SAYI 11 – Meydan Gazetesi https://meydan1.org Anarşist Gazete Thu, 08 Aug 2013 09:12:07 +0000 tr hourly 1 https://wordpress.org/?v=5.3.13 Dün Ajan Bugün Kahraman İspiyonMAN- Özlem Arkun https://meydan1.org/2013/08/08/dun-ajan-bugun-kahraman-ispiyonman-ozlem-arkun/ https://meydan1.org/2013/08/08/dun-ajan-bugun-kahraman-ispiyonman-ozlem-arkun/#respond Thu, 08 Aug 2013 09:12:07 +0000 https://test.meydan.org/2013/08/08/dun-ajan-bugun-kahraman-ispiyonman-ozlem-arkun/ “Ipsa scientia potestas est” Francis Bacon, “bilgi güçtür” sözüyle kendi idealini kurduğu dünyasında bilgiden, siyasi iktidarda bulunması gereken bir nitelik gibi bahsetmemiştir sadece. Başsavcılıktan, baş yargıçlığa hızla yükselen siyasi kariyerinde edindiği deneyimler de bu sözün edilmesinde etkilidir. Muhtemeldir ki çevresi, bildiklerini çok sevdikleri Kraliçelerinin yararına kullanmak isteyecek insanlarla doludur. Aslında her şeyi bilen bir kral […]

The post Dün Ajan Bugün Kahraman İspiyonMAN- Özlem Arkun appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
“Ipsa scientia potestas est”

Francis Bacon, “bilgi güçtür” sözüyle kendi idealini kurduğu dünyasında bilgiden, siyasi iktidarda bulunması gereken bir nitelik gibi bahsetmemiştir sadece. Başsavcılıktan, baş yargıçlığa hızla yükselen siyasi kariyerinde edindiği deneyimler de bu sözün edilmesinde etkilidir. Muhtemeldir ki çevresi, bildiklerini çok sevdikleri Kraliçelerinin yararına kullanmak isteyecek insanlarla doludur.

Aslında her şeyi bilen bir kral (yönetim) fikri, 16.yüzyıldan çok daha önceleri atılmış bir fikirdi. Siyasal iktidarını sadece askeri gücünden, “iyi” ve “adil” yönetiminden değil, “bilen” kişi olma durumundan da alacak yöneticilerin konumu Eski Yunan’dan günümüze farklılık göstererek evrilse de, filozof-kral fikrine bir de iktidarla ilişki boyutundan bakmak gerekir.

İktidarın pekiştirilmesinin ya da iktidarın yaratılmasının bir aracı olarak düşünüldüğünde bilgi, sahip olunmak ve olunmamak üzerinden iki zıt durum yaratır. Aslında bu yaratılan zıt durum mülkiyet ilişkisinde olduğu gibi, iki taraftan birinin gönüllü olmadığı ilişki tarzına dayanır. Bilginin mülkiyetini edinmiş olan taraf, bu bilgiyi bilgiye sahip olmayanla paylaşmaz. Çünkü bu sahiplik durumu sosyal, ekonomik ve siyasi statü yaratır.

Bu noktadan bakıldığında, devletler aynı zamanda bilgiyi tekeline almış kurumlardır. Bu bilginin ne kadarının, nasıl halka verileceği, devletin bilgi sahibi olan konumunun korunması ve bu bilgilerin siyasi ve ekonomik çıkarlar üzerinden kullanılabilmesi açısından önemlidir. Belli bir alanda bilinebilecek gerçeklerin üzerinde söz sahibi olan devlet, bilimsel ve teknolojik gelişmeler sayesinde, istediğini bilebilme ve istediğinden bilgiyi saklayabilme niteliğini fazlasıyla geliştirmiştir.

Bu bilgiye ulaşma noktasında, devletlerin oluşturduğu kurumların başında istihbarat teşkilatları gelir. Bu teşkilatların amacı, dış politika, ulusal güvenlik, savunma gibi kalemlerde devletlerin istedikleri bilgiyi toplamalarına ve analiz etmelerine yardımcı olur. Bu bilgi toplama araçları, casusluk, iletişimi dinleme ve şifrelenmiş bilgilerin şifresiz hale getirilmesidir. İstihbarat teşkilatları, kendi devletlerinin çıkarlarıyla ilgili olarak, suikast, silah ticareti, darbe girişimleri, yanlış bilgilendirme ve benzeri faaliyetlerde bulunurlar.

İstihbarat teşkilatlarının, devletler arası barış dönemlerinde nasıl bir rol oynadığını, Soğuk Savaş döneminden biliyoruz. İstihbarat teşkilatları, savaşsızlık dönemi ordularıdır. “Karşı” tarafla ilgili bilgiyi edinerek, sadece karşı taraftan haberdar olmaz; bu bilgiden yola çıkıp karşı tarafın zaaflarını bulur. Bu, “savaşın” kazanılmasında önemlidir.

Modern devletler için bu bilgi edimi, sadece düşman görülen devletlere karşı kullanılan bir durum değildir. Devlet, bu bilgi edimini kendi siyasi sınırları içinde, kendi vatandaşlarına karşı da kullanır. Telefon dinlemeleri, MOBESE takipleri, internet takipleri, kredi kartı kullanımı izlemeleri vb. Kişilerin bilgilerini edinmek için başvurulan bu yöntemler, sadece devletlerin tehdit hissettikleri dönemlerdeki uygulamalar değildir. Modern devlet sürekli bir tehdit altındadır. Siyasal meşruiyet yitimi, bu sürekli tehdidin temelidir. Bu meşruiyet ortadan kaybolduğu anda, devlet iktidarının varlığı tehlikeye girer. Bu sebeple “piyasa”da dolaşan bütün bilgilerin kontrolü devletin denetiminde, dolaşmayanları da devletin bilgi depolarındadır.

Sızıntıların Siyasi Etkisi
Julian Assange, Wikileaks’le ortaya çıktığında dünyanın gündemine oturmuştu. Bu bilgi depolarından “çaldığı” bilgileri (ya da başkalarının “çaldığı” bilgileri) toparlayarak herkesin kullanımına açtı. Saklanan bilgilerin bu şekilde açığa çıkması, özellikle devletlerin ilgili istihbarat kurumlarını rahatsız etmiş gibi görünüyordu.

Julian Asssange gittikçe önemli siyasi bir figür haline gelirken, eski NSA (Ulusal Güvenlik Dairesi) çalışanı Edward Snowden birden çıktı ortaya. The Guardian gazetesinden Glen Greenwald’a verdiği bilgiler, bir anda Snowden’i gündeme oturttu. ABD’nin, AB üyesi devletlerin (hem de üst düzey siyasi kurumların) telefon konuşmalarını dinlediği, yine aynı şekilde internet üzerinden iletişim takibi yaptığı bilgilerini The Guardian’a anlatınca, birçok yerden açıklama geldi. ABD’nin yaptığı bu takip, olabildiğince eleştirildi, Soğuk Savaş dönemi düşmanların birbirine yaptığı ile benzetildi.

Bu sırada, Edward Snowden siyasi bir kriz haline dönüştü. ABD pasaportu iptal edilen Snowden, siyasi sığınmacı olmak için 21 devlete başvurdu. Bir yanda Moskova’daki Şeremetyevo Havaalanı transit yolcu bölgesinde kalan Snowden’in iadesi için ısrarcı olan ABD; bir yanda siyasi sığınma hakkının verileceğini söyleyen Nikaragua, Venezüella, Bolivya; öte yanda siyasi sığınma hakkını vermeyi çok istemeyen ama ABD’ye Snowden’i iade etmeyi de istemeyen Rusya… Snowden şimdiden çok bilinmeyenli bir denklemin parçası haline gelmiş durumda.

Modern Parrhesiastes’ler mi?
Parrhesia, her şeyi konuşmak anlamında kullanılan Yunanca bir sözcük. Özgürce konuşmayı, gerçeği söylemeyi ifade eden bir kavram. Bireyin ifade özgürlüğünü belirtmekten çok, toplumun yararı için gerçeği söylemeye zorunlu olmak anlamında daha fazla kullanılan bir kavram. Hatta belki de, “Gerçeği söyleme sanatı” diye ifade edebiliriz. Öldürüleceğini bile bile gerçekleri söylemekte ısrar eden Sokrates’i nitelemek için kullanılan “parrhesiastes”( gerçeği söyleyen) kavramıyla ilintilidir bu kavram.

Gerçekleri söylediklerinden dolayı cezalara çarptırılan birçok insanın tarihidir aynı zamanda insanlık tarihi. Yani her çağda, parrhesiastes’ler ortaya çıkmıştır. Assange, Manning, Snowden de belki yaşadığımız çağın “gerçeklerini söyleyen”leridir. Karşılaşacakları zorlukları göz önüne alıp, gerçekleri söylemekte ısrar edenler…

Ancak parrhesiastes’ler sadece gerçekleri söylemez, buna göre yaşarlar. Kişisel çıkarlarıyla uyumlu olamayan anlarda dahi gerçekleri söylemek durumunda olduğundan yaşamları risk altındadır. Gerçekleri söylediklerinden dolayı, beklenti içinde değillerdir. Gerçekleri söylerler, çünkü söylemeleri gerektiğine inanırlar.

Snowden gibi kişilerin durumunu “parrhesia” kavramıyla kıyaslamak birkaç nedenden dolayı önem taşıyor. Bunlardan ilki, Snowden’in belirttiği gibi “İnsanların, kendileri hakkında yapılanları bilmeye hakkı var.” sözünün samimiyeti ile ilgili. Snowden, ABD’nin istihbarat kurumlarında çalışan bir ajan. ABD’nin ezeli düşmanı konumundaki devletlerin Snowden’e siyasi sığınma hakkı vereceğine ilişkin açıklamalarının sebebi bu. Snowden de bu durumdan yeterli siyasi ilgiyi kazanmışa benziyor.

Öte yandan, açığa çıkan bilgilerin, medyada ses getirmesi ve birkaç üst düzey siyasetçinin durum hakkında değerlendirmesinin ötesinde nasıl bir sonuç ortaya çıkardığı ise belirsiz. NSA gibi bir kuruluşun farklı ülkelerde telefon dinlemeleri ve internet kullanımı takipleri yaptığı bilgisinin açığa çıkmış olması, bilgi tekelini elinde bulunduran devletlerin bu niteliğinde nasıl bir değişiklik yaratacak? Ya da böyle durumların ortaya çıkması, devlet istihbaratlarının yaptıklarını bu kadar göz önünde vererek normalleştiriyor mu? Faal halde bulunan istihbarat kuruluşlarının sayısı bugün 150’nin üstünde. Açığa çıkan bilginin, bilgi depolarındakinin kaçta kaçı olduğunu kimse bilmiyor. Bilinen şey, bilimsel ve teknolojik ilerlemeler, bu bilgilerin daha hızlı bir şekilde toplanmasına ve kullanılmasına hizmet ediyor. Yani devletler bilgi tekelinde olma durumunu koruyabiliyor. İstihbarat kurumları için, işleyiş esnasında ortaya çıkacak (Snowden örneğinde olduğu gibi) olumsuz durumlar, istihbarat sisteminin işleyişinden çok istihbaratlar arası bilgi yarışını hızlandırmaya yardım ediyor. Ve bu yarışın normalleşmesine…

Özlem Arkun
[email protected]

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 11. sayısında yayımlanmıştır.

The post Dün Ajan Bugün Kahraman İspiyonMAN- Özlem Arkun appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2013/08/08/dun-ajan-bugun-kahraman-ispiyonman-ozlem-arkun/feed/ 0
Kültürlü Komiklik Kültürsüz Kitle – Alp Temiz https://meydan1.org/2013/08/07/kulturlu-komiklik-kultursuz-kitle-alp-temiz/ https://meydan1.org/2013/08/07/kulturlu-komiklik-kultursuz-kitle-alp-temiz/#respond Wed, 07 Aug 2013 14:34:08 +0000 https://test.meydan.org/2013/08/07/kulturlu-komiklik-kultursuz-kitle-alp-temiz/ İnsanların sokaklara döküldüğü politik süreçlerde, bizim için bir başka iletişim aracı da duvarlar olmuştur. Düşündüklerini slogan halinde duvarlara yazanlar, bilirler ki yazılarının yanına bir yazı daha yazılır ve düşünceler duvarları doldurdukça toplumsallaşır. Taksim isyanı ve direnişi boyunca, sloganlar sadece Taksim’e çıkan sokakları doldurmakla kalmadı. İsyanın yayıldığı her yerde, isyanın ruhuyla özdeşleşmiş sloganların yaratıcılığı çok konuşuldu. […]

The post Kültürlü Komiklik Kültürsüz Kitle – Alp Temiz appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
İnsanların sokaklara döküldüğü politik süreçlerde, bizim için bir başka iletişim aracı da duvarlar olmuştur. Düşündüklerini slogan halinde duvarlara yazanlar, bilirler ki yazılarının yanına bir yazı daha yazılır ve düşünceler duvarları doldurdukça toplumsallaşır.

Taksim isyanı ve direnişi boyunca, sloganlar sadece Taksim’e çıkan sokakları doldurmakla kalmadı. İsyanın yayıldığı her yerde, isyanın ruhuyla özdeşleşmiş sloganların yaratıcılığı çok konuşuldu. Sloganlardaki insanı gülümseten yaratıcılık, isyanın en büyük motivasyonuydu.

Gülebilmek için gerekli olan malzeme, isyan sürecinde oldukça fazlaydı. Kimi zaman biber gazıyla dalga geçiliyordu, kimi zaman TOMA’yla… Bazen Vali Mutlu konu oluyordu süreçle ilgili bir espriye, bazen de Belediye Reisi Melih Gökçek!

Bu isyandaki mizah, sürecin en önemli kazanımlarından biriydi. Ama mizah her zaman çok komik olmaz, komik olan her şey de mizah değildir.

Kültürlü Komiklik

Mayıs sonu haziran başında, benim açımdan ilk komiklik ve mizah ayrımı üzerine tartışmalı malzeme açığa çıkmıştı: Polis kalkanının önünde kitap okuyanlar, polise kitap okuyanlar, polisin okuması için kitap açanlar… İnsanların algısında bu eylemler, polis şiddetine karşı oluşmuş gerginlikten beslenerek komik olarak değerlendirilmişti.

Oysa ki birinin kitap okuyup okuyamaması, pratikleriyle teorik seviyesinin aynı olduğunu göstermez. Kaldı ki, zaten kitap okumayı referans alan yani insani davranışların cahillik ve bilgelikle alakalı olduğunu düşünen bu anlayış, hiç okuma yazma bilmeyen annenin ya da babanın veya “cahil” olduğu her halinden belli olan birisinin “faşist hükümet” demesine de şaşırarak komik buldu.

Devletin, polis aracılığıyla halka karşı uyguladığı orantısız güç, pek çok zırhsız, kasksız, kalkansız, gaz maskesiz insanı öldürdü ve kayıtlara geçemeyecek kadarını yaraladı. Bu karşılaşmadaki adaletsizliğe bir eleştiri mahiyetinde bir pankart, Gezi Parkı içerisinde dikkat çekmekteydi: “Orantısız Zeka Kulübü”. Pankart önünde Gezi Parkı direnişçileri ve isyancıları, satranç oynayarak yaptıkları bu eylemle polisin orantısız güç uygulamasına karşı orantısız zeka uyguladıklarını kastederek orantısızlığı komikleştiriyorlardı. Ama bu komikleştirmeyle de orantısızlık meşrulaşmıyor muydu?

İşte çirkin mizaha denk düşürdüğüm komiklik, orantısızlığı meşrulaştıran bu komikliktir. Bu komiklik sayesinde orantısızlığın meşrulaşması, kime yaradığı belli olmayan bir saçmalık yaratmıyor mu?

Kültürsüz Kitle

Sosyal medyada çığ gibi büyüyen “Başbakan’ın götünün kılıyım” ve “Hüloğ” videoları da AKP mitinglerindeki insanlar üzerinden AKP’ye gösterilen tepkinin bir aracı haline geldi, yürüyüşlerde “hüloğ” çığlıkları atılır oldu.

Bu kitlenin alay konusu olduğu şakaların, son derece komik olduğunu kabul etmek gerekir. Ancak mizah, sadece komik olanla kısıtlı değildir. Cem Yılmaz adlı Profesyonel Komik’in öncülerinden olduğu komikçilik algısı, gülerken düşünmeyi bayağı bir klişe olarak görüp yadsır. Profesyonel Komik’ler çizgili pijama üstüne atletle dolaşan göbekli kirli sakallı tiplemeler yaratarak, A-B sosyoekonomik statü grubundaki tüketiciye, komiklikler sunarlar. Tüketici hunharca gülerken mizahın “yoksunluklarla alay etmeme” ilkesi, bu zanaatkârlarca gerek maddi gerek magazinsel çıkarlarla unutulur.

Bu komiklikleri tüketenlerin algılarına yerleşen alaycılık ya da farkındalıklarından silinen duyarlılık, sokaklardaki yazılamalarda da kendini gösterdi: “Kahrolsun bağzı şeyler”e dek uzanan depolitizasyonun yarattığı “slogan bulamama”larla, yandaş medya için penguenlerden sonra ilgi çekici bir diğer alan daha belirmiş oldu.

Alay edilen tüm bu olaylar, çoğunlukla eğitimsiz, cahil yani kandırılmış olanları faşist olmakla niteliyordu.

Dahası bu anlayış içerisinde entelektüalizm öyle yükseldi ki, tartışmalarda faşizmin okuma yazma oranı düşüklüğü ve eğitimsizlikle alakalı olduğu ve aydınlanmayla üstesinden gelineceği iddia edilmeye başlandı.

“Cahil” insanların cahil hükumetinin ve onun cahil polisinin tavrının nedeni olarak görülen şiddet, iradenin yok sayılması, özgürlüklerin baskı altında tutulması; neye karşı mücadele ettiğimizi bulanıklaştırabilir. Aslında neye karşı mücadele ettiğimizi görmek çok önemli. “Eğitim şart” sloganlarını anımsatan komiklikler ve bu komiklikler üzerinden bir algı yükseltilirken şunu unutmamak gerekir ki; 1930’ların sonlarıyla Avrupa’da başlayan faşizm, eğitimli, sosyal ve kültürel konumu yüksek insanlarca uygulanıyordu.

Kullandığımız dilin, kimin tarafında olduğunu düşünmemiz gerekir. Keza komiklik ile mizahı ayıran durum budur.

Alp Temiz
[email protected]

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 11. sayısında yayımlanmıştır.

The post Kültürlü Komiklik Kültürsüz Kitle – Alp Temiz appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2013/08/07/kulturlu-komiklik-kultursuz-kitle-alp-temiz/feed/ 0
Yaşadığımız Topraklardaki Halkların Mayasıdır İsyan https://meydan1.org/2013/08/07/yasadigimiz-topraklardaki-halklarin-mayasidir-isyan/ https://meydan1.org/2013/08/07/yasadigimiz-topraklardaki-halklarin-mayasidir-isyan/#respond Wed, 07 Aug 2013 14:24:08 +0000 https://test.meydan.org/2013/08/07/yasadigimiz-topraklardaki-halklarin-mayasidir-isyan/ Geçtiğimiz haziranda Taksim’de başlayıp dört bir yana yayılan isyan ve direniş, herkesin yaşamında ve algılarında bir kırılma yarattı. Bu topraklarda yaşayanlar, iktidarın sarsılmaz olmadığını, polisin dost olmadığını ve sokakların kendilerine ait olduğunu hatırladılar. Hatırladılar diyoruz, çünkü Baba İshak “dünya malı halkındır” diyen değil, bozguncu; Celaliler, halkın kendisi değil bir avuç çapulcu ve eşkıya; Şeyh Bedreddin […]

The post Yaşadığımız Topraklardaki Halkların Mayasıdır İsyan appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
Geçtiğimiz haziranda Taksim’de başlayıp dört bir yana yayılan isyan ve direniş, herkesin yaşamında ve algılarında bir kırılma yarattı. Bu topraklarda yaşayanlar, iktidarın sarsılmaz olmadığını, polisin dost olmadığını ve sokakların kendilerine ait olduğunu hatırladılar. Hatırladılar diyoruz, çünkü Baba İshak “dünya malı halkındır” diyen değil, bozguncu; Celaliler, halkın kendisi değil bir avuç çapulcu ve eşkıya; Şeyh Bedreddin adalet için mücadele veren bir devrimci değil iktidar meraklısı bir devlet adamı olarak anlatılmıştı tarih kitaplarında. Efendiler ve resmi tarih öğreticileri bozguncunun bozguna uğratılacağını, biat edenin huzur ve refah içinde yaşayacağını adeta beynimize kazımıştı. Ancak bu toprakların geleneği biat değil, isyandır! O isyanın adı, kimi zaman Bizans’a kafa tutan özgür Pavlakiler, kimi zaman Selçuklu’ya diz çöktüren Babailer, kimi zaman ellerinde sadece kazma kürekler olmasına rağmen defalarca Osmanlı ordusunu geri püskürten Ortaklar olmuştur. Dehaq’lara karşı isyan ateşini yakan Kawa’lar, ulus-devlet uğruna katledilen Şeyh Sait’ler, onca oyuna ve kırıma rağmen baş eğmeyen Seyit Rıza ile Dersimliler ve daha niceleri…

Pavlakiler: Devletin Dinine Baş Kaldıranlar!
Pavlakiler, 7. yy.de Sivas, Malatya ve Erzurum’da yaşayan Ermenilerdir. Resmi dini Hristiyanlık olan Bizans Devleti’nin egemenliği altında olan bu bölgede, kilise ve iktidar yanlısı Hristiyanlığın otoritesini reddederek, Alevilik, İran Manihaizm’i ve Binyılcı Hristiyanlık gibi görece daha özgür ve halkçı anlayışları birleştirmeleri; onları egemen dinin saldırısına maruz bırakmıştır. Nihayetinde Bizans’ın ve kilisenin baskılarına başkaldıran Pavlakiler, Arap Müslümanların ve daha birçok ezilenin katılımıyla 9. yy’de büyük bir isyana kalkışmışlardır. İsyancılar Ankara’ya kadar gelmiş, fakat burada Bizans ordusu tarafından durdurulmuşlardır. Sonrasında Bizans ordusu, isyancıları akıl almayacak işkencelerle katletmiş, (Bizans kayıtlarına göre 100.000 kişi) geri kalanları da sürgüne göndermiştir. Sonraki süreçte, Pavlakiler sürüldükleri yerleri Bektaşiliğin merkezi haline getirmişler, Babai ve Şeyh Bedreddin İsyanı gibi halk isyanlarına hem esin kaynağı olmuş, hem de doğrudan katılmışlardı.

Babai İsyanları: “Dünya Mülkü Halkındır.”
Babai İsyanı, Anadolu halklarının adalet ve özgürlük arayışlarının belirginleştiği, sonrasında da bu topraklarda, devlete ve efendilere karşı girişilecek olan isyanlara esin kaynağı olan bir hareket olmuştur. Anadolu’daki hemen hemen tüm halkları devletin iktidarına karşı birleştiren Babai İsyanları, döneminde bu toprakların çehresini değiştirerek uzun yılar Babailik olarak bilinen bir isyan geleneğini yeşertmişlerdir.

1240 yılında başlayan Babailer Hareketi, diğer öncüllerinde de olduğu gibi dinci, ayrılıkçı, Sünni-Şii çatışması şeklinde resmi tarihin tanımladığı gibi değil; örgütlü, politik bir çabayı ve devrimci zihniyeti gerçekleştirmenin bir başka örneğidir.

“Dünya mülkü halkındır.” diyen Baba İlyas’ın adalet anlayışı ve Baba İshak’ın halkın arasındaki çalışmalarıyla gittikçe büyüyen isyan, Müslümanından Hristiyanına, Türkmeninden Rumuna, konarından göçerine bütün bir halkın sırtında, başkent Konya kapılarına kadar gelmiş Selçuklu Devleti’ni yıkamadıysa bile sarsmıştır. İsyan bastırıldıktan sonra, çoluk çocuk demeden bütün Babaileri kılıçtan geçiren Selçuklular, ne devletlerinin yıkılmasını engelleyebilmişler, ne de yanmakta olan isyan ateşini söndürebilmişlerdir. O gün bir Selçuklu askeri tarafından başı vurulan bir Babai, bir kaç yüzyıl sonra Osmanlı’nın karşısına bir Celali olarak dikilmeye devam etmiştir.

Celali İsyanları: Osmanlı’ya Kıyama Kalkanlar
16. yy.’ın ilk yarısında, Osmanlı›ya karşı başlayan ve neredeyse yüzyılı aşkın bir süre Osmanlı devlet geleneğine ve onun, baskılarla, vergilerle, askerleriyle “dirlik ve düzen” içinde tutmak istediği Anadolu topraklarında çıkan isyanlardır. Bunlardan bazıları; 1517 yılında Yozgat-Tokat bölgesinde Bozoklu Celal, 1525 yılında Süklün Koca ve Baba Zünnun Bozok’ da, 1527 yılında Tokat ve yöresinde Zünnünoğlu Halil ve Hubyar Baba, 1526 yılında Kırşehir-Ankara yöresinde Kalender Çelebi, 16 yy. ortalarında Sivas›ta Pir Sultan Abdal… Bunların tümü Celali İsyanları olarak anılmış, bu topraklarda yaşayanların adalet için mücadeleleri olarak görülmüştür.

Bu isyanlar her zaman olduğu gibi, çok ağır bir şekilde bastırılarak, isyancılar katledilmiş; hatta isyana katılanlar, çapulcu eşkıya diye anılarak hiçleştirilmeye çalışılmıştır. Fakat bugün, ne isyan değerinden bir şey yitirmiş, ne de Celaliler’in yeniden harladığı isyan ateşinin bugünü aydınlatması engellenebilmiştir.

Şeyh Bedreddin ve Börklüce Mustafa: Yarin Yanağından Gayri Her Şeyi Paylaşmak İçin!

Şeyh Bedreddin İsyanı, hem ortaklaşacılığın ete kemiğe bürünmüş hali, hem de 16. yy.›da Osmanlı Devleti’ne karşı örgütlenmiş bir devrim girişimiydi. Şeyh Bedreddin ile onun ortakçıları Börklüce Mustafa ve Torlak Kemal’in çalışmaları ile büyüyen isyan, ağır vergiler altında ezilen, yok sayılan, savaşlarla, sürgünlerle talan edilen köylülerde, ahi birliklerinde, Müslümanlarda ve Gayri Müslimlerde; kısacası toplumun ezilen tüm kesimlerinde karşılık bulmuştu.

İsyan, özellikle Ege bölgesinde, İzmir ve Manisa çevresinde, köylülerin, devlete haraç olarak verdiği ürünleri vermeyip, toprağı ortak işleyip, topraktan geleni ortakça tüketmeleriyle; daha doğrusu öşürcüleri başlarından kovup, devleti ve özel mülkiyeti hayatlarından çıkartarak, hayatlarını paylaşma ve dayanışma ekseninde kurmak istemeleriyle iyice büyüdü.

Köylüler artık devlete haraç vermiyor, toprakların beraber işleyip beraber tüketiyor, her şeye beraber karar veriyor, yemekler köy meydanlarında büyük kazanlarda pişirilip beraber yeniliyordu. Devlet, tabi ki buna daha fazla müsaade edemezdi. Osmanlı, bu komünlere defalarca saldırdı ama her seferinde geri püskürtüldü. Binlerce insan Karaburun’a çekilerek hem ortakçılıklarına devam ettiler, hem de Osmanlı ile savaşmaya…

Fakat bu isyan da çok sert bastırıldı. Şeyh Bedreddin’in ortakçıları, katledilerek bugün “ölüm kuyuları” diye bilinen yerlere atıldılar. İsyanın sona erdiği haberini alan Bedreddin, sürgünde olduğu İznik’ten kalkıp Serez’e geldi, fakat onun ölüm fermanını hiçbir ulema imzalayamadı. Kendi ölüm fermanını yazdı ve boğazına ilmiği kendi geçirip, idam sehpasını tekmeledi.

Demirci Kawa Destanı: Dehaq’lara Karşı, Hepimiz Kawa’yız!

Bundan 2.500 sene önce, Mezopotamya’da hüküm süren Asurlu Kral Dehaq’a karşı ayaklanan Kürtleri anlatır bu destan. Zalim kral Dehaq, hem baharın gelişini engelliyor, hem de yakalandığı ölümcül bir hastalıktan kurtulmak için, her gün bölgeden yakalanan iki genci öldürüp, beyinlerini yiyordu. Gençler katledilirken, sıra daha önce bu şekilde 17 oğlunu kaybetmiş olan Kawa adındaki demircinin en küçük oğluna gelmişti. Her gün, gençler Dehak’ın askerleri tarafından başları kesilmek üzere götürülürken, Kawa’nın aklına başkaldırı fikri gelir ve bu konuyu etrafında güvendiği birkaç kişiye açıklar. Demirci dükkânında, demirden savaş malzemeleri olarak Gürz û Kember, Kêr gibi araçlar yapar ve bir taraftan da başkaldırı için etrafındakileri eğitir. Bu hareket, yavaş yavaş yayılmaya başlar. Mart ayının 20’sini 21’ine bağlayan gece, zalim Dehak’a karşı direniş başlar. O gece Demirci Kawa, kralın sarayına doğru yürür. Zalim Kral Dehaq’ı öldürerek, hem Kürtleri özgürlüğüne kavuşturmuş olur, hem de yeniden gelen baharın müjdecisi olur.

Şeyh Sait İsyanı: “Torunlarımızın Bizden Dolayı Utanç Duymaması Bizim İçin Yeterlidir!”
5 Şubat 1925, Osmanlı Devleti yıkılmış; ulus temelli T.C’nin kurulması için adımlar atılmaya başlanmıştır. Bu adımlardan biri, tabi ki Kürtlerden kurtulmak, olmazsa onları etkisiz hale getirmektir. İlk önce 2 Mart 1925‘te dönemin başbakanı Fethi Okyar: “Elimi kana bulamak istemiyorum.” der ve ardından görevden alınır, yerine İsmet İnönü atanır. Takrir-i Sükun Kanunu çıkartılır, İstiklal Mahkemeleri kurulur.

Hâlihazırda bir isyan hazırlığında olan Kürtler, bir provokasyonla savaşın içine çekilir. Sonrasında Kürt halkıyla T.C Devleti arasında amansız bir savaş başlar. İstanbul ve Ankara’da gazeteler adeta sağır ve dilsizdir. Onlara göre bir mesele yoktur. Yaşanan küçük bir zabıta vakasıdır. Kürt isyanı bastırılır… Şeyh Sait ve arkadaşları İstiklal Mahkemeleri’nde yargılanıp apar topar idam edilirler. Şeyh Sait’in son sözü şu olur: “Torunlarımızın Bizden Dolayı Utanç Duymaması Bizim İçin Yeterlidir!”

Seyit Rıza (Dersim İsyanı): “Ben Sizin Yalan ve Hilelerinizle Baş Edemedim Bu Bana Dert Oldu Ama Ben de Sizin Önünüzde Eğilmedim Bu da Size Dert Olsun”
1935 yılında İsmet İnönü’nün hazırladığı Kürt Raporu’nda aynen şunlar yazıyordu: “Dersim Türklük için kanayan bir çıbandır, derhal kesilip atılması gerekir.” Bu mesaj, gerekli mecralara ulaşır. Dersim’e devletin tunçtan eli dokunmalı, bölge acilen Türkleştirilmelidir. Fakat TC’nin orduları hangi bahaneyle gelirse gelsin, Seyit Rıza ve arkadaşlarının yani Dersimlilerin isyanıyla karşılaşırlar.

Mustafa Kemal’in manevi kızı, pilot Sabiha Gökçen, 1937’de devlet töreniyle bölgeye gönderilir. Hazırlıklar tamamlandıktan sonra, 21 Mart 1937’de, yani Newroz sabahında Seyit Rıza’nın evi bombalanır. Ertesi gün gazeteler, Sabiha Gökçen’i “Türk amazonu” diye manşetlerine taşırlar.

İsyanın bastırıldığı 1938’e gelindiğinde, 40.000 kişi öldürülmüş, bir o kadar kişi de sürgün edilmiştir. Seyit Rıza yakalanmış, idama mahkûm edilmiştir. İdam sehpasından şöyle seslenir Seyit Rıza: ”Ben sizin yalan ve hilelerinizle baş edemedim bu bana dert oldu ama ben de sizin önünüzde eğilmedim bu da size dert olsun.”

Buraya sığdıramadığımız yüzlerce isyanda belirgin olan şuydu: özgürlüğün üzerindeki her baskı karşısında halkların isyanını bulmuştur. Bunu bilmenin gerçekliğiyle telaşlanan günümüz iktidarıysa yeni bir halk isyanıyla karşılaşmanın korkusunu yaşamakta ve yok olmanın telaşıyla saldırmaktadır. İsyanı başlatanların ateşini elden ele taşıyan bizler unutmayalım ki bir isyanı başlatmak o isyanı kazanmaktır. Ve biz kazanıyoruz.

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 11. sayısında yayımlanmıştır.

The post Yaşadığımız Topraklardaki Halkların Mayasıdır İsyan appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2013/08/07/yasadigimiz-topraklardaki-halklarin-mayasidir-isyan/feed/ 0
Faiz Lobisi Deve mi Kuş mu? – M. Utku Şentürk https://meydan1.org/2013/08/07/faiz-lobisi-deve-mi-kus-mu-m-utku-senturk/ https://meydan1.org/2013/08/07/faiz-lobisi-deve-mi-kus-mu-m-utku-senturk/#respond Wed, 07 Aug 2013 14:08:19 +0000 https://test.meydan.org/2013/08/07/faiz-lobisi-deve-mi-kus-mu-m-utku-senturk/ Türkiye Haziran ayı boyunca Gezi Parkı direnişini konuşurken, Başbakan Erdoğan’ın sözlerinin ardından gündem bir anda değişti. Erdoğan “Çapulcular” diye nitelendirdiği gençlerin arkasında faiz lobisinin olduğunu söyleyerek, “Faiz lobisi kendine çeki düzen ver. Bu lobi yıllarca benim milletimin alın terini sömürdü bundan sonra sömüremeyeceksin. Olay sadece lobiyi oluşturan bir banka iki banka kim varsa. Hepsi için […]

The post Faiz Lobisi Deve mi Kuş mu? – M. Utku Şentürk appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
Türkiye Haziran ayı boyunca Gezi Parkı direnişini konuşurken, Başbakan Erdoğan’ın sözlerinin ardından gündem bir anda değişti. Erdoğan “Çapulcular” diye nitelendirdiği gençlerin arkasında faiz lobisinin olduğunu söyleyerek, “Faiz lobisi kendine çeki düzen ver. Bu lobi yıllarca benim milletimin alın terini sömürdü bundan sonra sömüremeyeceksin. Olay sadece lobiyi oluşturan bir banka iki banka kim varsa. Hepsi için aynı şeyi söylüyorum, siz ki bize karşı bu mücadeleyi başlattınız bunun bedelini ağır ödeyeceksiniz. Utanmadan sıkılmadan borsayı çökertmeye çalışanlar, çökersen sen çökersin borsada benim param yok. Biz spekülatörlere fırsat vermedik yarında vermeyeceğiz. Eğer yakalanırsan ümüğünü sıkarız” dedi.

Faiz lobisi… Dünyada olamayan ve özellikle AKP kurmaylarının dünya literatürüne kazandırdığı ancak deve mi kuş mu olduğu belirsiz bu tanımlamanın orijinali “Interest lobby” dir ve İngilizce’de çıkar lobisi olarak kullanılır. Eğer faiz lobisi denilmek istenseydi “interest rate lobby” denilmeliydi. Nitekim Google’da “interest rate lobby” araması yaptığınızda karşınıza 26 bin 500 sonuç çıkacaktır. Sonuçlara göre 10 – 15 tanesi hariç tamamı Erdoğan ve Türkiye ile ilgili ve literatüre girişi 2010 yılındadır.

“Interest rate lobby” aramasında ilk yazıların AKP kurmayları “hık” dediğinde hemen “pık” diyen Sabah ve Zaman gazeteleri kaynaklı olduğu görünüyor.

Faiz lobisinin İktidar tarafından ilk dile getirilişi Ekonomi Bakanı Zafer Çağlayan tarafından olmuş. Gerçi halen televizyonlarda aynı istikrarını sürdürüp, “faiz lobisi bu güne kadar Türkiye’den 1.5 trilyon dolar sömürmüştür” diyor. Bu hesabın nasıl yapıldığı ise hala bir muamma. Biz bu olağan üstü cebir hesaplarını sadece Devlet Bahçeli yapıyor sanıyorduk ama Bakan Şimşek’te en az Bahçeli kadar bir matematik dâhisiymiş!

Mızrak çuvala sığmıyor
Maliye Bakanı Mehmet Şimşek de birkaç gün önce 24 TV’de yaptığı bir açıklamada; “Fed’in muhtemel politika değişikliğinin etkisi ile Gezi olaylarının etkisini birbirinden ayırmak zor, çünkü aynı döneme denk geldi ama mayıs başından bu yana, Gezi olayları mayıs sonunda oldu ama şöyle biraz daha gerisine gittiğimiz zaman, o gün finans piyasalarında, borsada vs. Türkiye, bir anlamda iyi noktaları yakalamış. Şimdi o günden bugüne borsadaki değer kaybı 62 milyar doların üzerinde. Yani bizim şirketlerin değer kaybı 62,2 milyar dolar oldu” demiş.

Bu da yetmemiş Gezi Parkı eylemleri yaşanmasaydı, Türkiye’nin, Fed’in söz konusu muhtemel politika değişikliği kararından daha az etkileneceğini belirten Şimşek, “Bu dönemde Türkiye’nin 10 yıllık tahvillerinin faizi 124 puan artmış, Meksika’nın 131, Polonya’nın 136, Güney Afrika’nın 141, Endonezya’nın da 166 baz puan artış göstermiş. Bu dönemde Türkiye’nin 5 yıllık CDS’i 67 puan artarken, Çin’de 66, Endonezya’da 78,5, Brezilya’da 85,8 puan artış olmuş. Türk Lirası yüzde 8’in üzerinde değer kaybederken, Güney Afrika parası yüzde 12 civarında, Brezilya’nınki yüzde 12,2 değer kaybetmiş” ifadelerini kullanmış.

Oysa durum Gezi Parkı eylemlerinden bağımsız bir seyir izlemektedir. ABD’nin aldığı “Parasal genişlemeyi durdurma” kararından sonra küresel kapitalizme eklemlenen tüm coğrafyaların ekonomileri gibi Türkiye piyasaları da büyük bir krizin eşiğinde zaten.

Borsa ve altın kafa üstü düşüşe geçti, döviz hızla yükselmeye başladı ve en büyük zararı dış borcu ve cari açığı yüksek olan ülke ekonomileri görecek… Tabii bir de altın ve Türk Lirası yatırımları olan halk…

Ekonomideki pembe bulutlar dağılıp, gittikçe güdük hale gelecek olan inşaat sektörüyle ve Erdoğan’ın “çılgın inşaat projeleriyle” dımdızlak kalmamız kuvvetle muhtemeldir.

Kaldı ki AKP’nin iktidar olduğu 2003-2012 döneminde yılda ortalama 33 milyar dolar cari açık açık verildi. Açık, başta milli gelirin yüzde 2,5’u iken 2011’de yüzde 10’una yaklaştı ve açığı kapamak için hızla borçlanıldı. Dış borç stoku aynı dönemde yüzde 134 arttı ve 340 milyar dolara çıktı. Kendi tabirleri ile “Faiz Lobisi”nin kucağına oturduklarında, bu dış borçlar alınırken faiz ödeyeceklerini bilmiyorlar mıydı? Ya da aldıkları bu borçları Bank Asya’dan mı aldıklarını sanıyorlardı?

AKP için sonun başlangıcı
Yatıp kalkıp ekonomi balonu uçuranlar henüz fark etmemiş olabilir ancak şu an itibariyle yabancı para borçlarımızı ödemeye yeterli olmayan döviz rezervlerimizin hızla erimesi, aynı zamanda büyük bir ekonomik krizi de kapımıza taşıyabilir. İşte tam da bu nedenle bilinçli bir propaganda kampanyası ile AKP hükümeti sözcüleri, bakanları ve jöle kafalı “gazetecileri” sabah akşam Gezi eylemlerinin dış mihraklar ve faiz lobisinin işi olduğunu sayıklıyor ve kendi politikalarından kaynaklanacak bir ekonomik krizi Gezi bileşeninin ve onları destekleyen “Siyonist sermaye çevrelerinin” üstüne yıkmaya çalışıyorlar. Ama yemezler. On yıllardır ülkeyi yöneten tüm iktidarlar gibi memleketi Sevr paranoyası ile, dahili ve harici mihraklar ile korkutmaya çalışan, kendi yağma düzenlerinin sonucunda meydana gelen tüm ekonomik ve politik krizlerin yükümlülüğünü toplumsal muhalefete ve ezilenlere yıkmaya çalışan Erdoğan ve şürekası için çanlar çalmaya başladı. Sonun başlangıcındayız artık tüm dünya halklarında olduğu gibi Türkiye halklarının uyanışını kimse engelleyemeyecek. Artık cin şişeden çıktı ve korku imparatorluğu yıkılmaya başladı.

M.Utku Şentürk
[email protected]

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 11. sayısında yayımlanmıştır.

The post Faiz Lobisi Deve mi Kuş mu? – M. Utku Şentürk appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2013/08/07/faiz-lobisi-deve-mi-kus-mu-m-utku-senturk/feed/ 0
Yeditepe’de Siyasi Linç https://meydan1.org/2013/08/07/yeditepede-siyasi-linc/ https://meydan1.org/2013/08/07/yeditepede-siyasi-linc/#respond Wed, 07 Aug 2013 14:03:18 +0000 https://test.meydan.org/2013/08/07/yeditepede-siyasi-linc/ Yeditepe Üniversitesi’nde araştırma görevlisi olarak çalışmakta olan Harun Aksu, Kerem Arslan ve Barış Dağlı hiçbir gerekçe gösterilmeden 31 Temmuz’da işten çıkartılacaklarına ilişkin bir tebligat aldılar. Bunun üzerine rektör, hukuk müşaviri ve genel sekreter vekili bir öğretim üyesi ile birlikte yapılan toplantıda işten çıkarılmalar ile ilgili somut bir gerekçe istediler. Rektör Nurcan Baç böyle bir gerekçenin […]

The post Yeditepe’de Siyasi Linç appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>

Yeditepe Üniversitesi’nde araştırma görevlisi olarak çalışmakta olan Harun Aksu, Kerem Arslan ve Barış Dağlı hiçbir gerekçe gösterilmeden 31 Temmuz’da işten çıkartılacaklarına ilişkin bir tebligat aldılar. Bunun üzerine rektör, hukuk müşaviri ve genel sekreter vekili bir öğretim üyesi ile birlikte yapılan toplantıda işten çıkarılmalar ile ilgili somut bir gerekçe istediler. Rektör Nurcan Baç böyle bir gerekçenin bulunmadığı ve onları işten çıkarmak için herhangi gerekçeye ihtiyaç olmadığını söyledi.

Taksim direnişinde bulunduklarından ve 1,5 senedir Asistan Dayanışması’yla kendi durumundakilerle beraber özlük hakları ile ilgili mücadele yürüttüklerinden siyasi linçe uğrayan araştırma görevlileri Harun Aksu ve Kerem Arslan’la Yoğurtçu Park Forumu’nda bir röportaj gerçekleştirdik.

Meydan: Yeditepe Üniversite’sinde araştırma görevlisi olarak çalışıyordunuz. Ancak 31 Temmuz’da işten çıkarılacağınıza ilişkin bir tebligat aldınız. Bu süreci biraz anlatır mısınız?

Vakıf üniversitelerinde, araştırma görevlisi statüsü yerine, lisansüstü burslu öğrenci diye bir statü var. Bu statüde, okula dahil edilip araştırma görevlisinin işini yapıyoruz. Ücret yerine, yaşamsal giderlerimizi bile karşılayamayacağımız “burs”lar alıyoruz. Sigortasız çalıştırılıyoruz. Bu muğlaklıktan kaynaklı, hem eğitimimizi hem de işimizi kaybetme tehdidi ile sürekli karşı karşıyayız.

Asistan Dayanışması diye bir oluşum başlatmıştık. Sosyal haklar mücadelesi veriyorduk. Hatta rektörle, bölüm başkanlarıyla toplantılar yaptık. Bizim durumumuzda 200 civarında akademisyen var. Ancak çalışmalara, bu sayının %20’si kadar bir katılım sağlayabildik.

Ne çalışansın, ne de öğrencisin durumunu giderebilmeyi de amaçlıyorduk. İlk başta daha müzakereciydik. Düzenli toplantılar yaptık. Sonrasında yönetimin bizi görmezden gelmesine devam etmesine karşı bir bildiri hazırlayarak okulda korsan bir biçimde dağıtmaya karar verdik.

Bu bildirilerin dağıtımını yapacağımız gün rektör, bize dolaylı bir mesaj yolladı ve “Bu işin içinde olan Harun, Barış, Kerem ayaklarını denk alsınlar” diye tehditte bulundu. Böyle olunca Dayanışma, hepimizin vebalini almak istemediğini söyleyerek bu bildiriyi yayınlamaktan vazgeçti.

Bunun üzerine rektör ve diğer yöneticilerle bir toplantı yaptık ve taleplerimizi bir kez daha sıraladık. Ardından belli bir zaman geçtikten sonra Gezi Direnişi başladı. Biliyorsunuz, hepimiz Gezi’deydik. Ama geçtiğimiz günlerde hiçbir gerekçe gösterilmeden işten çıkarıldığımızda dair tebligatlar aldık: “Yaşam destek bursunuzu ay sonu kesiyoruz!”

Meydan: Yani işten atılmanız, Taksim Gezi Direnişi’yle ilgili?

Özel sektörde çalışanlara, düşünce ve konuşma özgürlüğüne tamamen aykırı baskılar yapılıyorsa, vakıf üniversiteleri de benzer bir şekilde çalışmaktadır. Yeditepe Üniversitesi bu hareketiyle yaklaşımını açıkça göstermiştir. Bizzat rektör, sosyal medyada Asistan Dayanışması ile ilgili paylaşımlarda bulunan birçok akademisyene uyarılarda bulunmuştur.

Bizim üçümüzün başarılı birer araştırma görevlisi olmak dışında tek ortak noktamız, Gezi Parkı’ydı. İşten atılmamız tamamen Asistan Dayanışması’nı örgütlüyor olmamız ve onu izleyen süreçte Gezi’de de sesimizi yükseltmiş insanlar olmamızla bağlantılı.

Akademik hiçbir gerekçe yok, idari açıdan hiçbir gerekçe yok. Bu tam bir siyasi kıyımdır.

Meydan: Siyasi kıyım diye bahsettiğiniz durumla aslında, birçok sektörde birçok insan karşılaştı. Taksim Gezi Direnişi’nde bulunduğundan dolayı birçok kişi işinden kovuldu. Peki, bu durum sonrasında nasıl bir mücadele öngörüyorsunuz? Yakın gelecekte nasıl bir adım atacaksınız?

Aslında amacımız, birkaç kulvardan mücadeleyi sürdürmek. Hukuki mücadele vereceğiz, kamuoyu oluşturmak için çabalayacağız. Bu süre içerisinde özellikle Eğitim-Sen’le ilişki içerisindeyiz. Onların da yardımıyla, geniş bir akademisyen kitlesiyle okula girip rektörlüğün önünde bir basın açıklaması ve protesto yapmayı planlıyoruz. Diğer okullardaki Asistan Dayanışmaları ile bir çatı örgüt kurmayı planlıyoruz.

Öte yandan doktora öğrenimimizi devam ettirmeye çalışıyoruz. Tabi bu mücadele sırasında, akademik kariyerimiz tehlikeye girebilir. Geçen senelerde, yemekhane ile ilgili eylemler sırasında iki öğrenci arkadaş, okulun sahibi Bedreddin Dalan tarafından eğitim hayatlarının bitirileceği yönünde tehdit almıştı.

Okul içinden bize destek veren akademisyenler olsa da, karar mevkilerinde oturan aynı zihniyetin insanları olduğu için, ellerinden çok bir şey gelmiyor.

Bu şartlar altında mücadeleyi devam ettirmek nasıl olur bilmiyorum. Ancak hepimiz idealist insanlarız. Akademiye bu idealler doğrultusunda sesimizi duyurabilmek için geldik. Bu arada iş arıyoruz tabi. Çünkü 31 Temmuz’da son maaşımızı alacağız.

Meydan: İçeriden akademisyenlerin verdiği destekten bahsettiniz. Peki, öğrencilerin desteği nasıl?

Sürekli bir eylem yapma niyeti içindeler, rahatsızlıklarını rektörlüğe hissettirmeye çalışıyorlar. Ancak onlar için de kaygılıyız. Yemekhane örneğinde olduğu gibi bir durumun yaşanması, onların akademik kariyerlerini tehlikeye sokacak. Ama emin olun en çok destek veren onlar.

Meydan: Bugün röportajı Yoğurtçu Parkı Forumu’nda gerçekleştiriyoruz. Daha önce de burada, Forum’a gelmiş insanlara durumunuzdan bahsettiniz. Bir bakıma Forumlar bu tarz bir bilgilendirmenin yapılacağı alanlar haline geldi. Bu konuda ne düşünüyorsunuz?

Kesinlikle, ben durumumuzdan bahsettikten sonra, hemen insanlar sardı etrafımı. Üniversitede asistan olanlar, öğrenciler, eski Yeditepeliler… Nasıl bir şeyler yapılabilir diye konuştuk. Forumlar, örgütlenmeye açık politik arenalar.

Meydan: Son olarak eklemek istediğiniz bir şey var mı?

Tekrar belirtmek iyi olur; bu mücadelenin, en başta vakıf üniversitelerindeki asistanları kapsayan bir örgütlülükle bir mücadeleye dönüşmesi bizim hedefimizdir. Taleplerimiz de çok temel haklardır. Bunların arasında konuşma ve ifade özgürlüğü de vardır. Taksim direnişinin 3. gününde rektör, tarihsel bir pervasızlığa imza atarak, “Benden izin almadan, kimse ulusal ve uluslararası toplumsal hareketlenmelere yorum yapamaz.” diye tüm akademisyenlere uyarıda bulundu.

Üniversite bugün tam bir şirket haline gelmiştir. Üniversite, ifade özgürlüğüne balta vuran, isteğine göre asistanları işten kovan rektörlerin cirit attığı, üniversite tebliğlerinin içeriğinin yönetim tarafından belirlendiği bir yer haline gelmiştir.

Sesimiz yettiği kadar bu durumu haykırmaya niyetliyiz.

Meydan: Meydan Gazetesi olarak, sizin bu haklı direnişinizi selamlıyor, üniversite patronunun üzerinizdeki uyguladığı baskı ve yıldırma politikalarına rağmen yürüttüğünüz haklı mücadelenizi destekliyoruz.

 

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 11. sayısında yayımlanmıştır.

The post Yeditepe’de Siyasi Linç appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2013/08/07/yeditepede-siyasi-linc/feed/ 0
Küresel Köylü Hareketi – Furkan Çelik https://meydan1.org/2013/08/01/kuresel-koylu-hareketi-furkan-celik/ https://meydan1.org/2013/08/01/kuresel-koylu-hareketi-furkan-celik/#respond Thu, 01 Aug 2013 17:46:51 +0000 https://test.meydan.org/2013/08/01/kuresel-koylu-hareketi-furkan-celik/ Küresel köylü hareketi La Via Campesina’nın 6. konferansı Endonezya’nın başkenti Jakarta’da gerçekleştirildi. Dünyanın 70 farklı ülkesinden 150 örgüte üye 500’den fazla çiftçinin katıldığı konferans öncesi gençlik ve kadın meclisleri de bir araya geldi. 6. Kongrede alınan ortak karar “gıda egemenliği için hemen şimdi dünyayı dönüştürüyoruz!” Küresel köylü hareketi nasıl başladı? 1992 yılında Orta Amerika’da bulunan […]

The post Küresel Köylü Hareketi – Furkan Çelik appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>

Küresel köylü hareketi La Via Campesina’nın 6. konferansı Endonezya’nın başkenti Jakarta’da gerçekleştirildi. Dünyanın 70 farklı ülkesinden 150 örgüte üye 500’den fazla çiftçinin katıldığı konferans öncesi gençlik ve kadın meclisleri de bir araya geldi. 6. Kongrede alınan ortak karar “gıda egemenliği için hemen şimdi dünyayı dönüştürüyoruz!”

Küresel köylü hareketi nasıl başladı?

1992 yılında Orta Amerika’da bulunan Nikaragua’da tüm zorluklara ve yasaklara rağmen bir araya gelen köylü örgütlerinin öncülüğünde La Via Campesina’nın (Küresel Köylü Hareketi) ilk adımları atılır.

DB (Dünya Bankası) ile IMF’nin (Uluslararası Para Fonu) ülkelere, dolayısıyla köylü ve çiftçilere dayattığı “yapısal reformlar” ile küçük aile çiftçiliği öldürülecek, ihracata dayalı sanayileşmiş, şirketlerin elinde olan endüstriyel üretim hedeflenmektedir. Buna karşı La Via Campesina ilk kongresini 1993’de Belçika’da gerçekleştirir. Küçük, yerli ve kadın çiftçilerin insanlık yararına üretim yaptığını söyleyerek şirketlere karşı savaş açar. Adaletli bir düzen kurmak için IMF ve DB’ye karşı mücadeleye başlar.

Gıda Egemenliği Nedir?

Gıda egemenliği La Via Campesina’nın savunduğu temel ilkelerden biridir. Dünya üzerinde 800 milyon insan obez iken bir o kadarı açlık içinde yaşıyorsa dünyada gıda üretimi ile alakalı bir sorun yoktur, bunun dağılımındaki adaletsizlikle alakalı bir sorun vardır.

Gıda egemenliği;

  • Halkların tarımsal üretim modellerini ve politikalarını belirleme hakkıdır.
  • Endüstriyel olmayan, küçük çiftçi tarımına dayalı üretimdir.
  • Üretenlerle tüketenler arasındaki şirketleri kaldırmaktır.
  • GDO’suz gıdayı korumak, tohum, toprak ve su üzerindeki şirketlerin egemenliğini kaldırmaktır.
  • Su, toprak gibi ortak varlıkların kullanımındaki karar alma süreçlerini demokratikleştirmektir

İkinci kongre 1996 yılında Meksika’da düzenlenir. Burada toprak reformu, bioçeşitlilik, insan hakları, kadın ve gıda egemenliği konuları ele alınır. Bu alanlarda çalışmalar yapmak üzere komisyonlar oluşturur. Meksika kongresi Brezilya’da 19 çiftçinin öldürüldüğü 17 Nisan gününü “Küresel çiftçi mücadele günü” ilan eder. Her sene 17 Nisan da belirlenen ortak konu doğrultusunda dünya çapında eş zamanlı eylemler düzenlenir.

La Via Campesina Roma’da düzenlediği bir eylemde “gıda hayatla eşittir, bu yüzden pazarlık nesnesi olmaz” ilkesiyle tarımın DTÖ’den (Dünya Ticaret Örgütü) çıkartılmasını savunur ve DTÖ’ye karşı bir cephe örgütleyeceğini açıklar.

2002’de İsrail’in saldırılarıyla Filistinli çiftçilerin zeytin ve meyve ağaçlarının kesilerek arazilerine el konulması üzerine La Via Campesina’dan bir heyet İsrail tanklarıyla çevrili Ramallah’taki Arafat’ın karargahına giderek destek ziyaretinde bulunurlar.

2003 yılında DTÖ Meksika’nın Cancun kentinde 5. zirvesini toplar. La Via Campesina’nın Amerika da bulunan örgütleri zirveye karşı güçlü bir eylem ortaya koyar. Yaklaşık on bin küçük çiftçi ve köylünün katıldığı eylemlerde DTÖ zirvesi engellenmeye çalışılmıştır. Konferansın yapıldığı salonun 5 ayrı demir tellerle koruma altına alınmasına karşın çiftçiler birer birer demir telleri aşmıştır. Son demir tele gelindiğinde Koreli çiftçi Bay Lee “DTÖ çiftçiyi öldürüyor” pankartını göstererek kendi yaşamına son vermiştir.

La Via Campesina konferanslarına dünyanın dört bir yanından katılan çiftçilerin, yerlilerin, gençlerin, kadınların ve köylülerin çok farklı kültürlerde olmalarına rağmen aslında çok büyük bir ortak noktaları var. Hepsinin yaşamlarını yok etmek isteyen düşmanları aynı; şirketler ve onun güdümündeki DTÖ!

Bu yüzden tarımı ve toprağı şirketlerin güdümünde şekillendiren DTÖ’ne karşı bir araya gelerek ve güçlerini birleştirerek düşmanlarına karşı toplanıyorlar. La Via Campesina’nın da önemi işte burada. Tüm bu farklı renkteki, farklı dildeki insanları birleştiriyor, ortaklaşmalarını sağlıyor.

Yaşamı Şimdi Yeniden İnşa Ediyoruz

La Via Campesina 6. konferansında bir dizi karar alındı. Ortak slogan “Gıda egemenliği için şimdi dünyayı dönüştürüyoruz” oldu.

Neden 17 Nisan Dünya Çiftçi Mücadele Günü?

17 Nisan 1996’da Brezilya’da 19 çiftçi gruplar halinde hareket eden polis ve silahlı sivil gruplar tarafından haince katledilmiştir. 19 çiftçi 1500 topraksız ailenin 10 Nisan günü başlattıkları “Toprak Reformu” yürüyüşünün ön sıralarında yürüyen topraksız köylüleriydi. MST (Topraksız Kır İşçileri) örgütüne bağlı 19 çiftçinin büyüttüğü mücadele Brezilya’da hala devam etmektedir.

İşte 6. konferanstan ortaya çıkan fikirler;

Hükümetler ve şirketler halka “yeşil ekonomi” bahanesiyle GDO tüketimini, madenciliği, agro yakıtlara yönelik bitkisel üretimi, baraj projelerini, kaya gazı çıkarma tesislerini, petrol boru hatlarını ve son olarak denizlerimizin, akarsularımızın, ormanlarımızın özelleştirilmesini dayatmaktadır.

Endüstriyel Üretime Karşı Agro ekoloji

Şirketlerin egemenliğinde bir üretim sistemine mahkum kalmamak için Agro ekolojik üretimi savunmalıyız. Agro ekolojik üretim; tarımsal kimyasallara bağımlılığın önüne geçer, endüstriyel hayvancılığı reddeder, sağlıklı ve zengin bir beslenme sağlar, geleneksel bilgiye dayanır, toprak sağlığını ve bütünlüğünü korur. Bu tarım modeli insanlığın yanı sıra ormanları, toprağı, suları da besleyerek iklim krizinin de önüne geçen bir yöntemdir.

Küresel Dayanışma, Küresel Boykot

Rekabet yerine dayanışmayı savunuyor, ataerkilliği, ırkçılığı ve kapitalizmi reddediyoruz. Kadın, erkek, çocuk sömürüsüyle birlikte doğa sömürüsünden de arınmış demokratik toplumlar için mücadelemize devam ediyoruz. Şuan ki iklim değişiklikleri nedeniyle asıl zarar görenlerin bu işin sorumluları olmadığını çok iyi biliyoruz. Yeşil ekonomi diyerek yapay çözümler sunan şirketler durumu daha da kötüleştiriyor. Uygulamalarına ısrarlılıkla devam eden bu küresel şirketlerin tüm ürünleri küresel şekilde boykot edeceğiz.

Kadına Yönelik Şiddet ve Savaşlar Son Bulmalı

Kırsal ve kentsel alanlarda kadına yönelik aile içi, toplumsal veya kurumsal şiddet bir an önce son bulmalıdır. Askeri üslerin çoğalmasına, çatışma ve savaş yoluyla gaspın artmasına, direnişlerin suç olarak gösterilip şiddetle bastırılmasına tanık olmaktayız. Şiddet; egemenlik, sömürü ve yağmaya dayanan bu ölümcül kapitalist sistemin bir parçasıdır. Bizler ise barış, saygı ve onurlu bir yaşamı savunuyoruz. Verdikleri mücadele uğruna tehdit ve takip edilen, hapsedilen, katledilen yüzlerce köylünün acısını ve onurunu üzerimizde taşıyoruz. İnsan haklarını ve doğanın haklarını ihlal edenlere hesap sormaya ve sorumluların cezalandırılması yönündeki ısrarımıza devam edeceğiz. Ayrıca tüm siyasi mahkumların derhal serbest bırakılmasını istiyoruz.

Yaşamlarımıza Sahip Çıkalım

Bütüncül bir toprak reformu yapılmalıdır. Topraksız köylülere toprak verilmeli, doğa ile uyumlu tarım yapan köylülerin toprağa erişimi garanti altına alınmalıdır. Toprak bir meta değildir, yaşam için gerekli bir ortak alandır. Bu yüzden şirketlerin egemenliğine bırakılmamalıdır. GDO teknolojisi ile doğal tohumlarımızın kirletilmesini izin vermemeliyiz. Tohumları paylaşmaya bundan sonra da devam edeceğiz çünkü biliyoruz ki bizler tohum zenginliğinin muhafızlarıyız. Hayatın döngüsü suyla akar, hiçbir su kaynağı boşuna akmaz. Yaşamımız için suyumuzu korumaya da devam etmeliyiz.

En büyük gücümüz çeşitlilikten birlik yaratıp onu korumaktan geliyor. Toplumlarımızı dönüştürmek ve Toprak Ana’yı korumak adına hepimiz mücadelemizi büyütmeliyiz. Şu ana kadar biriktirmiş olduğumuz bilgileri, elde ettiğimiz deneyimlerimizi tabandan paylaşmayı sürdüreceğiz. Okullarımızı ve eğitim metodlarımızı geliştirerek iletişimimizi daha da güçlendireceğiz.

La Vía Campesina 6. Konferansı kendi gücünden emin ve umut dolu bir gelecek inancıyla sonlanıyor. Yeryüzünün her bölgesinde, her anında, farklı dil ve kültürlerle mücadele sürüyor ve sürecek.

 

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 11. Sayısı’nda yayımlanmıştır.

The post Küresel Köylü Hareketi – Furkan Çelik appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2013/08/01/kuresel-koylu-hareketi-furkan-celik/feed/ 0
Kadınların “Polissiz ve tacizsiz hava sahasında” basın açıklaması https://meydan1.org/2013/07/31/kadinlarin-polissiz-ve-tacizsiz-hava-sahasinda-basin-aciklamasi/ https://meydan1.org/2013/07/31/kadinlarin-polissiz-ve-tacizsiz-hava-sahasinda-basin-aciklamasi/#respond Wed, 31 Jul 2013 12:43:24 +0000 https://test.meydan.org/2013/07/31/kadinlarin-polissiz-ve-tacizsiz-hava-sahasinda-basin-aciklamasi/ Taksim Gezi Direnişi sırasında polislerin kadınlara saldırılarına ve tacizine karşı kadınlar, Taksim’de eylem gerçekleştirdi. Anarşist Kadınlar, İstanbul Feminist Kolektif, Gökkuşağı Kadın Derneği, Sosyalist Feminist Kolektif, Sosyalist Kadın Meclisi, Yeni Demokrat Kadın, Halkevci Kadınlar, HDK Kadın Meclisi, ÖDP’li Kadınlar’ın da aralarında olduğu kadın örgütlerinin çağrısıyla Galatasaray Lisesi önünde toplanıldıktan sonra Taksim’e yürüyen kadınlar, “AKP’ye ve polis […]

The post Kadınların “Polissiz ve tacizsiz hava sahasında” basın açıklaması appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>

Taksim Gezi Direnişi sırasında polislerin kadınlara saldırılarına ve tacizine karşı kadınlar, Taksim’de eylem gerçekleştirdi. Anarşist Kadınlar, İstanbul Feminist Kolektif, Gökkuşağı Kadın Derneği, Sosyalist Feminist Kolektif, Sosyalist Kadın Meclisi, Yeni Demokrat Kadın, Halkevci Kadınlar, HDK Kadın Meclisi, ÖDP’li Kadınlar’ın da aralarında olduğu kadın örgütlerinin çağrısıyla Galatasaray Lisesi önünde toplanıldıktan sonra Taksim’e yürüyen kadınlar, “AKP’ye ve polis şiddetine direniyoruz. Cinsel tacize karşı sokaklardayız” yazılı pankart taşıdılar.

Kadınlar Taksim Meydanı’na gelince, polis noktasına bir şerit çekti. Bu eylemlerinin gerekçesini “Bütün polis noktalarının suç mahali olması” olarak açıkladılar. Amirleri de dahil polisler şeridin arkasında kalınca, polis amiri “Şov yapıyorsunuz, bu yaptığınız basın açıklaması değil, şov yapmayın” diye anons etti. Bu sırada çevik kuvvet polisi de müdahale hazırlığına başladı. Kadınlar, şerit çektikten sonra “Polissiz ve tacizsiz hava sahasında” basın açıklaması yaparak, eylemlerini sonlandırdılar.

Bu haber Meydan Gazetesi’nin 11. sayısında yayımlanmıştır.

The post Kadınların “Polissiz ve tacizsiz hava sahasında” basın açıklaması appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2013/07/31/kadinlarin-polissiz-ve-tacizsiz-hava-sahasinda-basin-aciklamasi/feed/ 0
Kadınlar “Devlet tecavüzcüyü aklama, koruma, yargıla” dediler https://meydan1.org/2013/07/31/kadinlar-devlet-tecavuzcuyu-aklama-koruma-yargila-dediler/ https://meydan1.org/2013/07/31/kadinlar-devlet-tecavuzcuyu-aklama-koruma-yargila-dediler/#respond Wed, 31 Jul 2013 12:41:39 +0000 https://test.meydan.org/2013/07/31/kadinlar-devlet-tecavuzcuyu-aklama-koruma-yargila-dediler/ Kadıköy’de toplanan kadınlar, devletin tecavüzcüleri korumaya yönelik politikalarını protesto etti. Bingöl, Mardin, Denizli, Antalya, Pozantı, Sincan ve İstanbul’da değişik dönemlerde yaşanan tecavüz saldırıları sonrasında devletin tecavüzcüleri korumasına karşı Kadıköy Boğa Heykeli’nde toplanan kadınlar, “Devlet tecavüzcüyü aklama, koruma, yargıla” pankartıyla basın açıklaması gerçekleştirdi. Eyleme; Anarşist Kadınlar, Gökkuşağı Kadın Derneği, KESK’li Kadınlar, Sosyalist Kadın Meclisleri, İHD Kadın […]

The post Kadınlar “Devlet tecavüzcüyü aklama, koruma, yargıla” dediler appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>

Kadıköy’de toplanan kadınlar, devletin tecavüzcüleri korumaya yönelik politikalarını protesto etti. Bingöl, Mardin, Denizli, Antalya, Pozantı, Sincan ve İstanbul’da değişik dönemlerde yaşanan tecavüz saldırıları sonrasında devletin tecavüzcüleri korumasına karşı Kadıköy Boğa Heykeli’nde toplanan kadınlar, “Devlet tecavüzcüyü aklama, koruma, yargıla” pankartıyla basın açıklaması gerçekleştirdi. Eyleme; Anarşist Kadınlar, Gökkuşağı Kadın Derneği, KESK’li Kadınlar, Sosyalist Kadın Meclisleri, İHD Kadın Komisyonu, TMMOB İKK Kadın Komisyonu, İMECE Kadın Sendikası, Yeni Demokrat Kadın, İşçi Mücadelesi’nden Kadınlar, EMEP’li, Halkevci, ÖDP’li, EHP’li, SDP’li ve İKD’li kadınlar katıldılar.

Kürtçe ve Türkçe okunan basın açıklamasında, E.A.’ya da olduğu gibi daha önce çocuk cezaevlerinde ve Kürt illerinde yaşanan sayısız tecavüzün savaş politikalarının, militarizmin ve tecavüzcüyü koruyan erkek egemen zihniyetin ürünü olduğu belirtildi. Açıklamanın ardından Kadıköy Meydan’dan Yoğurtçu Parkı’na doğru yürüyüşe geçildi.

Kadınlar Yoğurtçu Parkı’nda bir kadın forumu gerçekleştirdi. Forumda taciz ve tecavüze karşı kadın mücadelesinin büyütülmesi, kadın dayanışmasının yükseltilmesi, medyanın saldırgan ve cinsiyetçi diline karşı bir mücadele örülmesi konuşuldu.

 

Bu haber Meydan Gazetesi’nin 11. sayısında yayımlanmıştır.

The post Kadınlar “Devlet tecavüzcüyü aklama, koruma, yargıla” dediler appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2013/07/31/kadinlar-devlet-tecavuzcuyu-aklama-koruma-yargila-dediler/feed/ 0
Devletin Adaleti Bir Kez Daha Tecavüzcüyü Özgür Kadını Mahkum Kıldı https://meydan1.org/2013/07/31/devletin-adaleti-bir-kez-daha-tecavuzcuyu-ozgur-kadini-mahkum-kildi/ https://meydan1.org/2013/07/31/devletin-adaleti-bir-kez-daha-tecavuzcuyu-ozgur-kadini-mahkum-kildi/#respond Wed, 31 Jul 2013 12:39:02 +0000 https://test.meydan.org/2013/07/31/devletin-adaleti-bir-kez-daha-tecavuzcuyu-ozgur-kadini-mahkum-kildi/ Geçen sayıda 15 yaşındaki H.İ’ye yönelik tecavüz davasıyla ilgili son durumu aktarmış ve H.i’nin mahkemeye gönderdiği mektuba yer vermiştik. H.İ.’nin geçen günlerde ikinci duruşması Denizli 4. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görüldü. Duruşmaya H.İ’nin babası, avukatı, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı’nın avukatı ve sanık avukatı da katıldı. Tutuksuz yargılanan Ahmet Çınar ise duruşmaya katılmadı. Mahkeme, Ankara kriminal […]

The post Devletin Adaleti Bir Kez Daha Tecavüzcüyü Özgür Kadını Mahkum Kıldı appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>

Geçen sayıda 15 yaşındaki H.İ’ye yönelik tecavüz davasıyla ilgili son durumu aktarmış ve H.i’nin mahkemeye gönderdiği mektuba yer vermiştik. H.İ.’nin geçen günlerde ikinci duruşması Denizli 4. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görüldü. Duruşmaya H.İ’nin babası, avukatı, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı’nın avukatı ve sanık avukatı da katıldı. Tutuksuz yargılanan Ahmet Çınar ise duruşmaya katılmadı. Mahkeme, Ankara kriminal laboratuvarından gelen DNA sonuçlarını açıkladı. Buna göre, olay günü H.İ’nin üzerinde bulunan pantolonda Çınar’a ait doku örnekleri bulundu.

Duruşmada savcının tutumu dikkat çekti. H.İ’nin avukatının her konuşmasından sonra söz alan savcı, yüzlerce kadının mahkemenin tutuklama kararı vermemesini protesto ederek, davanın takipçisi olacağını belirttiği protesto faksının dosyadan çıkarılmasını istedi. Savcı, bu talebini uzun uzun gerekçelendirirken, kadın-erkek eşitliği olduğunu ve cinsiyet ayrımcılığı yapılamayacağını savundu.

Protesto faksında AKP hükümeti döneminde kadın cinayetlerinin yüzde 1400 arttığı ifadesini hatırlatan savcı, “Bu hususun doğruluğu yani neden ve nasıl arttığı, oranının ne olduğu sosyologları, psikologları ve istatistikçileri ilgilendirmektedir. Varsa böyle bir artış, önlemek de idarenin görevidir. Bu husus yargıyı ilgilendirmez” dedi. Savcı, kadınların sanık Çınar’ın elini kolunu sallayarak sokakta dolaşmasının kadınlar için tehdit oluşturduğu ifadesine de şöyle yanıt verdi: “Sanığın tahliye edilmesinden bu yana dava dosyamıza yansımış bu şekilde cinsel saldırı ile ilgili herhangi bir vakaya rastlanmamıştır. Yani önleme için tutuklama söz konusu olamayacaktır.” Savcı, ayrıca asıl olanın tutuksuz yargılama olduğunu ekledi.

Duruşmanın sonunda ara kararını açıklayan mahkeme, sanık Çınar’ın tutuksuz yargılanmasının devamına karar verdi. Heyetin kadın üyesi Çınar’ın tutuklanması gerektiğini belirterek karara şerh düştü. Savcının, protesto fakslarının dosyadan çıkarılması talebini reddeden mahkeme, H.İ’nin daha önce alınan ifadesinin görüntülü kaydedilmemesi nedeniyle, tekrar görüntülü olarak ifadesinin alınmasına karar verdi. Devletin adaleti bir kez daha tecavüzcüleri özgür, kadınları mahkum kıldı. Bir sonraki duruşma 24 Ekim’e ertelendi.

 

Bu haber Meydan Gazetesi’nin 11. sayısında yayımlanmıştır.

The post Devletin Adaleti Bir Kez Daha Tecavüzcüyü Özgür Kadını Mahkum Kıldı appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2013/07/31/devletin-adaleti-bir-kez-daha-tecavuzcuyu-ozgur-kadini-mahkum-kildi/feed/ 0
Anarşistlerin Ekonomi Tartışmaları (3) https://meydan1.org/2013/07/29/anarsistlerin-ekonomi-tartismalari-3/ https://meydan1.org/2013/07/29/anarsistlerin-ekonomi-tartismalari-3/#respond Mon, 29 Jul 2013 19:29:55 +0000 https://test.meydan.org/2013/07/29/anarsistlerin-ekonomi-tartismalari-3/ Kapsayıcı Demokrasinin bir parçası olarak Ekonomik Demokrasi Kapsayıcı demokrasiyi tanımlamanın verimli bir yolu, topluma ilişkin iki ana alanın, kamusal ve özel alanların farklarını göstermektir.Bunlara, doğa ile toplumsal alanların ilişkilerini içeren “ekolojik alanı” da ekleyebiliriz. Bu anlayışa göre kamusal alan, cumhuriyetçi ya da demokratik projenin birçok destekçisinin (Hannah Arendt, Cornelius Castoriadisxe “Castoriadis”, Murray Bookchin, “Bookchin” ciler […]

The post Anarşistlerin Ekonomi Tartışmaları (3) appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
Kapsayıcı Demokrasi Hareketi, siyaset felsefecisi ve ekonomist Takis Fotopoulos’un 90’ların sonuna doğru geliştirmeye başladığı bir fikirdi. Klasik demokrasiyi, liberter sosyalizm ve yeni toplumsal hareketlerdeki radikal akımları sentezleyerek oluşturduğu model, Fotopoulos’un önemle üzerinde durduğu bir durumdan yola çıkılarak oluşturulmuş; çok boyutlu kriz. Fotopoulos’un modeli, sadece ekonomik değil, aynı zamanda ekolojik, sosyal, kültürel ve siyasi krizlere de bir yanıt olabilme özelliği taşıyor.

Fotopoulos’un modeli, devletsiz, piyasasız ve parasız bir ekonomi modeli. Kapsayıcı Demokrasi’nin yapılanmasında bu tarz bir ekonomik model elzem olsa da, ekolojik ve toplumsal alana ilişkin demokrasi yansımaları olmadan modelin işlemesinin olanaksızlığı Fotopoulos tarafından özellikle üzerinde durulan bir konu.

Anarşist Ekonomi Tartışmaları’nda yayınlayacağımız bu yazı, Fotopoulos’un Market Ekonomisi ve Devletçi Planlama Üzerine: Konfederal Kapsayıcı Demokrasinin Bir Parçası Olarak Demokratik Planlamaya Doğru makalesinden çevrilmiş bölümlerden oluşmaktadır. Yazının tamamını okumak Fotopoulos’un modelini iyi kavramak açısından önem taşısa da, en başta gazetede bu tartışmalara ayırdığımız yerin sınırlı olması nedeniyle Kapsayıcı Demokrasi modelinin detaylarını çeviri yazısına dahil etmedik. Öte yandan, çevirilen bölümlerin seçiminde daha önceki yazılar göz önünde bulundurularak, aynı kaygıları karşılayacak metinlerin çevrilmesi üzerinde hem fikir olduk.

Tekrar belirtmek de yarar var, Fotopoulos’un modelini iyi kavramak adına makalenin tamamını okumak önemlidir. Hatta 90’ların sonlarından itibaren yayınlanmaya başlayan yazıların tamamını okumak, Kapsayıcı Demokrasi’nin detaylı bir değerlendirmesini yapabilmek için önemlidir. Bu tarz bir değerlendirmeyi yapacağımız başka bir mecrada, burada giriş mahiyetinde bulunan ve verimli tartışmalara yol açacak tüm modellerin daha detaylı bir irdelemesi zaten yapılacaktır.

Aşağıda okuyacağınız metin Das Argument dergisinin isteği üzerine kaleme alınmışsa da derginin politik sansür girişimi karşısında yazar tarafından geri çevrilmiştir. Orijinal metinin girişinde bu sansür girişimi de anlatılmaktadır.

Kapsayıcı Demokrasinin bir parçası olarak Ekonomik Demokrasi

Kapsayıcı demokrasiyi tanımlamanın verimli bir yolu, topluma ilişkin iki ana alanın, kamusal ve özel alanların farklarını göstermektir.Bunlara, doğa ile toplumsal alanların ilişkilerini içeren “ekolojik alanı” da ekleyebiliriz. Bu anlayışa göre kamusal alan, cumhuriyetçi ya da demokratik projenin birçok destekçisinin (Hannah Arendt, Cornelius Castoriadisxe “Castoriadis”, Murray Bookchin, “Bookchin” ciler ve diğerleri) aksine sadece politik alanı değil, ekonomik alanı ve ‘toplumsal’ alanı da kapsar; diğer bir deyişle kamusal alan, insanların kararları kolektif ve demokratik alabilecekleri tüm faaliyet alanlarını kapsar. Politik alan, politik karar alma alanı olarak, yani politik gücün uygulandığı alan olarak tanımlanır. Ekonomik alan, ekonomik karar alma alanı olarak, yani herhangi bir kıtlık toplumunun yapmak zorunda olduğu bir çok ekonomik seçim karşısında ekonomik gücün uygulandığı alan olarak tanımlanır. Son olarak, toplumsal alan, iş yerinde, eğitimde ve demokratik toplumun diğer tüm ekonomik ya da kültürel kurumlarının içinde, kararların alındığı alan olarak tanımlanır.

Takis Fotopoulos:

Kapsayıcı Demokrasi hareketini başlatan siyaset felsefecisi ve ekonomist. “Democracy&Nature” yi takiben “The International Journal of Inclusive Democracy” nin editörlüğünü yapmaktadır. Kapsayıcı demokrasi projesinin temellerini attığı “Towards An Inclusive Democracy” kitabının yazarıdır. 1968’ de Londra’da öğrenci isyanında aktif rol almış, cunta döneminde yunan devrimci sol harekette yer almıştır.

Buradaki gibi geleneksel kamu alanını ekonomik, ekolojik ve “toplumsal” alanları içine alacak şekilde genişletmek, Kapsayıcı Demokrasi’nin vazgeçilmez bir öğesidir. Buna bağlı olarak, Kapsayıcı Demokrasi’yi oluşturan dört ana öğeyi ayırabiliriz: Politik, ekonomik, “toplumsal alanda demokrasi” ve ekolojik demokrasi. İlk üç öğe sırasıyla politik, ekonomik ve toplumsal gücün eşit dağılımına yönelik kurumsal çerçeveyi; diğer bir deyişle insanın insan üzerindeki tahakkümünü etkili bir şekilde ortadan kaldırmaya yönelik sistemi oluşturur. Benzer şekilde, ekolojik demokrasi doğal dünyayı tahakküm altına alacak herhangi bir girişimi saf dışı bırakmaya yönelik kurumsal yapı olarak, diğer bir deyişle amacı insanları ve doğayı bütünleştirmek olan sistem olarak tanımlanır.

Kapsayıcı Demokrasi:

Doğrudan demokrasiyi, devletsiz, parasız ve pazarsız bir ekonomi olan ekonomik demokrasiyi, öz-yönetimi (toplumsal alanda demokrasi) ve ekolojik demokrasiyi amaçlayan politik teori ve politik proje. Açıkça anarşist bir proje olmasa da, savunduğu kavramlar nedeniyle kimi yorumcuların anarşist olarak sınıfladığı bir harekettir. 

Kısacası Kapsayıcı Demokrasi, toplumu ekonomi, politika ve doğa ile bütünleştiren bir toplumsal örgütlenme biçimidir. Kapsayıcı Demokrasi kavramı iki ana tarihi geleneğin, klasik demokratik ve sosyalist geleneklerin sentezinden türetilmiştir ancak radikal yeşil, feminist ve Güneydeki liberter hareketleri de kapsar. KD projesinin sorunsalı dahilinde, yeni binyıla girerken dünyanın çok boyutlu bir kriz (ekonomik, ekolojik, toplumsal, kültürel ve politik) ile karşı karşıya olduğu ve krize neden olan şeyin son birkaç yüzyılda pazar ekonomisi, temsili “demokrasi” ve bunlara bağlı hiyerarşik yapıların yerleşmesi sonucunda gücün çeşitli elitlerin elinde yoğunlaşması olduğu varsayılır. Bu bağlamda gücün her seviyede eşit dağılımını gerektiren kapsayıcı demokrasi bir ütopya(olumsuz anlamıyla) değil, bilakis belki de mevcut krizden çıkışın tek yoludur.

Şimdi Kapsayıcı Demokrasi’nin parçası olan ekonomik demokrasiye gelelim. Politik demokrasiyi halkın (demos*) politik alandaki hakimiyeti olarak tanımlarsak, ki bu politik gücün eşit dağılımı biçiminde politik eşitliğin varlığı anlamına gelir, ekonomik demokrasi de aynı şekilde halkın ekonomik alandaki hakimiyeti olarak tanımlanabilir, ve bu da ekonomik gücün eşit dağılımı biçiminde ekonomik eşitliğin varlığı anlamına gelir. Burada demostan bahsediyoruz; devletten değil, çünkü devletin varlığı halkın politik ve ekonomik sürecin dışında olması demektir. Dolayısıyla ekonomik demokrasi toplumla ekonominin bütünleşmesini kurumsallaştıran tüm toplumsal sistemlerle ilgilidir. Bu demektir ki en nihayetinde demos, ekonomik süreci üretim araçlarına “halkça sahip” olduğu kurumsal çerçeve içerisinde yönetir.

Daha dar bir anlayışta ise, ekonomik demokrasi sosyo ekonomik farklılıkların en aza indirilmesini kurumsallaştıran tüm toplumsal sistemlerle de ilgilidir. Bu sistemler bilhassa özel mülkiyetin ve dolayısıyla gelirin ve zenginliğin dağılımındaki eşitsizliklerle ilgilenir. Tarihsel olarak sosyalistlerin ekonomik demokrasiyi kurma çabaları bu dar anlayış ile yapılmıştır. Bu yüzden, politik demokrasinin kurumsallaşmasından farklı olarak, yukarıda tanımlanan geniş anlayışla kurumsallaşan bir ekonomik demokrasi örneği hiçbir zaman olmamıştır. Başka bir deyişle, gelir ve zenginliğin dağılımındaki eşitsizliğin derecesini azaltmaya dönük sosyalist girişimler başarılı olduğunda bile, ekonomik gücün eşit dağıldığı bir sistemi kurmaya yönelik anlamlı girişimlerle hiç ilgilenmediler. Pazar ekonomisinin yükselişinden sonra oluşan toplum tipinde ekonomi ciddi biçimde özel alandan Hannah Arendt’in “toplumsal alan” dediği, ulus devletin de ait olduğu alana kaydığı halde durum böyledir. Fakat tam da bu kayma nedeniyle, ekonomik güç sorusuna değinmeden demokrasiden bahsetmek abestir. Diğer bir deyişle bugün ekonomik gücün eşit paylaşımına dayanmadan politik gücün eşit paylaşımından bahsetmek anlamsızdır.

Bu yüzden daha önce verilen politik demokrasi tanımına dayanarak bir toplumun ekonomik demokrasiye sahip olması için aşağıdaki koşulların sağlanması gerekir:

A) Oligarşik yapıya sahip kurumsallaşmış hiçbir ekonomik süreç yoktur. Bu demektir ki, işyeri ve ev seviyesindeki “mikro” ekonomik kararlar ilgili üretim ve tüketim birimlerinde alınmasına karşın bütün “makro” ekonomik kararlar, yani ekonominin bir bütün olarak çalıştırılması ile ilgili kararlar (toplam üretim, tüketim ve yatırım seviyeleri, ilgili iş ve serbest zaman miktarları, kullanılacak teknolojiler, vb.) halk tarafından kolektif ve doğrudan(vekilsiz) alınır ve bu kararlar demokratik bir planlama süreci aracılığıyla uygulanır.

B) Eşit olmayan ekonomik güç ilişkileri içeren kurumsallaşmış hiçbir ekonomik yapı yoktur. Dolayısıyla herhangi bir gelir eşitsizliği, bireysel düzeyde fazladan gönüllü çalışmanın sonucudur. Temel ihtiyaçların karşılanması için toplumun gücü yeten her bireyinden beklenen işin ötesinde yapılan bu fazladan çalışma sadece fazladan tüketime izin verir çünkü bireysel kapital birikimi mümkün değildir ve fazladan çalışma ile elde edilen herhangi bir zenginlik miras alınamaz.

Böylelikle ekonominin halkça sahipliği demokratik mülkiyet için gerekli ekonomik yapıyı oluştururken bireylerin ekonomik kararlara doğrudan katılımı ekonomik süreçlerin kapsamlı demokratik yönetimi için gerekli çerçeveyi sağlar.

Böylelikle demos, ekonomik hayatın sahici bir birimi olur çünkü bugün üretken kaynakların hem mülkiyeti hem de yönetimi yerel seviyede düzenlenmeden ekonomik demokrasi elde edilemez. Böylelikle diğer ekonomik demokrasi tanımlarının aksine burada verilen tanım ekonomik gücün açıkça reddedilmesini içerir ve ekonomik alanda halkın hakimiyetini gerektirir. Bu anlayışta ekonomik demokrasi, doğrudan demokrasinin ve genelde Kapsayıcı Demokrasinin hem temeli hem de tamamlayıcısıdır.

Demokratik Planlama ve Ekonomik Demokrasi

Ekonomik demokrasi için gerekli koşulları incelediğimizde bunların demokratik planlama ile birbirine bağlı olduğunu açıkça görebiliriz. Buna bağlı olarak ekonomik demokrasinin uygulanabilmesi için üç ana ön koşulun sağlanması gerekir:

  1. Halkça kendine dayanma,
    yani demos merkezli kendine dayanma,
  2. Üretken kaynakların halkça sahipliği
    (ki bu da demosun üretim ve paylaşım araçlarına kolektif olarak, yani doğrudan sahip olması ve yönetmesi demektir)
  3. Kaynakların konfederal paylaşımı.

Kendine dayanma burada kendine yeterlilikten çok otonomi anlamındadır. Kendine yeterlik bugünün koşullarında ne mümkün, ne de istenen bir şeydir. Bu yüzden kendine dayanma yerel zenginliklerin ve enerji kaynaklarının en üst düzeyde kullanılmasını gerektirse de, mutlak özerklik ile karıştırılmaması ve her zaman konfederalizm bağlamında görülmesi gerekir. Bugün ekonominin ve toplumun doğrudan demokratik yönetimi sadece yüksek oranda merkezsizleşmiş bir toplumda mümkündür. Bu yüzden açıktır ki politik ve ekonomik otonomi için gerek koşul kendine dayanmadır. Fakat kendine dayanmayı gerekli kılan tek şey kendi meselelerimize tekrardan hakim olabilmek için istenen otonomi değildir. Kendine dayanma aynı zamanda günümüz küreselleşme çağında zirvesine ulaşan karşıt yöndeki tarihsel eğilimin makro ekonomik, kültürel, çevresel ve toplumsal seviyelerdeki önemli olumsuz etkileri nedeniyle gerekli hale gelir. Makro ekonomik seviyede, tüm dünyada milyarlarca insan (kendine dayanmaktan uzaklaştıkları anda kaderlerini mutlak olarak kontrol eden) pazar güçleri tarafından işsizlik, yoksulluk ve hatta açlığa mahkum edildi. Kendine dayanmaktan uzaklaşmak kültürel seviyede, toplumsal bağların kopmasına ve halkları hatta bütün halde kültürleri birleştiren değerlerin yok olmasına yol açtı.

Kendine dayanmadan uzaklaşmak çevresel düzeyde, günlük işleyişi malların ve insanların uzak mesafelere taşınmasına dayalı bir sistemin saçmalığına ve bu devasa hareketin yarattığı çevresel etkiye yol açtı. Bu yüzden aşırı üretim ve aşırı tüketim süreci günümüzde hem ekolojik tehdidin ana sebebi hem de “büyüme ekonomisi”nin ana etkisidir. Bu süreci tersine çevirmenin tek yolu toplulukların kendine dayalı olmasıdır.

 

Pazarın değerleri, rekabetçilik ve bireycilik, toplumun dayanışma ve elbirliği değerlerinin yerini alarak insanları pasif yurttaşlara, aslında daha çok tüketicilere dönüştürdü. 

Bu süreçte gereken radikal merkezsizleşme (ilk başta sadece kurumsal olabilir, fiziksel olmayabilir) aslında tarihsel olarak İlerlemeyi ekonomik büyüme ve verimlilik ile tanımlayan gelişme tarzının tersine çevirilmesini gerektirir. Aslında bugün pazar ekonomisinin uluslararası niteliğinin bir parçası olarak bir çeşit merkezsizleşme zaten gerçekleşiyor ama bu ekonomik değil sadece fiziksel merkezsizleşme çünkü ekonomik güç hala metropol merkezlerinde. Neo liberal aşamanın bizzat kendi dinamiği, ki pazarları devletçi parlatma aşamasında devletin koyduğu “engeller” den kurtarma sürecidir, ekonomik gücün metropol merkezlerinde daha da yoğunlaşmasına yol açtı. Bu da basitçe üretim sürecinin bir kısmını Doğunun düşük maliyetli ‘cennet’lerine (Çin,[1] Hindistan, vb.) aktardı. Diğer yandan kendine dayanan merkezsizleşme yalnızca ekonomik olarak kendine dayalı halkların (demos) yatay birbirine bağımlılığı üzerine kurulabilir. Bu yüzden konfedere demoslar arasındaki ekonomik ilişkiler bugünkü hakimiyet ve bağımlılık ilişkileri yerine kolektif dayanışma bağlamında ve karşılıklı kendine dayanmayı genişletecek şekilde yapılanmalıdır. Bu da sadece konfederal demokratik planlama süreci ile elde edilebilir.

Aynı şekilde üretken kaynakların halkça sahipliğini demokratik planlamanın tamamlaması gerektiği gösterilebilir.

Kapsayıcı Demokrasi, demokrasinin klasik tanımını başlangıç noktası olarak alıp onu doğrudan politik demokrasi ve (pazar ekonomisi ve devlet planlamasının sınırlarının ötesinde) ekonomik demokrasi ile olduğu kadar toplumsal alandaki demokrasi ve ekolojik demokrasiye dayanarak ifade eden yeni bir demokrasi kavrayışıdır. 

Üretken kaynakların özel mülkiyeti, bir pazar sistemi ile birlikte olup olmamasından bağımsız olarak kaynakların genel çıkarlar yerine belirli çıkarlara (kapitalistlerin, hissedarların, yöneticilerin ve/veya çalışanların çıkarlarına) hizmet edecek şekilde yönetilmesi demektir.

Sosyalist mülkiyet sistemi ise üretim araçlarının “toplumsal mülkiyeti” demektir ve bir pazar ya da planlama sistemi ile birlikte var olabilir. Tarihsel olarak iki ana biçim almıştır, ulusallaştırılmış işletmeler ve kolektifleştirilmiş özyönetimli işletmeler.

Ulusallaştırılmış işletmelerde mülkiyet ile yönetim arasında gerçek bir ayrılık vardır. Biçimsel olarak mülkiyet toplumun tamamına ait olsa da, pratikte üretimin yönetimi ya teknokrat elitlere (pazar ekonomisi sisteminde) ya da bürokrat elitlere (planlama sisteminde) bırakılır ve tüm önemli ekonomik kararları bunlar alır.

Kolektifleştirilmiş özyönetimli işletmelerde mülkiyet tamamen ya da kısmen işletmenin işçilerine/çalışanlarına aittir. Böyle özyönetimli işletmeler ile ilgili ana sorun, bunların birbirinden ve toplumun tamamından bağımsızlaştıkça demostaki bireylerin genel çıkarlarından ziyade çalışanların çıkarlarını sağlamaya eğilimli olmalarıdır. Ayrıca, rekabetçi bir dünyada ayakta kalabilmek için çoğu zaman kapitalist şirketlerin (yabancılaştıran, çevreye zararlı ve emek arttıran, vb.) üretim yöntemlerini kullanmak zorundadırlar. Dahası, kolektifleştirilmiş özyönetimli şirketler çoğu zaman, tıpkı kapitalist şirketlerin kendi aralarında yaptığı gibi üretken kaynaklar (doğal, emek, vb.) için birbirleriyle rekabet ederler. Son olarak böyle özyönetim biçimleri birey olarak işçinin otonomisini güvenceye alamaz. Dolayısıyla sendikalistler ve yeşil hareketin bir kısmı tarafından desteklenen bazı biçimleri, işletme dahilinde demokratik yöntemleri geliştirse de, genel olarak ya da toplumun tamamı için demokrasiyi geliştirecek hiçbir katkı sağlamazlar. Sonuçta bu özyönetim biçimleri, Bookchin’in gözlemlediği gibi, çoğunlukla “işçilerin rızasıyla sömürgeci üretimi”[2] temsil eder çünkü fabrikanın despotluğundan ve rasyonel emekten bağımsızlığı garanti etmezler.

Bu yüzden ekonomik demokrasinin, demokratik mülkiyeti ve üretken kaynakların demokratik yönetimini güvence altına alan, başka tipte bir toplumsal mülkiyet gerektirdiği ve bunu sağlayabilecek tek mülkiyet biçiminin halkça sahiplik olduğu açıktır.

Daha başlarken açıkça, ekonomik demokrasi için üretken kaynakların demokratik mülkiyetini ve yönetimini güvence altına alan, daha farklı tipte bir toplumsal mülkiyet gerektiğini ve bu ikisini ne özel mülkiyetin ne de sosyalist mülkiyet sisteminin güvenceye alamadığını görebiliriz.

Bu mülkiyet tipi ekonominin politizasyonuna ―ekonomi ve politikanın gerçek sentezine―yol açar. Dahası bu çerçeve tanım gereği mülkiyetin yönetimden herhangi bir şekilde ayrılmasını reddeder ve genel çıkarların gözetilmesini güvence altına alır. Bunun nedeni ekonomik karar oluşturma sürecini halk meclisleri ile halkın tamamının yürütmesidir. Burada insanlar tüm halkı etkileyen temel makro ekonomik kararları, uğraşlara yönelik gruplar (işçiler, teknisyenler, mühendisler, çiftçiler, vb.) olarak değil, birey olarak alırlar. Aynı zamanda iş yerindeki insanlar, halk kararlarına birey olarak katılıp genel planlama hedeflerini belirlemenin dışında işçiler olarak (yukarıda bahsedilen genel anlamda uğraşlara yönelik gruplar içinde) ilgili iş yeri meclislerine de katılarak Demokratik Planı değiştirme/uygulama sürecine ve kendi iş yerlerinin yönetimine dahil olurlar. Bu yüzden demokratik planlama süreci demos meclisleri ve iş yeri meclisleri arasındaki sürekli bir bilgi akışı sürecidir.

Demokratik Planlama Nasıl çalışır

Ekonomik demokrasinin ön koşullarından sonuncusu ile ilgili olarak, yani kaynakların konfederal paylaşımında, temel alınan ana varsayımlar şöyledir:

  • Her bir kendine dayanan demosun nihai politika yapan karar organı demos meclisidir, yani halkın meclisi.
  • Demoslar görevlendirilmiş, geri çağırabilen ve (muhtemelen) dönüşümlü vekillerden oluşan bölgesel ve konfederal meclisler ile koordine edilirler. Bunların işlevi demos meclislerinde oluşturulan politikaları uygulamak ve koordine etmektir ve bu yüzden temsili “demokrasi” sistemindeki temsilciler gibi politika yapıcı değil uygulayıcıdır.
  • Üretken kaynaklar her bir demosa aittir ve her bir üretim ünitesi (demos işletmesi) çalışanlara bir anlaşma yapılarak devredilir.
  • Kapsayıcı Demokrasideki bütün üretim demos işletmelerinde yapılır, yani demosun sahip olduğu ve bireylere anlaşma ile devredilen işletmelerde. Demos işletmelerinin genel yönetimi iş yeri meclislerinde yapılır. Bu meclisler hem ‘toplumsal alandaki demokrasi’yi işleten hem de demokratik planlama sürecindeki rolleri düşünüldüğünde, ekonomik demokrasinin temel bileşeni olan kurumlardır. Bu yüzden iş yeri meclisleri, demos meclisleri ile birlikte Kapsayıcı Demokrasinin çekirdeğini oluştururlar. Demos işletmelerinin günlük çalışması iş yeri meclisinin atadığı bir denetleyici kurul tarafından yapılabilir. Bu kurul uzmanlığı olan personeli içerebilir ve dolaylı olarak demos meclisi tarafından yönetilmesinin yanı sıra, üyeleri iş yeri meclisi tarafından her an geri çekilebilir.
  • Son olarak, üretimin amacı kendi başına büyüme değil, demosun temel ihtiyaçlarını ve demos üyelerinin talep ettikleri ve uğruna daha fazla çalışmayı kabul ettikleri temel olmayan ihtiyaçları karşılamaktır.

Sonuç

Yukarıdaki analizde açıkça görülüyor ki, temel ihtiyaçları karşılamak ve seçme özgürlüğünü güvenceye almak şeklindeki ikili amaç, burada önerilen demokratik planlama ve yapay “pazar” birleşimi* gibi kolektif ve bireysel karar oluşturmanın bir sentezini gerektiriyor. Bu önemli çünkü önerilen sistem, üreten ve tüketen bireylerin gerçek özyönetimini ve seçme özgürlüğünü güvence altına alabildiği için Parecon gibi geniş çapta desteklenen modellerin aksine toplumu ekonomi ile tekrardan bütünleştirebilir. Kıt kaynakların paylaşılması için sadece planlamaya dayanan o tip alternatif modellerin bürokratik tarzı buna izin vermez. Daha da önemlisi öyle modeller ―rasyonel bir ekonominin başarısı için temel kriter olan― tüm bireyler için temel ihtiyaçları bile güvenceye alamaz çünkü emeğin karşılığı sadece emek gücüne bağlıdır, KD projesindeki gibi aynı zamanda ihtiyaca bağlı değildir. Son olarak KD modeli şu önemli noktayı vurgular: kaynakların kıt olmadığı efsanevi aşamaya bir gün ulaşsak bile doyum sağlayıcılar, ekolojik uyumluluk vb. konularda tercih soruları ortaya çıkacaktır. Bu açıdan anarko komünistlerin bahsettiği intifa ve armağan ekonomileri de “nesnel” malzeme bolluğunu varsaydıkları ölçüde komünist nirvana efsanesine aittirler.

Diğer nedenlere ek olarak bu da gösterir ki, önerilen sistem şu anda özgürlük dünyasına nasıl girebileceğimiz konusunda gerçekçi bir model sunar, efsanevi kıtlık sonrası toplumda değil.

 

* Orijinal metnin yapay pazarlar ile ilgili bölümü çeviri yazısına dahil edilmemiştir.

[1] T. Fotopoulos, “Is sustainable development compatible with present globalisation? The Chinese Case”.

T. Fotopoulos, “Sürdürülebilir gelişme mevcut küreselleşme ile uyumlu mu? Çin Örneği”.

[2] Murray Bookchinxe “Bookchin”, “Municipalization: Community Ownership of the Economy,” Green Perspectives(Feb. 1986).

Murray Bookchinxe “Bookchin”, “Yerelleştirme: Toplumun Ekonomiye Sahip Olması,” Yeşil Perspektifler (Şubat 1986).

Beyond the Market Economy and Statist Planning:Towards Democratic Planning as part of a Confederal Inclusive Democracy

http://www.inclusivedemocracy.org/journal/vol6/vol6_no2_takis_beyond_market_economy_and_statist_planning.htm

 

Çeviri: Özgür Oktay
[email protected]

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 10. sayısında yayımlanmıştır.

 

 

 

 

 

 

The post Anarşistlerin Ekonomi Tartışmaları (3) appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2013/07/29/anarsistlerin-ekonomi-tartismalari-3/feed/ 0
Baran Toktaş Vicdani Reddini Açıkladı https://meydan1.org/2013/07/29/baran-toktas-vicdani-reddini-acikladi/ https://meydan1.org/2013/07/29/baran-toktas-vicdani-reddini-acikladi/#respond Mon, 29 Jul 2013 18:11:04 +0000 https://test.meydan.org/2013/07/29/baran-toktas-vicdani-reddini-acikladi/ Vicdani retçiler ülkede özellikle vatan haini ilan edilir, halkı askerlikten soğutmak suç sayılır. Bunların hepsine hazırım. Türk, Kürt, Ermeni, Laz, Çerkez, Roman her halktan, her dilden, her renkten gençlere çağrımdır; askere gitmeyin İstanbul’da elektrikçilik yapan 23 yaşındaki Baran Toktaş, vicdani reddini açıkladı. Toktaş, Bingöl’de uzman çavuşların kız çocuğuna tecavüz etmesinin ve serbest bırakılmalarının bardağı taşıran […]

The post Baran Toktaş Vicdani Reddini Açıkladı appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>

Vicdani retçiler ülkede özellikle vatan haini ilan edilir, halkı askerlikten soğutmak suç sayılır. Bunların hepsine hazırım. Türk, Kürt, Ermeni, Laz, Çerkez, Roman her halktan, her dilden, her renkten gençlere çağrımdır; askere gitmeyin

İstanbul’da elektrikçilik yapan 23 yaşındaki Baran Toktaş, vicdani reddini açıkladı. Toktaş, Bingöl’de uzman çavuşların kız çocuğuna tecavüz etmesinin ve serbest bırakılmalarının bardağı taşıran son damla olduğunu ifade ederken, vicdani reddinde şunları söyledi: “Asker doğmadım ve ben hiçbir sisteminde asker olmaya yükümlülüğüm söz konusu olamaz. Korkacağım bir şey yok. Gizlenerek asker kaçağı olmaktansa ‘Ben bunu reddediyorum, hodri meydan’ demeyi tercih ediyorum… Ceylan Önkol da bir etken, İbrahim Oruç’ta bir etken; polis ya da asker eliyle katledilmiş bütün gençler birer etken. Şerzan Kurt’ta, Aydın Erdem de birer etken. Askeriyede yanlışlıkla öldürüldü süsü verilerek katledilen Sevag Balıkçı da etken… Uludere’de katilleri gördük. Reyhanlı’da da gördük. Medeni Yıldırım’ın katilini de hepimiz gördük ve biliyoruz. Ama militarist güçler bizim gözlerimizin görmediğini iddia ediyor. Katilleri tanıyoruz ama bu sistem bunu saklamak için her yolu, yöntemi denemektedir.”

“Vicdani retçiler ülkede özellikle vatan haini ilan edilir, halkı askerlikten soğutmak suç sayılır. Bunların hepsine hazırım. Türk, Kürt, Ermeni, Laz, Çerkez, Roman her halktan, her dilden, her renkten gençlere çağrımdır; askere gitmeyin” diyerek, herkese vicdani retlerini açıklamaları için çağrıda bulundu.

Bu haber Meydan Gazetesi’nin 11. sayısında yayımlanmıştır.

The post Baran Toktaş Vicdani Reddini Açıkladı appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2013/07/29/baran-toktas-vicdani-reddini-acikladi/feed/ 0
Vicdani Retçi Onur Erden Tutuklandı https://meydan1.org/2013/07/29/vicdani-retci-onur-erden-tutuklandi/ https://meydan1.org/2013/07/29/vicdani-retci-onur-erden-tutuklandi/#respond Mon, 29 Jul 2013 18:07:53 +0000 https://test.meydan.org/2013/07/29/vicdani-retci-onur-erden-tutuklandi/ 2011 yılında vicdani reddini açıklayan Onur Erden, iltica ettiği Kıbrıs’tan iade edildi ve tutuklandı. Onur Erden 2006 yılında askere alındıktan sonra firar emiş, aynı yıl tutuklanarak 6 ay hapis yatmıştı. Şartlı tahliye edildikten sonra 2007 yılında tekrar askere alınmak istenen Erden, askeri birliğe teslim olmamış, 2009 yılında tekrar tutuklanmış ve firar suçundan yargılanmıştı. Yargılama sonunda […]

The post Vicdani Retçi Onur Erden Tutuklandı appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>

2011 yılında vicdani reddini açıklayan Onur Erden, iltica ettiği Kıbrıs’tan iade edildi ve tutuklandı.

Onur Erden 2006 yılında askere alındıktan sonra firar emiş, aynı yıl tutuklanarak 6 ay hapis yatmıştı. Şartlı tahliye edildikten sonra 2007 yılında tekrar askere alınmak istenen Erden, askeri birliğe teslim olmamış, 2009 yılında tekrar tutuklanmış ve firar suçundan yargılanmıştı. Yargılama sonunda tahliye edilen Erden, yeniden birliğe teslim olmayı reddetmiş ve 2011 yılında “Bir Arap genci olarak yıllardan beri kardeşçe yaşadığımız Kürt halkına karşı devam eden savaşta taraf değilim.” diyerek vicdani reddini açıklamıştı.

Askerden 3 kez firar eden vicdani retçi Erden, Türkiye’den çıktıktan sonra gittiği Güney Kıbrıs’ta Türkiye’ye iade edilmemek talebiyle dilekçe yazmasına rağmen, Türkiye’ye geri iade edildi. 11 Temmuz günü Türkiye’ye gönderilen vicdani retçi, havaalanında tutuklanarak Kasımpaşa Askeri Cezaevi’ne gönderildi. Yol tutuklusu olarak tutulduğu Kasımpaşa Askeri Cezaevi’nden Gelibolu Askeri Mahkemesi’ne gönderilmeyi bekleyen vicdani retçi Onur Erden’in avukatı Davut Erkan’ın konuya ilişkin verdiği bilgide, Erden’i cezaevi giriş işlemleri yapılırken gördüğünü, kendisine kötü muameleye ilişkin herhangi bir şikayette bulunmadığını söyledi. Erkan, Onur Erden’in 1 hafta içerisinde Gelibolu’ya gönderilmesinin beklendiğini, orada savcılığa çıkarılacağını ve tutuklanma talebiyle mahkemeye sevk edilebileceğini ve cezaevine konmasının da mümkün olabileceğini belirtti.

Tutuklu vicdani retçi 2011 yılında paylaştığı vicdani ret metni:

“Adım Onur Erden 1985 Hatay ili Reyhanlı ilçesi doğumluyum. 2 Ocak 2006 tarihinde aile ve toplumsal baskıdan dolayı askere gitmek zorunda kaldım. Fakat askerde elime silah almak istemedim. Bunun eğitimini görmeyi reddettim. Fakat zoraki bir biçimde bunu uygulamaya çalıştılar. …7 Temmuz 2006 tarihinde yakalandım ve askeri cezaevine konuldum, Birçok işkencenin mağduru oldum. 23 Ocak 2007 tarihinde tahliye oldum ve beni tekrar askere almak istediler. Fakat ben yine gitmedim askerlik yapmayı reddettim… 12 Mart 2009 tarihinde yakalanıp zorla askeri cezaevine konuldum. İnsanlık dışı uygulamalara maruz kaldım. İlgili mercilere başvurarak öldürülsem dahi askerlik yapmayacağımı söyledim. Bulunduğum yerdeki komutanlar annemi öldürtmekle tehdit etti. Her şeye rağmen bu savaşın bir tarafı olmayacağım. Vicdanı reddimi sizlerle paylaşıyorum.”

The post Vicdani Retçi Onur Erden Tutuklandı appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2013/07/29/vicdani-retci-onur-erden-tutuklandi/feed/ 0