The post Göçmenin Kitabında Avustralya’nın Şiddeti – Lea Zusmanovicha appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>“Ay ışığı altında
Bilinmeyen bir rota
Kaygının renklerinden bir gökyüzü”
Bu yılın başlarında İranlı kürt gazeteci Behruz Boochani Avustralya’nın en prestijli edebiyat ödülünü kazandığında duygularını “paradoksal” olarak tanımladı. Çünkü Boochani 6 yıldır göçmen kamplarının en kötüsünde, Papua Yeni Gine kıyılarındaki bir adada Avustralya gözetiminde kalmaya devam ediyor.
Boochani’nin ödülü almasını sağlayan kitabı “Dağlardan Başka Dost Yok: Manus Hapishanesi’nden Notlar” Manus Hapishanesi’nde yazıldı ve sığınacak yeni bir coğrafya aramak için Endonezya’ya botla yapılan tehlikeli yolculuğu, yaşanan mahkumiyeti ve Manus Hapishanesi’nde tutsaklara yapılan günlük işkenceleri konu ediyor. Boochani, hapishaneleri “Kyriarchial” bir sistem olarak ortaya koyuyor. “Kyriarchial” sistem, sosyal sistemlerin kesişimiyle elde edilmiş genel bir yönetim sistemi ve hiyerarşinin kompleks katmanlarıyla birleştirilip çoğaltılmış şiddetli baskı biçimi olup, tutsaklar üzerindeki şiddeti anlatmada önemli.
Birçok sebepten sıradışı bir kitap. Birincisi, Avustralya’nın bu ada kamplarında göçmenlere uyguladığı tacizin, baskının şok edici bir şekilde gözler önüne serilmesi/ifşası. Bu dehşet verici detaylar aslında uluslararası boyutta gizleniyor. Yasalarla sağlık çalışanlarının ve hatta adaya ayak basan gazetecilerin bile kampların içinde olup bitenlere dair bilgi paylaşması engellendi. Boochani “Benim amacım her zaman Manus ve Nauru’daki sistemin masum insanlara sistematik bir şekilde neredeyse 6 yıldır nasıl işkence ettiğinin Avustralya ve dünyadaki diğer insanlar tarafından bilinmesi oldu.” diye kendi niyetini belirtti ve ekledi: “umarım ki bu ödül biz göçmenlerin yaşadıklarına daha fazla dikkat çeker ve biz bu acımasız politikaları bitirmek için bir şans yaratabiliriz.”
Tutsaklar küçük, boğucu, havasız odalarda ya da uyumanın imkansız olduğu yüzlerce ranzanın yan yana dizildiği koridorlarda yaşadılar. Tuvalet blokları temizlendikten sadece iki saat sonra bilek hizasında idrar ve dışkı ile doluyordu. Göçmenler yemek çadırına girebilmek için yakıcı sıcağın altında saatlerce tutuluyor ve gardiyanlar tek seferde beş kişiyi alıyorlardı. İlk birkaç grup geçtikten ve aslan payını aldıktan sonra geri kalanlar için neredeyse hiçbir şey kalmazdı. Oradaki çoğu kimse için yarı-açlık kalıcı bir durumdu. Bütün oyunlara, hatta el yapımı olanlara bile el konuldu; odalara şafaktan önce düzenli baskınlar yapılıyor, sigara ve traş bıçaklarına bilinmeyen suçların cezası olarak el konuluyordu. Tutsakların günleri her an değişebilen binlerce küçük kurallar ve yönetmelikler tarafından belirleniyor, planlanan telefon konuşmaları gerekçe göstermeden iptal ediliyor ve göçmenler sağlık bakımı almaya zorlanıyor ya da bakımları engelleniyordu. Ve tutsaklar en ufak bahanelerle “saldırgan” ilan edilip tecrit hücrelerinde izole ediliyorlardı. Göçmenlere yönelik bu sistematik işkence oyunu güvenlik şirketi yöneticileri tarafından belirlendi. Avustralya ve Yeni Zelanda Papua Yeni Gine’deki şirket gardiyanlarının yaptıkları sorumluydu.
“En büyük adaletsizlik biz bunları yaşarken bunları yapan kimsenin hesap vermemesi, kimsenin duvara karşı sorgulanmamasıdır. Şimdi soruyorum: Sizi pislikler, bütün bu yönetmeliklerin ve kuralların arkasındaki felsefe de ne?”
Bütün bu sefaletin içinde Boochani insanlık ve güzelliğe doğru işaret ederek anlatıyor; belirli mahkumların kibarlığı ve merhameti etrafımızdaki ormanın büyüsüydü. Yine de bu lirik tanım ileride yaşanacak trajedilere sahne hazırladı.
Kitabın yazıldığı şartlar da sarsıcı. Bir düzine yazılı ve sesli mesajın Boochani’nin avukatlarına, çevirmenlerine ve dostlarına eylemciler tarafından kaçırılan telefonlarla gönderilmesi gibi. Yazım süreci telefonların çalınması ve gözetim korkusu nedeniyle sürekli kesintiye uğradı. Avustralya’da küçük bir ekip, tartışıp derlemek için birleşti ve bu çalışma kitap haline geldi.
Yine de Dağlardan Başka Dost Yok zeki, orjinal, sanatsal bir yaratım. Edebi türleri aşan, modern yazım stillerini Pers edebi gelenekleriyle birleştiren; tiyatro, folklor ve ritmi şiirle birden değiştiren bir metin. Yürek burkucu ve büyüleyici olan kitabın etkisi, okuyucuya “Devrim ne zaman?” diye sordurmak oldu.
Avustralya’nın ikili parti sisteminin iki tarafı da göçmenlerin dertleriyle ilgilenmiyor başka coğrafyalardaki devletlerin bu meseleyle ilgilenmediği gibi. Yıllardır farklı coğrafyalarda göçmenlerin durumlarına ilişkin eldeki bilgiler, yaşanan protestolar; kamplardaki sağlık personelleri ve hastaneler üzerinden sağlanıyor. Ana akım medyanın ilgisini ise politikacıların kamp ziyaretleri çekiyor. Boochani’nin kitabı insanlık dışı sağ ya da sol yönetimlerdeki hiyerarşik devlet gücü hakkında apaçık bir beyan. Öyle gözüküyor ki var olan politik sistem insan haklarının savunulmasının gerekliliği konusundaki sesleri dinlememekte ısrar ediyor.
Papua Yeni Gine 2016’da Manus Hapishanesi’ni yasa dışı ilan etmiş ve sonunda Kasım 2017’de kapatmıştı. Avustralya’nın kendi topraklarına “izinsiz” girmeye çalışanlara karşı bulduğu çözüm, başka bir devletin toprağına göçmen kampı kurmak oluyor. Avustralya ve Papua Yeni Gine arasındaki bu muğlak siyasi durum, Kyriarchial sistem tutsakların daha büyük bir baskıyla karşılaşmalarına neden oluyor. Ayrıca Papua Yeni Gine’nin kararı sonrası karşı karşıya olduğu tehditler sebebiyle tutsaklar yaklaşık bir ay boyunca büyük çapta isyanlar düzenlediler. Bu eylemlere rağmen tutsaklar başka yerlere taşınmaya zorlandı. Boochani hala Manus Adası’nda ve ona ne olacağı belirsiz.
“Kuşun ilahisi ve insanın ilahisi
İlahiler birbirine karışır
Bu feryat.. doğanın.. doğanın feryadı
Bu feryat.. insanın .. insanın feryadı”
Lea Zusmanovicha
Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 50. sayısında yayınlanmıştır.
The post Göçmenin Kitabında Avustralya’nın Şiddeti – Lea Zusmanovicha appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post Uyuyan Yanardağ Harekete Geçti, 500 Kişi Tahliye Edildi appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Cuma günü başlayan faaliyetin ardından adada bulunan yaklaşık 500 kişi güvenli bir şekilde tahliye edildi. Kül ve toz dumanının 2 km yüksekliğe ulaştığı görüldü. Henüz patlama gerçekleştirmeyen yanardağ, eğer patlarsa bölgede oluşacak deprem ve tsunami adadaki yerleşim yerlerinde hasar bırakabilir.
The post Uyuyan Yanardağ Harekete Geçti, 500 Kişi Tahliye Edildi appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post İstanbul’dan Sakarya’ya, Kuzey Irak’tan Papua Yeni Gine’ye İnşaat İşçileri Örgütleniyor appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Meydan: Bizim sizinle tanışmamız bir direniş sürecinde oldu. Dolayısıyla, bizim de bu direnişi gözlemleme fırsatımız oldu. Tabi siz, bu sürecin öncesini de biliyorsunuz. Zorlu Center’daki direniş sürecinden biraz bahsedebilir misiniz?
İnşaat İşçileri Sendika Girişimi: Zorlu Center’da sendika girişimi olarak çalışmaya başladığımız andan itibaren, içeride çalışmakta olan bir arkadaşımız vardı. Biz de zaten o arkadaşımızın haber vermesiyle, burada yaşanmakta olan duruma ilişkin bilgi sahibi olduk. Daha önce de ücretlerin geç ödenmesiyle alakalı olarak, Zorlu Center’a bir mail göndermiştik. Yani daha öncesinde de böyle sıkıntılar zaten yaşanıyordu. Arkadaşımız bize haber verince biz de geldik. Ama zaten biz gelmeden önce de işçiler fiili olarak işi durdurmuşlardı. İlk geldiğimizde 150’ye yakın işçi olduğu söyleniyordu, ama rakam giderek düştü. Bu süre içerisinde işe geri dönenler de oldu. Ama şimdi kıdem tazminatı ve tüm hakların alınması üzerinden direniş devam ediyor. İlk geldiğimiz gün, iş bırakan işçilere karşı, işveren alacakların yalnızca %30’unu ödemeyi taahhüt etmişti. Şimdi, önümüzdeki birkaç gün içerisinde sorun çözülecek gibi görünüyor.
Şu an için, kıdem ve ihbar tazminatlarını ödemeyi taahhüt ettiler, Zorlu’nun altındaki şirket olan Aktürk’ten Sesal’a, işçilerin şirketine, paranın aktarıldığını söylediler. Fakat yanlış hesaplama dolayısıyla, ödenecek miktarın hesaplanmasında büyük bir hata var. Patronlar için belki küçük, ama işçiler için çok büyük bir hata. Biz de o hesaplamanın düzeltilmesini bekliyoruz. Ama eğer bu düzeltmeleri yapmazlarsa, Zorlu Center önünde aktif bir eylem sürecine başlayacağız.
Sizin sendika olarak faaliyete geçtiğiniz günden bu yana, benzer deneyimleriniz oldu, değil mi? Onlardan da kısaca bahsedebilir misiniz?
Mesela Nisan ayı başında, bir TOKİ direnişimiz oldu. Yeni Doğuş adlı şirketin taşeron olduğu TOKİ şantiyesinde bir direniş vardı. Yaklaşık 41 işçi arkadaşımızın ücretlerini ödememişlerdi. Yeni Doğuş adlı taşeron şirket iflasını vermiş, işçilere de başınızın çaresine bakın denmişti. Burada, TOKİ şantiyesinde bir işgal gerçekleştirdik. 7 gün sürdü bu işgal eylemi. Orada da işçilerin kararlı direnişiyle, 7. günün sonunda, tazminatları, yıllık izinleri dahil tüm haklarını almayı başardık.
Direnişe gerek duymadan aldıklarımız da var. Biz sendika olarak problem yaşanmakta olan şirkete önce bir dosya gönderiyoruz. “İşçilerin haklarını gasp ediyorsunuz. Şu kadar süre içerisinde ücretleri ödemezseniz yasal bütün haklarımızı kullanacağız.” diyoruz. Bu dosya gittikten sonra, direnişe gerek kalmadan, ücretleri ödemek zorunda kalan şirketler de oluyor. Bu da bir eylem şeklidir tabi.
Örnek olsun diye şunu söyleyebilirim; Kozyatağı’nda yapılan Hilton’da işçi arkadaşlar maaşlarını alamamışlardı. Oraya dosya bile göndermeden biz kendimiz gittik. Şantiyede yaklaşık yarım saat kaldık. Aynı gün mesai bitiminde tüm paralar ödendi. Bunun gibi, kamuoyuna çokça yansımayan, bizim de yansıtmak için çok uğraşmadığımız bir sürü örnek var.
Farklı şehirlerde de benzer süreçler yaşandı değil mi?
Yaşadık. Mesela Sakarya’da üç tanesi Suriyeli altı arkadaşımıza, çalıştıkları şirket ödeme yapmıyordu. Ancak benzer bir süreç işleterek, onların da tüm alacaklarını almayı başardık. Kayseri’de de eyleme gerek kalmadan, maaşlarını ödenmeyen arkadaşlarımızın alacaklarını aldık. Papua Yeni Gine’de bile benzer bir süreç yaşadık. Bir gün beni birisi aradı, “Ben Papua Yeni Gine’den arıyorum.” dedi. Ben en başta inanmadım tabi ki. Ancak işçi arkadaş ısrarla dedi ki “Ben Papua Yeni Gine’den arıyorum. Bağlı bulunduğum Türk şirketi benim maaşımı ödemiyor, biletimi de almıyorlar” dedi. Biz de şirkete gitmesini, bizden bahsetmesini söyledik. “Eğer ücretin ödenmezse ve biletin alınıp buraya gönderilmezsen, sendikanın duruma müdahale edeceğini” söyle dedik. Aynı gece uçak biletini almışlardı. Sonrasında bize tekrar telefon açtı, gece geleceğini söyledi ve ne yapması gerektiğini sordu. Biz de geldiğinde şirkete gitmesini söyledik. Ondan sonra büyük ihtimalle geri dönüp, şirkete gidip, alacağını aldı. Sonrasında bu sebeple bizi arama ihtiyacı duymadı…
Sendika öncesinde yürüttüğümüz dernek sürecinde, geçtiğimiz yıl, Kuzey Irak’ta da 20’nin üzerinde işçiyi aynı şekilde esir almışlardı. Ücretlerini ödemiyorlardı. Bu şirket de, Türk şirketiydi. Biz gittik, buradaki şirketle görüştük ve onu da hallettik. Yani basına yansıtmadığımız birçok farklı şehirde ve hatta ülkede karşılaştığımız benzer durumlar oldu.
Peki, şu anda henüz sendikalaşmadınız, değil mi?
Şu anda sendika girişimiyiz. Ay sonuna doğru büyük ihtimalle sendika kurulmuş olacak. Girişim olmasına rağmen bu kadar faal çalışıyoruz.
İşçi direnişlerini düşündüğümüzde, özellikle Greif direnişiyle düşündüğümüzde, sendikaların işçiden yana olmayan ve uzlaşmacı tavrı son zamanlarda belirginleşti. Bu duruma ilişkin düşünceleriniz nedir? Öte yandan İnşaat İşçileri Sendika Girişimi’nin sendikacılık anlayışı nedir, bu noktadaki tavrı ne olacak?
Öncelikli olarak, Greif’ta yaşanan durum, Türkiye’deki sendikacılık anlayışının iflas noktasıdır. Bunun temel nedeni de açıkçası, sendikacılığın bir iş, bu alanın bir sektör olarak görülmesi. Yani profesyonel sendikacılıkla birlikte sendika başkanlarının, sendika yönetimlerinin çok yüksek maaşlar alması da bu duruma sebep. Mesela, DİSK Tekstil, tekstil alanında örgütleniyor. Tekstil, bu ülkedeki en kötü sektörlerden biri; güvencesiz, sigortasız bir sektör. Ama mesela bu alanda faaliyet yürüten ve yüksek maaş alan sendika başkanları, bunu bir iş haline getirmişlerdir. İşçiyi düşünmek yerine kendi maaşlarını, koltuklarını korumanın derdine düşmüşlerdir.
Biz bu meseleye şöyle bakıyoruz; biz, profesyonel sendikacılığa karşıyız. Yani, bu işin profesyonel bir temelde yürümemesi, sendikacılığın bir meslek haline getirilmemesi gerektiğini düşünüyoruz. Mantık olarak da şöyle düşünüyoruz; Türkiye’de işçi sınıfına dayatılan çalışma koşulları, bizim alanımızda inşaat işçilerinin güvencesiz çalışma koşulları, esnek çalışma, taşeronlaşma… Bunlar artık kanıksanmış, özellikle bizim sektörümüzde kalıcılaşmış şeyler. O yüzden mevcut yasal düzenlemelere baktığımızda, sendikal cepheden bize hiçbiri uymuyor. Biz inşaat sektöründe sendikacılık yapmak istiyorsak, fiili olarak bir süreç işletmek durumundayız. Hiçbir yasal sürece dayanmadan, hatta gerekirse kendi yasalarımızı oluşturarak bu süreci örmek zorundayız. Mesela, inşaat sektöründe işler çok kısa sürede bitebiliyor. Bir işçi üç ay bir inşaatta çalışıp, sonraki üç ay başka bir inşaatta çalışabiliyor. Bizim toplu sözleşme yetkisi alma şansımız sıfır. Biz o yüzden fiili bir süreç işletiyoruz. Zorlu’da da böyle oldu… Bundan sonra yürüteceğimiz tüm süreçlerin de böyle olması gerektiğini, sendikacılığın sokakta olması gerektiğini düşünüyoruz.
Zaten Türkiye’de şu anda sendikacılıkta gelinen son nokta, sendikalara güvenin kalmamış olması, bu durumu kendisi yaratıyor. Sendikacılığın sokakta olması gerektiğini savunduğumuz için de baraj gibi, bağlı bulunan üye sayımız gibi detaylara takılmadan, içinde bulunduğumuz çalışmayı sürdürmeyi düşünüyoruz.
Devam etmekte olduğumuz bu direniş sürecinde, sendikacılığın nasıl olması gerektiğini aslında bizler de daha iyi anlıyoruz. Şu an için girişim olmamıza rağmen, girdiğimiz birçok alanda, birçok kazanımla çıkmış durumdayız. Bizim için esas önemli nokta, işçinin hakkını almasıdır. Bizler bu tavrımızla TOKİ’yi de, Zorlu’yu da, Türkiye’de inşaat sektöründe faaliyet yürütmekte olan birçok büyük şirketi de dize getiriyoruz.
Biz, işçilerle gerçekleştirdiğimiz toplantıların çok meşru süreçler olduğunu düşündüğümüzden, bu toplantıları katılıma açık gerçekleştiriyoruz. Herkesin iradesinin yansıdığı bir biçimde örgütlüyoruz. İşçinin adına karar vermiyor, birlikte bir karar alma süreci işletiyoruz. Biz sınıf olarak, ortak çıkarlarımız doğrultusunda hareket etmeyi önemsiyor, bu doğrultuda hareket ediyoruz.
Son süreçte Seyitömer, Greif, DEDAŞ… Bir hareketlilik söz konusu. Tabir-i caizse işçi sınıfı kavgada, kazanmaya devam ediyor. Bu sektör özelinde düşündüğünüzde, benzer bir hareketlenmeyi öngörüyor musunuz? Diğer yandan “sokakta sendikacılık anlayışı” bu sektörde benzer bir hareketlenme yaratacak mı?
İnşaat işçisi, diğer sektörlerde çalışan işçilere çok benzemez. Kavga etmeyi de bilir, bir gaspa maruz kaldığında zaten kavga ederek hak ettiğini de alır. Burada tek sorun, yıllardır inşaat sektöründe faaliyet yürütecek bir derneğin, sendikanın olmamasıydı. Bunu zaten şantiyelere gittiğinizde de hep hissediyorsunuz.
İşçiye eğer “doğru” ulaşabilirseniz, doğru yerden, doğru sözle ve hareketle giderseniz kendinizi anlatabilirsiniz. Bir inşaat işçisine “sen sömürülüyorsun, sen ölüyorsun” demek bir şey ifade etmiyor, çünkü işçi zaten bunu biliyor. Önemli olan işçiye bunu doğru şekilde, doğru zamanda yeniden fark ettirebilmek. Çünkü işçi o zaman zaten sokağa çıkıyor. Biz bunu TOKİ’de de gördük, Zorlu’da da görüyoruz. Biz işçiye sömürüldüğünü öğretmeye soyunmuyoruz. Yalnızca çarenin ne olduğunu doğru şekilde anlatmaya çalışıyoruz.
Kentlerin yeniden düzenlenmesiyle ilgili, Türkiye’de inşaat sektörü özellikle AKP hükümeti ile birlikte hızla yayıldı. Arka planına baktığımızda, bu alanda çoğunlukla kredilerin kullanıldığını gördüğümüz zaman, önümüzde patlayacak bir krizle birlikte, özellikle inşaat sektöründe hareketlenmelerin olma ihtimali çok yüksek. Sıcak parada yaşanacak küçük bir kesinti, ciddi çalkantılara yol açacak. O yüzden bir kriz patlak verdiğinde, bu sektör içerisinde işçinin mağduriyeti de ciddi şekilde açığa çıkacak. Bu yüzden doğalında da grev ve direnişlerin yaygınlaşacağını öngörüyoruz.
Gazeteyi okuyacak bir inşaat işçisi size nasıl ulaşabilir? Ya da nasıl sendika üyesi olabilir?
Sendikayı resmi olarak bu ay sonuna kadar kurmayı düşünüyoruz. Zaten sonrasında, inşaat sektöründe çalışan her işçi, internet üzerinden sendikamıza üye olabilir. Onun dışında da www.insaatiscileri.wordpress.com diye bir sitemiz var. Buradan ve mail adreslerimizden de ulaşabilirler.
Son olarak eklemek istediğiniz bir şey var mı?
Türkiye işçi sınıfına dayatılan her şey, şu anda inşaat sektöründe birleşiyor. O yüzden örgütlenmesi oldukça zor bir sektör. Burada yürüttüğümüz emek çok değerli. Açıkçası çok zor bir alanda faaliyet yürütüyoruz. Bir araya gelebilmek, bir arada kalabilmek inşaat sektörü içerisinde çok zor. Ama biz bu zorluğu bilerek bu işe giriştik.
Bu sektörde çalışan, bizim işçi olarak kabul ettiğimiz ama bazılarının da kendilerini işçi olarak görmediği Mimarlar Odası’na ve Tabipler Odası’na sesleniyoruz. Şantiyelerde mimarlar, mühendisler, iş sağlığı ve güvenliği uzmanları ve doktorlar maalesef bazen işverenden tavır alıyorlar. Doktorlar sanki iş kazaları bir gün oluyormuş gibi yalnızca bir gün şantiyeye geliyor, iş sağlığı ve güvenliği uzmanları işverenden yana tavır sergiliyor. Bizler, özellikle meslek odalarına sesleniyoruz. Onlar da işçi, bizler de işçiyiz. Ancak bunun sonunda ölen biz oluyoruz. Biz, birlikte olursak varız.
Bu çalışma inşaat işçilerinin çalışması, içinde onlar var ama bu çalışmaya emek sarf eden birçok arkadaşımız da var. Bu noktada bizlere destek veren Umut-Sen’e, Emekçiler Dayanışma Sendikası’na, Çağdaş Hukukçular Derneği’ne çok teşekkür ederiz. Bir de şu anda aramızda olamayan Demet Şahende Dinler’e de özellikle dernek sürecinde bizlere verdiği desteklerden dolayı çok teşekkür ediyoruz.
Röportaj için teşekkür ediyoruz. Biz de Meydan Gazetesi olarak mücadelenizde başarılar diliyoruz.
Yakın zamanda İstanbul’da bulunan Zorlu Center’da bir direniş gerçekleştiren ve röportajı yaptığımız günlerde sürdükleri direnişi kazanımla sonuçlandıran İnşaat İşçileri Sendika Girişimi ile sendikal faaliyet yürütmekte oldukları inşaat sektörünü, sendika çalışmaları dahilinde yaşadıkları deneyimleri konuştuk. Sakarya’dan, Papua Yeni Gine’ye kadar, inşaat işçilerinin patron baskısına karşı direndiği her yerde işçilerle dayanışma gösteren sendika girişimi ile yaptığımız röportajı sizlerle paylaşıyoruz.
Röportaj: Halil Çelik
The post İstanbul’dan Sakarya’ya, Kuzey Irak’tan Papua Yeni Gine’ye İnşaat İşçileri Örgütleniyor appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>