rezidans – Meydan Gazetesi https://meydan1.org Anarşist Gazete Tue, 02 Jun 2015 16:11:53 +0000 tr hourly 1 https://wordpress.org/?v=5.3.13 “Hukuk Patronların Sokaklar Bizimdir” – Rıfat Güven https://meydan1.org/2015/06/02/hukuk-patronlarin-sokaklar-bizimdir-rifat-guven/ https://meydan1.org/2015/06/02/hukuk-patronlarin-sokaklar-bizimdir-rifat-guven/#respond Tue, 02 Jun 2015 16:11:53 +0000 https://test.meydan.org/2015/06/02/hukuk-patronlarin-sokaklar-bizimdir-rifat-guven/ Korkuyorlar. Gerçekten korkuyorlar. Titriyorlar. Gerçekten titriyorlar. İnmek zorunda kalıyorlar.Yüksek binalarından, koca koca rezidanslarından rahat gösterişli koltuklarından aşağı inmek zorunda kalıyor, halkla, işçilerle ezilenlerle yüzleşmek hesaplaşmak zorunda kalıyorlar. Nereden mi biliyorum? Hem kendimden hem de Bursa da 5 dakikada bir otomobil üretmeyi reddedenlerden biliyorum. Anlatayım… Yaklaşık bir buçuk sene boyunca çalıştığım Aynes firmasından 05.05.2015 tarihi itibariyle […]

The post “Hukuk Patronların Sokaklar Bizimdir” – Rıfat Güven appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>

Meydan Gazetesi- Aynes İşçisi Rıfat Güven

Korkuyorlar. Gerçekten korkuyorlar. Titriyorlar. Gerçekten titriyorlar. İnmek zorunda kalıyorlar.Yüksek binalarından, koca koca rezidanslarından rahat gösterişli koltuklarından aşağı inmek zorunda kalıyor, halkla, işçilerle ezilenlerle yüzleşmek hesaplaşmak zorunda kalıyorlar. Nereden mi biliyorum? Hem kendimden hem de Bursa da 5 dakikada bir otomobil üretmeyi reddedenlerden biliyorum.

Anlatayım…

Yaklaşık bir buçuk sene boyunca çalıştığım Aynes firmasından 05.05.2015 tarihi itibariyle atıldım. Atılma sebebim,şirketin kendi kayıtlarına ve devletin sigorta kayıtlarına ‘’kasada açık olduğu’’ bahanesi ve disiplin kurulu kararı sonucu ibaresiyle girdi. Göstermelik,hiç görmediğim ve düzmece bir disiplin kurulu kararıyla… 1.5 senelik emeğimin asla karşılığı bile olmayacak kıdem, ihbar tazminatlarım, fazla mesai ücretlerim trilyonluk patronlar tarafından gasp edildi. Hem alacaklarım gasp edildi, hem de işten çıkarılmamın asıl sebebi gizlendi.Ben patronların ‘fedakarlık’ adı altında dayattıkları ücretsiz fazla mesaiye kalmadığım, resmi tatillerde çalışmadığım ve 1 Mayıs’ta işçilerin, ezilenlerin direniş gününde sınıf kardeşlerim ile beraber yürüdüğüm direndiğim için işten çıkarıldım. Beş kuruş vermeden, ne yapacaksın diye sormadan, bir hiç gibi, alay edercesine…Yanlarına kalacak sandılar patronlar, rezidanslarda gri camlardan bakanlar. Camları bile sınıf ayrımının yansıması olanlar… Biz baktığımızda görmüyorduk onları camlardan ama onlar görebiliyorlardı bizi, dahası duyabiliyorlardı.Yarım günde, sadece yarım günde, sadece 5 saatte aşağı indirdik onları. Verilmeyen, gasp edilen alacaklarımı istediğimde beni hukuki yollara yönlendiren Aynes müdürleri, patronları, sokağın, doğrudan eylemin gücünü görünce inmek zorunda kaldılar aşağı. Çünkü yasaları yapanlar onlardı, hukuk onların sokağıydı, ezenlerin; gerçek sokaklarsa bizim, ezilenlerin…

Tüm alacaklarımı ödemek zorunda kaldılar, fakat kesinlikle onlar vermedi lütfetmediler, biz aldık. İş yeri önünde yaptığımız doğrudan eylem ile kazandık.

Ezilenlerin bütünlüklü mücadelesi içerisinde sınıf mücadelesini her daim önemseyen bir anarşist olarak bana ve benim gibilere bu eylemin kazanımı asla sadece maddi değildi. İşçi direnişlerinin metal işçileriyle tekrar yükselmeye başladığı bu dönemlerde, benim direnişim veya doğrudan eylemim, biz işçilere, ezilenlere doğrudan eylemin; ezenler, patronlar karşısında ne kadar etkili bir yöntem olduğunu bir kez daha gösterdi.

Yarım günde, sadece yarım günde, sadece beş saatte indirdik o, gri, tek taraflı camların ardından bakanları. Onlar vermedi, biz aldık. Ve bizlerin ezilenlerin mücadelesi, son gri camlardan bakanları, son patronları aşağı indirene kadar devam edecek.

Hazırlanın sıra sizde!

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 27. sayısında yayımlanmıştır.

The post “Hukuk Patronların Sokaklar Bizimdir” – Rıfat Güven appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2015/06/02/hukuk-patronlarin-sokaklar-bizimdir-rifat-guven/feed/ 0
Soma’dan Torun’a Üzüntümüz Öfkemizin Tohumudur https://meydan1.org/2014/09/22/somadan-toruna-uzuntumuz-ofkemizin-tohumudur/ https://meydan1.org/2014/09/22/somadan-toruna-uzuntumuz-ofkemizin-tohumudur/#respond Mon, 22 Sep 2014 15:56:45 +0000 https://test.meydan.org/2014/09/22/somadan-toruna-uzuntumuz-ofkemizin-tohumudur/ 6 Eylül akşamı Mecidiyeköy’de Ali Sami Yen stadının yerine yapılan Torun Center rezidansının inşaatında işçileri taşıyan asansör 32. katta raydan çıktı ve yere çakıldı.Tahir Kara, Ferdi Kara, Mustafa Usta, Menderes Meşe, Vahdet Biçer, Cengiz Bilgi, Hıdır Genç, İsmail Sarıtaş, Cengiz Tatoğlu, Bilal Bal… 10 arkadaşımız, 10 kardeşimiz 10 inşaat işçisi burada iş cinayetine kurban edildi. […]

The post Soma’dan Torun’a Üzüntümüz Öfkemizin Tohumudur appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
6 Eylül akşamı Mecidiyeköy’de Ali Sami Yen stadının yerine yapılan Torun Center rezidansının inşaatında işçileri taşıyan asansör 32. katta raydan çıktı ve yere çakıldı.Tahir Kara, Ferdi Kara, Mustafa Usta, Menderes Meşe, Vahdet Biçer, Cengiz Bilgi, Hıdır Genç, İsmail Sarıtaş, Cengiz Tatoğlu, Bilal Bal… 10 arkadaşımız, 10 kardeşimiz 10 inşaat işçisi burada iş cinayetine kurban edildi. Saat 20.00 sularında meydana gelen bu katliam bir süre örtbas edilmeye çalışılsa da 23.00 sularında iyice duyuldu. Yan şantiyelerden işçiler, civar mahallelerden halk ve şehrin her bir tarafından sınıf dostları şantiye önüne akın etmeye başladı. Rezidans inşaatını yaptıran Torunlar İnşaat böylesi bir akına karşılık otobüsler dolusu çevik kuvvet ve TOMA’lar ile şantiye girişini kapatmış, prestijini böyle korumaya çalışıyordu.

İnşaat sahasına intikal eden İnşaat İşçileri Sendikası inşaatın içerisine girerek incelemelerde bulundu. Sendikanın incelemeleri devam ederken şantiye alanı işçiler de dahil olmak üzere polis zoruyla boşaltıldı. Katliama tepki göstermek üzere oraya gelenlerin karşısına polis barikatı kuruldu. İçerde arkadaşlarının cesedi olan işçiler dahi alana alınmadılar. Bu arada içerden teker teker ambulanslar cansız bedenleri çıkarıyordu. İlerleyen saatlerde gelen HDP milletvekilleri içeri girerek incelemelerde bulundu ve ölü sayısının basında verildiği gibi 4 veya 6 değil 10 olduğunu, asansörün 32. kattan düştüğünü açıkladılar.

Şantiye önündeki bekleyiş sabah saatlerine kadar sürdü. Aynı şekilde polis barikatı nedeniyle işçiler, destek için oraya gelenler ve polis arasındaki gerginlik de devam etti. Sabah saatlerine doğru polis bekleyenlerin sayısının düşmesini fırsat bilip biber gazı ile saldırdı.Sonraki gün saat 14:00’de yeniden şantiye önünde toplanıldı. Saat 14:00’de İnşaat İşçileri Sendikası, saat 16:00’da ise DİSK, KESK, TMMOB ve TTB basın açıklaması gerçekleştirdi. Basın açıklamasından sonra bekleyişi sürdürenlere yine biber gazlı polis saldırısı vardı sahnede.

Yakın zamanda çok sayıda işçinin yaşamını yitirdiği Davutpaşa, Ostim-İvedik, Marmara Forum AVM gibi iş cinayetlerinde dökülen kan henüz kurumamışken, Soma’da katledilen 301 madencinin ailelerinin gözyaşı daha kurumamışken bu kez Torunlar grubunun inşaatında kardeşlerimizi yitirdik. Kapitalist sömürü düzeni, yerin yüzlerce metre altında ekmek kazanmaya çalışan maden işçilerine de, ekmeğini yerin yüzlerce metre üstünde inşaatlarda arayan inşaat işçilerine de ölümden başka bir şey sunmuyor.

İnşaat sektörü, can kaybından sakatlanmalara oldukça tehlikeli bir iş kolu olmasına karşın işçi güvenliğinin en az sağlandığı sektörlerden biri. Bu topraklardaki iş cinayetlerinin dörtte biri inşaat sektöründe yaşanıyor. Resmi rakamlara göre son 5 sene içerisinde 35.846 “iş kazası” yaşandı ve 1754 inşaat işçisi iş cinayetlerinde yaşamını yitirirken 1940 işçi sakat kaldı. Bu sayı neredeyse her gün 1 inşaat işçisinin hayatını kaybettiği anlamına geliyor. Sigortasız çalışmanın en yoğun olduğu sektörün inşaat sektörü olduğu göz önüne alındığında bu rakamların çok daha yüksek olduğunu söylemek hiç de zor değil.

İş cinayetleri, inşaat sektörünün neredeyse “normali” haline geldi, Erdoğan’ın deyimiyle ölüm artık bu işin fıtratı haline geldi. O kadar ki artık her gün yaşanan 1-2 işçinin ölümüyle sonuçlanan iş cinayetleri basın için haber değeri dahi taşımıyor.

toruncenter4

Sektörünüz Batsın

Kazadan sonraki gün açıklama yapan Torunlar gayrimenkul yönetim kurulu başkanı Aziz TORUN asansörün bakımının yapılmadığı ve bu nedenle asansörün çöktüğü yönündeki iddiaları sert bir dille reddetti. “Bu olayda sorumsuzluğu ya da kazayı meydana getiren nedeni şirketimize mal etmelerine ya da şirketimizin bu anlamda bir leke almasına asla müsaade etmeyeceğiz” dedi. Aynen, insanlar radyasyonlu çaydan kanser olurken kameraların karşısına geçip çay içen bakan gibi “Bu asansörü biz de kullanıyoruz” dedi.

Peki asansörün bakımları yapılıyor, iş güvenliği tedbirleri sonuna kadar alınıyorsa ne oldu da bu asansör düştü ve 10 işçi öldü. Torun’un elbette buna da bir cevabı vardı. 301 maden işçisinin yaşamını yitirdiği Soma katliamından sonra Erdoğan’ın söylediği “Bunlar sürekli olan şeyler, bu işin fıtratında bu var” cümlesini farklı kelimelerle tekrar etti: “Bu önlemlere rağmen bu tür kazaların yaşandığı sektörel bir vakı’a.”

Cinayetle ilgili 9 kişi gözaltına alındı. Her cinayette olduğu gibi şirketin patronlarından hiçbiri gözaltına alınmadı, sorgulanmadılar. Hatta kameraların karşısına geçip pişkin pişkin açıklamalar yaptılar ve neredeyse ölen işçileri suçladılar. Her iş cinayetinde olduğu gibi blok sorumlusu, asansör teknikerleri gibi birkaç çalışan veya şantiye şefi, proje sorumlusu gibi alt düzey yöneticilerin dahil olduğu birkaç kişi gözaltına alınıp ifadeleri alındıktan sonra serbest bırakıldı. Anlaşılan savcı ve hakimler de, 10 işçinin ölümünde sorguladıkları kimsenin “kusurunu” bulamamışlardı, onlara göre de bu “sektörel bir vakıa”ydı.

Örgütsüzlük

Elbette her sektörde olduğu gibi inşaat sektöründe de en önemli sorun örgütsüzlük. İnşaat sektöründe bu sorun diğer sektörlere nazaran daha büyük. Ocak 2014 verilerine göre inşaat iş kolunda çalışan işçi sayısı 1 milyon 562 bin. Buna karşın sendika üyesi işçi sayısı toplamda 42 bin civarında. Bir sendikanın toplu iş sözleşmesi yapmaya yetkili olması için tüm iş kolundaki işçilerin en az %10’unu üye kaydetmiş olması gerekiyor. Ancak bu sektörde sendikalı işçi oranı %3’ün bile altında. Bu nedenle tüm inşaat sektöründe toplu iş sözleşmesi yok. Örgütsüzlüğün nedenleri arasında taşeron çalışma şeklinin ve sigortasız işçi çalıştırmanın yaygın olması, inşaat işlerinin dönemsel olması ve bu nedenle işçilerin sık sık iş değiştirmesi.

“Biz daha sabah 6’ya kadar çalışacağız” diyen bir işçi bir taraftan “sendikalar nerde, neden bizim haklarımızı savunmuyorlar” derken bir taraftan da polislere karşı barikatı açmaları için “ben işçiyim, ben sendikalı da değilim partili de değilim” diyordu. Elbette çalışma arkadaşlarını kaybetmiş bir işçinin tepkili olması normaldi. Ancak burada on yıllardır bizzat sendikalar tarafından oluşturulan sendikacılık algısının da rolü büyük. İşçilerin bazılarında sanki sendika, ancak işçilerin varlığıyla var olabilecek birşey değilmiş gibi, sanki işçinin kendisi olmadan işçi sendikası var olabilirmiş gibi bir algı hakimdi. Yine sanki işçilerin kurtuluşu, işçilerin bizzat kendilerinin değil de onların dışında var olan bir örgüt olarak “sendika yöneticilerinin” mücadelesiyle olabilirmiş gibi…

Sendikalar elbette işçi sınıfının örgütlü mücadelesinin önemli araçlarından biridir. Ancak tüm ezilenlerin olduğu gibi işçi sınıfının da en önemli silahı örgütlülüktür. İster sendika altında ister sendikasız… Biz işçiler, ezilenler üzüntümüzü öfkemizin tohumu eyleyerek örgütlenmeli, katil patronlardan ve sömürü düzeni kapitalizmden yitirdiğimiz bütün kardeşlerimizin hesabını sormalıyız. Biz işçiler, ezilenler olarak bir daha yaşanan katliamların, cinayetlerin tekrarlanmaması için mücadele etmeliyiz. İşçilerin, ezilenlerin kurtuluşu ne bir partinin ne bir sendikanın eliyle gelecektir. Kurtuluş, ezilenlerin özörgütlü mücadelesindedir.

 

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 21. sayısında yayımlanmıştır.

The post Soma’dan Torun’a Üzüntümüz Öfkemizin Tohumudur appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2014/09/22/somadan-toruna-uzuntumuz-ofkemizin-tohumudur/feed/ 0
“Brezilya Halkları Kapitalizme Karşı Defansta” – Özgür Erdoğan https://meydan1.org/2014/06/19/brezilya-halklari-kapitalizme-karsi-defansta-ozgur-erdogan/ https://meydan1.org/2014/06/19/brezilya-halklari-kapitalizme-karsi-defansta-ozgur-erdogan/#respond Thu, 19 Jun 2014 16:55:53 +0000 https://test.meydan.org/2014/06/19/brezilya-halklari-kapitalizme-karsi-defansta-ozgur-erdogan/ Eyaleti gözetleyen 3 bin kamera, 20 bin polis, 170 bin güvenlik görevlisi, insansız hava araçları, güvenlik robotları, 40 ayrı ülkeden istihbarat desteği, kimyasal ve nükleer tehditlere karşı alınan önlemler, yapılan tatbikatlar ve tabi ki bütün bunlar için harcanan 600 milyon Euro… Yukarıdaki rakamlar sıcak çatışmaların ve gırtlak gırtlağa bir savaşın yaşandığı bir Ortadoğu ülkesine değil, […]

The post “Brezilya Halkları Kapitalizme Karşı Defansta” – Özgür Erdoğan appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>

Eyaleti gözetleyen 3 bin kamera, 20 bin polis, 170 bin güvenlik görevlisi, insansız hava araçları, güvenlik robotları, 40 ayrı ülkeden istihbarat desteği, kimyasal ve nükleer tehditlere karşı alınan önlemler, yapılan tatbikatlar ve tabi ki bütün bunlar için harcanan 600 milyon Euro…

Yukarıdaki rakamlar sıcak çatışmaların ve gırtlak gırtlağa bir savaşın yaşandığı bir Ortadoğu ülkesine değil, başka bir savaşın yaşandığı bir Güney Amerika ülkesine; Dünya Kupası’na ev sahipliği yapacak olan Brezilya’ya ait. Üstelik savaşın tarafları açık ve net, nedenleri gün gibi ortada: Cephenin bir tarafında bölge halkını hiçe sayan Dünya Kupası’nı bahane ederek mahalleleri talan eden, insanları yaşadıkları bölgeden zorla kovan, binlerce insanı aç bırakan küresel kapitalistler ve onların o bölgedeki ortakları, cephenin diğer yanında ise tutunabilecekleri tek şey yaşamları ve beraber mücadele ettikleri insanlar olan ezilenler.

Eğer son yıllardaki büyük spor organizasyonlarının yapıldığı coğrafyalara ve o coğrafyalar hakkında çıkmış kıyıda köşede kalan haberlere bakarsanız, muktedirlerin neden bu kadar çok korktuğunu anlarsınız. Çünkü kapitalizm son 20-30 yıldan bu yana kendi kentlerini yaratmaya, hâlihazırda cehenneme çevirdiği yaşam alanlarımızı kendi arzuladığı ölçüde dönüştürmeye uğraşıyor. Şehir merkezinde kalmış yoksul mahalleleri, kent dışına çekmeyi, yoksullardan boşalan yerleri devasa rezidanslar, büyük alışveriş merkezleri ile doldurup bizlerin cehenneminden kapitalizmin cennetini yaratmaya çalışıyor. Güçlü kapitalist devletlerin kısmen başardığı bu dönüşümü yakalamaya çalışan diğer “üçüncü dünya ülkeleri” için ise, Dünya Kupası ve Olimpiyatlar gibi devasa spor organizasyonları büyük olanaklar sunuyor. Çünkü böylesine büyük bir organizasyonu alan devlet için yıkım ve tahliyeler meşrulaşıyor. Yani, bu organizasyonlar sırasında stadyumun içinde ya da televizyonun başında Messi’nin attığı golü ya da Usain Bolt’un deparını izleyenler stadyumun dışını göremez oluyorlar.

2014 Dünya Futbol Şampiyonası ve 2016 Olimpiyatlarına ev sahipliği yapacak olan Brezilya’da da yaşanan şey bu. “Kentsel dönüşümü” hızlıca tamamlamaya çalışan devletlerle kapitalistler ve buna çanak tutmaya oldukça hevesli olan büyük spor ağalarının ortaklığı.

Brezilya’da şu ana kadar 250.000 kişi evinden edildi, onlarca mahalle haritadan silindi, yüzlerce ev yıkıldı, bu dönemde özel tim polisleri tarafından 18 mahalle işgal edildi ve onlarca kişi öldürüldü, devlet erkanınca ülkenin görüntüsünü bozan ve imajını zedeleyen sokak çocukları bir anda ortadan kayboldu; kimileri bu çocukların öldürüldüğünü kimileri de gözetim altında tutuldukları yerlerde işkence gördüklerini söylüyor, sadece stadyum inşaatlarında çalışan 8 işçi yaşamını yitirdi.

Bu rakamlar ve katliamlar tüylerinizi ürpertmeye yetmiyorsa elinize bir harita alın ve bu organizasyonların yapıldığı yerlere tekrar bakın ve bugün de Brezilya’dan geçmekte olan fay hattını izleyin. 1988 Seul Olimpiyatları’nda 720.000 kişi evinden edilmiş, 1996 Atlanta Olimpiyatları’nda 30.000 kişi, 2008 Pekin Olimpiyatları’nda da 1.250.000 kişi ve 2014 Güney Afrika Dünya Futbol Şampiyonası’nda yine yüz binlerce kişi evlerinden, mahallerinden zorla tahliye edilmiş, yoksullardan boşaltılan yerlere stadyumlar, alışveriş merkezleri ve rezidanslar inşa edilerek bu bölgeler, hızlı bir şekilde kapitalist dönüşümlerini tamamlamışlardı.

Kısacası, Brezilya’da devlet erkânı, kapitalistler ve endüstriyel futbol adamları bize büyük bir futbol şöleninin gölgesinde; yıkım, ölüm ve yağma sunuyor ve ne yazık ki bu Dünya Kupası’nda da isteseler de istemeseler de tüm futbolcular gollerini karşı takıma değil, biz ezilenlere atıyor.

Özgür Erdoğan

[email protected]

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 19. sayısında yayımlanmıştır.

The post “Brezilya Halkları Kapitalizme Karşı Defansta” – Özgür Erdoğan appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2014/06/19/brezilya-halklari-kapitalizme-karsi-defansta-ozgur-erdogan/feed/ 0
“Gezi’nin Ruhu Araf’ta” – Davut Erkan https://meydan1.org/2014/06/16/gezinin-ruhu-arafta-davut-erkan/ https://meydan1.org/2014/06/16/gezinin-ruhu-arafta-davut-erkan/#respond Mon, 16 Jun 2014 14:22:21 +0000 https://test.meydan.org/2014/06/16/gezinin-ruhu-arafta-davut-erkan/   Geçtiğimiz sene Mayıs ayının sonunda bir şeyler oldu ve Taksim Gezi Parkı’ndan başlayarak öngörülmemiş bir durum çıktı açığa. Yaşanan kimilerince darbe girişimi, kimilerince masum taleplere yönelik şiddete tepki ya da iktidarın yaşamlara müdahalesine yönelik birikmiş öfkenin taşmasıydı. Kim ne derse desin 2 hafta boyunca Taksim Gezi Parkı’nda kolektif olarak yaratılan ve yaşanılan bir şeyler […]

The post “Gezi’nin Ruhu Araf’ta” – Davut Erkan appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
 

Geçtiğimiz sene Mayıs ayının sonunda bir şeyler oldu ve Taksim Gezi Parkı’ndan başlayarak öngörülmemiş bir durum çıktı açığa. Yaşanan kimilerince darbe girişimi, kimilerince masum taleplere yönelik şiddete tepki ya da iktidarın yaşamlara müdahalesine yönelik birikmiş öfkenin taşmasıydı. Kim ne derse desin 2 hafta boyunca Taksim Gezi Parkı’nda kolektif olarak yaratılan ve yaşanılan bir şeyler vardı. Ve bu İstanbul’la sınırlı da kalmayarak birçok kente yayıldı. Birçok kesim ve kişi, ortaya çıkan halet-i ruhiyeye “Gezi Ruhu” dediler.

Şüphesiz Gezi Parkı etrafında şekillenen toplumsal hareketlilik homojen değildi, mevcut iktidar yanlıları dışında hemen hemen her kesim bir ucundan kendi meşrebince dahil oldu bu hareketliliğe. Bu nedenle de Gezi etrafında şekillenen hareketliliğin, farklı kesimler bakımından birbirinden çok farklı -kimi zaman hemen hemen birbirine zıt- anlamlar taşıdığı açık.  Uç bir örnek vermek gerekirse, bir taraftan Gezi’nin çıkış noktası olan polis şiddetine karşıtlıkla beraber tüm güvenlikçi yaklaşımları reddeden ve “kimsenin askeri olmayacağız” diyenler, öbür yandan “mustafa kemalin askerleriyiz “ söylemleri ve orduyu göreve çağıran darbeci militarist söylem bir arada olmasa dahi, yan yana görüntü verdi. Ama Taksim Gezi İsyanı birincisinden yana şekillendi. Bu nedenle bu yazıda “Gezi Ruhu” derken bir şekilde bu süreçte görüntü veren her bir söylem değil, isyana hâkim olan genel söylem ve pratik kastedilecektir.

Çünkü “Taksim Gezi isyanı”, toplumdaki ezilen kesimlerin birbirlerine omuz vererek birlikte gerçekleştirdikleri bir kalkışmaydı. Ve iki haftalık bu sürecin doğru bir okuması da ancak ezilenlerin örgütlü mücadelesi perspektifinden yapılabilir.

Gezi Parkı’nın şiddetle zapt edilmesinden sonra sokak eylemlilikleri devam etti. Bir taraftan da mahalle forumları, işgal evleri, bostan direnişleri, işgal edilen fabrikalardaki özyönetim deneyimleri Gezi’nin devamcısı olarak hayata geçirilmeye çalışıldı ve bunların bir kısmı halen devam ediyor. Mahallelerdeki hareketliliğin isyan sonrası seyri bakımından bir şeyler yazmak için hem henüz erken ve hem de bu konu ayrı bir yazıyı hak ediyor şüphesiz. Ancak her cumartesi Taksim’e yapılan çağrılar, şaşmaz bir şekilde aynı şekilde devam eden toplaşma, su ve biber gazı servisi, ara sokaklarda barikat kurup bir süre çatışma ve gözaltına alınanlar dışında evlere dağılma seremonisi, isyan sürecinde açığa çıkan adrenalinin fetişi haline döndü. Azalan kitle, artan şiddet ve sıradanlaşmayla birlikte bu da gün geçtikçe daha da etkisizleşen bir seyir izledi ve sokak da eski seyrine döndü. Gezi’nin yıldönümündeki cılız eylemliliklerden sonraysa iktidara yakın gazetelerde coşkuyla “gezi ruhuna el fatiha” haberleri yapıldı.

Gezi’den sonra aynı cümleyi iki farklı tonlamayla sık sık duyar olduk: “Nerede gezi ruhu?” Biri herhangi bir toplumsal adaletsizlikte, isyan günlerindeki karşı çıkışı arayan sitemkâr ton. Diğeri ise o iki haftalık süreçte yaşananlara duyulan özlemi ifade eden nostaljik “nerde o eski günler” tonu.

Allaaşkına nedir bu “Gezi Ruhu” denen şey, hem nasıl oldu da bir vardı bir yok oldu. Nerede arayalım da bulalım onu? İşte yukarıda yazılanlarla bir giriş yapmaya çalıştığımız bu yazının cevap bulmaya çalışacağı soru tam da bu. Ancak ruh soyutluğunda değil, açığa çıkan söylem ve pratiklerin somutluğu üzerinden o “ruh”un bileşenlerini ve bileşemeyenlerini ortaya koymaya çalışacağız.

O halde önce nelerin var olduğundan bahsetmek lazım. Her şeyden önce sokağa çıkmış isyan vardı. Gezi Parkı’nı yıkıp yerine kışla/AVM/otel/rezidans/kültür merkezi vs. dikeceğiz diyen iktidar, Gezi Parkı park olarak kalsın diyen insanlar ve bu insanlara sabahın köründe gazla copla pervasızca saldıran, çadırları yakan polis… Elbette polis şiddeti yeni değildi. İster emek sömürüsüne karşı dursun, ister adaletsizliğe; ister deresine kurulan HES’e karşı dursun, ister köyüne yapılan kalekola devlet copunu mermisini hiç esirgemedi halktan. Üstelik 1 Mayıs 2013’le birlikte Taksim’de eylem yapmak yasaklandı ve yapılan her tür eylem ve basın açıklaması polisin şiddetiyle dağıtıldı. Ancak her bardağın bir taşma noktası vardı. Evlerinde oturup lanet okumakla yetinen sessiz çoğunluk sokağa çıktı yani isyan etti. Sokaktaki toplumsal muhalefetle birleşince devlet bir mevzi kaybetti, çünkü beklemediği bir şeye hazırlıksız yakalandı.

Sonra direniş vardı. Dövüşerek kazanılan mevziler, barikatlarla devlete kapatıldı. İktidar tüm gücüyle yüklense de, her defasında geri püskürtüldü. Elbet sonsuza dek böyle kalamayacaktı, herkes bunun bilincindeydi. Ama olsundu, önemli olan ne kadar süreceği değil, nasıl sürdüğüydü.

İşte burada paylaşma ve dayanışma girdi devreye. Herkes yeteneğini koydu ortaya. Kimi barikat kurdu, kimi yemek yaptı. Kimi gaz yedi, kimi gaz yiyenlere talcidli su verdi. İnsanlar evlerinde battaniye-elbise getirdiler orda kalanlar için, polisten kaçanlara kapılarını açtı, kapının önüne limon-süt bıraktılar. Kimi mesleğini herkesin hizmetine sundu; yaralıları tedavi etti, karakollarda gözaltı peşinde koştu. İşte isyana rengini veren temel şey de buydu.

Ve şimdiye kadar sokakta hiç ya da pek yan yana gelmemiş kesimler birlikte omuz omuza direndiler. Sınıf mücadelesi, kadın, LGBT, ekoloji, gençlik hareketi, Kürt halk hareketi gibi birbirinden kopuk mücadelelerin özneleri bir arada eylediler. Şimdiye kadar sadece kendi derdiyle dertlenen kesimler, esasen dertlerinin ortak olduğunu anlamaya başladılar. Şekiller değişse de öz hep aynıydı. Taraflar farklı olsa da değişmeyen şey tahakküm ilişkisiydi. İşte bu bir aradalığın yarattığı şey, tahakküm ilişkilerinden birine karşı mücadele yürütülürken diğer tahakküm ilişkilerini devam ettirmeme, yok saymama gerekliliğiydi. Bu ise yeni iktidar ilişkileri doğurmadan mücadele etme pratiğini geliştirdi. Örneğin “Küfürle değil inatla diren” diyen kadın hareketi, direnişte kullanılan cinsiyetçi söylemleri değiştirdi.

Olan şeylere bakıldığı gibi paralelinde olmayanlara da bakılabilir. Direnişin yarattığı her şey iktidarın bir mevzisini yıkar. Mesela paylaşmanın olduğu yerde kapitalizm barınmaz. Dayanışmanın olduğu yere iktidar sızamaz.

Bu liste uzayabilir ama uzatmaya gerek yok. Ancak anlatmaya çalıştığımız şudur, bugün özlemle yâd edilen ve adına Gezi Ruhu denilen şey, soyut bir ruh değildi. Orada hep beraber yaratılan değerler, yaratılan bir direniş kültürü ve kolektif bir yaşam vardı. Burada bir isyanın formülünü çıkarmak derdinde de değiliz. Ancak neyi aradığımızı bilmeden onu bulamayız. Neyi istediğimizi bilmeden onu yaratamayız.

Tersinden söylemek gerekirse, orada yaşanılanın, yaratılanın ve yıkılanın ne olduğunu iyi tahlil edersek, o direnişi her an ve her yerde yaratabiliriz. Bir fabrikada veya işçilerin çalıştığı herhangi bir işyerinde, bir okulda, evde ya da sokakta. Her neredeysek orayı direnişin mekânı haline getirebiliriz. Yeter ki isyan edelim, direnelim, paylaşma ve dayanışmayı düstur edinelim ve bunları yaparken de iktidarı kendi içimizde yeniden üretmeyelim.

 

Davut Erkan

[email protected]

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 19. sayısında yayımlanmıştır.

 

The post “Gezi’nin Ruhu Araf’ta” – Davut Erkan appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2014/06/16/gezinin-ruhu-arafta-davut-erkan/feed/ 0