The post Kadın Katillerini Serbest Bırakan Devlet, Namme’ye 12 Yıl Hapis Verdi appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Eylül ayında görülen duruşmada savcının meşru müdafaa diyerek tahliyesini talep ettiği Namme’nin karar duruşması bugün Kartal Anadolu Adliyesi’nde görüldü.
Kadınların da dayanışma için adliye önüne geldiği duruşmada, savcı beraat istedi ve Namme son savunmasını yaptı.
Ben çok uzatmayacağım. Kayınbabamın kocamı öldürdükten sonra fotoğrafını çektiğim iddiası doğru değil. Bu canımı yaktı ben yıllarca onlar için sustum. Olay sonrası kayinpederimi aradım.
Benin telefonum zaten emniyette. Konuştuklarımın hiçbirinin eksik kalmasını istemedim. Her şey delilli olsun istedim. Ev 3+1 seklindedir .
Olay dış kapıda oldu. Beni zorla götürmek istiyordu. Ben tasarlasam internet var, gazete var. En kısa ve etkili şekilde öldürme yoluna bakardım. O gün silah ateş alsaydı yaralanacaktım. O gün evde katliam olsaydı kadın neyse de çocuklara yazık oldu diyeceklerdi. Ben olaydan önce ben onun ailesine samsun a geleyim çocukları alayım dedim. Ama kabul etmediler. Ben onun ailesi incinmesin diye bazı şeyleri söylemedim avukatlarımdan rica ettim.
Verilen aranın ardından, tacizci erkekleri ilk duruşmada tahliye eden mahkeme, şiddete karşı kendisini savunan Namme’ye önce müebbet hapis cezası verdi. Daha sonra da haksız tahrik hükmünü uygulamakla yetinerek cezayı 15 yıla indirdi ve cezada indirime giderek 12 yıl 6 ay hapis cezası verdi.
Davanın ardından açıklama yapan kadınlar, devletin bütün baskılarına rağmen Namme’nin yanında olacaklarını ve şiddete karşı öz savuada ısrarcı olacaklarını söylediler.
Sistematik şiddete uğrayan ve kocasını öldürdüğü için 27 aydır tutuklu Namme Öztürk'e tahliye çıkmadı. Avukatları kararı değerlendiriyor
Gepostet von SENDİKA – www.sendika.org am Freitag, 12. Oktober 2018
The post Kadın Katillerini Serbest Bırakan Devlet, Namme’ye 12 Yıl Hapis Verdi appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post ”Tecavüze Karşı Öz Savunma” appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Konya’da yaşayan 42 yaşındaki Havva Ç, kendisine şantaj yapan, şiddet uygulayan ve tecavüz eden eski sevgilisi Mehmet Ok’u öldürdü. Daha önce maruz kaldığı darp ve tecavüz sebebiyle yanında silah taşıyan kadın, eşinin evde olmadığı bir saatte, yaşadığı apartmana gelen Mehmet Ok’u silahla vurdu.
Bu haber Meydan Gazetesi’nin 34. sayısında yayınlanmıştır.
The post ”Tecavüze Karşı Öz Savunma” appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post Anarşist Kadınlar Ne İstiyor? appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>İnsanlık tarihinde erkek, iktidarlı ve devletli toplumlara geçiş ile birlikte, iktidara sahip olan oldu ve iktidarı eline her aldığında, bunu kadın üzerinde kullanmaya başladı. Erkek egemen toplumlarda kadın, yüzyıllar boyunca erkek egemenliği tarafından teslim alındı, kendisine dayatılan toplumsal rollerle bu egemenlik altında baskılandı. Devlet, erk şiddeti üretti; bu şiddet her daim kadın bedeninde somutlaştı.
Bugün içinde yaşamak zorunda bırakıldığımız kapitalizm, insan ilişkilerinin sonsuz yıkımından ve en çok da kadın-erkek ilişkileri arasında kurguladığı tahakkümcü sömürüden beslenmektedir. Erkek egemen iktidarlar, cinsiyetçi tahakküm biçimleriyle; yaşamın militarizasyonuyla; emeği, bedeni ve özlüğü alınıp satılabilen bir metaya dönüştüren kapitalizmle; kadını, var olan bu krizin “ezilmekte olan nesneleri” haline getirmektedir.
Devlet, toplumun temelini aileye sıkıştırırken; kadını da aileye kapattı. Dinsel öğretiler, kültürel ve ahlaki normlar, kurallar, yasalar, örf ve adetler, sürekli olarak yaşanmakta olan bu cinsiyetçiliği normalleştirdi. Bugün, biyolojik cinsiyetten çok farklı olarak tartıştığımız “toplumsal cinsiyet”, cinsler arasındaki iktidarı belirledikçe, kadının konumunu ev içinde belirledi, bedenini cinselliği üzerinden tahakkümü altına aldı ve cinsiyetler arası eşitsizliği besleyen, koruyan ve sürekli olarak üreten durumlar yarattı.
Kadınlar, erkek egemen bir sistemde, farklı tahakküm biçimleriyle sömürüye maruz kalırken; bu durum her zaman bir iktidarın var olmasından kaynaklandı.
Anarşizm sadece siyasal ya da ekonomik iktidarın değil hepsinden öte, insanın insan üzerinde kurduğu iktidarın ortadan kaldırılması gerekliliğinden hareket eder. Cinsiyetler arası ezilmeyi sınıflı toplumdan öncesine dayandıran Kropotkin, bu ezilme durumunun insan ile insan arasındaki hiyerarşik yapının ortaya çıkması ile açıklar. Kropotkin hiyerarşinin başlangıcını, patriyarkal ailenin ortaya çıkışına dayandırırken; bireysel servet ve güç toplamayla, bunların babadan oğula aktarılmasını da cinsiyetler arası hiyerarşinin kaynağı olarak ele alır.
İktidarın şiddeti kimi zaman devlet şiddeti olarak karşımıza çıkarken; biz kadınlar içinse bu şiddet yoğunluklu olarak erkekte vücut buluyor. Kadınların, taciz ve tecavüze uğradığı, bu tecavüzlerin devlet eliyle meşrulaştırıldığı; “erk”ek terörüyle sistematik olarak katledildiği; eve, aileye kapatıldığı ve her zaman erkeğe biat etmek zorunda bırakıldığı bugünlerde, kadınlar olarak bir kez daha soruyoruz. Kapatıldığımız hücrelerden; sıkıştırıldığımız sömürüden ve tutsaklıktan nasıl kurtulacağız? Yaşamlarımızın kontrolünü kendi elimize almak için; erkek egemenliğinin baskısından ve şiddetinden kurtulmak için; yaşamlarımız ve özgürlüğümüz için ne istiyoruz?
MÜCADELE
İktidar, var olan cinsler arasında ezen erkek ya da ezilen kadın ayrımı yapmaksızın, tüm cinsleri baskılamayı ve tahakkümü altında sindirmeyi ister. Söz konusu bu iktidar kimi zaman yer değiştirse de, yoğunluklu olarak erkekte vücut bulur. Ancak bu durum, sorunun esas kaynağının “iktidarın varlığı” olduğunu ortadan kaldırmaz.
Kapitalizmin gelişimiyle kendini var eden ve geliştiren ataerkil kültür, kadını, hem bedeni, hem kimliği, hem de emeği ile sömürür. İçinde yaşadığımız bu baskıcı kültürün yansıması olarak kadın, her daim korunması gereken bir “nesne” olarak görülür.
Bizlere dayatılan bu yok oluşu yıkmak ve kendimizi, kendi ellerimizle var edebilmek için, mücadele etmekten başka bir yolumuz yok. Kapitalizme, erkek egemenliğine ve her ikisinin de temelinde yatan iktidara karşı yaşamlarımızı geri almak; tüm insanlığın dönüşümünü sağlamak için, bütünlüklü bir mücadele kaçınılmazdır.
ÖZGÜRLÜK
İktidarın varlığı demek, özgürlüğün yok oluşu demektir. İktidarın babada, sevgilide, abide ya da herhangi bir erkekte somutlaştığı bir yerde ise kadının özgürlüğü asla mümkün değildir.
Kadının kapatıldığı hücresinde (ev, işyeri, aile…) mutlu, özgür ya da “eşit” olduğu yanılgısına kapılanlar, kadının kurtuluşunu “onu baskılayan iktidarı ele geçirmesinde” ararlar. Ancak kadının özgürleşmesi ne “erkeğe eşitlenmekle” ne de varlığını baskıdan ve yok saymadan alan iktidarı ele geçirmekle mümkündür. Kadın, özgürlüğü düşledikçe, düşlediğini eyledikçe ve ancak kapatıldığı hücrelerin her birini parçaladıkça özgürleşecektir.
Kadının ya da bireyin özgürleşmesiyle toplumun özgürleşmesi arasında bir öncelik ya da sonralık ilişkisi kuranlara karşı, biz kadınlar özgürleşirken, bütün bir yaşamı da özgürleştireceğiz. “Birimiz bile özgür değilsek hepimiz tutsağız.”
PAYLAŞMA ve DAYANIŞMA
İçinde bulunduğumuz kapitalist işleyiş, bireyi “tekleştirir” ve yalnızlaştırırken; erkek egemenliğinin baskısı da kadını yalnızlaştırarak bitmeyen bir tecrite sürükler. İktidar, bu tecritten kurtuluşunun mümkün olmadığını her vurguladığında; buna alışmayı ya da biat etmeyi salık verir.
Ekonomik olarak da, kültürel olarak da, bireyi bir yalnızlığa sürükleyen iktidar, bu yalnızlığın, kadınların tüm yaşamına yansımasına ve tekrar tekrar kadını hiçleştirmesine zemin sağlar. Kurtuluşunu “daha iyi”, “daha mutlu”, “daha zengin”, “daha güzel” olmakta aramak zorunda bırakılan kadın, tüm yaşamı boyunca asla ulaşamayacağı bir “daha” için sürüklenip durur.
Kapitalist ekonomik düşünceye yabancı ve ona düşman olan paylaşma ve dayanışma ruhuysa; tüm dayatmalara karşı kadının özgürleşmesine yardımcı olacak temel unsurlardır. Tüketim nesnesi ya da erkeğin baskının sindirdiği nesne olmayı reddeden her bir kadın; bir arada durdukça ve yaşamı paylaştıkça özgürleşebilecektir. Kadın, paylaşmayla ve dayanışmayla, özgürlüğün ve adaletin gerçekleştiği toplumsal düzen olan anarşizmle bunu gerçekleştirebilecektir. Ancak duygudaşlıkla, karşılıklı yardımlaşmayla ve yoldaşlıkla paylaşılan, pratikle yoğrulmuş bir yaşam kadını özgürleştirecek; dayanışmayla özgür bir yaşam inşa edilecektir.
BEN OLMADAN BİZ OLAMAYIZ
İktidarın mutlaklaşmasının ölçüsü, iktidar olanın da ona tabi olanın da bu güce tapınma ölçüsüdür. Karşılıklı bir ilişki biçimi olan iktidarın varlığında, güce biat eden, iktidarın baskıladığı bir nesneye dönüşür. İktidar ise sahip olduğu bu gücü yitirme kaygısına kapıldıkça, aynı gücün kölesi haline gelir.
Erkek egemen sistemde söz konusu olan kadın erkek ilişkisi de, bahsedilen bu karşılıklı ilişkinin bir yansımasıyla var olur. Erkek sahip olduğu güçle, bu gücün kölesine; kadınsa erkeğin sahip olduğu bu gücün tahakkümü altında bir köleye dönüşür. Böylesi bir düzen içerisinde kadının özgürleşmesi, öncelikli olarak, iktidarı elinde bulunduran erkeğe biat etmeyi reddetmesinden geçer.
Kadın, iktidarı ve aynı iktidarın yarattığı tüm tahakküm biçimlerini reddettikçe kendisini var edebilir. Gücün karşısında durarak ve bu güce direnerek aktif bir “özne” haline gelen kadın, ancak böylelikle kendini gerçekleştirebilir ve kendi devrimini yaratabilir. Kadının bu içsel devrimi, düşlediğini eyleyen, yaşamlarının kontrolünü eline alan, özgürleşen kadınların ve tüm insanların devrimidir.
ÖZSAVUNMA
İktidarın var olduğu her alanda sürdürdüğü saldırısı, onun baskısına karşı mücadele edenlerin direnişiyle karşılaşır. İktidar yok etmek için, asimile etmek için ya da yalnızca kendi hegemonyasını artırmak için doğrudan ya da dolaylı olarak saldırdıkça, her daim bir savunmayla karşılaşır. Kadınsa, çoğu zaman bu saldırıların da savunmanın da en temel öznesidir.
İktidar, erkeğin saldırısında somutlaştığında, kadın için şiddete karşı direnmek esas olmuş; devletin kendisinde somutlaştığında, özsavunma, bir var olma mücadelesi olmuştur. Kadın erkek tarafından düşünsel, bedensel, yani doğrudan yaşamsal bir saldırıya maruz kaldığı her an direnmekten başka bir yol seçmemelidir. Kadını “korunmaya muhtaç” addeden iktidar kodlarının karşısında kadın; kendi yaşamına yön veren aktif bir özne olarak, dolaylı ya da dolaysız olsun, hem iktidarın şiddetine hem de erkeğin şiddetine karşı direnerek, özünü savunarak özgürleşir.
ÖZÖRGÜTLÜLÜK
Kapitalizm, üretim ve tüketim döngüleri içerisinde, en alt basamaktan en son basamağa kadar, bireyleri ve toplum içi ilişkileri, kendi var oluşunu esas alarak düzenler. Var oluşu gereği tek olamayacağını öngören iktidar, “iktidar olmak ya da kalmak” için kendisini var edecek her bir özneye muhtaçtır. Kapitalizmin en önemli özelliği de, iktidarını yalnızlaştırılmış bireyler topluluğunun bütününde var etmektir.
Böylesi bir yaşam içinde “birey”den ve dolayısıyla kadından bahsetmek imkansızdır. Kapitalist ilişki biçimlerinde “tüketilmiş”, iktidarlı toplum yapısında “baskılanmış”, erkeğin ardında “yok edilmiş” olan kadının, söz konusu bu koşullar altında kendini yeniden var edebilmesi, ancak kendi gibi olan kadınlarla bir araya gelmesiyle mümkündür. İktidarlı ilişkilerin yarattığı tüm siyasal, ekonomik ve sosyal yıkıma karşı kadının özgürleşmesinin yegane yolu, kendisine ve başkasına yönelen tahakküme karşı çıkmak , bu tahakküme karşı çıkan başka kadınlar da bir arada durmak, el ele vermek, örgütlenmektir.
ÖZYÖNETİM
Toplum içerisindeki bireylerin, paylaşma ve dayanışmayı esas alan bir yaşam anlayışıyla ve doğrudan demokratik karar alma süreçleriyle işlettikleri özyönetim modelinde toplum, özörgütlenmeler aracılığıyla organize edilir. Ekolojik uyumu, cinsiyet ilişkilerindeki tahakkümün ortadan kaldırılmasını, mülkiyet ve kapitalizmin dayattığı tüketimin karşısında paylaşım kültürünü esas alan bu model; tahakküme dayalı tüm ilişki biçimlerini ortadan kaldırır.
Özyönetim modelinin işleyişi, iktidarsız bir toplumsal ilişki biçimiyle ve doğrudan demokratik karar alma süreçleriyle mümkündür. Özyönetimle, toplumun yönetilmesi değil; halkın kendini örgütleyebilmesi sağlanır. Söz konusu bu modelde toplum, merkezsiz birliklerle organize edilir.
EKOLOJİK UYUM
İçinde bulunduğumuz ekosistemde, sadece insanlarla değil, tüm canlı ve cansız varlıklarla ilişki halindeyiz. Bu ilişki, toplumsal ilişkinin de bir belirlenimi. İktidarlı toplumlarda insanın insanı sömürmesinin zemini olan kapitalist anlayış, insanın doğa üzerindeki tahakkümünü de meşrulaştırmak ister; çünkü böylece doğanın sömürüsünü de meşrulaştıracaktır.
İktidarlı toplum yapısına geçişle “doğadan ayrılmış bir insan” anlayışı, doğa üzerindeki tahakkümü açığa çıkarmıştır; dolayısıyla doğanın bir parçası olan kadının üzerindeki tahakkümü de. Hiyerarşik toplumun iktidarlı ilişki biçimi, erkeğin kadın üzerindeki tahakkümünü yarattıktan sonra, doğanın sömürülmesine, talanına ve yıkımına yol açmıştır. Yani esas olarak ekolojik talan, “erk”eğin kadın üzerindeki tahakkümüyle doğmuştur.
İnsan, ancak doğanın bir parçası olduğunu fark edip, bu uyuma dahil oldukça özgürleşebilir. Özgürlük, doğadaki hiçbir bileşen (insan, hayvan, varlık vs.) arasında önem hiyerarşisi olmaksızın kurulacak bütünlüklü bir mücadeleyle yaratılabilir. İktidar merkezli bir anlayışa karşı oluşturulacak hiyerarşisiz, statüsüz, otoritesiz, mülkiyetsiz, iktidarsız yaşam, bütün bileşenleriyle, ekosistemin kurtuluşu olacaktır. Yaşam tutsaklıktan kurtulduğunda, kadın da özgür olacaktır.
DOĞRUDAN DEMOKRASİ
Toplumu yönetenlerin, hükümetin daha ötesinde devletin, biz yönetilenler üzerinde hiç umursamadan aldığı kararları uygulaması, bu kararları zor ile dayatması ve temsili demokrasi çerçevesinde bizi bu yönetime müdahil oluyormuşuz gibi göstermesi bir demokrasi aldatmacasıdır. Özgürlüğü “sunulan alternatiflerden birini seçme”ye odaklayan çoğulcu demokrasiye karşı, anarşizm, öznesi olan bütün bireylerin etkin bir şekilde katılacağı, bir parçası ve yönlendiricisi olacağı karar alma süreçleri işletir.
Kadını zaten görünmez kılan bu demokrasi aldatmacasıyla, “seçme ve seçilme hakkı” adı altında, tarih içerisinde kadına yönelik bazı politikalar işletilmiş olsa da, kadının özgürleşmesi konusunda bir uygulama değişikliği olmamıştır. Hükümetlerin politikaları, kendi iktidarlarına biat etmesini istedikleri hemen herkesi, kadınları da, oyalamıştır.
Anarşizm, buna karşı bir pratik olarak işlettiği doğrudan demokrasiyle, kişinin etkin bir özne olmasına zemin olmuştur. Bilginin de emeğin de bir tahakküm aracına dönüştürülmeksizin var olduğu doğrudan demokratik yöntemde, karar alma süreçleri hiyerarşi olmadan işletilir, kişilerin bu sürece katılımı esas alınır. Deneyimlinin deneyimsiz üzerindeki tahakkümüne karşı işleyen bu yöntemle, iktidarın baskısıyla nesneleştirilmiş olan bireyler yeniden bir özne haline gelir ve kendini gerçekleştirmeye başlar.
Doğrudan demokrasi; kadının yok sayıldığı iktidarlı ilişki biçimlerine, kadının özgürlüğünün meclisteki %50 koltuk oranına sıkıştırılmasına ve “erkek egemenliğinin sunduklarından birini seçme”ye karşı, özgürleşmenin esas pratiğidir.
Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 32. sayısında yayımlanmıştır.
The post Anarşist Kadınlar Ne İstiyor? appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post “Faşizme Karşı MUAY THAi” – Furkan Çelik appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Tek başına düştüğümüz faşist bir pusuda, yasaklı yürüyüşlerde polis kalkanlarını tekmelerken, 7 kişilik sivil polis ekibi karşısında pankartımızla direnirken ya da elli metre dağılmış bir gaz bulutunda nefesimizi tutup koşarken, bayrağımızı dalgalandırdığımızda; Muay Thai dövüş tekniklerinin ve kondisyon antrenmanlarının ne kadar yararlı olduğunu kesinlikle anlarız. Bu deneyimi yaşamadan da anlamanız için, Muay Thai dövüş sistemini biraz inceleyip, eldivenlerinizi ve kaval koruyucularınızı hazırlayıp kondisyonunuzu arttırmak için hemen antrenmanlara da başlayabilirsiniz.
Günümüzde Tayland’daki dövüş sistemlerinin tümünün genel adı olan Muay Thai, “tayların boksu” anlamına gelmektedir. Muay Thai, yakın bölgelerdeki dövüş sistemleriyle de yakınlık gösterir. Mesela Myan Mar’daki Bando ve Lethwai, Kamboçya’da yapılan Khmer Boksu ile büyük benzerlikleri vardır.
Muay Thai’nin tam olarak nasıl ortaya çıktığı bilinmemekle birlikte, mitolojik olarak Çin’den güneye doğru inen Tay halkının kendilerini, halklarını ve topraklarını gelen saldırılara karşı korumak için oluşturdukları dövüş sistemi olduğu bilinmektedir. Krallıklar ise savaşlarda daha üstün olabilmek için savaşçılarına, mızrak, kılıç ve bıçak kullanarak, Muay Thai ile savaşmayı öğretmişlerdir. Gitgide yaygınlaşan bu dövüş sistemi, köy meydanlarında tay halkının kendini güçlendirmek ve dayanıklı tutmak için uğraştığı bir spor haline gelmişti.
Tarihi 1300’lere kadar dayanan Muay Thai, 1930’larda modernleştirilirken, ellerdeki sargı ve ip yerine, boks eldivenlerine geçilmiştir. Modern hale geçmeyen geleneksel Muay Thai sistemlerinin tümü ise “Muay Boran” şemsiyesi altında toplanmıştır. Muay Boran altında, Muay Lopburi (günümüzdeki Muay Thai’nin öncüsü), Muay Chaiyuth, Muay Korat, Muay Kochasarn, Muay Nakorn sistemleri bulunur. Geleneksel dövüş sistemleri günümüzde hala Myanmar, Tayland ve Kamboçya’da eldiven kullanılmadan yapılmaktadır.
Geleneksel Muay Chaiyuth teknikleri daha çok, bize saldıranın vuruşlarını engellemek üzerine kurulu olsa da, diğer geleneksel sistemler ve Muay Thai’nin teknikleri, gelen darbeleri kabullenip hemen karşılık vererek bize saldıranı etkisiz hale getirmeye yöneliktir. Bu yüzden özsavunmada kullanabileceğimiz en iyi dövüş sistemlerinden biridir.
Nefes, Güç ve Hız
Muay Thai, sokaklarda faşizme karşı koymak için kullanabileceğimiz etkili bir dövüş sistemidir. Kısa süreli Muay Thai antrenmanlarıyla bile, seri şekilde yumruk, tekme, diz ve dirsek kombinasyonlarını uygulayabilir; kondisyona dayalı antrenmanlarıyla da vücudumuzu daha güçlü hale getirebiliriz. Diğer dövüş sporlarından ayırt edici olarak, diz ve dirsek vuruşları, sokakta kendimizi savunmamız için bize gerekli olan üstünlüğü de sağlayacaktır.
Muay Thai’de bir boksör gibi sağ, sol, sağ direkler çıktığımızda, karşımızdaki işi biraz biliyorsa sıradan bir gard ile yüzünü savunabilir iken; Muay Thaici boksör gibi girip karaciğere kroşe, yüze aparkat ve saldırganın sağ baldırına sert kavalı ile low kick’i oturttuğunda, karşımızdakinin ayakta durma şansı çok kalmaz. Bu yüzden bir mızrak gibi fırlayan sivri dizler, baltayı andıran dirsekler, Muay Thai yapan birini, bir boksörden fazlasıyla ayırıyor.
Muay Thai antrenmanlarında vuruşlarımızı güçlendirmemizin yanı sıra nefesimizi daha iyi kontrol etmeyi de öğrenmemiz gerekir. Bu da bizlere sokakta karşılaşacağımız kavgaların yanı sıra polisle yaşanan çatışmalarda da daha dayanıklı olmamızı sağlayacaktır. Kadınların da rahatlıkla yapabileceği Muay Thai, özsavunma yöntemleri arasında görülmekte, Avrupa’da da birçok anarşist örgütlenme tarafından yaygın bir şekilde yapılmaktadır. Muay Thai’nin vücudun bütün eklem yerlerini düşmana karşı bir silaha çevirmesi, diz, dirsek, tekme, yumruk tekniklerinin çok çeşitli olması, anarşistler arasında yaygınlaşmasını sağlamıştır.
Almanya, Rusya, İtalya ve Yunanistan’da Muay Thai ve Muay Thai’den çıkan ama daha sınırlandırılmış olan kick boks’un anti-faşist turnuvaları düzenlenmekte, bu turnuvalara hazırlanmak için de, özellikle gençlik örgütlenmeleri sürekli olarak Muay Thai antremanları yapmaktadır. Bu turnuvalarda kazanmak veya kaybetmek değil; yoldaşları faşizme karşı daha dinç ve dayanaklı hale getirmek amaç edinilmiştir.
Faşizme karşı mücadele ederken, özellikle sokak ayağında bizler için çokça katkısı olan Muay Thai, devletlerin kolluk kuvvetlerince de tabi ki kullanılmaktadır. Birçok devletin kolluk kuvveti, yakın dövüş sistemi olarak Muay Thai ve benzeri dövüş tekniklerini çalışmaktadır.
Tayland’ın Bangkok şehrinde, en büyük hapishanelerde, tutsaklara Muay Thai yaptırılmakta; tutsakların kazandığı maçlardan para almaları sağlanmaktadır. Devlet, bu projesiyle tutsakların da “rehabilite” edilmesini amaçlamaktadır.
Kısaca, çok etkili bir dövüş sistemi olan Muay Thai’yi devlet ya da çeşitli faşist yapılanmalar kullanıyor olsa da, bu spor dalı devrimciler için söz konusu olduğunda, Muay Thai’nin faşizme ve kolluk kuvvetlerinin türlü biçimine karşı bir direniş yöntemi olarak karşımıza çıktığı da aşikârdır.
Low kicklerle zindanları, yumruklarla faşizmi parçalamaya hazır mısınız?
Furkan Çelik
Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 29. sayısında yayımlanmıştır.
The post “Faşizme Karşı MUAY THAi” – Furkan Çelik appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post “Yaşamın Yeniden Yapılandırılması Kobanê’nin İnşası” – Merve Demir appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>“Her şeyin, özgür komünlerde örgütlenmiş köylüler ve işçiler arasında paylaşılması, yeni bir yaşamın yaratılması hem de bu yaratımın savunulması noktasında belirleyicidir.”
Nestor Makhno
Suriye Savaşı’nda, devlet otoritesinin ortadan kalkmasıyla 2012 yılı ortalarında Rojava bölgesinde başlayan öz örgütlenme süreci sonucunda üç kentte oluşan kantonlar, 2014 yılı başlarında özerkliğini ilan etti. Aslında bu, savaşın ortasında sessiz sedasız yeşeren bir devrimin, yaşamın yeniden yapılandırılmasının ilanıydı. İlan edilen şey, kapitalizmden bağımsız üretim-paylaşım ilişkilerinin ve devletsi olmayan özyönetim mekanizmalarının halk tarafından oluşturulduğu; her türlü tahakküm ilişkisinin sorgulandığı ve ortadan kaldırılması için mücadelenin devam ettiği devrim süreciydi. Bu devrime yönelik Şam yönetimi ve Türkiye dâhil bölge devletlerinin itirazları ve tehditleri devam ederken; bu kez 2014 yılı Eylül ayının ortalarında, IŞİD çetesi Rojava Devrimi’ne saldırı başlattı.
Erdoğan -Ankara’dan bir akbaba sesi de denilebilir- 7 Ekim 2014 tarihinde, savaştan kaçıp Antep’e sığınmış insanlara yaptığı konuşmada, “Kobanê düştü düşüyor” diyordu. Ancak halkın özsavunma güçlerinin dört aya yakın süren direnişi ve devrimci dayanışma sonucunda, çete yenilgiye uğrayarak Kobanê’den çekilmeye başlamış; takvimler Ocak’ın 26’sını gösterdiğinde ise zafer halayları, Kobanê’nin özgürleşen topraklarından coğrafyanın dört bir yanına yayılmıştı.
Bölgedeki hesapları tutmayan akbaba, bu kez 29 Ocak’ta B planını açıkladı. Zafer halaylarına yönelik tahammülsüzlüğünü ortaya koyduktan sonra, TOKİ’ye ve müteahhitlerine göz kırparak devam etti: “Şimdi bu DEAŞ terör örgütü tamam oradan çekildi. Ama bakın o kadar insan ne olacak? Orayı kim inşa edecek?” Sonra da gönlünden geçen sömürgeci planlarını açıklamaya başladı: “’TOKİ gitsin orayı inşa etsin’ diyorlar. Bu kadar sahipleniyorsunuz, hadi gidin inşa edin. Tamamen orayı inşa etmek gibi bir çalışmanın içine giremeyiz.”
İktidar, “Düştü düşecek” dediği Kobanê düşmeyince, hiç olmazsa yıkılan binaları inşa ederek oradan rant elde etmeyi geçiriyordu gönlünden. Kimsenin ne TOKİ’den, ne de her savaşta olduğu gibi akbaba misali bekleyen müteahhit ve şirketlerden beklentisi yoktu ya; şecaat arz ederken sirkatin söylüyordu sadece.
Hemen ertesi gün Diyojen’in sözüyle cevap geldi: “Gölge etme başka ihsan istemez. Dost halkların seferber olacağı bir inşa süreci olacaktır. Dayanışmaya giden halkları engellemeyin, biz orayı inşa ederiz.” şeklinde konuşan YPJ’li Beritan Kobanê, erkek iktidara cevabını şöyle verdi: “Kobanê kadının eliyle, kadının rengiyle inşa edilecek.”
Aslında Kobanê derken duvarlardan ve damlardan; yani kentin inşasından söz ediliyorsa, 1936’dan beri yankılanan Durruti’nin sözleri bu soruyu fazlasıyla cevaplıyordu: “Biz hep varoşlarda ve izbe duvarların içinde yaşadık. Bir süre için nasıl barınacağımızı bileceğiz. Şunu aklınızdan çıkarmayın, biz aynı zamanda inşa da edebiliriz. İspanya’da, Amerika’da, her yerde, sarayları ve şehirleri kuran biz işçileriz. Biz işçiler, onların yerini alacak başkalarını da yapabiliriz. Ve hatta daha iyilerini! Yıkıntılardan hiç korkmuyoruz. Biz dünyayı miras alacağız, bu konuda hiçbir şüphemiz yok. Yüreğimizde yeni bir dünya taşıyoruz, şimdi şu anda bu dünya büyümekte…”
Kentin yeniden inşası da elbette yaşamın yeniden yaratılmasının bir parçasıdır. Bu anlamda kentin inşası süreci, yaşamın yeniden yaratılması sürecinden bağımsız olarak ele alınamaz. Nasıl ki Rojava Devrimi halkın örgütlülüğüyle yaratıldı ve dayanışmayla savunuldu ise; Kobanê kenti de özörgütlü bir şekilde ve dayanışmayla inşa edilecektir.
Ancak herkes biliyor ki, Rojava’da yıllardan beri binalardan çok daha önemli bir şey inşa ediliyor; devlet, kapitalizm, ataerki ve benzeri her türlü tahakküm ilişkisinden arındırılmış özgür yaşam. Şimdi koca bir yıkıntı olan bu binaların arasında yıllardan beri inşa edilen bu yaşam, tam da saldırının ortadan kaldırmaya çalıştığı şeydi. Kobanê’de yıkılmak istenen de binalar değil, halkın inşa etmeye çalıştığı bu özgür yaşamdı.
Özgür yaşam mücadelesi, saldırı sonrasında cephelerdeki direnişte, sınırdaki dayanışmada devam etti. Sonunda sadece binalar yıkıldı, ancak Kobanê hala dimdik ayakta. Çünkü bizler çok iyi biliyoruz; “Örgütlü bir halkı hiçbir kuvvet yenemez.” Ve yaşamı inşa eden bir halk için, binalar inşa etmenin lafı bile olmaz. “Bir sabah güneş doğar; sevgiden tuğlalarla yeniden kurarız bu kenti…”
Merve Demir
Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 25. sayısında yayımlanmıştır.
The post “Yaşamın Yeniden Yapılandırılması Kobanê’nin İnşası” – Merve Demir appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>