudan demokrasi alanlarında, öz-yönetim ve öz-örgütlülük anlayışıyla devlet dışı başka bir örgütlenmenin peşinde olduklarını gösterdiler.

Tarihin ve coğrafyanın farklı zamanlarında ortaya çıkan tüm bu deneyimler gösteriyor ki temsili demokrasi ve gözümüzün önünde oynanan tüm bu “demokrasicilik oyunu” biz ezilenleri köleleştirmeye ve başımızı kaldırıp isyan bayrağını çektiğimiz her an için bizi etkisiz kılmaya yarayan bir araç olarak karşımıza çıkıyor. Seçim sandığından “özgürlüğü” çıkarmayı vadedenler, gün geldiğinde” özgürlük için mücadele edenler”i susturmak için ellerinden geleni yapıyorlar.

Özgür Erdoğan

[email protected]

Bu yazı Meydan Gazetes’nin 16. sayısında yayımlanmıştır.

The post “Devletler Halklar İsyanlar ve Seçimler” – Özgür Erdoğan appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2014/03/04/devletler-halklar-isyanlar-ve-secimler-ozgur-erdogan/feed/ 0