The post ” YALANCI ” – Okan Özduman appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Yatsıya Kadar Aydınlatsın Yeter
“Kendi inanıyorsa yalan değildir”
Yalan hastalığı, ya da modern tıp diliyle “Mitomani”, kişinin şaşırtıcı ya da fantastik hikayeler anlattığı ama akla yatkınlık sınırlarını aşırı zorlamadığı bir davranış bozukluğudur. Kendi karakterini süslemek için kahraman ya da kurban olduğu hikayeler anlatır bu hastalıktan muzdarip olanlar. Genelde, yüzleştirildiğinde istemese de yalan söylediğini kabul ederler lakin. Gelgelelim, bu sendrom sahibi kişi genelde özgüveni yerindeyken yalan makinesinde stres ve suçluluk hislerini gösterir. Ve bu özellikleriyle Mitomani, patalojik seviyede yalan söylerken bu hisleri göstermeyen psikopati ya da anti-sosyal davranış bozukluklarından, ya da kişinin kendi yalanına inandığı yanlış hafıza gibi bozukluklardan ayrılır.
“İyi geliyorsa yalan değildir”
Hastalar bazen hastalıklarıyla hiç ilgisi olmayan şikayetlerde bulunurlar. Sağlık uzmanları da bu durumlarda hastanın şikayetiyle hiç ilgisi olmayan, hatta şekerli su ya da C vitamini gibi hiçbir şeye hiçbir etkisi olmayan maddeleri, çok iyi geleceğini ve hiçbir şeylerinin kalmayacağını söyleyerek uygularlar. Birçok durumda hasta kısa sürede kendini daha iyi hisseder. Buna tıp dilinde plasebo etkisi denir.
“Herkes inanıyorsa yalan değildir”
Çocukluğumuzun vazgeçilmez çizgi film karakterlerinden biridir, muziptir, ama kanlı canlı değildir. Tahtadandır ve yalan söylediğinde burnu uzar. Evet, herkesin bildiği Pinokyo’dur o. Gel gelelim, İtalyan yazar Carlo Collodi’nin 1878’de yayınladığı orijinal eserinde yarattığı karakterden çok farklıdır bu Pinokyo. Romanın orijinalini çocuklar için “sakıncalı” bulan Disney, 1940’ta yayınladığı uyarlamada, uzayan burun sadece önemsiz bir sahneyken, bunu senaryonun merkezine yerleştirmiş, hikayenin sonunu değiştirmiş ve sadece çocukların büyüklerine yalan söylemeyip, sözlerinden çıkmamasını öğütleyen, sığlaştırılmış bir film yaparak işin içinden sıyrılmıştır.
“İhtiyacı karşılıyorsa yalan değildir”
Reklam, pazarlama, promosyon, fırsat ve kampanyaların ana sloganı bireyin ihtiyacı olmayan metaları ona ihtiyacı olduğunu düşündürtmektedir. Bunlar işletme bölümlerinin ders kitaplarında ihtiyaç yaratma adıyla da geçer. Bu amaçla yolda yakanıza yapışmaktan, telefonla tacize, “cesur ol” gibi buyurgan panolarından istismarcı filmlere kadar her yol mubahtır bu işin profesyonellerine. Sizi tüketici yapmak için uyguladıkları şiddetin on katını patronları uygular kotalar ve rekabetçi performans değerlendirmeleriyle. Ödülleri de eşantiyonlar ve konferanslar olur yılda bir ucuz otellerde.
Okan Özduman
Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 27. sayısında yayımlanmıştır.
The post ” YALANCI ” – Okan Özduman appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post “Erk”ek Şiddeti Tedavi Edilemez appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Kadın cinayetlerinin, kadına yönelik şiddetin, tecavüzlerin ve tacizlerin sebebini arayıp, neden sorusunun cevabını da, suçun faili kendisi olmasına rağmen, tıp biliminde arayan devlet; erkek güdülü uygulamalarıyla kadına şiddeti ve cinsel şiddeti önemsizleştirilerek, tecavüzü ve şiddeti gerçekleştiren erkekleri patolojik ya da psikiyatrik vaka olarak incelemenin üzerinde durmaktadır. Devlet; kendi eliyle şiddet eğilimli erkek yetiştiriciliğini göz ardı ederek, tecavüz eden ve şiddet uygulayan erkeklerin tümünü, çoğunlukla psikiyatrik vakalara uyarlayarak “hastalık” algısı içine sıkıştırılmaktadır.
Araştırmalarını tutuklu tecavüzcü ve şiddet uygulayan erkekler arasında yapan devlet uygulamaları, yalnızca %2’lik bir kısmı oluşturan tutukluları dikkate alarak bir algı oluşturmaya çalışmaktadır. Hiçbir dayanağı olmayan bu uygulama ve çıkarsamaların; tecavüzcünün kendisinden intikam alacağı, kendisine inanılmayacağı, duruşmada rezil olacağı korkusu, kendini suçlama ya da arkadaşlarını ve ailesini koruma isteği, ya da onların da öğrendiklerinde uygulayacakları şiddetten korunmak istemesi gibi çeşitli sebeplerden dolayı tecavüz ve şiddeti bildirmeyen kadını gittikçe önemsizleştirmektedir. Şikayette bulunan kadınlar ise yine tanıdıkları ya da tanımadıkları kişiler tarafından uygulanan şiddetin aynıyla veyahut ailesinin ve toplumun eliyle yeniden şiddete uğramış, yargılama esnası ve sonrasında ise yaptırımların gereği gibi olmaması sebebiyle aynı cinsel saldırı ve şiddeti yeniden yaşamıştır.
Devletlerin genel olarak benimsedikleri yaklaşımda; psikopatoloji ya da hastalık üzerinde yoğunlaşmanın cinsel şiddeti kültürel faktörlere bağlayan zengin kanıtları ve tecavüzün de tüm davranışlar gibi öğrenilmiş, aktörü belli bir amaca hizmet eden bir davranış olduğu gerçeği göz ardı edilmektedir. Hastalık modeli yaklaşımlar, şiddete ve cinsel saldırıya genel bir açıklama getirme çabalarını geciktirmiş ve sonunda şu anda genel algıda yaratıldığı gibi şiddeti ve cinsel saldırıları “erkek sorunu” olarak görülmesi gerekirken, kaçınılması gereken bir “kadın sorunu” olarak görülmesine yol açmıştır.
Fail Devlet, Tecavüzcüyü Nasıl Korur?
Tecavüz gibi davranışlara hastalığın yol açtığı, yani kökenlerinin biogenetik faktörlerde aranması gerektiği kabul edilince; tıp, giderek meşru toplumsal denetim ajanı olarak görülmeye başlanmıştır. Böylece tıp mesleği uygun olmayan tedavi ve müdahale yöntemleri uygulama yetisi de doğrudan hekimlere bırakılmıştır. Hekimlerin kontrolünde sözde tedavi gördükleri ileri sürülen %2’lik tecavüzcü ve kadına şiddet uygulayan erkeklerin tutuklu olanları ile yapılan terapilerle bu sonuca varıldığı iddia edilmekte ve toplumun algısı buna göre şekillendirilmeye çalışılmaktadır. Oysa ki; tutuklulardan psikiyatride terapi yolunu seçenlerin bunu iyi hal indirimlerinden faydalanmak, yargıyı yanıltmak maksadıyla kabul ettikleri aşikardır. Üstelik tutuklu; karşısındakinin bir devlet memuru olduğu fikrinden kendini asla soyutlamadan, menfaati doğrultusunda hareket edecektir. Tüm bunlara rağmen bu faydasız psikopatolojik yaklaşımlara devam edilmektedir.
Devletin, suçun faili olduğu kadına şiddet ve tecavüz olaylarında üzerinden atılı suçu yok etmeye çalışması sebebiyle uydurduğu bu yaklaşım faydasızdır. Toplumun köklerinde, kültür, yaşayış, inançlar ve yönetimde aranması gereken kusur, tecavüzcünün ve şiddet gösterenin hastalığına sıkıştırılmıştır.
“Tedavi Edilebilir Hastalıklar” Olarak Taciz, Tecavüz ve Kadına Yönelik Şiddet
Kurban bilim olarak anılan viktimoloji de suçluyu över nitelikte yaklaşımların içinde bırakılmış, yönetenler bundan yine fayda sağlamıştır. Geleneksel olarak tecavüzü kadınların davet ettikleri yollu iddia; desteğini, kriminolojinin bu alt dalından almaktadır. Kurban bilimciler; yalnızca kurbanın harekete geçirdiği ısmarlama olaylarla, ihmal sonucu meydana gelen tecavüz olaylarını birbirinden ayırmaktadır. “Ismarlama” tecavüz davranışı “cinsel ilişkiden son anda cayma” ya da “bir yabancıyla kendi isteği ile bir içki içme ya da arabasına binmeyi kabul etme” gibi örnekleri içermektedir. “İhmal” davranışı ise önleyici önlemleri alamama, örneğin cinsel davete gerekli cevabı vermekte başarısız kalma, ya da “tecavüze ve şiddete uğrayan kadının dış görünümünün saldırgana adeta davetiye çıkardığı” durumlar için söz konusudur. Dolayısıyla kurban bilimcilerin birçoğuna göre; üzerinde asıl durulması gereken konular kurban-saldırgan ilişkisidir.
Kurban bilimcilerin bu saldırgan yanlısı yaklaşımı ile psikoanalitik teorinin kadını kötülemekte kullanabileceği teorik dayanağı da sağlamaktadır. Bu apaçık yanlı erkek yaklaşımı, erkeğin cinsel yönden saldırgan davranışını haklı kılmak için uğraşmaktadır. Yaşadığımız coğrafyada da sıklıkla görülen inanılması imkânsız, kot pantolonu, mini etek indirimi, eş indirimi, gönül ilişkisi olduğundan beraat, kadının ağır hakaretler ile tahrik ettiğine dair cezai indirimlerin tek sebebi yukarıda anlatmış olduğumuz gibi bilimin üzerinde dahi etkili olan devlettir. Devletin yönetim anlayışının baskı ve güç oluşturarak orantısız hükmetmesi, erkeklerin de kadınlar üzerinde yine kendi uydurmaları olan, cinslerin güç dengesizliğinden faydalanıp kadını şiddete maruz bırakması sonucunu doğurmaktadır.
Tecavüz ve kadına şiddet bir hastalık olarak görüldüğünde, saldırganın hasta olduğu kabul edilir. Saldırgan davranış, bireyin kontrolü dışında gerçekleştiğinden, hasta olduğu sonucuna varılan saldırgana tıbbi yardımda bulunulması gerektiği ortaya çıkar. Kadınların bilinçli ya da bilinçsiz olarak kendi kendilerini kurban konumuna sokmalarıyla ilgili açıklamalar da benzer sonuçlar doğurur. Çünkü bu durumda da dikkatler saldırgandan çok kadın üzerine yoğunlaşır. Böylece sorumluluk da; saldırgandan kadına aktarılır. Tecavüzün ya da cinsel şiddetin kadının kendisi tarafından kışkırtıldığı yollu açıklamalarda öne sürülen gerekçeler, ideolojinin toplum üzerinde ne denli etkili olduğuna en iyi örnektir. Bu sözde bilimsel- tarafsız “hastalık” önermelerinin kimin çıkarına hizmet ettiği konusunda en ufak bir şüphe yoktur.
Sonuç olarak; mahkemelerde yargılanan tecavüzcü, şiddet gösteren erkek değil, kadındır. Tecavüzün, kadına şiddetin, bilim kisvesi altında normal dünyanın dışına itilerek özel bir davranış türüymüş gibi nitelendirilmesi; tecavüzcü, öldüren, şiddet uygulayan erkeği “istisna” sayarak; “normal” erkeklerle herhangi bir ortak yanları ya da benzerlikleri olması ihtimali saf dışı bırakılmaktadır. Cinsel şiddet ve kadına şiddet bir hastalık değildir. Kadın suçun faili, azmettirici değildir, ancak bu politikaların kurbanı da asla olmayacaktır. Direnen kadınlarla, hasta Devletlerin erkeklikleri ellerinden alınacaktır.
Duygu Üyetürk
[email protected]
Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 25. sayısında yayımlanmıştır.
The post “Erk”ek Şiddeti Tedavi Edilemez appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>