The post Katalonya Parlamentosu Rojava’yı Tanıdı appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post Katalonya Parlamentosu Rojava’yı Tanıdı appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post Orduların İlk Hedefi Akdeniz appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Devletler, savaşlar ve katliamlarla kurulmuştur. Varlıklarını savaşlara ve katliamlara borçlu olduğunun farkında olan devletler, devamlılığını sağlayabilmek için de savaşlara ihtiyaç duyar. Savaş ve katliamlarda milyonlarca insanın hayatını kaybetmesine neden olan devletler, insanları sürekli militarist ve milliyetçi politikalarının neticesinde düşman söylemleriyle kendisine bağlı tutmaya çalışır.
Devletler çıkarları için dün söylediğini bugün yalanlayabilir. Dün Kürt Sorunu vardır dediğin ülkede iktidarda kalabilmek için Kürt Sorunu’nu çözdük diye bu sorunu daha da derinleştirebilirsin örneğin. Ya da “NATO’nun Libya’da ne işi var?” dedikten sonra Libya’da gerçekleştirecek saldırılar için İzmir’de NATO karargahı kurulmasına önayak da olabilirsin.
Bu tabloyu güncel olarak Akdeniz’e kıyısı olan devletlerin savaş politikalarında rahatça görebiliyoruz. Güncel durumda Akdeniz’de birçok sorun birbirine girmiş durumdadır ve bu savaş ortamını Gordion düğümüne rahatlıkla benzetebiliriz. Meşhur hikayeye göre Gordion düğümünü çözecek olan kişi, bütün Asya kıtasının hakimi olacaktır. Gordion düğümüyse çözülmesi imkansıza yakın bir düğümdür. Gordion düğümünü çözmeye çalışan Büyük İskender, düğümü çözmeyi başaramayınca kılıcıyla düğümü keser. Gerçekten de birçok toprakta katliamlar yaparak ilerleyen Büyük İskender Asya’nın tek hakimi olacak gibidir. Ancak İskender’in 33 yaşında ateşli bir hastalıktan zamansızca ölümü Gordion düğümünü çözmek yerine iktidar hırsına dayanamayarak kılıcıyla kesmesinin cezası olarak yorumlanır. Peki bütün Akdeniz’de tek hakim olmayı sağlayabilecek düğüm nedir ve bunu kim, nasıl çözecektir?
Öncelikle devletlerarası ilişkilere baktığımızda tek bir devletin kendi politikasını Akdeniz’deki birçok devlete istediği gibi dayatmasının pek olanaklı olmadığını söyleyebiliriz. Ancak bu durum, devletlerin Gordion düğümünü kılıçla çözmeye çalışmasını engellememektedir.
Akdeniz’e kıyısı bulunan devletler arasında en yakın savaş ihtimali, TC Devleti ve Mısır arasında değerlendirilmektedir. Suriye Başkanı Esad’ı iktidardan indirmek için yıllardan beri uğraşan TC Devleti’nin arkasında durduğu cihatçılarla Suriye arasındaki sıcak çatışmayı devletler arasındaki bir savaş olarak değerlendirmezsek tabi. Peki nasıl oldu de TC ile Mısır arasındaki bir savaş ihtimalinden bahsedilmektedir?
Arap Baharı olarak adlandırılan sürecin sonuçlarından biri, Libya’da birçok devletin dahil olduğu “iç savaş”ın çıkması oldu. Bu “iç savaşta” Fayez El Serrac liderliğindeki Ulusal Mutabakat Hükümeti (UMH) ve Libya Ulusal Ordusu lideri Halife Hafter’in başını çektiği başlıca iki güç bulunmaktadır. TC, Fayez El Serrac’a arka çıkarken Mısır da Halife Hafter’in arkasında durmaktadır. Mısır ile birlikte Rusya ve Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) de hareket etmektedir. TC ile birlikte UMH’yi destekleyen devletler arasında ise Katar var. ABD de Rusya’nın Libya’da artan rolünden endişe duyarak harekete geçmeye hazır görünüyor.
TC ile Mısır’ı karşı karşıya getiren ilk çatışmaysa Libya’da yaşanmadı. Mısır, Arap Baharı’nın birçok sonuç doğurduğu ülkelerin başında geliyor. Sonucunda Müslüman Kardeşler’i iktidara getiren ayaklanmalar Mısır’da yaşanmıştı örneğin. Ancak şu an Mısır Devlet Başkanı olan Sisi’nin darbesiyle Müslüman Kardeşler iktidardan indirilmişti. Bu süreçte TC, Müslüman Kardeşler’i desteklemekten hala vazgeçmeyen bir devlet olarak Sisi’nin düşmanı pozisyonunda bulunuyor. Mısır’ın Libya’yla uzun bir sınırı var ve Mısır, Libya’da iktidarda Müslüman Kardeşler düşüncesinde bir yönetimin olmasını kendisine tehdit olarak görüyor. TC’nin Libya’da bulunma sebepleri arasında Müslüman Kardeşler’i desteklemesinin yanında geçmiş yıllarda yaptırdığı yatırımlardan dolayı oluşan alacaklarını tahsil etme ve yatırımlarını devam ettirme amacı olduğunu da yeri gelmişken eklemek gerekir.
Ancak Gordion düğümünü oluşturan sadece bunlar değil. Yıllardan beri süren savaşlardan biri de bilindiği üzere Suriye’de yaşanmakta. TC, bu savaşta Suriye Devlet Başkanı Esad’a karşı cihatçıları desteklemekte. TC’nin isteği ve arzusu Suriye’de de Müslüman Kardeşler çizgisinde bir yönetim olması. Ancak Mısır’ın aksine Suriye’de Müslüman Kardeşler’in örgütlenmesi büyük oranda engellenmişti. Suriye’deki Müslüman Kardeşler, “iç savaş” başlamadan önce Esad’a karşı etkili bir hareket oluşturamadığı gibi bunu savaş sırasında da başaramadı. Bu nedenle TC, birçok savaş suçu işleyen cihatçı örgütleri destekledi veya etkin olduğu yerde bu örgütlerin faaliyetine göz yumdu. TC, yeri geldiğinde de Kürtlere karşı cihatçıları kullandı. Suriye topraklarını işgal edilmesine gerekçe olarak Kürtlerin, Antakya’yı da alarak Akdeniz’e açılacağına dair olanaksız bir senaryo iç politikada propaganda aracı olarak kullanıldı. Kürtlerin bırakalım TC’den toprak alıp Akdeniz’deki Gordion düğümüne dahil olmayı amaçladığını Rojava’daki Suriye, Rusya ve ABD arasındaki çatışmalarda devletlerin entrikalarında birer kukla olmaktansa yaşam mücadelesi içerisinde olduklarını belirtmek gerekir.
Mısır’ın mevcut yönetiminin gücü itibariyle etkisi olmasa da Suriye’deki gelişmelerden memnuniyet duymadığı açık. Gordion düğümünü burada daha sıkı hale getiren cihatçıları temsil eden TC’nin karşısında İran’ın desteğini alan Rusya’nın olması. Rusya, Suriye söz konusu olduğunda TC’nin başlıca muhatabı ve Rusya, TC’nin karşısına Libya’da da çıkıyor. TC ve Rusya’nın savaş uçaklarının Suriye’de düşürüldüğünü ve TC’de görevli bir cihatçı polis tarafından Rus Büyükelçi Andrey Karlov’un öldürüldüğünü belirtmek gerek. Libya’da veya Suriye’de yaşanan önemli gelişmeler bu yüzden birbirini etkilemeye oldukça yakın. Zaten TC de Libya’da karada hareket ettirdiği kara gücünü Suriye’deki cihatçılardan devşirmekte. Rusya’nın Libya’da paralı askerlerden oluşan Wagner’i kullanması gibi TC’nin de Suriye ve Libya’da kendi paralı askerlerini sahaya sürdüğü bilinen gerçekler. 21. yüzyılda devletlerin, kendilerinin dahil oldukları savaşları “iç savaş” olarak adlandırdığını ve yüzbinlerce askerden oluşan orduların yerine paralı askerleri kullandığını rahatlıkla söyleyebiliriz.
Akdeniz’i bir savaş alanı olmanın eşiğine getirense sadece Libya ve Suriye’de yaşanan gelişmeler değil. Bir de söz konusu olan Kıbrıs adası çevresindeki olası petrol ve doğalgaz rezervleri. TC Devleti, Doğu Akdeniz’deki petrol ve doğalgaz rezervlerini başta Güney Kıbrıs ve Yunanistan olmak üzere bir başka devlete bırakmak istemiyor. Bu amaçla ilk olarak kendisinden başka bir devlet tanımadığı için devletlerarası alanda meşruluğu olmayan KKTC ile daha sonra Libya’daki müttefikiyle çeşitli anlaşmalar imzaladı. Buna karşılık olarak da Güney Kıbrıs, Yunanistan, İsrail ve Mısır kendi aralarında bir anlaşma imzaladı. Bu 4 devletin imzaladığı anlaşmayla çıkacak doğalgazsa Avrupa’ya ihraç edilmek isteniyor. Böylece Avrupa Birliği’nin de Rusya’ya doğalgaz bağımlılığı bir nebze de olsa azalıyor.
Söz konusu Akdeniz olunca bu denizde çıkarları olup Osmanlı İmparatorluğu’nun dağılma sürecinde Ortadoğu’da etkinliğini artıran Fransa da Gordion düğümüne dahil oluyor. Fransa, TC’nin güç kazanma çalışmalarını kendisi ve Avrupa için bir tehdit olarak görüyor. Çünkü kendisi de halihazırda Ortadoğu’da ve Afrika’da çeşitli yatırımlarla güçlenmeye çalışıyor.
Tüm bunlar düşünüldüğünde rahatlıkla söyleyebiliriz ki orduların ilk hedefi Akdeniz oluyor. Savaşlar söz konusu olduğunda ilk önce gerçekler ölüyor. 20. yüzyılın başlarında Mustafa Kemal, Büyük Taarruz adı verilen savaşta askerlerine Akdeniz’e gitme emri vermesine rağmen ordular Akdeniz’e değil Ege Denizi’ne gitmişti. Bu basit bir harita hatası mı? Doğal olarak değil. Yunanistan ve Türkiye arasındaki denize Ege Denizi denmesi, Ege isminin geldiği Yunan mitoljisine yapılan atıfla Yunan egemenliğini çağrıştıracağı için orduların ilk hedefi Ege Denizi değil Akdeniz oldu.
Yazının başından beri saydığımız devletlerin de en az TC kadar kendilerinin yön vermek istediği politikalar olduğu için onlar da kendi isimlendirmesini yapacaktır. Devletler, gerçekleri değiştirebildikleri ve gerçeklerin üzerini örtebildikleri sürece ayakta kalabilirler. Bu yüzden TC’yi yöneten ve İslamcı olduğunu söyleyen Recep Tayyip Erdoğan’ın, aşırı milliyetçi Devlet Bahçeli’yi yanına alarak cihatçıları ve TC askerlerini Libya topraklarında kullanması sonucunda Mısır’la savaşa girmesi şaşırtıcı olmayacaktır.
Yunanistan, İsrail, Fransa, Rusya ve ABD gibi devletlerin de ordularını Akdeniz’e sürdüğünü veya sürmeye çalıştığını düşündüğümüzde bu savaşta hayatları hiç önemsenmeden öne sürülen ezilenlere kalan sadece devletlerin savaşlarında hayatlarını kaybetmek mi olacak? Gordion düğümünü çözmek bir lidere mi bırakılacak yoksa ezilenler Gordion düğümü masallarıyla uğraşmadan özgürlükleri için ayaklanacak mı? İktidardakiler ne derlerse desinler biz ezilenler devletlerin savaşında ölmek veya özgürlük için mücadele ederek yaşamak arasında bir seçim yapmak durumundayız.
The post Orduların İlk Hedefi Akdeniz appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post Sahadan Masaya Savaş, Kuzey Suriye’de Savaşın Kronolojisi – Emrah Tekin appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Savaş, Suriye’de var olan cephelerde birer birer sona erer, yeni anayasa yazım süreci gibi “masa başını” işaret eden gelişmeler yaşanırken, ABD Başkanı Trump’ın aldığı asker çekme kararı ile birlikte TC’nin Suriye kuzeyine yönelik saldırısıyla tekrar gündeme geldi. Her ne kadar ABD açıklamasında söz konusu askeri hareketlilikle ilgili “IŞİD ile mücadelenin” Ankara’ya devri işaret edilse de asker çekme kararının TC tarafından nasıl okunacağı herkesin malumuydu.
Savaşın bitmesi beklenirken, yeniden bir savaşı gündeme getiren ve “Barış Pınarı” adı verilen operasyonun başlaması sonrası dünyadan gelen yoğun tepkiler, iki noktayı belirginleştirdi. Bunların ilki, IŞİD ile mücadelesi sonrası kazandığı olumlu imaj nedeniyle Kürtleri TC’nin bir iç sorunu olmaktan çıkartarak uluslarasılaştırdı. Bir diğeri, Ağustos ayındaki ABD-TC mutabakatında oluşturulması planlanan güvenli bölgeden, üstelik politik imaj kaybıyla, daha az bir alana -ve Rusya tarafından altı çizildiği üzere geçici olarak- rıza gösteren bir Ankara tablosuydu.
TC’deki mevcut iktidarın bu imaj kaybını ne kadar dert edindiği ayrı bir tartışma konusu olmakla birlikte, Kuzey Suriye’ye düzenlenecek operasyonda murad edilenleri iç politika getirilerinde aramakta fayda var. Bu “faydalar” da muhalefette belirginleşme emareleri gösteren CHP-HDP yakınlaşmasının bıçak gibi kesilmesi, AKP içinde var olmaya başlayan çatlaklara beton dökülmesi ve Davutoğlu-Babacan isimleri etrafında kurulacak yeni partilerin -en azından bir süre- gündemden düşürülmesi olarak öne çıktı.
Kuzey Suriye’ye yönelik yapılan Barış Pınarı harekatının bölgedeki gidişatı belirlediğini belirterek 2011’de başlayan Suriye Savaşı’ndan bugüne bölgenin yaşadıklarına bir bakmak gerek.
Kuzey Suriye’ye saldırı hamlesini salt mevcut iktidarın iç politika getirileri bağlamında değerlendirmek, TC’nin devlet geleneği anlamında düşünüldüğünde eksik bir okuma olabilir. Zira Ankara’nın kadim devlet geleneği, dönemlerinin iktidar sahipleri açısından Suriye coğrafyasını “beka bulma” adresi olarak göstermiştir. Bunlardan biri 1957’de Menderes döneminde hem TC’yi o dönemin “Soğuk Savaş” şartlarında güvenilir ortak kılma, hem de 1955 sonrası yaşanmaya başlayan ekonomik sorunlardan doğabilecek hoşnutsuzlukları milliyetçi hamasetle susturma amaçlı Suriye sınırına asker yığarak Suriye ile savaşın eşiğine getiren hamleydi. Bir diğeri de 1998’de Abdullah Öcalan’ın Şam’da olması bahane edilerek yaşanan gerilimdi. Kuzey Suriye’ye yönelik saldırının sonlanmasını sağlayan ve Putin ile Erdoğan arasında Soçi’de yapılan görüşmede tekrar gündeme gelen Adana Mutabakatı metni de o süreçte yazılmıştı. Ancak 1957 ve 1998’de gerçekleşen her iki girişimin de dönemin iktidar sahiplerine uzun vadeli getirisi olmadı. Şu anda yaşanan ise, asker sokulan yerlerde açılan PTT büroları, fakülteler kurma, kaymakam atama hamleleriye ters orantılı bir şekilde iki haftadan az ömürlü oldu.
ABD cenahında da sahada yaşanan son gelişmeler paralelinde hem Trump, hem de ABD “kurulu düzeni” nezdinde işlerin yolunda gitmediği not edilmeli. Trump açısından çekilme hamlesi, 2020 seçimleri öncesi, Suriye’de savaşın maliyetinden kurtulunması nedeniyle kullanışlı bir argümana dönüştürülmek istenirken, bu silah tam anlamıyla ters tepti. ABD kurulu düzeninde kaşların çatılmasına neden olan, hem IŞİD ile mücadelede müttefik olunan SDG’nin saldırı altında olması ve dolayısıyla ABD’nin Bush döneminde açıkladığı “teröre karşı küresel savaş” doktrini çerçevesinde ittifak yaptığı/yapacağı yerel ortaklar nezdinde oluşacak “güvenilmez ortak” imajı, hem de sahanın Rusya’ya bırakılmasıydı. Diğer taraftan bu cenahtaki asıl hoşnutsuzluk ise ABD’nin Ortadoğu’daki temel öncelikleri arasındaki yeri hiç değişmeyen “İsrail’in güvenliği” çerçevesinde İran’ın bölgeye uzanan kollarının kesilmesinin akamete uğrama ihtimaliydi.
Kürtler ve “yerel müttefik” SDG açısından, değişen tüm bu denklemler ışığında iki yol beliriyor. Birincisi Rusya’nın Afrin sürecinden bu yana uyguladığı Kürtleri Şam ile barıştırma politikasının izinden gitmek. Ki, bu olasılık ilk işaretlerini Kürt birliklerinin Suriye Ordusu’na entegre edilerek İdlip operasyonuna katılması ve daha ileri bir vadede Afrin’in TSK’den arındırılması söylemlerinin gündeme gelmesiyle verdi. 2012’deki kantonal yapıyı ortaya çıkaran “üçüncü yol stratejisinin” güncellenmesine dair ise herhangi bir işaret görünmüyor.
2011’de Şam yönetimini devirmek için girdiği savaşta başdöndürücü(!) diplomasi politikaları sonucu bir dönem “sınırlarında görmek istemediği” Suriye ordusunu geri getiren TC’nin bu hamlelerinin “kazananları” Suriye ve Rusya’ya gelince… Şam yönetimi 2012-2013’te tabiri caizse “direkten döndüğü” savaşta müttefikleri İran, Hizbullah ve Rusya’nın desteğiyle iktidarını korurken geride yıkılmış bir coğrafya, 6 milyonu aşkın göçmen ve yaşamını yitirmiş ya da sakat kalmış milyonlar bıraktı. Suriye devleti için “kayıptan kazanç” Suriye halkları için ise her halükarda kayıp.
Sahadaki ve masadaki siyasi satrancını maharetle gerçekleştiren Rusya, Şam’daki yönetimin değişmemesi, Doğu Akdeniz’de bir hava ve bir kara üssüne sahip olmak, savaş sırasında deneyerek “pazara sunduğu” sofistike silahlarla edindiği -başta TC olmak üzere- müşteriler ve ekonomik kazanımlar nedeniyle elini daha fazla güçlendirmiş görünüyor.
Ortaya çıkan tablo, Birinci Dünya Savaşı sonrası Irak sınırında İngiltere, Suriye sınırında Fransa’nın egemen olmasına benzer bir şekilde Irak’ta ABD, Suriye’de de Rusya’yı belirginleştiriyor. Quentin Tarantino’nun Rezervuar Köpekleri filmindeki, “Meksika Açmazı” adı da verilen herkesin silahları birbirine doğrulttuğu sahneyi çağrıştırıyor. Şimdi, eller tetikten çekilmeden geçilecek anlaşma salonunda “devletlerin barışı mı” hayata geçecek, yoksa o sahnede olduğu gibi zaten her yer kan gölü olmuşken, tekrar tetiklere mi basılacak sorusu önümüzde duruyor.
Kronoloji
Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 51. sayısında yayınlanmıştır.
The post Sahadan Masaya Savaş, Kuzey Suriye’de Savaşın Kronolojisi – Emrah Tekin appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post Suriye Sınırındaki İl ve İlçelere “Seferberlik Emri” Gönderildiği İddia Edildi appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>İçişleri Bakanlığı’nın 2018’de aldığı ‘Sınır Ötesi Harekat Kapsamında Alınacak Tedbirler’ başlıklı seferberlik talimatını sınır hattında bulunan il ve ilçelere gönderildiği iddia edildi. Bu iddia, Cumhurbaşkanı ve AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın, “Afrin’e, Cerablus’a, El-Bab’a girdik. Şimdi de Fırat’ın doğusuna gireceğiz” diyerek operasyon sinyali vermesinin ardından geldi.
Bu iddialara göre İçişleri Bakanlığı’nın 18.12.2018 tarihinde 11235 sayılı “Sınır Ötesi Harekat Kapsamında Alınacak Tedbirler” konulu seferberlik talimatı sınır hattındaki il ve ilçelere bildirildi. Mardin ve Urfa’da il ve ilçe jandarma komutanlıkları, emniyet müdürlükleri, AFAD müdürlükleri, il göç idareleri, karayolları, Türk Kızılay Şubeleri, belediye ve kaymakamlıklara gönderilen seferberlik emir yazısında, Kuzey ve Doğu Suriye’ye müdahale edileceği belirtiliyor.
The post Suriye Sınırındaki İl ve İlçelere “Seferberlik Emri” Gönderildiği İddia Edildi appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post Devletlerin IŞİD Bakiyesi – Emrah Tekin appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Irak ve Suriye’yi birbirinden ayıran sınır kapısını 2014 Haziranı’nda ele geçiren IŞİD, bu olaya ilişkin yayınladığı videoda dünyaya şöyle meydan okuyordu: “Sykes-Picot Antlaşması burada yırtılmıştır.” Yaklaşık 100 yıl önce devletlerin Ortadoğu’daki haritaları kendi iktisadi ve politik çıkarları çerçevesinde belirlediği Sykes-Picot’yu kendi yöntemleriyle hükümsüz kılan IŞİD, sonraki 4 yılı aşkın süreçte gerçekleştirdiği katliamlarla bu meydan okumaya paralel biçimde dünyaya korku salacaktı. Hilafet ilan ettiği Irak ve Suriye’de, Belçika büyüklüğünde bir toprak parçasına hükmeden, dahası bu bölgelerde, petrol gelirleri başta olmak üzere kendi ekonomisi, yargı sistemi, 8 milyonluk nüfusa ulaşan sosyal yapısı, hatta diplomasisi olan ve tüm bu özellikleri nedeniyle BM’de temsil edilmek dışında bir devlete dair tüm özelliklere sahip olan ve zamanla İslam Devleti (İD) olarak ismini değiştiren IŞİD, 2014 yılı ortalarından itibaren ABD’nin öncülüğündeki koalisyonun hedefindeydi.
Bugünlerde Suriye’nin küçük bir kasabası olan Bağuz’a sıkışan ve gelen bilgilere göre “son kalıntılarının” buradan da çıkarıldığı söylenen IŞİD’in gelecekteki askeri ve siyasi varlığına dair tartışmalar ve soru işaretleri ise geçerliliğini koruyor. Hilafet ilan ettiği topraklardaki hakimiyetinin sona ermesi nedeniyle “bitti” denilen IŞİD, Ortadoğu’da halen canlılığını koruyan mezhepsel kırmızı çizgiler nedeniyle -belki de farklı adlarla- geri dönebilir mi? Mensuplarının, “hilafetin” gücünün doruğunda olduğu dönemde sloganlaştırdıkları gibi “devlet” (İD) “baki” kalacak mı?
ABD’nin 2003’te Irak işgali sonrası bölgede harekete geçen mezhepçi fay hatlarının bir sonucu olarak ortaya çıkan cihatçı terör çetelerinden biri olan IŞİD’in kuruluşu 2004’te Irak el Kaidesi adını alan Tevhid ve Cihat Cemaati adlı örgüte dayanıyor. Bu örgütün kurucuları arasındaki Ürdünlü cihatçı Ebu Musab ez Zerkavi’nin önceki yıllarda Afganistan’daki SSCB işgaline karşı ABD destekli cihatçı çetelerin safında savaşması, IŞİD ve benzeri örgütlerin, devletlerin “birtakım” politikaları sonucu üretildiği gerçeğini gösteriyor. Bu bağlamda, bölgede cihatçı çetelerin “can suyu” bulmasında tarihsel olarak SSCB ve ABD’nin Afganistan ile Irak’ı işgallerinin belirleyici dönüm noktaları olduğunun altı çizilmeli. Aynı şekilde, selefi cihatçı çeteleri harekete geçiren bir başka dinamik ise Şiilik-Sünnilik ekseninde 600 yılı aşkındır devam eden iktidar çekişmesini daha üst boyuta taşıyan 1979’da İran’da Molla rejiminin iktidara gelmesiydi. Ortadoğu’da devletlerin dahil olduğu tüm bu denklemlerin, aradan geçen on yıllara rağmen üç aşağı beş yukarı güncelliğini koruduğunu belirtmek gerek.
Geldiğimiz noktada bir başka ve asıl büyük problem ise direndiği son bölge olan Bağuz’dan çıkarılan IŞİD’in bir dönem onbinlerle ifade edilen üyesinin, nereye gittiği ya da gideceğidir.
Küresel cihat ideolojisini benimsemiş bir örgütün varlığının sonlanmasına dair baştan beri yapılan alan hakimiyetinin bitirilmesi yaklaşımı, bu bağlamda IŞİD hakkındaki temel yanlışlardan birini oluşturuyor. Bu gerçeği görmek için IŞİD’in eski gücünden çok uzakta olduğu 2018’de tam 3670 saldırıyı üstlendiği verisi, açıklayıcı bir veridir. Bu saldırıların, IŞİD’in “küresel cihat” ideolojisini destekler nitelikte Irak ve Suriye dışında Mısır, Afganistan, Yemen, Filipinler gibi çok geniş bir coğrafyada gerçekleştiği belirtilmeli. 2018’deki bu rakamlarda yer alan Fransa, Belçika, Kanada ve Avustralya’daki “küçük çaplı” bıçaklı saldırılar, önceki yıllarda Manchester, Barcelona, Nice, Las Vegas gibi batı metropollerinde katliamlar gerçekleştiren IŞİD’in bu potansiyel ve motivasyonunun halen mevcut olduğunu gösteriyor.
11 Eylül 2001 İkiz Kuleler saldırıları sonrası dönemin ABD Başkanı George W. Bush “teröre karşı küresel savaş” adlı doktrinini açıklamıştı. Bundan sonra Irak’ı işgal eden ABD’nin, Ortadoğu politikalarındaki “şahin” başkanı, işgal sonrası 1 Mayıs 2003’te ABD Donanması’na bağlı USS Abraham Lincoln uçak gemisinde, arkasında “görev tamamlandı” pankartı dururken bir “zafer konuşması” yapacaktı. Ancak Bush’un tabiriyle “tamamlanan” görevin ne olduğunu anlamak için dünya, IŞİD ve benzerleri gibi birçok cihatçı çete ile “tanışmak” ve bu tanışmanın bedellerini ödemek zorunda kaldı. Aynı şekilde bugünlerde, sığındığı son nokta olan Bağuz’da, ABD tarafından IŞİD’e karşı ilan edilen “zafer” 2003’ten bugüne yaşananlar göz önünde bulundurulduğunda devletlerin benzer politikaları paralelinde tarihin tekerrür etme olasılığını barındırıyor. Daha da ötesinde ise bir başka olasılığın, IŞİD ve benzeri gibi cihatçı çetelerin kullanışlılığını her zaman değerlendiren kimi bölgesel devletlerin, alan hakimiyeti ortadan kalkan IŞİD’in, küresel cihada hazırlanan bakiyesini Ortadoğu’da bir süre daha “misafir etmeye” istekli olabileceği unutulmamalı.
Emrah Tekin
The post Devletlerin IŞİD Bakiyesi – Emrah Tekin appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post Enternasyonel Özgürlük Taburu Gerillası Efrîn’de Yaşamını Yitirdi appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>EÖT tarafından yapılan açıklamada, “Enternasyonal Özgürlük Taburumuzun İzlanda’lı savaşçısı, Haukur Hilmarsson (Şahin Hüseyni) Efrîn’de ölümsüzleşti. Faşist Türk ordu güçlerinin yoğun bombardımanı sonucunda Badina hattında ölümsüzleşen Şahin yoldaşımız, Efrîn direniş cephelerinde onur ve özgürlük için dövüşen tüm savaşçılarımızın omuz başındadır şimdi. İzlanda’dan çıkıp Rojava devrimini savunmak için Rakka ve Efrîn cephelerinde savaşan Haukur Hilmarsson yoldaşımızı, enternasyonalist devrimciliğin ölümsüz savaşçılarından biri olarak, saygıyla anıyoruz. Başta ailesi olmak üzere, dostlarına beraber hareket ettiği yoldaşlarına başsağlığı diliyoruz” denildi.
The post Enternasyonel Özgürlük Taburu Gerillası Efrîn’de Yaşamını Yitirdi appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post Qamişlo’da Patlama: En Az 4 kişi Yaşamını Yitirdi appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Rojava’nın Qamişlo kentinde, park halinde olan bir aracın patlaması sonucu en az 4 kişi yaşamını yitirdi, çok sayıda kişi de yaralandı.
Yaşamını yitiren 4 kişinin aynı aileden, 3’ünün kadın, birinin ise 28 yaşındaki ve Mehmud Xelef adlı bir erkek olduğu belirtildi.
The post Qamişlo’da Patlama: En Az 4 kişi Yaşamını Yitirdi appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post Soçi’deki Suriye Ulusal Diyalog Kongresi Ertelendi, Cenevre Yine Çıkmazda appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Soçi’de Aralık ayında gerçekleştirilmesi beklenen, çatışmaların -şimdilik- büyük oranda sonlandığı Suriye’ye savaş sonrası döneme hazırlık niteliği taşıyacağı söylenen Suriye Ulusal Diyalog Kongresi’nin Şubat ayına ertelendiği belirtildi. Rusya diplomatik kaynakları, ertelemenin nedenini, kongrenin hazırlıklarının sürmesi olarak açıkladı.
Rusya’nın bir süredir Suriye Savaşı’nın müzakereler yoluyla sonlandırılması için önerdiği Ulusal Diyalog Kongresi’ne PYD-Rojava delegasyonunun katılımı TC devleti tarafından, itiraz şerhi konarak tartışma gündemi yapılmıştı. Geçtiğimiz hafta yine Soçi’de Rusya-TC-İran’ın katılımıyla düzenlenen üçlü zirvenin ardından ise Rusya, TC’nin PYD ile ilgili yaptığı itirazların, Suriye’de siyasi çözüm için önerilen Suriye Ulusal Diyalog Kongresi’nin toplanmasına engel teşkil etmeyeceğini açıklamıştı.
Öte yandan yarın yeni turu başlayacak olan Cenevre Görüşmeleri öncesi önemli bir gelişme yaşandığı duyuruldu. Reuters’in Suriye yönetimine yakınlığı ile bilinen El-Watan gazetesine dayandırdığı habere göre Suriye delegasyonu, yarınki görüşmelere gidişini erteledi. Erteleme nedeninin, geçtiğimiz günlerde Suudi Arabistan’ın Riyad kentinde toplanan, ABD-Suudi Arabistan destekli, BM’nin de temsilci gönderdiği, cihatçı çetelerin katılımıyla düzenlenen Riyad Yüksek Müzakere Heyeti toplantısında alınan “Esadsız geçiş” kararı olduğu değerlendiriliyor.
Yarın başlayacak Cenevre Görüşmeleri’nde, Suriye delegasyonu ve Riyad Yüksek Müzakere Heyeti, savaşın tarafları olarak ilk kez aynı masada buluşacaktı. Görüşmelere saatler kala yaşanan bu gelişme, son olarak geçen Eylül ayında 7. turu yapılan, ancak şimdiye dek hiçbir turundan savaşın bitimine dair somut bir sonuç çıkmayan Cenevre’yi bu turda da benzer bir çıkmazın beklediği işaretini veriyor.
The post Soçi’deki Suriye Ulusal Diyalog Kongresi Ertelendi, Cenevre Yine Çıkmazda appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post Ne Katalonya İspanya Ne de Kürdistan Irak – Hüseyin Civan appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Geçtiğimiz bir buçuk aylık süre içerisinde, biri İberya’da diğeri Mezopotamya’da olmak üzere iki önemli referandum gerçekleşti. Aslında bu süre içerisinde Lombardiya ve Veneto’da da referandumlar yapıldı. Ancak Başur Kürdistan ve Katalonya referandumları, öncesi ve sonrasında yaşananlar açısından, diğer referandumları sadece haber düzeyinde bıraktı.
Bu iki referandumla beraber dünya siyasetinde konuşulmaya başlananlar, tüm dünya siyasetine ilişkin yeni tahlilleri beraberinde getirdi. Başur Kürdistan Referandumu Ortadoğu siyasetindeki güç dengelerini değiştirirken; Katalonya Referandumu, zaten çatırdamakta olan Avrupa Birliği projesinin geleceğini sorgulatmaya başladı.
Uluslararası siyasetin “görünenler dışında başka bir şey yok” illüzyonu; bizi referandum meselelerini değerlendirirken yaşananların arka planından uzak tutmayı başardı. Bu illüzyonu kırmak, içerisinde bulunduğumuz siyasal gerçekliği anlamak adına çok önemli. Yoksa yaşanan olayları, Barzani-Abadi ve Puigdemont-Rajoy çekişmesine, yani siyasal iktidarlar dolayımına hapsetmiş oluruz.
Bu illüzyonu gidermek adına, ilk aşamada şu tespiti yapalım. Başur Kürdistan’da ve Katalonya’da yaşayan halklar, özgürlük şiarıyla sokaklara döküldü. İkinci olarak, halkların özgürlük isteği, bulunulan coğrafyadaki siyasal sertlikle orantılı olarak bastırıldı. Bu iki tespiti yapmak, referandumların birbirinden farklılıklarının olmadığını iddia etmek ya da coğrafyaya özgün siyasal gerçeklikleri göz ardı etmek değildir. Keza bu farklılıkları ortaya koymak da benzer derecede önemlidir. Ancak “küresel” dünyada, benzer siyasi süreçlerin birbirleriyle etkileşiminin olmadığını iddia etmek doğru değildir. Bu güncel etkileşimi es geçmeden birbirinden bir hayli uzak bu coğrafyalardaki hareketliliği, sadece bir “dönem rüzgarı” gibi görmemek gerek. İki coğrafyada da patlak veren durum siyasal merkezileşmeye karşı gösterilen bir iradedir.
Kürdistan Referandumu’nda Ters Giden
Ağustos ayından Eylül ayının ortalarına kadarki süre içerisinde, IŞİD karşıtı koalisyondaki en büyük ortaklardan ABD, referandumun ertelenmesi için Mesud Barzani’yle sık sık görüştü. Ancak IKBY Başkanı Barzani, referanduma kararlı bir tutumla girdi. Israrlı bir biçimde, Irak merkezi hükümetinin ortaklıktan yana olmadığını vurguladı. Ağustos’un sonunda Kerkük İl Meclisi’nin referanduma katılma kararıyla beraber, referandum için her şey hazırdı.
Barzani’nin bu kadar hızlı hareket etmesinin hem kendi siyasi iktidarıyla (iki yıl önce dolan görev süresiyle ilgili meclisi kapatması ve referandum kararını bu süreçte alması) hem de Başur Kürdistan’ın özellikle son on yıllık süre içerisinde kazandığı uluslararası alandaki meşruluğuyla doğrudan ilgisi vardı. IŞİD’e karşı savaş, yönetimin ve peşmergenin pozisyonunu olumlu anlamda değiştirmişti. Böyle bir pozisyondayken İran ve Türkiye gibi devletlerin doğrudan saldırıyı göze alamayacağını düşünmek mantıksız değildi. Daha da ötesi, bu iki devletle de IKBY’nin siyasi ve ticari ilişkileri önemli bir seviyedeydi.
Eylül ayı başlangıcında bu iki devletin “dostça” vazgeçirme çağrıları, referandum yaklaştıkça sert uyarılara, sınırda merkezi hükümetle düzenlenen ortak tatbikatlara, meclislerden geçirilen sınır ötesi operasyon tezkerelerine, “bir gece ansızın gelebiliriz”i barındıran tehditkar söylemlere bıraktı yerini.
Irak hükümeti, önce referandumu yasadışı ilan etti, sonrasında Kerkük valisini görevden aldı. 25 Eylül’deki referanduma kadar Başbakan Haydar el Abadi “Askeri açıdan müdahale edeceğiz.” diyerek, sınır kapılarını ve havalimanlarını merkezi hükümete teslim edilmesini farklı seferlerde yineledi. Tabi bütün bunlar olurken Haşdi Şabi Kerkük sınırına konuşlanıyordu.
Referandum günü, BM Irak Temsilciliği’nin referandumda herhangi bir rol üstlenmeyeceğini açıklaması, Batılı müttefiklerin destek vermedeki kayıtsızlığının açık göstergesiydi. Bundan güç alan merkezi hükümet, 15 Ekim’de referandum sonuçlarını tanımadığını Irak ordusu ve Haşdi Şabi güçlerinden oluşan koalisyonla Şengal, Kerkük ve Musul gibi toprakları ele geçirerek aleni bir şekilde göstermiş oldu. Her ne kadar, Barzani yönetimi Kerkük’e müdahaleyi savaş ilanı saysa da, birkaç yer dışında bölgeler direniş olmaksızın merkezi hükümetin eline geçti. Kerkük’ten Erbil ve Süleymaniye’ye 60 bine yakın insan göç etmek zorunda kaldı.
Başur Kürdistan’da yeni oluşan tablo, genel olarak bölgenin 1990’lara geri döndüğü yönünde. Bunda Irak ordusu ve Haşdi Şabi güçlerinin saldırılarına karşı, KYB ve KDP’nin birbirini suçlayan açıklamalarının payı var. Aynı değerlendirmelerde, Başur Kürdistan’ın Erbil merkezli KDP kontrolü ve Süleymaniye merkezli KYB kontrolü arasında bölündüğü de iddia ediliyor.
Katalonya Referandumu’nda Ters Giden
Başur Kürdistan’da yaşananlara benzer bir süreç, Katalonya’da da işledi. Referandum öncesi ve sonrasındaki karşılıklı restleşmelerle İspanya Başbakanı Mariano Rajoy ve Katalonya Başkanı Carles Puigdemont sürecin en ön plana çıkan isimleriydi.
Gerçekleşen referanduma yönelik İspanya hükümetinin saldırısı, Avrupa Demokrasisi’nin de sınırları olduğunu anlamak adına önemliydi. 92 oy merkezinin kapatıldığı polis saldırısında, 337 kişi yaralandı. Ertesi günlerde özgürlük yanlılarının yürüyüşleri ve CNT, Solidaridad Obrera, CGT gibi anarşist sendikaların örgütledikleri genel grevlerle süreç devam etti.
Birlik yanlılarının protestolarından güç alan İspanya Başbakanı Rajoy bağımsızlığı engelleyeceklerini her fırsatta vurguladı. Bunu takiben referandum yasası geçersiz sayıldı. AB Komisyonu Başkanı Jean Claude Junker, Katalonya meselesine ilişkin tarihi bir konuşma gerçekleştirerek, Avrupa sınırlarında benzer statüde bulunan halklara mesaj gönderdi. “Katalanların bağımsızlığına izin verilmesinin diğer halklara emsal olacağından endişe duyuyoruz. Olası bir Katalan bağımsızlığının Avrupa’daki diğer halkları da cesaretlendirebilme ihtimali endişe uyandırıcı.” Durum bu kadar netti.
Uluslararası desteğin olmadığını anlayan Puigdemont, bir strateji olarak 10 Ekim’de açıklanacak “bağımsızlık” kararını askıya aldığını söyledi. Bunu İspanya ile bir diyalog sürecinin başlamasını istediği için yaptığını belirtti. Bu kararı takiben İspanya Hükümeti, Katalonya bölgesinin özerkliğini askıya aldı ve Katalan yönetiminin yetkilerinin hükümete devredileceğini açıkladı. Başbakan Rajoy, kriz dönemlerinde özerkliği askıya alan ve bölgeleri merkezi Madrid yönetimine bağlayan 155. Maddenin işletileceğini söyledi. Yani İspanya, Katalonya’da OHAL ilan etmiş oldu. Tüm bu yaşananlar, Katalanlar için tanıdıktı. Franco rejimi uygulamalarının geri geldiğinin herkes farkındaydı.
27 Ekim’de, Katalonya bağımsızlığını ilan etti. Mecliste gerçekleştirilen gizli oylamayla Katalan Cumhuriyeti’nin kurulduğu bildirdi. İspanya Merkezi Hükümeti bunun üzerine, Katalonya hükümetini feshetti, özerkliğini askıya aldı. Başkan Puigdemont dahil olmak üzere 141 yöneticiyi görevinden aldı. Katalonya ekonomisi, Ekonomi Bakanlığı’na bağlandı ve 21 Aralık’ta yerel seçimlerin yapılacağını duyurdu.
Avrupa Birliği arabuluculuk yapmayacağını ısrarla vurgularken, Katalonya’nın bağımsızlık ilan ettiği gün, Kanada, ABD, Almanya, Fransa, İngiltere gibi devletler Katalonya’nın bağımsızlık ilanını tanımayacağını belirttiler. Tabi ki, AB Komisyonu Başkanı’yla benzer endişelere sahip oldukları için…
Öyleyse Referandum Neye Yarıyor?
Woodrow Wilson, 1918’de Orta Avrupa’nın siyasi yapısının olumlu yönde değişmesi için kullanışlı bir kavram olarak düşünür “kendi kaderini tayin” ilkesini. Ancak ilke, dünya üzerindeki devletlerin neredeyse hepsi heterojen bir yapıya sahip olduğu için uluslararası hukuk açısından bir sorun yaratmıştır. Birleşmiş Milletler, bu ilkeyi temel bir hak çerçevesinde kabul etse de bu hakkın kullanılmasını belirli şartlara bağlamıştır. Ayrılışacak merkezi siyasi iktidar ile mutabakat!
Başur Kürdistan ve Katalonya’da gerçekleşen referandumların hiçbir işe yaramayacağını belirten siyasi analizcilerin kendilerini dayandırdıkları yer tam burasıdır. Merkezi hükümetle anlaşma ve uluslararası destek olmadıkça bağımsızlık ilanı, referandumlardan evet çıksa bile, amacına ulaşamaz. Çünkü yok hükmündedir.
Öyleyse referandum neye yarıyor?
Merkezi siyasetin çarklarında bir işe yaramadığı kesin. Ancak ortadaki durum açık, iki coğrafyada da yaşayan halklar merkezi siyasi yapıya bağlı bir siyasal işleyişten olmadıklarına dair politik bir tavır gösterdiler. Bu tavırlar, bu coğrafyalarda yakın bir geleceğin belirlenmesinde önemli bir yere sahip olacak.
UKKTH Değil Özyönetim
Avrupa Birliği’ne bağlı Özerklik Araştırmaları Komisyonu’nun 2009 yılında yayınladığı bir rapora göre, dünya üzerinde 60 bölgede özerk yapı var. Son yıllarda özellikle Ortadoğu coğrafyasında değişen haritaları da hesaba katarsak bu sayının çok daha fazla olduğunu söylemek mümkün.
Merkezileşmeye çalışan siyasal iktidarın kaçınılmaz bir çelişkisi bu durum. Dünya üzerinde, merkezi iktidarların homojenleştiremediği halklar olduğu sürece bu çelişki sürecek. Başur Kürdistan ve Katalonya’da olanları bir de bu bakış açısıyla okumaya çalışmak gerek. Merkezi iktidara ya da iktidarlara karşı halkların mücadelesi düzleminden… Merkezileşmeye çalışan iktidar yapılarına karşı hep mücadelenin coğrafyası olmuş bu iki coğrafya. O yüzden bir rastlantı değil bugün yaşananlar.
Etraflarındaki merkezi iktidarların, açık bir şekilde endişeli olduklarını beyan ettikleri şey, kendi merkezi yapılarına muhtaç kalınmadan yeni bir yaşamın kurulabileceği, doğrudan kendi gücünü tesis eden bir siyasal yapı. Merkezi idareye karşı kendi yaşamını ve yaşam alanını yeni baştan yaratabilme gücünün varlığı.
Halkların özgürlük mücadelelerinin, devletli çözümlere sığamayacağının en son iki örneği Başur Kürdistan ve Katalonya deneyimleridir. “Kendi kaderini tayin hakkı” bir devlet yalanıdır. Devletin merkezi kurumlarıyla ilişkisini tamamen kesmemiş bir yerel yönetim organizasyonuna, devletli uluslararası siyasi yapı izin vermemektedir, veremez. Devletçi sisteme eklemlenme potansiyeline karşı özyönetimler, devlet dışı toplumsal bir örgütlenmenin mümkün olabileceğini gösterir. Başur Kürdistan ve Katalonya halklarının iradelerini meşrulaştıracak yegane yöntem budur. Aynı 1936’da Katalonya’da olduğu gibi, aynı 2012’de Rojava’da olduğu gibi…
Hüseyin Civan
The post Ne Katalonya İspanya Ne de Kürdistan Irak – Hüseyin Civan appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post Fehim Taştekin: “Gördüğüm ve duyduğum gerçeklere ihanet etmedim, etmeyeceğim” appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>
Karar, Kahta Cumhuriyet Savcılığı’nın 2 Ekim 2017 tarihli talebi üzerine alındı. Kararda, Faysal Dağlı’nın 1994’te Belge Yayınları’ndan basılan “Birakuji (Kürtlerin İç Savaşı)” kitabı, Aytekin Gezici’nin Tutku Yayınları’ndan basılan “Kürt Tarihi” isimli kitabı ile Fehim Taştekin’in 2016’da İletişim Yayınları’ndan çıkan “Rojava Kürtlerin Zamanı” isimli kitaplarına satış yasağı konulmasını ve toplatılmasını öngörüyor.
Fehim Taştekin’in aynı kitabı daha önce bazı soruşturmalarda “suç delili” olarak sayılmış, ancak kitap hakkında şimdiye kadar hukuki bir işlem yapılmamıştı. Mersin’de İHD yöneticileri dahil birçok kişinin gözaltına alındığı soruşturma kapsamında Taştekin’in bütün kitapçılarda bulunan kitabı için, “nasıl temin ettiniz” sorusu sorulmuş, aynı sorgu içindeki bir başka soruda kitabın “tamamen örgütsel” olduğu kabulü dile getirilmişti. Kahta Sulh Hâkimliği’nin kararında ise kitap “örgütsel” yerine doğrudan “örgüt niteliği” ifadesi kullanıldı.
TAŞTEKİN: GERÇEKLERE İHANET ETMEDİM
“Rojava/Kürtlerin Zamanı” adlı kitabı hakkında toplatma kararı verilen gazeteci Fehim Taştekin, Twitter hesabından açıklama yaptı. Kitabın yasal olarak basıldığını belirten Fehim Taştekin, buna karşın çeşitli soruşturmalarda suç delili olarak yer aldığını aktardı. Taştekin, paylaşımlarında “Belli ki birilerinin canını yakmak için delil icat etmeleri gerekiyordu ve Rojava adını taşıyan bir kitap işlerini görürdü. Yasak olmayan bir kitabın suç delili sayılması abesle iştigaldi. Kaldı ki yasaklı bir kitabı bulundurmak da suç olamaz. Sanırım yasal bir kitabı suç delili saymak gibi bir çelişkiyi ortadan kaldırmak için kitabı yasaklamaları gerekiyordu” ifadelerine yer verdi.
Kahta Sulh Ceza Hakimliği’nin kararında “terör örgütü niteliği taşıyan kitap” ifadesi kullanıldığını hatırlatan Taştekin, karara İletişim Yayınları avukatının itiraz ettiğini açıkladı.
Taştekin, “İşimiz gerçeğe tanıklık etmektir, olup biteni olduğu gibi yazmaktır. Gördüğüm ve duyduğum gerçeklere ihanet etmedim, etmeyeceğim. Barıştan başka talebi olmayan insanları terör propagandası ile suçlamak ahlaksızlıktır. Başka diyebileceğim bir şey yok.”
The post Fehim Taştekin: “Gördüğüm ve duyduğum gerçeklere ihanet etmedim, etmeyeceğim” appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post Siyasal İktidarın Sözcüsü: “Gerekirse Afrin’e gireriz, operasyon için tüm hazırlıklar tamam” appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İbrahim Kalın TRT Haber’e bir takım açıklamalarda bulundu.
Kalın, yaptığı açıklamada, Rojava’nın Afrin kentine yönelik gerçekleşebilecek herhangi bir operasyon ile ilgili sorulara, “Türkiye kendi güvenliği için gerekli gördüğü yer ve zamanda müdahaleyi yapar. Gerekirse Afrin’e gireriz. Operasyon için tüm hazırlıklar tamam” ifadesini kullandı.
The post Siyasal İktidarın Sözcüsü: “Gerekirse Afrin’e gireriz, operasyon için tüm hazırlıklar tamam” appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post Efrîn’de Yaşam Direnişte appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Rojava’nın Efrîn Kantonu’nda, devletlerin ve cihatçı terör çetelerinin işgal, kuşatma ve ambargolarına karşın halkın yaşam mücadelesi sürüyor. Efrîn’in bereketli toprakları, devletler ve çetelerin işgal, talan ve katliam düşlerini süslerken, diğer taraftan bu topraklar yoksul insanlar için geçim ve yaşam kaynağı anlamı taşıyor.
Zengin doğası ve güzelliğiyle her mevsim başka bir ürünün geçim kaynağı olduğu Efrîn’de, yılın ilk elmaları toplanmaya başladı. Her çeşit elma bostanının bulunduğu Efrîn’in Basot’e köyünde kadınlar sabahın erken saatlerinde kalkıp elma bostanlarına gidiyor. 11 dönümlük toprak üzerinde 300 elma ağacı bulunurken, kadınlar bu ağaçların bakımını kendileri yapıyor.
Kaynak: Gazete Şûjin
The post Efrîn’de Yaşam Direnişte appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>