psikoloji – Meydan Gazetesi https://meydan1.org Anarşist Gazete Fri, 07 Aug 2020 19:02:30 +0000 tr hourly 1 https://wordpress.org/?v=5.3.13 Psikoloji Açık Öğretim Programı Resmi Olarak Kapatıldı: “Sırada Meslek Yasası” https://meydan1.org/2020/08/07/psikoloji-acik-ogretim-programi-resmi-olarak-kapatildi-sirada-meslek-yasasi/ https://meydan1.org/2020/08/07/psikoloji-acik-ogretim-programi-resmi-olarak-kapatildi-sirada-meslek-yasasi/#respond Fri, 07 Aug 2020 09:46:47 +0000 https://meydan.org/?p=62227 İstanbul Üniversitesi’nin Açık Öğretim Fakültesi programına Psikoloji lisansını ekleyeceğini duyurmasının ardından aralarında Toplumsal Dayanışma İçin Psikologlar Derneği (TODAP) ve Türk Psikologlar Derneği’nin (TPD) de bulunduğu psikologlar ve psikolog örgütleri karara karşı çıkmış ve tepkilerini dile getirmişti. Sosyal medya üzerinden de çalışma yürüten psikologlar,Danıştay 8. Dairesi’ne Psikoloji açık öğretim programının kurulmasına yönelik yürütmenin durdurulması ve iptali […]

The post Psikoloji Açık Öğretim Programı Resmi Olarak Kapatıldı: “Sırada Meslek Yasası” appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
İstanbul Üniversitesi’nin Açık Öğretim Fakültesi programına Psikoloji lisansını ekleyeceğini duyurmasının ardından aralarında Toplumsal Dayanışma İçin Psikologlar Derneği (TODAP) ve Türk Psikologlar Derneği’nin (TPD) de bulunduğu psikologlar ve psikolog örgütleri karara karşı çıkmış ve tepkilerini dile getirmişti.

Sosyal medya üzerinden de çalışma yürüten psikologlar,Danıştay 8. Dairesi’ne Psikoloji açık öğretim programının kurulmasına yönelik yürütmenin durdurulması ve iptali için Danıştay’a dava açmıştı.

5 Ağustos Çarşamba günü Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, YÖK’e programın kapatılması için “görüş” vermesinin ardından programın kapatılmasına kesin gözle bakılıyordu.

İstanbul Üniversitesi’nin internet sitesinden dün yapılan açıklamaya göre Psikoloji Açıköğretim Lisans Programı resmi olarak kapatıldı ve tercih listesinden çıkartıldı.

Sırada Meslek Yasası Var

Uzun zamandır bir meslek yasası için de mücadele eden psikolog ve psikiyatristler ,sürecin burada bitmediğini dile getiriyor. Medyascope’a konuşan TODAP üyesi Psikolog Abdullah Kahraman,bugün iptal olan AÖF sürecinin ilerleyen dönemlerde tekrar yaşanmaması için, toplumdan ve emekten yana bir meslek yasasına ihtiyaç olduğunu belirtti.

Psikolog ve psikiyatristler; meslek yasası ve meslek odaları olmadığı için kaynağı belirsiz ve geçersiz sertifikalar ile pek çok kişinin”psikolog” sıfatı kullanarak kendilerine kolayca kazanç sağlayarak insanları sömürdüğünü belirtiyor. Meslek yasasının olmamasının, aynı zamanda alanda çalışma gerçekleştiren psikolog ve psikiyatristlerin de yetkinliğini belirleme yönünde zorluk çıkarttığı belirtiliyor.

The post Psikoloji Açık Öğretim Programı Resmi Olarak Kapatıldı: “Sırada Meslek Yasası” appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2020/08/07/psikoloji-acik-ogretim-programi-resmi-olarak-kapatildi-sirada-meslek-yasasi/feed/ 0
Erdoğan Açıköğretim Psikoloji Programının Kapatılması İçin YÖK’e ‘Görüş Bildirdi’ https://meydan1.org/2020/08/05/erdogan-acikogretim-psikoloji-programinin-kapatilmasi-icin-yoke-gorus-bildirdi/ https://meydan1.org/2020/08/05/erdogan-acikogretim-psikoloji-programinin-kapatilmasi-icin-yoke-gorus-bildirdi/#respond Wed, 05 Aug 2020 20:05:04 +0000 https://meydan.org/?p=62155 Geçtiğimiz ay İstanbul Üniversitesi’nin Açık ve Uzaktan Eğitim Fakültesi (AUZEF) bünyesine Psikoloji lisans programını ekleyeceğini duyurmasından sonra Türk Psikologlar Derneği (TDP) ve pek çok psikolog hali hazırda zaten iyileştirilmesi gereken örgün eğitim programı ve istihdam sorunu varken bu kararın halk sağlığını olumsuz etkileyeceğini söyleyerek karara karşı tepkilerini belirtmişti. Sosyal medya üzerinden de çalışma yürüten psikologlar,Danıştay […]

The post Erdoğan Açıköğretim Psikoloji Programının Kapatılması İçin YÖK’e ‘Görüş Bildirdi’ appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
Geçtiğimiz ay İstanbul Üniversitesi’nin Açık ve Uzaktan Eğitim Fakültesi (AUZEF) bünyesine Psikoloji lisans programını ekleyeceğini duyurmasından sonra Türk Psikologlar Derneği (TDP) ve pek çok psikolog hali hazırda zaten iyileştirilmesi gereken örgün eğitim programı ve istihdam sorunu varken bu kararın halk sağlığını olumsuz etkileyeceğini söyleyerek karara karşı tepkilerini belirtmişti.

Sosyal medya üzerinden de çalışma yürüten psikologlar,Danıştay 8. Dairesi’ne Psikoloji AUZEF programının kurulmasına yönelik yürütmenin durdurulması ve iptali için Danıştay’a dava açmıştı.

Cumhurbaşkanlığı Eğitim Öğretim Politikaları Kurulu, bugün TC Cumhurbaşkanı Erdoğan’a konuyla ilgili AUZEF programının kapatılması yönünde fikir belirten bir rapor hazırladı. İletişim Başkanı Fahrettin Altun’un sosyal medyadan yaptığı açıklamaya göre Erdoğan, Yüksek Öğretim Kurulu’na (YÖK) AUZEF Psikoloji Lisans Programı’nın kapatılması yönünde görüş belirtti.


The post Erdoğan Açıköğretim Psikoloji Programının Kapatılması İçin YÖK’e ‘Görüş Bildirdi’ appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2020/08/05/erdogan-acikogretim-psikoloji-programinin-kapatilmasi-icin-yoke-gorus-bildirdi/feed/ 0
İÜ Açıköğretim Programına Psikoloji Lisansı Ekledi: Psikologlar Karşı Çıkıyor https://meydan1.org/2020/07/17/iu-acikogretim-programina-psikoloji-lisansi-ekledi-psikologlar-karsi-cikiyor/ https://meydan1.org/2020/07/17/iu-acikogretim-programina-psikoloji-lisansi-ekledi-psikologlar-karsi-cikiyor/#respond Fri, 17 Jul 2020 16:01:00 +0000 https://meydan.org/?p=61282 İstanbul Üniversitesi’nin Eğitim Bilgi Sistemi Portalı’nda, Açık ve Uzaktan Eğitim Fakültesi (AUZEF) bünyesinde Psikoloji lisansının listelendiği açığa çıktı. Türk Psikologlar Derneği (TPD) ve pek çok psikolog/psikoloji öğrencisi İstanbul Üniversitesi’nin bu kararına karşı, halk sağlığını olumsuz olarak etkileyeceği sebebiyle karşı çıktı. Daha önce de meslek yasaları olmadığı için aldıkları,kaynağı belirsiz ve geçersiz,sertifikalarla “psikolog” sıfatı kullanarak rant […]

The post İÜ Açıköğretim Programına Psikoloji Lisansı Ekledi: Psikologlar Karşı Çıkıyor appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
İstanbul Üniversitesi’nin Eğitim Bilgi Sistemi Portalı’nda, Açık ve Uzaktan Eğitim Fakültesi (AUZEF) bünyesinde Psikoloji lisansının listelendiği açığa çıktı. Türk Psikologlar Derneği (TPD) ve pek çok psikolog/psikoloji öğrencisi İstanbul Üniversitesi’nin bu kararına karşı, halk sağlığını olumsuz olarak etkileyeceği sebebiyle karşı çıktı.

Daha önce de meslek yasaları olmadığı için aldıkları,kaynağı belirsiz ve geçersiz,sertifikalarla “psikolog” sıfatı kullanarak rant sağlayan kişilerin olduğunu açıklayan pek çok psikolog şimdi de üniversitelerin uygulamalarına karşı ses çıkartıyor.

Türkiye’deki üniversitelerde verilen psikoloji eğitiminin de halihazırda yetersiz olduğunu belirten psikolog Abdullah Kahraman,bölüm mezunlarının kendilerini daha yeterli hissetmek için başka kuruluşlardan eğitim almak zorunda hissettiğini söyledi

Kahraman,açık öğretim programlarında, uzaktan verilmesi mümkün olmayan ve alanda büyük yer kaplayan uygulamalı eğitimin eksik olacağını ve alanda önemli oranda yetkinlik sorunu açığa çıkartacağını belirtti.

Türk Psikologlar Derneği Yürütmenin İptali İçin Dava Açtı

Türk Psikologlar Derneği (TPD) İstanbul Üniversitesi bünyesinde açılması planlanan “Açık Öğretim Psikoloji Lisansı” programının kurulmasına yönelik yürütmenin durdurulması ve iptali için Danıştay’a dava açtıklarını duyurdu.

Hashtag Eylemi Başlatıldı: #PsikolojideMesafeOlmaz

Dün İstanbul Üniversitesi AUZEF Psikoloji Lisans Programının kurulmasına ilişkin yürütmenin durdurulması için Danıştay’a dava açan Türk Psikologlar Derneği bugün saat 19:00 itibariyle Twitter üzerinden #PsikolojideMesafeOlmaz etiketiyle hashtag eylemine başladı.

The post İÜ Açıköğretim Programına Psikoloji Lisansı Ekledi: Psikologlar Karşı Çıkıyor appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2020/07/17/iu-acikogretim-programina-psikoloji-lisansi-ekledi-psikologlar-karsi-cikiyor/feed/ 0
Devir Düşünceden Tasarruf Devri! – Özlem Arkun https://meydan1.org/2019/04/17/devir-dusunceden-tasarruf-devri-ozlem-arkun/ https://meydan1.org/2019/04/17/devir-dusunceden-tasarruf-devri-ozlem-arkun/#respond Wed, 17 Apr 2019 19:59:46 +0000 https://test.meydan.org/2019/04/17/devir-dusunceden-tasarruf-devri-ozlem-arkun/ Biz nerede yanlış yaptık? 90’lı yıllarda televizyonda, bir masa etrafında “tartışan” karşıt görüşlü insanları saatlerce dinlediğimiz programlar izlediğimizi hatırlıyorum. Bu programları gecenin körüne kadar izleyip ertesi gün ise kendi gündelik tartışmalarında devam ettiren insanlara da defalarca rastladım. Bu programlar dışında da bilgi yarışmaları, hafıza oyunları gibi akıl oyunlarını içeren eğlence programlarını ya da hicveden bir […]

The post Devir Düşünceden Tasarruf Devri! – Özlem Arkun appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>

Gazeteciler hastane başhekimi Fahri Celal Göktulga’ya, bu heykelin bir akıl hastanesinin bahçesinde bulunmasının neyi ifade ettiğini sorarlar. Göktulga yarı şaka yarı ciddi gülümseyerek “Hastane dışındakilerinin durumu içeridekilerden daha kötü,bu heykel onların durumu ne olacak diye düşünüyor” şeklinde soruyu cevaplar.

Biz nerede yanlış yaptık?

90’lı yıllarda televizyonda, bir masa etrafında “tartışan” karşıt görüşlü insanları saatlerce dinlediğimiz programlar izlediğimizi hatırlıyorum. Bu programları gecenin körüne kadar izleyip ertesi gün ise kendi gündelik tartışmalarında devam ettiren insanlara da defalarca rastladım. Bu programlar dışında da bilgi yarışmaları, hafıza oyunları gibi akıl oyunlarını içeren eğlence programlarını ya da hicveden bir üslupla güncel siyaset eleştirisi yapan güldürü programları izlerdik. Geçmişe nostalji yaparak geçen günleri “uzak güzel günler olarak hatırlamak niyetinde değilim”; keza o günlerde de Diyarbakır’da, Siirt’te yaşananları izlemezdik televizyonlarda. Sadece satır arasında “…terörist etkisiz hale getirildi” gibi cümlelere yer vardı. Hatta izlediğimiz tartışmalar çoğu zaman, esas meseleyi görünmez kılmak için yapılan birer manipülasyon ya da her şey “özgürce” tartışılıyor izlenimini yaratan birer illüzyondu aslında. Ne var ki bugüne geldiğimizde televizyon dünyasının da değişen siyasi ve güncel hayata göre farklı bir şekil aldığını söylemek zor değil. O günlerde izlediğimiz tiyatro, bugün daha da sığ bir hale gelmiş durumda.

Televizyon kanallarının hepsinde birbirini tekrar eden konuşmaları başka başka suretlerden dinliyoruz. Bütün kanallarda ya bir “aynen hocam aynen” monoloğu hakim, ya da birbirine düşmanmış gibi rekabet eden yarışma programları… Televizyonda durum böyleyken, sosyal medyada da çok farklı değil. Birbirine tahammülü olmayan gruplar paylaşımların altındaki yorumlarda bir kör dövüşündeymiş gibi birbirine fütursuzca saldırıyor. Kürt, alevi, laik, müslüman… diye diye ayrımcılık gittikçe daha da artıyor ve keskinleşen sosyal ayrımlarla farklı olana tahammül de giderek azalıyor.

Bütün bu sosyal gerçekliğin ortaya çıkmasında var olan siyasal gerçekliğin ya da medyanın gücünün etkisi tartışılmaz elbette. Ama şimdilik biz var olan bu gerçekliği bir kenara koyarak şu soruyu soralım: Bu toplumdaki her bir öznenin, bizzat bu gerçekliğin yaratılmasındaki rolü nereye denk düşmektedir?

Sosyal sınıflara ya da bu kategorizasyona ne kadar uyum sağlıyoruz? Bu noktada acaba belli sınıflara dair kalıpyargılarımız, kendi kendini gerçekleştiren kehanet gibi, düşüncemizde haklı çıkmamıza neden oluyor olabilir mi? Ya da bazı konularda çok şey bilmediğimiz halde, bilmediğimizi bilmiyor olabilir miyiz? Belki televizyonda ya da sosyal medyada üretilen gerçekliği, kendi gerçekliğimizi yerine koyuyor olabilir miyiz? Her gün içine girdiğimiz koşturmacada, her şeye kafa yoramayacağımız düşüncesiyle kendimizi akışa bırakıyor olabilir miyiz? Peki durum böyleyse bu noktada bize düşen sorumluluk nedir?

“Hiçbir şey demeseydim de…?”

Kahin: “Vazoyu dert etme…”

Neo: (etrafına bakınarak) Hangi vazo? (bu sırada bakınırken çarptığı vazo düşerek kırılır.) Çok üzgünüm.

Kahin: “Sana dert etmemeni söylemiştim, çocuklarımdan birine yaptırırım.

Neo: Bunu nereden bildin?

Kahin: Asıl soru şu, hiçbir şey demeseydim de vazoyu kıracak mıydın?

(Matrix I)

Pygmalion’dan Oidipus’a, Matrix’e kadar edebiyatta, sinemada, psikolojide, sosyolojide kendini gerçekleştiren kehanet kavramına ya da bu kavramın farklı tanımlamalarına rastlayabiliriz. 1948 yılında bir toplum bilimci olan Robert Merton bu kavramı, temel beklenti etkisi olarak ele almıştır. Temel beklenti etkisi ya da kendini gerçekleştiren kehanet aslında oldukça yaygın olarak işleyen bir süreçtir.

İnsan beyni durmaksızın bir bilgi akışına maruz kalır, bu noktada bu uyaranları işlemek için kestirme yollar seçer, bilgileri sınıflandırır, kategorize eder ve bu noktada “bilişsel cimrilik”, zihinsel bir enerji tasarrufu sağlar. Şeyleri gruplara ayırmak işimizi kolaylaştırır. Örneğin kalemleri renkli kalemler, siyah kalemler ya da tükenmez veyahut kurşun gibi ayırarak tasarruf sağlamanın kimseye zararı olmayacaktır. Peki aynı sınıflandırmayı sosyal gruplar için yaptığımızda? Kürtler, aleviler, müslümanlar ya da laikler gibi?

Bilişsel cimrilik, önyargılar ve kategorizasyonla başlar. Bu sınıflandırmalarla aynı “kategoride” olan durumlar için belli davranış beklentileri oluşur. Ve bu beklentilere uygun her davranış beklentinin ispatı olarak görülürken, beklentiyi doğrulamayan davranışlar “istisna” olarak değerlendirilerek görmezden gelinecektir. Böylece bu kısır döngü çoğu zaman kendi sosyal sınıfına atfedilen beklentilere maruz kalan kişinin, kendinden beklenen davranışı gerçekleştirmesini de beraberinde getirecek.

Bu duruma ilişkin olumlu bir örnek olarak psikologlar Robert Rosenthal ve Lenore Jacobson tarafından yürütülen bir araştırmaya göz atabiliriz. Bir ilkokulda çocuklara IQ testi yapılmış ve bu öğrencilerden birkaçı rastgele seçilerek, öğretmenlerine bu çocukların “gelecek vaadeden çocuklar” olduğu söylenmiştir. Oysa seçilen öğrencilerle diğerleri arasında zeka açısından fark yoktur. Bu testin üzerinden bir yıl geçtikten sonra çocukların IQ seviyeleri tekrar ölçülmüş ve “gelecek vaat ettiği” söylenen çocukların, şaşırtıcı bir şekilde diğerlerinden daha yüksek düzeyde bir ilerleme kaydettiği gözlenmiştir. Öğretmenlerin bu gruplara dair belirli beklentilerin etkisine girmesi, çocuklara beden dili ya da sözel olarak bir şekilde yansımış ve öğrencilerin başarılarına, motivasyonlarına ve zeka düzeylerine etki etmiştir.

Diğer taraftan bu bilişsel cimrilik, sınıflandırma ve kategorize etmenin bir sonucu olarak kalıpyargıların ortaya çıkmasının da yaygınlaşmasının da birçok kalıpyargının gerçeğe dönüşmesinde ve ayrımcılığın hayata geçmesinde önemli rol oynar.

1973 yılında yapılan klasik bir araştırmada Pamela C. Rubovits ve Martin L. Maehr, birçok beyaz tenli öğretmenin alt sınıftan gelen siyah tenli çocuklardan daha düşük bir akademik başarı beklediğini ortaya koymuştur. Deneye katılan 66 beyaz tenli öğretmen, iki siyah ve iki beyaz tenli çocuktan oluşan dört kişilik gruplarla ders yapmışlar ve bu gruplardaki öğretmen davranışları, dikkat yöneltme, düzeltme, cesaretlendirme, reddetme, övme, eleştirme oranları açısından kaydedilmiştir. Sonuç olarak beyaz tenli öğrencilere dikkatin daha çok yöneltildiği, siyah tenli öğrencilerin ise daha az övülüp, yüreklendirildiği, yanıtlarının daha fazla reddedildiği ve daha çok eleştirildiği gözlemlenmiştir.

Bu araştırmalarda karşılaştığımız bu durumlarda kişilerin beklentilerinin karşısında hangi davranışların ya da ne gibi durumların ortaya çıktığına baktığımızda, kalıpyargıların ya da kehanetin kendini nasıl tekrar ürettiğini açıkça görebiliyoruz ama gündelik yaşamlarımızda beynimiz her şeyi sınıflandırmaya, gruplandırmaya ya da bilişsel bir enerji tasarrufuna gittiği sürece bunu fark edebiliyor muyuz? Ya da bilmediğimizi biliyor muyuz?

Bilmediğini bilmemek: Dunning Kruger Etkisi

Beynimizin bilişsel tasarruf yapmak için uyaranları kategorize etmesi yetmezmiş gibi bu durumun farkında olmayışımız da kendimize aşırı güvenmemize neden olabilir. Cahil cesareti olarak da tariflenen bu durum en alçakgönüllü ifadesiyle bilmediğinin farkında olmamak; bu nedenle çok doğru, çok haklı, çok bilgili olduğunu sanıyor olmak denebilir.

Bu doğrultuda Justin Kruger ve David Dunning’in Cornell Üniversitesi’ndeki öğrenciler arasında yürüttükleri çalışmayı kısaca özetleyecek olursak; öğrencilere bir test yapılır ve klasik “nasıl geçti” sorusu sorularak, kendi performanslarını değerlendirmeleri istenir. Bu değerlendirmeleri inceleyen Kruger ve Dunning’in karşılaştığı tablo şöyledir: Soruların yüzde onuna bile yanıt veremeyenlerin kendine güvenleri müthiştir, testin %60’ına yanıt verdiklerini düşünürler. Soruların yüzde doksanını yanıtlayanlar ise en alçak gönüllü deneklerdir, soruların yüzde yetmişini yanıtladıklarını düşünürler.

Dunning-Kruger etkisi ya da cahil cesareti aslında bir paradoksu içinde barındırıyor. Öğrencilerin başarı düzeyi arttıkça kendi başarıları hakkında daha alçak gönüllü ve mütevazı olması ya da deneyim ve bilgi sahibi olmayanların, kendileri hakkında gerçek dışı bir özgüvene sahip olması belli noktalarda tam ters bir etki yaratabiliyor. Örneğin farklı çalışma ortamlarında deneyim ve bilgi açısından yetersiz olan biri ön plana çıkabilirken, birikim ve beceri sahibi olan kişi mütevazı davranarak keşfedilmeyi bekleyebiliyor. Bu durum kişinin “yeterince girişken” olmamasıyla açıklanmaya çalışılabiliyor ya da en çok “bağıran” en doğru sayılabiliyor…

Ya bildiğimiz gibi değilse?

1979 yılında tütün ve sigara şirketlerinin, sigara karşıtı kampanyaların etkisini azaltmak amacıyla hazırladıkları gizli bir talimat ortaya çıktı. 1969 yılında bir tütün şirketinin kaleme aldığı bu belgede tütün şirketlerinin sigara karşıtı kampanyalarla başa çıkmak için kullandığı taktiklere yer veriliyordu. Bu taktiklerden biri şu şekilde belirtilmişti: “Genel kamuoyunun kafasındaki olgusal gerçeklerle başa çıkmanın ve bu konuda ihtilaf yaratmanın en iyi yolu şüphe yaratmaktır.”

Bu belgelerin ortaya çıkması üzerine Stanford Üniversitesi’nden bilim tarihçisi Robert Proctor, tütün şirketlerinin kafa karıştırma yöntemlerini araştırmaya başladı ve “agnotoloji” kavramını ortaya attı. Bu kavram, bir çıkar sağlamak için kasıtlı olarak kafa karıştırmak ya da yalan bilgi yaymak anlamına geliyor; bilgisizlik yayma bilimi diye de kullanılabilir.

Bilginin siyasi ya da ticari çıkarlar için güçlü kurumlar tarafından çarpıtılıyor olması da bunun bir parçası. Proctor, siyasi ve felsefi konularda insanların bilgisinin çoğu zaman inanca, geleneğe ve daha çok propagandaya dayalı olduğunu belirtiyor. Yani bilginin erişilebilir olması, o bilgiye ulaşıldığı anlamına gelmez.

Zamanımızın Bariz bir Özelliği: “Düşünce Yoksunluğu”

“Bana öyle geliyor ki düşünce yoksunluğu -gaflet içindeki bir umursamazlık ya da dumura uğramış bir zihin ya da koflaşmış “hakikatler”i tasasızca tekerrür eden bu hal- zamanımızın en bariz özellikleri arasındadır. O nedenle önerdiğim şey aslında çok basittir: Hiç bir şey yaptıklarımızı düşünmekten daha önemli değildir.”

(Hannah Arendt, İnsanlık Durumu)

“Düşünce yoksunluğu… Zamanımızın en bariz özellikleri arasındadır.” diyor Arendt 1958 yılında. İkinci dünya savaşı sonrasında Eichmann davasını Kudüs’te izlerken, bir taraftan kişinin sadece kendine söyleneni yapan ve bunu yaparken de kendini kendi eylemlerinden sorumlu görmemesini sorguluyordu Arendt. O’na göre Eichmann’ın en büyük suçu düşünmemesiydi. “Asıl sorun tam da Eichmann gibi onlarca insanın olmasından, onlarcasının ne sapık ne de sadist olmasından; ne yazık ki hepsinin eskiden de şimdi de dehşet verici bir biçimde normal olmasından kaynaklanıyordu” diyordu. Kötülük gittikçe sıradanlaşıyor, normalleşiyordu.

Aradan geçen zaman Arendt’i haklı çıkarmaya devam ediyor. Düşünce yoksunluğu bizim de zamanımızın en bariz özellikleri arasında olmaya devam ediyor. Belki daha da yakıcı bir şekilde. Arendt’in bahsettiği insanlık durumunun tam içine düştüğümüz bir noktadayız belki.

Belki bu yüzden artık cimrilik yapmayı, tasarruf etmeyi bir kenara koyup gerçekten yaptıklarımızı düşünmenin zamanıdır.

Gündelik hayatlarımızda tekrarlayan hareketlerimiz, sorgulamadığımız alışkanlıklarımız, ilişki biçimlerimiz, yaptığımız ya da yapmaya korktuğumuz eylemler, bizi hangi noktaya getiriyor?

Sistemin genel kabullerine göre planladığımız hayatlarımız bizi olmak istediğimiz kişi olmaktan uzaklaştırıyor mu?

Kalıpyargıların yeniden yeniden üretildiği bu noktada, her gün bu kalıpyargıların kendini gerçekleştirdiğini ya da bu noktada sorumluluğun hangi noktada olduğunu görmezden gelebilir miyiz?

Bilmediğimizi bilmediğimizin farkında olmayarak, aslında bildiğimizi sandığımız şeylerin de birilerinin siyasi, ticari çıkarları paralelinde bize doğru olarak sunulduğunu yok sayabilir miyiz?

Ya da doğru bildiğimizi şaşırmamız için kafamızın karıştırıldığını, aklımızla dalga geçildiğini bile bile bu yalanlara inanmaya devam edebilir miyiz?

“Bu işler öyle kolay değil!” sesleri arasında belki el yordamıyla doğru bildiğimizi yapmanın, korka korka eylemenin cesaretiyle, davranmaya “cesaret” edebilir miyiz?

İçinde bulunduğumuz durumlarda kehanetlerin/beklentilerin mağduru olduğumuz söylemini bir kenara bırakarak kendi beklentilerimize göre hareket edebilir miyiz?

Belki de “iyi düşünelim iyi olsun” sığlığını bir kenara bırakıp kendi eylemlerimizi, sorumluluklarımızı ya da siyasi kapasitemizi yeniden düşünmemizin zamanı şimdi, şu andadır.

Özlem Arkun

[email protected]

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 49. sayısında yayınlanmıştır. 

The post Devir Düşünceden Tasarruf Devri! – Özlem Arkun appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2019/04/17/devir-dusunceden-tasarruf-devri-ozlem-arkun/feed/ 0
” Trans Tutsak Esra İçin Dayanışma Sürüyor ” – Nergis Şen https://meydan1.org/2015/09/18/trans-tutsak-esra-icin-dayanisma-suruyor-nergis-sen/ https://meydan1.org/2015/09/18/trans-tutsak-esra-icin-dayanisma-suruyor-nergis-sen/#respond Fri, 18 Sep 2015 20:59:32 +0000 https://test.meydan.org/2015/09/18/trans-tutsak-esra-icin-dayanisma-suruyor-nergis-sen/ Travesti tutsak Esra (kimlik ismiyle Salih Arıkan), cinsel kimliğinden ötürü tüm tutsak LGBTİ bireyler gibi zor koşullarda yaşamını sürdürüyor. Yaklaşık 12 senedir cezaevinde olan Esra, ilk 4 sene erkek koğuşunda kaldı. Kendisi mektubunda şu şekilde yazmıştı: “4 yıl erkek koğuşlarında kaldım. 20 tane erkeğin arasında kadın ruhu taşıyan bir erkeğim, kimseye fark ettirmiyor, kendimi saklıyordum.” […]

The post ” Trans Tutsak Esra İçin Dayanışma Sürüyor ” – Nergis Şen appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
esra

Travesti tutsak Esra (kimlik ismiyle Salih Arıkan), cinsel kimliğinden ötürü tüm tutsak LGBTİ bireyler gibi zor koşullarda yaşamını sürdürüyor. Yaklaşık 12 senedir cezaevinde olan Esra, ilk 4 sene erkek koğuşunda kaldı. Kendisi mektubunda şu şekilde yazmıştı: “4 yıl erkek koğuşlarında kaldım. 20 tane erkeğin arasında kadın ruhu taşıyan bir erkeğim, kimseye fark ettirmiyor, kendimi saklıyordum.” Daha sonra kaldığı koğuşta, onu kadın olarak tanıyan biri çıkınca durumunu daha fazla saklamadı. Kadın olduğunu idareye söyleyince tek kişilik odada, yani tecritte yaşamını sürdürmeye başladı.

Cinsel kimliği ve işlemediği bir “suç” sebebiyle hapishaneye girmesinin ardından, ailesi Esra ile görüşmek istemedi. Şimdi Samsun E Tipi Kapalı Hapishanesi’nde bulunan Esra, buraya 1 ay önce İzmir Kırıklar F Tipi Hapishanesi’nden nakledildi. Samsun Cezaevinde daha önce de kalmış ve burada birçok kötü muameleye ve tacize maruz kalmıştı. O süreçte yaşadıklarını “Taciz ediyorlar, devamını siz bilirsiniz, anlarsınız beni zaten” diye yazmıştı ve bu cümlelerin altı hapishane okuma komisyonu yetkilileri tarafından kırmızı kalemle çizilmişti.

Sürekli hapishane yetkilileri ve gardiyanlar tarafından tacize ve tecavüze uğrayan Esra, bir gardiyan tarafından uğradığı tacizden sonra sperm örneklerini kendi imkanlarıyla topladı ve şikayetçi oldu. Gardiyan bir sene tutuklu kaldı ancak davaya bakan mahkeme “ilişki zorla değil, gönül rızasıyla olmuştur” şeklinde karar verince gardiyan serbest bırakıldı ve görevine iade edildi.

Esra maruz kaldığı adaletsizliklerden ve çaresizlikten dolayı bileklerini keserek ve hap içerek intihara teşebbüs etti. Hap içmesinden sonra ameliyat edilerek kurtarılan Esra, hem ilaçların etkisi hem de yaşadıklarının stresinden dolayı mide rahatsızlıkları geçirdi. Ülser hastalığı ve ilerleyen sağlık problemlerinden dolayı kolon kanseri riski taşıyan Esra, hastaneye gitmek için bir çok dilekçe yazdı ancak dilekçeleri her defasında görmezden gelindi. Keyfi olarak hastaneye gönderilmediği gibi aynı şekilde tutsaklara sağlanan kütüphane ve spor gibi aktiviteleri de engellendi.

Cinsiyet değişim operasyonu için verdiği dilekçeler sonucunda, şimdi tekrar Samsun’a  nakledildi ve aynı saldırılara maruz kalmaya başlayınca çare olarak intiharı gördü. Esra, yolladığı son mektubuna “Umudum kalmadı, artık çok yoruldum.” diye başlıyor ve “Mektup alamazsan, canıma kıymışımdır. Nefes aldığım sürece yazarım.” diyerek son veriyor. Esra’nın son mektubunun ardından birçok kadın ona mektup yazmaya başladı. Esra’ya gönderilen bir mektup bile hayata tutunmasında çok etkili.

Kadınlar Esra’nın sesini duyurmak ve yalnız olmadığını bilmesi için bir kampanya süreci başlattılar. Anarşist Kadınlar’ın çağrısıyla İnsan Hakları Vakfı, İnsan Hakları Derneği, TODAP ve birçok anarşist, feminist, sosyalist kadın örgütlenmeleri, LGBTİ örgütleri ve bireylerin dahil olduğu Travesti Tutsak Esra ile Dayanışma İnisiyatifi oluşturuldu.  Bu inisiyatif ilk olarak sosyal medyada başlattıkları kampanya ile herkesi Esra’ya mektup yazmaya çağırdı. İnisiyatifin çağrısıyla farklı kişilerin farklı bakış açılarıyla yazdıkları mektuplar Esra’yı içeride yalnız bırakmayacak.

esra1

Öte yandan Esra tutukluluğundan beri vasi konusunda sıkıntılar yaşıyor. Vasi olarak atanan akrabalarının, sorunlarıyla ilgilenmemesi nedeniyle vasinin değiştirilmesi için başvuruda bulunuldu. Anarşist Kadınlar’dan Merve Arkun, vasi olmayı kabul etti ancak mahkeme henüz dosyayı sonuçlandırmadığı için avukat konusunda sıkıntılar yaşayan Esra’nın vasi değişimi de, cinsiyet değiştirme ameliyatı da engellenmiş durumda. Son olarak İHD ile yapılan görüşmelerin ardından Samsun Barosu’ndan bir avukatın Esra’yla cezaevinde görüşmesi sağlandı. İnisiyatif ayrıca, İHD Cezaevi Komisyonu’yla birlikte 179. F Oturması’nda Esra’nın durumu ile ilgili Galatasaray Meydanı’nda bir eylem gerçekleştirdi.

Esra’dan alınan son haberlere göre durumu şimdi, özellikle aldığı mektuplardan sonra, daha iyi. Travesti Tutsak Esra ile Dayanışma İnisiyatifi, Esra’nın yaşadığı adaletsizlikleri, tacizi, tecavüzü ve psikolojik şiddeti gündem etmeyi sürdüreceklerini belirtiyorlar. İnisiyatif herkesi, “dayanışma yaşatır” şiarıyla Esra’ya mektup yazmaya çağırıyor. Ayrıca tüm kadın ve LGBTİ örgütlerini ve bireyleri inisiyatife katılarak Esra ile dayanışmayı büyütmeye çağırıyor.

Mektup yazmak isteyenler için Esra’nın adresi:

Salih Arıkan (Esra)

Samsun E Tipi Kapalı Cezaevi B-4 Koğuşu Canik/SAMSUN

 

 

Nergis Şen
[email protected]

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 28. sayısında yayımlanmıştır.

The post ” Trans Tutsak Esra İçin Dayanışma Sürüyor ” – Nergis Şen appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2015/09/18/trans-tutsak-esra-icin-dayanisma-suruyor-nergis-sen/feed/ 0
” HİPNOZ ” – Burak Çiçek https://meydan1.org/2015/06/11/hipnoz-burak-cicek/ https://meydan1.org/2015/06/11/hipnoz-burak-cicek/#respond Wed, 10 Jun 2015 23:38:58 +0000 https://test.meydan.org/2015/06/11/hipnoz-burak-cicek/   Hipnoz yüzyıllar boyunca, farklı yöntemlerle, bir çok alanda, bir çok insan tarafından kullanıldı. Büyücüler, kızgın kömür üzerinde yürüyen insanlar, bir parmak şaklatmayla uyutanlar, politikacılar… Hipnoz, bazen bir şov malzemesine dönüştü, bazen anestezi yapmanın bir yöntemi oldu, bazen ise Apollon tapınağındaki gibi göz boyayarak birilerinin gücüne güç kattı ve günümüze kadar geldi. Bugün tüm bu […]

The post ” HİPNOZ ” – Burak Çiçek appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
hypnoza-2

 


Delfi Tapınağı; Eski Yunan’da en büyük ve en zengin tapınaklardan biriydi. Tanrı Apollo’ya adanan bu kehanet merkezinin hemen önünde içinden zehirli gazların çıktığı bir çukur bulunuyordu. Kehanet için gelen soylular, tüccarlar ya da devlet erkanına kesenin ağzını açtıran da buydu. Bu çukurun üzerine bir üçayak kurulmuştu ve bir rivayete göre kahin, birbirine sarılı üç yılandan oluşan bu sacayağın üzerindeki yerini almadan önce çukura bir koyun sarkıtılır ve bir süre sonra ölen hayvan tapınağın etkileyiciliğini artırmak için kehanet için gelenlere sergilenirdi. Böylece Apollo’ya adanan rahibelerin vecd halinde söylediği sözler, kutsal bir ağızdan dökülen kehanetlere dönüşüyor ve rahibelerin ömür boyunca geliştirdiği nefes egzersizlerini görünmez kılıyordu.

Hipnoz yüzyıllar boyunca, farklı yöntemlerle, bir çok alanda, bir çok insan tarafından kullanıldı. Büyücüler, kızgın kömür üzerinde yürüyen insanlar, bir parmak şaklatmayla uyutanlar, politikacılar… Hipnoz, bazen bir şov malzemesine dönüştü, bazen anestezi yapmanın bir yöntemi oldu, bazen ise Apollon tapınağındaki gibi göz boyayarak birilerinin gücüne güç kattı ve günümüze kadar geldi. Bugün tüm bu yöntemlerin “hipnoz” adıyla anılması ise James Braid’e dayanır.

Braid 1843’te izlediği bir gösterinin ardından, bu “uyku” halinin kişinin telkine olan yatkınlığının yapay olarak arttırılmasıyla gerçekleştiği sonucuna vardı ve araştırmalarını bu noktaya yoğunlaştırdı. Braid, bu yönteme Eski Yunan’daki uyku tanrısı Hipnoz’un adını verdi. Ne var ki çok geçmeden hipnozun aslında bir uyku hali değil, farklı bir bilinç hali olduğunu anladı fakat ismi düzeltme çabaları başarılı olamadı. Braid, aynı zamanda hipnozun bir “başlatma” olmaksızın da gelişebileceğini fark etti. Başlarda çok kabul görmeyen bu yöntemler, özellikle 19. yüzyıldan itibaren gittikçe yaygınlaşan bir şekilde kendine yer bulmaya başladı.

Hipnoz en basit haliyle beynimize iletilen mesajların, eleştirel bir süzgeçten geçirilmeksizin doğrudan bilinçaltına gönderilmesi ile açıklanabilir. Bu şekilde kişi bazı kötü alışkanlıklarından vazgeçirilebilir, doğum sancısı gibi bazı şiddetli ağrıları hafifletilebilir, bazı psikolojik rahatsızlıklarından, takıntılardan ya da fobilerden kurtulabilir, belli bir düşünceye yaklaştırılabilir, pazarlamada veya yeni alışkanlıklar kazandırmada kullanılabilir. Ve Braid’in de dediği gibi, hipnoz her zaman bir başlatmaya ihtiyaç duymaz. Bir okul sırasında, otobanda giderken ya da etkileyici bir konuşmayı dinlerken bir anda hipnotize olmuş bir halde bulabilirsiniz kendinizi. Örneğin sinemaya gittiğinizde izlediğinizin bir film olduğunu bilirsiniz, yine de film boyunca yaşadığınız bütün duygular gerçektir. Heyecanlanırsınız, kalp atışlarınız hızlanır, koltuğa daha bir sıkı tutunursunuz ya da gözleriniz dolu dolu oluverir. Karanlık bir salon, büyük bir perdeye yansıtılan (hatta artık üç boyutlu) görüntüler, yüksek ses, bütün bunlar izlediğiniz görüntülerin bir film olduğunu unutturmak için çoğu zaman yeterlidir. Ne var ki, genelde kendinizi açtığınız yalnızca filmdeki karakterlerin duyguları değil, o sahneler arasına sıkıştırılmış ve doğrudan bilinçaltınıza seslenen –kesenin ağzını açtıracak- mesajlardır.

Işıl ışıl saçlar, parıltılı arabalar, hayatınızı değiştiren mobilyalar, çikolata yiyerek mutlu olan, dondurmayla aşkı bulan, tuvalet kağıdıyla özel hisseden insanlarla dolu bir ekrana bakarken aklınıza kazınan milyonlarca mesaj yüzünden, internet paketiniz bittiğinde dünyanız yıkılabilir ya da aynaya her baktığınızda mutsuz olabilirsiniz. Çünkü hep bir şey eksiktir ve siz o eksiklik duygusunu, eksik olanları satın alarak giderebileceğinizi düşünebilirsiniz. Oysa reklamlar tam da bunu hedefler ve şunu der: Tüketmezsen çirkinsin, mutsuzsun, eksiksin! İşin kötüsü bu mesaj yalnızca yetişkinlere yönelik değildir, çocuklar özellikle 6-7 yaşlarına kadar telkine çok yatkın ve savunmasızdırlar. Bu nedenle banka, sigorta şirketi, ya da beyaz eşya gibi hiç çocuklarla ilgili olmayan ürünlerin pazarlamasında bile çocuklar hedef alınır. Konuşan hayvanlar, animasyonlar ve robotlar çocuğunuza o markanın en güzel, en eğlenceli ve en havalısı olduğu mesajını verir böylece gelecekteki tüketicilerini garantiler.

Hipnoz karşılaştığınız yere göre olumlu ya da olumsuz bir nitelikte karşınıza çıkabilir, diş ağrınızı hipnotik anestezi ile hafiflediğinde bir “oh” çekebilir, ama markete gittiğinizde çocuğunuz tam da uzanabileceği rafta duran o renkli ambalajındaki diş macunu tüpünü kapıp “isterim” diye tutturduğunda, Braid’in kulaklarını çınlatabilirsiniz. Siz siz olun gündelik hayatımızı istila eden bu telkinlere karşı dikkatli olun, zira hipnoz yalnızca gözlerinizin önünde sallanan bir cep saati ile gerçekleşmiyor.

Burak Çiçek

[email protected]

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 27. sayısında yayımlanmıştır.

The post ” HİPNOZ ” – Burak Çiçek appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2015/06/11/hipnoz-burak-cicek/feed/ 0