The post Deşifre| ABD’li Petrol Şirketleri Hem Talan Ediyor Hem Katilleri Fonluyor appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Şirketlerin Karından Halkların Payına Kanser Düşüyor
ABD’de siyah nüfusun yoğunluklu olarak yaşadığı Louisiana eyaletinde Mississippi Nehri’nin Baton Rouge ve New Orleans şehirleri arasındaki hat boyunca bulunan 200’den fazla rafineri, yaklaşık 65 yıldır bölge halkını kansere mahkum ediyor. Kölelerin çalıştırıldığı şeker tarlalarından ve ilk rafinerinin kurulduğu 1955 yılından beri endüstriyel bir bölge olan hat, yerel-ve siyah- halkın 1987 yılında kansere yakalanma oranlarının çok yoğun olduğunu keşfetmeleriyle beraber “Kanser Geçidi” olarak anılmaya başlandı.1)
Bölge halkının Siyah, Latin ve düşük gelirli halklardan olması, nüfus yoğunluğunun diğer şehirlere göre daha az olması; eski bir köle ticareti merkezi olan Louisiana’yı petrol şirketleri için adeta bir sömürü cenneti kılıyor.
Sömürüdeki payını arttırmak isteyen şirketlerden biri olan Tayvanlı plastik şirketi “Formosa Plastics”, Kanser Geçidi’nde yeni bir rafineri kompleksi yapma girişiminde. Üstelik bu kompleks, sömürgeciler tarafından şeker tarlalarında çalışmaya zorlanmış siyah kölelerin yeni keşfedilmiş toplu mezarlarının üstüne inşa edilmek isteniyor. 2)
Yapılmak istenen kompleksin arazisi, ABD Federal Yasası “Patriot Act”de belirlenmiş “kritik öneme sahip altyapı hizmeti”3) statüsünde ve koruma altında.
Louisiana siyah toplulukları, proje başladığından beri eylemler ve kampanyalar düzenliyor. Siyah halkın kendilerine karşı mücadelesinden rahatsız olan şirket, yaptığı lobi çalışmalarıyla eyalet meclisinden yeni bir yasa geçirerek kendilerine karşı yapılacak her eylemi kriminalize edip, siyahları da mücadele dışında bırakmaya çalışıyor.4)
Eyalet Meclisi’ne önerilen yeni değişiklikler, normal durumlarda rafineri kompleksi arazisine yapılacak her izinsiz girişe, 5 yıla kadar hapis ve 1000 dolara kadar para cezası istiyor. Olağanüstü hal durumlarında ise bu ceza 3 yıldan az olmamak şartı ile 15 yıla kadar “ağır çalışma” altında hapis cezası ve 5 bin dolara kadar para cezası öngörüyor. 5)
Eyaletin, Korona Krizi’nden beri olağanüstü halde olması ve yakın zamana kadar çıkmayacak olması göz önüne alındığında şirketin, halkı bastırmak için nasıl büyük bir çabaya giriştiği görülebiliyor. Eyalet Valisi John Bel Edwards, 12 Haziran günü kendisine sunulan bu yeni düzenlemeyi, senato ve eyalet temsilciler meclisinden oy çokluğuyla geçmesine rağmen “muğlaklıklar” olduğu gerekçesiyle usülen veto etti. Ancak verdiği veto ile ifade özgürlüğünü “savunan” bir görüntü çizse de, kendisi açık açık projeyi desteklediği için ekolojik ve ırkçılık karşıtı bir görüntü oluşturamıyor.6)
Enerji şirketlerinin yarattığı ekolojik yıkımdan sadece Louisiana sakinleri etkilenmiyor. ABD’nin dört bir yanında Shell Exxon vb için enerji üreten, petrol, gaz, kömür vb. rafinerileri zehir saçmaya devam ediyor. Üstelik bu talandan en çok -yine- siyahlar ve beyaz olmayan bütün ABD’liler etkileniyor. 7)
Geçtiğimiz sene Washington ve Stanford üniversitelerinin yapığı bir araştırmaya göre, fabrika ve rafinerilerin yarattığı hava kirliliği ve zehirli hava partikülleri sebebiyle çeşitli solunum yolu hastalıkları ve bunlara bağlı ölümler en çok, düşük gelirli siyahlar ve beyaz olmayan ABD’liler arasında yaygın.8) Gelir seviyesi arttıkça ölüm ve hastalık oranında bir azalmaya rastlanıyor. Ancak yüksek gelire sahip olsalar bile, siyahlar, düşük gelirli beyaz topluluklarına göre dezavantajlı kalmaya devam ediyor. Araştırma, gelir düzeyine bağlı sınıfsal bir eşitsizliği gösterdiği gibi, en “ayrıcalıklı” toplulukların bile düşük gelirli beyaz – ve ırksal olarak ayrıcalıklı topluluklara oranla, ekolojik talandan daha fazla etkilendiğini gözler önüne seriyor.9)
“ABD’de yaşayan siyah nüfusun yaklaşık %70’inin yaşadığı yerin 50 km yakınında en az bir petrol rafinerisi bulunuyor.” 10)
Katil Şirket Katil Polisle El Ele
Devletin ve şirketlerin ortaklaşa gerçekleştirdiği ekolojik talanlara, katliamlara, yok sayılmalara karşı mücadele eden siyahlar, karşılarında devleti bulmalarının yanı sıra devleti adeta bir paramiliter güç gibi kullanan şirketleri de buluyor.
Polis vakıfları, yerel polis departmanlarına önemli miktarda fon sağlayan endüstriyel gruplardır. Ancak kâr amacı gütmeyen kuruluş statüsünde -STK- oldukları için kamusal denetim prosedürlerinin çoğundan muaf tutulurlar. Bu muafiyet, para akışının yarattığı olanaklarla polisin daha fazla militarize olmasının yolunu büyük ölçüde açıyor.
ABD Kamu Hesap Verme Girişimi’nin yaptığı bir araştırmaya göre dünyanın büyük petrol şirketleri, bir yandan siyahların yoğunlukta olduğu bölgelerde ekolojik talanlarını sürdürürken bir yandan da onları öldüren polislere katkı sağlayan polis vakıflarında yönetici ve destekçi konumlarında yer alıyorlar.11)
Shell gibi büyük petrol şirketlerinin bulunduğu liste, özel kamu kurumları ve fosil yakıt endüstrisini finanse eden büyük finans kurumlarına kadar uzanıyor. Bu kurumlar, faaliyet gösterdikleri bölgelerde belirgin politik aktörler olduklarından dolayı, yasaların kendi çıkarları için düzenlenmesi adına çeşitli lobi faaliyetleri gerçekleştiriyorlar. Louisiana Eyalet Meclisi’nden geçirilmek istenen yasa bu çalışmaların en son örneklerinden.
Lobi faaliyetleri bir yana, gerçekleştirdikleri talana karşı mücadele eden halklara karşı da kendilerini kollamak zorunda kalan şirketler, bunun için çareyi polis vakıflarına para akıtmakta buluyor.
Doğayı en çok talan eden şirketlerin başında gelen Shell, uzun zamandır bir “alternatif” olarak kaya gazı çıkartmakla12) uğraşıyor. Kanser Geçidi’nin de en büyük talancısı olan Shell, Pensilvanya’nın Apalaş bölgesinde kurulumu devam eden etan gazı çıkartma tesisleri ile bölgeyi yeni Kanser Geçidi’ne çevirmekte ısrarcı.13)
Shell, New Orleans polis vakfının “öne çıkan ortağı” ünvanına sahiptir ve kurumsal ortağıdır 14). Shell aynı zamanda Houston atlı polis devriyelerinin de sponsorudur15). Mesele “ortaklık” olduğunda Shell’in geçmişi bayağı karanlık.
25 yıl önce Shell’in Nijerya’daki faaliyetlerine karşı çıkan yerel Ogoni halkından biri olan yazar ve yaşam savunucusu Ken Saro-Wiwa, onunla beraber mücadele eden 8 diğer Ogoni ile beraber Nijerya Ordusu tarafından idam edilerek katledildi.16) Shell’in orduyu ve polisi fonladığı, katliamdan önce de biliniyordu ama Shell bunu 9 kişinin katledilmesinden 1 yıl sonra kabul etti, daha doğrusu kabul etmek zorunda kaldı. Savunma olarak ise polis ve orduyu fonlamalarının, “çalışanlarını korumak için bir zorunluluk” olduğunu açıkladılar. Sonuç olarak 9 yaşam savunucusu katledilmiş oldu.
Petrol ve gaz şirketi Chevron, ABD’de en çok benzen salınımı yapan 6 fabrikadan ikisine sahip. Şirketin California’nın Richmond şehrinde bulunan rafinerisi günde 250 bin varil ham petrol üreterek büyük bir ekolojik talan gerçekleştiriyor. %80’i siyahlardan ve beyaz olmayan halklardan oluşan Richmond, yıllardır Chevron’a karşı mücadele ediyor.17) Tıpkı ağabeyi Shell gibi Chevron’da aynı yıllarda Nijerya Ordusu’nu kendi paramiliter gücü olarak kullanmış ve halka saldırtmıştır.18)
Chevron, New Orleans polis vakfının kurumsal sponsoru olmasının yanı sıra Houston polis vakfının yönetim kurulu üyesi ve Houston atlı devriyelerinin de sponsorudur. Ayrıca Salt Lake City polis vakfı yönetim kuruluna hem bağışta bulunup hem de kurulda hizmet veriyor.
Valero Energy ise ABD’nin en büyük ikinci petrol şirketi konumunda. Yoğun olarak faaliyet gösterdiği Teksas eyaletinin Corpus Christi şehrindeki rafinerileriyle eyaletin en çok benzen salınımı yapan şirketi ünvanına sahip.19) Corpus Christi’de faaliyet gösteren bütün rafinerilerin ortak özelliği ise alışkın olduğumuz gibi siyah ve azınlık mahallelerinin dibinde faaliyet gösteriyor olmaları.
Yine Teksas’da yoğun faaliyet gösteren Hilcorp, diğer şirketlerin artık sömürmediği petrol ve gaz sahalarını alıp “sömürebildiğin kadar sömür”20) stratejisi güderek ekolojik talanın yanı sıra faaliyet bölgelerinde çok ciddi güvenlik sıkıntıları da yaratıyor. Alaska’da çalışmaya başladığı 2012 yılıdan itibaren kayda geçen 25 farklı ihlal gerçekleştiren Hilcorp, 21) tamir edilene kadar üretimi durdurmak yerine borulardan sızan metan gazının atmosfere karışmasına izin vermiştir. 22) Ayrıca Louisiana’daki rafinerilerinden sızan petrol yüzünden Mississippi Nehri’ni kirletmiş23) ve pek çok istiridye yatağını yok etmiştir.24) Hilcorp’un kurucu ortağı ve eski CEO’su Jeffery Hildebrand, Houston Polis Vakfı’nda heyet başkanı 25) ve vakfın bütün yardım etkinliklerinde boy gösteriyor.
Kısacası ABD’de yoğun baskılara maruz kalan, kriminalize edilen, katledilen siyahların ve ezilen halkların karşı karşıya kaldıkları şiddet sadece devlet kaynaklı olmuyor. Yaşam alanlarının talan edilmesiyle birlikte kansere ve ölüme mahkum edilmeye çalışılan siyahlar, yerli ve ezilen halklar, bu saldırılara karşı mücadele etmek istediklerinde ise yine bu şirketler tarafından fonlanan polisleri ve orduyu karşısında buluyor.
Petrol şirketlerinin polisi ve orduyu fonlaması, tıpkı 19.yy.’da ABD devletinin yükselen işçi hareketini bastırmak, grevleri kırmak ve kara propaganda yapmak için paramiliter bir güç olarak kullandığı Pinkerton’ları26) hatırlatıyor.
“Pinkerton ruhu”, ekonomik ve siyasi çıkarlarını siyahlara ve ezilenlere yönelik baskı yoluyla korumaya çalışan devlette; ve devletin, şiddetini uygulamak için adeta bir taşeron olarak kullandığı şirketlerde yaşamaya devam ediyor.
Emircan Kunuk
Kaynakça
The post Deşifre| ABD’li Petrol Şirketleri Hem Talan Ediyor Hem Katilleri Fonluyor appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post “İşçi-Patron Kavgasının Anarşist Kökeni 1 Mayıs 1886”- Furkan Çelik appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>1880’li yıllarda ABD’nin dört bir yanını “Günde 8 Saatlik İşgünü” grevleri sarmıştı. Dünyanın farklı coğrafyalarından yaşamlarını sürdürebilmek için ABD’ye gelen göçmenler, buradaki işçi sınıfının büyük bir kısmını oluşturuyordu. Avrupa’dan çalışmaya gelenler arasında, orada anarşist sendika ve yapılarda örgütlü bulunan işçiler de vardı. ABD’deki radikal işçi hareketinin temelini bu işçiler oluşturacaktı.
İşçilerin farklı halklardan olmalarıyla ilişkili olarak farklı dillerde neredeyse yüzün üstünde anarşist yayın çıkıyordu. Avrupa’da zaten işçi hareketinin içinde doğmuş modern anarşizm, okyanus ötesinde de kendini var etmekte sıkıntı yaşamadı. O dönemin en güçlü sendikal yapılanmalarının temellerini anarşistler attı.
“Günde 8 saat” diyerek fabrikalarda işlerini bırakanlar, sadece çalışma zamanına değil, koşullara, ücretlere ama daha da ötesinde patronlara, onların özel kollukları olan Pinkerton’lara, devlete de karşı çıkıyorlardı. Dönemin reformist sendikalarına karşı, anarşistler işçi özörgütlenmelerinde ısrarla kapitalist sisteme karşı mücadele etmeyi savundu.
3 Mayıs’ta Chicago’da, önceki sene sendikalı işçileri işten atan, dahası Pinkerton denen işçi katili güvenlik şirketine greve giden işçileri öldürten McCormick Harvester Şirketi’nin fabrikasının yanında eylem kararı alındı. Yaptığı konuşmada, birlikteliğin ve dayanışmanın sadece öz-örgütlülükle oluşabileceğini anlatan August Spies “Hep beraber olursak, biz kazanırız.” diyordu. Grev kırıcıların polis eşliğinde fabrikadan çıkmasıyla, genel grevi sonlandırmaya çalışanlara karşı herkesin sesi yükseldi. Polis işçilere saldırdı ve ABD’nin diğer bölgelerinde genel grev için sokakta olanlar gibi işçileri öldürdü.
Bu durumu protesto etmek için Chicago-Haymarket Meydanı’na bir gün sonrasında bir miting planlandı. August Spies, Albert Parsons ve Samuel Fielden gibi anarşist işçilerin konuştuğu mitingin sonuna doğru, saldırmak için donanımlı gelmiş polis birlikleri işçi grubuna yöneldi. Vakit kaybetmeden silahlarını ateşleyip işçileri katletmeye başladılar.
Bu sırada polisler arasında patlayan bir bombayla polislerden ölenler de oldu. Polis bunun üzerine şiddetini daha da arttırdı. Sonrasında başlayacak bir siyasal şiddet ve baskı kampanyası için devlet, bu bombalamayı kullanacaktı.
Anarşist yayınevleri, dergiler, bürolar, sendikalar basıldı. Birçok anarşist tutuklandı. Göçmen işçilere yönelik baskı dalgası, Haymarket Olayı’yla beraber başlayacak ve sonraki onyıllarda bir devlet politikası haline gelecekti. Eylemi örgütleyen ve Arbeiter-Zeitung gazetesinde çalışan anarşistler tutuklanarak bombalama eyleminden yargılandılar ve idam cezasına çarptırıldılar. Albert R. Parsons, August Spies, Samuel J. Fielden, Michael Schwab, Adolph Fischer, George Engel, Louis Lingg ölüme mahkum edilirken, Oscar Neebe 15 yıl hapis cezasına çarptırıldı. İşçilerin uluslararası dayanışma eylemleriyle sadece Samuel J. Fielden ve Michael Schwab’ın cezası ömür boyu hapse çevrilirken, Louis Lingg hücresinde intihar etti. Albert Parsons, August Spies, George Engel ve Adolph Fischer 11 Kasım 1887’de asılarak idam edildiler.
Spies’ın asılmadan önce mahkemedeki sözleri şu oldu; “Eğer bizi asarak … haksızlığa uğrayan milyonların, sefalet içinde ölesiye çalışan ve kurtuluşu arzulayan, kurtuluşu bekleyen milyonların bu hareketini, işçi hareketini yok edebileceğinizi umuyorsanız; eğer düşünceniz buysa, o zaman asın bizi! Burada bir kıvılcımı ezeceksiniz, ama şurada, burada veya orada, arkanızda ve önünüzde, her yerde alevler yükseliyor. Bu gizli bir ateş. Bunu asla söndüremezsiniz.”
Söndüremediler de! Ne yıllar sonra ABD’de onların bıraktığı anarşist geleneği devralan işçilerin ateşini, ne de her 1 Mayıs’ta dünyanın farklı yerlerinde o gün sokağa çıkan ezilenlerin ateşini…
İşçi-patron kavgasının anarşist kökenini anlamak önemlidir. Bugün devlet 1 Mayıs’ı yasaklarken, devlet ve kapitalizm ilişkisini anlamak için; reformizmin zengin ettiği bürokratlarıyla sendikaları ve o sendikalardaki işçi işgallerini anlamak için; özörgütlülüğün gücüyle gerçekleşen fabrika işgallerini anlamak için; yüzyıllar öncesinden yakılan ateşin harını bugün Seyitömer’de, Kazova’da, Greif’ta görmek için önemlidir.
Furkan Çelik
Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 17. sayısında yayımlanmıştır.
The post “İşçi-Patron Kavgasının Anarşist Kökeni 1 Mayıs 1886”- Furkan Çelik appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>