The post “Devletin Polymath’ları” – Hüseyin Civan appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>
“Haydi Türkiye bu 100 yılda gelen bir şans, kullan bu şansını ve kır iç-dış siyasal-ekonomik-finansal vesayeti! Yaşasın tam bağımsız cihanşümul büyük Türkiye!” -Yiğit Bulut-
Bir insan isterse her şeyi yapabilir, her alanda yetkinleşebilir diyor Leon Battista Alberti. Alberti, İtalyan Rönesansı’nın önemli isimlerinden birisi. Yazar, şair, sanatçı, mimar, dilbilimci ve filozof… On parmağında on marifet. Alberti’nin olduğu gibi farklı alanlarda yetkinleşmiş bu çok yönlü insanları nitelemek için kullanılan bir kelime var; polymath. Birebirinden farklı birçok disiplinde çok bilgili ve yetkin olan kişi anlamına gelen sözcük 17. yüzyılda kullanılmaya başlıyor. Rönesansın ve Aydınlanmanın “ideal insanı”nı tanımlamak için kullanılan sözcük, bu dönemde bilim ve sanat alanında ön plana çıkan büyük düşünürlerden bahsedilirken sıkça kullanılır. Biz de polymath’ı karşılamak için kullanılan bir kavram var: Hezarfen. Hezar Farsça‘da bin, fen de Arapça ‘da bilim anlamına geliyor. Yani binbilimle uğraşan kişi…
Mevcut siyasi iktidar, kendi döneminin rönesansını mı yaşıyor olduğunu zannettiğinden ya da başka bir sebepten mi bilinmez ancak; polymath’larını bir bir sahaya sürüyor. Örneğin Rasim Ozan Kütahyalı… Kütahyalı’nın yetkin olmadığı konu yok. Siyasetten futbola her konuya ilişkin fikri ve bu geniş alanda hareket edebilen uzun elleri var.
Kütahyalı’nın ekonomist versiyonu olan Yiğit Bulut, farklı alanlardaki yetkinliğinin karşılığını Cumhurbaşkanı’nın başdanışmanı olarak almış görünüyor. Ekonomi haberleri sunuculuğundan başdanışmanlığa giden yolda, farklı alanlarda yetkinliğini iyi kullanmış!
Tarihten yakın/uzak dönem siyasetine, ekonomiden uluslararası ilişkilere, kamu yönetiminden din bilimlerine varıncaya geniş yelpazesine sığdırdığı sonsuz bilgisiyle siyasi iktidarın ekonomik-politik perspektifini yaratıyor.
Turbo Kapitalizm
Ana akım medyanın neredeyse hepsi iktidar tarafından yönlendirildiğinden artık gündem sözcüğü anlamsız. Hele bir de Cumhurbaşkanı’nın başdanışmanıysanız, söylediklerinizin, yazdıklarınızın gündem olmama ihtimali var mı?
Bunun bilinciyle olsa gerek, Yiğit Bulut devletin attığı her adımı anlamlandırmaya, haklılaştırmaya ve mantık yüklemeye çalışıyor. Doktrin üstüne doktrin, tez üstüne tez… Danışmanlık yaptığı zat-ı muhteremle aynı retoriği tutturmaya özen gösteriyor.
Bulut’un bir ay içerisinde üstünde durduğu en önemli mesele, TC’nin batı politikası… Mevcut iktidarın (tabi burada artık iktidardan anarşistlerin kastını neden ısrarla sadece hükümetle ilgili olmadığını, Tayyip Erdoğan’ın hükümet üstü konumundan daha iyi anlayabiliriz) yakın dönem hamlelerini okuyabilmek adına ne yazık ki Bulut’un yazdıkları az da olsa önem taşıyor.
Tabi bunu yapabilmek için Yiğit Bulut retoriğine biraz bulaşmış olmak gerekiyor.
İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra, dış politikada yönünü şaşıran TC’nin, dışarıdaki yerleşik yapının içeride türetmeye başladığı burjuva sınıfına ve onların uzantısı olan siyasetçilere teslim olduğu bir TC tarihi teziyle yola çıkıyor Yiğit Bulut. Erdoğan’ın ağzından düşürmediği faiz lobisi ve dış güçler gibi kavramlara bir tarihsellik de atfetmiş oluyor. Ve tabi şu an küresel kapitalizmin parçası haline gelmiş olan sermayedarlar da bu tarihsellikten nasibini alıyor.
Dış odakların tezgahları, bu tezgahın parçası olan türeme taşeronlar, sanal kamuoyu… Bu yeni terimlerin hepsi, Bulut’un Turbo Kapitalizm diyerek, kapitalizmin son aşaması tartışmalarına son noktayı koyduğu yerli yapım olan kavramlaştırmasının alt başlıkları…
Ancak şunu hemen belirtiyor. Burada eleştirilen ve yoğunluklu olarak batıyla ilişkilendirilen kavramın, ABD ile herhangi bir ilişkisi yok. Bu turbo durumun nedeni Avrupa, özelinde Almanya ve İngiltere… Osmanlı’dan kalan bir dava…
İngiliz Emperyalizmine Karşı Başkan Obama
ABD ile nasıl ilgili olsun? Bulut’a göre Obama’nın başkanlığı İngiliz Emperyalizmi’ne karşı ABD’de ezilen halkların en büyük cevabı… Dolayısıyla batıda TC’ye bir müttefik aramak gerekiyorsa bu ABD’den başka bir devlet olamaz.
Yeni Dünya Düzeni (bu polymath’ların en çok sevdiği kavramlardan biri) içerisinde Avrupa’ya artık yer yok. Yeni dengede ABD ve Rusya gibi devletlerin yanı sıra TC’ye de yer var. Överek bitiremediği Tayyip Erdoğan’ın dış politikadaki başarılarıyla, bu yeri TC’nin kazandığını her yazısında vurgulayan Bulut, denge siyaseti izlemenin en doğru hamle olduğu kanaatinde.
“Türkiye batıdan doğuya doğru kayıyor diyenlerin anlayamadıkları şey, batı diye neyi işaret ettiğimiz” diyen Bulut, 200 yıldır yaşadığımız topraklara en büyük kötülükleri yapan İngiltere ve Almanya’ya yönelik tarihsel kini her fırsatta kusuyor.
AB sınırı aştı, sınırlarını öğrenecek! Yesinler sizi insanlık örneği Avrupa! Çanakkale Geçilmez Doktrini… Bulut’un son ayda yazdığı yazıların başlıklarından birkaçı… Bu söylemsel sertlik bir yerden tanıdık geliyor ama kim kime danışmanlık yapıyor çok anlaşılmıyor.
Tam Bağımsız Türkiye
Erdoğan’ın iktidarı eline geçirmesiyle başlayan süreci, TC’nin bağımsızlaşma süreci olarak gören Bulut, tam bağımsızlık şartının başkanlık sistemi ve yeni anayasa merkezli bir devlet olduğunu vurguluyor. Anlaşılan Başkanın Başdanışmanı olmanın hazırlıklarını yapıyor Bulut.
Sınırsız hayal dünyası, kadim öfkesi, dünya ekonomisine yönelik içgüdüleri, sayısız komplo teorileri… Bulut, devlet zihniyetinin sözcüsünden başka bir şey değil. Yeni kavramlar, yeni anlamlar türetmeyi iyi öğrenen siyasi iktidar, sözcüleri vasıtasıyla düşman yaratma politikası üzerinden kendini var etmeye devam ediyor. Yegane meşruluğunu dayandırdığı şey olağanüstü durumlara müdahil olabilme kapasitesi olan devlet, sürekli bir düşman (ekonomide faiz lobisi, dış odaklar, yabancı sermaye ile ilişkili yerel sermayedarlar; dış politikada Almanya, İngiltere gibi devletler; iç politikada dıştan yönlendirmeli illegal güçler…) politikası üzerinden imitasyon durumlarının peşinde kendi iktidarlı konumunu stabil tutmaya çalışıyor. Bütün bunları yaparken de turbosunu eleştirdiği kapitalizmin özgün versiyonunu hegemonyasını sürdürdüğü coğrafyada kendi istediği şekilde işletmeye devam ediyor.
Ancak açık olan bir şey var, yaratılmaya çalışılan iç politikanın da dış politikanın da özü bir düşmana karşı savaş durumuna endekslenmiş konumda. Devletin bu politikalarında ön plana çıkan isimler, sürekli şekilde düşman yaratan, savaşa hazırlanan söylemler üretenler… Devletin bu söylemlerle kendisini kurmasına ihtiyacı var; mantıksızlığın bir mantığa ihtiyacı var.
Çünkü olur da bu mantıksızlık anlaşılırsa…
Hüseyin Civan
Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 27. sayısında yayımlanmıştır.
The post “Devletin Polymath’ları” – Hüseyin Civan appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post ” SiHiRBAZ ” – Merve Demir appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Sahnede bir adam, adamın elinde büyük bir şapka. Adam, elini şapkanın içine atar ve bir tavşan çıkarır. Sihirbazlıkla özdeşleşen klasik hikaye aslında budur. Birkaç kart numarası, el çabukluğuna dayanan oyunlar… Hayatımızda en azından bir kez, hepimiz o doğaüstü mesleği icra etmeyi düşünmüşüzdür. Sihirbazlık…
Dünyanın kadim mesleklerinden birisi. Sümer’den Akad’a; Mısır’dan Elam’a sihir yapanlar, toplum içerisinde önemli bir statüye sahip olarak görülmüştür; Avrupa ya da Amerika kıtasındaysa durum bunun tam tersinedir. Bahsi geçen kıtalarda sihirbazlar lanetli olarak görülür ve hatta öldürülürdü. Ortaçağ’a gelindiğinde mezarcılar, doktorlar, hatta bazen bedensel engelliler bile bu yaftalamayla karşılaşmıştır.
Aslında bu olumsuz yaftalamaya gelindiğinde kelimenin kökenine biraz daha odaklanmakta fayda var. Sihir, Arapça shr kökünden gelir ve kelimenin muhakkak ki Akadça’daki “saxiru” kelimesiyle bir ilişkisi vardır. Saxiru, büyücü ya da sihirbaz anlamına gelir.
Sihir ve büyü kelimeleri her ne kadar eş anlamlıymış gibi kullanılsa da bunlar eylem niteliği bakımından farklı kelimelerdir. Büyü kelimesi; etkileme, yayılma, örtme ve kapatma anlamlarına gelir. Şaman kültürü ile iç içe geçen büyünün her coğrafyada kullanımı ve anlamı farklılaşabilir. Büyü sözcüğü, içinde bulunduğu (din ve gelenek etkisindeki) kültürel sistemle bağlantılıdır. Büyü bu farklı coğrafyalarda farklı anlamlar kazanırken, “sihir”inse evrensel bir bütünlüğü vardır.
Sihirle hedeflenen şey, olmayan bir şeyi olmuş gibi göstererek insanları etkilemektir. Gerçeği el çabukluğu ya da başka teknikler yardımıyla, olduğundan farklı göstererek, beynin olayı farklı algılamasını hedefler. Yani aslında sihir, diğer bireylerde illüzyon yaratabilmektir.
Aslında bu durum sihirbazların neden belli zamanlarda belli yerlerde statü sahibi önemli kişiler, başka yerlerde de neden lanetli olarak görüldüğünü açıklar. Sihirbazlar bazen insanları kandırarak tanrı olarak bir kabul görmüşlerdir. Sihirbazlıksa, insanları yönlendirmeyi kolaylaştırmak için en çok kullanılan tekniklerden biri olmuştur.
1584 yılında önce Fransa’da J. Prevost tarafından dünyanın ilk sihirbazlık kitabı “La Premiere Partie des Subtiles et Plaisantes Inventions” (İnce ve Hoş Buluşların İlk Bölümü); hemen aynı yıl İngiltere’de de R. Scot’ın ünlü “The Discovery of Witchcraft” (Büyücülük Keşfi) adlı eseri yayımlanmıştır. İlk çağlardan bu yana önemsenen sihirbazlık, basılan birçok farklı kitapla gitgide yayılmış ve yaygınlaşmıştır.
Sihirbazlık denildiğinde akla gelecek bir isimse, uzun yıllar boyu değişmemiştir: Jean-Eugene Robert Houdin’in alışılagelmişin aksine farklı ve zorlayıcı numaraları, onu izleyenleri her defasında büyülemiştir. “Büyük Houdini”ye gelmeden önce, Rönesans döneminde “Hokkabaz” isimli tablosuyla bilinen Hieronymus Bosch da, bu illüzyon sanatının şu an oluştuğu boyutları iyi tasvir etmiştir. Tabloda resmedilen, bir masanın etrafına doluşan kalabalığa türlü oyunlarını gösteren hokkabaz, aslında başka bir oyunun içindeki “oyalayıcı” karakterdir. Oyunun büyüsüne kapılmış bir adamın parası, arkasında konumlanmış bir başka “hokkabaz” tarafından çalınmaktadır. Adam oyunun büyüsüne o kadar kapılmıştır ki, arkasında olan bitenin farkında değildir.
Bosch’un resmettiği an, aslında sihirbazlığın yarattığı illüzyon etkisini açıkça gösterir. Olmayan bir gerçekliğe odaklanan kişi, onun dışında var olan başka bir gerçeklikten bütünüyle kopmuş ve adeta hipnotize edilmiş gibidir. Modern çağın ilk sihirbazlarından olan Bartolomeo Bosco’dan Robert Houdin’e, Johan Nepomuk Hofzinsen’den günümüzün sihirbazlarına kadar tüm hokkabazların yaptığı da budur. Sihirbazın oyunlarına aldanan kişinin yaşadığıysa; aslolan gerçeği görememek ve aslında olmayan bir duruma inanmaya mahkum edilmekten ibarettir.
Yüzyıllardır kimi zaman yalnızca bir eğlence aracı olan sihirbazlık, çoğu zaman da kişinin karşısındaki aldattığı bir eylemlilik olarak göstermiştir kendini. Asırlardır süren bu mesleği düşünürken gözden kaçırılmaması gereken önemli şey, modern çağın sihirbazlarının ve hokkabazlarının hangi büyük oyunun bir parçası olduğunu unutmamak ve bütün bu illüzyon içerisinde gösterilmek istenmeyen “asıl gerçeği” yakalayabilmek. Keza kapitalizm denen büyük sihre ya da devletli sistemin büyüsüne odaklanmışken, görünmez kılınmak istenen asıl gerçeği unutmamak gerek.
Merve Demir
Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 27. sayısında yayımlanmıştır.
The post ” SiHiRBAZ ” – Merve Demir appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>