The post Sanal Da Olsa Para Paradır – Özgür Oktay appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>“000000000019d6689c085ae165831e934ff763ae46a2a6c172b3f1b60a8ce26f”, yani “Maliye Bakanı Alistair Darling, bankalar için ikinci iflastan kurtarma paketini hazırlıyor”. Bu şifre, bitcoin veri tabanında bulunan ilk kaydı oluşturuyor. Yarattığı yeni para birimi için İngiltere’deki Sunday Times Gazetesi’nin 3 Ocak 2009 tarihli manşetini kullanan Satoshi Nakamoto lakaplı mühendisin aslında kim olduğu, bugün hala kesin olarak bilinmiyor. Ancak Satoshi’nin bugünkü değeri 20 milyar ABD dolarına yakın olan 1 milyon “bitcoin”e sahip olduğu hesaplanıyor.
İngiltere’de 2007’de başlayan finansal krizin ardından, adı zaten yolsuzluklara karışan İşçi Partili maliye bakanının, bankalara milyonlarca sterlin daha hibe etmesinden memnun olmadığı anlaşılan Satoshi, bitcoin’i duyurduğu makalesinde, kredi kartlarıyla zaten günlük yaşamda kullandığımız elektronik para için, banka gibi bir aracı gerektirmeyen, bireyden bireye aktarılabilen bir sistem olması gerektiğini anlatıyor ve bunun için gereken yazılım kodunu paylaşıyor. Blockchain denilen ve bugün bitcoin ve benzeri yüzlerce para biriminin temelini oluşturan bu teknoloji sayesinde, para transferi için sadece bankalar değil, herhangi bir aracı ihtiyacı ortadan kalkıyor.
Blockchain Teknolojisi
Para transferinde aracıyı ortadan kaldırmak için, bütün transferler, “A’dan B’ye 0.0001 bitcoin” gibi kayıtlarla, herkese açık bir veri tabanına kaydedilir. Bu kayıtta A ve B’nin kime ait olduğu bilinmez ve bu kaydı ancak A, kendi şifresini kullanarak yazabilir. A bu kaydı yazdıktan sonra, bu kaydı herkes görür ve kayıt değiştirilemez. A hesabında para kalmadıysa, bu sefer A’dan C’ye transfer yapmak mümkün değildir.
Bitcoin hesap numarası da bir merkezden alınmaz, sadece kendi belirlediğimiz bir şifreden ibarettir. Her işlem için yeni bir hesap numarası kullanılabilir.
Mevcut bitcoin sistemlerinde 10 dakikada bir yeni bir kayıt oluşturulur. Bu yüzden işlem kapasitesi saniyede 14 gibi çok düşük bir sayıdır ve örneğin bakkaldan ekmek almak için kullanılamaz. Ancak önümüzdeki yıllarda bunun değişeceği tahmin ediliyor.
Blockchain’in en önemli özelliği internet erişimi kısıtlanmadığı sürece durdurulamamasıdır. Veri tabanı tek bir merkezde değil, binlerce bilgisayar tarafından ortak yazılır. Bu kayıtları yazmak için bilgisayarda uzun süren şifreleme işlemleri yapılması gerekir. Bu işlemleri yapıp kaydı yazan bilgisayara ödül olarak birkaç kuruş verilir. Kayıt yazıldıktan sonra, onu değiştirmenin maliyeti, harcanan elektrik hesaba katıldığında ödülünden çok daha fazladır. Bu yüzden binlerce bilgisayar 10 dakika içinde yeni bir kayıt yaratmanın peşinde koşar. Bu bilgisayarlara madenci denir.
Bitcoin ilk ortaya çıktığında, herkes kendi bilgisayarında madencilik yapabiliyordu, şimdi onlar milyoner oldular. 10 dakikada bir veri tabanına kayıt yazmak için rekabete giren bilgisayarlar gittikçe güçlendi ve özel donanım kullanmaya başladılar. Bugün bitcoin madencisi olmak, bir bilgisayardan çok daha fazla yatırım gerektiriyor.
Ucuz elektriği sayesinde dünyanın en büyük bitcoin madenleri Çin’de bulunuyor. Dünyanın en büyük madencisi olan ve işlem gücünün %30’unu sağlayan şirket, Pekin merkezli “Bitmain”. Ancak Çin, kendi blockchain para birimi üzerinde çalışıyor ve Yen dönüşümü yapan siteleri kendi vatandaşlarına engelledi. Şirketin 23 milyon dolarlık elektrik ve diğer harcamalarına karşılık 77 milyon kar ettiği tahmin ediliyor. Dünyadaki bütün bitcoin madencilerinin 9 yılda yaptığı ciro, 2 milyar dolar değerinde.
Bitcoin ve Kirli İşler
Bitcoin’i ilk kullananlar arasında, para transferini devletten gizlemek isteyen mafya, silah kaçakçıları, uyuşturucu satıcıları da vardı. Karanlık işlerin pazarı Silk Road’da kullanılması ile birlikte bitcoin bunlarla birlikte anılmaya başladı. Bilgisayardaki dosyaları kurtarmak için fidye isteyen virüslerin mağdurları bir yılda 18 milyon dolarlık bitcoin ödediler.
Ancak ilk yıllarda sanıldığı gibi, bitcoin kullanıcıları tamamen gizli kalamıyor. 2015’te, Silk Road’un yaratıcısı Ross Ulbricht, çalıntı bitcoin’leri aklayan Tomáš Jiříkovský, saadet zinciri kuran Trendon Shavers, FBI tarafından yakalandı.
Bitcoin’in Değeri
Bugün neredeyse tüm para birimlerinde olduğu gibi, bitcoin’in değeri de, ona olan arz ve talep üzerinden hesaplanıyor. Değeri sürekli yükselen ve çoğu uzmanın balon olarak tanımladığı bitcoin, bir yandan CME gibi dev finans kuruluşları tarafından riskli ve yüksek getirili bir fon olarak satılıyor.
Çoğu devlet ve banka, bitcoin’e para olarak değil, altın ya da hisse senedi gibi bir yatırım aracı olarak bakıyor. Bu yüzden, örneğin ABD vergi kuruluşu IRS, kazançlar üzerinden vergi alacağını açıkladı ve alım satım sitelerinin en büyüklerinden biri olan Coinbase’den 10 bin hesabın bilgilerini mahkeme yoluyla aldı. Merkez Bankası Başkanı Murat Çetinkaya’nın açıklamalarına göre dijital paralar üzerine çalışması için bir grup oluşturuldu ve yakında TC devleti de buradan vergi toplayabilir.
Bitcoin Rüyası
İlk ortaya çıktığında bankalardan, hatta devlet kontrolünden kurtulacaklarını söyleyenlerin şimdi pek sesleri çıkmıyor. Elektronik para, ne takipten, ne vergiden, ne de sermayenin spekülasyonlarından kaçabiliyor. Belki de bankalardan kurtulmanın en iyi yolu parayı tamamen reddetmektir.
Özgür Oktay
Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 42. sayısında yayınlanmıştır.
The post Sanal Da Olsa Para Paradır – Özgür Oktay appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post “Suriye’deki Savaşın Para Hali” – Halil Çelik appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Suriye’deki savaş başladığından bu yana, savaş gündeminin önemli bir parçası paralı askerler meselesiydi. Özellikle ABD’nin Afganistan’dan Irak’a varıncaya kadar, birçok çatışma sürecinin içerisinde yoğunluklu olarak özel güvenlik şirketlerine başvurduğu bir gerçek.
Özel güvenlik şirketlerine dönük talebin ve şirket sayısının artışı, savaş durumunu aslında bir sektör haline getirmiş durumda. Şirketler, devletlerin yapmak isteyip de yapamadığı, uluslararası sözleşmelere aykırı birçok hamleyi yapmaktan çekinmiyor.
Bu özel güvenlik şirketleri, rakamların kesin olmadığı, gizli ilişkilerin, siyasi ve ticari ağların olduğu bir endüstride hareket ediyor. Uluslararası hukukta, bu şirketlerle ilgili herhangi bir düzenleme yok. Şirket olduklarından dolayı, kendi endüstrisinden ya da farklı endüstriden başka şirketlerle finansal bağlar geliştirmektedirler. Örneğin, 1992’de ABD’de kurulan Executive Outcomes’ın çok uluslu enerji ve maden şirketleriyle doğrudan bağları var. Bugün Ortadoğu’da da faaliyet gösteren şirketlerden MPRI, Armorgroup ve Vinnell gibi özel güvenlik şirketleri, başka büyük şirketlerin yan kuruluşudur. Vinnell Corp.,1975’te Suudi Arabistan’ın petrol bölgelerini koruyan muhafızları eğitmek için 77 milyon dolarlık bir sözleşme imzaladı. Şirket görevine, 2003’te Irak ordusunu eğitmek için imzaladığı 48 milyon dolarlık başka bir anlaşmayla devam ediyor.
Söz konusu coğrafya Suriye olunca, ilişki ağlarının iç içe geçtiği çok daha karışık bir düzlemden bahsetmek gerekiyor. Suriye’deki savaşın başından bu yana, Suriye’de rejime destek vermek için bulunan Rus özel güvenlik şirketlerinin olduğu biliniyor. OMON, SOBR, VDV, Spetzvaz gibi şirketlerden deneyimliler ile oluşturulan Slavonic Corps. bunların başında geliyor. Büyük bir çoğunluğu Çeçenistan Savaşı’nda ve Tacikistan İç Savaşı’nda görev almış askerlerden oluşuyor. Önce Şam’a sonra da Lazkiye’deki Suriye Ordu Üssü’ne kaydırılan grubun, Deyr Ez-Zor’daki petrol tesislerinin güvenliği sağladığı biliniyor. Şirketi bu kadar özel kılan birkaç durum önemli. İlki, şirket Hong-Kong menşeili olarak hareket ederek, Rusya’da “paralı askerlerin” varlığını yasaklayan düzenlemelerden kurtuluyor. Diğer önemli bir durum da, şirketin bağlı olduğu üst şirket ile alakalı. Uluslararası medyanın bu kadar gündeminde olmasının sebebi, üst şirket Moran Security Group’un %50 hissesinin Britanya Virjin Adaları menşeili Neova Holdings LTD.’ye bağlı olması…
Yani ortadaki tablo, Suriye’de Esad rejimini korumak için, bir ingiliz şirketine bağlı olarak çalışan Rus paralı askerleri; İngiltere’nin dahil olduğu koalisyon güçlerinin desteklediği Özgür Suriye Ordusu’na karşı savaşıyor!
Cerablus’a yönelik operasyonlar sürecinde kilit bir rol oynayan SADAT, yukarıda bahsi geçen özel güvenlik şirketlerinin yerli versiyonu. 2012’de hangi mevzuata göre kurulduğu belli olmayan SADAT, özellikle 15 Temmuz sürecinde oldukça popüler oldu. Cumhurbaşkanı başdanışmanlığına yükselen, şirket sahibi emekli Tuğgeneral Adnan Tanrıverdi gibi şirket çalışanlarının büyük bir çoğunluğu ordudan “irticai” faaliyetler nedeniyle atılan askerlerden oluşuyor. Şirket “şimdilik” sadece yurtdışında görev yapabiliyor. “Arap dünyasında verdiği eğitimlerle, bölgeyi büyük güçlerin kontrolünde hareket etmekten kurtarmayı” hedefleyen şirket, Arap Körfezi’nde Al Aquid Trading Saudi şirketi ismiyle faaliyet yürütüyor. Suriyeli göçmenlere silahlı eğitim vererek, ÖSO’ya adam yetiştirdiği en çok konuşulan durumlar arasında. 2015’te Rusya’da, Irak ve Suriye’ye cihatçı olarak gittiği için soruşturma açılan 889 kişiden yaklaşık dörtte birinin SADAT ile bağlantılı olduğu ortaya çıktı. SADAT’ın şimdilik varlığı teyid edilen tek kampı Suriye’nin İdlib kentinde bulunuyor. Antakya’ya komşu olan kent 2015 Nisan ayında bileşenleri arasında Nusra ve Ahrar uş-Şam gibi El Kaide kökenli cihatçı-selefi örgütlerin bulunduğu Fetih Ordusu’nca ele geçirilmişti.
Savaş, dünyanın farklı bölgelerinde giderek zorunlu bir gerçeklik haline gelirken, her şey üzerinden para kazanmanın etiğini kendisine ilke edinen kapitalizm bunun üstünden de para kazanmaya devam ediyor.
The post “Suriye’deki Savaşın Para Hali” – Halil Çelik appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post “Paranın Vatanı Olmaz”- Mercan Doğan appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Ayın başından itibaren, o ayın sonunu nasıl getireceğini; evinin kirasını, elektrik-su-doğalgaz faturalarını, çocuğunun okul giderlerini nasıl ödeyeceğini düşünen insandır vatandaş. Terimle ifade edilmek istenen bu kişinin siyasallığıdır da aynı zamanda. Tabi bu siyasallık birkaç yılda bir kullanacağı oy, kendi gibi vatandaş diğerleriyle yapacağı siyaset konuşmalarından çok da öte birşey değildir.
Vatandaşlık kavram ve kurumunun mucidi Eski Yunan’da ise bir ayrıcalıktır vatandaş olmak. Kamusal alanın aktif öznesi olan vatandaş, içinde bulunduğu siyasal yapılanmayı kararlarıyla yönlendirebilen/belirleyen siyasi bir kişiliktir.
Vatandaşlık kavramı, şu an kullandığımız anlamıyla Eski Yunan’dakine benzer öğeler taşısa da, temelde Fransız Devrimi ürünüdür. 1789 Fransız Devrimi’yle vatandaşlık, hukuki bir kurum olarak devlete dayandırılmıştır. Bu kurumun gelişiminde ulusal bilincin doğmasının ve ulus-devletin varlık kazanmasının çok önemli bir yeri vardır. Yani vatandaşlık, ulus-devletin ortaya çıkmasından sonra, birey ve devlet arasında bir ilişki biçimi olarak kendini göstermiştir. Bireyin vatandaşlığından kaynaklı hakları ve sorumlulukları vardır. Bu ilişki biçimiyle birey siyasal alana katılım hakkı elde edebilmiştir. Ulus-devletin egemenliği altında bulunan topluluğa mensup olan vatandaş, ulus-devlete aidiyet üzerinden tanımlanır. Dönemin ünlü düşünürlerinden Rousseau sayesinde yeniden canlanan vatandaşlık düşüncesi, yeni bir topluluğun, yeni bir siyasal egemenlik ideolojisinin ve bu ideolojinin meşruluğunun yaratılmasını içeren bir süreçtir.
Burjuvazi, vatandaşlık kurumu aracılığıyla ezilenleri de kendi siyasal yapılanmasına ikna etmiştir. Vatandaşlık aracılığıyla “herkesin özgür ve eşit olduğu”nu iddia ederek, bunu da hukuka dayandırarak karşısında savaştığı soyluları altedebilmiştir.
1789’dan bu yana burjuvazinin oluşturduğu bir siyasal yapılanmayla varlığını devam ettiren ve meşruluğunu ise yarattığı vatandaşlık aldatmacasından alan Fransa’da, son birkaç aydır gündemde olan tartışmalar -tüm bu tarihsel sürece baktığımızda- vatandaşlığın çelişkilerini ortaya koyuyor.
Herşey Fransa Cumhurbaşkanı François Hollande’un, yıllık geliri 1 milyon Euro’nun üzerinde olanlardan %75 gelir vergisi alacağını duyurmasıyla başladı. Euro Bölgesi Krizi’nin tehdidini her geçen gün hisseden Fransa, böyle bir uygulamayla nüfusun zengin %10’luk kesiminin vergileriyle bu tehdidi savurmaya hazırlanıyordu.
Tam da böyle bir dönemde Fransa’nın ünlü aktörlerinden Gerard Depardieu Belçika’ya yerleşti. Fransız vatandaşlığından çıktığını beyan ettiğinde Fransa medyası Depardieu’ya eleştiri oklarını yöneltti. Fransa Başbakanı Jean-Marc Ayrault, Depardieu’ya “sefil” dedi. Tüm bunların altında yatan neden, Depardieu’nun, Hollande’un zengin vergisinden kaçmak için vatandaşlıktan çıkmak istemesiydi.
Depardieu, Ayrault’a “Ben bir dünya vatandaşıyım.” diye cevap verdi. 2012 yılındaki gelirinin %85’ini vergi olarak ödediğini ve 45 yılda toplam 145 milyon Euro vergi ödediğini söyleyerek Fransız vatandaşı olduğu sürece “vatandaşlığı”nı layıkıyla yerine getirdiğini vurgulamak istedi.
Fransa medyası Depardieu’ya eleştiri tonunu sertleştirdiği bir sırada, Depardieu Rusya vatandaşlığına geçtiğini açıkladı (tabi devlet başkanı Putin de bu “vatandaşlık”tan memnuniyetini). Bu “sansasyonel” vatandaş transferi konuşulurken, 41 milyar Euroluk şahsi servetiyle dünyanın en zengin 4. kişisi Bernard Arnault, Belçika vatandaşlığı başvurusu yaptı. LVMH’nin sahibi olan Arnault, Fransa’nın en zengin kişisi olarak biliniyor. Belçika’dan vatandaşlık başvurusuna cevap gelmeden servetini bir vakıf aracılığıyla Belçika’ya aktardı. Fransa’dan bu vatandaş transferlerine bir de eski cumhurbaşkanı Sarkozy’nin İngiltere’ye yerleşeceği, 1.6 milyar dolarlık bir yatırım fonunu burada yöneteceği dedikodusu eklenince “Zengin Vergisi” tartışmaları iyice alevlendi. Zenginlerden alınması öngörülen varlık vergisi, Anayasa Konseyi tarafından iptal edilince Fransa’nın zengin vatandaşları biraz nefes aldılar. Ancak Hollande’un vergide ısrarlı olacaklarını ifade etmesinden sonra 50 binin üstünde Fransız vatandaşının, Belçika vatandaşı olmak için başvurduğu Fransa’da konuşulanlar arasındaydı.
Yüksek vergilerden kaçmak için vatandaşlıktan çıkma dünyanın önde gelen servet sahiplerinin arasında bir moda aslında. Yakın bir zaman önce Facebook’un kurucularından Eduardo Saverin (2012 yılında dünyanın en zengin 634. kişisiydi) ABD vatandaşlığından çıkıp, sermaye geliri vergisi uygulamayan Singapur vatandaşlığına geçti. Tupperware’ın kurucusu Earl Tupper vergilerden kaçmak için şirketi satıp ABD vatandaşlığından çıktı.
Fransız Devrimi’nin liberal düşünürleri, vatandaşlık kurumunu yeniden kullanıma sokarken, kavramı ilişkilendirdikleri “özgürlük”, “eşitlik”, “adalet” gibi değerlerle vatandaşlığı meşru kılmışlardır. Bu değerlerle ilişkilendirilen vatandaşlık dünya üzerindeki ulus-devletler tarafından kabul edilmiştir. Oysa ezilenleri, bu değerlerle aldatarak düzene uyumlu bir kişiye dönüştürmekten başka birşey değildir vatandaşlık. Ekonomik ve siyasi çıkarlarına uygun olmadığı takdirde yarattığı kurumu “satan” zenginler bunun en açık örneğidir. Satabilen zenginlerin aksine sömürünün odağında olan ezilenler ise halen daha “vatandaş” olamanın gerekliliğiyle aldanarak yaşamaya devam etmek zorundadır. Zamanında bu kuruma dayanıp kendi iktidarını meşru gösteren zenginler, bu kuruma yüklediği değerleri yok sayıp “sermayesinin evrenselliğinin” peşine düşmüştür ve tabi ki bu iktidarın tarihsel takipçisi yeni dönem zenginleri de. Çünkü, hepsinin değeri ortak: para, ezilenleri sömürmek ve bu sömürüye ikna etmek…
Mercan Doğan
[email protected]
The post “Paranın Vatanı Olmaz”- Mercan Doğan appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>