Saray – Meydan Gazetesi https://meydan1.org Anarşist Gazete Sat, 23 Nov 2019 17:03:08 +0000 tr hourly 1 https://wordpress.org/?v=5.3.13 İnce’den Açıklama, CHP Karıştı: “Bu Yüzde Yüz Genel Merkez Kaynaklı Bir Komplodur” https://meydan1.org/2019/11/23/inceden-aciklama-chp-karisti-bu-yuzde-yuz-genel-merkez-kaynakli-bir-komplodur/ https://meydan1.org/2019/11/23/inceden-aciklama-chp-karisti-bu-yuzde-yuz-genel-merkez-kaynakli-bir-komplodur/#respond Sat, 23 Nov 2019 16:55:31 +0000 https://meydan.org/?p=51877 Gazeteci Candaş Tolga Işık ile Saray’da Recep Tayyip Erdoğan ile görüştüğü iddiaları hakkında konuşan Muharrem İnce “Bu yüzde 100 genel merkez kaynaklı bir komplodur. Parti zor duruma düşmüştür, bunun sebebi de parti yönetimindeki bir gruptur. 24 Haziran gecesi bana atılan iftiraların sahipleriyle ‘Saray’a gitti’ iftirasını atanlar aynı kişilerdir. Bu durumdan fayda çıkarmak değildir, planlı bir harekettir, […]

The post İnce’den Açıklama, CHP Karıştı: “Bu Yüzde Yüz Genel Merkez Kaynaklı Bir Komplodur” appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>

Gazeteci Candaş Tolga Işık ile Saray’da Recep Tayyip Erdoğan ile görüştüğü iddiaları hakkında konuşan Muharrem İnce “Bu yüzde 100 genel merkez kaynaklı bir komplodur. Parti zor duruma düşmüştür, bunun sebebi de parti yönetimindeki bir gruptur. 24 Haziran gecesi bana atılan iftiraların sahipleriyle ‘Saray’a gitti’ iftirasını atanlar aynı kişilerdir. Bu durumdan fayda çıkarmak değildir, planlı bir harekettir, prodüksiyondur. Bir gazetecinin yalan haberinden de ibaret değildir. Şu saatten sonra haberin kaynağı kimdi kim değildi kısmının bir önemi yoktur. Orayı geçtik. Yapılacak bir tane iş var. Söz sırası Sayın Genel Başkan’dadır. Sayın Genel Başkan konuşmalıdır. Gerçekten doğruladı mı bunu doğrulamadı mı? Bunu açıklamak zorundadır.” dedi.

Konuyla ilgili açıklamalrda bulunan bir diğer gazeteci Merdan Yanardağ, Beştepe’ye gidip Cumhurbaşkanı ve AKP Genel Başkanı Tayyip Erdoğan’la görüştüğü iddia edilen Muharrem İnce’nin “Bu kumpas CHP’ye ve benden çok Kılıçdaroğlu’na kuruldu, bunu ancak Kılıçdaroğlu ile birlikte bozarız” dediğini aktardı. Yanardağ, partide disiplin soruşturması da isteyeceğini de belirten İnce’nin “Bu kumpası ancak Kılıçdaroğlu ile birlikte bozarız” dediğini belirtti.

CHP Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu da kobuyla ilgili “CHP örgütlerine yönelik ciddi kumpaslar var. CHP’yi nasıl geriletiriz diye kumpaslar kuruluyor. Buna asla izin vermeyeceğiz” açıklaması yaptı.

 

The post İnce’den Açıklama, CHP Karıştı: “Bu Yüzde Yüz Genel Merkez Kaynaklı Bir Komplodur” appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2019/11/23/inceden-aciklama-chp-karisti-bu-yuzde-yuz-genel-merkez-kaynakli-bir-komplodur/feed/ 0
HDP’li Bir Belediyeye Daha Kayyum https://meydan1.org/2019/11/02/hdpli-bir-belediyeye-daha-kayyum/ https://meydan1.org/2019/11/02/hdpli-bir-belediyeye-daha-kayyum/#respond Sat, 02 Nov 2019 16:43:40 +0000 https://test.meydan.org/2019/11/02/hdpli-bir-belediyeye-daha-kayyum/ Van’a bağlı Saray Belediye Başkanı Caziye Duman’ın gözaltına alınmasının ardından İlçe Kaymakamı Mehmet Halis Aydın kayyum olarak atandı. Van Valiliği’nden yapılan açıklamada “Saray Belediye Başkanı Caziye Duman hakkında devam eden adli işlem süreçleri ve Van Cumhuriyet Başsavcılığı’nca yürütülen 2018/23839 sayılı soruşturma dosyası kapsamında gözaltına alınmış olması göz önünde bulundurularak, anayasanın 127’nci maddesi ile 5393 sayılı […]

The post HDP’li Bir Belediyeye Daha Kayyum appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>

Van’a bağlı Saray Belediye Başkanı Caziye Duman’ın gözaltına alınmasının ardından İlçe Kaymakamı Mehmet Halis Aydın kayyum olarak atandı.

Van Valiliği’nden yapılan açıklamada “Saray Belediye Başkanı Caziye Duman hakkında devam eden adli işlem süreçleri ve Van Cumhuriyet Başsavcılığı’nca yürütülen 2018/23839 sayılı soruşturma dosyası kapsamında gözaltına alınmış olması göz önünde bulundurularak, anayasanın 127’nci maddesi ile 5393 sayılı Belediye Kanunu’nun 45’inci maddesi uyarınca yine Belediye Kanunu’nun 46’ncı maddesi kapsamında Saray Kaymakamı Mehmet Halis Aydın, Saray Belediye Başkan Vekili olarak görevlendirilmiştir.” denildi.

Saray Belediyesi ile birlikte Halkların Demokratik Partisi’nin (HDP) 31 Mart yerel seçimlerde kazandığı ve ardından kayyum atanan belediyelerin sayısı 14’e çıktı. 31 Mart yerel seçimlerinde HDP, 3 büyükşehir belediyesi ile 5 il belediyesinde, 50 ilçe ve 11 beldede seçimi kazanmıştı.

The post HDP’li Bir Belediyeye Daha Kayyum appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2019/11/02/hdpli-bir-belediyeye-daha-kayyum/feed/ 0
“Halka Ziyan Çok Sarayda Ziyan Yok”- Mercan Doğan https://meydan1.org/2015/04/22/halka-ziyan-cok-sarayda-ziyan-yok-mercan-dogan/ https://meydan1.org/2015/04/22/halka-ziyan-cok-sarayda-ziyan-yok-mercan-dogan/#respond Wed, 22 Apr 2015 13:58:58 +0000 https://test.meydan.org/2015/04/22/halka-ziyan-cok-sarayda-ziyan-yok-mercan-dogan/ Bir saray düşünün, projesinden inşaatına dekorasyonuna kadar savurganlık, lüks, hırsızlık haberleriyle aylarca gündemden düşmemiş. Saray erkanı, çaldıklarıyla o kadar gündemleşmiş ki; kendilerini aklatma ihtiyacı hissetmiş. Bu sarayda ne kadar “sade ve doğal bir hayat”ın sürdüğünü anlatmış geçtiğimiz günlerde sarayın tellalı diyebileceğimiz gazetelerden biri, First Lady Emine Erdoğan’ın örnekleriyle. Bir saray düşünün; sofraları misafir olmadığı sürece […]

The post “Halka Ziyan Çok Sarayda Ziyan Yok”- Mercan Doğan appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>

Meydan Gazetesi- Halka Ziyan Çok Sarayda Ziyan Yok

Bir saray düşünün, projesinden inşaatına dekorasyonuna kadar savurganlık, lüks, hırsızlık haberleriyle aylarca gündemden düşmemiş. Saray erkanı, çaldıklarıyla o kadar gündemleşmiş ki; kendilerini aklatma ihtiyacı hissetmiş. Bu sarayda ne kadar “sade ve doğal bir hayat”ın sürdüğünü anlatmış geçtiğimiz günlerde sarayın tellalı diyebileceğimiz gazetelerden biri, First Lady Emine Erdoğan’ın örnekleriyle.

Bir saray düşünün; sofraları misafir olmadığı sürece sadece bir kase çorba veya bir çeşit yemek ve salatayla kuruluyormuş.

Aslında bu sarayda, sofraların hazırlandığı mutfağın maliyeti, 34 bin 210 asgari ücretle çalışan işçinin ve 136 bin 840 kişinin mutfak giderine denkmiş. Sıcak mutfak, soğuk mutfak, oda büyüklüğünde derin dondurucu, ızgara kebap mutfağı, soğuk depolar ve servis hizmetleri için ayrılan alanlarıyla bu mutfak 650 metrekareymiş.

Bir saray düşünün; bu sarayın First Lady’si “İnsan, tabiatın efendisi olmak yerine, onunla uyum içinde yaşamayı önceleyen bir ahlaka sahipti.” sözleriyle “doğal hayata dönüş” salıkları veriyormuş halka seslendiğinde. Emine Erdoğan’ın himayesinde, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı ile Orman ve Su İşleri Bakanlığı’nca, 81 ildeki vali eşleri öncülüğünde gerçekleştirilen “Bereket Ormanı” projesiyle, 81 ilde çocuklar ve aileleri ağaçlar dikiyormuş.

Aslında bu saray, 1. derece doğal sit alanı olan Atatürk Orman Çiftliği’ndeki 3 bin ağacın kesilmesiyle gerçekleştirilen doğa katliamı üzerinden inşa edilmiş.

Bir saray düşünün; giyimden gıdaya, temizlik ürünlerinden ilaca kadar her konuda doğal ürünler kullanılıyormuş ancak fazla tüketmemek, israf ve ziyan etmemek şartıyla…

Aslında bu sarayda, bir metrekaresi 300 avro olan ipekli duvar kağıtları kullanılmış tuvaletler dekore edilirken.

Bir saray düşünün; sarayın erkanı, güne her sabah “herkesin hazırlayabileceği” basit ama sağlıklı bir sıvıyla başlıyormuş. Özellikle limon suyu başı çekerken, zencefil ve taze nane yaprağı suyu onu takip ediyormuş. Sıklıkla da Rize’nin beyaz çayı tüketiliyormuş. First Lady, halkına da bunları öneriyormuş.

Aslında bu sarayda tüketilen, çoğumuzun adını bile duymadığı beyaz çayın kilosu 4 bin liraymış; halkı üretim süreci dışında bu çayın yanından bile geçemiyormuş.

Bir saray düşünün; “Günümüzde insanın doğal kaynakları tüketme hızı, tabiatın kendini yenileme hızını, yüzde 50 oranında aşmış bulunuyor.” sözleriyle First Lady’sinin üzüntü ve endişelerini dile getirdiği…

Aslında bu sarayın ortalama aylık soğutma gideri 600 bin lira, ısınma maliyeti 1.6 milyon lira, aylık elektrik faturası 1.2 milyon liraymış. AkSaray, Aksaray ilinden fazla tüketiyormuş neredeyse.

Bir saray düşünün; bu sarayın tutumlu First Lady’si, halkının kadınlarına ev ekonomisi dersi veriyormuş. Limon ve elma kabuklarını ziyan ettirmiyor, bunlardan temizlik ve gıdada kullanılmak üzere ev yapımı sirkeler kurdurtuyor; meyve ve sebzeleri kurutturarak mevsimi değilken de yiyebiliyor, zeytin ve hurma çekirdeklerinden soslar hazırlatıyormuş.

Aslında bu sarayın iç ve dış temizlik maliyeti aylık ortalama 8 milyon liraymış. Anlaşılan o ki, sirkeler maliyeti bir hayli düşürmüş(!)

Bir saray düşünün; doğal kokuların kullanıldığı. Uçucu yağlar ve kendiliğinden kokulu çiçeklerle sarayda ferah ve temiz bir atmosfer sağlanıyormuş.

Aslında bu saray erkanının taşeronluğunu yaptığı devletin çaldığı, yıktığı, katlettiklerinin kokusu bir türlü bastırılamıyor; ne doğal kokular, ne de Yeni Şafak gibi saray tellalları bu gerçekleri halktan gizleyemiyormuş.

Mercan Doğan

[email protected]

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 26. sayısında yayımlanmıştır.

The post “Halka Ziyan Çok Sarayda Ziyan Yok”- Mercan Doğan appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2015/04/22/halka-ziyan-cok-sarayda-ziyan-yok-mercan-dogan/feed/ 0
Sarayın Odalarından 1000 Operasyon Çıktı – Emrah Tekin https://meydan1.org/2014/12/14/sarayin-odalarindan-1000-operasyon-cikti-emrah-tekin/ https://meydan1.org/2014/12/14/sarayin-odalarindan-1000-operasyon-cikti-emrah-tekin/#respond Sun, 14 Dec 2014 16:09:43 +0000 https://test.meydan.org/2014/12/14/sarayin-odalarindan-1000-operasyon-cikti-emrah-tekin/ Önce Başbakanlık için yapıldığı açıklanan, fakat Recep Tayyip Erdoğan’ın geçen Ağustos ayında Cumhurbaşkanı seçilmesiyle ”Erdoğan’a özel olarak” inşa edildiği anlaşılan yeni Cumhurbaşkanlığı Sarayı, kamuoyunda bilinen ismiyle ‘Ak Saray’, son günlerde gösterişi ve oldukça astronomik maliyeti ile gündemde. Saray, yapımı aşamasında da geçtiğimiz 30 Mart seçimleri öncesi Ankara’nın, kent içinde kalarak, nispeten günümüze dek korunabilmiş, önemli […]

The post Sarayın Odalarından 1000 Operasyon Çıktı – Emrah Tekin appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
Önce Başbakanlık için yapıldığı açıklanan, fakat Recep Tayyip Erdoğan’ın geçen Ağustos ayında Cumhurbaşkanı seçilmesiyle ”Erdoğan’a özel olarak” inşa edildiği anlaşılan yeni Cumhurbaşkanlığı Sarayı, kamuoyunda bilinen ismiyle ‘Ak Saray’, son günlerde gösterişi ve oldukça astronomik maliyeti ile gündemde.


Saray, yapımı aşamasında da geçtiğimiz 30 Mart seçimleri öncesi Ankara’nın, kent içinde kalarak, nispeten günümüze dek korunabilmiş, önemli bir büyüklüğe sahip ormanlık arazilerinin üzerine yapılmasından ve bölgenin de 1992 yılında doğal SİT alanı ilan edilmesinden dolayı; aleyhinde açılmış davalarla da gündeme gelmiş, o sırada Başbakan olan Erdoğan da bu davalara rağmen inşaatın tamamlanacağını söylemişti. Öyle de oldu ve yeni Cumhurbaşkanlığı Sarayı, hakkında açılmış 33 davaya rağmen geçtiğimiz 29 Ekim’de “hizmete açılarak” kamuoyuna tanıtıldı. Selçuklu-Osmanlı mimarisi sentezinden esinlenerek yapıldığı açıklanan saray, altında bulunan sığınaklar, tüneller, kimyasal ve siber saldırılara karşı yüksek teknolojili savunma sistemi ve olası bir savaşta kullanılacak olan, yeraltında bulunan “harekât merkezi”, yapımında kullanılan taşların ne kadar maliyetli olduğu gibi devasa özeliklerinin yanı sıra, 1 Milyar 370 milyon TL’lik maliyetiyle, dahası ne amaçla kullanılacağı meçhul olan 1000 tane odasıyla da konuşuluyor. Hem yerel hem de küresel medyada, sarayın yapımına harcanan parayla ilgili birçok eleştiri yayınlanıyor. ABD’deki Beyaz Saray, İngiltere’nin Buckingham Sarayı, Fransa’daki Elysée ve Versailles ile Rusya’nın Kremlin Saraylarını, büyüklük olarak kat kat geride bıraktığı, maliyet ve gösteriş anlamında sadece, petrol zengini bir ülke olan Brunei Sultanı’nın sarayı ile boy ölçüşebileceği yorumları yapılıyor.

Çankaya’dan Ak Saray’a, Devletin Sembolleri
TC devleti, birçok devlet gibi iktidar sahiplerinin benimsediği bir yarı-resmi tarz olarak toplumu, bir takım sembollerle yönetiyor. Toplumsal bazda bir algı operasyonunu amaçlayan bu tarz, şimdiki iktidar sahiplerinin deyimiyle “Yeni Türkiye”de de, eskinin sembolleri terk edilerek devam ettiriliyor.

Bu anlamda “eskinin” sembollerinden biri olan “Çankaya” terk edilerek, “yeninin” siyasi geleneğine atfen (AK-Adalet ve Kalkınma), hem de bir kelime oyunuyla (AK-beyaz-temiz manasında) mekâna yarı-resmi bir şekilde Ak Saray adı verildi ve “saray” fiilen bu isimle anılmaya başlandı. Aynı şekilde,sarayın Ankara’daki Beştepe bölgesine inşa edilmesinden dolayı da Çankaya “sembolünün” yerini Beştepe aldı.

“Yeni Devlet”in şimdiki iktidar sahiplerinin çokça şikâyet ettikleri “eski devletin” sembollerinden biri de, “fail-i meçhul” denilerek bir anlamda temize çıkarılmak istenen “fail-i devlet” cinayetleriydi. Bu cinayet ve katliamların deşifre olmasına vesile olan dönemin bir başka sembolü ise Susurluk’tu. Bir polis şefi, bir parlamenter ve devletin katliamlarında taşeron olarak kullandığı bir faşist çete reisinin işbirliği halinde olduğunu, dolayısıyla “fail-i meçhul” denen şeyin aslında “fail-i devlet” olduğunu, Susurluk ilçesi yakınlarındaki bir trafik kazası ortaya çıkarmıştı.

Bu söz konusu devlet katliamlarının planlayıcı ve uygulayıcılarından biri olan eski bakan ve işkenceci polis şefi Mehmet Ağar ise tüm bu “fail- devlet” cinayetleri, “Devlet için 1000 operasyon yaptık” diyerek bir anlamda devlet adına üstlenmişti. Ağar’ın sözünü ettiği “1000 operasyon” dâhilinde ise, devlet tarafından Kürdistan’da Kürt halkına ve metropollerde de devrimcilere yönelik sayısız katliam gerçekleştirilmişti.

1000 Operasyondan, 1000 Odalı Saraya
Devlet içerisinde “eski” ile “yeni” arasında, içinden geçtiğimiz süreçte fiili bir “devir-teslim” gerçekleşirken, yine semboller üzerinden gidersek, devletin bazı sembollerle gizlemeye çalıştığı söylem tarzı değişmiyor. “Eski”nin deşifre olan “fail-i meçhul” söylemine benzer bir biçimde, “yeni”nin artık katliam boyutuna varan işçi cinayetleri karşısında başvurduğu sembol, “kaza” oluyor.

“Yeni devlet”in, daha da artan sömürü iştahı çerçevesinde şirketlerle işbirliği halinde gerçekleştirdiği bu işçi katliamları dolayısıyla, ileride belki de Soma, Ermenek ve Torunlar gibi sembollerle anılacağına şüphe yok.

İktidarı elinde bulunduranların değişmesi dışında, ezilenler açısından “eski” ve “yeni” arasında hiçbir fark bulunmayan devlet, katliamlarla dolu yoluna, yaşamları çalarak; işçileri, ezilenleri, adaletsizliklerine karşı mücadele edenleri katlederek devam ediyor.

“Eski” denilen devletin faili olduğu binlerce cinayetin yanına, “yeni” devletin kendisine inşa ettirdiği sarayın 1000 odasında, Somalı, Ermenekli madenciler; rezidans, AVM inşaatlarında devlet-patron işbirliğinde yılda “ortalama” 1194’ü iş cinayetlerinde katledilen işçiler ekleniyor. Çankaya’dan Ak Saray’a, devletin “sembolleri” değişirken, değişmeyen tek şey sömürü, adaletsizlikler ve katliamlar oluyor.

Emrah Tekin
[email protected]

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 23. sayısında yayımlanmıştır.

The post Sarayın Odalarından 1000 Operasyon Çıktı – Emrah Tekin appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2014/12/14/sarayin-odalarindan-1000-operasyon-cikti-emrah-tekin/feed/ 0
Anarşist Gençlik: YÖK Olmasaydı https://meydan1.org/2013/11/03/anarsist-genclik-yok-olmasaydi/ https://meydan1.org/2013/11/03/anarsist-genclik-yok-olmasaydi/#respond Sun, 03 Nov 2013 19:58:56 +0000 https://test.meydan.org/2013/11/03/anarsist-genclik-yok-olmasaydi/   Ünivteliler Düşlüyor; YÖK Olmasaydı Ne Olurdu? 6 Kasım, Yüksek Öğrenim Kurumu’nun (YÖK) kuruluş yıldönümü. Bu nedenle her yıl olduğu gibi bu yıl da pek çok üniversitede YÖK karşıtı etkinlikler ve eylemler düzenleniyor. Önceki yıllarda sembolik olarak diploma yakan ve “sistemin cahilleriyiz” şiarıyla üniversitelerde 6 Kasım’ı karşılayan Anarşist Gençlik, bu yıl herkese bir YÖK masalı […]

The post Anarşist Gençlik: YÖK Olmasaydı appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
 

Ünivteliler Düşlüyor; YÖK Olmasaydı Ne Olurdu?

6 Kasım, Yüksek Öğrenim Kurumu’nun (YÖK) kuruluş yıldönümü. Bu nedenle her yıl olduğu gibi bu yıl da pek çok üniversitede YÖK karşıtı etkinlikler ve eylemler düzenleniyor. Önceki yıllarda sembolik olarak diploma yakan ve “sistemin cahilleriyiz” şiarıyla üniversitelerde 6 Kasım’ı karşılayan Anarşist Gençlik, bu yıl herkese bir YÖK masalı anlatıyor. Masalın adı “YÖK olmasaydı”. Anarşistler; İstanbul, Yıldız Teknik ve Mimar Sinan üniversitelerinde “YÖK olmasaydı ne olurdu?” diyerek uyuyanları uyandırıyor ve beraber düşlemeye çağırıyor.

Meydan Gazetesi- Anarşist Gençlik1

Anarşistler, üniversitelerde bulunan kameraların altına “YÖK olmasaydı bu kamera burada olmazdı”, sivil polislerin kullandığı odanın kapısına “YÖK olmasaydı polisler olmazdı”, bankamatiklerin üzerine “YÖK olmasaydı bankalar olmazdı”, yemekhane turnikelerine “YÖK olmasaydı turnikeler olmazdı” afişleri astılar. Etkinlikler, 6 Kasım haftası boyunca devam edecek. Ayrıca etkinlikleri Facebook ve Twitter’da #YÖKolmasaydı başlığıyla takip edebilirsiniz.

Meydan Gazetesi- Anarşist Gençlik2

Üniversiteliler 6 Kasım’da Beyazıt’a

Üniversite forumları 6 Kasım günü Beyazıt Meydan’ında ortak bir miting düzenleyecekler. “Ali İsmail Korkmaz Yaşıyor Üniversite Direniyor” sloganıyla düzenlenen mitinge Ozbi, Marsis, Praksis, Bulutsuzluk Özlemi gibi grupların çıkması planlanıyor. 6 Kasım Çarşamba günü Beyazıt Meydan’ında gerçekleşecek mitingde üniversiteliler, Ali İsmail Korkmaz maskeleri takacaklar. Yapılan yazılı açıklamada “6 Kasım üniversitelilerin isyan günü olacak” denildi.

Meydan Gazetesi- Anarşist Gençlik

 

Meydan Gazetesi- Anarşist Gençlik3

Bir ANARŞİST masal;

Mesai saati içinde, takım elbise içinde, develer dekan iken, güveler ÖGB’yken, öğrenciler üniversite illüzyonunda tıngır mıngır yaşar iken. Anlayana naçizane bir masal anlattık, uyuyanı uyandıran, uyandırıp düşündüren; masalımızın adı YÖK OLMASAYDI?

Devlet baba, saraylarından birinde çok sıkılıyordu, üniversite denen bu sarayda da zulüm vardı ama azdı. Saraya zulmü arttıracak ve devletin sıkılmasını engelleyecek bir çocuk gerekliydi. Devlet baba bunun için bir çocuk doğurmak istedi. 1980’de Devlet babanın YÖK adında bir oğlu doğdu. YÖK, amcası Militarizme benziyordu, doğar doğmaz yeşil kundağı ve siyah postallarıyla hazır oldu. Bebekliği mutluydu YÖK’ün, oyuncakları tank ve tüfekle istediği gibi oynuyordu. Ağladığında ise babası ona “yasak” ninnisini söylüyordu. Emeklemeye kalmadan erkence ayaklandı YÖK, herkesin üstüne yürümekten, herkesi ezmekten çok hoşlanıyordu. Postalları her eskidiğinde, babası yenisini yaptırıyordu.

YÖK, gün geçtikçe büyüyordu. YÖK büyüdükçe sarayın halkı da onun zulmünden bıkıyordu. Bir yandan babası bir yandan oğlu, saray halkı için bıkkınlık çıldırmaya dönüşüyordu. Devlet baba halkını bildiği için YÖK’ü biraz yavaşlatmak istedi. Bir yandan YÖK’ü yavaşlatırken bir yandan da halkını sakinleştirmek isteyen Devlet baba, kız kardeşi Demokrasiyi çağırırdı saraya. Üniversite sarayının idaresinde olan YÖK, halasının kendisine karışmasını istemiyordu. YÖK babasına benziyordu; iktidarlıydı ve katı kurallar koymayı seviyordu. Halası ise katı kurallara karşıydı. Her ataerkil saraydaki gibi bu sarayda da kadın önemsenmezdi ve YÖK erkekti.

Devlet babanın kardeşi YÖK’ün diğer amcası Kapitalizm, her sene üniversite sarayına gelerek, diğer saraylarda çalıştıracağı kariyerist dalkavukları seçiyordu. YÖK, Kapitalizm amcasını çok severdi. Ancak YÖK’ün amcası çok kiloluydu, yer yine de doymazdı. O kadar çok yerdi ki; yeryüzünün ağaçlarını, ormanlarını ve toprağını bile yerdi, tüm sularını içerdi. Parayı çok seven amcası mutlu olsun diye YÖK de halkından haraçlar toplardı. Üniversitede yaşayan halktan bazıları haraç veremezdi, YÖK de onları faiz kırbacıyla kırbaçlar ve saraydan atardı. Devlet baba oğlu YÖK oynasın diye ona kameralar aldı. YÖK de kameraları sarayın her köşesine yerleştirdi. Böylece YÖK, kamera oyunuyla sarayın içindeki halkı izliyordu. Yani herkesi izliyordu. Günlerden bir gün saray halkından binleri izlenmekten sıkılıp kameraya kara boya attı ve görüntü aniden karardı. YÖK buna çok öfkelendi. Önce oyunbozanı buldu, sonra da üniversite sarayından kovdu. YÖK baktı ki sarayda yaşayanların bazıları oyunbozan, kendisiyle oynamak isteyenleri seçmesi gerektiğini düşündü. Seçtiklerini amcası kapitalizme överek sunardı. Böylece halkı seçilmek için çabalar ve oyunbozanlar olmazdı.

Ama oyunbozanlar oyunu bozmayı sürdürdüler. Oynansın diye konulan kameraları kurcaladılar; nereden nereye kim gitti, kim geldi diye kontrol için konan turnikeleri kullanmadılar; amca kapitalizmin oyuncaklarından olan bankamatiklerle ilgilenmediler; kapitalizm seçim için geldiğinde seçimlere katılmadılar. Oyunbozanlar oyunu bozdukça YÖK çıldırdı, zulümlerine zulüm kattı, babasından ve amcasından yardım istedi. Babasının muhafızları polisler, zaten hep saraydaydı ve YÖK’ü hep kollarlardı. Bunlar cani ceberrut varlıklardı. Farklı farklı görünüşleri vardı; bazıları halka benzediği için halkın içine sızardı bazılarıysa halka hiç benzemezdi. Adeta bir yaratık gibiydiler. Kafaları kocaman, ağızları ve burunları yok, gözleri ise tekti. Vücutları yumuşak değil, sertti. Ellerindeki tüplerden nefes alıp veriyorlardı. Diğer ellerinde ise sopaları vardı; kızdıklarında birbirlerine yaklaşıp oyunbozanlara ateşli gazlar püskürtüyorlardı. YÖK’ün amcası Kapitalizm ise üniversiteye muhafızları ÖGB’leri yollamıştı. ÖGB’ler, polisler gibi olmasa da en az polisler kadar gıcıktı. YÖK’ün yardımcılarından Rektör ve onun yardımcısı Dekan isimli dalkavuklar ise halkın içindeki bu oyunbozanları seven saray görevlilerini bulup belirlemekle ve kovmakla uğraşırlardı.

Halk birbiriyle konuşuyor, bu zulme karşı koymak istiyordu. Halkın kurtuluşu kendindeydi, yapacak bir şey vardı. Oyunbozanlar arttıkça oyun bozulurdu, halk bu oyunu bozmalıydı. Kulaktan kulağa konuşmalar yayılıyordu. “YÖK olmasa” diyenler özgürlükten bahsediyorlardı. “Özgürlük”, bu söz, babadan amcaya iktidarın tüm sülalesinin korkulu kâbusuydu. Daha az zaman önce değil miydi bir iki ağacın özgürlüğü için halkın isyanı. Bu isyan ateşi sarmıştı baba Devlet’i, amca Kapitalizm’i. Korkutucu bilinen polislerin kaçışını ise kim unutabilirdi.

Oyunbozanların kudreti, belli ki sarayın dışındaki arkadaşlarından ve kardeşlerinden gelmekte. Sarayların uzağındaki düz ovalardan ve dik dağlardan gelmekte. Şehrin sokaklarından ve köylerin patikalarından gelmekte.

Şimdi oyunbozanların elden ele verdiği bir kağıt parçası bu. Diğer masallardaki gibi, gökten düşen bir niyet gibi. Şimdilik YÖK’ün olmadığı bir diyarı düşleyenlerin niyeti.

Gökten üç kağıt düşmüş biri anlayana, biri anlayıp da anlamamış gibi yapana, biriyse hiç anlamayana… Tekerlemede söylemiştik, bu uyutan değil uyandıran bir masal. Uykumuz kaçtıysa eğer, biraz düşünmek yeter. YÖK’ün olmadığı bir dünya için düşlemek ve düşlediğini eylemek ister.

ANARŞİST GENÇLİK

www.anarsistgenclik.org

 

* Üniversitelerde Anarşist Gençlik tarafından dağıtılan bildiri.

The post Anarşist Gençlik: YÖK Olmasaydı appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2013/11/03/anarsist-genclik-yok-olmasaydi/feed/ 0
Saraylarınız Yıkılacak Kadınlar Özgürleşecek https://meydan1.org/2013/03/03/saraylariniz-yikilacak-kadinlar-ozgurlesecek/ https://meydan1.org/2013/03/03/saraylariniz-yikilacak-kadinlar-ozgurlesecek/#respond Sun, 03 Mar 2013 13:57:46 +0000 https://test.meydan.org/2013/03/03/saraylariniz-yikilacak-kadinlar-ozgurlesecek/ Biz kadınlar tüketim saraylarınızda deliriyor, patronların saraylarında sömürülüyor, adalet saraylarınızdan tabutla çıkıyoruz. Gösterişiniz, sömürünüz ve adaletiniz kadının yok oluşudur. Özgürlüğümüz için saraylarınızı yıkacağız. Saray, padişahın hem devleti yönettiği hem de özel yaşantısını geçirdiği yerdir. Sarayda padişahın özel alanı olarak tanımlanan harem ve haremin içini dolduran cariyeler vardır. Saray teşkilatı ve haremde yaşayan cariyeler padişaha hiç sorgu […]

The post Saraylarınız Yıkılacak Kadınlar Özgürleşecek appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>

Biz kadınlar tüketim saraylarınızda deliriyor, patronların saraylarında sömürülüyor, adalet saraylarınızdan tabutla çıkıyoruz. Gösterişiniz, sömürünüz ve adaletiniz kadının yok oluşudur. Özgürlüğümüz için saraylarınızı yıkacağız.

Saray, padişahın hem devleti yönettiği hem de özel yaşantısını geçirdiği yerdir. Sarayda padişahın özel alanı olarak tanımlanan harem ve haremin içini dolduran cariyeler vardır. Saray teşkilatı ve haremde yaşayan cariyeler padişaha hiç sorgu sual etmeden koşulsuz hizmet eder. Dürüst, ahlaklı ve itaatkâr olması koşuluyla yetiştirilen ve buna uygun hizmet etmeleri beklenen cariyeler ya satın alınmış ya da başkaca yüksek makamlı efendilerin padişaha hediye ettiği genç kadınlardı. Gösterişin ve bolluğun hüküm sürdüğü saraylardaki tutsak kadının tek arzusuysa padişahın onu fark etmesi ve kendi katına almasıdır. Neticede cariyenin kendince istediği bu geçici özgürlüğü de, sonsuz tutsaklığı da padişahın iki dudağının arasındadır.

Bugünlere gelindiğinde saraylar hükümete, padişah cumhur reisine dönüştü. Saray teşkilatının yerini millet meclisi aldı. Efendiler için gösteriş ve bolluk hüküm sürmeye devam ederken haremden çıksa da kadının konumu hiç değişmedi. Yüzyıllardır süregelen bu egemenlikte kadının özgürlüğü de, tutsaklığı da yine efendilerin iki dudağının arasında.

‘Biz kadınlar özgürlüğü doğru yerde aramalıyız.’

ADALET SARAYLARI YIKILMALI

Günümüzde erkek şiddeti tecavüz, taciz ve cinayetlerle ardı sıra kendini göstermeye devam ediyor. Her yıl yüzlerce kadın eşi, babası ya da erkek kardeşi tarafından hunharca katlediliyor. Günlük hayat içerisinde kadının her an maruz kalabileceği taciz ve tecavüz ise devlet tarafından olağanlaştırılarak kaçınılmaz hale getiriliyor. Kadının içine düşürüldüğü bu durumun sürdürücüsü sadece erkek egemen toplum ve bu şiddetin uygulayıcısı erkek değil, devletin kendisi de kadına şiddetin en önemli nedeni olarak karşımıza çıkıyor.

Tarihsel olarak incelediğimizde devlet varoluşu itibariyle her zaman şiddeti üretmiş ve kullanmıştır. Günümüzde ise bu şiddet her gün üç kadından birinin katledilmesine yol açmaktadır. Aynı zamanda kullandığı şiddeti yasalarla daha meşru hale getiren devlet, kadının kurtuluşu ve özgürlüğü önündeki yegâne engeldir de.

Bugün hükümetin Aileden Sorumlu Sosyal Politikalar Bakanı kadının yanında ve kadın erkek eşitliğini savunmak adına çalışıyorum(z) şeklinde açıklamalarda bulunuyor. Bu açıklamaları yüzsüzce yapan AKP hükümeti 2012 yılında161 kadının cinayete, 174 kadının cinsel tacize ve tecavüze maruz kaldığını ise henüz açıklayamadı. Aynı hükümet kadın cinayetlerini durduracağız diyerek çözüm olarak ürettiği yasal düzenlemelerle ise trajikomik değişikliklere imza attı. Bu düzenlemelerle kadının ev içi görünmeyen emeğini, ömür boyu bakıcılığını, kadına şiddeti ve baskıyı reva gören aile düzeninin dayatılmış tek meşru ve istenen yaşama biçimi olduğunu gösterdi. Çalışan kadınları kapsayan kreş yardımı ve erken emeklilik gibi değişiklikler ise üç çocuk politikasına indirgendi. Kadın cinayetlerinde sıkça uygulanan haksız tahrik indirimi, erkek egemenliğinin bir sonucu olarak cinayet davalarını hep sonuçsuz kıldı. Kadınların boşanmak istemesi, tartışırken kendini ifade etmesi, istediği kıyafetle gezmesi, eve geç bir saatte gitmesi gibi durumlar tahrik unsuru olarak görüldü. Anlaşıldığı üzere bunlar kadınların aile içinde erkeğe her ne olursa olsun itaat etmesinin gerektiği anlayışının bir sonucudur.

Devletin kadına karşı takındığı “adalet misyonu” yasama ve yargı süreçleriyle, kadını korumaktan çok sadece erkek egemenliğinin pekişmesini sağladı. Bugün devletin adliye saraylarında görülen yüzlerce davanın çoğu yanı başındaki bir erkek tarafından öldürülen kadınların davası. Azalmaktan ziyade artan bu davaların bitiminde ise sarayların kapılarından üzgün ve pişman olarak değil, başı dik ve sözde namuslu olarak çıkan katilleri görüyoruz. Ve her defasında kadınlar olarak bir kez daha devletin adaletine tanık oluyoruz. Kadınlar taleplerinin karşılığını ne devletten, ne de onu adaletinden beklemeli, kadınlar çözümü adalet saraylarında aramamalı. Çünkü bu saraylardan şimdiye değin kadınların öğrendiği tek bir şey oldu; Devlet ve devletin adaleti adaletsizliğin kendisi.

TÜKETİM SARAYLARI YIKILMALI

Devlet, gösterişini ve bolluğunu sürdürmek için saraylarına saray katmaya devam etmektedir. Devletin adalet saraylarından yükselen adaletsizliklerin yanı sıra kadınları benzer şekilde baskı altına alan ve kurban eden kapitalizmin tüketim saraylarından da adaletsizliğin yükseldiğini biliyoruz.

Bunlardan biri moda denilen, özellikle de kadını hedef alan, tüketim kültürünün kendisidir. Alışveriş merkezlerinde tüm gününü geçirerek ihtiyacından çok daha fazlasına sahip olabilme isteği, bu çılgın tüketme arzusudur. Kapitalizmin güzel olarak belirlediği kriterler uğruna markalar için deli gibi para harcamak, güzelleşmek uğruna çantalarımızı kozmetik depolara çevirmek, lüks yaşama imrenerek psikolojik travmalar yaşatmaktır.

Diğer taraftan her gün tüketip attığımız onlarca ürünün bedelinin ise sadece onlara ödediğimiz paralar olmadığını biliyoruz. Bir şeyi satın alırken ve işimiz bittiğinde atarken, aslında tüketip attığımız şey sadece bir ürün değildir. Aynı zamanda üretilmesi sürecine dâhil olan her şeydir. Günümüzde bu çılgın ve hızlı tüketimi karşılamak için insanların karın tokluğuna sağlıksız ve çok uzun saatler boyunca çalıştırılmasıdır. Bu ürünler daha hızlı yetişsin de bir an önce yenilsin diye bitkilere ve hayvanlara yapılan genetik müdahalelerdir. Bu, sonsuz bir yenilenme ve ilerleme arayışıdır.

Saatte 500 kilometre hız yapan bir araba, kullanan kişi 500 kilometre hız yapsın diye mi üretilir? İlerleme, bir ürünün ucuza, sağlıksız ve kötü koşullarda, kimi ise çocuk yaşta insanların sömürülerek çalıştırılması mıdır? Alışveriş merkezlerinin ucuz malları ile yarışamayacak olan Ali Bakkal’ın dükkânını kapatması mıdır? Tüm bu teknolojik gelişmeler ve ilerleme, sadece insan yararı için midir?

Bu soruları kendimize sorduğumuzda sonsuz ilerlemenin bizleri sonsuz tüketimin bir parçası haline getirdiğini görmeliyiz. Böylesi bir ilerlemeye bağlı oluşan üretimin hızıyla ortaya çıkan bu sonsuz tüketim, artık kaçınılmaz bir halde kendini dayatıyor. Markaların sloganları bize bizi anlatır oldu; güzelliğin sırrı Victoria’s Secret’ın sırrı ile, hayatın tadı Coca Cola ile, kendinden emin gülüşler ise sadece İpana ile mümkün. Artık bizi biz olmaktan çıkaran bu slogan yaşamlarla daha mutlu, huzurlu ve güvende hissedebiliyoruz. Tüm bu hislere sahip olabilmek içinse sunulan tek seçenek , tüketim saraylarının içinde akıp giden bir hayatı yaşamak.

Biz kadınlar bu tükenişin bir parçası olmak yerine ortak ekonomik ve sosyal çözümler yaratmalıyız. Yaşamlarımızı bu slogan hayatlarla kurulan sahtelikle değil, kendimiz olabilmenin özgürlüğüyle dönüştürmeliyiz. Bu sonsuz tüketimin bu sonsuz tükenişine ancak böyle son verebiliriz.

PATRONLARIN SARAYLARI YIKILMALI

Üretim

Kadınların “ücretli” üretim sürecinde aktif yer almaları Sanayi Devrimi ile başlamıştır. Ailedeki erkekle birlikte, kadın ve çocuk da kendini bu üretimin içinde bulmuştur. Kadın genellikle üretim sürecinde vasıfsız, kötü şartlarda ve ucuz iş gücü olarak çalıştırılmaktadır. Örneğin kriz gibi dönemlerde, ilk olarak “evine” geri gönderilerek, “işsiz” bırakılanlar da hep kadınlar olmuştur. Erkeklerin üretim alanlarında boşalan yerlerini doldurması gerektiği düşünülen kadınlar istihdam alanı dışında, ev içi emeklerinin de (temizlik, yemek, çocuk bakımı vb.) görünmez kılınmasıyla başka bir sömürünün parçası olmuşlardır. Toplumsal olarak kadının konumlanışı ev üzerinden tanımlandığından, kadın için hep bir erkeğe muhtaç kalma zorunluluğu yaratılmıştır. Böylece çalışma yaşamında vasıfsız ve ucuz iş gücü, ev yaşamında da emeği görünmeyen ve hiçleştirilen kadın, doğrudan sömürünün hedefinde kalmıştır.

Kadının bu durumdan çıkabilmesi, ekonomik ve sosyal olarak yer tutabilmesi ise fırsat eşitliğinin sağlanabilmesi ile açıklanır. Fırsat eşitliği, kadın ve erkeğin örneğin çalışma yaşamındaki eşit hak ve koşullardan yararlanma durumunu ifade etmektedir. Kadın bu fırsat eşitliğinden yoksundur. Yani erkekle eşit şartlarda çalışsa dahi eşitsiz tarafı temsil eder. Çünkü kapitalizmde üreten de olsa kadın asli iş gücü değildir. Bu durumda aynı zamanda potansiyel olarak işsizdir de. Bu potansiyel işsizlik de kadının her daim yoksullaşmasının ve buna bağlı olarak da erkeğe bağlı muhtaç bir yaşamın ön koşulu demektir.

Ancak yakalanması muhtemel bir fırsat eşitliği kadını içine düştüğü bu durumdan kurtarabilecek midir? Ya da bu fırsat eşitliği kadının kapitalist üretimdeki sömürüsünün önüne geçebilecek midir? Ve en önemlisi kapitalizm içerisinde sağlanacak eşitlik, kadını hem ekonomik hem de sosyal olarak sömürüye maruz kalmadan yaşatabilecek midir?

Kadını kapitalizm için üreten ve üreten kadını da erkekle eşitleyen bu tarz bir anlayış, var olan sömürünün ortadan kaldırılmasını değil, sadece sömürünün kısmen iyileştirilmesini savunur. Kapitalist üretimde sömürünün iyileştirilmesi gibi bir çözüm tek başına ekonomiktir ve yetersizdir. Ekonominin iyileştirilmesi demek, kadının ekonomik sömürüsünün bittiği anlamını da taşımaz. Kapitalizmde ekonomik iyileştirmenin yanı sıra sosyal koşulların da kadın için dönüşmüş olması gereklidir. Yani üretimi erkek bir algıdan kurtarmak, sosyal yaşamı da dönüştürmeye bağlıdır. Kadın olarak üretim koşullarını, erkekle eşitlemek yerine hem ekonomik hem de sosyal olarak yaşamlarımızı sürdüreceğimiz, kapitalizmin fırsatçılığı ve sömürüsü dışında, herkesin ihtiyacına göre üreteceği ve tüketeceği bir modeli yaratmak, böyle bir dönüşümü sağlayabilir.

Devlet ve kapitalizm, kadının özgürleşmesinin önündeki iki önemli sorundur. Erkek egemenliğinin, cinsiyetçiliğin ve tüm sömürü biçimlerinin ortadan kaldırılması bu iki sorunun ortadan kaldırılmasına bağlıdır. Bu nedenle çözüm arayışlarımızı belirlerken de devletin ve kapitalizm alanları dışında çözümler yaratmalıyız.

Bugün biz kadınların düşünmesi gereken en önemli soru şudur; mücadeleye doğru yerden bakabiliyor muyuz ve çözümlerimizi doğru yerde arayabiliyor muyuz?

The post Saraylarınız Yıkılacak Kadınlar Özgürleşecek appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2013/03/03/saraylariniz-yikilacak-kadinlar-ozgurlesecek/feed/ 0