The post Üsküdar’daki Validebağ Korusu Ranta Açıldı appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Birinci derece doğal SİT alanı olan İstanbul Üsküdar‘daki Validebağ Korusu’nu yapılaşmaya açacak imar planları oy çokluğuyla İBB Meclisi’nde kabul edildi.
Böylece, yapı yasağı konulan koruya 100 metrekareyi geçmeyen tek katlı yapıların inşa edilmesinin önü açılmış oldu. Özelleştirme İdaresi Başkanlığı ve Marmara Üniversitesi Rektörlüğü’nün koruda Kardiyovasküler Hastalıkları Hastanesi yapılması için istediği düzenleme ise değerlendirilmeye alınmadı.
Yeşil Gazete’nin haberine göre Validebağ Korusu’nun imara açılmasına karşı mücadele yürüten Validebağ Gönüllüleri Derneği’nden Arif Belgin 100 metrekarelik yapılaşma izni için “İmar iznini kesinlikle kabul etmiyoruz. Bırakın 100 metrekareyi 1 metrekareyi bile kabul etmiyoruz. Sağlık Bakanlığı da 500 metrekarelik bir alan istemiş ve bunu reddetmişler. En azından bu olumlu bir gelişme oldu” diye yorum yapan Belgin, imar planı askıya çıktıktan sonra itirazlarını dile getireceklerini belirterek “İtirazlarımız sonucunda değişmezse de karara karşı dava açmayı planlıyoruz” dedi.
The post Üsküdar’daki Validebağ Korusu Ranta Açıldı appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post OHAL’in Yasası Şirketin Rantı – Özgür Erdoğan appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Dünya Yanıyor!
İngiliz meteorologlar hava durumu istatistiklerini tutmaya 1659’da başladılar. Dünya Meteoroloji Örgütü’nü kurup farklı coğrafyalardaki yıllık verileri toplayarak oluşturdukları resmi kayıtlarsa 1880’den sonra başladı.
2016 yılı, kayıt tutulmaya başladığından bu yana, dünyanın en sıcak yılıydı. Ortalama küresel su ve kara yüzey sıcaklıkları 14,8 dereceye yükseldi. Uzmanlar, 2017’nin ilk yarısının, 2016’dan da sıcak olduğunu söylüyor. Kısacası, yanıyoruz!
Sıcaklıktaki yükselişin her noktasında ekolojik yıkımı gerçekleştiren devlet-şirket iş birliğinin parmak izleri var. 1800’lerin sonunda yükselen sanayi, ısıyı atmosferin içine hapseden karbondioksit ve sera gazlarını katlayarak arttırdı. Öyle ki, 2011 yılındaki karbondioksit salınımı 1880’deki oranlardan 150 kat fazla, 2017’de 2011’den de fazla.
Küresel ısınma, ekolojik yıkım ve talan politikalarının sonuçlarından yalnızca bir tanesi. Yaşadığımız gezegeni yaşanmaz hale getirmeye çalışanların plan-projeleri gün be gün artıyor, bunların sonuçları da bizleri daha fazla yakar hale geliyor.
Peki ya Yaşadığımız Topraklar?
Yaşadığımız topraklarda da durum yukarıda anlatılandan farklı değil. Climate Central’ın hazırladığı rapora göre sera gazı emisyonları azaltılmazsa 2100 yılında İstanbul’da en yüksek ortalama yaz sıcaklığı 27.4’den 33.7 dereceye çıkacak; İstanbul, Kahire gibi olacak.
Yıllardır devletin çıkarı, şirketlerin rantı için getirilen uygulamalar ve onaylanan projelerle doğanın ve yaşamın talanı sürüyor. Bu talanın, 2016 Temmuzu’nda ilan edilen OHAL ile yasal bir zemine taşındığını ve daha da hoyratlaştığını söyleyebiliriz, çünkü faşizmin güçlendiği zamanlarda, kapitalizm kendine daha geniş alanlar açar.
Ekolojik Yıkım Meşrulaştırıldı
OHAL sürecinde sokağa çıkma yasağı ilan edilen ve operasyonların düzenlendiği Kürdistan coğrafyasında -aslında 2002’den bu yana planlanmakta olan- projeler hızlandırıldı. 2015’te hendek sürecindeki devlet operasyonları, OHAL çerçevesinde kapsamını genişletti. Artık bu bölgelerde “kuş uçurtmuyorlar!” Doğayı ve yaşamı katlediyor, kalekollar kuruyorlar. Örneğin Hevsel Bahçeleri için planlar önceden yapılmıştı, ancak OHAL ablukasında saldırı kolaylaştı, talan başladı.
Neredeyse bütün dereler, HES projeleri için şirketlere devredildi. Maden şirketleri, nükleer santraller, HES, RES, GES projeleri arttıkça artıyor. OHAL sonrası ÇED süreçlerine verilen jet onaylar dikkat çekiyor. İzmir Çevre ve Şehircilik İl Müdürlüğü, bir gün içerisinde 9 ilçede toplam 9 proje için “Çevresel Etki Değerlendirmesi (ÇED) Raporu gerekli değildir” kararı verdi örneğin.
Cerattepe’de ise Danıştay, yerel mahkemenin verdiği “Burada madencilik yapılabilir” kararını, gerekçe göstermeden onadı. 2009 yılında 2 ruhsatı “Burada madencilik yapılamaz” diyerek iptal eden Danıştay, 2015 yılında da ÇED’in iptalini “Burada madencilik yapılamaz. Yapılırsa Artvin yaşam alanı olmaktan çıkar, korunan alanlar tehlikeye girer” diyerek onaylamıştı. Ancak OHAL sürecinde yeniden maden izni çıkmış oldu, bölge yaşamı yok sayıldı.
Trakya’dan Amed’e Talanın Adı: Kaya Gazı
Yaklaşık 6 yıldır gerçekleştirilmesi planlanan ancak durdurulan kaya gazı projelerine yeniden start veriliyor. Amed’in Hazro ve Silvan ilçeleri arasında sondaj çalışmaları başladı bile. Kaya gazı projelerinin bulunduğu bölgelerdeki evlerde musluk sularının, su kaynaklarına karışan gaz ve kimyasallarla, çakmak çakınca alev alacak kadar tehlikeli hale geldiğini, daha önce de yazmıştık.
Tekirdağ Ziraat Mühendisleri Odası, Norveç ve Kanada merkezli iki şirketin Tekirdağ’da izin almadan sondaj çalışması ve kaya gazı ölçümü yaptığını açıklıyor. İzinsiz yapılan bu çalışma, yasal olarak şirketlere yönelik hiçbir problem yaratmıyor. Ancak Trakya’daki yaşama yaratacağı problem oldukça büyük. Fay hatlarıyla dolu bu coğrafyada kaya gazı çıkarmak, fay hatlarının kırılması ve büyük bir depremin tetiklenmesi anlamına geliyor. Kaya gazını çıkarmak için kullanılan 640 çeşit kimyasalın toprak ve havanın zehirlemesi, buradaki canlı yaşamının yok edilmesi de cabası…
Zeytinliklerin Çilesi Bitmiyor
OHAL sürecinde gündemleştirilen, zeytinliklere sanayi tesisi yapılmasının önünü açan yasa tasarısı, tepkiler üzerine Meclis’te geri çekildi. Ancak yazlık villa inşaatları zeytinlikleri tehdit etmeye devam ediyor. Özellikle Çanakkale-Edremit hattındaki sahil bölgelerinde yazlık sitelerin zeytinlik işgali giderek genişliyor. Yangın çıkarmak ise yine talancıların “olmazsa olmazı”. Zeytinlik yasasının geri çekilmesinin ardından -ne hikmetse- İzmir’in ranta açılacak bölgelerindeki zeytinlikler tutuşuveriyor.
OHAL Yaşam Savunucularına Saldırıyor
KHK’larla çok sayıda ekoloji derneği kapatıldı. Birçok yaşam savunucusu gözaltına alındı, tutuklandı. Her basın açıklamasına, eyleme polis saldırısı gerçekleşti. Antalya’da taş ocağına karşı mücadele veren Aysin ve Ali Ulvi Büyüknohutçu çifti, taş ocağı şirketinin 50 bin lira karşılığında kiraladığı katil tarafından evlerinde katledildi.
Saldırılar, sadece insanlarla sınırlı kalmıyor elbette. 5199 sayılı Hayvanları Koruma Kanunu’nda değişiklik yapılması için Orman ve Su İşleri Bakanlığı’nca hazırlanan, özellikle sokak hayvanları için sürgün ve ölüm içeren yasa tasarısı da gündemde. Şu anda bile yasal engel olmasına rağmen, birbirlerine gizlice kedi ve köpek atan belediyeler, tasarının verdiği imkan ile ilçe dışına ve başka şehirlere hayvanları atmayı daha da hızlandıracaklar. Sokak hayvanı sayıları kontrol edilemez biçimde artacak, bu gerekçeyle hayvanlar zehirlenecek, vurulacak, katledilecek.
Bütün bunlar olurken, OHAL patronlara, iktidarlara yarıyor. KHK’larla acele kamulaştırma kararları gerekçelerine, Hidroelektrik Santrali (HES) ve diğer enerji projelerine ek olarak köprü ve yol yapımları da ekleniyor. Bu projeler Yap-İşlet-Devret yöntemiyle hem devletin hem de patronların karına kar katıyor.
Çılgın Projeler Artık “Dokunulmaz!”
OHAL boyunca “mega” projelere dokunulmazlık getirildi. Adına “mega” diyerek pazarladıkları, doğanın ve yaşamın katili olan projeler… OHAL sürecinde çıkarılan başka bir KHK ile, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’na ek olarak Bakanlar kurulu kentsel dönüşümde söz sahibi oldu ve doğrudan “riskli alan” ilan etme yetkisi kazandı. Böylece Bakanlar kurulu da tanıdıklara, eşe dosta arazileri daha kolay peşkeş çekebilecek. Tarlabaşı360 gibi projeler daha da prim yapacak. 3. Boğaz Köprüsü, Marmaray, Avrasya Karayolu Tüneli, Osmangazi Köprüsü yetmezmiş gibi 3. Havalimanı, İstanbul Finans Merkezi, Galataport ve Haliç Yat Limanı projeleri de sürüyor.
Çıkarılan KHK’larla birçok kuruluş Varlık Fonu’na devredilmişti. Varlık Fonu’nda biriktirilen dev mali değer, mega projeler ve Cumhurbaşkanının onayladığı yeni özel sektör yatırımlarına aktarılacak. Bu yatırımlarla beslenecek olan projeler, sadece proje arazisini değil, etrafındaki bölgeyi de rantçıların hedef tahtasına yerleştirecek.
Bu projelerin tamamlanması demek, İstanbul’un yağmur ve oksijen kaynağı olan ormanların parçalanması, o ormanlardaki canlı-cansız tüm doğal varlıkların ortadan kaldırılması demek. Suyun kirletilmesi, Terkos ve Sazlıdere Baraj Gölleri’nin kaynaklarının hızlıca kurutulması, sebep olanların bize utanmadan “Kuraklıktan ötürü suyu idareli kullanın!” diyecekleri açıklamalar demek.
Çanakkale Bile Geçilecek!
Mega projelerden biri de Binali Yıldırım’ın “ayak açıklığı en uzun köprü” olmasıyla övündüğü ancak 50 bin dekar tarım arazisini yok edecek olan 1915 Çanakkale Köprüsü. Köprüyle beraber Marmara’nın etrafının kelepçe gibi otoyollarla çevrilecek ve otoyol inşaatları Kaz Dağları’na büyük zarar verecek. 10 bin futbol sahası büyüklüğünde bir alan kamulaştırılacak. Otoyollar için 7 şantiye, 19 yeni taş ocağı kurulacak. İnşaattan çıkacak olan 100 milyon metreküplük hafriyat, acaba hangi ormana atılacak, hangi denize dökülecek?
Doğu Karadeniz’de ise, 8 ilin yaylalarını birbirine bağlayacağı ileri sürülerek, plansız ve projesiz olarak, kısmi ihalelerle yapımına başlanan ve 2 bin 600 kilometre uzunluğunda olması planlanan Yeşil Yol mega projesinin çalışmaları; aldığı onca tepkiye, yapılan onca eyleme rağmen, yeniden başlatıldı.
Yukarıda sayılanlarla sınırlı kalmayan projeler, yasalar; OHAL süreci boyunca yükselerek süreceğe benziyor. Bu süreci durdurmazsak, 1000 kelimede özetlenen ekolojik yıkımın bilançosu, kelimelere sığmayacak boyutlara ulaşacak ve telafisi olmayacak!
Özgür Erdoğan
Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 39. sayısında yayınlanmıştır.
The post OHAL’in Yasası Şirketin Rantı – Özgür Erdoğan appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post “Ranta Dönüştürülen Şehirler” – Didem Deniz Erbak appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>
Müzakere sürecinin ardından başlayan savaşın son aylardaki bilançosuna bakarsak, savaş bölgesindeki birçok farklı şehirde yaşayanların neredeyse tamamının göç etmek zorunda bırakıldığını ve bu şehirlerde taş üstünde taş kalmadığını görüyoruz. Hafriyat kamyonlarının bu denli çabuk devreye girmesi, katliamların izlerinin silinmek istenmesi yanında; TOKİ ve benzeri müteahhitler eliyle “dönüşüm”ün başlatılmasındaki aceleciliği de ele veriyor. Daha ölenlerin yası tutulmadan, bu yıkıntıların yerlerine yapılacak binaların konuşuluyor olması, kimilerince yaşamın normalleşmesi adına sevindirici addedilse de; sorumlulardan hesap sorulmayan ve giderek unutulmaya yüz tutacak bir döneme giriliyor olması bakımından, son derece ürkütücü.
Hükümetten aldıkları tüyolarla, daha savaş sürerken evlerinden ayrılmak zorunda kalanların ellerindeki tapuları yok pahasına satın alan kimi uyanık “girişimci”, şimdi elinde tuttuğu tapuları devlete satarak, ranttan kendi payını almanın telaşında. Daha sabırlı olanlar ise, biraz daha bekleyerek, paylarını daha da büyütmenin hesabında. Acele kamulaştırma ile ellerinden alınacak evleri peşinata sayılıp borçlandırılması gibi bir plan düşünülüyor; ama düşük geliri ya da hemen hemen hiç sabit geliri olmayan bir ailenin bu yeni binalarda yer almaları elbette mümkün değil. Burada amaçlanan, mağduriyeti gidermek için çözüm sunmak değil; el koymak, yaygın tabiriyle, soylulaştırmak.
Operasyonların bittiğinin açıklanmasına rağmen, sokağa çıkma yasaklarının devam ettiriliyor oluşu, oldukça kuşkulu. Evlerine geri dönmek isteyen halkın ısrarı kırılmaya çalışılıyor ve uzayan bu sürede, onların da evlerini ele geçirmenin hesapları yapılıyor. Bu danışıklı dövüş, rantın, devletin her bir kurumunun bilgisi dahilinde olduğunu gösteriyor. Ve anlaşılan askeriye de savaşın giderlerinin bir kısmını, ele geçirdiği kentlerdeki rant yoluyla karşılamanın hesabında. “Bölünme” konusunda çok hassas olan bu kurumların, rantın bölünmesiyle ilgili bir sıkıntı duymamaları ilginç olsa gerek.
Üstelik tüm bunlar, henüz Toledo masalı gerçekleşmeden açığa çıkan paranın kavgası. Rantın en uç modeli olarak sunulan Toledo gerçekleştiğinde, buradan, pek çok kimsenin zenginliklerini daha da çok artıracağını görmek çok da zor değil. Sahip olduğu kültür varlıklarıyla zaten önemli bir yer olan Sur’u Toledo’ya benzetmek için önce Gazze’ye ve Saraybosna’ya benzeten başbakanın, tüm parklarını AVM’lere ve otoyollara dönüştürdüğü İstanbul’da da, “şehrin kalbine hançer gibi saplanan yapılar”a izin vermeyeceğini açıklamasının da, aynı aklın ürünü olduğunu anlamak zor değil. Cerattepe’de gerçekleştirilmek istenen talanla karşımıza çıkan Cengiz İnşaat’ın, Sur’da da etkili olan inşaat şirketlerinden biri olması, tesadüf olmasa gerek.
Son olarak, bahsedilen tüm bu yıkımın üzerine düzenlenen Kentsel Dönüşüm Ve Akıllı Şehirler Kurultayı’nda konuşan Erdoğan, baklayı ağzından çıkardı ve Sur’un yıkılarak yeniden biçimlendirilmesi düşüncesini başbakanken planladığını ve hatta 2011 seçimlerinde bir proje hazırlattığını söyledi. Erdoğan, Sur’u seçimle ele geçiremeyince işletemediği planlarını, şimdi, askeriyenin yardımıyla devreye sokmaktan dolayı memnuniyetini gizlemiyor. Aslında şu günlerde de, “ilçelerimizin harap olarak kalmalarına göz yumamazdık” diyerek, belki de bölgede en çok ihtiyacını duyduğu şey olan ve olası bir başkanlık referandumunda elini rahatlatacak olan siyasi bir rant elde etmenin hazzını da yaşıyor diyebiliriz.
Operasyonların bittiğinin açıklanmasına rağmen, sokağa çıkma yasaklarının devam ettiriliyor oluşu, oldukça kuşkulu. Evlerine geri dönmek isteyen halkın ısrarı kırılmaya çalışılıyor ve uzayan bu sürede, onların da evlerini ele geçirmenin hesapları yapılıyor.
The post “Ranta Dönüştürülen Şehirler” – Didem Deniz Erbak appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post Bakırköy Hapishanesi Özgürlüğe Değil, Ranta Açılıyor! appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Kadın tutsaklara yönelik bu sürgün dayatması nasıl gerekçelendiriliyor? Son aylarda devletin yükselttiği savaş söylemleriyle toplumda yaratılmak istenen korku ortamını da düşünürsek, bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Devletin son dönemde başlattığı savaş ilanının cezaevlerindeki yansımalarından biri de bu sevk ve sürgünler olarak değerlendirilebilir. İletişim cezaları, hücre cezaları, görüş cezaları yeniden yoğun biçimde uygulanıyor. Özellikle haksız arama yoğunlaşmış durumda. Aslında cezaevindekiler kendilerine esir diyorlar ve savaşın etkilerini birebir yaşıyorlar. 23 Temmuz’ dan sonra ise, A takımı olarak bilinen işkence timlerinin yeniden işbaşında olduğunu biliyoruz. Özellikle çözüm ve diyalog sürecinde pek ortalarda görünmeyen bu A takımının şimdi devreye girmiş olması, devletin bu alandaki politikasını gösteriyor.
Aslında sevkle ilgili resmi bir yazışma ya da açıklanmış bir karar yok. Bunu görüşe gittiğimiz mahpuslardan öğrendik. Tutsaklara idare tarafından sözlü olarak iletilmiş ve nakle hazır olun denmiş. Yani, itiraz edebileceğimiz, bir yerlere başvurabileceğimiz herhangi bir karar yok.
Bir başka neden, şimdiki cezaevinin bulunduğu yerin kentin en merkezi yerlerinden birinde olması. Dolayısıyla arsa değeri olarak paha biçilemez bir rant alanı denebilir.
Sürgünlere karşı elbette direniş de olacak. Sizce bu yeni bir 19 Aralık’a neden olur mu?
Özellikle siyasi tutsaklar her biçimde direneceklerini söylüyorlar. 19 Aralık Katliamını kimse unutamaz. İşte şimdi yapılacak sürgün girişimi buna benzer bir direnişle yanıtlanacak. Elbette tüm tutsaklar direnecek, ama bazı tutsaklar daha farklı bir biçimde direnme konusunda kararlılar. Bir saldırı olursa meşru olarak direniş de olacaktır. Gazlar, bombalar, gerçek mermiler, coplar, sakat kalmalar… En çok korktuğumuz sonuçlar bu. Bunun yaşanma ihtimali çok yüksek.
Bakırköy’de devrimci tutsakların yanı sıra adli tutsaklar da var. Adlilerin sürgüne ilişkin düşünceleri ne? Bu sürgün onları nasıl etkileyecek?
Bakırköy, ailelere daha yakın olma, daha rahat görüş yapabilme açısından olumlu olduğundan, adli mahpusların da Silivri’ye gitmek istemeyecekleri düşünülebilir. Zaten çocukların çoğu da adli mahpusların arasında olduğundan, bu sürgünden yine en çok onlar etkilenecek. Adliler, buna kader diyecek; hükümlü olmayı kaderin bir oyunu olarak görenler için bu daha ağır olacaktır.
Siyasi mahpuslar geldikleri gelenekler, disiplinli olmaları, yaşam tarzları ve hayattan beklentileri bakımından değerlendirdiğimizde; zaten bu tür tecrit koşullarına alışıklar ve dayanabilirler. Üstesinden gelmek için de asgari koşulları oluşturacaklardır. Bunun kolektif yaşamlarına bir saldırı olduğunu biliyorlar. Silivri’ye sürgünle bu kolektif yaşamı dağıtacaklar. Mahpusların asıl endişesi bu kolektif yaşamın ortadan kaldırılacak olmasıdır
Bakırköy’deki kadın tutsakların başka cezaevlerine gönderilmesinin gündeme geldiği şu günlerde birçok kurum ve kişi, bu nakle karşı eylemler yaptı. Bununla kamuoyunun ilgisi yeterince çekilebildi mi?
Bu işin ciddiyetinin farkında olmak gerek. Tutsaklar açısından bakınca, özellikle, kimi tutsakların yanında çocukları da var. Yani doğal olarak özel bir ilgiye gereksinim duyan çocuklar var. Tutsaklar bir de anne kimliğini taşıyorlar.
Bizi tedirgin eden durumlardan biri de içerinin dışarıya yeterince gündem olamaması. Bugün bile açlık grevinde olan tutsaklar var, ama başka gündemlerin arasında kendine yer bulamıyor. Burada da aynı durum var. Siyasi tutsakların sevki de çok fazla gündem olamayabilir. Ama yine de herkesin yapabileceği bir şeyler var.
Söz konusu sürgünlerin hangi tarihte yapılacağıyla ilgili net bir bilgi var mı?
Bu kararın şimdilik buzluğa konduğu söyleniyor. Yenilenecek seçimler öncesi olası bir sürgün ve sürgünde çıkabilecek olaylardan sonra yeni bir 19 Aralık’ın gerçekleşmesi. Açıkçası bu durum, şu an için iktidarın istediği bir şey değil. Ancak iktidar gücünü tekrar toparladığında bir bakacaksınız ki bir sabah panzerler gelmiş, Bakırköy cezaevi yanıyor olacak.
Aslında bu sürgünler yalnızca Bakırköy’le sınırlı değil. Diğer kadın cezaevlerinin taşınması gibi bir durum da söz konusu. Yani her yer sürgün tehlikesiyle karşı karşıya.
Gazetemiz okurlarına aktardıklarınız için teşekkür ederiz.
Röportaj : Vahap Güler
Bu söyleşi Meydan Gazetesi’nin 28. sayısında yayımlanmıştır.
The post Bakırköy Hapishanesi Özgürlüğe Değil, Ranta Açılıyor! appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post ” Global Barış Global Sermaye ” – İlyas Seyrek appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Dünyanın pek çok yerinde savaşlar ve katliamlar, devletlerin büyük çıkar çatışmaları üzerinden devam ediyor. Savaş, biz ezilenler için yıkım olurken, gelişmiş silah endüstrisi, savaş teknolojisi ve savaş sonrası inşaat sektörüyle birlikte devletler ve tabii ki şirketler için büyük bir fırsat, büyük bir rant, büyük bir ekonomik kaynak oluşturuyor. Ekonomiyi beslemek anlamında savaş, devletler ve şirketler için çoğu zaman vazgeçilemez bir yöntem.
Ancak devletler ve şirketler savaş yöntemini her zaman doğrudan kullanmıyorlar. Bazen barış da, rant ve sömürü için yöntemsel anlamda oldukça “kullanışlı” olabiliyor.
Küresel Barış Endeksi, Ranta Endeksli
Avustralya, Sidney merkezli Ekonomi ve Barış Enstitüsü… Enstitü’nün en önemli çalışması olan Küresel Barış Endeksi; Economist dergisi ve derginin istihbarat birimi tarafından derlenen veriler kullanılarak, barış enstitüleri ve düşünce kuruluşlarında görev alan ekonomistlerin yer aldığı uluslararası bir panelde hazırlanıyor.
Enstitünün hazırladığı tüm raporlar ve yapılan araştırmalardan derlenen veriler, devletler, şirketler, Birleşmiş Milletler, OECD ve Dünya Bankası gibi kurumların yanı sıra, onlara sahada asistanlık hizmeti veren küresel sivil toplum kuruluşları ve politika enstitüleri (think-tankler) tarafından kullanılıyor.
Enstitü, her yıl periyodik olarak yayınladığı ve “huzurlu ülkeler sıralaması” olarak da adlandırılan raporunu, geçtiğimiz haziran ayı sonunda açıkladı. Barış, ekonomi, siyasi istikrar gibi kriterler göz önünde bulundurularak hazırlanan raporda TC devleti, 36 Avrupa devleti arasında sonuncu sırada yer alırken, dünya sıralamasında 162 ülke arasında kendine ancak 135. sırada yer bulabildi. İlk üç sırada ise İzlanda, Danimarka ve Avusturya yer aldı. Barış Endeksi çalışması, dünyadaki çatışma ve savaş bölgelerinin ayrıntılı bir haritasını çıkartırken, bu coğrafyalarda ortaya çıkan durumların detaylı raporlarını hazırlıyor.
Peki Bu Ne Anlama Geliyor?
Daha önce de belirtmiştik, Barış Endeksi’ni hazırlayan enstitü uzmanları Economist Dergisi ekibinden ve bu dergi, kapitalist şirketlerin en önem verdiği, verilerine güvendiği dergilerden biri. Yapılan çalışmaların, hazırlanan raporların şirketlerin çıkarına hizmet vermeyeceğini düşünmek gerçekçi değil.
Savaş kadar barışı da kendi çıkarlarına kullanmakta kararlı olan küresel sermaye güçlerine “barış dönemlerinde” bu desteği sağlayan en önemli kurumlardan birisi Ekonomi ve Barış Enstitüsü.
Hazırladığı “Küresel Barış Endeksi” çalışmasıyla dünyadaki çatışma ve savaş bölgelerinin ayrıntılı bir haritasını ve bu coğrafyalarda ortaya çıkan durumların raporlarını üreten Enstitü, kapitalistlere ve devletlere yatırım yapabilecekleri alanları belirterek sermayelerini artırmalarına yol açıyor.
Savaş ve çatışma bölgeleriyle ilgili tüm bu çalışmalar, gerek savaş sırasında o bölgede gerçekleşen büyük rantın hissedarlarını azaltacak şekilde, riski sevmeyen patronları oradan uzaklaştırarak, gerekse bölgenin savaş sonrası ihtiyaçlarını belirterek, gerçekleşecek olan bu daha büyük ve kapsamlı sömürüye ve sermaye akışına rehber oluyor.
Enstitü ayrıca, savaşların olmadığı coğrafyalarda da analizler yapıyor ve buralardaki ekonomik durum ile kapasiteleri saptayıp sermayedarlara yapabilecekleri yatırımlar hakkında seçenekler sunuyor.
Yayımlanan raporlarda ekonomik istikrarsızlıklara bolca dikkat çekilirken, devletlerin içeride yaşadığı çatışmalara ve siyasi istikrarsızlığa da neden olarak ekonomik krizler gösteriliyor. Bununla beraber, savaş ve çatışmaların da yine barış ekonomisine zarar verdiğini, barışı gerçekleştirmenin ekonomik açıdan istikrarı yakalamakla geleceğini söyleyerek bir tuzak kuruluyor. Böylelikle ezilen halkların paylaşma ve dayanışma içinde bir arada yaşamaları için olmazsa olmazlardan biri olan “barış” kavramı, söz konusu Enstitü tarafından, şirketlerin ve devletlerin sömürülerini artırmaları için onlara bir araç olarak sunuluyor.
Kapitalist Barış
Enstitünün şimdiye kadar yaptığı çalışmalarda kullandığı bir barış tanımı var. Pozitif ve negatif olmak üzere iki ayrı bağlamda ele alınıyor barış. Çalışmaya göre “negatif barış”, şiddetin olmadığı bir atmosferi tanımlamak için kullanılıyor. “Pozitif barış”ın ifade ettiğiyse, şiddet varlığının ve korkusunun toplumdaki durumundan çok daha fazlası. Pozitif barış, sadece siyasal olanla ilgili değil, aynı zamanda toplumun sosyo-ekonomik durumuyla da ilintili. Pozitif barış durumunun oluşması için toplumun ekonomik açıdan da iyi bir konumda bulunması şart koşuluyor.
Küresel Barış Endeksi ile enstitü, özellikle Pozitif Barış tanımının üzerinde duruyor. Barışçıl toplumları destekleyen ve ayakta tutan davranışları, yapıları ve organizasyonların desteklenmesi noktasının altını çiziyor.
Pozitif Barış tanımının kerameti burada ortaya çıkıyor. Sosyo-ekonomik durumun iyi olması için gerekli koşullar kapitalist dengelerle kuruluyken, bu dengenin, yani kapitalizmin o coğrafyalarda daha iyi işlemesi için desteklenmesi gereken kuruluşlar olarak kapitalist şirketler ve bu şirketlerle ilintili STK’lar ön plana çıkartılıyor.
Çalışma, işte bu barış tanımıyla birlikte hiç şüphesiz, şiddetin yanı sıra sistemin devamı için gerekli olan, kapitalist ekonominin çarklarını risk olmadan çalıştıracak bir barıştan bahsediyor. Yaptığı saptama ve analizlerle de kendince tasarlayıp çizdiği bu barış portresinin vücut bulması için şirketlere ve devletlere yol göstericiliğinde bulunuyor.
Bir yandan şirketlere sağladığı verilerle sermaye akışına uygun coğrafya arayan Ekonomi ve Barış Enstitüsü; öte yandan barış terimini yeniden anlamlandırıyor. Devletin ve şirketlerin barışının rant ve sömürü olduğu ortada. Kapitalizmin barış hali ve savaş hali…
The post ” Global Barış Global Sermaye ” – İlyas Seyrek appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post Rant İçin Yeni Hamle “Hassas Alan” appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 24. sayısında yayımlanmıştır.
The post Rant İçin Yeni Hamle “Hassas Alan” appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post ” Rantta 4. Etap Başakşehir ” – Fuat Çakır appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Mahalle desen mahalle değil, site desen site değil. İşte burası; rantın, yolsuzluğun düzen kurduğu Başakşehir 4. etap!
Başakşehir Nasıl Kuruldu?
KİPTAŞ’ın bir toplu konut projesi olan Başakşehir, 1995 yılında kuruldu. Başakşehir’in kuruluşundaki en önemli ilkesi “çarpık kentleşmeyi önlemek” ti. İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ne (İBB) bağlı olan KİPTAŞ, 2000 yılında satışına başladığı Başakşehir 4. etap birinci kısımdaki dairelerini, kura çekilişi ile belirlenen sahiplerine sattı. Satışla birlikte verilen belirli bir peşinattan sonra senelerce taksitlendirilen insanların ortalama 10 yıl boyunca taksit ödemelerinin ardından, evleri kendilerine ait oldu.
Başakşehir 1. ve 2. etapları, Altınşehir merkezi, Güvercintepe, Şahintepe mahalleleri ve Kayabaşı Köyü Küçükçekmece Belediyesi’ne bağlıydı. Başakşehir 4. ve 5. etabı ise Esenler Belediyesi’ne. Fakat belediye içerisinde son yapılan düzenlemelerle birlikte, bu semtler birleştirilerek 333.047 nüfusu olan Başakşehir ilçesi kuruldu.
4. Etap Site Yönetimi
Sıfırdan düzenlenerek yaratılan Başakşehir konutları, senelerce ev kirası derdi çekmiş, borcun harcın arasında her ay aybaşını iple çekenlere, büyük bir fırsat olarak sunulmuş ve “kira öder gibi ev sahibi olun” denilerek satışa çıkarılmıştı.
“Hizmet” yapıyoruz adı altında evleri inşa eden inşaat şirketleri, mütehhaitler ve İBB, satılan dairelerden kazandıkları paralarla yetinmemiş; sonrasında da para kaynaklarının devamlılığı için “4. Etap Site Yönetimi” adı altında bir rant tezgahı kurmuşlar.
Günümüzde Başakşehir İstanbul’un bir ilçesine dönüştürülmüş olsa da, burada oturan herkesin, bir toplu konutta oturduğu için aidat ödeme zorunluluğu var. Ancak nasıl oluşturulduğu bilinmemekle birlikte Başakşehir 4. Etap Site Yönetimi, 12 sene boyunca hiçbir seçim yapılmaksızın oturduğu koltukta, binlerce konutun aidatını toplamaktadır. Sorun şudurki; bu toplanan paraların nerelere, kimlere aktığı bilinmemektedir.
Başakşehir 4.Etap’taki 1. ve 2. kısımlarda, toplu konutlarda bulunan 7222 daireden aidat toplayan 4. Etap Site Yönetimi’nin, 2014 yılının sadece ilk 7 aylık süresinde topladığı aidat miktarı 5.875.699 liradır.
Toplu konutların, ortak kullanım alanlarına inşa edilen AVM’lere, kiralanarak ve satılarak rant elde edildiğini ve yine AVM’ye çıkan yolların belediye tarafından düzenlendiğini düşünürsek, 4. Etap Site Yönetimi’nin aidat adı altında toplanan paraları kimlere, nereye harcadığı, büyük bir soru işaretine dönüşüyor.
Başakşehir’de aidatlarını ödemeyen daire sahipleri, Kat Mülkiyeti Kanunu’nun (KMK) 25. maddesine göre, dairesi satışa çıkarılarak evinden atılabilir.
Site Yönetimleri Kârlı, Ucu İBB’ye Bağlı
Başakşehir 4. etapta toplanan aidat rakamları dudak uçuklatan cinsten, 1. ve 2. etapların yönetimleri şirketlere satılırken; 4. ve 5. etap site yönetimleri Boğaziçi Yönetim A.Ş’ye bağlı olarak devam etmekte. TOKİ ve KİPTAŞ’ın, Türkiye genelindeki toplu konut projelerinin hepsinin site yönetimleri, Boğaziçi Yönetim A.Ş’ye verilmektedir. Site yönetimlerinin gelir gider tablolarının açık olmaması ya da şişirme rakamlarla doldurulması ve herkesin bu aidatları istese de istemese de ödemek zorunda olması organize bir şekilde büyük bir rantın döndüğünün göstergesidir.
Başakşehir 4. etapta toplanan aidatların miktarı ve Boğaziçi Yönetim A.Ş’nin TOKİ’nin yapmış olduğu 91 siteden ve 68.708 konuttan topladığı aidatların en büyük hissedarı; elbette KİPTAŞ, dolayısıyla İBB. Hal böyle olunca; toplanan milyonlarca liralık aidatlar, 3. Köprü, kentsel dönüşüm projeleri, toplu konutlar, duble yollar gibi talan projelerinin finansmanına dönüşüyor. Rantın getirdiği milyarlar, yeni rant ve talan projelerine zemin oluyorken; rant büyüdükçe büyüyor, zenginin cebi doldukça doluyor.
Fuat Çakır
Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 23. sayısında yayımlanmıştır.
The post ” Rantta 4. Etap Başakşehir ” – Fuat Çakır appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post “Yalova’da Belediye Değişiyor Ağaç Katliamı Sürüyor” – Metehan Yanık appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Aslında proje AKP döneminde başlıyor. Sonra belediyeyi alan CHP hız kesmeden devam ediyor. Her şey kılıfına uydurulup çalışmalara başlanıyor. Yeni belediyenin yaptığı bu hareket tepki çekiyor. Tanıdık bir iktidar refleksiyle karşılıyorlar tepkileri: “Yerine yenileri dikilecek…”
Yaşam savunucuları belediye meclisi toplantısını basıyor. Fiziki ve gazlı saldırı gerçekleşiyor, yaşanan saldırının ardından görüşmeler iptal ediliyor. Bunun ardından gelen sorulara verilen cevaplar da tanıdık: “Bu şekilde olmasını istemezdik, gazı sıkan zabıta gerekli cezayı alacaktır.”
Yalova’da AKP döneminde yapılan talanlara her fırsatta karşı durduğunu beyan eden CHP’nin, önceki iktidar tarafından planlanmış katliama aynı kaygılarla devam ettiği aşikâr. Burada özellikle dikkat edilmesi gereken tutarsızlık, bu talan meselesinin nasıl oy savaşına dönüştüğüdür. AKP katliamı başlatıyor, CHP’yi katliam yapmakla suçlayıp, yeni oylar peşinde koşuyor, ama oyları aldıktan sonra aynı katliamı devam ettiriyor.
İster AKP ister CHP, ister başka biri olsun. Mesele rant olunca, mesele yaşama düşman olmak olunca, projeyi AKP yapar, taşeronluğunu CHP, asfaltı da MHP atar. Üstüne üstlük bütün bunları yaparken birbirlerine “ağaç düşmanı” diyerek ahkâm kesmekten de geri durmazlar. Belediyeler, devletler ve efendiler değişir: değişmeyen şey efendilerin ağaç, insan ya da hayvan demeden devam eden katliam geleneğidir!
Bütün bu kavgaları bir kenara koyarsak daha doğrusu bu kavgaların arasında kaybolmadan bunlara karşı “kendi kavgamızı” örersek, işte o zaman kazanırız. İşte o zaman, biz Yalovalılar yeni talan projelerini karşılayabilir; güçlü bir direniş hattı oluşturabiliriz. Yani, bugün Yalova’yı bekleyen talan projeleri – Gökçedere Barajı’na alternatif yeni baraj projesi, Taşköprü tarım arazileri ve derelerin içine yapılacak olan Organize Sanayi Bölgesi, Güneyköy’de bulunan taş ocaklarının kapasite artırımı, Yeni Adliye Binası için Araştırma arazisinde kesilecek ağaçlar, yarın biz Yalovalıların ve yaşam savunucularının zaferleri olarak anılabilir.
Metehan Yanık
Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 23. sayısında yayımlanmıştır.
The post “Yalova’da Belediye Değişiyor Ağaç Katliamı Sürüyor” – Metehan Yanık appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>