The post TC ve ABD Yaptırımları Karşılıklı Olarak Kaldırdı appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>ABD, Ağustos ayında İçişleri Bakanı Süleyman Soylu ve Adalet Bakanı Abdülhamit Gül’e yaptırım uygulamış ve ABD’de bulunan mal varlıklarını dondurmuştu. Kısa süre sonra TC’de aynı hamleyi yapmış ve Recep Tayyip Erdoğan’ın, “Onların Iphone’u varsa bizim de Vestel’imiz var” sözüyle Iphone’lar kırılmaya başlanmıştı.
Cuma günü iki ülke eş zamanlı olarak yaptırımları karşılıklı olarak kaldırdıklarını ve normalleşme sürecinin başladığını duyurdu. Bakalım “normalleşme” nereye kadar sürecek?
The post TC ve ABD Yaptırımları Karşılıklı Olarak Kaldırdı appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post Açık, Gizli, Stratejik Zam! appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Krizin tavan yaptığı sürece yönelik “bir rahibin etkisinin bu denli olacağı öngörülemezdi” tarzı değerlendirmeler yapılıyor. Söz konusu piyasa küresel kapitalizmle bu kadar ilişkiliyken bunun olacağını öngörmemek neredeyse imkansız. Mesele bir rahibin tutuklanması ve sonradan ev hapsine çevrilen cezasının etkisini tartmak değil; bunun uluslararası siyasi bir denklemde bir etmen olduğunun akılda bulundurulması. Ve evet, herkesin bildiği üzere bu ABD ve TC arasındaki bir siyasi krizin somuta bürünmüş hali. Bu siyasi kriz bir kişinin (belki de çok önemli bir kişinin) tutuklanmasıyla ilişkili değil, gerilme eğiliminde olan ABD-TC ilişkilerinde farklı bir aşamanın başlangıcıyla ilişkili. Özellikle Suriye politikalarında, ABD ve TC stratejilerindeki kopuş bu gerilme eğilimini yaratan etmenlerden.
Bu tarz bir nedenlendirme, iç siyaset-dış siyaset ayrımının her geçen gün ortadan kalktığı bir siyasi konjonktürde her şeyi devlet siyasetine indirgemek gibi görünebilir. Ancak Suriye’ye ilişkin tüm stratejiler ne kadar siyasetle ilgiliyse ekonomiyle de o denli ilgili. ABD-TC geriliminin aynı zamanda, uyuşmayan enerji politikalarıyla da ilgili olduğu açık.
Bu dış dinamikleri böyle ortaya koyduktan sonra şunu vurgulayalım; özellikle Suriye Savaşı öncesi ekonomik durumun olumsuza gittiği düşünüldüğünde, ekonomik kriz savaş politikasıyla ertelenebildi. Her geçen gün narinleşen dengelerde, kriz herhangi bir nedenle belirebilirdi. Küresel kapitalist bir piyasada bu denli yoğun ekonomik faaliyette bulunmakla, dönemin sertleşen dış politik konjonktürü birleştiğinde narin dengelerde cambazlık yapmak sadece maharet gerektirmez; aynı zamanda güçlü bir ekonomik ve siyasal konum gerektirir. TC’nin konumu bu durumu karşılamaya yetmedi. Rahip Brunson üstünden yaşananlar, gerilimin kopma noktası oldu.
Bunun sonucunda, geçtiğimiz yıl başında 3,78 liradan işlem gören dolar Ağustos ayının ilk günlerinde 4,90’lı rakamlara ulaştı. Brunson Vakası’yla 6 lirayı aştı. 13 Ağustos’ta en yüksek seviyeye yani 7,23’e ulaştı. 2018’in başından bu yana TL %45 değer kaybetti. Sonuç, ekonomik krizin belirgin bir hale bürünmesi…
Ekonomik kriz söz konusu olunca enflasyonun adını anmamak olmaz. Enflasyon tüm fiyatlarda yaşanan yükseliş anlamına gelmektedir. Hemen hemen her ürünün zamlandığı düşünüldüğünde enflasyon da hiç olmadığı kadar gündeme geliyor.
Bu, şu demek; her şey pahalılaşıyor.
Açık açık yapılanlardan sanki hiç yapılmamış gibi gizliden, o ürünün gramajını düşürerek yapılana değin artık birçok zammın hayatımıza sokulduğunu biliyoruz. Zam haberlerinin gündemin ilk sırasını aldığı bugünlerde, açıklanmadan yapılan zamlara gizli zam denildiği de görülmekte. Bu tür haberler daha çok yüksek gelen fatura bedellerinin açıklanamadığı, herhangi bir zam haberinin de bilinmediği durumlar için söz konusu olmaktadır. Belirtmek gerekir ki zam yapılması için ekonomik kriz olması da gerekmez, iktidar gerektiğinde ekonomik olmayan nedenlerden de zam yapabilir.
Açık Zam
Türkiye İstatistik Kurumu tarafından açıklanan rakamlara göre tüketici enflasyonu, Ağustos ayında %17,90 ile son 14 yılın zirvesini gördü. Aylık olarak ele alındığında en çok yükseliş yiyecek sektöründe yaşanırken tek düşüş yakın zamanlarda konkordato ve iflas haberleriyle gündeme gelen giyim ve ayakkabı sektöründe yaşandı. Sonuç olarak tüm ürünlerde genel yükseliş oldukça artmış durumda ve enflasyon önümüzdeki sürece damgasını vuracak.
2018 içerisinde, farklı kalemlerde ürünlere birkaç kez zam yapıldı. Özellikle konut kullanımı, doğalgaz ve elektrik bu tarz ürünlerden. İkisi birbiriyle iç içe, çünkü Türkiye’de elektrik üretiminin %37’si doğalgazdan yapılıyor. 2018 nisanında doğalgaza %9,7 lik zam yapılmışken rahip krizi sonrası ağustos ayında %9 ve eylül ayında da yine %9’luk bir zam gerçekleşti. Sene başında %8 zam yapılmasına karşın elektrik de doğalgaz zamlarından etkilendi ve aynı aylarda önce %2,89, sonra %9 ve en son %9-14 oranında zamlandı.
Doğalgaz ve elektrikten sonra fiyat artışına en çok bakılan ürün akaryakıt. Üçü de farklı sektörel üretimlerin en önemli girdilerinden. Akaryakıta zam en belirgin haliyle ağustos ayında yaşandı; 30 ila 50 kuruş arasında bir zam yapıldı. Aslında ağustosa kadar da birçok zam yapılmış olmasına rağmen, vergi oranları düşürülerek pompa fiyatlarında dengeleme yapılıyordu. Krizin en belirgin hale geldiği ağustos ayında, bu dengeleme yetmemiş olacak ki akaryakıtta ek zamma gidildi.
Ekmek fiyatlarına yönelik zam, temmuz ayından bu yana gündemde. %15’lik zam, “devlet büyüklerinin” telkinleriyle bir anda uygulanmasa da, farklı şehirlerde ekmek zammı yürürlüğe konulmuş vaziyette. İlaçlara %2,5 zam, sadece doğrudan ilaç alımını değil hastane masraflarını etkiledi. Alkollü ürünlere yapılan, yıl içerisinde 3 seferde olmak üzere toplam %25’lik zamla, en çok zam yapılan ürün alkollü ürünler gibi gözükse de; Karayolları Genel Müdürlüğü’nün otoyol ve köprü ücretlerine %10 ila %25 arasında ağustos ayında yaptığı tek seferlik zam, diğer zamlar arasında kendini görünmez kılmayı başardı.
Yıl boyunca 3 kez zam yapılan yem fiyatları da, ithal ette şarbon gündeminde fırsatçılık olarak değerlendirilen yerli ete yönelik zam da açık zamların bir başka boyutunu anlamak açısından önemli: stokçuluk.
Ürünü ucuz haliyle stoklayıp piyasadaki fiyat artışlarıyla paralel bir şekilde pahalıya satmak özellikle böyle kriz anlarında sık rastlanan durumlardan. Böylelikle ucuza almış olsa dahi, genel fiyat arttırma eğiliminde, yapılan zammı görünmez kılmaya çalışmak tam bir fırsatçılık. Büyük şirket, küçük şirket farketmeden kriz dönemlerinde başvurulan bu stokçuluk yöntemi krizi fırsata çevirmeye çalışan tam bir kapitalist refleksi.
Gizli Zam
Ana gündem ekonomik kriz olduğunda, sokaktaki gündem de kriz oluyor. Krizle ilgili konuşulan ekonomik ayrıntılar gündelik jargonumuza girmiş durumda. Girmesi gayet doğal, çünkü bu zamların doğrudan muhatabı ezilenler.
Jargonumuza girmiş zam çeşitlerinden bir başkası, gizli zam. Stokçulukta olduğu gibi süreci fırsata çevirmek için, tüketiciye hissettirilmeden yapılan zamlardan. Zam yapılmasının herhangi bir şekilde tepki alabileceği düşünüldüğünde uygulanan bu yöntemde, tüketici dikkatli birisi olmadığı takdirde zammın fark edilmesi zordur. Bir ürünün fiyatını değiştirmeden, gramaj oynamalarıyla, tüketicinin daha az miktara aynı parayı vermesini sağlayan gizli zam, özellikle market raflarında gıdadan temizliğe farklı sektör ürünlerinde başvurulan bir yöntem.
Gizli zammın ne kadar kullanıldığıyla ilişkili yakıcı bir örnek yakın zamanda Ankara’da ASKİ tarafından başlatılan yeni bir uygulamayla kendini gösterdi. Hane su tüketimi hesaplanırken 1 aylık zaman dilimi değil de 39 günlük bir zaman dilimi üstünden hesabın yapılmaya başlandığı açığa çıktı.
Durum o kadar vahim ki Ticaret Bakanlığı şikayetlerden dolayı denetleme birimleri kurmak zorunda kalıyor. Denetimler sonucu ortaya çıkan tabloda 680 ürünün gramajıyla oynandığı ve 1296 üründe haksız zam yapıldığı görülüyor.
Örneğin, 1 liraya satılan ay çekirdeği daha önce 75 gramken şimdilerde 40 gram olarak satılıyor. 1 litrelik salça hem 830 grama düşmüş hem de fiyatı artmış durumda. 1000 gramlık beyaz peynir paketleri aynıymış gibi görünen 900 gramlık paketlerde satılıyor. 5 litrelik sular artık 4 litre; 300 gramlık bisküviler 240 gram; 800 gramlık sabunlar 600 gram ve fiyatları yüzde yüz artmış vaziyette, 6 kg’lık bulaşık deterjanları artık 4 kg olarak satılıyor. Bunlar gizli zam yapılan ürünlerin ufak bir kısmı.
Stratejik Zam
Ekonomik kriz, enflasyon, zam… Tüm bu hengame içinde yaşamlarımızı idame etmeye çabalarken konuşmayı atladığımız bir kısmı göz önünde bulundurmaya açık bir şekilde ihtiyacımız var. Yazının başında da zamlara ilişkin ayrımları ortaya koyarken şunu açık bir şekilde belirttik. İktidarların zam yapmak için ekonomik krize ihtiyacı yoktur. Bunun anlamı nedir? Zam denilen şeyin sadece ekonomik bir denklem içerisinde düşünülemeyeceğidir.
Mevcut krizin kendini yoğunluklu hissettirdiği dönemde, kağıdın pahalılaşmasıyla orantılı olarak birçok yayınevinin ve gazetenin yayınlarını basamıyor oluşu gündeme gelmişti. Doların lira üstündeki değerinin artması ve kağıdın ithal edilmesiyle ilişkilendirilen durum, arkasında devletin yayıncılık stratejilerine ilişkin uzun bir tarih saklıyor. Devletlerin böyle dönemlerde muhalefetin “yıpratıcı” etkisinden kurtulmak üzere gözden çıkardıkları bu sektör aracılığıyla -ekonomik kriz yaşansın ya da yaşanmasın- stratejik olarak yayınların iktidara uyumlulaştırılması hedefleniyor.
Alkol ürünlerine sene içerisinde yapılan 3 ayrı zammı diğer zamlardan ayıran stratejik yan ise, bunun “makbul” olmayan bir yaşam tarzıyla ilişkili oluşu. Özellikle iktidarın dinsel değerleriyle uyumlu olmayan buna benzer ürünler üzerindeki fiyat politikasıyla terbiye edilmeye çalışılanlar, dolaylı olarak dayatılan hakim kültürün bir parçası olmaya zorlanıyor.
Ekonomik bir denklemin belki de dolaylı birer parçası konumunda bulunan bu iki örnek, zamların devletin işine başka şekillerde de yaradığını görmek açısında önemli.
Zamlar arttığından beri böyle süreçlerin toplumsal kırılmalara yol açabilecek zamanlar olduğunu söyleyenler, iktidarı devirmek için elverişli olduğunu yazanlar bir noktayı gözden kaçırıyor. Zam halinin toplumda yaratacağı etki, öngörüldüğünün aksine her zaman toplumsal bir isyana yol açmayabilir. Bu durumlarda toplumsal reaksiyonlara baskın siyasal kültür ya da popülist açıklamalar yön verebilir. İçinde bulunduğumuz dönemde devletin OHAL gibi baskı, medya gibi manipülasyon ve gündem belirleme aygıtlarına sahip olduğunu düşündüğümüzde, toplumsal reaksiyonun değil iktidara karşı bir isyana dönüşmesi; tam tersi bir mobilizasyona açık olduğunu görmek gerek. Zammın stratejik kısmı yoğunluklu olarak burayla ilişkili. Kriz döneminde işinden atılma korkusu yaşayan bir işçinin daha yoğun ya da daha az ücrete çalışmayı kabul etmedeki psikolojisi ne ise, toplumsal anlamda içinde bulunulan konumu muhafaza etmek adına katlanabilirlik kapasitesinin artması da bu durumla ilişkilidir. Hatta böyle durumlarda manipülatif nedenlendirmelerle milliyetçilik, ırkçılık, dincilik körüklenebilir. Ekonominin kötüye gittiği zamanda işsizliğin temel nedeni olarak gösterilen Suriyeli göçmenler ve onlara karşı girişilen linç, işte bu tarz bir stratejinin sonucu olarak işlemişti. İktidara karşı ses çıkaran farklı kesimlerin bir şekilde ABD-AB ile ilişkilendirilmesi ve bunun üstünden vatan hainliği kampanyalarının başlatılması, yerli ve milli ekonomiye yönelik komplo girişimleri olarak “kriz söylemi”nin yükseltiliyor olduğu iddiası bile sadece krizden kurtulmanın yollarını ararken bir oyalama taktiği olarak görülemez. “Böyle bir süreçte muhalifleri de aradan çıkaralım.” anlayışının bir parçasıdır bu.
Açığı, gizlisi ya da stratejiği fark etmeksizin zamlar, ezilenleri ekonomik ya da siyasi açıdan baskı altında tutmaya yarayan uygulamalardır. Bu süreçler muhakkak ki önemli süreçlerdir. Bu durumu bir fırsata dönüştürüp popülist söylemlerle geçici değişiklikler yaratabilmek için değil. Bu durumlarda açığa çıkan toplumsal ya da ekonomik ihtiyaçlara çözüm yaratmaya yönelik çabaları daha hızlı ortaya koymak adına önemlidir. Bu yaşamsal örgütlenme gerçekleşmeksizin girilecek bir politik macera bizi en fazla yerel seçimlerde kullanılmak üzere bekletilecek bir politizasyona sürükleyecektir.
Kriz anlarında bir toplumsal devrim fikri, ancak ve ancak o ana gelene kadar toplumda örgütlenerek, yeni siyasal ve ekonomik yapılar oluşturarak gerçekleşebilir.
The post Açık, Gizli, Stratejik Zam! appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post Türkiye-ABD Krizi: İllüzyon mu, Gerçek mi? – Emrah Tekin appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Haziran 1945’te dönemin Moskova Büyükelçisi Selim Sarper ile SSCB Dışişleri Bakanı Molotov arasında yapılan görüşme ile açığa çıkan TC-SSCB yakınlaşması sonrası, aynı yılın sonlarında ABD’den Boğazlar nedeniyle alınan nota, ileriki yıllarda TC-ABD ilişkilerindeki seyri belirleyici bir gelişme olmuştu. ABD, askeri kazanımlarının yanı sıra, İkinci Dünya Savaşı’ndan, dünyanın altın stoklarının çoğunluğunu ele geçirerek ve 1944’te Bretton Woods anlaşmasıyla uygulamaya soktuğu dünyadaki para-altın değişim değerlerini dolara endekslenmesiyle ekonomik avantajlarla da çıkmıştı. Türkiye de dünyanın önündeki 50 yıllık dönemi belirleyecek bu yeni dengesinde tercihini ABD öncülüğündeki Batı Bloku’ndan yana kullandı. Erdoğan’ın ABD ile son yaşanan gerilim nedeniyle New York Times’a yazdığı makalede “Kore’de savaştık, NATO’da müttefikiz” şeklinde yaptığı hatırlatmalar, Soğuk Savaş’ın başlamasıyla TC’nin aldığı bu pozisyonla birlikte gelen ABD’ye yakınlaşmayı işaret ediyordu. Bu yakınlaşma için talep ise, Ortadoğu’da kendisine sadık bir müttefik arayan, bu anlamda Arap dünyasına hakim Mısır’dan, Batı Bloku ile mesafeli Nasır yönetimi nedeniyle vazgeçen ABD’ye bizzat TC’den gelecekti. İlerleyen yıllarda bu yakınlaşma bazı dönemsel krizler hariç genellikle hep diri kaldı ve TC de ABD’yi Ortadoğu’daki çıkarlarının korunması konusunda mahçup etmedi.
İçinden geçtiğimiz süreçte TC ile ABD arasında yaşanan gerilimi, tarihsel bağlamıyla iki devlet arasındaki bu –yakınlaşma ötesi- sadakat ilişkisi çerçevesinde ele alırken, aynı zamanda ABD’de belirdiği söylenen hegemonya yitimi ve TC’nin bölgesel bir güç olmanın sınırlarını zorlayan heveskarlığı ile değerlendirmek gerek. Türkiye’nin ABD’nin İran ambargosunu kabul etmemesi ve Zarrab-Atilla davasında ortaya çıktığı üzere ambargoyu delmesi, gerilim başlıklarından belki de en önemlisi. Bu başlık üzerinden, ABD’nin İran’a yönelik ikinci dalga yaptırımlarının hayata geçeceği önümüzdeki aylarda gerilimin artması beklenebilir. Bu olasılığı tersine çevirecek etken ise TC’nin İdlip operasyonunda Rusya-İran ekseninden uzaklaşması olabilir. ABD ile yaşadığı gerilimi kullanışlı bir iç politika malzemesi olarak gören TC açısından, sadece İran başlığı bile bu gerilimde elinin ne kadar zayıf olduğunu ortaya koyuyor. Zira ABD’nin İran yaptırımları arasında bu ülkeden petrol almamak da bulunuyor. Bu durum, halen ekonomik kriz yaşayan TC’yi bu açıdan daha da zorlarken, petrol alımı konusunda birinci sırada yer alan Rusya’nın konumunu pekiştireceği gibi, kendisini bu ülkeye daha da bağımlı hale getirecek.
Bağımlılık ilişkisinden söz açılmışken, TC’nin 2015’te yaşadığı uçak krizi ve 15 Temmuz Şaibesi sonrası Rusya ile geliştirdiği, ancak dengelerin daha çok Rusya lehine geliştiği ilişki de ABD ile yaşanan gerilim bağlamında ele alınmalı. Rusya’dan satın alınmak istenen Rusya, İran, K.Kore, Suriye gibi NATO dışı devletlerin uçaklarına kör, NATO uçaklarını gören S-400 hava savunma sistemleri, TC’nin ABD’ye, gidecek başka adreslerinin mevcut olduğu yönünde bir hatırlatma niteliği taşıyor. Ancak orta ölçekli, bölgesel bir güç olarak, elinde fazla bir kozu olmayan TC’ye ABD’den verilen karşılık, S-400’lerin olası vuruş menzilindeki ve radara yakalanmama yeteneğindeki F-35’leri satmamak oldu. Ayrıca iki devlet arasında yaşanan gerilimin en az üç yıl öncesine dayandığı bilgisi paralelinde, geçtiğimiz yıl ABD elçiliği çalışanlarının tutuklanması sonrası, ABD Ankara eski büyükelçisi John Bass’in 2015-2016’da yıllarında Türkiye’de yaşanan IŞİD saldırılarına atfen, “9.5 aydır terörist saldırı olmuyor, bu IŞİD’in terörden vazgeçtiği anlamına gelmiyor, hükümetlerimizin yakın işbirliğinden kaynaklanıyor.” sözleri de ABD’den verilen ve istihbarat paylaşımını işaret eden örtük bir yanıt olarak not edilmeli.
Buzdağının görünen yüzünde Rahip Brunson’ın olduğu, ancak ABD’nin Suriye Demokratik Güçleri’yle Suriye’deki askeri işbirliği temelli kriz, her iki tarafı da iç politikaya malzeme taşıma yönünde motive ediyor. Bu motivasyonun ABD tarafında, Kasım ayında gerçekleşecek ara seçimler bulunuyor. Kongre’deki dengelerin, seçimlerin kaybedilmesi halinde Trump yönetimi aleyhine değişmesi muhtemel seçimler öncesi ABD hükümeti, yaşanan krizi sağ seçmene yönelik propaganda malzemesi olarak sunarak avantaja dönüştürebilir. Krizin TC tarafında ise işlerin o kadar yolunda gitmeyeceğinin işaretleri çoktan belirmeye başladı bile. Bu bağlamda, doların artışına bağlı hissedilen ekonomik krizle birlikte ABD’ye yönelik, karşı yaptırım-misilleme tehditleri mi, yoksa bizzat Berat Albayrak’ın zikrettiği ve sorunu haddinden fazla hafife alan “Kırk yıllık karı-koca bile aralarında anlaşamıyorlar, önce tartışıyor, sonra anlaşıyorlar” iyimserliği mi gerçeği yansıtıyor?
Belki de yaşanan krizin apaçık ekonomik bedellerine karşın, “ejder meyveli itibarlarından” tasarruf etmeyenlerin daha da yoksullaştıracağı ezilenler, tüm bu yalanların karşısında dipdiri bir gerçeklik olarak duruyordur.
Emrah Tekin
Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 46. sayısında yayınlanmıştır.
The post Türkiye-ABD Krizi: İllüzyon mu, Gerçek mi? – Emrah Tekin appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post ABD- TC Görüşmelerinin İlk Ayağı Tamamlandı: Euro ve Dolar Rekor Tazeledi appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Dışişleri Bakanlığı ile yapılan görüşmede yaklaşık iki yıldır tutuklu kaldıktan sonra ev hapsiyle tahliye olan Rahip Brunson eksenli bir konuşma gerçekleştirildi. Brunson ile beraber, Türkiye’de tutuklu bulunan 12 ABD vatandaşı ile, ABD’nin TC temsilciliklerinde çalışan Hamza Akçay ve Metin Topuz’un tahliyesinin de istendiği söyleniyor.
Kulislerden gelen bilgiye göre TC’nin Brunson ile ilgili herhangi bir olumlu adım atmadığı ve tahliye talepleriyle ilgili yazılı bi taahüt vermediği söyleniyor. ABD ise Brunson’sız bir anlaşmaya olumlu bakmıyor.
ABD Hazine Bakanlığının ise, Brunson’ın serbest kalması karşılığında, İran’a uygulanan ambargoyu deldiği gerekçesiyle Halkbank’a verilen cezayı hafifletme teklifinde bulunduğu, TC’nin ise eski Halkbank Genel Müdür Yardımcısı Hakan Atilla’nın tahliyesini istediği söyleniyor.
ABD Dışişleri Bakanlığı sözcüsü Heather Nauert, kısa bir açıklama yayınlayarak görüşmelerin devam edeceğini belirtti.
Görüşmeler Sonrasında Tazelenen Rekorlar: Dolar 5,36- Euro 6,25
Üç bakanlığın toplam dokuz temsilcisinden oluşan heyet ile ABD Bakanlıkları arasında gerçekleşen görüşmelerin sonuç vermediği dış basında yer etmeye başladı. Kulislerden gelen bilgiye göre süreç olumsuz ilerlemiş.
Bu kadar olumsuzluğun ardından Euro ve Dolar için olumlu(!) bir gelişme yaşandı. Görüşmelerin olumsuz havasından sıyrılan Dolar, an itibariyle 5,36 TL’den; Euro ise 6,25 TL’den işlem görerek kendi rekorlarını tazelemiş oldular.
9 Ağustos: Gün içinde, tazelenen rekorlar tekrar kırıldı. Dolar 5,50; Euro, 6,35…
10 Ağustos: Güne tekrar rekorla başlayan Euro ve Dolar durdurulamıyor. Dolar 5,75; Euro 6,52
The post ABD- TC Görüşmelerinin İlk Ayağı Tamamlandı: Euro ve Dolar Rekor Tazeledi appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>