rüşvet – Meydan Gazetesi https://meydan1.org Anarşist Gazete Fri, 01 Dec 2017 17:10:14 +0000 tr hourly 1 https://wordpress.org/?v=5.3.13 Rıza Sarraf ve Ailesinin Mal Varlıklarına El Konuldu https://meydan1.org/2017/12/01/riza-sarraf-ailesinin-mal-varliklarina-el-konuldu/ https://meydan1.org/2017/12/01/riza-sarraf-ailesinin-mal-varliklarina-el-konuldu/#respond Fri, 01 Dec 2017 17:10:14 +0000 https://seninmedyan.org/?p=22457 Rıza Sarraf’ın itirafçı tanık olduğu, İran’a yönelik ABD ambargosunun TC  bankası Halkbank üzerinden delinmesi davası New York’ta sürerken önemli bir gelişme yaşandı. İstanbul Cumhuriyet Başsavcı Vekili Hasan Yılmaz’ın talimatıyla Mali Suçlarla Mücadele Şube Müdürlüğü’ne gönderilen yazıda,”Türkiye Cumhuriyeti’nin güvenliği, iç veya dış siyasal yararları bakımından gizli kalması gereken bilgileri yabancı devlet lehine siyasal ve askeri casusluk maksadıyla temin ettiği” […]

The post Rıza Sarraf ve Ailesinin Mal Varlıklarına El Konuldu appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>

Rıza Sarraf’ın itirafçı tanık olduğu, İran’a yönelik ABD ambargosunun TC  bankası Halkbank üzerinden delinmesi davası New York’ta sürerken önemli bir gelişme yaşandı. İstanbul Cumhuriyet Başsavcı Vekili Hasan Yılmaz’ın talimatıyla Mali Suçlarla Mücadele Şube Müdürlüğü’ne gönderilen yazıda,”Türkiye Cumhuriyeti’nin güvenliği, iç veya dış siyasal yararları bakımından gizli kalması gereken bilgileri yabancı devlet lehine siyasal ve askeri casusluk maksadıyla temin ettiği” gerekçesiyle Rıza Sarraf’ın mal varlıklarına el koyma kararı verildiği belirtildi.

El koyma listesinde Sarraf’ın kızı Alara Sarraf, yakın çevresi ve akrabaları da bulunuyor. ABD’deki duruşmalarda itiraflarına devam eden Rıza Sarraf, davanın dünkü oturumunda, Ziraat Bankası ile Vakıfbank’ın İran ile yapılan altın ticaretine, dönemin Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan ile dönemin Hazineden Sorumlu Devlet Bakanı Ali Babacan’ın talimatıyla dahlini Zafer Çağlayan’dan duyduğunu söylemişti.

The post Rıza Sarraf ve Ailesinin Mal Varlıklarına El Konuldu appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2017/12/01/riza-sarraf-ailesinin-mal-varliklarina-el-konuldu/feed/ 0
Verilen Aranın Ardından Duruşma Tekrar Başladı https://meydan1.org/2017/11/29/verilen-aranin-ardindan-durusma-tekrar-basladi/ https://meydan1.org/2017/11/29/verilen-aranin-ardindan-durusma-tekrar-basladi/#respond Wed, 29 Nov 2017 20:07:53 +0000 https://seninmedyan.org/?p=22254 İran’a uygulanan ambargoyu delmekle suçlanan  Mehmet Hakan Atilla’nın sanık, Rıza Sarraf’ın ise tanık olarak yer aldığı davaya verilen öğle arasının ardından devam ediliyor. Rıza Sarraf, aradan önce başladığı ifadesine devam ediyor. Sarraf, Zafer Çağlayan’a rüşveti nasıl verdiğine dair savcının sorduğu soruyu, “Nakit, değerli eşya ve banka transferi yoluyla.” şeklinde cevapladı. Rıza Sarraf aynı “yöntemle” Çağlayan’ın ailesine de […]

The post Verilen Aranın Ardından Duruşma Tekrar Başladı appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>

İran’a uygulanan ambargoyu delmekle suçlanan  Mehmet Hakan Atilla’nın sanık, Rıza Sarraf’ın ise tanık olarak yer aldığı davaya verilen öğle arasının ardından devam ediliyor. Rıza Sarraf, aradan önce başladığı ifadesine devam ediyor. Sarraf, Zafer Çağlayan’a rüşveti nasıl verdiğine dair savcının sorduğu soruyu, “Nakit, değerli eşya ve banka transferi yoluyla.” şeklinde cevapladı. Rıza Sarraf aynı “yöntemle” Çağlayan’ın ailesine de “ödeme yaptığını” söyledi.  Zafer Çağlayan’ın, İran’la altın ticaretinden elde edilecek kârı yarı yarıya paylaşmak istediği de Sarraf’ın açıklamaları arasında yer aldı.

Sarraf’ın, altın ticaretinin nasıl yapıldığını bir şema çizerek anlatmak üzere tanık sandalyesinden indi. Savcı, Rıza Sarraf’ın çizdiği şemayı kanıt dosyasına ekledi

The post Verilen Aranın Ardından Duruşma Tekrar Başladı appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2017/11/29/verilen-aranin-ardindan-durusma-tekrar-basladi/feed/ 0
“Ricacı Reza” – İlyas Seyrek https://meydan1.org/2016/04/28/ricaci-reza-ilyas-seyrek/ https://meydan1.org/2016/04/28/ricaci-reza-ilyas-seyrek/#respond Thu, 28 Apr 2016 06:47:15 +0000 https://test.meydan.org/2016/04/28/ricaci-reza-ilyas-seyrek/ 2013’ün sonlarında gerçekleştirilen ve uzun süre coğrafyamızın politik gündeminde ağırlığını koruyan 17-25 Aralık Yolsuzluk Operasyonları’nın kilit ismi Rıza Sarraf, ABD’de tutuklandı. Kara para aklama, banka sahtekarlığı ve dolandırıcılıkla, ABD’nin İran’a yaptırımlarını delmekle suçlanan Sarraf’ın, 75 yıl hapsi isteniyor. ABD’deki tutuklamanın, Sarraf’ın İran’daki ortağı olduğu söylenen ve itiraflarında TC bakanlarına 137 milyon TL rüşvet verdiğini söyleyen […]

The post “Ricacı Reza” – İlyas Seyrek appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>

Meydan Gazetesi Ricacı Reza İlyas Seyrek

2013’ün sonlarında gerçekleştirilen ve uzun süre coğrafyamızın politik gündeminde ağırlığını koruyan 17-25 Aralık Yolsuzluk Operasyonları’nın kilit ismi Rıza Sarraf, ABD’de tutuklandı. Kara para aklama, banka sahtekarlığı ve dolandırıcılıkla, ABD’nin İran’a yaptırımlarını delmekle suçlanan Sarraf’ın, 75 yıl hapsi isteniyor. ABD’deki tutuklamanın, Sarraf’ın İran’daki ortağı olduğu söylenen ve itiraflarında TC bakanlarına 137 milyon TL rüşvet verdiğini söyleyen Babek Zencani’nin İran devletince benzer suçlamalarla idam cezasına çarptırılmasıyla aynı dönemlere rastlaması ilginç. Ancak bunun “sıradan bir tesadüf” olup olmadığını anlamak için biraz gerilere gitmekte fayda var.

İran-ABD Arasında Ambargo Dönemi

İran’da 1979 yılında İslami yönetimin başa gelmesiyle, ABD ile diplomatik ilişkiler dondurulmuştu. 1980’de ABD’nin başlattığı askeri ve ekonomik yaptırımları içeren ambargo, 2004’te gevşetilmiş, ancak 2005’te sertlik yanlısı Ahmedinejad’ın İran’ın nükleer programını aktive edeceğini açıklamasıyla tekrar ağırlaştırılmıştı. Sarraf ve Zencani benzeri isimler, işte tam da bu dönemde İran’ın uygulamaya soktuğu ambargoyu delme politikalarıyla “sistemde” yer buldular. Zira ABD öncülüğünde uygulanan ambargo, 2005 sonrası, neredeyse tamamen ekonomik yaptırımları içeriyordu.

Ambargo Nasıl Delindi?

ABD ve AB’nin ticari ambargoları nedeniyle küresel döviz transfer sistemi SWIFT’in İran’a kapatılmasıyla İran, para transferi yapamama tehlikesiyle karşılaştı. Bu sistemi delmek amacıyla Rıza Sarraf tarafından Çin ve Dubai’de paravan şirketler kuruldu. Şirketlerin hesaplarına yatırılan para altına çevrildi. Sistemin tam bu bölümünde ise devreye TC devleti ve onun enerji politikaları giriyordu. İran’dan alınan petrol ve doğalgaz nakit olarak ödenemediğinden, 17-25 Aralık sürecinden de aşina olduğumuz Halkbank’ta altın hesapları açılıyordu. Küresel piyasalardaki hesaplarda biriken altın önce Türkiye’ye, ardından İran’a aktarılıyordu. Tüm bu hesap hareketliliğinden haberdar olan ABD ise İran’a, Temmuz 2013’te, altın ihracatını da yasakladı.

Ambargodan Nemalananlar

Tüm bu nakit para ve altın trafiğinde TC devleti, özellikle devlet bankası Halkbank aracılığıyla, ciddi bir ekonomik hareketliliğe girdi. İran’a 3 yıl içinde yapılan 8 milyar dolarlık altın ihracatı ve bankalardaki 13 milyar dolarlık altın birikimi, “kurulan sistemin” TC ekonomisinde gözlemlenen etkileriydi. Üstelik İran’a doğal gaz-petrol borcunu Halkbank üzerinden ödemek isteyen Hindistan gibi devletlerin varlığı bankanın küresel finans sistemindeki değerini artırıcı etkendi. Sarraf’ın 17 Aralık sonrası katıldığı bir programda bahsettiği “cari açığın düşürülmesi” bu yolla gerçekleşti. Bu yolla oluşan 100 milyarca dolarlık kayıt dışı ekonominin ise Suriye başta olmak üzere bölgede savaşan cihatçı örgütlere de “değdiğini” söylemek gerek.

Diğer tarafta İran’da, ambargonun yarattığı bu karaborsadan en çok yararlanan kurum, İran Devrim Muhafızları Ordusuydu. İsmindeki askeri kurum ibaresinden çok dev bir holding olarak düşünebileceğimiz İDMO, yıllık 12 milyar dolarlık cirolara sahip şirketleri bünyesinde barındırıyor. Bunların önemli kısmı enerji yatırımları yapıyor. İDMO bağlantılı, İran’ın en büyük inşaat ve enerji şirketi olan Mapna’nın Türkiye’de bağlantılı olduğu birçok şirket var. Bunlardan biri de iktidara yakın Som Petrol adlı şirket. Söz konusu şirkete Aralık 2013’te devlet tarafından TC tarihinin en büyük ihalesi verildi. 11.5 milyar TL’lik ihaleyle İran doğalgazının TC toprakları üzerinden Avrupa’ya transferi sağlanacaktı.

Sistemin Sonu

İran ve TC’nin, Sarraf ve Zencani gibiler üzerinden, “kazan-kazan” politikası üzerine kurulu “sistem”, İran’da Amedinejad yönetiminin değişmesiyle sonlanma sürecine girdi. Batı’yla ilişkileri normalleştirerek entegre olma politikası izleyen Ruhani yönetimi ile İran üzerindeki ambargolar kalkmaya başladı. Sertlik yanlısı yönetimlere, ambargolara karşı “ekonomik cihat” mektupları gönderen Sarrafların “kullanışlılığı da” gereksizleşti.

Ambargonun delindiği tüm süreçte, ekonomisindeki 100 milyar dolarlık açığın TC-İran eksenindeki bu para hareketiyle oluştuğunu bilen ABD’nin bu nedenle TC’den hesap sorma isteğinde olduğunu tahmin etmek zor değil. Zarrab davası savcısının tutuklamalarla ilgili yaptığı basın toplantısı esnasında Adalet Bakan Yardımcısını yanında bulundurması, bu anlamda, ABD yönetiminin davaya açık destek vermesi şeklinde yorumlanabilir.

Değerli Değil, “Ricacı” Yalnız

İran tarafından yakalandığı takdirde Zencani benzeri bir ceza alması muhtemel Sarraf’ın belli itiraflar karşılığında ceza almadan ABD’de yargılanmayı seçip seçmediği, şimdilik soru işareti. İhtimaller arasında olan bir diğer konu ise Sarraf’ın bağlantıları ve ambargonun delinmesindeki rolüyle TC’ye olan kızgınlık nedeniyle, soruşturmanın TC’ye sıçrayabileceği.

Tüm bu ihtimaller dışında gerçeklere gelecek olduğumuzda, İran’ın sertlik yanlısı tutumundan vazgeçerek Batı’yla yakınlaşma politikası ile ortaya çıkan yeni tablonun müstakbel kaybedeni TC olacak gibi görünüyor. Rusya krizi ve IŞİD bombalarıyla daha da kırılganlaşan TC’nin ekonomisindeki açmazlarını da Erdoğan’ın ABD ziyaretindeki bazı hamlelerinde okumak mümkün. ABD ve AB’li patronlara yaptığı konuşmada, Türkiye ile ticareti artırma çağrıları yapan Erdoğan’ın ABD-AB arasında müzakere edilen “Transatlantik Ticaret Yatırım Anlaşmasına” kendilerinin de dahil edilme isteği/ricası bu yeni tabloda belki de TC’nin, Batı’dan devamı gelmesi muhtemel ekonomik yatırım beklentilerinin ilki. Sarraflarla kurdukları “sistemle” dışarda ABD’nin devasa parasal gücüne fütursuzca “başkaldıran”, içerde ise yolsuzluklarla yaşamları çalanlar; bedeli şimdilik bu “ricalarla” ödüyorlar.

İlyas Seyrek

[email protected]

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 33. sayısında yayımlanmıştır.

 

The post “Ricacı Reza” – İlyas Seyrek appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2016/04/28/ricaci-reza-ilyas-seyrek/feed/ 0
“Rosatom, Mitsubishi, Areva Nükleerci Şirketler Yanıbaşımızda! ” – Özgür Erdoğan https://meydan1.org/2015/06/05/rosatom-mitsubishi-areva-nukleerci-sirketler-yanibasimizda-ozgur-erdogan/ https://meydan1.org/2015/06/05/rosatom-mitsubishi-areva-nukleerci-sirketler-yanibasimizda-ozgur-erdogan/#respond Fri, 05 Jun 2015 10:41:45 +0000 https://test.meydan.org/2015/06/05/rosatom-mitsubishi-areva-nukleerci-sirketler-yanibasimizda-ozgur-erdogan/ 1987 ile 2013 yılları arasında İNES verilerine göre dünyada 611 nükleer “kaza” yaşanmıştır. Bu vakalar kaşla göz arasında örtbas edilirken, bunlardan sorumlu olan şirketler ve devletler her seferinde bir şekilde aklanmıştır. Rosatom, Areva ve Mitsubishi gibi şirketler ve Türkiye, Rusya, Fransa ve Japonya gibi devletler de yaşadığımız topraklar üzerinde Mersin ve Sinop’ta benzeri çalışmalar içerisinde. […]

The post “Rosatom, Mitsubishi, Areva Nükleerci Şirketler Yanıbaşımızda! ” – Özgür Erdoğan appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>

Meydan Gazetesi- Nükleer

1987 ile 2013 yılları arasında İNES verilerine göre dünyada 611 nükleer “kaza” yaşanmıştır. Bu vakalar kaşla göz arasında örtbas edilirken, bunlardan sorumlu olan şirketler ve devletler her seferinde bir şekilde aklanmıştır. Rosatom, Areva ve Mitsubishi gibi şirketler ve Türkiye, Rusya, Fransa ve Japonya gibi devletler de yaşadığımız topraklar üzerinde Mersin ve Sinop’ta benzeri çalışmalar içerisinde. Adı geçen şirketlerin ve devletlerin tarihlerindeki katliam ve yolsuzluklara bakmanın, kimlerle karşı karşıya kaldığımızı görmek ve nasıl mücadele etmemiz gerektiği konusunda yol gösterici olacağını düşünerek hazırladığımız araştırmayı sizlerle paylaşıyoruz

Rosatom’a Güvenmek

19 Mart 2015 günü, Akkuyu’da nükleer santrali yapacak olan Rus devlet şirketi Rosatom’un başkan yardımcısı Milko Kovachev, “Rus tasarımı nükleer santrallerin depremlerde yıkılmayacağını ve hatta 400 tonluk bir uçak çarpmasına karşı dayanıklı” olduğunu söyledi. Fakat söylemediği bir şey vardı! Bundan yıllar önce Sovyetler Birliği yetkilileri Çernobil’de kurulacak olan nükleer santral hakkında gazetelere şöyle demeçler veriyorlardı: ”Nükleer santrallerimiz çok güvenli, öyle ki Kızıl Meydan’a bile bir tane yapılabilir, bir semaverden daha zararsızlar. Yıldızlar gibiler, onlarla bütün dünyayı aydınlatacağız” Hikayenin sonrasını hepimiz biliyoruz. Ve ne büyük bir tesadüftür ki, Çernobil’i inşa eden ve işleten şirket, bugün Akkuyu’da nükleer ihalesini alan Rus devlet şirketi Rosatom’dur!

Çelyabinsk Katliamı

1957 yılında, yine Rusya’nın Çelyabinsk kentinde “zenginleştirme” esnasında oluşan radyasyonlu atıklar, çevredeki nehirlere boşaltılır. Bununla beraber, bu sızıntı yıllarca devam eder. Çevre köylerden kimileri boşaltılır. Birçok insan kanser olur ya da bu sızıntıya bağlı bir şekilde yaşamını yitirir. Bu durum, ancak 90’lı yıllara geldiğinde aydınlığa kavuşturulur. Çelyabinsk’te nükleer aktiviteler halen devam etmektedir. İşin ilginç yanı tesadüfler devam etmektedir bu işin arkasında da Rosatom vardır. Ayrıca Leningrad Nükleer Santrali’nde 1975, 1992, 2005 ve 2009 yıllarında irili ufaklı birçok “kaza” yaşanmıştır. Şirketin söz konusu santralle doğrudan ve dolaylı ve olarak birçok bağlantısı vardır.

Yolsuzluklar, Rüşvetler, Uluslararası İlişkiler

Rosatom, Rusya’da ve iş yürüttüğü her yerde, adı rüşvet ve yolsuzluklarla anılan bir şirket. İddiaların gelip dayandığı son nokta ise “santral yapımında kullanılan malzemelerin kalitesiz olması” ve “ santrallerde kullanılan atıkların akıbeti”. Çünkü şirket, stratejisi gereği işi ucuza kapatmak için “malzemeden” çalıyor ve tüm nükleercilerin ortak sorunu olan “atık” meselesini de rüşvet ve dalavere ile çözmeye çalışıyor.

Halihazırda, en güvenlisi bile potansiyel bir ölüm makinesi olan nükleer santrallerin, ROSATOM gibi şirketlerin elinde bir derece daha tehlikeli olduğu aşikar. Diğer yandan santral işlerinin bir kısmını alan Cengiz İnşaat’ın, başta 1 milyar 50 milyon dolar olarak verdiği teklifi, işi kapmak için 394 milyon dolara indirerek alması ise hem Rosatom’un hem de taşeronları olan şirketlerin güvenilirliği konusunda adeta “yüreğimize su serpiyor!”

Bir diğer nükleer projesi ise Sinop’ta. Buradaki santrali ise, Japon Mitsubishi Heavy Industries ve Fransız Areva şirketlerinin oluşturduğu konsorsiyum yapıyor. Söz konusu şirketler farklı alanlarda faaliyet yürüten oldukça büyük güçler olduğu için, kötü kokuları da aynı ölçüde burnumuzu sızlatıyorlar!

Areva: Nükleerin ABC’sini Yazan Şirket

Areva, 2001 yılında kurulmuş çok büyük bir nükleer şirketi, şirketin hisselerin tamamına yakını Fransa devletine ait. Şirket nükleer adına ne varsa, o alanda faaliyet yürütüyor. Aynı zamanda dünyanın en büyük ikinci uranyum madeni üreticisi durumunda. Özellikle dünyanın fakir bölgelerinden biri olarak geçen Nijer’de maden faaliyetlerini sürdüren şirket, burada da adeta “yaşam düşmanı” olarak karşımıza çıkıyor.

Areva- Verladung Gondeln, Global Tech I- BLG- Hochtief 15.8.13 Areva- Verladung Gondeln, Global Tech I- BLG- Hochtief 15.8.13

Hem Nükleerci Hem Rüzgarcı

Yazıda bahsi geçen şirketlerin, nükleer işi ile beraber rüzgar ve güneş enerji santralleri yapyor olması ise oldukça ilginç. Özellikle Areva ve Mitsubishi’nin bu alanda önemli çalışmaları bulunuyor. Ölüm olarak anılan “nükleer” ile yaşam olarak anılan rüzgar ve güneş enerjilerinin aynı el tarafından yapılıyor olması, bu sürdürülebilir enerjiyi pazarlamaya çalışanların yaşamı ne kadar düşündüğünü açıkca gösteriyor.

 

Şirket nükleer silahların yapımında kullanılan plütonyum’un (MoX) en büyük üreticilerinden biri. Her ne kadar bu maddenin nükleer silah yapımı için kullanılmadığı söylense de kimse bunun garantisini veremiyor. Dünyanın birçok yerinde faaliyet yürüten şirketin, sadece ABD’de, 2005 yılında yürüttüğü lobicilik faaliyetlerine 1 milyon dolar, 1998-2005 yılları arasında da toplam 4.5 milyon dolar harcadığı biliniyor. Nükleer çalışmalarına “ikna etme” ihtiyacı hissettiği için lobicilik yapan şirket aynı zamanda, tesislerinde yaşanan irili ufaklı birçok “kaza” için de, “saklama” ihtiyacı hissediyor. 12 Eylül 2011 tarihinde Marcoule Nükleer tesisinde bir patlama meydana gelmiş, 1 kişi yaşamını yitirirken 4 kişi de yaralanmıştı. Şirket yaşanan bu durumun “nükleer değil endüstriyel bir kaza” olduğunu söylese de, tesiste neler yaşandığı hala gizemini koruyor.

Bütün bunlarla beraber, geçen günlerde şirketin Normandiya Flamanville’deki EPR tipi reaktörünün kusurlu olduğu ortaya çıktı. Benzer bir şey Finlandiya’da aynı tip reaktörün “kaynak kalitesi” açısından uygunsuz olması nedeniyle eleştirilmişti. Areva’nın Mitsubishi ile ortak üreteceği reaktör tipi ise diğerinden farklı. İlk olarak Fransa’da işlemesi planlanan reaktör, Fransa’nın projeyi iptal etmesi ile ilk defa yaşadığımız topraklarda denenecek. Bu arada Rosatom’un Akkuyu’da kullanacağı reaktörün de ilk defa burada denenecek olması düşündürücü.

Mitsubishi: Dünyanın En Büyük Silah Üreticilerinden Biri

Fukuşima’da yaşanan nükleer facianın ardından Japonya devleti, ülkedeki nükleer santralleri tartışmaya başladı. Japonya devleti, toplumun tepkilerinden dolayı yüzünü sözüm ona “yenilebilir enerji”lere ve doğalgaza dönerken, elindeki nükleer olanakları ise büyük enerji kartelleriyle beraber başka coğrafyalara ihraç etmeye uğraşıyor. Japonya devleti ile Mitsubishi, Hitachi ve Toshiba gibi devasa şirketlerle beraber dünyanın dört bir yanında nükleer çalışmalarını sürdürüyor.

Dünyanın en büyük 100 silah üreticisi arasında yer alan Mitsubishi, otomotivden gıdaya, bankacılıktan sağlık sektörüne kadar birçok alanda varlık gösteriyor. Bir yandan nükleer reaktör üreten, öte yandan gıda işi yapan bir şirketin güvenilirliği bir yana, işi insan öldürmek için silah üretmek olan bir şirketin nükleer işine girmesi ise oldukça ironik. Anlaşılan Mitsubishi ve diğer silah sanayicileri insanları öldürmek için daha kolay bir yol bulmuşlar: Nükleer santral inşa etmek!

Bugün Sinop’ta Areva ile beraber nükleer santral inşasını yapacak olan Mitsubishi, bu işin ehli olanlardan. Öyle ki, Sinop’ta denenecek olan reaktör, Fukuşima’da patlayan reaktörün daha gelişmiş bir versiyonu. Reaktörün ilk defa Sinop’ta denenecek olduğunu düşünürsek, ne kadar “gelişmiş” olduğunu bu coğrafyanın yakınındaki diğer yerlerin yaşayanları olarak zaman içinde göreceğiz.

Evet, büyük bir tehlike ile karşı karşıyayız. Ama karşılaştığımız tehlike yukarıda bahsi geçen “şirketlerin” kötü olması ile alakalı değil; bahsi geçenlerin devlet ve şirket olmaları ile alakalı. Emin olun yukarıdaki isimleri değiştirip yeni bir yazı yazmaya niyetlenseniz belki yerler ve zamanlar değişir, fakat facialar baki kalır.

Özgür Erdoğan

[email protected]

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 27. sayısında yayımlanmıştır.

The post “Rosatom, Mitsubishi, Areva Nükleerci Şirketler Yanıbaşımızda! ” – Özgür Erdoğan appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2015/06/05/rosatom-mitsubishi-areva-nukleerci-sirketler-yanibasimizda-ozgur-erdogan/feed/ 0
“Karakutu Nedir?” – Korsan Hareketi https://meydan1.org/2014/12/21/karakutu-nedir-korsan-hareketi/ https://meydan1.org/2014/12/21/karakutu-nedir-korsan-hareketi/#respond Sun, 21 Dec 2014 12:27:48 +0000 https://test.meydan.org/2014/12/21/karakutu-nedir-korsan-hareketi/ Birisine bir maske verin ve size doğruyu söylesin. Oscar Wilde Devletler, tarihin başından beri halklarından bir şeyleri gizlemişlerdir. Yasadışı dinlemeler, kayıt dışı gözaltılar, gözaltında kayıp edilen insanlar, savaş suçları, kara propaganda, iktidarı elinde bulunduran azınlığın lehine yapılan ayrıcalıklar… Bunlar, devletlerin her zaman yaptığı ve halktan gizledikleri temel şeylerdir. Devletin ve şirketlerin benzer uygulamalarına karşı bir […]

The post “Karakutu Nedir?” – Korsan Hareketi appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>

Birisine bir maske verin ve size doğruyu söylesin.

Oscar Wilde

Devletler, tarihin başından beri halklarından bir şeyleri gizlemişlerdir. Yasadışı dinlemeler, kayıt dışı gözaltılar, gözaltında kayıp edilen insanlar, savaş suçları, kara propaganda, iktidarı elinde bulunduran azınlığın lehine yapılan ayrıcalıklar… Bunlar, devletlerin her zaman yaptığı ve halktan gizledikleri temel şeylerdir. Devletin ve şirketlerin benzer uygulamalarına karşı bir kamuoyu oluşturabilmek için öncelikle bu uygulamaların gözler önüne serilmesi gerekir. Halk her zaman devletlerin ve şirketlerin gizli bir şeyler yaptığını bilir. Ancak ayakkabı kutuları, para eritme konuşmaları, gazetecilerin talimatlarla kovdurulması, rüşvet ilişkileri ve Reyhanlı saldırısına ilişkin gizli belgeleri insanların gözleri önüne serildiğinde bu gizliliğin aslında devletin gerçek yüzünü örtmek için kullanıldığı anlaşılır.

Cinayetleri, yolsuzlukları ve hukuksuzlukları ifşa etmeye odaklı toplum yararına gazetecilik, toplumun bilgiye erişimini olanaklı kılarak bir baskı oluşturmayı amaçlar. Kamu ile ilişki içerisindeki kurumları ve yönetimleri görünür kılabilmenin tek yolu, o kurumlarda çalışan insanların kurum içerisindeki gizlenen bilgileri gazeteciler aracılığı ile kamuoyuna iletmesidir. Ancak insanlar deşifre olmak, işini kaybetmek gibi korkularla ellerinde bulunan bilgileri kamuoyuna iletemeyebilir.

 Bilgi akışını sağlayabilmek için gazetecilik tarihi boyunca var olan bilgi sızdırma teşebbüsleri ve halk için hareket eden ihbarcılar devreye girer. Günümüzün teknolojik şartları oluşana kadar gazetecilerin, basın özgürlüğünün baskı altında olduğu birçok ülkede gerçekleri yayınlayabilmesi çok zor ve tehlikeli olmuştur. Bilgi kaynağının gizli bir bilgiyi gazeteciye aktarması ise hem bilgi kaynağı açısından hem de gazeteci açısından daha da tehlikeli bir iştir.

Günümüzde gazeteci olmayan sıradan bir kişi bile bloglar ve sosyal medya gibi yerlerde yazılar yayınlayarak halka bir şeyler iletebiliyor. İnternet medyasının merkezsiz yapıda olmasının verdiği güç bu medyanın ana akım medya karşı özgürlükler açısından çok daha üstün olmasını sağlıyor. Ancak yine de çok gizli bir bilgiyi sıradan bir blog ya da sosyal medya sitesi üzerinden sızdırmak, bilgi kaynağı açısından hala çok tehlikelidir. Çünkü internet medyasında ve onun bir alt dalı olan sosyal medyada çoğunluğun kullandığı mecralar ne yazık ki ticari şirketlerin elinde ve devlet, yasaları ve anlaşmaları kullanarak bu mecralarda bir şeyler yazan insanların bilgilerine kolayca ulaşabiliyor. Buna karşın, Karakutu Projesi gibi projeler, internet medyasına bilgi sızdırmayı daha tehlikesiz hale getirmeyi amaçlıyor.

Karakutu Projesi Tor ağı üzerinde kurulacak olan bir bilgi sızdırma platformudur. İnternet medyasında normal bir web sitesine giren kişinin internet bağlantısının adresi (IP) site tarafından görülebilir ve yasalar gereği kaydedilir. Yayın yapan web sitesinin IP adresi ise normalde zaten açıktır. Tor ağı, yapısı gereği hem medyanın IP adresini gizler, hem de siteye giriş yapan kullanıcının IP adresini ve dolayısıyla kimliğini gizler. Tor ağındaki bir web sitesine giren kişinin IP adresi web site sahibi tarafından bile görüntülenemez, dolayısıyla kaydedilemez. Ancak tabi ki Tor ağındaki bir web sitesine girebilmek için Tor Browser Bundle isimli programı kurarak bunun içindeki internet tarayıcı üzerinden girmek gerekir. Tor ağı internet üzerinde oluşturulmuş şifreli bir sanal ağdır. Tor sitelerine birkaç adımda bağlanmak için gerekli rehberler internette bolca bulunmaktadır ve tabi ki Karakutu Projesinin yapımı tamamlandığında, projenin web sitesinde de bir rehber yayınlanacaktır.

Proje en yakın zamanda kullanılır hale gelecektir. Projenin bu aşamadan sonra en büyük ihtiyacı; tıpkı ABD halkının savaşa karşı tepkisini arttırarak Vietnam Savaşı’nın bitişini hızlandıran ve Vietnam belgelerini sızdıran ABD ordu çalışanı Daniel Ellsberg gibi; Irak Savaşı’nda sivillerin bilinçli olarak öldürüldüğünü gözler önüne seren ordu çalışanı Bradley Manning gibi, ABD Ulusal Güvenlik Dairesi’nin (NSA) dünyayı 1984 distopyasına dönüştürdüğünün belgelerini sızdıran NSA çalışanı Edward Snowden gibi cesur insanlar olacaktır.

 İnanıyoruz ki halka gerçekleri göstermeye gönüllü insanlar elbet çıkacaktır.

KaraKutu projesine www.karakutuprojesi.org adresinden ulaşabilirsiniz.

Korsan Hareketi

korsanparti.org

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 23. sayısında yayımlanmıştır.

 

The post “Karakutu Nedir?” – Korsan Hareketi appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2014/12/21/karakutu-nedir-korsan-hareketi/feed/ 0
Yeni kabinenin Gerçek Yüzü https://meydan1.org/2014/09/19/yeni-kabinenin-gercek-yuzu/ https://meydan1.org/2014/09/19/yeni-kabinenin-gercek-yuzu/#respond Fri, 19 Sep 2014 18:04:05 +0000 https://test.meydan.org/2014/09/19/yeni-kabinenin-gercek-yuzu/ Başbakan: Ahmet Davutoğlu Ahmet Davutoğlu’nun yakın zamanda IŞİD’e ilişkin “Terörist bir yapı olarak görülebilir ama oradaki yapı daha önceki hoşnutsuzluklara karşı bir reaksiyon olarak doğdu” diyerek IŞİD’i olumlar nitelikte yaptığı açıklamalar, oldukça ses getirmişti. Kabinenin yeni başbakanının IŞİD’e silah taşıyan tırlar açığa çıktığında yaptığı “silah taşımıyorlar, yardım konvoyuydu” açıklamaları, 62. hükümetin dış politikasının ne olacağını […]

The post Yeni kabinenin Gerçek Yüzü appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
 Tayyip Erdoğan Cumhurbaşkanı Seçimleri’ni kazandıktan sonra, en çok tartışılan konulardan biri yeni başbakanın kim olacağıydı. AKP kurmayları heyecanla, yeni kabinede kimlerin yer alacağını, hangi bakanların değişeceğini öğrenmeyi bekliyordu! 29 Ağustos’ta kurulan yeni hükümette başbakanlık rolü Ahmet Davutoğlu’na verildiğinde, bu heyecanlı bekleyiş sona erdi. Davutoğlu’nun başbakanlığının, Tayyip Erdoğan’ın yarı-başkanlık benzeri modelinde çok da etkili olmayacağı, en fazla tartışılanlar arasında.
Yeni hükümetle ilgili tartışmaların kime ne ifade ettiği muğlak olsa da, ezilenler için bu durumun anlamı az çok belli. Yolsuzluk, sömürü ve katliamla özdeşleşmiş 61. hükümetin işlevi neyse, bakanlarıyla beraber yeni hükümetin bizim için aynı şeyi ifade edeceği baştan belli.
Yolsuzluk-sömürü-katliam politikalarından yeni hükümet döneminde de vazgeçilmeyeceği, eski dönemden kalan kilit pozisyondaki bakanlarla bir kez daha gözler önünde. 62. TC hükümeti, yeni cumhurbaşkanıyla beraber aynı stratejiyle, yeni mağdur edilecek kesimlere yoğunlaşırken; yeni kabinedeki bakanların çok da bilinmeyen ya da unutulmaması gereken yüzlerini deşifre ettik. 

Başbakan: Ahmet Davutoğlu

ahmet davutoğlu 2

Ahmet Davutoğlu’nun yakın zamanda IŞİD’e ilişkin “Terörist bir yapı olarak görülebilir ama oradaki yapı daha önceki hoşnutsuzluklara karşı bir reaksiyon olarak doğdu” diyerek IŞİD’i olumlar nitelikte yaptığı açıklamalar, oldukça ses getirmişti. Kabinenin yeni başbakanının IŞİD’e silah taşıyan tırlar açığa çıktığında yaptığı “silah taşımıyorlar, yardım konvoyuydu” açıklamaları, 62. hükümetin dış politikasının ne olacağını şimdiden gözler önüne seriyor.

Hakkında çıkan tapelerde Suriye’ye ajan gönderip füze attırma planları yapanlar arasında olduğu söylenen Davutoğlu’nun Wikileaks belgelerinde adı “çok tehlikeli ve deli” olarak geçiyor.

Merkezi Chicago’da olan ALPAYTAC isimli lobi şirketiyle geçtiğimiz hükümet döneminde 1,5 milyon dolara anlaştığı ortaya çıkan Davutoğlu’nun İsrail’le bozulan ilişkilerini düzeltmek için, altı lobi şirketine milyonlarca dolar ödediği biliniyor. Ayrıca 17 Aralık’ta adı yolsuzluğa karışan şirketlerden biri olan Yıldız Holding’in sahibi Sabri Ülker ile de dünür olan Ahmet Davutoğlu’nun, tüm yolsuzlukların üzerini örtmek için Erdoğan tarafından başbakan olarak atandığı söyleniyor.

Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanı: Mehdi Eker

mehdi3

“Biz köylülüğü çiftçilik zannediyoruz. Hâlbuki çiftçilik sanattır. Biz tarımda reform yapacağız, verimi arttıracağız.” diyerek tarım arazilerini toplulaştırıp, kartellere, ağalara, Cargill’lere, Monsanto’lara satacağını açıktan söylemekten imtina etmeyen bir zat olmasının yanı sıra; Mart 2009’da Bitlis’te soru sormaya çalışan halkı “Artislik yapma, sesini yükseltme!” diye azarlamaktan ve korumaları aracılığıyla tartaklayıp uzaklaştırmaktan çekinmemesiyle hafızalarımızda.

İstanbul Büyükşehir Belediyesi zamanından Recep Tayyip Erdoğan’la nasıl bir vefa ilişkisi varsa; sansasyonel açıklamalarına ve seçildiği Diyarbakır’da bile sevilmemesine rağmen hala kabinede.

Zehirli, bozuk okul sütü tartışmaları sırasında canlı yayında iddiaları yalanlayıp süt içerek yaptığı şovdan da hatırlarız Mehdi Eker’i.

2013’te Mersin Limanı’nda GDO’lu pirinç yakalanınca “Dünyada GDO’lu pirinç üretilmedi henüz” diyen Mehdi Eker’in; gıda, tarım ve hayvancılığa dair ilgilendiği tek şey atlar. Ki bunu da bakanlığın 100-150 bin Euro’su karşılığında, Hollanda’dan getirtip Bakanlığın Botanik Bahçesi’nde özel bir bölüm yaptırdığı ve seyisinin maaşını bile bakanlığın karşıladığı atların gündem olmasıyla anladık.

Maliye Bakanı: Mehmet Şimşek

Maliye Bakanı Şimşek

Bank of America Merrill Lynch’in Türkiye’nin de içinde bulunduğu Akdeniz Bölgesi Sorumluluğu’ndan Maliye Bakanlığı’na transfer olan Mehmet Şimşek halen, merkezi Almanya’da bulunan Global Ekonomik Sempozyum’un Danışma Kurulu Üyesi olup ayrıca 2007-2009 yılları arasında IMF & Dünya Bankası Türkiye Guvernörlüğü ve İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı Koordinasyon Kurulu Üyeliği görevlerini yürütmüştür.

17 Aralık Operasyonu’nun ardından, bir yakını yolsuzluğa karıştıysa istifa edeceğini beyan eden Mehmet Şimşek’in, ağabeyi Selahattin Şimşek’in adı da liman yolsuzluğundan çıktı. Adalet Bakanı Bekir Bozdağ’ın yargıya müdahale ederek kapatmaya çalışmasıyla, müsteşarının başsavcıyı tehdit etmesiyle bilinen yolsuzlukta adı geçenlerin, Şimşek’e “dayı” diye hitap ettikleri ve Şimşek’ten kamu ihalelerinde yardımcı olmasını istedikleri, Şimşek’in de bu taleplere olumlu yanıt verdiği ve adının “liman yolsuzluğu” dosyasına girdiği öğrenildi.

Gündemden düştüğünü fark ettiğinde 18,8 milyar liralık bütçe açığını 150 milyon liraya mal olan zehirli sütlere bağlar, “Emekliler çok fazla maaş alıyor” gibi açıklamalar yapar.

İçişleri Bakanı: Efkan Ala

e2
Eski JİTEM’ci, sonra Diyarbakır eski valisi ve emniyetteki “paralel yapı operasyonları”nda önemli isimlerden biri olan Efkan Ala, bu topraklarda “fişleme” denilince akla gelen ilk isimlerden biri. “Kodlama” denilen fişlemelerle ilgili 1999’dan bu yana uygulamaya konulan MERNİS(Merkezi Nüfus İdare Sistemi) projesi kapsamında, sadece azınlık bilgilerinin değil, tüm nüfus olay bilgilerinin kodlarla tanımlı hale geldiğini itiraf etmişti. Bakanlığın YÖK aracılığıyla, yurtlarda kalan öğrencilerin isim ve kimlik bilgilerini topladığını da doğrulamış, ancak “fişleme olmadığını” beyan etmişti.

Ala da, her İçişleri Bakanı gibi halkı gaza boğar, 2014 1 Mayıs’ı başta olmak üzere polis saldırılarında hiç sektirmeden “orantısız güç kullanılmadı” beyanatları vermişti.

17 Aralık rüşvet ve yolsuzluk operasyonundan hemen sonra kaydedildiği öne sürülen telefon konuşmalarına ilişkin ilk tapede dönemin başbakanlık müsteşarı olan Efkan Ala İstanbul Valisi Hüseyin Avni Mutlu’ya, internette kurduğu sitede, devletin gizli kodlu belgelerini yayınlayan Taraf gazetesi yazarı Mehmet Baransu’nun “gözaltına alınması” talimatını “Kapısını kırın, alın o adamı” sözleriyle vermişti. Bir başka tapede ise, rüşvet olarak çocuğunun okul taksitini ödettiği ortaya çıkmıştı.

25 Aralık Operasyonu sırasında Efkan Ala tarafından Bilal Erdoğan’ın korumalarına verilen talimatı ise zaten unutamayız; “Bilal Erdoğan’ı gözaltına almak isteyenleri vurun!”

 

Kalkınma Bakanı: Cevdet Yılmaz

c1
Kalkınma Bakanlığı’nın bakanlık odası için, 2 milyon lira tutarında tadilat yapıldığının ortaya çıkmasının üzerinden yaklaşık 2 yıl geçti. Üstelik söz konusu tadilatın ihalesi de, tadilat yapıldıktan bir ay sonra gerçekleşmişti.

Ayrıca bir yılda 71 bin lirayı “temsil ve ağırlama gideri” olarak gösterip etli ekmeğe yatıran Cevdet Yılmaz, kalkınmadan pek anlamasa da yolsuzluk uzmanıdır.

Ekonomi Bakanı: Nihat Zeybekçi

Nihat Zeybekci

Nihat Zeybekçi, yakın zamanda, İngiltere South London College’de ekonomi eğitimi aldığını özgeçmişine yazmış, daha sonra bunun gerçek olmadığı anlaşılınca, özgeçmişinden çıkartmıştı. Astay İnşaat tarafından Zeytinburnu sahiline inşa edilen, Danıştay’ın ise tarihi yarımadanın siluetini bozduğu gerekçesiyle “tıraşlama” (fazla katların yıkımı) kararı verdiği kulelerde iki dairesi bulunan Zeybekçi, bu kararın ardından dairelerini sattığına dair yazılı açıklama yaparak suç ortaklığından yırtmaya çalıştı.

Uluslararası Kredi Derecelendirme Kuruluşu “Moody’s”i “ülke olarak kaale almadıklarını” söyleyecek kadar özgüveni olan Nihat Zeybekçi’nin, “Biz istesek dahi Türkiye’de ekonomik kriz çıkaramayız, o kadar sağlam” açıklaması yaptığı hafta itibariyle doların 2.33, Euro’nun 3.20 lira olduğu gözlerden kaçmadı.

Enerji Bakanı: Taner Yıldız

taner

Yeni kabinede görevine devam eden Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Taner Yıldız da, hem satan hem alanlardan. Kayseri Elektrik Üretim Şirketi’nin Yönetim Kurulu Üyesi olmasının yanı sıra, Kayseri ve Civarı Elektrik TAŞ Yönetim Kurulu Üyesi ve Genel Müdürü olarak görev yaptı.

Sıkı bir HES savunucusu olarak doğanın ve yaşamın katlini vacip gören Taner Yıldız; Soma Katliamı’nda işçilerin öleceğini bildiklerini itiraf etmesinin ardından “Soma’da kirli gömlek giydim, simit yedim” yalakalıklarıyla kabahatini unutturmaya çalıştı.

Sağlık Bakanı: Mehmet Müezzinoğlu

ISTIHBARAT HIRSIZ

İstanbul İmam Hatip Lisesi’nde Recep Tayyip Erdoğan’ın sınıf arkadaşıydı. İstanbul Avcılar’da 3 özel hastanenin (Avcılar Hospital, Medicana ve Doğuş) patronu olan Sağlık Bakanı Müezzinoğlu’nun ismi, daha önce Avcılar Cihangir Mahallesi’ne yapılan devlet hastanesinin yapımının durdurularak, inşaatın hükümet konağı haline getirilmesinde geçmişti.

Gündem kürtaj iken; elbette AKP’nin kadın düşmanı politikaları doğrultusunda, kadınların “Benim bedenim, benim kararım” söylemini eleştirmiş; kürtaj kararının annenin hakkı olmadığını söylemişti.

Gündem Wikileaks belgeleri iken; ismi, yolsuzluğa en çok karışan AKP’liler listesinin ön sıralarındaydı.

Bir de Taksim-Gezi Direnişi’ndeki direnişçiler için sarf ettiği sözleri unutmayalım; “Hem polise, devlete karşı geleceksin, hem de ambulans bekleyeceksin”. Ve şimdi sağlığımızı güvenle Müezzinoğlu’na emanet edelim.

Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı: Faruk Çelik

Devlet-Bakanı-Faruk-Çelik

İkinci kez kabinede yer alan Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Faruk Çelik’i, Soma’da 301 işçinin yaşamını yitirdiği maden katliamının meydana geldiği ocakta daha önce incelemelerde bulunan ve olumlu rapor veren 2 müfettiş ile kamu çalışanlarına soruşturma izni vermemesiyle hatırlayabiliriz.

Taşeronu yaygınlaştıran ve sendikal mücadelenin önüne geçen yasal düzenlemeler yapan Faruk Çelik’in bakanlığı döneminde iş cinayetleri sonucu yaşamını yitiren işçi sayısı 5 bine yaklaşıyor.

Çevre ve Şehircilik Bakanı: İdris Güllüce

ido

Tuzla belediye başkanlığı görevini yürüttüğü 12 yıl boyunca Yaşamkent, Onur Kent, Cancan Sitesi, Hayat Sitesi, Billurkent ve Has Sitesi gibi kaçak sitelere göz yumduğu ortaya çıkmış; Güllüce döneminde belediye-uyanık müteahhit iş birliğiyle yapılan sitelerle Tuzla, “Kaçak Kooperatifler Cenneti” olarak anılır hale gelmişti.

KİPTAŞ Genel Müdürü İsmet Yıldırım ile 26 Aralık 2012’de yaptığı telefon konuşmasını içeren tapede, denetimin artmasını “kendi ayağına kurşun sıkmak” olarak nitelemesiyle; büyükşehir belediyeleri ile ilgili bir yasanın Bakanlar Kurulu’ndan nasıl çıkarıldığını gözler önüne sermişti.

Mecidiyeköy’deki Torun Center’da 10 işçiyi katleden Torunlar İnşaat’ın sahibi ve GYODER Başkanı Aziz Torun’la yaptığı ortak toplantılarda; “deprem ülkesinde yaşadığımızı, dolayısıyla kentsel dönüşümün hızlıca yapılması gerektiğini” vurgulayan İdris Güllüce, kentsel dönüşümün partisi olmadığını ifade ediyor.

Orman ve Su İşleri Bakanı: Veysel Eroğlu

veyso

Veysel Eroğlu’nu; yabancı sermaye ortaklı toplu konut yapan şirket KİPTAŞ’ın Yönetim Kurulu Başkanlığı’ndan biliriz öncelikle.

Geçen yıl yayınlanan tapelerden biriyle, Başbakanlık Yatırım Destek ve Tanıtım Ajansı Başkanı İlker Aycı ile olan telefon görüşmesinde, “orman arazisinde usulsüz maden işletilmesi ve para akladığı” ortaya çıkmıştı ayrıca.

2B arazilerinin satışa çıkartmasını, 2B araziler satıldıkça orman arazisinin arttığını iddia ederek meşrulaştırmaya çalışan Eroğlu’nu, bu bilgiler ışığında daha iyi anlarız. Orman arazilerini hem satan, hem de alıp alıp tepe tepe kullanan Veysel Eroğlu, su konusunda da pirüpak değil.

Hamidiye Su A.Ş’de Yönetim Kurulu Başkanlığı yapmasının yanı sıra, HES savunucusu olan Eroğlu’nun İSKİ genel müdürüyken adının karıştığı yolsuzluğu da unutmayalım.

Başbakan Yardımcısı: Bülent Arınç

Bulent Arinc

AKP’nin kuruluşundan bu yana 3Y(yolsuzluk, yoksulluk, yasaklar) ile mücadele ettiklerini utanıp kızarmadan söyleyen Arınç, yine başbakan yardımcısı.

Arınç’ı; rant projelerinde, TOBB başkanı Rıfat Hisarcıklıoğlu’nun danışman kadrosunda maaşlı olarak çalışan oğlu Ahmet Mücahit Arınç’ın Gezi Parkı AVM projesi ortaklığından; her bulduğu fırsatta kadını aşağılayan, yok sayan söylemlerinden; “kamyonların günde 7 bin sefer yaptığı, işçilerin arı gibi çalıştığı” İstanbul-Bursa-İzmir otoyolu projesinde; devletin bütçe imkanları ile yapamayacağını, kamu ve özel şirketler aracılığı ile yapılabileceğinden dem vurması ile hatırlarız.

Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanı: Lütfi Elvan

elvan2

Lütfi Elvan’ı, “haberleşme”ye dair icraatlarından internete doğrudan müdahale için yapılan yasal düzenlemeler, Twitter-Facebook takipleri için siber güvenlik ve internete yönelik sansür yasasıyla biliriz.

Berkin Elvan’ın 269 günlük direnişinin ardından yaşamını yitirmesi üzerine yapılan eylemler ve cenazeye yönelik polis saldırısına dair, “Üzücü bir hadise, ama Türkiye’nin artık bunlardan sıyrılması gerekiyor” şeklinde açıklamalar yaparak umudun çocuğunu, devletin-polisin katliamlarını unutturmaya; kendini ve devletini aklamaya çalışmasıyla hatırlarız.

Demiryollarını özelleştirmeye yönelik adımları, Yüksek Hızlı Tren Projesi de “ulaştırma”ya dair hatırladıklarımız. ÇED raporunun olumsuz olmasına rağmen, İstanbul’a 3. havalimanının yapılacağını belirten Elvan, havalimanının isminin de Recep Tayyip Erdoğan olacağını açıklamıştı. 2 milyar liranın üzerinde maliyeti olan, Kazlıçeşme-Göztepe arası planlanan “Avrasya Tüneli” projesiyle ilgili açıklamasında, İstanbul Boğazı’nın “altını delmeye” başladıklarını dile getiren Elvan, bu gidişle altını deldiği ceplerden daha çok milyar lira rant sağlayacak.

Başbakan Yardımcısı: Yalçın Akdoğan

Çözüm süreci

2011 yılında Yeni Şafak gazetesinde yayınlanan “Polisi Yaftalamanın Dayanılmaz Cazibesi” başlıklı köşe yazısında polisleri cemaatçi olarak yaftalamanın 28 Şubat sürecindeki psikolojik operasyonlardan farksız olduğunu, herkesin –polis de olsa- istediği inanca sahip olabileceğini vurgulayan yeni Başbakan Yardımcısı Yalçın Akdoğan; polislere yönelik paralel yapı operasyonlarından sonra cemaat için “şantaj çetesi, tezgâhçı, yalancı, asalak, istihbarat şebekesi, hayalet, canavar” sözlerini sarf etmişti.

Başbakan Yardımcısı Yalçın Akdoğan’ın eniştesi Oktay Ferşat ile Gençlik ve Spor Bakanının kayınpederi Ali Yüksel’in 112 Acil Servis istasyonu kurma bahanesiyle yüzlerce müteahhidi dolandırdığı iddiasının yanı sıra, “Alo Fatih” gibi medyaya baskı tapelerinden ve Başbakan Danışmanı sıfatıyla, Bahçelievler Belediye Başkanı’nın oğlunun eşinin Kabataş’ta maruz kalmadığı şiddetle ilgili uydurduğu hikâyenin aslında ne kadar da gerçek olduğunu açıklamakla uğraşmasından da hatırlarız Yalçın Akdoğan’ı.

Gümrük ve Ticaret Bakanı: Nurettin Canikli

????????

Hemşerisi olan Olgun Peker ile ilgili, şike yasasının veto edilmesine karşı meclisin şike yasasını derhal geri göndermesini gündeme getirerek, partide öne çıkmıştır.

Giresunspor’un eski başkanı ile yaptığı telefon görüşmelerinin tapelerinin ortaya çıkması ile kulübün düzenlediği gecelerde sık sık dile getirdiği “tam destek” söyleminin nereye denk geldiği, milyonlarca liranın nasıl peşkeş çekildiği ortaya çıkmıştır.

4+4+4 temel eğitim sisteminin mucidi olmasının yanı sıra, verdiği önerge ile 22.00-06.00 arası içki yasağını sunan kişidir. Vergi uzlaşmalarından örtülü ödenek harcamalarına kadar birçok alandaki harcamalarla ilgili usulsüzlükleri Sayıştay tarafından ortaya çıkarılmasına rağmen, Maliye Bakanlığı izin vermediği için uzlaşmalar ve harcamalar incelenemiyor.

Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı: Ayşenur İslam

ayşenur 2

62. kabinedeki tek kadın, kadın düşmanı AKP’nin ve devletin Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı konumunda. Tecavüzcünün ailesinden “erkek tarafı” olarak bahseden Ayşegül İslam, adından bile kadının kaldırıldığı bakanlıkta, kadına dair tek söz etmeyerek hafızalarımıza kazındı.

5 günde 8 kadının öldürüldüğü Temmuz ayında, koruma altındaki hiçbir kadının öldürülmediğini “şükrederek” açıklayan Ayşenur İslam; bu kadınlardan ikisinin, eşleri hakkında uzaklaştırma kararı olan kadınlar olduğundan habersizmiş gibi, bakanlığı “temize çıkarma” çabası içerisinde.

AB Bakanı: Volkan Bozkır

v2

Almanya’nın Türkiye’yi dinlemesiyle ilgili yaptığı açıklamada “Ayıp etmişler diyorum” dedi. Dinlemişlerse ayıp ettiklerini, ama “Biz de dinliyoruzdur muhakkak” diyerek çok da kızamadığını belirtti.

Bozkır, 2014 Eurovision Şarkı Yarışması’nı, Avusturyalı şarkıcı Conchita Wurst’un kazanması üzerine attığı, “Eurovision Şarkı Yarışması’nı kazanan Avusturyalıya baktıkça, ‘İyi ki bu yarışmaya artık katılmıyoruz’ diyorum” tweetiyle, homofobik devletin AB Bakanlığı görevini layıkıyla yerine getirdi.

 

 

Adalet Bakanı: Bekir Bozdağ

bekir 1,

Yargıdaki paralel operasyonlarda ve 17 Aralık soruşturmalarında ismi geçenlere ilişkin tahliyeleri hızlandırıp, Gezi’de katledilenlere yönelik soruşturmaları yavaşlatan Adalet Bakanı Bekir Bozdağ; adliyelerdeki skandal kararları savunmasıyla ünlü.

Tokat’ta D.K. adlı kız çocuğunun, kendisinden dokuz yaş büyük erkek arkadaşı tarafından istismar edilmesine ilişkin davada, mağdurun yaşı büyütülerek sanığın beraat ettirilmesine ilişkin verilen karar; 6 aylık ikizleriyle 25 ay hapis cezası verilen Mülkiye Demir Kılınç kararı; kendi adının da geçtiği, İzmir’deki liman yolsuzluğu davasındaki takipsizlik kararı ve daha niceleri…

Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanı: Fikri Işık

bilim-sanayi-ve-teknoloji-bakani-fikri-isik-IHA-20140103AW000324-2-t

Ses kayıtlarını çıplak kulakla dinlediğinde sahte olduğunu “hissetmişti”. Kocaeli Gebze’de yapılmakta olan Bilişim Vadisi’nin öncülerinden. Vadi çevresindeki arsalarsa, çoktan olası konut yapılanmaları için kapatılmış durumda. Arsaların değerinin en az 10-15 katına çıkacağını önceden “hissedenler”, arsaları kapatmış olsa gerek.

ODTÜ Mezunlar Birliği Vakfı, Hereke Eğitim Kültür ve Yardımlaşma  Derneği, Kızılay, Yeşilay, Ayışığı Yetim ve Öksüz Çocuklar Yardımlaşma Derneği, KİHMED gibi sivil toplum kuruluşlarının üyesi olan sosyal sorumluluk sahibi Fikri Işık, Hayrettin Işık ve kardeşi İzzet Işık’ın büyük şirketlerin açtığı ihalelere müdahale ederek komisyon aldığı ve şirketlere ihaleler kazandırdığı sık sık konuşulmakta.

Işık’ın, Kocaeli Hereke’de bulunan Nuh Çimento’dan aldığı işlerle büyük paralar kazandığı da söylentiler arasında.

Milli Eğitim Bakanı: Nabi Avcı

n5

Son süreçte cemaatin dershaneleri ile en çok uğraşan isimlerden Nabi Avcı’yı, lise ve üniversite sınavlarındaki hatalarla anarız sık sık.

Bir önceki süreçte tapelerden biliriz; TÜRGEV tartışmaları ve Bilal Erdoğan’ın eğitim ile ilgili tapeleriyle. TÜRGEV (Türkiye Gençlik ve Eğitime Hizmet Vakfı) Yönetim Kurulu Üyesi Bilal Erdoğan’ın, imam hatip liselerinin müfredatı, öğrenci sayısı ve YURTKUR’a ait yurtlarla ilgili talimatlar verdiği tapeleri dinlemeyen yoktur.

Eskişehir’den Suriye’ye gönderilen yardım tırı için bir tören düzenletmiş, bu törende “TIR’ımızda gıda maddeleri var. İşgüzarlıklara karşı bir kez daha söylüyorum, gıda maddeleri var. Diğer TIR’larda olduğu gibi bunda da gıda maddeleri var” diyerek; El Nusra çetesine çanak tutmuştur. Nabi Avcı, şimdiyse muhtemelen IŞİD şeytanına çanak tutmaktadır.

 

 

Başbakan Yardımcısı: Numan Kurtulmuş

numan kurtulmuş 4

HAS Parti’deyken AKP’liler için “Harun gibi geldiler Karun gibi oldular”, “Bizim en büyük sıkıntımız aramızdaki gizli ve sinsi AKP’lilerdir”, “2023’te AKP hala iktidarda olursa, başbakanın çocukluk arkadaşı, askerlik arkadaşı, mahalleden arkadaşı, belediyeden arkadaşı ve şoförlerinden başka hiç kimsenin milletvekili olamadığını göreceğiz” diyordu. Sonrasında (muhtemelen Erdoğan’ın liseden münazara arkadaşı olması üzerinden) AKP’ye transfer oldu ve 62. kabinede başbakan yardımcılığına yükseldi.

Kültür ve Turizm Bakanı: Ömer Çelik

ömer 1

“2. Uluslararası Caz Festivali” kapsamında gerçekleştirilen konserde “Türkçe’de bir değişiklik yapıp, ‘caz yapma’ deyimini kaldırıyorum” diyerek hafızalara kazınmıştı.

İzmir’de, Mustafa Latif Topbaş’a ait arazi üzerinde 4. yüzyıla ait bir antik kent bulunmasının ardından yapılan telefon görüşmesinde, Ömer Çelik “antik duvarların birinci dereceden arkeolojik sit alanı olması sebebiyle kaldırılamayacağı, ancak mozaiklerin kaldırılacağından” bahsediyor. Latif Topbaş’ın, arazinin devlet tarafından satın alınmasını talep etmesi üzerine, Çelik, “Bir bakayım abi ona da onu nasıl yapacaklar konuşup tekrar bilgi vereyim” diyor.

Kendisi için Marriot Oteli’nden aşçı, Rixos Oteli’nden masör geldiği, masörün yabancı uyruklu olduğu ve çalışma izninin çıkartılması için tarafınca talimat verildiği de bir süre gündemi meşgul etmiştir.

Bir dönem ODTÜ’den mezun yalanı ortalarda dolaşmıştır. Zegna ve Armani’den başka kumaşı gardırobuna sokmayan, “Aşk ve puro beni uçurur” sözlerinin sahibi olan bakan, üst düzey entelektüellik taslama ve siyasi ahkâm konusunda ordinaryüs seviyesine sahip bir karakter.

 

 

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 21. sayısında yayımlanmıştır.

The post Yeni kabinenin Gerçek Yüzü appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2014/09/19/yeni-kabinenin-gercek-yuzu/feed/ 0
“Kazanan Kim” – Hüseyin Civan https://meydan1.org/2014/04/27/kazanan-kim-huseyin-civan/ https://meydan1.org/2014/04/27/kazanan-kim-huseyin-civan/#respond Sun, 27 Apr 2014 19:03:27 +0000 https://test.meydan.org/2014/04/27/kazanan-kim-huseyin-civan/   Bir şeyin ters gitme olasılığı varsa, ters gidecektir 1949’da ABD Hava Kuvvetleri’nde roketlerle ilgili bir deneyde, ivmelenmenin insan üzerindeki etkileri inceleniyordur. Deneyde insan tepkileri incelenip değerlendirilecektir. Sensörler insan vücuduna takılır. Bunun iki yöntemi vardır. Biri doğru, diğeri de yanlış takılış şeklidir. Görevlilerden biri 16 sensörün hepsini takar. Ancak görevli bu sensörlerin 16’sını da yanlış takmayı “becerebilmiştir”.  Deneyi yapan mühendislerden biri olan Edward Murphy duruma çok sinirlenir. Ve bu durum, Murphy’i […]

The post “Kazanan Kim” – Hüseyin Civan appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
 

Bir şeyin ters gitme olasılığı varsa, ters gidecektir
1949’da ABD Hava Kuvvetleri’nde roketlerle ilgili bir deneyde, ivmelenmenin insan üzerindeki etkileri inceleniyordur. Deneyde insan tepkileri incelenip değerlendirilecektir. Sensörler insan vücuduna takılır. Bunun iki yöntemi vardır. Biri doğru, diğeri de yanlış takılış şeklidir. Görevlilerden biri 16 sensörün hepsini takar. Ancak görevli bu sensörlerin 16’sını da yanlış takmayı “becerebilmiştir”.  Deneyi yapan mühendislerden biri olan Edward Murphy duruma çok sinirlenir. Ve bu durum, Murphy’i onunla özdeşleşmiş bir sözü söylemesine neden olur; Bir şeyin ters gitme olasılığı varsa, ters gidecektir.

Aynı mantık üzerinden sarf ettiği birçok olumsuz önerme, yaşanan olumsuz deney sonrası gerçekleştirilen basın toplantısında kullanılır. Murphy’nin bu olumsuz açıklamasıyla beraber, açıklamaya konu olan sözler, temelini matematiksel bir kuramdan alan bir kanun olarak anılmaya başlanır.

“Bir şeyin ters gitme olasılığı varsa, ters gidecektir. Bir şeyin birkaç şekilde ters gitme olasılığı varsa, hep en kötü sonuç doğuracak şekilde ters gidecektir. Bir şeyin ters gidebileceği olasılıkları engelleseniz bile, anında yeni bir olasılık ortaya çıkacaktır.”

Murphy Kanunları, 30 Mart Yerel Seçimleri’nde muhalefet için işledi. Seçimlerden galibiyet beklemeyen ama hakkındaki iddiaları çürütmeye bile gerek duymadan siyasal ahlaksızlık ve otokratlıkla iktidarı elinde tutmaya çalışan hükümetin oylarının azalacağı görüşü muhalefette baskındı. Aslında muhalefet iddiasını buraya koymuştu.  AKP için güvenoyu yoklaması niteliğinde geçen seçimlerden, Tayyip
Erdoğan istediğini aldı. Belki istediğinden fazlasını… Çankaya senaryoları, bir süredir dondurulan başkanlık sistemi söylemleri etrafında tekrar dillenir oldu.

Hükümet kendisini aklamakla kalmadı, yakın gelecek hesaplarını, seçimle pekişmiş güç üzerinden yapmaya başladı.

Peki, bizim için seçim sonucuyla değil, seçimle beraber değişen neydi?

Mesela rüşvet alınmamış, yolsuzluk yapılmamış oldu. Yandaş patronlara “havuz” oluşturulmamış oldu. Bakan çocukları, banka müdürleri, para simsarları çalmadıklarını “ayakkabı kutularına” doldurmamış oldular. Aynı şahıslar cezaevinden, babalarının “paşa gönül yasalarınca” çıkarılmamış oldular. Dolayısıyla, yasalar hükümetin gücünü pekiştirecek şekilde değiştirilmemiş oldu. Yargı doğrudan hükümetin emrine verilmemiş oldu. Siyasal baskı ve tehdit yapılmamış oldu.

Yerel seçimlere kadarki süre içinde hükümet, meşruiyetini sorgulatan ithamları çürütmek bir kenara, suçsuzluğu ispatlamaya çalışmak için çabaya gerek duymadı. Başbakan, partisi ve medya üçlüsü tüm bu olan biteni, darbe girişimi olarak niteledi ve herkesi buna inandırmaya çalıştı. Seçimle beraber, “darbe girişimi” belki belli bir süre savuşturulmuş oldu. Muhalefet partilerinin iddialarının aksine, hükümet kendisini “akladı”. Aklamakla kalmadı, yakın gelecek hesaplarını, seçimle pekişmiş güç üzerinden yapmaya başladı.

Burada aklamakla kastedilen, tabi ki mevzu bahis durumların hakikatte öyle olmadığı değildir. Ancak seçim dönemiyle beraber, ortaya çıkan politik çürümüşlüğün sadece seçim siyasetine harcanmış olduğudur. Seçimlerden medet umanlar, AKP’yi seçimlerle meşrulaştırmışlar; ortadaki tüm yolsuzluklar kabul edenleretmeyenler demokrasisine indirgenmiştir. AKP’yi seçimlerde kendine muhatap olarak görmek, seçimlere bunun bilinciyle girmek her şeyi demokrasi sosuyla meşrulaştırmaktır.

Muhalefet edememe

Aslında işin nasıl evrileceğini görmek için siyasi partilerin Taksim Gezi İsyanı’ndan bu yana söylemlerini takip etmek yeterli. Oluşan toplumsal muhalefetten sandık hesapları yapanların niyetlerini, Haziran ayından bu yana görmemek mümkün değil. Temsiliyet kaygısı gütmeyen doğrudan eylemin anlamını bir türlü çözemeyenler, siyasal süreçleri karşılama noktasında da güdük kalmışlardır. Oysa her siyasi çürümüşlük, her yolsuzluk büyük bir eylem dalgasıyla kendini göstermiştir.

Bakan çocuklarının, banka müdürlerinin yolsuzluklarının açığa çıktığı ilk günden bu yana yoğunlaşan sokak eylemleri sadece artan bir seyirde devam etmemiş, aynı zamanda farklı yerelliklerde kendini belirginleştirmiştir. Ortaya çıkan toplumsal rahatsızlık kendini doğrudan sokakta ortaya koyabildiğinden daha da toplumsallaşabilmiş, medyanın illüzyonunun karşısında kendi gerçekliğini doğrudan dayatabilmiştir.

Kendi gerçekliğini bu şekilde yaratabilen bir muhalefet sadece, ezilen kesimlere ulaşabilir.

Yerel seçimlerin yaklaşmasını fırsat bilen ve Taksim-Gezi İsyanı sonrasında bile eski siyasal bağnazlıklarını halka dayatan siyasal yapılar, seçim gündemiyle doğrudan eylemi bilinçli bir şekilde sonlandırmayı hedeflemişlerdir.

Taksim-Gezi İsyanı’ndan istediği geri dönüşü alamayan bu temsiliyet bağımlılarının, halkın siyasal iradesini, siyasi kaygılarını doğrudan eyleme geçirmesine anlam verememesi, siyasal temsiliyetle kurulan bağ üzerindendir. Yerel iktidarların, koltukları tutmanın hesaplarını yapanlar; yolsuzluklara karşı başlatılan her eylemin temsili bir karşılığını aramışlardır.

Siyasal gerçekliğini, halkın siyasal özneler olarak doğrudan kendini gerçekleştirdiği eylem alanlarından uzak tutanların, tek teselli olarak “oy arttırma” durumlarını belirtmeleri boşuna değildir. Oy arttırdıklarından, belediye meclislerine girdiklerinden mesut görünenlerin, seçim öncesi yolsuzluk vakalarının, siyasal baskı ve şiddetin hakkından nasıl gelineceğine ilişkin normal olarak bir yolu, yöntemi bulunmamaktadır. Giriştikleri muhalefet, halkın siyasi, ekonomik ve sosyal rahatsızlıklarını kendilerine seçim mezesi yapmaktan öteye gidememiştir.

Seçim sürecine böyle girilirken, seçim sonrası muhalefete soyunan bazı kesimlerse “AKP türü toplumsallık” gibi kavramlaştırmalarla, AKP’ye oy veren tüm kesimlere düşman kesilmiş, açık bir şekilde kentli, seküler ve modern kesimler dışındaki tüm kesimleri kendine düşman edinmiştir. Bu noktada, bu tarz bir toplumsallığa soyunanların aslında toplumsal kaygılarının olmadığını söylemek çok da yanlış olmayacaktır. Elitizm eleştirilerine kulak tıkayanların bu yaptığının aslında tam da söyledikleri şey olduğunu hatırlatmak gerekir. Bu aslında bir tür toplumsallaşamama öz eleştirisidir.

AKP’nin şimdiki konumu

Tayyip Erdoğan’ın, ailesi ve kurmaylarını yanına alarak yaptığı Balkon Konuşması, seçimler sonrası bir milat gibi görüldü kimilerince
Rabia işaretiyle sadece etrafındakileri selamlamayan, aynı zamanda küresel iktidarlara da mesaj yollayan Erdoğan’ın seçim galibiyetine ilişkin en ilginç başlığı, The Economist attı; “Merhamet, Yüce Sultan!”

Tayyip Erdoğan’ın son süreçte özellikle yolsuzlukların ortaya çıkmasıyla belirginleşen otoriter karakteri, The Economist de dahil tüm uluslararası basının bir süredir gündemindeydi. Özellikle sosyal medya yasakları ve hukuki değişimler aynı medyada geniş yer ederken, tüm süreçte eleştirel bir ton hakimdi uluslararası gündemde.

Uluslararası güçlere gönderdiği mesajlarla, tüm bu gizli tehditleri karşısına alan Tayyip Erdoğan, seçim sonrasında, sivrileşen eleştirilerin önünü biraz almışa benziyor. Suriye savaşı, bir satranç hamlesi olarak hükümetin elinde olağanca sıcaklığıyla duruyorken (hem de bu meseleye ilişkin tapeler ayan beyan ortadayken), Seymour Hersh’in sarin gazı meselesini gündem etmesi uluslararası iktidarların AKP’nin yükselişi karşısındaki tavırlarının ne olacağının sinyalini veriyor. El-Nusra ve AKP arasındaki doğrudan ilişkiyi sorgulayan Hersh aslında seçim öncesi birçok kimsenin cesaret edemediği bir soruyu da soruyor; bu tapeleri hakikaten kim ortaya çıkardı?

Siyaseten Milat Koymak

Siyasal süreçlerde milat koymak, belirtilen zamandan sonra siyasi, ekonomik ve sosyal değişimleri görmek açısından önem taşır. Yaşanan gelişmenin köklü etkilerinin ne olduğunu açığa koyar.

Seçimlere milat koyan temsili muhalefetin de, balkon konuşmasıyla hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağını öngören hükümet yanlılarının da yanıldığı bir yer var. Son iki aylık süre içinde bizi oyalayan seçim gündemini de, sonrasında açığa çıkan durumu da Taksim-Gezi sonrası dönemden bağımsız göremeyiz.

Biz, ezilenlerin kendimize milat olarak alması gereken nokta Taksim-Gezi İsyanı’dır. Muhalefeti toplumsallaştıracak aynı ruhla sokaklarda, yerellerde olmak; siyasal muhalefeti temsilcilere bırakmadan, siyasi irademizi doğrudan kullanmak; ekonomik siyasi bir gerçekliği yaratacak özörgütlülükler geliştirebilmektir. Bunu yaparken, elitist bir tavırdan ziyade ezilen sınıf gerçekliğimizle hareket etmektir. Devrimci anarşist bir tutum ancak böyle ortaya konabilir.

Keza toplumsal değişimler, devrimler kanunlara, bilimsel önermelere sığmaz. Murphy Kanunları kapitalist sistem içindeki siyasal anlamada işe yarar olsa da. Toplumsal hareketler ve etkisinin ne olacağı deneylerle tespit edilemez. Taksim-Gezi İsyanı’ndan bu yana sandıklara bırakmadığımız, bu tespiti zor gerçekliktir.

Hüseyin Civan

[email protected]

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 17. sayısında yayımlanmıştır.

The post “Kazanan Kim” – Hüseyin Civan appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2014/04/27/kazanan-kim-huseyin-civan/feed/ 0
Devletin Gülen ve Gülmeyen Yüzleri https://meydan1.org/2014/01/08/devletin-gulen-ve-gulmeyen-yuzleri/ https://meydan1.org/2014/01/08/devletin-gulen-ve-gulmeyen-yuzleri/#respond Wed, 08 Jan 2014 18:04:58 +0000 https://test.meydan.org/2014/01/08/devletin-gulen-ve-gulmeyen-yuzleri/ Yaşanan gerilimin sinyalleri, aslında Oslo Görüşmeleri’nin sızdırılması ve MİT müsteşarı Hakan Fidan’ın 7 Şubat 2012’de KCK kapsamıyla ifadeye çağırılmasıyla fark edilmişti. 11 yıldır TC iktidarında bulunan AKP ile onun yakın bir zamana dek, iktidarındaki paydaşlarından olan Gülen Cemaati ile aralarında var olan, ”dershanelerin kapatılması tartışması” üzerinden hissedilmeye başlanan gerilim, 17 Aralık sabahı gerçekleşen polis operasyonlarıyla […]

The post Devletin Gülen ve Gülmeyen Yüzleri appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>

Yaşanan gerilimin sinyalleri, aslında Oslo Görüşmeleri’nin sızdırılması ve MİT müsteşarı Hakan Fidan’ın 7 Şubat 2012’de KCK kapsamıyla ifadeye çağırılmasıyla fark edilmişti. 11 yıldır TC iktidarında bulunan AKP ile onun yakın bir zamana dek, iktidarındaki paydaşlarından olan Gülen Cemaati ile aralarında var olan, ”dershanelerin kapatılması tartışması” üzerinden hissedilmeye başlanan gerilim, 17 Aralık sabahı gerçekleşen polis operasyonlarıyla iyice açığa çıktı ve gündemin en önemli konusunu oluşturdu.

Kamuoyunda cumhuriyet tarihinin en büyük rüşvet ve yolsuzluk operasyonu olarak adlandırılan bu operasyonda açığa çıkanlarsa bakan oğulları, belediye başkanı oğulları, inşaat şirketleri patronları, banka genel müdürleri, kara para ticareti yapanlar, rüşvet, ihalelerde yolsuzluk, uluslararası altın ticareti, para sayma makineleri, ayakkabı kutusuna saklanan milyon dolarlar oldu.

Hükümet ve Hizmet Hareket’i arasındaki bu gerilim sonucunda, 11 yıllık “istikrarın” nasıl sağlandığı kısmen ortaya çıkmış oldu. 11 yıllık aklık, pürü paklık yalanlarına sığdırılanlar para çeşmelerinin başını tutmuş olanlardı. Emlak sektörü ile ilgili bir bakanlık, finans sektörü ile ilgili bir bakanlık ve tüm bunlar arasındaki güvenliği sağlayacak bürokratik merkez konumunda bulunan İçişleri Bakanlığı…

Hükümetin ağzından eksik etmediği ancak işçilerin, emekçilerin bir türlü farkına varamadığı istikrarlı büyümenin, aslında kimlerin cebini büyüttüğü, kimler için istikrar olduğu ortaya çıktı. Halkın maruz kaldığı ekonomik sömürünün, kimleri zengin ettiği ayan beyan ortaya çıkmış oldu. Madenlerde, inşaatlarda, fabrikalarda yaşamlarını üç kuruş için riske atanların emekleri üzerine konan bu zat-ı muhteremlerin bulunduğu konumlar aslında birer rastlantıdan mı ibaretti?

Hükümet açığa çıkan durumdan sadece yargı süreciyle işleyen ve bakanların istifalarıyla sonuçlanan hukuksal bir kayıp yaşamadı. Aynı zamanda hükümetin siyasi karizması, özellikle partiden istifa eden milletvekilleriyle sarsıldı. Sayıca fazla mitinglerle, başbakana destek eylemleriyle durum düzeltilmeye girişildiyse de bu siyasi karizma yitimi engellenemedi. Ölçüt olarak özellikle uluslararası medya kuruluşlarının sürecin hemen başından itibaren AKP politikalarının otoriterliğine vurgu yapan yazılarını (AKP tarafından her ne kadar faiz lobileri ile ilintili gösterilse gösterilsin) düşünmek gerek. Son süreçte varılan nokta, ortaya çıkan yolsuzluğun, bu siyasi karizma yitiminde etkili olacağıdır. Hem de batının İhvan’dan vazgeçtiği bir süreçte buna benzer bir durumun yaşanmasının rastlantısallığı da özellikle tartışmalı.

AKP, süreci belli kurumların başında bulunan ve operasyonu yürüten kişileri bulundukları konumdan alarak karşıladı. Tayyip Erdoğan’ın söylemi, gittikçe artan bir şekilde sertleşti. Partisinin yolsuzluğunu aklamaya çabasıyla, ayrılanlar için “biz ayıkladık” ifadesini kullandı. Hükümetin çevresindeki medya kuruluşları da aynı sertliğe geçmekte sıkıntı yaşamadı. Cemaatle ilişkili olduğu bilinilen kanallar ve gazeteler topa tutuldu. Çıkarılan yönetmeliklerle yargıya müdahale edildi. AKP’nin süreci yönetmekte uyguladığı politikalar “darbe” olarak nitelendirildi.

Yolsuzluk ve rüşvetin bu kadar ayan beyan ortada olmasına rağmen, hükümetin otoriterliği kullanarak durumu saklama gayretleri, gözlerden birkaç şeyi ya uzak tuttu ya da bu birkaç şeyin normalleşmesine izin verdi.

AKP hükümeti karşısında güç odağı olarak beliren yargı-yürütme-yasama etkisi, tüm kabineyi değiştirtecek olan cemaatti. Cemaatin bu etkisi, AKP iktidarının en başından bu yana biliniyordu. Ancak işin şaşırtıcı kısmı bu etkiye sahip olan cemaatin siyasi bir yapı olarak meşruiyetidir. Cemaatin siyasi meşruiyeti sorgulanmadan, gazetelerden, televizyon kanallarından, internet sitelerinden bu iktidar çatışması gündemleştirildi. Cemaat herhangi bir siyasi kurum değildi. Gülen ve cemaatinin, ta Pensilvanya’dan buraya bu kadar etki edebileceği, en azından ilgili okullar, dershaneler ya da STK’lar üzerinden tahmin edilemezdi. Hükümet için Gülen’in her bedduasında, bu bedduayı emir telaki eden ne kadar çok bürokrat varmış meğer!

Devletin içinde kurumsallaşmış bu yapının hangi seçimde, bu konumu kazandığı, hangi yetkililer tarafından atandığı meçhul! Cemaat tüm bu yolsuzluk bilgilerine sahipken, gerilimin tırmanması sonucunda bir koz gibi oynadığı 17 Aralık operasyonu, cemaatin niyetinin ne denli “saf” olduğunu göstermek açısından önem taşıyor. Cemaat, operasyonu artan gerilim sonucunda siyasi bir manevra olarak kullanmıştır; AKP’nin yolsuzluklarını ortaya çıkarmak için değil, onun üzerinde bir baskı unsuru oluşturabilmek için kullanmıştır.

Hükümetin ortaya çıkan yolsuzluğunda, bu ayrıntının kaybolmaması önemlidir. Keza ezenler arasındaki savaşta bize düşen, ezenlerden birini desteklemek değil, yaşamlarımızı çalanlara karşı mücadele etmektir.

Yaşanılan tüm bu süreçler için hem hükümetin hem de muhaliflerin (hatta cemaatin de), çözüm olarak gösterdiği seçimlerin neye denk düştüğünü bu açıdan tekrar düşünmek gerek. Siyasi iradelerimizi sandıklarla teslim alanların “paralel evrendeki” izdüşümlerini düşünmek gerek. Mücadele de en etkili çözüm, bu kriz anlarında siyasi irademizi sokaklarda, meydanlarda KAZANARAK, seçim aldatmacasının tuzağına ve oyalamasına düşmeden Taksim İsyanı’nda olduğu gibi devrimi şimdi şu anda yaşayabilmektir.

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 15. saysında yayımlanmıştır.

The post Devletin Gülen ve Gülmeyen Yüzleri appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2014/01/08/devletin-gulen-ve-gulmeyen-yuzleri/feed/ 0
DEVLETin Normali de Anormali de YOLSUZLUKTUR https://meydan1.org/2014/01/07/devletin-normali-de-anormali-de-yolsuzluktur/ https://meydan1.org/2014/01/07/devletin-normali-de-anormali-de-yolsuzluktur/#respond Tue, 07 Jan 2014 11:03:18 +0000 https://test.meydan.org/2014/01/07/devletin-normali-de-anormali-de-yolsuzluktur/ Abdülhamit’in nasıl bir istihbarat sistemi kurduğu, Osmanlı’daki siyaset geleneğiyle ilgilenenlerin bildiği bir durumdur. Abdülhamit’in bu istihbarat sistemi sayesinde, çevresindeki yolsuzlukların, rüşvetlerin, imtiyaz satışlarının farkında olduğu söylenir. Bunun, Abdülhamit’in iktidarını devam ettirmede bir politika olduğu açıktır. Siyasi iktidarlar, bu durumu teşvik ederek tahakküm politikalarının bir parçası olarak kullanır. Yolsuzluk ve rüşvet yoluyla siyaset sahnesindeki tüm oyuncular […]

The post DEVLETin Normali de Anormali de YOLSUZLUKTUR appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>

Abdülhamit’in nasıl bir istihbarat sistemi kurduğu, Osmanlı’daki siyaset geleneğiyle ilgilenenlerin bildiği bir durumdur. Abdülhamit’in bu istihbarat sistemi sayesinde, çevresindeki yolsuzlukların, rüşvetlerin, imtiyaz satışlarının farkında olduğu söylenir. Bunun, Abdülhamit’in iktidarını devam ettirmede bir politika olduğu açıktır. Siyasi iktidarlar, bu durumu teşvik ederek tahakküm politikalarının bir parçası olarak kullanır. Yolsuzluk ve rüşvet yoluyla siyaset sahnesindeki tüm oyuncular kazanılmış olur. Yolsuzluk ve rüşvet, devlet içi siyasette bir denge politikasıdır.

 

TC’nin Yolsuzluğu

Kuruluş itibarıyla TC, zaten bir yolsuzluklar devleti olmuştur. Gayrimüslim halklara uygulanan politikalarla yolsuzluk “milli iç politika” haline gelmiştir. Peşkeş çekmenin, kayırmacılığın, patronajın ilk örnekleriyle zengin yetiştirmeciliğine başlamıştır TC. Sonrasında;

1930’larda Koçlara, Sabancılara teşvik primleri, krediler; 1950’lerde Menderes’in yolsuzlukları; 1970’lerde Demirel’in kardeşine Ziraat Bankası tarafından verilen usulsüz krediler, peşkeş çekilen TCDD arsaları, yeğenlerinin karıştığı hayali ihracatlar, vergi yolsuzlukları; 1980’ler ve 90’larda Özal döneminde servetlerine servet katan “dostlar”, tarikatlar, faşistler, patronlar, Engin Civanlar ve Selim Edeslerin isimlerinin geçtiği Civangate yolsuzluğu, ihracat teşvikleri; 1990’larda el konulan bankalar, kurtarılan bankalar (1993-97 arasında 130 trilyonluk batık banka kredisi), bankaları kurtarmak için halktan alınan vergiler, maaş kesintileri; DYP-SHP koalisyonunda aklanan İLKSAN yolsuzluğu, İSKİ yolsuzluğu, Anavatan-Doğruyol Koalisyonu döneminde örtülü ödenekler, Çiller’in gayrimenkulleri, TOFAŞ, TEDAŞ yolsuzlukları; Refah Partisi-Doğruyol Partisi koalisyonu döneminde Süleyman Mercümek Olayı, Karadeniz Otoyol İhalesi, GSM ihalesi, SEKA arazisinin bedelsiz tahsisi, malvarlığı soruşturmaları…

Aslında devletin yolsuzluk politikasına aşinayız hepimiz. Tüm bunları gerçekleştirmek için çıkarılan kanunlar, yönetmelikler… Devlet, yolsuzluk politikalarının merkezi kurumsallaşmasından başka bir şey olarak düşünülebilir mi?

Dünyanın Yolsuzluğu

Fransa;

Fransa’da yaşanan yolsuzluklar, üst düzey siyasetçiler ve şirket patronlarının aynı okullarda eğitim görmesi ile ilişkilendiriliyor. Bu yakın ilişki sayesinde bir patron siyaset sahnesinde kendine kolayca yer bulabilirken, aynı şekilde siyasetçiler de şirketlerin üst düzey yöneticisi olabiliyor. Bu yakın ilişki özellikle yabancı sermayenin şirketlere kapalı olma durumuna neden olurken, yapılacak yolsuzlukların gizli bir şekilde gerçekleşmesini sağlıyor.

Yakın bir zamanda, sosyalist hükümetin başında bulunan Cumhurbaşkanı Hollande’in adı yolsuzluk davasına karışmıştı. Telekom şirketinde yolsuzluğa karışan üç devlet yetkilisi ile ilgili soruşturma başlatmayan Hollande, ülkede krize neden olmuştu.

Şu an IMF’nin başında bulunan Christina Lagarde da, Maliye ve Ekonomi bakanıyken (2008 yılında), Adidas eski patronu Bernard Tapie’ye illegal ödemeyle 403 milyon Avro vermiş ve krize neden olmuştu.

Ancak Fransa’da yolsuzluk denince akla gelen ilk isim Nicolas Sarkozy’dir. 2002-2004 yılları arasında, usullere aykırı kaynağı belli olmayan parayı Emniyet Genel Müdürü’ne vermiş ve aslında çok daha kapsamlı bir yolsuzluk krizine yol açmıştı. Aynı yolsuzluk kapsamında, İç İşleri Bakanı’na açıktan yüksek miktarda para vermekle yargılanan Sarkozy’nin en büyük yolsuzluğu bunların hiçbirisi değildi. 2007 yılındaki seçim kampanyasında Sarkozy’ye 150 bin Avro aktaran L’oreal şirketinin karıştığı yolsuzluk ülke gündemini çok meşgul etmiş, Sarkozy’nin sonraki seçimlerde düşmesine neden olmuştu. Kozmetik devi L’oreal’in yöntemini uygulayan birçok şirket, kamulaştırma riskine karşı hükümetlere rüşvet vermeyi seçiyor.

Afganistan;

Afganistan, Dünya Şeffaflık Örgütü verilerine göre dünyada en fazla yolsuzluğun yaşandığı devletlerin başında geliyor. 2010-2013 yılları arasında, Başkan Hamid Karzai ve çevresindeki isimlerin karıştığı Kabil Bankası’nda yaşanan finans yolsuzluğu, bu yolsuzlukların başında geliyor. Bu yolsuzluk kapsamında, Hamid Karzai ve çevresi bankanın 1 milyar dolarını kendi lüks çıkarları için kullandı.

Ülkenin kuzeyinde bulunan Balkh Eyaleti’nde sık rastlanan başka bir yolsuzluk, ordunun bu bölgedeki kişilerin topraklarına keyfi el koymasıdır. Ülkenin ABD güdümünde, kukla yöneticilerin elinde olması, bu yolsuzlukların oluşmasına daha fazla zemin hazırlıyor.

İtalya;

Siyasi yolsuzluk, İtalya’da, özellikle Calabria dahil olmak üzere Güney İtalya’da önemli bir sorun olarak devam etmektedir. Bu noktada en yozlaşmış kurum olarak siyasi partiler gözükmektedir. Kamu görevlileri ve parlamento da yaşanan yolsuzluklar da en çok ön plana çıkanlar arasındadır. Organize suçların, özellikle İtalya’nın yolsuzluğun yoğunlaştığı bölgelerde rastlanması bir rastlantı değildir. İhale süreçleri, yol ve demiryolu projelerinde yapılan yolsuzluklar İtalya siyasetinde normal karşılanır durumlar haline gelmiştir. Neredeyse her hükümetin, yolsuzluklara karıştığı İtalya’da, Berlusconi başkanlığında gerçekleşen yolsuzluklar yakın dönemin en çok ses getiren ve siyasi dengeleri altüst eden yolsuzluklardandı.

Ermenistan;

Şeffaf olmayan vergi ve gümrük gelirleri, haksız ihaleler, tercihli muamele, üst düzey hükümet yetkilileriyle kapitalizmin hızla büyüdüğü bir ortamda iş sektörü arasındaki ilişkiler Ermenistan’da yaşanan politik yolsuzlukların başında geliyor. Bu yolsuzlukların başında, 2004 yılında Erivan’ın altyapısı için Dünya Bankasının Ermenistan’a verdiği 30 milyon dolarlık kredi ile ilgili yolsuzluk geliyor. Özellikle su ve kanalizasyon altyapısı için alınan kredinin, projeyi alan bürokratik yapılarca kişisel kullanım gerekçesiyle harcanması ülkede büyük bir krize yol açmıştı.

Afganistan’da olduğu gibi Ermenistan’da da arazi ve mülk kamulaştırmaları devlet içindeki yöneticilerin kişisel gelirleri için kullanılan bir yönteme dönmüştür. 2007 yılında Dünya Bankası, Ermenistan’daki vergi ve gümrük kurumlarının karıştığı birçok yolsuzluk sorunundan kaynaklı, Ermenistan devletine yaptırımda bulundu.

Kanada;

Sponsorgate Skandalı, 1993 ve 2004 arasında Kanada’da yaşanan bu yolsuzlukta adı geçen bir numaralı parti, dönemin hükümetini oluşturan Liberal Parti’ydi. Özellikle Quebec bölgesinde, bölgenin bağımsızlığını savunan Quebecois Parti’sinin etkisini kırmak amacıyla gerçekleştirilen bir politika sonucunda yaşanmıştır. Liberal Parti’nin Quebec’e yaptığı yatırımlar ve sanayi hamlelerinin farkındalığını arttırmak amacıyla, reklam şirketleriyle yapılan milyon dolarlık anlaşmalarda yapılan yolsuzlukları kapsar. 2004’e kadar, bu niyetle 14 milyon dolarlık yatırım yapılmış olmasına rağmen, ortaya bir iş konmamış, buraya aktarılan paralar şirket sahipleri ve bürokratik yapılanmalar arasında paylaşılmıştır. Skandal, Liberal Parti’nin hükümetten düşmesiyle sonlanmıştır.

Şili;

2005 yılında, Quillota eyaletinde vali Luis Mella’nın karıştığı yolsuzluk ülke gündeminde bomba etkisi yaratmıştı. İş geliştirme programı kapsamında, eyaletlere ayrılan ödeneklerin kendi partisinin seçim çalışmalarında kullanması, sadece Mella’nın başında bulunduğu yönetimin görevi bırakmasına neden olmadı. Şili’nin farklı eyaletlerinde de benzer durumların yaşanıyor olduğu gerçeği bu şekilde açığa çıktı.

Hindistan;

Hindistan’da yaşansan yolsuzluklar, Hindistan halkının ekonomik durumunu etkileyen önemli konulardandır. 2005 yılında Uluslararası Şeffaflık Örgütü tarafından yürütülen bir çalışmada, Hindistan halkının %62’sinin kamu dairelerindeki işlerini halletmek için rüşvet ödemek zorunda bırakıldı ortaya çıkmıştı. 2008 yılında yine aynı örgüt tarafından açıklanan bir raporda ise Hindistan halkının %40’ının rüşvet ödeyerek ya da kişisel bağlantılarını kullanarak (torpil yoluyla) kamu dairelerinde iş bulabildiği rapor edildi.

Hindistan’daki devlet hastanelerinde ilaç bulunamaması ya da var olan ilaçların sayısının arttırılması konusunda yaşanan yolsuzluklar oldukça yaygın. İhtiyaç duyulan ilaçlar konusunda doktorlarla görüşme, onay alma ve tanı hizmetleri servisinin sunulması, yolsuzluğun yaşandığı alanlardan. Hindistan’da büyük ölçekli yolsuzluk iddialarına konu olmuş programlardan biri, hükümetin sağlık konusundaki çalışması olan Ulusal Kırsal Sağlık Çalışması. 2005 yılında Sağlık Bakanlığı tarafından yönetilmeye başlanan bu sosyal harcama ve hak programının, Hindistan’ın kırsal bölgelerinde yaşayanların sağlık durumlarına ilişkin bir çalışma yürütmesi umuluyordu. 2004-2005 yılları içinde Hindistan hükümeti 277 rupilik harcamayı koruma altına aldı ve her sene bunu %1 oranında arttırdı. Ulusal Kırsal Sağlık Çalışması bunun ardından, büyük ölçekli bir yolsuzluk skandalıyla gölgelendi, birkaç üst düzey hükümet yetkilisi tutuklandı ve bazıları da cezaevinin “esrarengiz” koşullarında öldü. Yolsuzluğun sebep olduğu zararın, 2 milyar doları aşkın olduğu söylendi.

Endonezya;

6 Mart 2012 tarihinde Jakarta Yolsuzluk Mahkemesi, Enerji ve Mineral Kaynaklar Bakanlığı’nda görevli Rıdwan Sanjaya’yı 2009 yılında bir güneş enerjisi sistemi projesinin ihalesine fesat karıştırmak sebebiyle altı yıl hapis cezasına çarptırdı.

Zimbabve;

Partnership Africa Canada(PAC) grubundan yapılan açıklamada, Zimbabve’de son dönemlerde gerçekleşen elmas hırsızlığının, “İngiliz sömürgesinin yaptığı talandan sonra en büyük soygunlar olduğu” belirtildi. PAC’ın raporunda, Marange’de yapılan soygunlarla Zimbabve hükümet yetkililerinin, uluslararası değerli taş tüccarlarının ve yerli işbirlikçilerinin zengin olduklarının altı çizildi. PAC’ın “Ne ekersen onu biçersin: Zimbabve Marange Elmas Madeni’ndeki Açgözlülük ve Yolsuzluk” adlı raporu, hükümetin Viktorya Şelalesi’nde düzenlediği “Elmas Ticareti Konferansı’na denk getirilmesi dikkatlerden kaçmadı. Öte yandan Zimbabveli resmi yetkililer, hırsızlık olayını yalanladılar. Elmasın kaynağını araştırarak, teröre finans akışının önüne geçmek için uluslararası elmas ticaretini gözleyen “Kimberley Süreci”, Zimbabve’nin değerli taş ticaretine yapılan ambargoyu 2011’de kaldırmıştı.

Kamu Sektöründe Yolsuzluk: Zimbabwe Uluslararası Şeffaflık Örgütü tarafından yaptırılan 2000 ankete göre, vatandaşlar ülkenin en yozlaşmış sektörü olarak kamu sektörünü kabul ediyor. Bu araştırmada katılımcıların tercihi; siyasi partiler, parlamento / yasama, kamu görevlileri / memur ve yargının ardından en yozlaşmış olarak polis. 2008 yılında, Uluslararası Şeffaflık yönetimi, Zimbabve’de her gün 5 milyon doların yolsuzlukla kaybedildiğini duyurdu.

Güney Afrika;

Travelgate skandalında, meclis üyesi 40 kişi, kişisel kullanım için 18 milyon dolarlık parlamento seyahat çeklerinden kullanmıştı. Eski Ulusal Polis Komiseri ve eski Interpol Başkanı; Jackie Selebi, çete lideri Glenn Agliotti’den en az 120 000 $ aldığı için Temmuz 2010 yılında yolsuzluk suçlamasıyla mahkum edildi.

Güney Afrika Devlet Başkanı Jacop Zuma ile eski lider Thabo Mbeki’ye uzanan milyar dolarlık savunma sanayi yolsuzluk soruşturması başladı.1999’da gerçekleşen silah satışı nedeniyle Zuma’nın ekonomi danışmanı Schabir Shaik, 2005’te rüşvet suçlamasıyla 15 yıla mahkum olmuştu. Zuma’nın davası ise 2009’da devlet başkanı seçilmesi sebebiyle düşmüştü.

Güney Afrika’da ırkçı rejimin ardından savunma sanayiini yenilemek için Almanya, İtalya, İsveç, İngiltere ve Fransa firmaları ile yerli üreticilere verilen siparişte fiyatların şişirildiği anlaşılmıştı. Piyasa değeri 3 milyar dolar olan tank, denizaltı, savaş gemisi ve helikoptere 7 milyar dolar ödenmişti.

İspanya;

İspanya’nın batık bankalarından olan ve kamulaştırılan Bankia ve BFA’nın (Tasarruf ve Finans Bankası) eski yöneticileri hakkında yolsuzluk iddiasıyla dava açıldı. Ulusal Mahkeme Hakimi Fernando Andreu, yolsuzlukla mücadele savcısı ile İlerici Birlik ve Demokrasi Partisi (UPyD) tarafından sunulan Bankia hakkındaki dava dilekçesini kabul etti. 33 sanık arasında, eski IMF başkanı (2004-2007) ve Ekonomi Bakanı (1996-2004) olan Rodrigo Rato; geçmiş Aznar hükümetinde İçişleri, Adalet ve Kamu Yönetimi Bakanı olan Angel Acebes; eski Bancaja Başkanı Jose Luis Olivas; eski Maliye Bakanlığı Müsteşarı Rodriguez Ponga; eski İspanya İşadamları Örgütleri Konfederasyonu Başkan Yardımcısı Arturo Fernandez gibi önemli isimler de bulunuyor. 33 sanık, yıllık hesaplarda ve bilançolarda sahtekârlık, kötü ve hileli yönetim, gerçeği saptırmak ve haksız kazançla suçlanıyor.

Yunanistan;

Vergi kaçakçılığı ve siyasi yolsuzluklar, Yunanistan siyasetinde sık rastlanan durumlardandır. Hatta siyasetçiler eliyle gerçekleştirilen “vergi kaçırma”, medya tarafından ironik bir şekilde “ulusal spor” olarak adlandırılıyor. Vergi kaçırmada ulaşılan boyut senelik 30 milyar Avro. Fakelaki adı verilen küçük zarflarla kamu kurumlarında gerçekleşen rüşvet, daha iyi hizmet alabilmek adına vatandaşların başvurmak zorunda bırakıldığı yöntemlerden.

Girit Bankası’nda ve Yunanistan İstatistik Kurumu’da yaşanan yolsuzluklar son dönem Yunanistan’da yaşanan kriz dalgasıyla ilintili. Yunanistan’da yaşanan yolsuzluk durumları, sokaklardaki eylemlerin de en büyük nedenlerden biri.

Sonuç yerine

Varoluşu yolsuzluk olan devletin, normali anormali de yolsuzluktur. Şimdilerde yolsuzluk gündemi, anormal bir şeymiş gibi tartışılmakta. Halbuki bir iç çatırdama sonrasında, açığa çıkan bu gündem, devletin normal seyrinde de sürmekteydi. Kapitalist sistemin içinde yaşarken katlanmak zorunda bırakıldıklarımız, istemediklerimiz, isteyip de yapamadıklarımız yolsuzluk değil midir?

Bu yazıda her devletin farklı farklı dönemlerde farklı farklı iç ya da dış çatırdamalarından dolayı açığa çıkan yolsuzluklarını yazdık. Ancak hükümetlerin adı, devletlerin adı değişse de yolsuzluk onların varoluşlarında olduğu için kaçınılmazdır. Devletin “vatandaşıyla kurduğu” ilişki, her daim “vatandaşının” sömürüldüğü bir sistem üzerinedir. Ezilenlerin yaşamsal standardının karın tokluğuna geçim olduğu; zenginin yaşam standardının ise yemek, yedikçe doymamak olduğu bu sistemin kendisinin, sürekli yolsuzluk olduğunun bir göstergesi değil midir? Şu an yolsuzluk diye bahsedilen her şey her dönemde olduğu gibi şimdi de devlet güvencesine alınıp, yasal bir zemine oturtulup, yolsuzluk konumundan kurtulacaktır. TC devletinin kuruluşundan-devletlerin kuruluşundan bu yana kurumsallaşan ve yasa güvencesine alınan devletin yolsuzluklarıdır. Devlet bu yolsuzluklarıyla, ezenlerin politikalarını meşrulaştırmayı, kendi iktidarlarını sağlamlaştırmayı ve ezilenleri baskı altında tutmayı hedeflemiştir. İşte bu yüzden devlet yolsuzluktur.

 

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 15. sayısında yayımlanmıştır.

 

The post DEVLETin Normali de Anormali de YOLSUZLUKTUR appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2014/01/07/devletin-normali-de-anormali-de-yolsuzluktur/feed/ 0